11 minute read

Yanımızdaki Kahramanlar

Next Article
Tefriciye Duası

Tefriciye Duası

YANIMIZDAKİ KAHRAMANLAR

Abdülhamit Bilici

Advertisement

Yazar: DUHA

Kahraman nedir? Sözlükte, savaşta yiğitlik ya da tehlikeli bir durumda fedakarlık göstererek çevresini koruyan(kimse), manasına gelen kelime, sıfat. Peki, bizim için “Kahraman” nedir? Kimdir? Marvel karakterleri mi? Dizilerdeki başroller mi? Bizim kahramanlarımız kim? Bizim için kahraman, üzerinden geçip gidecekleri bu dünya yolundaki her dikeni biçmek ve gelecek nesiller için çölleri gül bahçesine çevirmek amacıyla yıllardır fedakarca çabalamış abi ve ablalarımızdır. Silah, bomba olmadan gerçekleşen bir savaş var. Emeklerimizin, emeklerinin çalındığı yetmezmiş gibi hayatlarından yılları gasp edilen kimseler var. Kimse görmüyor belki ama ciddi bir savaş içerisindeyiz. Bu savaşta maddi manevi her şeylerini ortaya dökerek savaştılar, savaşıyorlar. Bizim için, gelecek nesiller için. Hak uğruna savaş verdiler. Dünyanın dört bir yanına savruldular ve cebri olarak ulaştıkları ülkelerde ciddi bir hayat mücadelesindeler. Medrese-i Yusufiye’de, gaybubette yaşamak zorunda bırakıldılar. Bizler ulaşabildiğimiz kahramanlarımız ile bu zorlu süreci ve başarıları hakkında konuştuk. Umarız ki ilham alınabilsin, yanımızdaki kahramanların farkına varılabilsin. Keyifli okumalar... Öncelikle Abdülhamit Bilici abimize röportaj teklifimizi kabul ettiği ve bizlere zaman ayırdığı için çok teşekkür ederiz. 1-İlk olarak klişe bir soruyla başlayalım, Abdülhamit Bilici kimdir? Kendiniz, aileniz ve eğitimiz hakkında kısa bir bilgi verebilir misiniz? Ben 30 yıla yakın bir süredir gazeteciyim. İstanbul’da doğdum, ailem aslen Erzurumlu. İlkokula İstanbul’da başladım ve sonra liseyi Erzurum’da bitirdim. Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimini kazandım. Daha sonra okul bitince Zaman gazetesinde muhabirliğe başladım. Akabinde, Aksiyon dergisinin kuruluşunda yer aldım. Cihan haber ajansında bir süre muhabir olarak çalıştım, Zaman’da dış haberler editörlüğü, müdürlüğü görevini üstlendim. Sonraki dönemde Zaman’da ve Today’s Zaman’da haftada iki kere yazı yazmaya başladım. Zaman’da 3-4 sene genel yayın editörlüğü yaptıktan sonra, Cihan Haber Ajansı’nın 8 yıl genel müdürlüğünü yaptım. 2016 Mart’ta Zaman gazetesine kayyumlar tarafından el konulunca 7-8 aylığına Zaman Gazetesi genel yayın yönetmenliği görevini üstlendim. Sonra ülke dışına çıkmak durumunda kaldım. Önce Avrupa’ya gittim. Daha sonra Amerika’ya geldim. Şimdi dört seneden fazladır Amerika’dayım. Sürgünde bir gazeteci diye kendimi tanımlıyorum. Ufak tefek gazetecilik faaliyetleri yapıyorum. Onun dışında ekonomik sıkıntıları aşmak ve aileyi geçindirebilmek için çalışıyorum.

2-Gazeteciliği seçme sebebiniz neydi? Sizi gazeteciliğe yönlendiren gerekçe nedir?

Aslında üniversiteye başlarken aklımda gazetecilik yapmak gibi bir fikrim yoktu. Daha çok kamuda çalışmak, belki kaymakamlık gibi görevler kafamda vardı. Fakat daha sonra, üniversitenin son yıllarında, gazetede çalışan arkadaşlarla tanıştım. Onlarla bir araştırma grubu kurduk. Orada çeşitli araştırmalar, incelemeler, yazılar, dosyalar hazırlamaya başladık. Sonra Zaman gazetesinin ilk yıllarında gazeteye gidip gelmeye başladık, ayağımız alıştı. Üniversiteden mezun olunca da muhabir olarak gazetede çalışmaya başladım. Sonra arkası geldi. Sonra da uzaklaşamadık (gülüyor). Bir taraftan eğitim alanında Yüksek lisans, doktora çalışmalarına vs. devam ettim. Fakat aktif meslek olarak gazetecilikte karar kılmıştım.

3-Mesleğinizden sizin için en büyük zorluğu neydi?

Mesleğe başladığım ilk yıllarda, tabi aile ve yakın çevremden çok büyük destek göremedim. Çünkü gazeteciliğin itibarî, imajı Türkiye’de çok yüksek değildi, hala değil. Bizim aile çevresinde insanların bildiği, tanıdığı bir gazeteci yoktu. Hâlbuki, üniversitenin çok yüksek bir itibari vardı. Üniversiteye gittiğim zaman aile çevremizden bazıları, babamıannemi arayıp “tebrik ediyoruz oğlun vali oldu, kaymakam oldu” demişlerdi. Sanki okul bitmiş ve öyle görevlere gelmişim gibi. Bu şekilde bir yaklaşım vardı. Gazeteciliği seçtiğim dönem gazetenin imkânları da iyi değildi. O zamanlar Zaman gazetesi yeni kurulmuştu, maaşlar çok parlak değildi. Birçok meslektaşım ile haber yapmaya gittiğimiz zaman karşılaşıyorduk. Boğaziçi’ni duyunca “deli misin, başka yapacak iş mi bulamadın da gazetecilik yapıyorsun” diyorlardı. Oldukça sıkıntılıydı. O yıllarda biraz dişimizi sıkmamız, sabretmemiz gerekiyordu. Fakat daha sonra, yani işler değiştiğinde, Zaman gazetesi Türkiye’nin en yüksekten itibarlı gazetesi oldu. Daha sonra binalarımız, imkânlarımız, Allah’a çok şükür iyileşti. Ondan sonra gazetenin, gazeteciliğin itibari çok daha arttı. Gazetenin ve Cihan Haber Ajansı’nın yayın yönetmeni olunca ailemiz, yakın çevremizde artık “ya bu da fena bir iş değilmiş” diye düşünmeye başladı. Bir tiyatro olarak değerlendirirsek, bu perdenin diğer bir noktası. Daha sonra başımıza gelenler nedeniyle bu sefer ailemizden birçok insan bizden uzaklaştı. Gazeteye baskın olunca, biz Erdoğan rejimi tarafından terörist ilan edilince, bizimle gurur duymaya başlamış olan çevremizin önemli bir kısmı telefon dahi edemez hale geldi.

Propaganda neticesinde kendilerini kapattılar ya da korktular. Zaten çok az sayıda yakınlarımız bizimle beraber, bize inanmaya, bizim aslında suçlamaları hak etmediğimizi düşünmeye devam etti. Yani hayatta farklı dipleri ve zirveleri görme imkânımız oldu. Cenabı hak gösterdi. Benim açımdan, gazeteye bir muhabir olarak başladığım o ilk yıllar ile en yüksek itibarlı gazetenin yayın yönetmeni olduğum dönem ve sonra her şeyi kaybettiğimiz dönem arasında çok büyük farkı yok. Hayatın farklı dönemlerinin hepsinden ders almamız, öğrenmemiz gereken önemli tecrübeler olduğunu düşünüyorum. Hangi konumda olduğumuz değil o konuda neler yaptığımız, yapabildiğimiz önemli. Şimdi de bulunduğum bu konumun hakkını vermeye çalışıyorum. Ne kadar verebiliyorum emin değilim ama bu şekilde hayat her şeyi getirebiliyor insanın karşısına…

4-Gazetecilik yaparken pişman olduğunuz haberleriniz oldu mu? Hani keşke yapmasaydım dediğiniz bir haber?

Keşke dediğim bir haber pek hatırlamıyorum ama genel olarak bu siyasetle olan ilişkide bir yanlış yaptığımızı, yaptığımı düşünüyorum. Bir siyasi lidere çok fazla güç vermenin, çok fazla itimat etmenin, çok fazla güvenmenin ve dengesiz bir şekilde güç sahibi olmasını istemenin yanlışlarını gördüm. Artık, insan inançlı, Müslüman olsa bile eline verilen gücün başka güçlerle dengelenmesi gerektiğini düşünüyorum. O anlamda bir pişmanlığım var. O gün, o siyasi partiye ya da iktidara destek verirken iyi niyetli destek verdiğimi düşünüyorum. O zaman, dünyadaki ve Türkiye’deki tüm demokrat insanlar destek veriyorlardı. Fakat ben en azından bir siyasi parti ya da bir siyasi lideri çok güçlü kılmanın onu kötü yola itmek olabileceğini keşke düşünseydim diyorum. Çünkü kontrolsüz güç güç değildir. Bunu bize bu süreç öğretmiş oldu.

5-Sahip olduğunuz iş ahlakı hakkında sizin yolunuzdan gitmeyi düşünen arkadaşlarımıza ne söyleyebilirsin?

Şuna inanıyorum, hem insanı insan yapan terbiyemiz, hem de dinimiz bize yaptığımız her işi düzgün bir şekilde yapmayı tavsiye ediyor, öğütlüyor. Dediğim gibi yaptığımız işin adının çok önemi yok. Önemli olan onu en güzel şekilde yapmaya çalışmak. Dünyada en iyisi nasıl yapılıyorsa onları öğrenmek, kendini geliştirmek ama ondan daha önemlisi ahlakı unutmamak. Mesela ben gazeteciyim. Türkiye’de yüzlerce arkadaşım, meslektaşım var. Onlar da gazeteci fakat biz bir tercih yaptık. Aynı mesleği taşıyor olmamıza rağmen onların önemli bir kısmı hiçbir sorun yaşamadılar. Mesela bu yolsuzluklara ses çıkarmadılar, yapılan zulüm karşısında sessiz kalarak mesleklerine hala devam ediyorlar. Yani onun için meslek ne olursa olsun onu layığı ile yapmak ve asla ahlak kriterlerinin dışına çıkmamak en önemlisi. Ona ilaveten karakteri koyabiliriz. Yani bu süreçte özellikle yaşadığımız sıkıntılarla bunu çok daha net görmüş olduk. Birçok insanı tanıyorduk, belki çok yüksek payeler veriyorduk. Belki profesörler, belki çok ünlü gazeteciler, belki çok ünlü işadamlarıydılar fakat karakterlerinin bu büyüklükte olmadığını görmüş olduk. Onun için hangi mesleği yapıyorsak onun hakkını vermek, ahlaklı olmak ve karakterli olmak çok önemli birbirinden ayrılmaz üçlü. Ahlak ve karakter yoksa onun ne kendinize, ne de insanlığa bir faydası yok. Özellikle zorluk zamanlarında anlaşılıyor bu.

6-Hizmetle ne zaman ve nasıl tanıştınız? Hizmetle Erzurum’da, İmam hatipte, lisenin ikinci sınıfında okurken tanıştım. Abiler sağ olsun bizim okulda derslerimizde başarılı olmamız için çok yardımcı oldular. Lisede devlet yurdunda kaldım. Fakat sürekli gidip geldiğim evler, abiler vardı. Onları üzerimdeki haklarını her zaman teslim ediyorum. Gerçekten onların fedakârlıklarının, ahlaklarının ve güzelliklerinin bana çok olumlu katkıları oldu. Sonra üniversiteye geldiğim zaman abilik görevi bana düştü. O zaman evlerde kaldım. Üniversitede okurken gençlerle ilgilenmeye çalıştım. Onlara hem rehberlik hem derslerine

yardım anlamında bir şeyler yapabilme imkânım oldu. Üniversite sonuna kadar böyle gençlerle beraberdim. Biz de gençtik aslında bir taraftan (gülüyor). Aslında ben dindar bir aileden geliyorum. İmam hatipte okuyordum ama dini daha kaynaklara bağlı olarak öğrenme ve yaşama (özellikle yaşama anlamında) hizmetin bana çok katkısı oldu. Üstadı ve Hocaefendiyi tanımak bana şu ufku açtı; Türkiye’de şöyle bir algı vardı; insan dindarsa bilim alanında çok gelişemez, çok fazla ilerleyemez. O alanda ilerlemek için biraz dinden uzak olmak, yeri geldiğinde inançları kenara bırakmak gerekir. Benim büyüklerimin çoğu dini, dindarlığını kaybetmemek için üniversiteyi bile gitmemişler, ilkokul sonrası okumamışlar. Bir nevi protesto etmişler. Fakat Üstadın hem inançlı, hem de modern dünya ile barışık olabilme konusundaki yaklaşımı benim için çok yol gösterici oldu.

Hatırlarsanız, Üstad Kastamonu’da iken lise talebeleri gelip öğretmenlerini şikâyet ediyorlar diyorlar ki; “Öğretmenlerimiz bize dinden bahsetmiyorlar. Kimya öğretmenlerimiz, biyoloji öğretmenlerimiz neredeyse Allah’ı inkâr ediyorlar.” Üstadın onlara çok güzel, altın gibi bir tavsiyesi var “Öğretmenlerinizi değil, bu branşları, bu bilimin kendisini dinleyin. Biyolojiyi dinleyin, kimyayı dinleyin, fiziği dinleyin. O zaten sizi Allah’ın varlığına ulaştırıyor.” diyor. Gerçekten dünyada bir düzen varsa, bir düzenleyici de var, bu kadar basit. Bu yaklaşımlar üstadın ve Hocaefendi’nin, bence Türkiye’de muhafazakâr kesime yapmış olduğu büyük bir hizmet. Türkiye’deki bazı kalıpları kırdılar. Yani dediğim gibi hizmet Erzurum’da, muhafazakâr bir ailede yetişmiş bir çocuğu dünyaya açtı. Kendim olarak dünyaya açılmayı öğretti bana. Yani modern dünya, modern hayat korkusundan korkmaması gerektiğini öğretmiş oldu. Başka insanlara, başka inançlara saygılı olmayı öğretti bana. Bunlar büyük şeyler. Büyük değerler. Onun için onlara müteşekkirim. 7-Hizmeti bize tek bir cümleyle özetleyebilecek olsanız bu cümle ne olurdu?

Başkaları için yaşamak. Yani hizmeti özetlemek gerekirse herhalde budur diye düşünüyorum. İnsanı sevmek, ayrım yapmadan sevmek. Ve mutluluğu başkalarının mutluluğunda aramak. Herkes aynaya bakarak hizmette nerede olduğunu bu kriteri kendine vurduğu zaman görebilir. Ne kadar başkalarının mutsuzluğunda üzülüyor? Bunun derecesi var tabi. Bir kısım insanlar bunda zirvedir, bir kısmı insanlar bunda %50’dir, bir kısım insanlar %5'tir. Ancak hangi seviyede olursa olsun Hizmet’te, “Ateş düştüğü yeri yakar değil, ateş nereye düşerse düşsün bizi de yakar” felsefesi ile hareket edildiğini gördüm. Yani bence hizmet, insani değerlerin ve İslami değerlerin bütünleştiği bir ilke ve bu ilke ile yaşayan insanlardır diye düşünüyorum.

8-Bir dönem yöneticilik yaptınız. Gazeteyi devraldığınızda değiştirmek istediğiniz neler vardı, neler değiştirebildiniz, neleri değiştirmek istediğiniz halde değiştiremediniz?

Gazetede zaten neredeyse 25 yıl boyunca muhabir, editör, yazar olarak beraberdim. Kendimi dışardan birisiymiş de gelip sonradan ele geçirmiş gibi görmüyorum. Eskiden yapılan hatalar varsa bunların içinde benim de payım var. Ama bazı gördüğüm ve değişmesini istediğim konular vardı. Bunları da bu son 6-7 ayda neredeyse her gün yeni bir değişiklik yaparak hayata geçirmeye çalıştık.

Gördüğüm temel yanlışlardan biri siyasetle ilişkide taraftarlıktı. Onu yerine oturtmaya çalıştım bu kısa sürede. Hizmet ve gazete olarak dünyanın 160 ülkesine açılmış bir hareket olmamıza rağmen gereksiz yere, Kürtlerle gazetemiz arasında tuhaf bir soğukluk vardı.

Onu aşmak için neler yapılabilir diye eskiden beri düşünüyordum. Sonra radikal bir adım atmak nasip oldu ve Kürtçe Zaman’ı, Diyarbakır’da çıkarmaya başladık. Gazete kapatılmadan üç beş ay önce güzel oldu. Sonra mesela aynı şekilde Alevilerle ilgili daha fazla empati kurabilmek, onların yaşadıkları ötekileştirilmeyi nasıl daha hissederek yaşayabiliriz diye düşünüyordum ve bir Muharrem’de hem Sünnilerin, hem Alevilerin bakışını birlikte ele alan bir ek hazırladık. Muhabir arkadaşlarımız Alevi ailelere gidip onlarla beraber yas tuttular. Türkiye'deki çok farklı kesimlere nasıl daha iyi ulaşabiliriz, iletişimimizi nasıl daha güçlü yapabiliriz diye düşünüyordum. Özellikle son dönemde biz de ötekileştirilince ve biz de mağdurlar halkasını eklenince duygusal ve psikolojik anlamda hepimizin bilinçlenmesini vesile oldu. Benim bu hareketleri yapmamda, bu bilinçlenmenin ciddi bir etkisi oldu. Son dönem gazetenin kapatılma ihtimali çok belirgindi. Yani üzerimize gelecekleri zaten açıktan söylüyorlardı.

Biliyorsunuz Peygamber Efendimiz’in (sav) bir hadisi var “Kıyamet kopacak olsa bile elinizde bir fidan varsa onu dikin.” buyuruyor. Ben onu şöyle anladım; kıyamet kopuyor olsa bile bir şey yapabilecekseniz yapın. Onun için ben de, bu gazeteye el koyacak, susturacak olsalar bile her gün nasıl yenilikler yapabiliriz, bu zulme karşı beraber nasıl durabiliriz diye düşündüm ve o zaman konuşabildiğim bütün medya kurumlarını Zaman gazetesine çağırdım. Geldiler sağ olsunlar. Hep beraber nasıl savunabiliriz diye. Cumhuriyet gazetesi de geldi Evrensel de geldi, Yeni Asya da geldi. Belki bunları biraz daha erken yapabilseydik aramızda bir hat oluşturabilir miydik diye düşünüyorum ama çok da emin değilim. Gücümüz yetemeyebilirdi. Çünkü baskı dalgası, zulüm dalgası, antidemokratik dalga çok azgın bir şekilde geldi. Hayallerimizin ötesinde bir baskı ortamı oluştu. Biz, Anayasa hukukuna en azından saygı kalır diye düşünüyorduk, eski dönemleri de düşünerek. Çünkü 28 Şubat sürecinde Zaman gazetesini kapatmamışlardı. 28 Şubat süreci 1997’de yaşandı. O zaman hükümet istifa etmek zorunda kaldı, bir sürü şeyler oldu. Bize yaptıkları tek şey, birkaç dava ve bir de askeriyenin, Genelkurmay’ın haberlerine, etkinliklerine bizi almamak oldu. Yani en yakın dönemi bu olunca, aşağı yukarı bunun benzeri şeyler yaşarız diye düşünüyorduk ama gelip gazetemizi polislerle basmak, sonra gazetecileri, yazarları yaşına başına bakmadan almak beklediğimiz bir şey değildi. Mesleğine yeni başlamış Ayşenur Parıldak’tan, koca Türkiye’nin en büyük şairlerinden, yazarlarından Hilmi Yavuz'a kadar ne kadar ileri düzeyde yazarlarımız varsa hepsini hapislere attılar. Gazeteyi susturmaları, televizyonları susturmaları hayallerimizin ötesindeydi. Nasıl bir hazırlıkla bunlara cevap verilebilirdi veya cevap verilebilir miydi bundan pek emin değilim.

Hem insanı insan yapan terbiyemiz, hem de dinimiz " bize yaptığımız her işi düzgün bir şekilde yapmayı tavsiye ediyor, 9-Amerika’da gerçekleştirdiğiniz Basın öğütlüyor." Özgürlüğü ve Demokrasi konferanslarından birinde bir takım sıkıntılar yaşadığınıza dair bir duyum var. Bu olayın aslı nedir?

Burada dediğim gibi bir taraftan ekonomik olarak ayakta kalmaya çalışırken bir taraftan da Türkiye’deki zorlukları insanlara, özellikle Amerikalılara anlatmaya çalışıyorum. Kim davet ederse gidiyorum. Onlardan birinde konferans sırasında Türkiye’deki Erdoğan rejiminin fanatiklerinden biri (maddi olarak

destek olduğu insanlardan biri) bir şekilde bu programı öğrenmiş. Beni davet eden ev sahiplerini tehdit etmiş “Siz niye bir teröriste söz hakkı veriyorsunuz?” diyerek. Sonra beni davet edenler, bana böyle bir gelişme olduğunu söylediler. Ben de “Böyle bir şeyin olması sürpriz değil. Bunlar insanların değil konferanslarını engellemek, istihbarat elemanlarıyla veya kiraladıkları adamlarla kaçırıyorlar.” dedim. Sağ olsunlar onlar da iptal etmediler, arkamda durdular. Polislere falan söylemişler. Onlar da benimle hareket edecek polisler ayarlamışlar. İlk defa böyle polis eskortu eşliğinde gezmiş oldum. Sonra o Türk arkadaş da geldi tabi. Bir kameraman kiralamış, saçma sapan sorular sordu, taciz etmeye çalıştı konferans sırasında. Ben anlatacaklarımı anlattım, medenice davranmaya çalıştım. Sonra bir iki gün içinde baktım tüm Türkiye’de manşetlerdeyim. Biz teröristmişiz, Türkiye’yi kötülüyormuşuz, konferanslarımıza kimse gelmiyormuş ve biz boş koltuklara konuşuyormuşuz gibi asılsız iddialar vardı. Aşağılamak için her türlü şey kullanmışlar. Yani o zaman biraz stres oldum, sinir oldum ama alıştım. Başka konferanslara gittiğim zaman önceden haber alıp ev sahiplerini tehdit ediyorlardı. Ama şimdiye kadar çok şükür fiziksel bir şey yaşanmadı.

10-Son olarak eklemek veya paylaşmak istediğiniz bir şey var mı? Çok teşekkür ediyorum sizlere. Derginiz hayırlı uğurlu olsun.

Sayın Abdülhamit Bilici abimize, Mirvari Dergisi olarak bizimle duygu, düşünce ve deneyimlerini paylaştığı için çok teşekkür ederiz. Bu bizim için çok önemliydi çünkü yanımızda var olan kahramanlarımızı da anlayabilmemiz için bir yoldu ve bu bizim pusulamız oldu. Allah ebeden razı olsun.

Röportajın devamı ve detaylar için instagram sayfamızı ziyaret edebilirsiniz@mirvari_magazin

"Kıyamet kopacak olsa bile elinizde bir fidan varsa onu dikin."

This article is from: