Gezi yazıları, hatıratın bir alt türü olan günlük, biyografi ve otobiyografiyle de yakından ilişkilidir. Türünün en önemli malzemesi yazarın ziyaret ettiği coğrafyanın, gelenek ve anlayış farklılığı gibi durum ve olayları okuyucu aktarmasıdır. Bu kitabta muhtelif sanatçıların Babaeski notlarını derledik.
1
Bulgarophygon’dan Babaeski’ye Seyyahlarlardan Gezginlere Mimar Mucit ÖZTABAK
2
Bulgarophygon’dan Babaeski’ye Seyyahlarlardan Gezginlere Mimar Mucit ÖZTABAK
Kapak Resmi: 440px-Caravane Marco Polo--Marco Polo Marco Polo, Avrupa'yı Doğu'ya tanıtmak veya yeniden tanıtmakla ünlü 13. yüzyıl Venedik tüccarı. History.com
Mimar Mucit ÖZTABAK Haziran 2020 Babaeski 3
İÇİNDEKİLER Aaron HİLL Ahmed Bâdî Efendi Antoine GALLAND (1672-1679) Aubry de LA MOTRAYE, La Motraye Seyehatnamesi Bedri NOYAN Dedebaba: Benedikt KURIPE CIC (1530) 1491–1531) Bertrand De La BORDERİE (1537-1538) Claes RALAMB Clarke, Edward DANİEL COECK VAN AELST, Pieter--Conrad Jacob HİLTEBRANDT, DERNSCHWAM, Hans: 1554- 1555 Evgenia BONÇEVA–ELMAZOVA. EVLİYÂ ÇELEBİ Seyâhatnâmesi Friedrich BARBAROSSA Friedrich HİLD Géorge WHELER Hans Johannes SCHİLTBERGER HASLUCK Frederick William Helmuth Karl Bernhard von MOLTKE Henry BLUNT Henry C. BARKLEY İBN BATTUTA---(1332) Jean-Baptiste TAVERNİER (1631-1664) Jean-Henri Abdolonynme UBİCİNİ Johannes Salomon SCHİLTBERGER, 1578-1581 John Covel, Keçicizade İzzet Molla LADY MONTAGU (1689 – 1762) LE CORBUSIER Luigi MAYER Marcelle TİNAYRE (1870 – 1948) Monsieur D’ARAMON (1547-1554) Monsieur Des HAYES Nazmi SEVGEN Odon de DEUİN Ogier Ghiselin de BUSBECQ (1521-1591) PERO TAFUR Phılıppe Du Fresne CANAYE (1573) Pierre GİLLES (petrus Gyllius) Reinhold LUBENAU Robert BARGRAVE SİMEON’un (Polonyalı) Seyahatnamesi Stephan GERLACH 1573-1576 THEVENOT, Jean Thevenot (1633-?) Thierry ZARCONE Tommaso ALBERTİ Turgut KOCA Baba Vahit Lütfi SALCI (?) Wratislaw BARON (1530-1592 ?) EK BİLGİ: 20.Yüzyıl Başlarına Ait Seyahat Varakası Ön Ve Arka Yüzü
4
TANITIM Gezi yazısında görülenler genellikle birinci kişinin ağzından yani gezenin ağzından anlatılır. Yazar anlattıklarının doğruluğunu; konuşma ile bilgi toplama ve fotoğraflarla desteklemeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir Seyyah, değişik ülke ve uygarlıkları görmeyi amaçlayan ya da dinlerine ait kutsal yerleri ziyaret etme amacı taşıyan kişilerdir. Batılı seyyahların yazdığı seyahatnameler, kendi ülkelerinde olmayan her şeyi, Doğu’nun mistik havası, Yunan mitolojisinin yardımı, Homer gibi ünlü yazarların eserlerinin etkisiyle, çok okunan eserler hale getirmiştir. Seyyahlar bu eserleri oluştururken abartılı ifadeler de kullanmışlardır. Bazı seyyahların, ön yargılarından ve kendilerinden önce yazılmış eserlerin etkilerinden çok da fazla sıyrılamadıkları görülmektedir. Seyahatnameler, Batı dünyasının tüm dünyaya ve elbette ki Osmanlı Devleti’ne olan bakış açısını yansıtması bakımından büyük önem taşımaktadır. 16. ve 17.Yüzyıldan itibaren gelen seyyahların sayısında bir artış gözlemlenmektedir. Osmanlı Devlet hayatı, harem, gündelik hayat ve antik kentlere yaptıkları gezileri kaleme almışlardır. Seyahatnameler, yazıldıkları Yüzyılın resmini yansıtması bakımından önemlidir. Seyahatnameler aynı zamanda son dönemde Osmanlı insanının yaşadığı sıkıntılara ve Batılılaşma tarihimize ışık tutacak belge niteliğindedir. Seyyahlar, Türk halkının Batılılaşmaya bakışını ve bu yoldaki gayretleri ele alırlar. XVII. asrın sonlarında Türkiye'de Fransa elçisi sıfatıyla bulunan Antoinne Galland da sahaflardan satın aldığı pek çok nadide yazma eseri Fransa kralı adına toplamıştır. Bu değerli eserler bugün Fransa'daki kütüphanelerde bulunmaktadır. Seyyahların yurtdışına kaçırdıkları bu eserler müzecilerden ziyade oryantalistlerin işine yaramıştır. Seyyahların, kültür aktarımı yoluyla Avrupa kültür tarihine büyük katkıda bulundukları bilinmektedir. Bu aktarım, doğunun kültür hazinesinin batıya aktarımıdır. Buna en güzel örnek, seyyah Galland’ın “Bin bir Gece Masalları”dır. Seyahatnameler, kültür ve tarih açısından hazinedirler. Ajan, misyoner, doktor, asker, turist olarak da yolculuğa çıkanlar vardı. Osmanlı topraklarına XVI. Yüzyılda gelen 106 seyyahın yüksek devlet görevlisi, 38’i tüccar, 75’i din adamı, soylular, 75 tanedir. Denizci, asker, aydın, sanatçı olanlar diğer seyyahlara örnektir1. Seyyahların tamamını önyargılı ve taraflı bir tutuma sahip veya Türk düşmanı olarak nitelendirmek yanlış olur. Sağduyulu, önyargıdan uzak seyyahlar da vardır. Seyyahların geliş amaçları; Elçilik görevi olanlar, Doğu’yu merak edenler, esir düşenler, çalışanlar, ajanlık şeklinde sıralanabilir. Bazı seyyahlar Osmanlı Devleti’nin gayrımüslim tebaasına baskı uygulayıp uygulamadığı sorusunun cevabını yerinde görmek istemiştir. Burnaby bunlardan biridir. Bu seyyahlar daha sonra, gayrimüslim tebaanın özgürce yaşadığından bahsederler. 16. Yüzyıldan itibaren Osmanlı ülkesinin pek çok şehrinde açılan elçilikler ve konsolosluklar neticesinde pek çok gelmişlerdir. Belkide bunun nedeni tayinat sistemidir. Avrupa ülkelerinin kendi diplomatik yapısı içerisinde görülmeyen bir uygulama olarak tayinat sistemi, Osmanlı başkentine gelen yabancı elçilerin günlük masraflarının belirli bir süre için ve belirli kaideler üzere Osmanlı Devleti’nce karşılanması usulüdür. Bu usule göre yabancı elçilerin günlük yiyecek içecek ve bazılarının kira vb. gibi masrafları Osmanlı hazinesinden ödenmiştir. Söz konusu uygulama ile ilgili olarak şimdiye dek etraflı bir çalışma yapılmadığı gibi, sistemin uygulanışı, uygulamada ne gibi farklılıkların görüldüğü ve Sultan III. Selim döneminde, 1794’te diplomaside yapılan reformlar çerçevesinde tayinat sisteminin kaldırılışını getiren gelişmeler üzerinde de durulmamıştır. Bu makalede tayinat sisteminde görülen 1794’te farklı uygulamalara dair bazı tespitler yapıldığı gibi, genel bilinenin dışında tayinat usulünün kaldırıldıktan sonra da birçok kere Babıâli tarafından bazı yabancı elçilere tayinat verildiği ortaya konulmaktadır2. Güner Doğan, İngiliz ve Fransız Seyyahlara Göre 17 ve 18.Yüzyıllarda Ege Adaları (Midilli, Sakız, Rodos, Sisam) ve Çevresi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara,2008,s.15. 2 Kaynak: Yrd. Doç. Dr., Hacer Topaktaş Osmanlı Diplomasisinde “Tayinat” Sisteminin Uygulanışı ve Kaldırılışı (1794) Üzerine Bazı Tespitler; İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Slav Dilleri ve Edebiyatları Bölümü 1
5
18. ve 19. Yüzyılda koleksiyonculuğun Avrupa’da popüler oluşu da seyyahların gezilerinin bir başka önemli nedenidir. Osmanlı lmparatorluğu'yla ilgili seyahatnamelerin çoğu Avrupalı seyyahlar tarafından yazılmıştır. Özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda Avrupa'da yayımlanmış olan bu tür seyahatnameler Osmanlı toplumu, Osmanlı şehirleri, Ortadoğu ve doğu Avrupa'da Osmanlı yönetiminde sosyal ve ekonomik yapı için önemli kaynaklardır. Bugün bütün dünya seyahat ediyor. Her zaman, her yerde yolculuğa çıkılıyor. Bir zamanlar önemli bir olay olan seyahat, bugün artık bir alışkanlığa dönüştü, hayatın bir parçası haline geldi. İnsanlar yalnızca gezmek için seyahat etmiyor, yola çıkmak için çeşitli neden ve amaçları da var artık; her mevsim yollardalar. İş seyahatleri, aile ziyaretleri, kültür ve spor, dinlenme ve tatil amaçlı seyahatler, inceleme gezileri… Türlü türlü neden, çeşit çeşit amaç… Yine de, o büyük seyyahlara pek rastlanmıyor artık. Bir zamanlar insanlar seyahat etmek için seyahat ederlerdi. Seyahat etmek başlı başına bir amaçtı, bu uğurda dağlar, çöller ve denizler aşılır, yabancı yöreler, kentler, insanlar, gelenek ve göreneklerle tanışılırdı. İşte, Arap İbn-i Battura'nın Hindistan'a ve Çin'e yaptığı yolculuk, bu diyarlarda kalış süreleri de dâhil tam çeyrek asır sürmüştü. Yolculuk eğitimin, bilgi ve görgünün bir parçasıydı. Tarihçi Miletoslu Hekataios'un İ.Ö. 5OO civarındaki yolculuğu ise, ticari çıkar elde etmek değil, dünyaya bakış açısını genişletmek amacını taşıyordu. İ.Ö. 5.Yüzyılda Herodotos, Atina'dan yola koyularak, batıda Sicilya'ya, doğuda Medlerin başkenti ‘Ek batana'ya kadar uzanan uzun yolculuklara çıktı. Yunanlı yazar Pausanias İ.Ö. 180 civarında Anadolu, Libya, Mısır ve İtalya'yı dolaştıktan sonra, on ciltlik Ellados Periegesis /[Yunanistan Gezisi adlı eserini kaleme aldı. Büyük İskender'in İ.Ö. 4. yüzyılda, masallar ülkesi İran'a düzenlediği sefer-dünya tarihinin en büyük fetih savaşlarından biri- neredeyse "bilimsel bir keşif yolculuğu" idi (Alexander von Humboldt). İ.Ö. 310 civarında, Massilia'da (Marsilya) doğan Yunanlı coğrafyacı Pytheas, kuzeyin kalay madenierine ve kehribar yataklarına bir keşif yolculuğu yaptı. Çizdiği dünya haritasıyla ve dünyanın çevresini hesaplamasıyla matematiksel coğrafyanın temellerini atan ünlü Eratosthenes ise, dönemin en önemli ticaret bölgesi Hindistan'ın ilgi odağı haline gelmesini sağlamıştı. Seyahatnameler, tarih araştırmalarında önemi kaynaklar arasında yeralırlar. Arşiv belgeleri, günlükler, yazışmalar ve mektuplar gibi seyahatnamelerde tarihçinin algılama gücünü artıran, ikincil kaynaklardaki bilgileri karşılaştırma imkânı sunan eserlerdir. Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili araştırmalarda geniş bir coğrafya üzerine yayılmış siyasi, kültürel ve iktisadi yapıların ele alınması, bunlarla ilgili bilgilerdeki pusun dağıtılması için kimi önyargılıya da oryantalist bakış açılarının varlığınında farkında olarak seyahatnamelere başvurmak kuşkusuz önemlidir. Bu tip kitapladan bazıları; 13. yüzyılda yayımlanmış Marko Polo'nun Seyahatnamesi; 14. Yüzyılda yaşamış Arap gezgin İbni Batuta'nın Seyahatnamesi; Farsça yazılan Hoca Gıyaseddin Nakkaş'ın Acâibü'l Letâif Ali Ekber Hatâî'nin 1515'te yazdığı Hıtâînâme önemlilerindendir. Bulgarofygon’dan Babaeski’ye seyyahlarlardan gezenlere ve insanları bugüne kadar çok az başvurulmuş seyahatname kaynakları, seyyahların gözlemlerini de karşılaştırarak çalışmaya gayret ettim.
6
BABAESKİ VE YAKIN ÇEVRESİNDENİ ZİYARET EDEN VEYA GELİP- GEÇEN GEZGİNLER
7
BABAESKİ VE YAKIN ÇEVRESİNDENİ ZİYARET EDEN VEYA GELİP- GEÇEN GEZGİNLER
Roma döneminde bölgemizden gecen seyyahlar Babaeski ve çivarınıı şöyle anlatmaktaydılar. Roma durak yerleri hemen-hemen aynı uzaklıklarda olmak üzere (18-er mil arayla) ard-arda sıralanmışlardı. Bunlardan ilki şimdiki Havsa civarında bulunan Ostudizus'tu. Dizus kelimesine Trakya'da sık olarak rastlanmaktaysa da bunun gerçek anlamı henüz tatmin edici bir açıklığa kavuşturulmamıştır. Konstantin zamanında, bu kasabaya, 315 yılında, Edirne önlerinde, "campo Mardiensi" de, Licinius'a karşı kazanmış olduğu ve yine aynı şehirde 323 yılında kazandığı başka bir savaşın hatırası olarak bu kasabaya Nike adı verilmişti. 369 yılında burada, Aria tarikatına mensup metropolitler, Nike itikadına karşı olarak "Muzaffer Şehir" de3dine yeni bir sembol bulmak ve Hıristiyanlığa yeni bir veche vermek üzere toplanmışlardı.
3
Tab, Peut. ve lt. Ant.- Konstantin'e göre eski adları vardır, lt Hier.. yenileri. Adlarını Konstantin'in deOişti, bak. Parthey, Itin' p. in önsözünde. p. VII.-Arianların Konsili: Mansi 3, 310.
8
Bundan sonraki en yakın durak yeri olan mansio Burtudizus'un şatosu Herodot'un Contadestos olarak sözünü ettiği Enginus ırmağının en büyük kolunu oluşturan şimdiki adıyla Teke-deresi'ni aşan geçidini savunuyordu. Bu dere, sonralardaki Roma devrinde Haemimontus ve Europa eyaletlerini bir birinden ayırmaktaymış4. Edirne'den sonra üçüncü durağın Bergule veya daha sonraları Yunanlılarca Virgole ve Imparator Acardiy tarafından 403 yılında Arcadiopolis adına çevrilen şimdiki Lüle-Burgaz (120 m.) şehri5 olduğu hesaplanmıştır
. Bu durak, artık Trakya ve Hersones bölgelerinin en doğu bölümünü içine almakta olan Europa eyaletinde bulunurdu. Bu şehirden Karaağaç deresi geçmektedir. Bu derenin kolu, Herodot'a göre Tearosy, Türkçe adıyla Büyükdere, Yarımada'nın en ünlü deresiydi. İskitlere yaptığı savaş sırasında Dara (Darius) bu derenin, bir kısmı sıcak, bir kısmı soğuk olan 38 adet kaynağına gelmiş ve onun güzelliğine hayran kalarak oraya bir sütun dikilmesini ve üzerine bu kaynakları övücü Farsça bir kitabe yazılmasını emretmişti: Tearos'un kaynaklarının suyu çok hoş ve çok tatlı olduğundan onlara en güzel ve en iyi insanlar gelirdi. Histasp'ın oğlu ve Persler'in Kralı, bütün kıt'anın hâkimi Dara (Darius) burayı ziyaret etmişti. Burada Bizans devrinde adı Vrysis (Kaynak), Vilarduen ise Verisse olarak geçen mustahkem bir köy bulunuyordu. Burası, güzelliği Türk coğrafyacısı Hacı Kalfa (ölümü 1658yılı) tarafından da övülen (248 m. rakımlı ) PınarHisar kasabasıydı. Güçlü burçlar ve sur kalıntılarıyla, kasabanın ortasından, tebeşir-kireç gibi
4
Burtudizo lt. Ant. Burtizo Tab. Peut. Burtedexion A.S. Alexandri Bourtoudgizi Prok. De aedit. 306,44. Burada Arbodizus adlı bir mutatio olduğu lt. Hier'de eksik.(bak il Aveye) Bergule önündeysa mutatio Urisio (brusis - Izvor) vardır 5 Bergule daha Ptol. de, 3, ii. Virgolis Itin. Hierb. alkadius tarafından adı değiştirilmiştir: Kedrin I, 368. Tafel'in Symbolae crit. Geographiam Byz. spect I, 79 .. Bizansılların başkaca belirlemelerine bak.
9
kar beyazlığındaki kayalardan çıkan son derece soğuk kaynaklarıyla güzel manzaralı olan bu kasaba, şimdi bir ilçe merkezidir 6(129).7 Burtudizus'la Nike ve Edirne'yle Filibe arasında şu beş şato (kastel): Burdipta, Kastra Zarba, Arzon, Pizos, Karasur" ra inşa edilmişti. Filibe'nin surları yenilenmiş, aralarında Besapara'nın da 8 bulunduğu 35 şato onarılmıştı. Edirne'yle Istanbul arasındaki şehir ve kasabalarla kalelere Bizans tarihinin hemen her sayfasında rastlanılır.9 Konstantin zamanında, Ostudizuz (şimdiki-Havsa)'un bulunduğu yerde, kuvvetli bir kale olan Nicaia (Malka Nikeya) Slavyanca deyimiyle Nikitsa bulunuyordu.10 Bundan sonraki durak Burtudizus (şimdi Babaeski)'a, orta çağlar süresince, Bulgarlara karşı, daha Kurum'dan önceleri ayrıntıları bilinmeyen bir zaferin kazanılmasının hatırası olarak, Bugarofigon (Bulgarofygon) denilir ve burada bir Piskopos bulunurdu. Bununla beraber, Bizanslılar 893 yılında aynı yerde Simeon tarafı ndan Bulgarlarla olan savaş tarihlerinin kaydettiği en korkunç bozguna11 uğratılmışlardı12 Eski Erginus'a Bizanslılar Rigina derlermiş; Idrisi ise, bilinmeyen bir nedenle buraya, Akliun adı vermiş. Zamanımızdaki coğrafya incelemeleri en sonunda masallar krallığına gönderdiği bu nehir hakkında kartografların tam 18 yüzyıl süren yanlışlıklarının belirlenmiş olması, dikkate değer bir husustur.13 Haçlılar seferinden sonra ilk seyahatname Bourgonya'lı Şövalye Bertrandon de la Broquiére'in. Kutsal yerler'den İstanbul ve Belgrad yoluyla 1433 yılında döndüğü sırada yazmış olduğu seyahat gönlüğüdür.14 Bir zamanlar Arkadiopolis adını taşıyan ve tamamiyle Türklerin yaşadığı "Pirgasi" ( Pirgasy, Purgos) surları yıkılmıştı. Daha ötede "Zambri" (Zambry, Bilgarofigon veya Nikea) yıkıntıları görülüyordu.15 Yolcu, en güzel ve en muhteşem yapıları Edirne'yle İstanbul arasında görürdü. Bu iki Payitaht arasını birleştiren Sultan (devlet) yolu, gerçekten şahaneydi. Fakat bugün de olduğu gibi, etraftaki arazi o zaman da çıplak ve ıssızdı. Kasabaların nüfusu hemen hemen tamamen Türklerden oluşuyordu. Camiierin, okulların, hamamların, çarşıların, köprülerin, su kemerlerinin, kervansarayların birçoğu ünlü Mehmet Sokoloviç'in (sokullu) yaptırdığı anıtlardı (ölümü 1579). Onun Havsa (eski Nike)'da bir kervansarayı ile bir de camii vardı. Eskibaba (ortaçağlarda Bilgarofigon'da, Mehmet'in selefi Sadrazam Ali tarafından yaptırılmış iki cami görülmekteydi (ölümü1565). Müslümanlar buraya evliyalanın kabrini ziyarete gelirlerdi. Burada medfun bulunan Saltuk-dede'nin 7 yerde gösterilen kabri vardı. Eski Arkadiopolis'den hala yıkıntılar ve kapılar görülmekte olan ve burada çubuk lülesi yapıldığı için Lüleburgazı adıyla anılan Burgaz (Yunanca: Purgos) da, burada bir kervansarayla servi ağaçlariyle çevrili ulu bir camii inşa ettiren Mehmet Sokoloviç'in mülkü idi. Macaristan ve Lehistan'dan gelen yollar burada birleşirlerdi
--Herodot 4, 89. si. Hacı Kalfa, Rumeli ve Bosna 20. Daria'nın övmüş 01- doğu Pınar-Hisar'la beraber kaynakların gerçekligini Hamer keşfetmiştir. Gesch der Osmanen I, 154. Kiperta'nın haritalarına göre, Tearos ve Kontadesdos. "Kaynaklı kale" Boulı, Itineraires I, 131. de ve Hohşteter Mitth. der Wiener Geogr. ges. 1 870, 208 de tasvir ediyorlar. Tamamiyle malum olmayan Zioncellus adında, Burtudizus ile Drusipara arasında bir ırmak, Acta S. ,b.lexandrı 199 da zikredilmiştir 7 --Dr. Konstantin Yosif İreçek Belgrad-İstanbul Roma Askeriyolu- Sistem Ofset – Ankara- Kültür Bakanlığı, 1990 Sayfa 45, 46 8 -- Dr. Konstantin Yosif İreçek Belgrad-İstanbul Roma Askeriyolu- Sistem Ofset – Ankara- Kültür Bakanlığı, 1990 Sayfa 58 9 --Tafa tarafından toplanılan Bizans belgeleri Symbolarum critiaarum geographiam byzanlinam spectartium partas duae. Abh. der kgl. Bayerischen Akad. d. W. 1 849; fakat yerlerin avrımında az başanil oImuştur 10 ---Nikiyz Ansberta, Nequise, Vilarduen'de Ninitza, Anna Komnen'de I, 339. 11 --Vilarduen (BulgaroHe) de durum açıktır, Wailly yayını 205, ki bunu Lognon (t. praef. XXii) göstermektedir 12 -Dr. Konstantin Yosif İreçek Belgrad-İstanbul Roma Askeriyolu- Sistem Ofset – Ankara- Kültür Bakanlığı, 1990 Sayfa 94 13 -Dr. Konstantin Yosif İreçek Belgrad-İstanbul Roma Askeriyolu- Sistem Ofset – Ankara- Kültür Bakanlığı, 1990 Sayfa 94 14 - Yeni Fransızca Legrand d'Aussy Mı)m. de l' institut, Sciences morale et politique, T.V. An XII 1804'de yayınlanan tercOme. Angı' T.Con, 1807. "Directorium ad faciendum passagium transmarinum" Brokardus'dan (1330) yolumuz hakkında bazı bilgiler ihliva etmekteyse de, maaJesef yayınlanmamıştır (bak. D' Avezac, Notice sur les anciens vayages da Tartane, Recueil du voyages 4,414). 15 - Dr. Konstantin Yosif İreçek Belgrad-İstanbul Roma Askeriyolu- Sistem Ofset – Ankara- Kültür Bakanlığı, 1990 Sayfa.104 6
10
AARON HİLL16
Resim 1---Aaron Hill ‘Genel Tarih’
(10 Şubat 1685 - 8 Şubat 1750) İngiltere'de tiyatro yazarı ve şair olarak bilinen Aaron Hill, Londra'da Strand'de 10 Şubat 1685'te doğdu. Devon'da Barnstaple'deki eğitiminden sonra Westminster'de klasik eğitim almıştır. Üniversiteye devam etmedi. 14 yaşındayken akrabası İstanbul'daki İngiliz büyükelçisi Lord Paget'i ziyaret etmek istedi. Seyahat masrafları büyükannesi tarafından karşılanan Hill, 2 Mart 1700'de Portekiz ve İtalya üzerinden İstanbul'a gitmek üzere gemiye bindi. 17 İstanbul'da Lord Paget'in refakatçi olarak verdiği bilgili bir rahibin rehberliğinde Hill, Yunanistan'ı, Mısır ve Filistin'i gezebildi. İstanbul'da 1702 yılında onyedi yaşındayken kendisini korumak için bir Müslüman fanatiği öldürdü. Seyahatleri sırasında bir seferinde Arap eşkıyaların saldırısından Türk askerleri tarafından kurtarıldı. İstanbul'da bulunduğu sürede Lord Paget'in evinde kalan Hill, 1702 yazının başında elçi Lord Paget'in elçilik heyetiyle İngiltere'ye dönmek üzere yola çıktı. Bulgaristan, Romanya, Avusturya, Almanya ve Hollanda üzerinden Nisan 1703'te lngiltere'ye vardılar. Ölümünden sonra Hill'in denemeleri, mektupları ve şiirleri 1753'te yayınlandı. Dramatik eserleri 1760'da yayınlandı.
Aaron Hill (1685-1750) - İngiliz oyun yazarı ve çeşitli yazar. Bazıları, "Voltaire's Zaire"; ve "M" pe ", adaptasyonlardır. Ayrıca şiir yazdı. Edebi uğraşlarına ek olarak, Hill genellikle başarısız olan birçok ticari programda yer aldı. Hill, 24 yaşındayken Theatre Royal, Drury Lane'in müdürüydü ve bilinmeyen nedenlerle özetle kovulmadan önce, Londra izleyicileri için tasarlanan ilk İtalyan opera olan George Frideric'in "Handel's Rinaldo" nun prömiyerini yaptı. Besteci prodüksiyonla çok ilgiliydi ve Hill asıl katkılarının ne olduğu konusunda tartışmalı olmasına rağmen libretto üzerinde işbirliği yaptı. Tarih: 1710 17 Ziyaret etmek üzere 1700 yılında yola çıkar. İstanbul’da Lord Paget’in yanına refakatçi olarak atadığı bir rahibin rehberliğinde Yunanistan, Mısır ve Filistin’i gezmiştir. Seyahatnamesi 1709 yılında yayınlanmıştır. 16
11
AHMED BÂDÎ EFENDİ18
Resim 2 Ahmed Bâdî Efendi
Ahmed Bâdî Efendi ‘Riyâz-ı Belde-i Edirne 20. Yüzyıla Kadar Osmanlı Edirne’si’ 3 Cilt beş kitaptan oluşan eserinden Babaeski ile ilgili şöyle bilgiler vermektedir: Baba-yı Atîk19 (Babaeski) büyük‘Tâcü’t-Tevârîh’20 beyânınca Gâzî Evrenos Bey Keşan’dan ve Hacı İlbeyi Dimetoka’dan ganimet malları ile gelip Lülburgaz’da hazret-i Hudâvendigâr’a (I.Murata) gelip eklendiği bunların tetbir kararı üzere Lala Şahin Paşa serdâr Tayin edilen sayısız askeri ile 1361 târihinde Edirne üzerine gönderilip, kendileri işbu (Babaeski) (Baba Eskisi) (Baba-yı Atîk) nâmlarıyla herkesçe bilinen kasabaya Bir yere gitmeye karar verdiklerinden burası dahi şahsen hazret-i Hudâvendigâr tarafından feth olunmuştur. Kasaba içinde önemlii iki ‘câmî-i şerîf’ vardır. Birisi hükümet karşısında Fâtih Sultân Mehmed Hân hazretleri binâsıdır. Hatîresinde (mezarlık olan cami bahçesinde) ‘Eski Baba’ nâmıyla meşur Ancak kendisinin de bildirdiğine göre sadece celî hat ile yazılmış levhalar bıraktı. (Riyaz- ı Belde-i Edirne, III, 6071. Bâdi Efendi 1863'ten 1866'ya kadar Filibe, Edirne, Tekirdağ, Vize ve Lüleburgaz seyyar arazi tahrir memurluklarında bulundu. 1868'de Edirne vilâyeti üçüncü sınıf emlâk muharriri 1869'da başkâtip oldu. 1871'de vilâyet tahrir emlâk mümeyyizliğine terfi ettikten sonra Yanya, Bosna, Kastamonu vilâyetlerinde çalıştı. 1883 yılında Trabzon vergi tahrir müdürü oldu; aynı yıl ikinci sınıf Osmanlı rütbesiyle mükâfatlandırıldı. 1884'te Diyarbekir, 1889'da Edirne vilâyeti vergi ve tahrir müdürlüklerinde bulundu. Burada iken oğlu Fâik Bey'in meşrutiyetçiler arasında yer alması, Konya emlak müdürlüğü görevi ile Edirne'den uzaklaştırılmasına sebep oldu. 1901'de Bursa vilâyeti vergi ve tahrir müdürlüğünde bulundu ve gösterdiği faydalı hizmetlerden dolayı üçüncü rütbeden Osmanlı nişanı ile taltif edildi. 1907'de emekli oldu: tedavi için gittiği İstanbul'da' öldü. Mezarı Eyüp'te Merdivenli kabristan'dadır 19 Trakya Üniversitesi Rektörlüğü Balkan Yerleşkesi / EDİRNE Ahmed Bâdî Efendi Riyâz-ı Belde-i Edirne 20. Yüzyıla Kadar Osmanlı Edirne’si ISBN: 978-975-374-163-7 (Takım) ISBN: 978-975-374-168-2 (3. cilt) Cilt: 3 Sayfa: 1937-2670 Ahmed Bâdî Efendi Riyâz-ı Belde-i Edirne 20. Yüzyıla Kadar Osmanlı Edirne’si 3. Cilt 19. Yüzyılda Edirne Vilayetine Bağlı Sancaklar ve Buralardaki Şairler • Âlimler • Mutasavvıflar • Devlet Adamları Hazırlayanlar Yrd. Doç. Dr. Niyazi Adıgüzel Yrd. Doç. Dr. Raşit Gündoğdu 20 Hoca Sadettin Efendi'nin; Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan I. Selim'in ölümüne kadar geçen süreç içerisinde Osmanlı Tarihini ela alıp yazdığı tarihi el yazması yapıt. 18
12
olan ‘Ahmed Baba’ adındaki kişinin Gömülü olduğu rivayet edilir. İkincisi Cedîd Ali Paşa câmî-i şerîfidir ki Sultân II. Selîm Hân hazretlerinin Edirne’yi imar edilmiş olan ‘câmî-i şerîfin’ bir küçük modeli olmak üzere Koca Mimar Sinan’ın başlayıp bitirdiği binâ olunmuş ise de, geçip giden zaman ile eskimeye yüz tutmaktadır. Vakıf mülklerinden ve halktan toplanan yardımlardan biriktirilen akçe (Para) ile (1890) senesinde En iyi şekilde tamir edilmiştir. Etrafında bitişik olarak bir de medresesi var ise de, zamân geçince yıpranmıştır. Mezarlık olan cami bahçesinde, eskisi çevirmen ()tercüman) ve hadis bilminde uzman, ismi kazınarak ve çizilmeyi hak etmiş, Şeyh Mehmed Şühûdî hazretleri defnedilmiş. Kasaba içinde bir de Sarı Saltuk tekkesi vardır ki, -1825 târihinde yani hayırlı olay padişahın iradesi kararnamesiyle kapatılması ve yıkılması emredilen, Bektâşî tekkelerinden biridir. Binâsı önceleri kârgîr iken yıkılmış olmakla 1866 târihinde ahşap olarak binâ yapılmış olunmuş ve Edirne’de Sezâyî dergâhında oturan, bulunan Dervîş Mehmed şeyh görevlendirilmiş idi. Ayrıca Bektâşî babalarından Kırkkiliseli Hacı Râsih Dede’ye adı geçen tekke verilmiş imiş. Târîhçe pek çok incelemede bulundum bu zât hangi memlekette kimin soysobundan hangi târîhte doğmuş etmiş ve21 Babaeski’ye ne vakit gelmiş ve hangi tarikate üyeymiş ve kaç târihinde vefât etmiş olduğuna dâir bir kayda rastlamadım. Bu tekkedeki Sarı Saltuk kabrinin ayağı ucunda döşeli bir seng-pâreye (taş parçası) Kazılmış bir el resmi vardır. Hristiyan milleti bu kabri (Aya Nikola)22 nâmıyla anıyor. (yad ediyor) Ve her sene Aya Nikola yortusunda (bayramında) Hristiyanlardan ziyaret ediyor. Ziyaretlerinin sebebi anlaşılamadı.
Babaeski de defn edilen ünlü ulama ve şeyhler; ‘Es-seyyid Ahmed’ VI. Sultan Murat Han hocası din âlimi Vani Mehmet Efendi’nin oğlu ve Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin kayın biraderidir. Erzurum doğumlu olup 1072 de Resim SEQ Resim \* ARABIC 3-'Fatmanın Eli' Edirneye gelerek şeyhulislâm Ali Efendi’den Medrese tahsilini bitirip icazet alan ve 40 yaşından sonra, 1688/1689 de Yıldırım Hân medresesi müderrisi 1694/1695’de Kudüs-i şerîf pâyesi (ünvanlarına eklenerek) şereflendirldi. 1695/1696 Yılında Kete kazâsı arpalık verildi. 1701 hilâlinde 23 Marmara kazâsı arpalığı eklenerek İstanbul pâyesi (Ünvanı da) verildi. Tem. Ağ/1703 Rebîulevvelinde Edirne vakası sebebi ile halk bazı yanlışları, üzerine gitmediğinden Seyyid Feyzullah Efendi’ye, Akrabası, biraderi “Seyyid Süleymân” Efendi ile beraber Bursa’da bulunan çiftliklerinden işgörmezliği ve geçicilği kaldırılarak, Gelibolu geçitlerinden geçerek Lüleburgaz kasabasında İstanbul halkı ile kovuşmuş olup adı geçen Rebîulâhirinin beşinci tatil günü Babaeski kasabasına yaklaşıpçeşmeleri çok olan yere ulaştıklarında, bir söylentiye göre araba içinde tüfenk ile ve diğer Bir söylentiye göre Bu uğurda, (yolda); keskin kılıçlar üzerine atılıp öldüler. Babaeski’de öldüler. Orada defnedildiler.
El-mevlâ Mehmed24
20. Yüzyıla Kadar Osmanlı Edirne’si Sayfa: 2036 Noel Baba olduğuna inanılan efsanevi aziz 23 Ayın ilk hali olan gün 24 [s.34] 21 22
13
‘İlâhîzâde’ olarak bilinir. Bursalı’dır. Yûsuf oğlu Ya‘kûb’un oğludur. Bursa’da bir süre baş müderris ve bununla birlikte İzmir mollası olup, 1675-1676’da göçtü. Baba-yı Atîk’de defn olundu. Zekî, akılı ve uyanık idi. Oğlu Zeyne’l-âbidîn Efendi, 1120’de Bursa’da öldü oldu.
Ârif-i Billâh Eş-şeyh25 Mehmed Şühûdî Ramazaniyye koluna bağlı Şuhûdî Muhammed Efendi’ye gelince, şâir ve irfân sâhibi bir şeyh olup, aslen Babaeskili’dir. Nureddin Cerrâhî (ö.1133/1721-22) ile pîrdaştır. Medrese ilimlerini ikmâl ettikten ve Köstendilli Ali Efendi’den26 seyr u sülûkunu tamamladıktan sonra, irşâd hizmetinde bulunmak üzere memleketi Babaeski’ye gitmiştir. Bu vazifede iken 1126/1714 senesinde vefât etmiştir. Cenâb-ı Hak tarafından “Abdurrahîm Rahmânî” lakabının kendisine verildiğini söylemiş ve nesir yazılarında “Abdurrahîm” imzasını kullanmıştır.27 Şühûdun yerinde Mehmed Halîfelik yapmıştır. Hem mücadele ile işaretlerini gözlemlemek için durumu belirler. Olayı incelemekle elinden tutup yol gösteren, kesin doğruları, hakikatleri bilenin nefesinin etkisi(iman güçü) ile Ateş, alev, kor konusunda yetenekli ve adı geçen mahlası (takma isim, lakabı)ile hep tanınmıştır. Şühûdî mahlasıyla dîvânı olduğu “Tuhfetü’l-hattâtîn”28’de adı geçmiştir. Yola girme derslerini ve eğitimini tamamlayarak, muhterem saygın şeyhin hizmetine girdi. Babaeski’de imâm ve hatîb ve öğretmenlik yapmış ve yazar olmuştu. Tarikatta yol arkadaşı ‘Eş- şeyh Hasan’ oğlu ‘Eş-şeyh Mehmed’ oğlu ‘Nihâd Bey’ hacca gittiğinde, bunları Mustafa Paşa zâviyesinde (İstanbul olmalı) (Makamına) yerine bakmakla görevlendirmişti. Şeyh Hasan Efendi’nin vefât haberi gelinceye kadar vekâlet hizmetini ifâ etmiş ve daha sonra Babaeski’ye dönmüştür. Şuhûdî, 1612 tarihinde irtihâl etmekle Cedit Ali Paşa Câmii hazîresine defnedilmiştir. Mezar taşında şunlar yazılıdır:
Beyit Yâ Rabbi bir duâ ile her kim ederse yâd İki cihânda kıl anı dil-şâd u ber-murâd Nesr: (Târih-i vefât-ı Şeyh Muhammed ibn Fakir Mirzâ mâte el-merhûm eş-Şeyh Muhammed eş-Şehîr bi-Şuhûdî Efendi fî evâhir-i şehr-i cumâde’l-uhrâ min şuhûr sene ihdâ ve işrîn ve elf 1021)29. Şuhûdî mahlasıyla Dîvân’ı vardır ve bir gazelinin son beyti şöyledir:30 “Muhabbet nâmına lermîdir Şuhûdî nicesi yârin Ki anı hâme-i kudretle yazmış sâni-i mutlak”31
Kasabanın kenarında ve İstanbul tarafında altı göz üzerine kurulup yapılan, 1633-1634 târihinde Sultân IV. Murâd Hân emriyle yapılmış gayet dayanıklı ve sağlam kârgîr bir köprü vardır. Mahalline özel konusu mermer levhada kazılarak yazılmış olan tarihte belirtir edebi eser buraya aynen nakil edildi. Târîh: Cenâb-ı hazret-i Sultân Murâd-ı Cem-azamet İbâdı üzre Hudâ sâyesin ede memdûd Çün etti azm-i cihâd ol şeh-i hümâyûn-baht Yanınca askeri bî-hadd cünûd-ı nâ-ma‘dûd Bir kimsenin şeyh olduğunu göstermek üzere isminin önüne konan unvan sözü. Ali Köstendîlî, bugün Bulgaristan’da olan Köstendil’de doğmuş ve orada yetişmiştir. Daha sonra Lofça’ya giderek, Halvetî-Ramazanî şeyhlerinden Lofçalı Fâzıl Ali Rûmî (ö.1095/1683)’ye intisâb etmiş ve hizmetinde bulunarak tarikat âdâbını tekmîl etmiştir. Bir ara İstanbul’a gelerek Yedikule’deki Hacı Evhad Tekkesi’nde postnişîn olmuştur. Buradan Köstendil müftülüğü görevine tayin edilmiştir. Yerini Şeyh Abdülehad Nûri’nin halîfesi Hüseyin Efendi (ö.1105/1693)’ye bırakmıştır, Bir müddet sonra da Köstendil müftülüğünden Üsküdar Selâmi Ali Efendi Tekkesi şeyhliğine tayin edilmiştir. Üsküdârî Seyyid Ahmed Raûfî (ö.1170/1757), Sinobî Şeyh Mustafa Efendi (ö.1166/1752), Şuhûdî Şeyh Muhammed Efendi (ö.1126/1714) önde gelen halîfeleridir. 1143/1731 tarihinde vefât eden Ali Köstendîlî’nin kabri, Selâmi Ali Efendi Tekkesi’nin hazîresindedir.Bk.Vassâf, age, c.V,s. 274; M. Baha Tanman, “Selâmî Ali Efendi Tekkesi”DBİA,c.VI,s.492 27 Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri (OM), İstanbul 1333, c. I, s. 97. 28 ‘Tuhfetü’l-hattâtîn’ divanını adı olmalı. 29 “Fakir Mirza oğlu Şeyh Muhammed’in vefat tarihidir. Merhûm, Şuhûdî diye meşhûr olup, 1021 yılının Cumâde’l-uhrâsı’nın sonunda vefât etmiştir.”. 30 Sâhib-i tercemenin ahîren bulunan gazelidir ki (II) işâretle soldaki sahifededir. 31 A. Bâdi, age, c. III, ss. 34-35. 25 26
14
Bu cisri bir kulu yolunda etti pây-endâz Derûn-ı dilden edip ol şehe senâ vü dürûd Çün etti hüsn-i kabûl ile hâtırın tatyîb Anınla eyledi kasd-ı takarrub-ı Ma‘bûd Sımâh-ı cânıma hâtiften erdi bu târîh Ola bu cisri karîn-i kabûl-i Rabb-i vedûd32̇ Yazı: Babaeski demiryol mevkiğinde Kanlı Azmak üzerine mebnî her şeye rahmen dayanmış korunmuş ve Sinanlı Köprüsü33 adıyla tanınan Sokullu Şehîd Mehmed Paşa34 tarafından Mimar Sinan yaptırılan altı gözlü dayanıklı bir köprü daha vardır ki, Hayrabolu kasabası caddesi üzerindedir. 1888 târihinde bu köprü ahşap olarak gereği gibi uzatılmış olunmakla vâlî-i vilâyet vilayet valisi ‘Hacı İzzet Paşa’ emriyle ‘fakîr-i câmiu’l-hurûf’ tarafından bi’t35-tanzîm (düzenleyerek) bir mermer levhaya kazıyarak ile köprünün ortasına asılarak târîh buraya aynen yazıldı. Târîh Hazret-i Abdülhamîd Hân ya‘ni bü’l-hayr-i zamân Lutf ü ihsânından el-hakk cümle âlem müstefîd Kanlı Azmak Nehri bir çok demler etmişti heder Vermeyip bir hayli mârr u âbire kat‘an geçid İşte ol şâh-ı cihân-bânın ulüvv-i himmeti Âleme üstünden açtı şimdi şeh-râh-ı cedîd Gelmemiş misli selâtîn-i selefte bî-gümân Zâtını bahş ede mülk ü millete rabb-i mecîd Edrine vâlisi ya‘ni Hacı İzzet bendesi Ol sadâkat-pîşenin Hakk ede ikbâlin mezîd Sâyesinde sa‘y eder i‘mâr-ı mülke rûz u şeb Her yana baksan nice âsâr-ı hayr olur bedîd Cümlesindendir bu cisr-i nevde tevfîkâtının Hakk daha teysîr ede ihyâ-yı âsâr-ı adîd Hep küşâd oldukda da‘vât-ı veliyyü’n-ni‘meti Yâd ü tezkâr eyleyip etrâf u aktâr etti îyd Geldi bir târîh itmâmında ey Bâdî dile Yaptı bu cisr-i nevi eltâf-ı Hân Abdülhamîd Târîh-i diğer. Taşa hakk (yazma) olunmamıştır: Dedi Bâdî kulu resm-i küşâdında Açılış töreni bu târîhi Gel el geçtiği köprüden geçip git sen de pervâsız (çekinmeden korkmadan (II) Tercemesi sağdaki sahifede muharrer yazılı Şühûdî’nin ahiren sonradan elde edilen gazelidir Kefi bir mihr-i âlem-tâba benzer ol mehin el-hakk Şu‘â‘-ı nûrdur destinde gûyâ kim o beş parmak Rumûz-ı kabz u bastı pençe-i yâr eyledi ızhâr
Allah, cem gibi azametli Sultan Murat Hazretlerinin Kulları üzerindeki gölgesini uzun eylesin. O bahtı kutlu padişah, yanına sonsuz askeri, sayısız atlarıyla cihata karar verdiği zaman, Bu köprüyü bir kulu o şaha canı gönülden dualar ederek yolunda ayaklar altına serdi. (O padişah bunu) iyilikle kabul ederek gönlü hoş etti/. Böylece Allaha yakınlaşmayı diledi. Bu tarih can kulağıma Gayp âleminden geldi:/ Bu köprü çok şevkatli Rabbin kabulüne yakın olsun. 2038 20. Yüzyıla Kadar Osmanlı Edirne’si 33 Tarif doğru; Sinanlı, Mandıra, Katranca köylerinden geçen demir yolu, bu tarihte Babaeski denirdi. Babaeski Kırlareli demir yolu ve isyasyonu 1911 de ancak açıldı. 34 Sokkulu Mehmet paşa olmalı 35 .ile, -ederek manasına gelip, eklendigi -şemsiye harfleriyle başlayan- kelimeleri zarf yapar 32
15
Ne pençe mazhar-ı ism-i Hudâ-yı zü’l-celâl ancak36 Yatarken pençesin yasdanmış ol hûrşîd-i âlem-tâb Tamâm, etmiş kitâb-ı hüsnü beş tumâr edip mülhak Görüp dil dedi cânâ pençen ile sâ‘idin resmin Nice bir âb-ı hayvân beş gümüş mîzâbdan akmak Benânın eylemiş hûn-ı şehîd-i aşk ile rengîn Benanın pençesine pençe-i mercân desem elyak Zarûrî meyl eder dil gördüğünce pençeni cânâ Meğer destinde kallâb-ı muhabbettir o beş parmak Muhabbet-nâmeler midir. Şühûdî pençesi yârin Ki onu hâme-i kudretle (güçlü kalemiyele-sanatını katarak) yazmış, sanat işi yaptığı kesin olan Râsih Hacı Hasan Dede Kırkkilise kasabasından Bektaşi tariatı yol arkadaşlarıdır (mensübtur)Tahsil ve eğitiminden sonra pir evinde büyüdü ve daha sonra Sarı Saltuk tekkesinde şeyh olmuş tecerrüd âleminde (arımış) orada bir vaktini gecirmiş lduğu hâlde… 7. târihinde ölmüş adı gecen tekke hatîresinde defin edilmiştir. Bu nutk güftâr-ı dervîşânelerindendir. Nazm Gaflet etme ey tâlib-i hakikat Ârif-i billâh ol budur, nasîhat Seher vakti seyr-i şafak bizimdir. Ağızlığı tatlı dudak bizimdir. Muhammed Aliye söyledi ey yâr Bunu Hasan Hüseyine yetir var. Tanrı bana vahy eyledi kafadar Erenler deminde kulak bizimdir. Ali Zeyne’l-bâkır mezheb-i Ca‘fer Taki Naki asker-i Mehdînin ey er Kavm-i Nâci Kâzım Rızâyî söyler “Mübârek gönlünce uçmak bizimdir.” Hacı dervîş Hasan Râsih demiştir. Evliyâ tarîki doğru geliştir. Dedem erenlerden mîrâs yemiştir. Esrâr-ı yedu’llâh el-hakk bizimdir (7 Müellif burayı boş bırakmıştır. )37 1864 Vilayet Nizamnamesi diğer adıyla Teşkil-i Vilayet Nizamnamesi Sultan Abdülaziz tarafından 8 Ekim 1864 tarafından kabul edilmiştir. Bu Teşkil-i Vilayet Nizamnamesi’ne göre Babaeski köylerini Ahmet Bali Bey şöyle tespit etmiştir.38
Riyâz-i Belde-i Edirne 2035-2039 sayfaları arası 20. Yüzyıla Kadar Osmanlı Edirne’si Sayıfa: 2040 -38 Baba-yı Atîk Kazâsının İstîlâdan Mukaddem (önceki) Mikdâr-ı (adedi)Kurâsı köyü s.2039 arası Yeni Köy-Kadı köy- AğyeriPehlivanköy-sinanlı-Osmaniye–Çavuşköy-Erikler yurdu –Nacak -Taşağıl-Karacaoğlan- Kuzu çardağı- KatrancaMinnetler- Doğanca- Sofuali-Taşköprü-Çöpköy-Alpullu- Pancarköy-Demirkapı-Haznedar köylerinin eski adları ile karşılaştırılmalı. Yoksa komşu kazalardamı isimleri 36 37
16
1-Natırlı Karyesi [NADIRLI] 2-Çehilli Karyesi [ÇİĞDEMLİ] 3-Çengerli Karyesi [Çengerli] 4-Guraba Karyesi 5-Kuleli Karyesi 6-İmam Bazarı Karyesi [İMAM PAZARI] 7-Oruçlu Karyesi 8-Kofalca Karyesi [MUTLU] 9-Sarıca Ali Çiftliği 10-Sarıca Ali Karyesi 11-Kara Halîl-i Müslim Karyesi [KARAHALİL müslüman kesmi] 12-Kara Halîl-i Zimmî Karyesi [KARAHALİL gayimüslüm kesmi] 13-Dokuz Öyük Karyesi [DOKUZ HÖYÜK]
14-Yeni Mahalle Karyesi 15-Gülbeyi Karyesi 16-Kırk Mûsâ Çiftliği 17-Sofu Halîl Çiftliği [SOFUHALİL] 18-Kumrular Karyesi[s.218] 19-Kara Mesudlu-yı Müslim Karyesi [Karamesutlu müslüman kesmi] 20-Kara Mesudlu-yı Zimmî Karyesi [Karamesutlu gayimüslüm kesmi] 21-Düğüncülü Çiftliği [DÜĞÜNOĞLU]? 22-Mandıra Çiftliği 23-Doğanca-i Kebîr Çiftliği [Büyük Doğanca çiftliği] 24-Doğanca-i Sagîr Çiftliği [Küçük Doğanca çiftliği] 25-Terzili Karyesi
Fotoğraf: 1 Edirne sarayından bir görüntü
17
ANTOİNE GALLAND39 (1672-1679) (Antoine Galland, lstanbul'a Ait Günlük Hatıralar, Ankara, 1949, s. 13- 18.)
Antoine Galland, Picardie'nin Rollo adında küçük bir kasabasında 1646 yılında doğmuştur.40 İlköğrenimini Noyon Koleji'nde alan Galland, ondört yaşına kadar bu kolejde Latince, Yunanca ve İbranice öğrenmişti. Daha sonra gittiği Paris'te Plessis Koleji'nde kısa bir süre okuduktan sonra Sorbonne Üniversitesi'nde Dr. Petitpied'nin öğrencisi oldu. Burada Sorbonne Üniversitesi Kütüphanesi'nde doğu yazmaları kataloğunu hazırlarken daha önce öğrendiği doğu dillerini ve İbranicesini geliştirdi. Galland, buradan Mazarin Koleji'nde Latince hocalığına atandığı bir sırada İstanbul büyükelçiliğine atanan M.de Nointel tarafından görevlendirilerek elçiyle birlikte İstanbul'a geldi. Görevi dolayısıyla İstanbul'daki Rum kiliselerinden bilgi toplayan Galland, patrikler ve metropolitlerle görüşmüş, böylelikle halk Rumcasını da öğrenmişti. Daha sonra elçi M.de Nointelle Yakındoğu seyahatine çıkan Galland, Doğu Akdeniz liman şehirlerini gördükten sonra Kudüs'e gelmiş ve bu bölgedeki önemli yerleri gezmişti. Buralardaki kitabelerin resimlerini çizmiş, bir kısmını da beraberinde götürmüştür. Gezinin sonunda 1675 yılında elçi M. de Nointel İstanbul'a dönerken Antoine Galland da Paris'e dönmüştür. 1676 yılında Antoine Gal\and, tekrar - Antoine Galland, Arkeolog ve çevirmendir. 1646’da fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Latince öğrenmekte bir hayli yetenekliydi. Noyon Kolejine gitmiştir. Paris’teki diğer okullarda eğitimini tamamlamıştır. Arapça, Farsça, Türkçe ve İbranice öğrenmiştir. Osmanlı döneminde Fransa Elçisi Nointel’in yanında Kraliyet Sikke, Para ve Elyazması kitap ve koleksiyonlarını incelemiş. “Bin bir Gece Masalları” gibi pek çok ünlü eseri bulunmaktadır. Ünlü Oryantalistlerden birisidir. 1715 ‘te ölmüştür. 40 - Galland'ın biyografisine dair bilgi Ch. Schefer'in yayımladığı M. de Boze'ın methiyesinde verilmiştir. (Antoine Galland, lsıaııbul'a Ait Güıılük Hatıralar, Ankara, 1949, s. 13- 18.) 39
18
Paris'ten Yakındoğu seyahatine çıktı. Bu seyahatten dönüşünde getirdiği kabartmalar kralın koleksiyonuna alındı. 1679'da üçüncü defa çıktığı Yakındoğu seyahatinde Galland, Arapça, Farsça ve Türkçe'yi çok iyi öğrendi ve çeşitli konular üzerinde gözlemler yaptı. Bu seyahatin sonunda İzmir'den gemiye binmeden az önce olan şiddetli bir depremden sonra ancak ertesi günü kurtarılmıştı. Buradan Paris'e dönen Galland, Kral Kütüphanesi'nin muhafızı M.de Thevenot'nun yanında görev almış ve Thevenot'nun ölümüne kadar bu görevde kalmıştır. Galland, bundan sonra bazı eserleri yayına hazırladı. Yayımladığı eserler arasında Sultan Mustafa'nın cülusunu anlatan Türkçe bir eser de vardır. Caen'de "Binbir gece Masalları"nın tercümesine başlamış ve bir kısmını l704’te yayımlamıştır. Paris'te 1709 yılında Krallık Koleji'ne Arapça dili profesörü olarak atandı. Yakındoğu tarihi ve antikiteye ait yirmi altısı yayımlanmış ve diğerleri el yazma olan eserleri arasında seyyah Jacop Spon'un Le Voyage de Grec adlı seyahatnamesinin bir tenkidine dair üç mektubu da vardır. Bibliotheque Nationale'da bulunan Antoine Galland'ın günlüğü Charles Schefer tarafından incelenmiş ve açıklamalar ve eklerle yayımlanmıştır. Charles Schefer'e göre seyahatname kaynak olarak özel bir değer taşır. 1881 'de Paris'te Ernest Leroux Kitapevi tarafından basılan nüshadan Türkçe'ye Nahid Sırrı Örik çevirmiştir. Türkçe çeviri l949'da Türk Tarih Kurumu tarafından Antoine Galland, İstanbul'a ‘Ait Günlük Hatıralar,’ (1672- 1673) adıyla yayımladı. Hıristiyan yolcular ayin ve ibadetlerini kaldıkları hanın bir odasında yapabilirlerdi. 1672 yılında Fransız gözlemci Antoine Galland'ın yazdığına göre Fransız elçisi İstanbul'dan Edirne'ye giderken Çorlu ve "Burgas"dan geçtikten sonra "Eski-Baba" (Babaeski) denilen küçük kasabadaki kervansarayda kalmışlar ve kervansarayın bir odasında aralarında bulunan peder Canisares'in yönettiği ayinden sonra tekrar yola koyulmuşlardı.41 Han veya kervansaraylarda yolcuların temizliği için mutlaka bir hamam olurdu. Bununla beraber şehir içindeki hanların çoğunlukla hamamı yoktu. Burada kalan yolcular için hanın çevresindeki hamamlar hizmet verirdi.42
Evlerin sahiplerinin de genellikle, Rum ya da Ermeni gibi gayrimüslimler olması dikkat çekicidir. Seyahat yolları üzerindeki bir başka konaklama yerinin tekke olduğunu söylemiştik. Numani bu tekkelerde, yolculardan hiçbir ücret talep edilmediğini yazmaktadır. Kervansarayların ticari işlevleri dışında kullanım alanları ibadet müslüman tüccarların konaklama esnasında ibadetlerini yerme getirebilmeleri, namazlarını kılabilmeleri için kervansarayların, genellikle avlularına, küçük ölçekli de olsa bir mescid inşa edilmiştir. Ancak bunun dışında bazı zamanlarda, daha çok şehir içindeki yapılarda, özel günlerde, özel merasimler yapıldığını da görmekteyiz. 1672 yılının Nisan ayında Fransız elçisiyle birlikte yola çıkan İstanbul’dan itibaren altıncı konaklama yeri olduğunu söylediği Eski-Baba’da (şimdi Babaeski) bir kervansarayda konaklar. Galland, sabahın üçü ile dördü arasında, Peder Canisares tarafından yönetilen bir ayinin bu kervansarayın odalarından birinde tertip edildiğini ve bundan sonra yola çıkıldığını yazmaktadır.43 Kevork Pamukciyan, Rahip Mikayel Çamçiyan’ın 1786 yılında Venedik’te basılan, Badmutyun Hayots isimli, Ermeniler’in tarihini anlattığı bir kitaptan yaptığı alıntıda, Mevlid-i Nebevi günü: Hz. Muhammed’in doğum günü.44 Fransiz milli kütüphanesinde bulunan ‘Galland’ın günlüğü’ Journal d’Antoine Galland pendant son séjour a’ Constantinope (1972-1673) (Antoine Galland’ın İstanbul Günlüğü) Charles Schefer tarafından yayınlanmıştır.
-- A. Galland, İstanbul'a Ait Günlük Hatıralar, 1, (çev. N.S. Örik), Ankara, 1973, s. 87. -- ÜÇEL-AYBET, Gülgün -Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları (1530-1699) s:353 43 (Galland, 1998, s.87) 44 - Seyyahların gözüyle Osmanlı döneminde faaliyet gösteren Yazar: Murat ÖZER Danışman: Doç. Dr. İlknur KOLAY Üniversite: İstanbul Teknik Üniversitesi Bölüm: Sosyal Bilimler Enstitüsü Sayfa Sayısı: 160 41 42
19
AUBRY DE LA MOTRAYE,45 La Motraye Seyehatnamesi. (LA MOTRAYE, Aubry de)
Resim 5--Aubry de La Motraye, La Motraye Seyehatnamesi
1703 yılının Temmuz ayında La Mottraye Edirne'de vuku bulan olayların bir görgü tanığı olarak kitabında herşeyi aktarır. Reformcu eğilimleri olan Sultan II. Mustafa'nın Karlofça antlaşmasından (1699) sonra Osmanlı İmparatorluğunun içişlerini daha iyi bir duruma getirme çabaları ile tahtı yitirişi, hatta Rum Patriği ile patrikhane kilisesi hakkında da yazar. 1707 yılı Haziran ayında narenciye yüklü bir yunanlı yelkenli teknesiyle Sakız'dan kalkıp yine İzmir'e gelir ve burada üç hafta kalır; oradan Naksos'a uğrayarak Santorini'ye varır ve burada üç gün kalır. Daha sonra ise Amorgos, Naksos ve Andros'tan geçerek Selânik’e varır. İki gün Aynaroz'da kalır, Enez (Ainos) ve Edirne'ye (Adrianopolis) gider, Edirne'de ayrıca bir rum düğününü de tarif eder ve nihayet yeniden İstanbul'a döner. Doğu'dan temelli olarak ayrıldığı 1710 yılına dek Osmanlı imparatorluğu başkentinden yola çıkarak Malta ve Barselona'ya dek varan bir güzergâhta Midilli, Çanakkale boğazının Trakya kıyısındaki şehirler, Tenedos (Bozcaada), Limnos (Limni), Truva, Psara adası, Ege adaları, Monemvasya, Girit, Zante ve daha birçok yeri ziyaret etmeye devam eder; bunun yanısıra siyasal olayları tarif etmeye ve özellikle antik 45
Fransız asıllı Aubry de La Mottraye (1674?-1743) İngiltere'ye yerleşmiş bir Hugenottu. Zengin bir eğitim aldıktan sonra 1696 yılında seyahat etmeye başlar ve 26 yıl boyunca Kuzey Avrupa, Kırım, Yakın Doğu, Rusya, Prusya ve Polonya'yı gezer. Çeşitli hükümdarların danışmanı ve ataşesi olarak yaptığı diplomatik seyahatlerini ticaret faaliyetleri ve koleksiyoncu merağıyla birarada sürdürdü.
20
sikke aramaya ve satın almaya da hiç ara vermez. 1713 yılında Kuzey Avrupa'ya yaptığı birçok yolculuktan sonra yeniden İstanbul'da bulunur; buradan yola çıkıp doğu Trakya'yı geçerek Filibe ve Sofya'ya gelir, Belgrat ve Viyana'ya uğrayıp Hollanda'ya devam eder ve nihayet İngiltere'ye ulaşır. 1714'te gine Osmanlı İmparatorluğu başkentine döner; bu yolculukta ise Almanya, Macaristan ve doğu Karadeniz kıyılarını gezer. Kitabı ‘La Motraye Seyehatnamesi’ dir. Seyahatnamenin Türkiye bölümü “ La Motraye Seyahatnamesi – Aubry de la Motraye – İstiklal Kitabevi - İstanbul, 2007” Türkçe olarak yayınlanmıştır. İzmit'i (Nikomedeia) ziyaret edip 1703 yılına kadar Bursa'da kalır, aynı yılın Nisan ayında Ankara'ya doğru yola çıkar. Ankara hakkında yazarken birçok şey yanısıra buradaki eski yunan yazıtları, Rum piskopoz ve kiliseler hakkında da bilgiler verir. Sinop'tan geçer (burada sikke satın alır) ve Amasra (Amastris) yolundan İstanbul boğazına girer. 1703 yılının Temmuz ayında La Mottraye Edirne'de vuku bulan olayların bir görgü tanığı olarak kitabında herşeyi aktarır. Reformcu eğilimleri olan Sultan II. Mustafa'nın Karlofça antlaşmasından (1699) sonra Osmanlı İmparatorluğunun içişlerini daha iyi bir duruma getirme çabaları ile tahtı yitirişi, hatta Rum Patriği ile patrikhane kilisesi hakkında da yazar. 1707 yılı Haziran ayında narenciye yüklü bir yunanlı yelkenli teknesiyle Sakız'dan kalkıp gine İzmir'e gelir ve burada üç hafta kalır; oradan Naksos'a uğrayarak Santorini'ye varır ve burada üç gün kalır. Daha sonra ise Amorgos, Naksos ve Andros'tan geçerek Selâniğe varır. İki gün Aynaroz'da kalır, Enez (Ainos) ve Edirne'ye (Adrianopolis) gider, Edirne'de ayrıca bir rum düğününü de tarif eder ve nihayet yeniden İstanbul'a döner. Doğu'dan temelli olarak ayrıldığı 1710 yılına dek Osmanlı imparatorluğu başkentinden yola çıkarak Malta ve Barselona'ya dek varan bir güzergâhta Midilli, Çanakkale boğazının Trakya kıyısındaki şehirler, Tenedos (Bozcaada), Limnos (Limni), Truva, Psara adası, Ege adaları, Monemvasya, Girit, Zante ve daha birçok yeri ziyaret etmeye devam eder; bunun yanısıra siyasal olayları tarif etmeye ve özellikle antik sikke aramaya ve satın almaya da hiç ara vermez.1713 yılında Kuzey Avrupa'ya yaptığı birçok yolculuktan sonra yeniden İstanbul'da bulunur; buradan yola çıkıp doğu Trakya'yı geçerek Filibe ve Sofya'ya gelir, Belgrat ve Viyana'ya uğrayıp Hollanda'ya devam eder ve nihayet İngiltere'ye ulaşır. 1714'te gine Osmanlı İmparatorluğu başkentine döner; bu yolculukta ise Almanya, Macaristan ve doğu Karadeniz kıyılarını gezer.
Greek wedding in Edirne (imaginary representation).
21
BEDRİ NOYAN DEDEBABA:46 Dede, Bedri Noyan, Doç, Dr. Bütün Yönleri İle Bektaşilik ve Alevilik, Ankara, 1998, C;I.II
Resim 6Bedri Noyan Dedebaba
Dede, Bedri Noyan, ;Bütün Yönleri İle Bektaşilik ve Alevilik adlı kitabında Babaeski ve Sarı Saltuk hakkında geniş bilgiler vermiştir. Bu bilgiler arasında Babaeski ile ilgili bilgilerden bazıları şöyledir. “Üçüncü olarak da, Trakya'da Babaeski (Eski Baba) dolaylarında Saltuk adı bir köy olduğu gibi, Sandıklı yakınlarında da Saltuk adında bir köy vardır.(?) Dördüncü olarak da, tek başına Saltık adının ve sözcüğünün Türkler arasında bir önemli anlam belirtmediğin ileri sürmektedir.”47 “Rumeli'nde bulunan birçok yatırın bu kişiye alt olduğu söylenir. Bu da oralarda yarattığı sevgi ve bıraktiğı iyi etkiyi gösterir, Hiristiyanlar, onun Babaeski'de· Aya Nikola Kilisesi'nin bulunduğu yerde gömülü olduğunu söylerler ise de, Şekaayik yazarı bunun bir dedikodu olduğunu yazmaktadır.”48 “Babaeski'de de aynca bu kişi adma bir ziyaretgâh bulunduğunu yine Evliya çelebi yazar”. Saltukname'ye göre zehirlenerek ve yaralanarak şehit olunca, oniki ayrı tabuta cesedi konmuş gibi, cesedini oniki Bey'e veriyodar. Fakat cesedin yerleştirildiği asıl tabutu Eski baba'ya, Babaeski'ye götürüp kilisenin altına gömüyorlar.”49
Asıl adı Salih Bedreddin olup şiirlerinde “Âşık Noyan” mahlasını kullanmıştır. Subay olan babası İsmâil Hakkı’nın görevi dolayısıyla bulunduğu Serez’de dünyaya geldi. Doğduğu yıl ailesi Türkiye’ye döndü. Manisa’da başladığı eğitimine babasının memuriyetine bağlı olarak değişik şehirlerde devam etti. 1931’de Samsun Lisesi’ni bitirip İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydoldu ve 1937 yılında buradan mezun oldu. Ankara Numune Hastahanesi’nde kulak burun boğaz dalında ihtisas yaptıktan sonra İstanbul’a dönüp Tıp Fakültesi’nde göreve başladı. 1946’da doçent oldu. Ancak 1951’de üniversiteden ayrıldı ve serbest hekim olarak çalışmaya başladı. 1987’de doktorluğu bıraktı. Kültürlü bir aile ortamında yetişen ve küçük yaştan beri edebiyata ilgi duyan Noyan lise çağlarından itibaren şiirle meşgul oldu. Türk tasavvuf büyüklerinin divanlarını okudu; Yûnus Emre, Hatâî ve Kaygusuz Abdal’ın şiirlerine nazîreler yazdı. Ayrıca Hasan Ragıp Baba’dan uzun süre mânevî eğitim aldı. 1958 yılında Bektaşîliğe ikrar vererek fiilen intisap etti. Birikimi ve gösterdiği başarı neticesinde dervişlikten sonra altışar aylık süreler içinde babalık ve halifebabalık derecelerini aldı. Mücerret Bektaşîliğin (Bâbâgân) dedebabası Ali Naci Baykal’ın rahatsızlığı ile bizzat ilgilendi ve aralarında gelişen mürşid-mürid ilişkisi içinde ondan çok faydalandı. Baykal tarafından dedebabalığa hazırlandı. Baykal’ın ölümünden sonra Bektaşî dedebabası olarak seçildi (1960). Otuz yedi yıl boyunca kendini yola adadı, ilmî ve mânevî hizmetlere önem verdi. 6 Kasım 1997’de vefat etti. 47 Dede, Bedri Noyan, Doç, Dr. Bütün Yönleri İle Bektaşilik ve Alevilik, Ankara, 1998,C.II, s.401 48 Dede, Bedri Noyan, A.g.e, s.394 49 Dede, Bedri Noyan, A.g.e, s.399 46
22
BENEDIKT KURIPEČIČ (1530) 1491–1531)
Resim 8-Benedikt Kuripečič Kuripečič, şimdi Slovenya olan Habsburg İmparatorluğu'nun bir parçası olan Gornji Grad'da doğdu. Habsburg Monarşisinin diplomatik hizmetine girdi ve Moskova ve İstanbul'da görev yaptı. Onun ünlü, içindeki yolculuğunun kayıtlarını içermektedir. Sırbistan'da 1530 yılında ( itinerarium Wegrayß. Kü. Mayıs. Potschafft gen Constantinopel zu dem Türckischen Kayser Soleyman. Anno xxx ) ( itinerarium İstanbul'a His Royal Majestelerinin imparator tarafından Ayrılma için Sultan Sultan Süleyman 30. Yıl ) Kral Ferdinand'ın hizmetinde çevirmen olarak İstanbul'a gittiğinde. Kayıtları 1530'da Sırbistan'dan Bosna'ya göçü anlatıyor. Sloven Benedikt Kuripecic (...) 1530'da Bosna, Sırbistan, Bulgaristan ve Roumelia'dan geçiyor Çalışmasında Kosova Savaşı ile ilgili bazı efsaneler kaydetti. 1530 yolculuğuyla ‘Ljubljana'dan Konstantinopolis'e’ yaptığı ilgili önemli bir güzergâhın yazarı olmaktadır. 1530 yılında gittiği Türkiye'den, Ertesi yıl 1531 (İstanbul'dan) döndü. Bosna ve Hırvatistan gibi Kosova'dan uzak bölgelerde Miloš Obilić hakkında destansı şarkılardan bahsediyor. Kayıtlarına göre Osmanlı İmparatorluğu savaşı kaybetti.
Resim 7Kuripecic(1530) seyhat Güzergâhı
23
BERTRANDON DE LA BROCQUİERE
Resim 9--Bertrandon de la Brocquiere
Yaşamı: 1438'in sonunda (Burgonyalı seyyah) bu kenti ziyaret etmiş aynı süre zarfında Bertrandon de la Broquiere Bir senato memuru olan büyük babasının Stuttgart yakınındaki Schwoben de Waltsee'de yerleşmiş bulunmasından dolayı çocukluğunu Stuttgart'da geçirmiş ve daha sonra Pommer kontunun saray eczacısı olan babasının Almanya'nın kuzeyinde Stettin'de yerleşmesinden sonra Stettin'deki Kraliyet okuluna gitmiştir.50 Başarıyla tamamladığı anlaşılan bu görevden sonra Philippe le Bon onu çeşitli diplomatik görevlerle daha yakın ülkelere yollamıştır. 1442’de Jean de Bernieulles’in kızı Catherine ile evlenmiş, 1443’te Anvers yakınında Escaut ırmağı kıyısındaki Rupelmonte Şatosu kumandanı olmuş, 1444’te Fransa Kralı XII. Charles’ın yanına diplomatik görevle gönderilmiş, 1455’te önemli bir para ihsanına nâil olmuştur. Aynı yıl Philippe le Bon vaktiyle yaptığı Yakındoğu seyahatinin hikâyesini kendisinden istemiş ve Bertrandon da eserini dukaya 1457’de takdim etmiştir. Kitabının yazma nüshalarından birinin (Bibliothèque Nationale, Inv. nr. 5593) sonundaki kayıttan öğrenildiğine göre Bertrandon Kuzey Fransa’da Lille’de ölmüş buradaki Saint Pierre Kilisesi’ne gömülmüştür (9 Mayıs 1459). Bu devir seyahatnamelerinden Bertrandon de la Broquiere'in seyahatnamesi zamanının günlüklerine benzemez. Yazarın seyahat amacı, gözlemlerini akılcı ve tarafsız bir tutumla değerlendirmesi, kendisinden yaklaşık bir asır sonra Türkiye'ye gelecek olan seyyahlarınki gibidir. Bu bakımdan onun seyahatnamesi 16. yüzyıl seyahatnamelerine erken bir örnek olarak gösterilebilir. Bertrandon de la Broquiere, Burgonya Dükası Philippe le Bon'un sofra zabiti ve müşaviriydi. Philippe le Bon'un emriyle denizaşırı seyahate hazırlandı. Denizyoluyla Suriye'ye gelen seyyah burada Filistin, Havran, Şam, Hama ve Halep'i görerek bu şehirlere dair ayrıntılı bilgi verir. Suriye'den Anadolu'ya geçti, Bursa şehrinde bulunduktan sonra Üsküdar'dan Pera'ya geldi. Pera'da bulunduğu tarih 1431 yılıdır.( B. de la Broquiere, Le Voyage d'Outremer, s. 142, Paris, 1892.) Pera'da Milano Dükü tarafından II. Murat'a elçi olarak gönderilen - Hiltebrandı"ın yaşamına dair bilgi onun günlüğünü yayınlayan Franz Babinger'in araştırmalarına dayanır.
50
24
Messire Benedic de Fourlino'yu tanıdı. Elçi Fourliııo'nun görevi Macar kralı Sigismond'la Sultan Murat arasında bir barış sağlamaktı. Bertrandon de la Broquiere Pera'dan sonra Büyükçekmece, Çorlu, Burgaz ve Edirne, lpsala ve Sofya üzerinden Fransa'ya döndü. 1437'den sonra Fransa kralı VII. Charles'ın emrinde diplomat olarak görev aldı. Daha sonra Edirne’de bazı törenleri izleyen Bertrandon Filibe, Sofya, Pirot, Niş ve Alacahisar’a (Kruşevaç) uğrayarak Morava ırmağında Sırbistan sınırını geçer ve Belgrad’a varır.51 Belgrad’dan sonra ise Segedin, Budin, Viyana ve Münih’ten geçerek Konstanz’a varır; buradan da kuzeybatıya çıkarak Pothières Manastırı’nda konaklamış olan Philippe le Bon’a ulaşır
. Eser Charles Schefer tarafından 1892'de Paris'te yayımlandı. Güzergâhı: Philippe le Bon'un çok güvendiği bir kişi olan Bertrandon 1432'de Yakındoğu'ya gizli bir seyahat yapmakla görevlendirildi ve kendisinden İslâm devletleriyle gittikçe güçlenmekte olan Osmanlılar hakkında bilgi getirmesi istendi. Bertrandon 1432 Şubatında Fransa'nın güneyine inmek üzere yola çıkarak Chambery üzerinden Torino'ya gelir ve oradan Bologna-Floransa yoluyla Roma'ya iner. İslâm topraklarına 3 Ocak 1433’te bazı İtalyan elçileriyle birlikte İstanbul’dan ayrılan seyyah II. Murad’la görüşmek amacıyla Çekmeceler, Çorlu ve Lüleburgaz’dan geçerek Edirne’ye varır. Ancak o sırada padişahın Serez’de olduğunu öğrenerek tekrar yola çıkarsa da sultanın geri döneceğini haber alması üzerine Dimetoka, İpsala, Enez, Megri ve Gümülcine’den dolaşıp Yenipazar’a ulaşır ve burada beklemeye başlar; fakat huzura ancak divan vezirleri ile birlikte alınacağını öğrenmesi üzerine Edirne’ye döner. Burada II. Murad’la görüşmek ve onu daha yakından tanımak fırsatını bulan Bertrandon, “O memleketini büyük bir dirayetle idare etmektedir; herkes ona itaat eder, o da çok âdildir” sözleriyle anlattığı sultanın dış görünüşünü de oldukça ayrıntılı biçimde tarif etmektedir. Daha sonra Edirne’de bazı törenleri izleyen Bertrandon Filibe, Sofya, Pirot, Niş ve Alacahisar’a (Kruşevaç) uğrayarak Morava ırmağında Sırbistan sınırını geçer ve Belgrad’a varır. Belgrad’dan sonra ise Segedin, Budin, Viyana ve Münih’ten geçerek Konstanz’a varır; buradan da kuzeybatıya çıkarak Pothières Manastırı’nda konaklamış olan Philippe le Bon’a ulaşır. [ Semavi Eyice Tdv İslâm Ansiklopedisi; İstanbul;1992 C. 5. S. 523-524 ] 51
25
ilk defa Yafa'da ayak basan Bertrandon bir hıristiyan hacısı görünümüyle Remle üzerinden Kudüs'e gider. Daha sonra Külek, Zeyve (?) ve Ereğli gibi Karamanoğlu topraklarından geçip Konya'da Kıbrıs elçileriyle birlikte Karamanoğlu İbrâhim Bey'in huzuruna çıkar. Bertrandon bundan sonra Aksaray, Ilgın, Çay (veya İshaklı), Afyonkarahisar ve Kütahya'dan geçerek Bursa'ya varır. Bertrandon Bursa'dan sonra bazı Batılılar'ın beraberliğinde yoluna devam ederek İzmit ve Tuzla (?) üzerinden artık Türkler'in elinde bulunan Üsküdar'a gelir ve buradan Bizanslı kayıkçıların bir sandalı ile o sırada Cenovalılar'a ait olan Galata'ya geçer. Ertesi gün İstanbul'a giden Bertrandon, burada Bizans İmparatoru VIII. Ioannes Palaiologos ile İmparatoriçe Maria'yı görür. Bertrandon de la broqniére ve Seyahatnamesinde Babaeski’den geçişlerini şöyle anlatır:52 “…İstanbul’dan 23 Ocak 1433 senesinde yola çıkar. Küçük çekmeceden geçtikten sonra Athyra denilen ve köprüsü olan ve halk Rumlardan ibaret harap köyden geçtikten sonra Silivri’ye varırlar. Yolda fakir Rum köyleri görürler. Pek kuvvetli olmamasına rağmen Türkler Silivri’ye alamamışlardır. Chourleu (=Çorlu) ise harabolmuş ise de, buraya Rum ile Türkler yerleştirilmiştir. Bundan sonra geçtikleri Misterio’da ise halk hep Rumdur. Sadece buranın sahibi bir Türk vardır. Burası Bizans devrinin messine’si olan Karıştıran olabilir.53 Onu takip eden Pirgasi (=Lüleburgaz)’ın surları yıkılmış olup halkı yalnız Türklerdür. Surları yıkılmış olan Zambry’den sonra54, Andrenopoly (=Edirne)’ye varılır. İstanbul-Edirne arası altı günlük yoldur. Arazi iyi ve verimli olmamakla beraber ağaç yoktur ve insan pek azdır. Bertrandon, Milono elçisi ile Edirne’ye gider” Daha sonra Edirne'de bazı törenleri izleyen Bertrandon Filibe, Sofya, Pirot, Niş ve Alacahisar'a (Kruşevaç) uğrayarak Morava ırmağında Sırbistan sınırını geçer ve Belgrad'a varır. Belgrad'dan sonra ise Segedin, Budin, Viyana ve Münih'ten geçerek Konstanz'a varır; buradan da kuzeybatıya çıkarak Pothières Manastırı'nda konaklamış olan Philippe le Bon'a ulaşır.
Bertrandon de la broqniére ve Seyahatnamesi (1432-1433) Semavi Eyice, İslam tetkikleri Enstitüsü Dergisi, Cilt VI, Cüz:12 İstabul-1975 53 Çorlu Edirne yolu yakınlarında Meşinli adında bir yer vardır. Ayrıca yolun kenarında Karıştıran harabesi denilen bir yer eski bir Avusturya kurmay haritasında işaretlenmiştir. Bkz. Landkarten ArtariaRodasto 1/200 000 Wien 54 Bu Zambry’nin Havsa olmasına ihtimal verilebilir. C.Zambry’Jireçek, (Die Heerstrasse von Belgrad nach Constantinopel und die Balkanpaesse, Prag 1987, de La Broquiére’nin Rumeli’deki yolunu İncelemiş ve çok değerli kitabında kullanmıştır. S.109 da seyyahın dikkatli ve tecrübeli ve bir gözlemci olduğunu belirtir.) s.110’da Bulgarofygon veya Nikea olarak teşhis eder. 3 Ocak 1433’te bazı İtalyan elçileriyle birlikte İstanbul’dan ayrılan seyyah II. Murad’la görüşmek amacıyla Çekmeceler, Çorlu ve Lüleburgaz’dan geçerek Edirne’ye varır. Ancak o sırada padişahın Serez’de olduğunu öğrenerek tekrar yola çıkarsa da sultanın geri döneceğini haber alması üzerine Dimetoka, İpsala, Enez, Megri ve Gümülcine’den dolaşıp Yenipazar’a ulaşır ve burada beklemeye başlar; fakat huzura ancak divan vezirleri ile birlikte alınacağını öğrenmesi üzerine Edirne’ye döner. Burada II. Murad’la görüşmek ve onu daha yakından tanımak fırsatını bulan Bertrandon, “O memleketini büyük bir dirayetle idare etmektedir; herkes ona itaat eder, o da çok âdildir” sözleriyle anlattığı sultanın dış görünüşünü de oldukça ayrıntılı biçimde tarif etmektedir. Daha sonra Edirne’de bazı törenleri izleyen Bertrandon Filibe, Sofya, Pirot, Niş ve Alacahisar’a (Kruşevaç) uğrayarak Morava ırmağında Sırbistan sınırını geçer ve Belgrad’a varır. Belgrad’dan sonra ise Segedin, Budin, Viyana ve Münih’ten geçerek Konstanz’a varır; buradan da kuzeybatıya çıkarak Pothières Manastırı’nda konaklamış olan Philippe le Bon’a ulaşır. [ Semavi Eyice Tdv İslâm Ansiklopedisi; İstanbul;1992 C. 5. S. 523-524 ] Bertrandon de la broqniére ve Seyahatnamesi (1432-1433) Semavi Eyice, İslam tetkikleri Enstitüsü Dergisi, Cilt VI, Cüz:12 İstabul-1975 Çorlu Edirne yolu yakınlarında Meşinli adında bir yer vardır. Ayrıca yolun kenarında Karıştıran harabesi denilen bir yer eski bir Avusturya kurmay haritasında işaretlenmiştir. Bkz. Landkarten ArtariaRodasto 1/200 000 Wien Bu Zambry’nin Havsa olmasına ihtimal verilebilir. C.Zambry’Jireçek, (Die Heerstrasse von Belgrad nach Constantinopel und die Balkanpaesse, Prag 1987, de La Broquiére’nin Rumeli’deki yolunu İncelemiş ve çok değerli kitabında kullanmıştır. S.109 da seyyahın dikkatli ve tecrübeli ve bir gözlemci olduğunu belirtir.) s.110’da Bulgarofygon veya Nikea olarak teşhis eder. 52
26
CLAES RALAMB
1656 yılında Valide Turhan Sultan tarafından Köprülü Mehmed Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesiyle Sultan Mehmed sürekli Edirne’de oturmaya başladı. Sultan’ın 1657 yılı sonbaharında İstanbul’dan Edirne’ye büyük bir kalabalıkla ava gidişi bir gösteri halinde vuku bulmuştur. Dönemin İsveç büyükelçisi Claes Ralamb55 bir dizi yağlıboya tablo yaptırarak bu olayın görsel olarak kayda geçirilmesini sağlamıştır.56 Osmanlı İmparatorluğundaki gündelik yaşamı anlatan en ilginç belgelerden biri… Ralamb, saraya İsveç kralının elçisi olarak gelmişti. Çok ilginç ve öğretici olan bu günlük aynı zamanda oldukça eğlencelidir. Okur, Rålamb’la birlikte dönemin İstanbul sokaklarında dolaşır, kayıkla Boğaz’a ya da Marmara adalarına kürek çeker, Belgrat ormanındaki su kemerlerini seyreder, Eyüp’ü ziyaret eder 1658 kışının Avrupa’sında yol alırken çektiği sıkıntıları paylaşır.
Resim 10-Alay-ı Hümayun: İsveç Elçisi Ralamb'ın İstanbul Ziyareti ve Resimleri 1657-1658
- 1657 yılında İsveç Kralı X. Carl Gustaf, İsveç ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkileri geliştirmek için Osmanlı Sultanı IV. Mehmed’e elçi olarak Claes Ralamb’ı göndermişti. 56 - İsveç’ten Osmanlı İmparatorluğu’na gönderilen ve belgelenmiş ilk elçilik görevini alan Ralamb, Sultan IV. Mehmed’in av için İstanbul’dan ayrılışı sırasında oradaydı. Ralamb, bu yolculuğun ilk bölümünü belgeleyen bir dizi yağlıboya resim yaptırdı ve bu alayı kaleme aldı. Avcı Mehmed’in Alay-ı Hümâyunu’nu resmeden sanatçının ismi belli değildir. Koleksiyon yirmi adet tablodan oluşmaktadır ve İsveç’teki Nordiska museette muhafaza edilmektedir. Bu koleksiyonun 16 parçalık bölümü 2006 yılında İstanbul’da Pera Müzesi’nde sergilenmiştir. 55
27
Resim 11-Alay-ı Hümayun: İsveç Elçisi Ralamb'ın İstanbul Ziyareti ve Resimleri 1657-1658
Resim 12-Alay-ı Hümayun: İsveç Elçisi Ralamb'ın İstanbul Ziyareti ve Resimleri 1657-1658
Resim 13-Alay-ı Hümayun: İsveç Elçisi Ralamb'ın İstanbul Ziyareti ve Resimleri 1657-1658
28
CLARKE, EDWARD DANİEL57 Travels In Russıa, Tartary, And Turkey’
Resim 53-Travels In Russıa, Tartary, And Turkey
Resim 54-CLARKE, Edward Daniel
Burada sözkonusu olan cildin giriş bölümünde yazarın antik amforalar ve doğa tarihi (botanik ve mineraloji) hakkında gözlemleri ile Macaristan ve Transilvanya minerallerinin ağırlıklarını ve parasal değerlerini gösteren cetveller yer almaktadır. Bunları izleyen bölümlerde Clarke'ın Atina'dan Viyana'ya kadar yaptığı yolculuk betimlenmektedir. Güzergahı: Yazar ilkönce Atinalıların adetleri ve halk oyunları hakkında yazar; ardından Maraton, Viotia (Boeotia: Tanagra, Thiva, Osios Lukas, Lefktra, Thespies, Elikonas, Livadia, Heronia, Skripu, Orhomenos) ve Fokida (Fokis: Delfi, Tithorea)'yı gezer. Yolculuk Termopiles, Tesalya ovası ve Tempi'de devam eder. Gezgin buradan Pidna, Aksios (Vardar) nehri ve Selanik'e yönlenir. Yolculuğun devamında Athos (Aynaroz), Amfipolis ve Kavala, ardından Trakya'da, Evros (Meriç) nehri, Tekirdağ'ı (Redestos) ve İstanbul'u ziyaret eder. Daha sonra Clarke İstanbul'dan ayrılıp doğu Trakya'yı, bugün Bulgaristan'da bulunan Burgaz (Pirgos) şehrini ve (Koca) Balkan dağlarını gezer. Oradan ise Bükreş ve Transilvanya maden ocaklarını ziyaret ettikten sonra Macaristan yoluyla Viyana'ya ulaşır. Travels In Russıa, Tartary, And Turkey’, kitabı yazmıştır. (George Clark and Son, Aberdeen, MDCCCXLVIII [1848.])
57
YAŞAMI: Babası yazar dedesi ise arkeolog olan Edward Daniel Clarke (1769-1822), Cambridge üniversitesinde doktorasını yapmış bir mineraloji uzmanıydı. Otuz yaşındayken J.M. Cripps adlı soylu kişiye refakat etme yoluyla 1799 yılından itibaren hemen hemen tüm Avrupa'yı gezer. İskandinavya'yı gezdikten sonra Moskova'ya kadar varır, oradan Osmanlı İmparatorluğu topraklarında İstanbul, Truva yöresi, Kıbrıs, Kutsal Yerler (Kudüs), Mısır, Kiklad adaları, Orta Yunanistan'ı ve Balkanları gezer. 1804'te Londra'ya döner ve bir süre sonra piskopoz rütbesiyle kiliseye atanır. Yorulmadan çalışan ve güçlü bir gözlemci olan Clarke (okunuş: Klark), keskin ve uzağı gören bakışıyla çağının birçok önemli olayında hazır bulunup vakayinamesinde bunları da aktarır. İlk baskısı altı cilt olarak yayınlanan vakayiname (1810-23) yüz seksen beş adet tablo içermektedir.
29
COECK VAN AELST, Pieter---
Resim 50--Pieter Coecke van Aelst - Last Supper. Son Akşam Yemeği
Pieter Coecke van Aelst (1502-1550)58 (okunuş: Küke van Est) Flaman bir ressam, heykeltraş, gravürcü, mimar, kostüm ve dekor sanatçısı, tapiseri (tablo halı) dokumacısıydı. Brüksel'de okumuş (1517-1521) İtalya'yı gezmişti (1521 ve 1525 yıllarında). Pieter Coecke Antwerpen (Anvers) şehrinde babası Pieter van Aelst (baba)'nın kurmuş olduğu ve tüm Avrupa'da en iyi tapiseri atölyesi sayılan büyük bir tablo halı atölyesi işletmekteydi. Diplomatik görevliler Nisan 1533'te Viyana'dan ayrıldı. Rijeka'dan yola çıktılar ve Bosna, Sırbistan ve Bulgaristan'ı geçtikten sonra Mayıs 1533'te İstanbul'a ulaştılar. 58
Devrin sultanına tapiseri halısı satma olasılığı, Osmanlı başkentinde bir temsilcilik kurmak, hatta Doğu'daki dokumacılık sanatının sırlarını öğrenme olasılığı bu seyahatin amaçları arasında sayılabilir. Coecke büyük bir olasılıkla Kanuni Sultan Süleyman zamanında Babıali'ye gelen Avusturya arşidükü Ferdinand'ın elçisi C. van Schepper'in maiyetinde bir kişiydi. Elçilik heyeti 1533 yılının Nisan ayında Viyana'dan yola çıkarak Rijeka limanından gemilere biner, Bosna, Sırbistan, Bulgaristan'ı geçerek 1533 'ün Mayıs ayında İstanbul'a varır. Coecke aynı yılın Temmuz ayına kadar İstanbul'da kalır. 1534 yılında Karl V. (Şarlken) sarayının resmi ressamı ünvanına lâyık görülür; 1539'da Sebastiano Serlio'nun "Mimarlık ve Perspektif" adlı eserini ve daha sonra Vitruvius'un mimarlık üzerine yazdığı eseri latinceden flamancaya çevirir. Birçok kamu binasının dekorasyonunu yapmış olan Coecke ayrıca tahta baskılarıyla da tanınır. Bu tahta baskılarda (gravür) ince bir mizah anlayışıyla kaydedilmiş sayısız ayrıntı göze çarpmaktadır. Yönettiği tapiseri atölyesi son derece üretken olmakla birlikte ve birçok şahane tapiserinin resmini Coecke'nin bizzat çizmiş olmasına rağmen, Kalvinistlerin hâkim olduğu ikona kırıcı dönemden dolayı çok az resmi günümüze kalmıştır. Coecke'nin sanatı Antwerpen'in romantik sanat akımı ekolüne ait olup flaman sanatı damgası altında Rafael'in sanat uslubunun yankılarını taşır.
30
Sanatı: Coecke'nin ölümünden sonra dul karısı 7 adet tahta baskı gravürü yayınlamıştı. Bu gravürler yaklaşık 5 metre uzunluğunda tuval bezi (jüt) üzerine yapıştırılmış olup Karyatid kız heykelleriyle birbirinden ayrılmaktadır. Son derece nadir olan sözkonusu tablolar hem konuları hem tahtaya oyulma sanatı açısından çığır açmışlardır. Tablolar elçi heyetinin İstanbul seferinden sahneler göstermektedir. Bunlar arasında heyetin bugünkü Sırbistan yöresinde konaklaması, Meriç nehrini geçişi, kervanın duraklarından sahneler, yerel halkların günlük uğraşları, Filibe civarında dolunayı kutlama şenliği, Edirne yakınlarında bir defnetme töreni, Haliç'te şenlikler ve Sultan'ın tören alayıyla saraydan Bizans atmeydanına (Hipodrom) gidişi yer almakta. Hiç göze çarpmamakla birlikte tabloların tümünde Coecke'nin kendisi de bulunmaktadır.59
Resim 51- Pieter Coecke van Aelst- Kanuni At meydanında bir geçit töreni yapıyor. Cuma selamlığı olabilir. Sultan at üzerinde, maiyeti etrafında
Resim 52—Pieter Coecke van Aelst – Türklerin bir Türk Cenaze Töreni
59
Coecke'nin çizdiği resimlerden önceki devirde, Fatih Sultan IV. Mehmet zamanında bir süre (1480) Osmanlı sarayında yaşamış olan ressam Gentile Bellini'nin desen ve tabloları dışında, Osmanlı hükümdarlarından hiçbir resim yoktu. Kanuni Sultan Süleyman Coecke'nin sanatına hayran kalıp kendi portresini çizmesine razı olur ve ona birçok değerli hediye sunar. Coecke'nin çizdiği insan görünümleri ve sergilediği konular kendisinden sonra gelen N. de Nicolay ve Μ. Lorich gibi gezgin-sanatçıları hatta Rubens ve Rembrand gibi büyük ressamları etkilemişti.
31
CONRAD JACOB HİLTEBRANDT, conrad Jacob Hiltebrandt's Dreifache Schwedische Gesandtschaftsreise nach Siebenbürgen, der Ukraine und Constantinopel (1656-1658)
Resim 14--Conrad Jacob Hiltebrandt'ın Siebenburgen, Ukrayna ve Konstantinopolis'e Üçlü İsveç Büyükelçiliği Gezisi (1656-1658)
Conrad Jacob Hıltebrandt günlükleri kitabı önemli eseridir. Doğumu, 02 Kasım1679 Eschenmosen, Zurich, Switzerland; 07 Nisan1738 Zurich, Switzerland Öldü. Conrad Jacob Hiltebrandt, bir senato memuru olan büyük babasının Stuttgart yakınındaki Schwoben de Waltsee'de yerleşmiş bulunmasından dolayı çocukluğunu Stuttgart'da geçirmiş ve daha sonra Pommer kontunun saray eczacısı olan babasının Almanya'nın kuzeyinde Stettin'de yerleşmesinden sonra Stettin'deki Kraliyet okuluna girmiştir.60 Frankfurt Üniversitesi'nde okumuş olmasına rağmen esas üniversite tahsiline Leipzig'de başladı. Burada teoloji dersleri dinlemiş, eski Luther inancında olanların tartışma ve söyleşilerine katılmıştır. Öğrenimini tamamladıktan sonra doğduğu yere dönen Hiltebrandt, yaşamını sade bir köy papazı olarak geçirmiştir. Ancak 1656-1658 yılları arasında üç defa İsveç elçilik heyetinin seyahatine katılmıştır. Hiltebrandt, elçilik heyetinin rahibi olarak seyahat etmiştir. Babinger'e göre, Hiltebrandl'ın Ukrayna'ya seyahatini kanıtlayacak bir belge olmamakla beraber, onun 1657- 1658 yılında İstanbul'daki gözlemlerini ve günlüğünü doğrulayan diğer bir eser elçi Claus Ralamb ve hizmetkârı Olaf'ın anılarıdır. Hiltebrandl'ın kendi günlüğünde belirttiği gibi elçi Ralamb ve maiyetinden oluşan elçilik heyetiyle birlikte 1 Şubat 1658'de İstanbul'dan ayrılarak 10 Mart 1658'de Edirne'den Avrupa'ya dönmesiyle seyahati sona ermiştir.61.
60 61
Hilıcbrandı"ın yaşamına dair bilgi onun günlüğünü yayınlayan Franz Babinger'in araştırmalarına dayanır. Hiltebrandt, C.j., Dreifaclıe Schvedische Gesandsclıafı reise naclı Siebenburgen, der Uhraine und Consıantinopel 1656- 1658, ed. Franz Babinger. Leiden, E.J. Brill, 1937. s. 152 ve 156.
32
DERNSCHWAM, HANS62: 1494-1568-
Resim 15-Hans Dernschwam / İstanbul Ve Anadolu'ya Seyahat Günlüğü
1555'te Ogier Ghiselin de Busbecq'in başkanlığındaki elçi heyetiyle İstanbul'a ve oradan Amasya'ya seyahat eden Hans Dernschwam'a dair bilgi Franz Babinger'in araştırmaları sonucu ortaya çıkarılmıştır. 1494-1568 yılları arasında yaşayan Dernschwam'ın biyografisini ve seyahatnameni Franz Babinger yayınladı. Kendi kayıtlarına göre, 1553’te yaptığı Anadolu seyahatinden sonra, 1555’te Viyana’ya dönmüştür. Hans Dernschwam’ın da içinde bulunduğu heyet 25 Ağustos 1553’de İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’dan yola çıkan heyet, 9 Mart 1555’te; Kartal, Gebze, İzmit, Kazıklı Köyü, İznik, Yenişehir, Akbıyık, Pazarcık, Bozöyük, Karaali, Eskişehir, Uyuz Köyü, Mihaliçcık, Mesut Köyü, Polatlı, Muhat, Sunglie, Yalancıali,
62
Bohemya’nın Brux kasabasında doğdu. Varlıklı bir aileden geldiği ve oldukça iyi bir öğrenim gördüğü tahmin edilmektedir. Viyana Üniversitesi’nin 1507 yılı kütük defterinde adına rastlanan Dernschwam’ın 5 Eylül 1510’da Leipzig Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun olduğu bilinmektedir.22 Haziran günü Viyana’dan yola çıkan heyet 25 Ağustos’ta İstanbul’a ulaştığında padişah Nahcıvan seferi için Anadolu’ya hareket etmek üzereydi. Dernschwam’ın Avusturya’ya döndükten sonraki hayatı hakkında pek bir şey bilinmemektedir. Seyahatnâmesinin sonunda yazdığına göre Türkiye’den beraberinde Rumca el yazmaları, at, halı, kilim, çeşitli kumaş ve değerli taşlar getirerek satmıştır. 1560’ta Neusohl’da veya yakınındaki Kremnitz’de yaşadığı tesbit edilmekte ve kesin ölüm tarihi bilinmemektir. Dernschwam, seyahatnâmesinde zaman zaman Türkler’i küçümseyen ifadeler kullanmakla beraber oldukça iyi müşahedelerde bulunmuştur. Semavi EYİCE ‘Hans Dernschwam’ TDV İslâm Ansiklopedisi; İstanbul-1994. .C. 9. S.,182-183
33
Kutlugül, Ankara, Sarıkurt, Hasanoğlan, Alagöz, Çankırı, Bakırlı, Sivas, Çukur Köyü, Çorum, Mecitözü ve Bağlıca güzergâhını takip ederek 7 Nisan‟da Amasya’ya gelmiştir 23 Haziranda İstanbul’a döndüğü; 3 Temmuz’da da geri hareket ederek Silivri, Babaeski, Edirne, Filibe, Sofya, Niş, Belgrat ve Osijek’ten Budin’e, birkaç gün sonra 11 Ağustos 1555’de Viyana’ya ulaştıkları bilinmektedir. Bunun dışında hayatının eseri sayılabilecek yapıt “İstanbul ve Anadolu‟ya seyahat günlüğü (1553/55)” isimli eseridir. Çalışmamıza kaynak olan bu eserde Dernschwam ayrıntılı ve titiz bir biçimde Viyana’dan Amasya‟ya seyahatini kaydetmektedir. ‘Hans Dernschwam; İstanbul Ve Anadoluya Seyahat Günlüğü’ kitabında Babaeskiden geçişlerini şöyle anlatmaktadır;63 “20 Ağustos Edirne’den hareket edip 3 mil yolu 5 saatte aldıktan sonra geceyi geçirmek üzere bir Türk köyü olan Hawsa’ya (Havsa) geldik. Kaldırım döşeli uzun bir yolu takip ettik. Hendek ve su çukurları üzerinde yapılmış bir büyük veyanlarında iki küçük gözü olan bir taş köprüden geçtik. Köprünün yanlarındaki korkuluklar taştandı. Sonra tek gözlü bir taş köprüden geçtik Bir müddet ilerlededikten sonra yine dere ve bataklık üzerine yapılmış bir taşköprğye geldik. Bu köprünün de ortada büyük yanlarda küçük iki gözlü vardı. Boyu tahminen 70-80 adım kadardı. Bu günkü yolculuğumuzda geçtiğimiz. Yerler kumsaldı. Birçok tepecikler gördük. Havza’da bir tepe üzerinde buluan bir çiftliğin yanındaki evin önünde konakladık. Aşağıda köyde bir sipahi tarafından yaptırıldığı söylenen tek katlı taş bir ev görülüyordu. Bir sipahinin evinde insanların yatacağı yerlerden çok atların kalabileceği ahırlar bulunuyor. Köleler tarlaları ekip dikiyor ve hayvanlara bakıyorlar. Böyle bir sipahi veya Türk asilzadesi, daha fazla ata da sahip olsa padişahtan ancak bir atı için ücret alabilir ki, bu da günde 16 akçeden ibarettir. Sipahi, padişah talep ettiği zaman harbe katılmaya mecburdur. 21 Ağustosta Havza’dan yola çıkarak 10 saat sonra 5 mil uzaktaklıktaki Pieribaschagoy (Piri Paşa) adında bir köye geldik. Yolda ilk önce üç gözlü bir taş köprüden sonra birkaç serenli kuyu bulunan köyden geçtik. Yolun yanında eski Romalılardan kalma bir höyük vardır. Bir türk bunun üzerinde mezarını yapıltımış. Tekrar biir köyden geçtik. Burada bir kervansaray var. Ayrıca bir dereüzerinde 4 gözlü bir köprü bir öprü gördük. Edirne’den itibaren arazi kumsal, Birçok tepecikler görülüyor. Doğru dürüst akan bir dere veya nehir görmedik. Bolca kuyu var. Çorak bir arazi. Ne ekilmiş tarlalar, ne de orman görülüyor etrafa. Bununla beraber buraların vaktiyle bağlık bahçelik yerler olduğu anlaşılıyor. 22 Ağustosda Piri Paşa Köyü’nden kalkıp 6 veya 7 millik bir yol aldıktan sonra 11 saatte bir Türk kasabasına ulaştık. Padişahın karısına (haseki Sultan) aitmiş. Fena bir yere benzemiyor Burada tek katlı, çatısı kurşun kaplı bir taş bina var. Yanında büyük bir cami ve güzel bir hamam bulunmaktadır. Bunlar da kurşunla kaplanmış. Kasabanın bir tarafında Türkler, öbür tarafında Rumlar oturuyor Hepside fakir kimseler. Birçok yerde olduğu gibi burada da çitlerle çevrili bir ruma ait avluda, açıkta, çadır içinde geceyi geçirdik. Kasabanın dışında bir kuyu var. Burada atlarımıza su verdik. Arazi biraz güzelleşti. Küçük küçük tepeler ve vadiler görülmeye başlandı. Tarla ve mera görülmüyor. Meyva ağaçlarına da rastlamadık. Kasabada 3 çami daha gördük. Bundan sonra yolumuza devam ederken sağ tarafta bir kuyu gördük. Küçük fakir bir köyden geçtik. Yol boyunca Romalılardan kalma bir çokhöyüğe rastladık bir süre sonra bir köyden daha geçtikBuradan küçük bir dere skıyor. Bu dere sanki sonradan burayaakıtılmış gibiydi. Derede atlarımıza su verdik Tekrar bir köyden daha geçtik. Yolda tepecikler ve höyükler var. Yukarıda adıgecen kasabada Rumlar ve Türklerin ekinlerini harmanlarda nasıl dövcdüklerini seyrettik. Bu iş için çam bir taahta kullanıyorlar. Bu tahta tahminen küçük el kalınlığında, bir buçuk metre uzunluğunda ve 60 santim 63
Mucit: Bazı seyyahların, ön yargılarından ve kendilerinden önce yazılmış eserlerin etkilerinden çok da fazla sıyrılamadıkları görülmektedir. Seyahatnameler, Batı dünyasının tüm dünyaya ve elbette ki Osmanlı Devleti’ne olan bakış açısını yansıtması bakımından büyük önem taşımaktadır. 16. ve 17.Yüzyıldan itibaren gelen seyyahların sayısında bir artış gözlemlenmektedir. Osmanlı Devlet hayatı, harem, gündelik hayat ve antik kentlere yaptıkları gezileri kaleme almışlardır Seyyahların tamamını önyargılı ve taraflı bir tutuma sahip veya Türk düşmanı olarak nitelendirmek yanlış olur. Sağduyulu, önyargıdan uzak seyyahlar da vardır. Seyyahların geliş amaçları; Elçilik görevi olanlar, Doğu’yu merak edenler, esir düşenler, çalışanlar, ajanlık şeklinde sıralanabilir. Bazı seyyahlar Osmanlı Devleti’nin gayrımüslim tebaasına baskı uygulayıp uygulamadığı sorusunun cevabını yerinde görmek istemiştir.
34
genişliğinde, ön tarafı biraz kalkık. Bir tahtanın tabanına boydan boya küçük küçük, keskin çakmak taşları çakılmış. Buna ikyne (döven) diyorlar. Köylüler bu aletle ekinlerini tarlada veya avluda dövüyorlar. İkyna’nın önünde iki öküz koşuyorlar. Bir köylü ikyna’nın üzerinde arka taraft ayakta duruyor veya oturuyor ve elindekiince uzun bir değneğe bağlı iple geniş bir daire çizerek dönen hayvanlatrı kırbaçlıyor. Bu iş taneler dövülenin altında saplarından iyice ayrılımcaya kadar devam ediyor. Saman yığını halini alan ekin sonra yabalarla savruluyor. Bu samanı hayvanlara yediriyorlar. Kuru ot ve çayırları az. Öyle demet haline bağlayacak ekin sapları da yok. 23 Ağustosda yukarıda adı gecen kasabadan ayrılıp 5 millik yolu 8 saatte aldıktan sonra gece konak yerimşiz olacak Selimbra (Silivri)’ye geldik.64“
Resim 16: Demschwam’ın Babaeskiden geçişleri--------(metinle Babaeski çevresinde uyumsuzluk olabilir.)
64
Çev. Prof. Dr. Yaşar Önen; ‘Hans Dernschwam; İstanbul Ve Anadoluya Seyahat Günlüğü’ Kültür Bakanlığı YayınlarıAnkara, 1992 s. 46, 47, 48
35
EVGENİA BONÇEVA–ELMAZOVA
. 1907’nin Eylül ayı başlarında, bir Bulgar kadın yazar, diş hekimi kocasıyla Sofya Garı’nda, ülkenin efsanevi milli şairiyle buluşuyor. Kadın yolcu, 1903’ten başlayarak farklı dergi ve gazetelerde hikâye ve oyunları yayınlanmaya başlayan, daha çok Mars takma soyadıyla bilinen Evgenia Bonçeva–Elmazova. İkinci yolcumuz, Evgenia Mars’ın kocası Dr. Mihail Elmazov. Sofya Garı’nda onları bekleyen üçüncü yolcu ise ünlü Bulgar şairi İvan Vazov. Bu üç yolcu Osmanlı İmparatorluğu payitahtına gidiyorlar. İki yıl sonra yayınlanan seyahat izlenimlerinin ilk bölümünde Sofya-İstanbul tren yolculuğu anlatılıyor. Akşam saatlerinde, o zaman Harmanlı civarından geçen Bulgar-Türk sınırına gelindiğinde özellikle kadın yazarın, zihnindeki basmakalıp önyargıların ağırlığı altında ezildiğine tanık olmaya başlıyoruz. Nihayet Sirkeci Garı’na ulaşılıyor ve Beyoğlu’ndaki d’Athens Palace Oteline yerleşiliyor.
36
EVLİYÂ ÇELEBİ SEYÂHATNÂMESİ65
III. cilt Evliya Çelebi Babaeski’ye 1651 yılında Özü Kalesi’ni alan Abaza Melek Paşa ile beraber Edirne üzerinden gelmiştir. Babaeski Kasabası menzilinin anlatılması: “Ta Yanko ibn Madyan zamanından beri bakımlı ve şenlikli eski kale ve büyük şehir idi. Daha sonra Sırp ve Bulgar hanları ve hersekleri İstanbul'u harap etmeye giderken bu şehri de harap ettiler. Daha sonra (---) tarihinde Sarı Saltık Bay Sultan, Pravadi [170a] yakınında Dobruca Abdullah huzurunda vefat ettiğinde Saltık Bay'ın vasiyeti üzerine cesedini yedi adet tabuta fukaraları koyup yedi kral yedi tabutu alıp her biri birer iklime götürürken tabutlarda Saltık cesedi bulurlar, Tanrı'ya hamd olsun bizdedir, diye her bir kral vilayetlerine götürürler. Edi~ne kralı Saltık Bay cesedini bir harap yer olan Baba şehrinde defn ettiği için Babaeskisi derler. Onların şerefiyetine hala imar olmadadır. (--) (---) nehri kenarında bir düz geniş alanda Vize sancağı toprağında bütün çeşitli vergilerden muaf ve müsellem bakımlı güzel şehirdir. Şer'i hâkimi 150 akçe kazadır. Nahiyesi toplam (---) adet köydür. Şehrin imar olan yerleri 1060 adet bağlı, bahçeli, baştanbaşa kırmızı kiremit örtülü tek katlı, iki katlı, kâgir ve başka bakımlı hanelerdir. Ve tamamı 20 mihraptır. Bunlardan şehrin doğu tarafı başında ( ---) nehri kenarında büyük Ali Paşa Camii, Süleyman Han vezirlerindendir. Semiz Ali Paşa namıyla meşhur olmuş tedbirli bir vezir imiş. Bu şehir içinde bir cami inşa etmiştir ki sanki seliatin camlidir. 66İstanbul'da hemen Topkapısı içinde Ahmed Paşa Camii'ne benzemektedir, ama bu ondan geniş, aydınlık ve ibret verici süslü bir yapıdır. Medrese, imaret, hamam, hanlar ve bütün dükkânlar bu Ali Paşa hayratıdır ki büyük eserlerdir. Camiin kubbesi göklere baş çekip bir menzil yerden kurşunları mavi renkli deniz gibi dalgalanır. Bu ibret verici yapılar Koca Mimar Sinan'ın eseridir ki bu camide de güzel tasarruflar ve hoş sanatlar icra edip uzun bir minare yapmış ki sanki Rüstem Paşa minaresidir. Ondan çarşının iç yüzünde Fatih Sultan Mehmed Han Gazi Camii ufak tefek eski bir camidir, ama kalabalık cemaate sahip olup başka bir ruhaniyet vardır. İçi ve dışı o kadar süslü değildir. Bir tabakalı uzun bir minaresi vardır ama bu cami bakım ve tamire muhtaçdır. Bunlardan başka mescitlerdir. Bir medrese, yedi sıbyan mektebi, yedi adet han, yüz kadar Evliyâ Çelebi, YKY' deki kitapları:Seyâhatnâmesi haz.: S. A. Kahraman- Y. Dağlı (1999)Yapı Kredi Yayınlan- 2353Takım ISBN 975-08-1103-8: (3. Kitap), 53 Evliyâ Çelebi, Seyâhatnâmesi A.g.e., (3. Kitap),s. 625 65
66
37
dükkân, bir misafirlere aşevi imareti, bir gönül açan hamam, üç adet derviş tekkesi ve çarşı içinde bir hayat suyu çeşme vardır, tarihi budur: Hatif-i Gayb dedi tarihin Çeşme-i selsebil-i fibıhayat. Büyük hayrat ve acaip eser, Sene 932 [1524]. Çoban Deli Kasım Ağa Köprüsü:{---) (---)nehri üzerinde yeni yapı 7 göz büyük bir köprüdür ki sanki Çoban Köprüsü'dür. Yani Erzurum'da Hasankalesi yakınında Sultan Çoban Köprüsü'dür. Adı geçen (---) (---) nehri, ıstıranca Dağları'ndan toplanıp bu mahalden geçip Koca Murad Han'ın Ergene Köprüsü ki 174 göz ibret verici büyük köprüdür, ondan geçip (---) yakınında (---) (---) {---) karışır, ama adı geçen Çoban Kasım Ağa Köprüsü yedi göz ibret verici köprüdür. Bu Çoban Kasım Ağa bu köprü mahallinde koyun güderken Cenab-ı Bari kendine İslam nasip etmiştir. Günlerin geçmesiyle Dergâh-ı ali yeniçeri ocağında kul kethüdası olup Sultan IV. Murad'ın hapsinde iken "Ahdim olsun bu girdaptan kurtlursam koyun güttüğüm yerde bir köprü yapayım!" diye ahd etmiştir. Kurtulduktan sonra "Kerem sahipleri sözlerinde dururlar." mazmunu üzere 400 Rum kesesi masraf edip bu büyük köprüyü inşa etmiştir, ama gerçekten debinde bir gibi bir sanatlı süslü köprüdür ki sağlamlıkta sanki Vişgrad Köprüsü'dür. Her gözü akarsu üzerinde birer ebem kuşağı gibi gösterişli kemerlerdir. Samahi güftesi ile tarihi budur67, Cenab-ı Hazret-i Sultan Murad-ı Cem-azarnet Muradı üzre Huda ede sayesin memdud Samahi canınıa hatifden erdi bu tarih Ola bu cisri karzn-i kabul-i Rabb-i Vedud Sene 1043 [1632-33] Sarı Saluk Baba Sultan ziyaret yerinin özellikleri: Yukarıda menkıbeleri anlatılmıştı. Temiz ırktan (Peygamber soyu) olup Hacı Bektaş-ı Vell izniyle ilk defa Rumeli'ye ayak basan Saltık Bay Muhammed Buhar! Oldukları yukarıda Babadağı şehri özelliklerinde ayrıntılarıyla yazılıdır. Ama bu mahalde gömülü olmasının sebebi yine kendilerinin vasiyeti ile yedinci tabutu Edirne sahibi İdriv Ban bu mahalde Yanko tapınağı içine defn etmesidir. 400 seneden beri bütün milletIerin ziyaret yeridir. Ve o zamandan beri nurlu kabri üzerinde biran bile yanan çerağı sönmemiştir. Bir kaç kere Yahudi taifesi giyecek değiştirip yanan çerağını söndürmek istemişlerdir. Ancak "püf' dediği dem nefesi tutulmuş, tam son nefesini vereceği zaman parmak kaldırıp İslam ile şereflenmişlerdir. Bunlardan biri IV. Murad Han zamanında türbedar idi, diye tanıklık ettiler. Hala o kandili mübarek başları tarafında hizmetçileri [170b] yağ koyup yakarlar ki, Baba'nın türbesini aydınlatır. Nice kere koyun yağı koymayı unuturlar, ancak nice günler yine çerağı yanar. Büyük bir tapınak türbede gömülüdür. Gerçi Bektaşf Tekkesi'dir ama evkafı zayıf olduğundan dervişleri azdır ama adakları çok gelir. Dört tarafında bağları bostanları vardır. Bu Baba şehri bunların yüzü suyuna ihya olmuştur, ama inkârcılar vakıflarını yediklerinden vakıfları zayıf düşmüştür. Tanrı imar ede. Bu şehir onların ismiyle isimlenmiş olup Babaeskisi derler. Bu nur dolu türbe şehrin doğu tarafı kenarında Ali Paşa Camii yanında (---) nehri kenarında bir gülistan bağı 'içinde bir köhne yapı eski büyük bir tapınak içinde gömülüdür. Allah sırrını aziz etsin. ( ---) Şeyh Şuhudi ziyareti: Aslında yine Babaeskisi'ndendir. İç ve dış olgunlıtuğu ile meşhur, iyi yazı yazınada kalem gibi alem idi. Sarı Saltık Baba Tekkesi'nde gömülüdür.68 Ve bu şehrin batı tarafında bahçeler kenarında Edirne yolu üzerinde, Şeyh Hazret-i (---) (---) Baba ziyaret yeri: Ana yol üzerinde bir topraklı yığın tepe dibinde bir mesireyeri, çemenzar ve gülistan bağı içinde eski bir türbedir ki Sarı Saltık Bay tabutu ile birlikte gelen kırk halifenin biri bu (---) (---) Baba Sultan'dır. Hayli yıl yaşayıp Gazi Hudavendigar ile Edirne fethinde bile bulunmuşlardır. Allah sırnını aziz etsin. Anayol üzerinde olduğundan bütün insanların ziyaret yeridir. Bir kaç Bektaşi fukarası olup tevekkül kapısında fakirlik sahipleri bir alay dervişlerdir.”69 Evliyâ Çelebi,Seyâhatnâmesi A.g.e., (3. Kitap),s. 626 Evliyâ Çelebi,Seyâhatnâmesi A.g.e., (3. Kitap),s. 627 69 Evliya Çelebi'nin Edebiyat- 717 Hazırlayanlar: · Seyit Ali Kahraman- Yücel Daglı Isbn 975-08-1102-X Evliyâ Çelebi İ1. Baskı: İstanbul, Haziran 2006 67 68
38
FRİEDRİCH BARBAROSSA70,
Friedrich veya Friedrich Barbarossa, 12. yüzyılda yaşamış Alman kralı ve Kutsal Roma Cermen İmparatoru. İmparator ve üçüncü oğlu Swabia Dükü IV. Friedrich komutasındaki Alman Haçlı ordusu 11 Mayıs 1189'da Ratisbon'dan törenle ayrıldı. Bu ordu toplanan en büyük Haçlı ordusu konumundaydı ve iyi silahlı ve çok iyi disiplinli idi. Ordu Macaristan üzerinden, Bizanslılar elindeki Balkanlardan, Konstantinopolis'e doğru yürüyüşe geçti. Bu orduya 2.000 askerle Macaristan kralı III. Bela'nın en genç kardeşi Geza da katıldı. Alman Haçlı ordusu Bizans arazilerinden yeniden organize edilmiş şekilde merhale merhale geçişe başladı. Haçlı ordusu Balkanlardan geçişi sırasında daha önce Friedrich ile Bizanslılar arasında yapılan anlaşmaya genellikle uydular. Yine de Haçlılar disiplinsizlik örnekleri gösterdiler. Filibe (o zamanki Philippopolis şimdiki Plovdiv) şehrini işgal ettiler ve bu şehri tekrar Bizans eline geçirmek için gönderilen 3.000 kişilik Bizans ordusunu yenik düşürdüler.71 11 Mayıs 1189 tarihinde Regensburg’dan Doğu’ya hareket etti….. Almanlar, 24 Ağustos’ta Filibe önüne ulaşıp burada ordugâh kurdular. Ertesi gün Friedrich, Bizans halkının korkudan boşaltmış olduğu şehri işgal etti (25 Ağustos). Daha sonra ordusunu Filibe’de bırakan Barbarossa, maiyetiyle beraber Edirne’ye gitti; oğlu Dük Friedrich von Schwaben’ı da Dimetoka’yı işgal edip Trakya şehirlerini tahrip etmekle görevlendirdi72. Balkanlardan geçerken yaşanan gerginlik Haçlı ordusunun Trakya’ya varışından sonra o kadar artmıştı ki imparator, İstanbul’a hücum etmeyi bile düşündü. Almanya’daki oğlu Heinrich’e mektup yazarak “…Boğaz Frankların eline geçmediği sürece yapılacak
Friederich 1122 yılında doğdu. 1147 yılında Swabiya dükü oldu, ve hemen sonrasında amcası Alman kral III. Konrad tarafından başlatılan İkinci Haçlı seferinde kendisinin ilk seyahatini Doğu'ya yaptı. Schwabiya dükü II. Friedrich (1090-6 Nisan 1147) ile Welf hanedanından Bavyera dükü IX. Heinrich'in kızı Judith'in oğluydu. 1147'de babası ölünce Schwabiya dükü, 4 Mart 1152'de amcası İmparator III. Konrad ölünce Almanya kralı oldu. 18 Haziran 1155'te de Kutsal Roma Cermen İmparatoru ilan edildi. 71 Runciman, Steven (çev. Fikret Işıltan) (1992), Haçlı Seferleri Tarihi: III. Cilt - Akkâ Krallığı ve Daha Sonraki Haçlı Seferleri, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları; Kaynak: https://tr. wikipedia.org/ wiki/I._ Friedrich_(Kutsal_Roma_imparatoru) 72 Ansbert, s. 69 vd.; Niketas, s. 210 vd., 219 vd. 70
39
olan Haçlı Seferinin başarılı olamayacağını” bildirdi; bu sebeple Papadan Bizans’a karşı Haçlı Seferi için izin istemesini ve İstanbul’a hücum etmek için derhal bir donanma hazırlamasını emretti 73. Sonunda Barbarossa’ya boyun eğmek zorunda kalan Isaakios, Alman elçilerini serbest bıraktı ve iki taraf arasında Edirne’de anlaşma (14 Şubat 1190) sağlanınca savaşın eşiğinden dönüldü. Buna göre Isaakios, İmparator Friedrich’e rehineler vermeyi, Çanakkale Boğazı’ndan Anadolu’ya geçmeleri için Haçlılara gemiler tahsis etmeyi ve Anadolu’daki yürüyüşü sırasında ordunun yiyecek ihtiyacını karşılamayı kabul etti 74. Bir an önce Filistin’e ulaşmak niyetinde olan Friedrich kış aylarını Edirne’de geçirdikten sonra Mart 1190’da Gelibolu’ya gidip Bizans gemilerinin yardımıyla Çanakkale Boğazı’ndan Anadolu’ya geçti. Alman ordusunun 22-28 Mart tarihlerinde dört günde gerçekleşen bu geçişinden sonra İstanbul halkı da rahat bir nefes aldı75.
Taht odasının dekoratif programı, Apollon'un Burgundlu gelini getirdiği alegorik “İmparatorluğun Dehası” figürünü betimleyen tavanın merkezi freskini ve odanın her iki tarafında imparator Friedrich Barbarossa'yı yücelten iki tarihi sahneyi içermektedir. bunlardan biri “İmparator Friedrich Barbarossa ve Burgundy'li Beatrice'nin Düğünü” dür.
Haçlılar; IV haçlı seferinde (1190) Bizans İmparatorluğu’nun topraklarına girmiş. Edirne, Kırklareli ve kasabaları alınmış, Haçlı komutan Barborossa Anadolu’da ölünce, Bizans Trakya topraklarını alabilmek için Haçlı Ordularını destekleyen Sırp ve Bulgar güçleri ile 1192’de Lüleburgaz’da (Arkadiopolis) büyük bir savaş yapmış ve ağır bir yenilgi almıştır. 50.000 kişinin öldüğü bu Haçlı – Bizans savaşı Lüleburgaz’da yıllarca silinmeyen izler bırakmıştır. MS 1204’teki Haçlı Seferi sırasında Haçlı ordularının komutanı İstanbul’u alarak kendini Latin İmparatoru ilan etmiş Kuzey Batı Anadolu toprakları ile Doğu Trakya topraklarını kendisine ayırmıştır. Bu yıllarda Trakya Latin Devletinin egemenliğine girmiş ve Trakya halkı yıllarca ağır bir sömürü ve işgal altında kalmıştır.
Bk. Ansbert, s. 70 vd. (mektubun bir kopyasını verir). Anlaşma maddeleri için bk. Ansbert, s. 90 vd.; Itinerarium, s. 59; Niketas, s. 220. 75 Niketas, s. 221 vd.; Ansbert, s. 92 vd., 95 vd. Krş. Brand, Byzantium, 185 vd. Kaynak: Altan, E . (2018). THE LAST PENETRATION OF THE CRUSADER ARMIES INTO THE SELJUḲ TERRITORY OF ANATOLIA: EMPEROR FRIEDRICH BARBAROSSA’S CRUSADE (1089-1190) . Tarih Dergisi , (68) , 15-30 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/ tr/pub/ iutarih/ issue/ 42835/517935 73 74
40
FRİEDRİCH HİLD
Resim 19-Friedrich Hild
Genellikle ana yollar küçük sokaklarla veya kaynaklarımızda hiç geçmeyen yollar. Ara sıra daha yüksek bir yerleşim olduğunu düşünerek yolları tahmin etmelisiniz dini, askeri veya ekonomik önemi kesinlikle bir parçasıydı. Piskoposun Nikē (Havsa) ve Pamphilon (Uzunköprü), Rusion (Keşan yakınında), Afrodisias (Evrese) ve Hexamilion (Ortaköy) birbirleriyle kesinlikle bağlantılıydı. Bazı bağlantıların kullanılması sadece teorik olarak mümkündür, ancak gerçekte arzdaki güçlükler nedeniyle hesaplanamaz, imkânsız potansiyel tehlikeler veya yaptırımların eksik olması. Göre 1977 yılında Doğu yol sistemi Friedrich Hild, tarafından geliştirilen desen Trakya şu şekilde sunulmaktadır. Edirne'den güney doğu yönünde giden yol geçti Nikē ve Bulgarophygon (Babaeski) ve Arcadiopolis'e geldiler. Trakya'nın Avrupa eyaletinde ilk yerleşim yeri. (?) Hatta 1762 ve 1826 yıllarında şehirde yaşayan Avrupalı gezginler sınırlar zaten yosun ve çim kaplı büyük taş levhalar ve günümüzde elbette artık mevcut değil. Ayrıca yol sadece belirtilen bir yer olan Narco mutatio'ya güney doğu yönünde Itinerarium Burdigalense ve muhtemelen güney-batısında yer bugünkü köy Evrensekiz. Oradan yol Druzipara'ya gitti. Bu kasaba, kutsal tapınağı nedeniyle Bizans'ın başlarında meşhurdu. Aleksandros; bu aziz M.S. üçüncü yüzyılın sonlarında öldürüldü. Mezar yeri daha sonra ulusal bir hac merkezi haline geldi. At Druzipara'nın güneybatı şehir sınırı Osmanlı'yı bulabilir.76
76
Walter E. KAEGI, Jr.; Byzantınısche Forschungen Internationale Zeitschrift Für Byzantinistik; Verlag Adolf M. Hakkert Amsterdam, 2011,s.181
41
GÉORGE WHELER77 “De Profectione Ludovici in Orientem”
Resim 20-Géorge Wheler ve kitaplarından bazıları Resim 21-Géorge Wheler’in seyahat arkadaşı Lyon'lu Dr. Jacop Spon
George Wheler, A Joumey into Grecce, Londra, 1682; Sandys, Sarıdys' Travailes (1651–1724), İngiliz din adamı ve seyahat yazarı. İngiliz kökenli George Wheler (1650-1723) krallık rejimi taraftarı olması nedeniyle Cromwell iktidarındaki İngiltere'den uzakta sürgün yaşayan bir aile içinde Hollanda'da doğdu. Yaşamı boyunca 18 çocuğu oldu. Kent ve Oxford'da öğrenim gördükten sonra 1673 yılında Fransa, İsviçre ve İtalya'yı kapsayan bir yolculuğa çıkar. İtalya seyahati sırasında Venedik'teyken Jacob Spon'la tanışır ve birlikte Doğu'ya seyahat etmeyi kararlaştırırlar. 1682'de yayınlanan ve bir daha basılmayan seyahatnamesinde Zante, Delos adaları, İstanbul, Bursa, Thyateira (Akhisar), Efes, Delfi, Korint ve Atina betimlenmektedir. Kitabı “De Profectione Ludovici in Orientem” II haçlı seferlerini anlatır. Bizansın Türklerle savaşını, peçenerek ve kumanların Haclılarla savaşı anlatılmıştır. Mısırda düzenlenen 77
Yaşamı: İngiliz kökenli George Wheler (1650-1723) krallık rejimi taraftarı olması nedeniyle Cromwell iktidarındaki İngiltere'den uzakta sürgün yaşayan bir aile içinde Hollanda'da doğdu. Yaşamı boyunca 18 çocuğu oldu. Kent ve Oxford'da öğrenim gördükten sonra 1673 yılında Fransa, İsviçre ve İtalya'yı kapsayan bir yolculuğa çıkar. İtalya seyahati sırasında Venedik'teyken Jacob Spon'la tanışır ve birlikte Doğu'ya seyahat etmeyi kararlaştırırlar. J. Spon ile 1675-1676 yıllarında yaptığı Yunanistan ve Anadolu (Ege Bölgesi) yolculuğundan sonra, Wheler, bir seyahatin tehlike ve masraflarının ortaklaşa paylaşılmasının "bilimsel sonuçlarının da paylaşılması" anlamına geldiğini sayıp 1682'de seyahatnamesini yayınlar ancak bu yayın Spon'ın 1678'de yayınladığı yapıtının vasat bir kopyası olmaktan ileri gitmez.
42
Haçlı seferinde IX. Louis’in komutanın bu sefere ilişkin gözlemlerini Aziz IX. Lous’in Hikâyesi adlı eserinde kaleme almıştır. Seyahatini 1675 - 1676 yılında Lyon'lu Dr. Jacop Spon'un refakatinde yapmıştır. Güzergâhı: (route) Seyyah, Yenedik'ten yola çıktıklarını, Atina'da veba salgını ve sıcaktan çok kalamadıklarını ve İstanbul'a geldiklerini yazar. Atina'daki veba salgını onların İstanbul'a gitmelerine neden olmuştur. Çünkü bu seyahate çıkarken Atina'dan daha doğuya gitmek niyetinde değillerdi. “İstanbul'da da veba olmasına rağmen İngiltere elçisi Sir John Finch'i görebilmek için o sırada Edirne'de padişaha itimatnamesini (Güven Mektubu) sunmaya gitmiş olan elçinin Edirne'den dönüşüne kadar İstanbul'da kaldılar. Sir John Finch'in Edirne'den dönüşünde Trakya ve Edirne'de veba salgınının korkunç derecede yaygın olduğunu söylemesi üzerine Atina'ya dönmekten vazgeçtiler, İstanbul'a gelen İzmir'deki İngiliz tacirler ve İngiliz elçiliğinde rahiplik görevinde bulunan Dr. Covelle İzmir'e kadar seyahat ettiler.” J. Spon ile 1675-1676 yıllarında yaptığı Yunanistan ve Anadolu (Ege Bölgesi) yolculuğundan sonra, Wheler, bir seyahatin tehlike ve masraflarının ortaklaşa paylaşılmasının "bilimsel sonuçlarının da paylaşılması" anlamına geldiğini sayıp 1682'de seyahatnamesini yayınlar ancak bu yayın Spon'ın 1678'de yayınladığı yapıtının vasat bir kopyası olmaktan ileri gitmez. Venedik'ten yola çıkarak Zakynthos (Zante adası) ve Kithira'ya (Çuha adası) uğradılar, daha sonra Delos adasından geçerek İstanbul'a vardılar. Yolculuklarının devamında Bursa ve Akhisar (Thyateira)'dan geçerek İzmir'e varıp bir süre burada kaldılar. Yaptıkları ikinci yolculukta ise Zakynthos'dan Patras'a geçip Delfi'ye geldiler, oradan Atina'ya gidip buraları ve tüm Attika'yı gezdiler. Yolculuk arkadaşının tersine Wheler'in esas amacı arkeolojik bilgilerini derinleştirmekten çok bu yerlerle ilgili merakını gidermekti. Wheler yolculuğu sırasında derlediği binden fazla bitkiyi ve heykel, yazıt, sikke gibi arkeolojik nesneyi Oxford Üniversitesine armağan ader; sahip olduğu yunanca ve latince elyazmaları ise Lincoln College'e verilir. Seyahatten döndükten sonra papaz olup kilise kariyeri yapar. Wheler 1689 yılında ilk hıristiyan kiliseleriyle ilgili bir kitap daha yayınlar.1682'de yayınlanan ve bir daha basılmayan seyahatnamesinde Zante, Delos adaları, İstanbul, Bursa, Thyateira (Akhisar), Efes, Delfi, Korint ve Atina betimlenmekte.
43
HASLUCK, Frederick William78 (F.W. Hasluck) “Frederick WilliamSultanlar Zamanında Hıristiyanlık ve İslam I”
Resim 22-Frederick William Hasluck
Hayatının 1899-1916 yılları arasındaki döneminin büyük bir bölümünü Yunanistan ve Türkiye’de geçirdi. 1916’da vereme yakalandı; tedavi amacıyla İsviçre’ye gittiyse de iyileşemedi. 22 Şubat 1920’de İsviçre’de öldü. Frederick William Hasluck, (d. 1878 – ö. 22 Şubat 1920 İsviçre), İngiliz antikacı, tarihçi ve arkeolog. Daha ziyade ön adlarının başharflerinden oluşan F.W. Hasluck imzasını kullanmıştır. I. Dünya Savaşı öncesi dönemde Türkiye ve Yunanistan başta olmak üzere, Ortadoğu ve Balkanlar arkeolojisi alanında kayda değer araştırmalar yapmış, arkeolojik bulgularını antropoloji bilgileriyle zenginleştirmiş bir İngiliz arkeolog ve şarkiyatçıdır. Hasluck, Türk işgalinden önce bu tekkeye bağlı bir Aziz Nicolas kilisesinin gerçekten var olup olmadığını veya bunun popüler sınıf hristiyanları kendi mezheplerine çekmek isteyen Bektaşi’lerin bir politikası olarak uydurulmuş olabileceği sorununu gündeme getirdi. Bunun yanında, kendisi, bu tekkenin eskiden kesin olarak bir kilise olduğunu çünkü içinde azizleri resmeden fresklerin bulunduğunu ve 1907 yılında tekke/ kilisenin hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar tarafından ziyaret edildiğini yazmıştır. Babaeski’deki Sarı Saltuk Bektaşi tekkesi hasluck’un betimlediği ‘ambiguous sanctuaries’e iyi bir örnektir. Bunun dışında elimizde, hristiyanlar ile Bektaşiler arasında tekkenin yönetimiyle ilgili dini tartışmaların olduğu 18771878 Osmanlı-Rus savaşı zamanında bu tekkenin tarihiyle ilgili daha kesin tanıklıklar da var.79
78
79
Londra’da doğdu. Cambridge King’s College’da arkeoloji öğrenimi gördü. Hayatının 1899-1916 yılları arasındaki döneminin büyük bir bölümünü Yunanistan ve Türkiye’de geçirdi. 1901-1905 yıllarında, Atina’daki İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nde okuduğu üniversitenin bursiyeri olarak bulundu. Bir süre sonra da bu enstitünün kütüphanecisi ve müdür yardımcısı oldu. 1916’da vereme yakalandı; tedavi amacıyla İsviçre’ye gittiyse de iyileşemedi. 22 Şubat 1920’de İsviçre’de öldü. CHRISTINE WOODHEAD, HASLUCK, Frederick William; TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1997, C.16. s., 391-392 Thierry ZARCONE; Doğu Thrace’da Alevi Ve Bektaşilik: Babaeski’deki Sarı Saltuk Tekkesi Ve Havsa’da Arız Baba Tekkesi..Makale Tercüme eden. Özge Baydaş
44
HELMUTH KARL BERNHARD VON MOLTKE80
Resim 23Helmuth Karl Bernhard von Moltke
(26 Ekim 1800, Parchim, Mecklenburg-Schwerin –24 Nisan 1891), Alman Mareşal. Yeğeni Helmuth
Johann Ludwig von Moltke, Generaloberst rütbesiyle 1908-14 yılları arası Alman Ordusu Genelkurmay Başkanı olarak I. Dünya Savaşı'nda da görev aldı. Askeri tarihe merak sardı. 1838 yılında Genelkurmay'da görev almaya başladı. 1835-1839 arasında Osmanlı Ordusu'nda öğretmenlik ve müşavirlik yaptı. Osmanlı başkumandanı Hafız Osman Paşa maiyetinde müşavir olarak Nizip Muharebesi'ne katıldı. Berlin'e dönünce önce Magdeburg'daki 4. kolordu kurmay başkanlığına, sonra veliaht Friedrich Wilhelm'in yaverliğine atandı. 1857 yılında Friedrich Wilhelm imparator olunca, Genelkurmay Başkanlığı'na getirildi. 24 Nisan 1891 tarihinde Berlin'de öldü. “Briefe aus der Türkei” (Türkiye'den Mektuplar) adlı kitabı “Türkiye'de Moltke'nin Türkiye Mektupları” ismi ile basıldı. Kitabında Edirne’ye yer vermiş. Askeri harakatlarında Trakya’da ki yer değiştirmelerine yer vermiş ancak Babaeski ve çivarı hakkında bilgi verilmemiş. II mahmut tarafından Osmanlı ordusunda yenilik yapmakla görevlendirilmiştir. Kopenhag Askeri Okulu'nda okudu, Danimarka ordusunda hizmet gördü. 1828'de Prusya ordusuna geçti. Clausewitz'in etkisi altında kalarak askeri tarihe merak sardı. 1838 Genelkurmaya girdi. 1835-1839 arasında Osmanlı ordusunda öğretmenlik ve müşavirlik yaptı. Osmanlı başkumandanı Hafız Osman Paşa maiyetinde müşavir olarak Nizip Muharebesi'ne katıldı. Berlin'e dönünce önce Magdeburg'daki 4. Kolordu kurmay başkanlığına, sonra veliaht Friedrich Wilhelm'in yaverliğine atandı. Friedrich Wilhelm kral olunca, Moltke’yi genelkurmay başkanlığına getirdi (1857) 1866 ve 1870 savaşlarında Avusturya ve Fransa'ya karşı harekâtı yönetti ve büyük saygınlık kazandı. Alman İmparatorluğu'nun kuruluşundan sonra, 1871’de kont, 1872’de Yüksek Meclis üyesi oldu. 1870’in konfederasyon ordusunu gerçek bir Alman ordusu haline getirdi. Kumandası altında bu orduya Prusya askeri geleneğini aşıladı. 1888’e kadar tam otuz bir yıl genelkurmayı yönetti.
80
45
HENRY BLUNT “A Voyage into tlıe Levanı “”Doğu Akdeniz'e bir yolculuk… (1636)”
Resim 24--Henry Blunt
Henry Blunt, 1634 yılında İstanbul ve Doğu Akdeniz'e yaptığı seyahatinin amacını kitabının giriş kısmında anlatır. Seyyah, Türkler hakkındaki görüşünü anlatırken seyahatinin amacını da açıklar: "dünyamızın güney doğusunda Türklerin yönetimi altındaki bölgelerde insanların yaşamları farklıdır. Türkler (günümüzde) yegâne modern millettir. Yeni atılımlar ve işlerde büyüktürler, onların imparatorluğu birdenbire dünyayı istila etmiştir."81 Onun bu sözlerinden 17. yüzyılda Avrupa'da Osmanlı Türkleri için nasıl bir düşünce oluştuğu anlaşılır. Güzergâh: Henry Blunt, 1634 yılının mayıs ayının yedisinde Venedik'ten bir Venedik gemisiyle denize açılarak Levant seyahatine başladı. İstirya'da bir Venedik şehri olan Ra Vinio üzerinden yoluna devam etti. Henry Blunt'ın karayolunu seçtiği anlaşılıyor. Birlikte seyahat ettiği kervan Niş'ten geçtikten on iki gün sonra Sofya'ya vardı. Seyyahın Sofya'dan ayrıldıktan sonra yoluna bir yeniçerinin koruyuculuğunda devam ettiğini biliyoruz. Pazarcık'tan iki gün sonra Filibe'ye vardı. Filibe82'den beş gün sonra geldiği Edirne için şöyle yazar: “dört gün boyunca Trakya'nın pek çok güzel şehirleri arasından geçerek beşinci gün buradaki en önemli şehre geldik, bu şehir bütün Türkiye'de (diğer) önemli şehirlerden biridir, burası Edirne'dir. "83 Henry Blunt, Edirne' de on gün kaldıktan sonra Burgaz ve Çorlu'yla diğer küçük şehirlerden geçti. Bu -- Henry Blunı, A Voyage into the Levanı. Londra, 1638, s. 2. -- Seyyah, bu bölgenin güneyinde Sofya'dan on altı veya on sekiz mil uzaklıkta olduğunu söylediği Rodop matem tuttuğu yer olarak iyi bilindiğini fakat kendi zamanında burada ancak soygunlar yapıldığını yazar.(Henry Blunı, A Voyage into the Levanı, s. 2 1.) 83- Henry Blunı, A Voyage into tlıe Levanı, s. 21 81 82
46
şehirlerin pek güzel olduğunu ve her birinin mescit, medrese, hastaneler, hanlar ve köprülerle imar edilmiş olduğunu yazar. Birlikte seyahat ettiği koruyucusu yeniçeriyle Çorlu'dan altı gün sonra Silivri'ye vardılar. Silivri'de iki gün kaldıktan sonra üç günde lstanbul'a geldiler.”diye yazmıştır. Henry Blunt'ın Spalato'dan İstanbul'a kadar yolculuğu elli iki gün sürmüştü. Sir Henry Blount: “Doğu Akdeniz'e bir yolculuk… (1636)” kitabından Hertfordshire'da doğan Sir Henry Blount (1602-82), St Albans, Trinity College Oxford (BA: 1618) ve Gray's Inn'de eğitim gördü. Daha önce Fransa, İtalya ve İspanya'ya kısa ziyaretlerde bulunan Blount, hesabının dayandığı yolculuğa çıktı. Venedik'ten (Mayıs 1634) ayrılırken, kadırgası Adriyatik'ten Dalmaçya'daki Spalato'ya doğru yelken açtı. Oradan, dokuz günlük bir yolculuğun ardından Saraybosna'ya varmak için Dinarik Alpleri ve Bosna Ovaları'nı geçti. Oradan Türk Ordusu eşliğinde ayrılıp, Polonya ile savaşa giderken üç gün sonra Belgrad'a ulaştı. Oradan, Sofya (Bulgaristan) ve Edirne üzerinden, elli iki günlük karadan yaklaşık 1.500 mil (2.400 km) yolculuktan sonra Konstantinopolis'e ulaştı. Konstantinopolis'te beş gün kaldıktan sonra (bu süre kısalığı, Metinde özür diliyor) o zaman Mısır yolunda İskenderiye ve Kahire'yi ziyaret ettiği ve Gizeh'e ve Fayyum'daki labirenti ziyaret ettiği Mısır yolunda Türk filosuyla bir geçit bulmayı başardı. Dönüş yolculuğu, Palermo'ya giden bir Fransız gemisindeydi; daha sonra Roma, Floransa, Bolonya ve Venedik üzerinden İngiltere'ye geri döndü.84 Anlaşıldığı kadriyle Babaeski ve çevresinden geçmiş ancak buraları hakkında bilgi vermemiştir.
84
https:// www.taylorfrancis.com/ books/e/ 9780203714409/chapters/10.4324/9780203714409-13
47
HENRY C. BARKLEY85 .. Barkley, H.. C -ANADOLU VE ERMENİSTANA YOLCULUK
Resim 25-Henry C. Barkley
İngiliz inşaat mühendisi olan Henry C. Barkley 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı coğrafyasının Balkan ve Rus harpleri yüzünden karışık olduğu dönemde, Balkanlar üzerinden Anadolu'ya seyahat eder. Barkley, Balkanlardaki demiryolu yapımına katkılarda bulunurken, Anadolu ve Balkanlar'a yaptığı gezilerle ilgili günlük tutar. Günlükler, yoğun ilgi üzerine 1877 yılında Londra'da basılır. O dönemde günlük hayata dair önemli bilgiler verir. Barkley’in en çok dikkatini çeken konu Osmanlı’daki iş anlayışı, iş organizasyonu ve zaman yönetimi olmuştur. Bulgar topraklarında ilk iki demiryolunu yaparak, Osmanlı İmparatorluğu’nun teknik ilerlemesine katkıda bulunan Barkley’in, sübjektif, kişisel, hayali ve İngiliz kültürel bakış açısı ile yazdığı görülür. Kitaplarını İngiltere’ye döndükten sonra yazması da anlattıklarının gerçeği tam olarak yansıtmadığını gösterir. Farklı bir kültürle karşılaşmadan doğan fikir ayrılığı sebebiyle, konuşulan hiç bir kelimeyi anlamadığı gibi, insanların davranışlarını da tuhaf bulmuş, yardıma ihtiyacı olduğu halde kimseye güvenmeye korkmuştur (Barkley, 1877, s. 17). Barkley Balkanlarda aynı bölgede yer alan farklı milletler hakkında yazdıklarını kendi değerler sistemi ile karşılaştırarak yazar. Barkley, Türklerin tren sistemine doğaüstü veya kötü olarak bakmaları onların anlamadıkları şeylerden korktuklarını ve yeni icatlarla karşılaşmak istemediklerini gösterdiğini anlatır (1877, s. 20). Aynı şekilde, telgraf ve diğer icatların yarımedeni Türklere uymadığını iddia eder. Zihninde tarım toplumu yerine teknik olarak ilerlemiş bir toplumu canlandırır. (Barkley, 1877, s. 23). Enerjik mühendis demiryolu yapmak gibi zor bir görevi kalifiye olmayan işçilerle yaptığı için, boş sohbetlerle harcayacak zamanı olmadığını anlatır. Ancak Osmanlı’da zaman alan günlük ritüellere saygı göstermek gerektiğini, özellikle misafir ağırlamanın çok zaman aldığını, zenginlerin kahve ve tütün içerek, ‘faydasız’ işler yaparak zaman geçirdiklerini söyler.
85
Barkley, H.. C. (1877). Bulgaria before the War during Seven Years’ Experience of European Turkey and Its Inhabitants, Mursay, London
48
İBN BATTUTA86----(1332)
Resim 26--İbn Battuta
Dobrucadaki Sarı Saltuk’tan bahsediyor87 “10 Şevval'de Bizans imparatorunun kızı ve Sultan Uzbek'in üçüncü hatunu olan Beylun'un kafilesinde Ukek, Sudak, Baba Saltuk (=Dobruca) yoluyla Kostantiniye yani İstanbul'a gelen seyyah, imparatorun ismini herhalde unutmuş olacak ki, klişe bir ad vererek "Tekfur b. Circis"le görüştüğünü belirtir. Gerek imparatorun ismi, gerekse güzergâhtaki kapalılık sebebiyle ilk araştırmalarda Kostantiniye seyahatinin uydurma olduğu ileri sürüldüyse de sonraki araştırmalarda İstanbul'la ilgili bilgilerin büyük bir kısmının doğru olduğu belirtilmiştir.” İbn Battûta Seyahatnâmesi, İstanbul, YKY, C.1, s: 32
--1332'de Arap gezgini İbn Battula'nın ziyareti tamamen usulüne uygun geçti. Trakya’ya geçmedi, Kırım türklerine gitti örnekleri kırımdan 87 (İbn-i Battula Seyahatnamesi, Paris baskısı, c. II, s. 416~) ? 86
49
JEAN-BAPTİSTE TAVERNİER (1631-1664)
Resim 27--Jean-Baptiste Tavernier
Yaşamı: Kuyumcu zengin bir tüccarın oğlu, olarak Paris'te doğdu ve babasının işini takip etti. 1664 yılında Lyons tüccarı M.Raisin ile seyhatti Doğu Hint Adaları'na başladı. Konstantinopo lis ve Karadeniz tarafından yolculuk ettiler. 1666'nın başlarında İran’a ulaştılar. Aynı yıl Şah II. Chardin'i mücevher satın almak için seyahı ajanı yaptı. 1667'nin ortasında Hindistan'ı ziyaret etti ve 1669'da İran'a döndü. Ertesi yıl Paris'e geldi. İran'da 'Le Couronnement de Soleiman Troisième' adlı bir görgü tanığı olduğu bazı olayların yazıp yayınladı, Paris, 1671. Sir John 1713'te Londra'nın Chiswick şehrinde öldü. Turnham Green'e (Chiswick) gömüldü. 1687 yılında paris’te yayınlanan Les Six Voyages de Jean- Baptiste Tavernier (Jean-Baptiste Travernier’in Altı Seyahati) adlı eseri Fransa’dan Orta Doğu’ya 1631 ile 1664 tarihleri arasında yaptığı altı seyahatini kapsar. Seyahatleri, İstanbul’dan İsfahan’a, İzmir’den İsfahan’a, Marsilya’dan İskendiriye’ye ve buradan halep üzerinden tekrar İsfahan’a. Güzergâhı “Le Six Voyages de J.B Tavernier” adlı eserinde belirttiğine göre, 1630 yılında III. Ferdinand’ın kraliyet törenine katılmak amacıyla Regensburg’a yola çıkmıştır. Ancak bu tören 1636 yılında gerçekleşmişti.. Kendi sözlerine göre o zamana kadar İtalya, İsviçre, Almanya, Polonya ve Macaristan, İngiltere, Hollanda ve Fransa’yı gezmişti ve bu ülkelerin ana dillerini konuşabiliyordu. Dolayısıyla bundan sonraki seyahatlerini Doğu’ya yapmaya karar vermişti. Regensburg’da Peder Joseph’in yardımlarıyla Doğu Akdeniz’e yolculuk eden bir seyyah grubuna katılmayı başardı ve onlarla birlikte 1631’de İstanbul’a vardı. 11 ay burada kaldıktan sonra Tokat, Erzurum, Erivan ve İran’a geçti. Bu ilk seyahatinde gittiği en uzak yer İsfahan’dı. Bağdat, Halep, Malta ve İtalya’yı da gezerek 1633 yılında Paris’e geri döndü. Takip eden 5 yıl içerisinde ne yaptığı tam olarak bilinmemekle birlikte Orleans düküyle yaşadığı sanılmaktadır. 50
1638-43 yılları arasında 2. Yolculuğunu gerçekleştirdi. Bu yolculuğunda Halep’ten İran’a, oradan da Hindistan’a geçen Tavernier Agra ve Golkonda’ya kadar seyahat etti. Bu seyahatinde Moğol İmparatorluğu'na ve elmas madenlerine yaptığı seyahatlerle büyük oranda değerli taşa sahip olan Tavernier önemli bir tüccar haline geldi. Müşterileri arasında Doğu’nun en önemli prenslerinin dahi bulunduğu Tavernier, bu 2. Seyahatinden sonra 4 seyahat daha yaptı. 3. Seyahatinde Java’ya kadar giderek Cape’ten geri döndü. Jean- Baptiste Tavernier, Tavernier Seyahatnamesi kitabında Babaeski geçişlerini anlatmamış kitabında bu bölümü aşağıdaki gibi yazmıştır. “Durazzo'ya üç günlük uzaklıktaki Elbasan’dan ve bu sonuncu kente aynı uzaklıkta bulunan Manastır’dan geçilir; Manastır’dan sonra, soldaki yoldan devam edilerek Sofya ve Filibe’den ya da sağdaki yoldan devam edilerek Manastır’a üc günlük ve Edirne’ye on günlük yoldaki ‘İnguischer’den geçilir; Edirne’den sonra, Silivri’den geçilerek beş günde İstanbul'a varılır.”88
[Ecuyer Baron d'Aubonne, Monsieur Jean-Baptiste Tavernier'in Türkiye, İran ve Hindistan'daki altı seyahatinden örnekler
88
Jean-Baptıste Tavernıer- Tavernier Seyahatnamesi- Haziran 2006, İstanbul, Kitap Yayınevi Ltd.,s.44
51
JEAN-HENRİ ABDOLONYNME UBİCİNİ,
Resim 28-UBICINI, Jean-Henri Abdolonyme
Resim 32/a Abdolonynme Ubicini,
19. Yüzyılın ortalarında İstanbul’da uzunca sayılabilecek. Jean-Henri Abdolonynme Ubicini, olarak anılır. 20 Ekim 1818’de Issoudun’da (Fransa) doğdu. Lombardia asıllı bir ailenin çocuğudur. Gençliğinde birkaç yıl kolej öğretmenliği yaptı. 1846’da seyahate çıkarak İtalya, Yunanistan üzerinden İstanbul’a gitti (1847). 1848’de Bursa ve İzmir’e geçti. Aynı yıl Eflak ve Boğdan’da çıkan ayaklanmalar esnasında kurulan geçici hükümetin sekreterliğini üstlendi. Bu iki prensliğin Rus işgaline uğramasına ve Türk ordusunun Eflak’a girmesine tanık oldu. Sorun çözüldükten sonra İstanbul’a döndü ve Fuad Paşa’ya bilgi verdi. İstanbul’da bu ilk kalışı üç yılı buldu. 1855’te bir defa daha İstanbul’a geldi. Ubicini İstanbul’da geniş bir çevre edindi. Türkçe’yi edebî metinlere nüfuz edebilecek ölçüde öğrendiğinden Doğu kaynaklarını değerlendirebilecek donanıma sahipti. Ardından Paris’e döndü. 27 Ekim 1884’te Vernou sur Brene’de öldü. İstanbul’a yolculuğunu konu alan ve 1850 yılının Martından başlamak üzere Moniteur Universel’de yayımlanmaya başlanan mektuplarının kitap haline getirilmiş şeklidir.89
-ZEKİ-ARIKAN ‘UBICINI, Jean-Henri Abdolonyme’ TDV İslâm Ansiklopedisi İstanbul' 2012; C. 42. s, 32-33
89
52
JOHANNES SALOMON SCHİLTBERGER
Resim 29-Johannes Schiltberger
Johann Schiltberger Alman bir seyyah ve yazardı. Soylu bir aileye aitti, muhtemelen Münih ve Freising arasında bulunan Hollern'de doğmuştu (Salomon Schweigger (1578-1581) Sultanlar Kentine Yolculuk Osmanlılara esir düşen Johannes Schiltberger, firar ettikten sonra, kendisiyle birlikte şehirde gezintilere çıkan Johann Schiltberger…1576 yılında çalışmalarını tamamlayan ve iş arayan, Habsburg'un İstanbul Büyükelçisi Joachim von Sintzendorff (1578–81) tarafından büyükelçilik papazı olarak işe alındı. Elçilik heyeti Belgrat’a vardığı zaman gemiyle yolculuklarından sonra, karayolu ile devam edip, 1578 yılının 1 Ocak günü İstanbul’a vardılar. İstanbul’da Kervansarayda kalan Seyyah burayı çok beğenmiş, hatta saraya benzetmiştir.90 Elçilik Heyeti saraya vardığı zaman tarih 17 Ocak 1578 gösteriyor. “Ancak bu kulelerin duvarları yıkık ve haraptır, çünkü Türkler hiçbir şeyi onarmazlar. Kentin içindeki binalar derme çatma ve bakımsızdır. Çoğunluğu kireç bile kullanmadan, sadece çamur ve kille yapılmıştır. Evler alçaktır ve az ışık görür.”91 Johannes Schiltberger, 1581 yılında Konstantinopolis’den ve Mısır ve Kudüs gitti, O alıntı nerede Adam Reusner. Ramla'yı(İsrail’de) ziyaret ederek şehirdeki Yahudi nüfusu hakkında yorum yaptı. Kendisinin 12.yüzyılda Ketton'lu Robert'den Latince'nin çevirisine dayanan Andrea Arrivabene tarafından 1547'nin ilk İtalyanca versiyonundan tercüme edildi. Schweigger'in Latince metne başvurmaması şaşırtıcıdır. Schweigger'in Arapça Kur'an'ın Latince çevirisinin İtalyanca çevirisine ilişkin Almanca çevirisi 1641'de Hollandacaya çevrildi ve Hamburg'da basıldı. 71 yaşında öldü. Nürnberg ve en gömüldü Aziz Rochus Mezarlığı'nda gömüldü. “Adrianopolis'e 22 Aralık'ta vardık. Türkler bu kente Edirne' diyorlar. Birçok yazar ise Vscudama veya Oreste diye söz eder. Şehre girerken genç Türk kabadayıları "Gâvur, gâvur!" diye bağrışarak bizi kartopuna tuttular. (Bu söz "Tanrı'ya inanmayan" anlamına gelmektedir.) Büyük kartoplarından biri benim efendime isabet etti. Yeniçeriler bile bu başıbozuk grubun küstahça saldırılarını engelleyemediler. Kentin yargıcı olan kadı, efendimi büyük bir nezaketle karşıladı ve bizi Türklerin bir çeşit vakıf binasına götürdü. Elçi cenapları da onu gündüz yemeğine davet etti ve armağan olarak güzel bir av tüfeği verdi. Konukevi çok soğuk olduğundan ve yakacak odun da bulunmadığından, hizmetkârlar ele geçirdikleri tahtaları söküp ateş yaktılar ve böylece soğuğa karşı önlem almaya 90
- Salomon Schweigger, a.g.e. s.57. - Salomon Schweigger, a.g.e. s.120.
91
53
çalıştılar. Bu sefer de Türkler büyük bir gürültü kopardılar ve efendimi zarar ziyanı ödemeye zorladılar. Sonuçta birkaç parayla halledilebilecek olan sorun bize iki taler'e mal oldu. Konakladığımız vakfın bağlı olduğu cami (Dschuma) çok görkemli bir yapıdır. Sultan Selim bu camiyi Kıbrıs adasının fethinden sonra yaptırmış ve fetihten elde ettiği bütün kazancı buraya harcamış. Bina çok büyük ve dışı gayet güzel kesme taşlar kullanılarak yapılmış, içi ise güzel renkli taşlarla -mermer, kaymaktaşı, yılantaşı- ve başka değerli malzemelerle süslenmiştir. Ama bu binanın inşaatını yapanlar Türkler değil, tutsak alınıp köle olarak kullanılan İtalyanlardı. Türkler böyle bir işi başaramazlar. Caminin ortasına denk gelen kubbeden bir daire halinde sıra sıra 500o kandil sarkmaktadır. Binanın dört köşesinde çok yüksek ve yuvarlak birer kule (minare) bulunuyor. Her birinin çevresini dolanan ve çelenk gibi görünen, nefıs taş oymacılığıyla yapılmış üçer şerefesi var. Minarelerin içine sarmal şeklinde dolanarak ta tepeye kadar yükselen üç merdiven sığdırılmış ve bunlar birer duvarla birbirinden ayrılmış. Fakat minarelerin görünümü o kadar ince ve zarif ki, içine birkaç basarnağın veya bir tek merdivenin sığabileceğine bile insanın inanası gelmiyor. Oysa merdivenler ta tepeye, çatıya kadar çıkıyor. 24 Aralık'ta keskin soğuk ve kar yağışıyla birlikte çok şiddetli bir fırtına çıktı. Şirin bir köy olan Hapsa'da [Havsa] yolculuğumuza ara verip konakladık. Burası o dönemler en üst düzeydeki paşalardan olan vezir-i azam (Vesiriasem) Mehmed Paşa'ya92 aitti. Güzel bir ibadet evinin yanındaki gösterişli kervansarayda İsa Peygamber'in doğumunu dualar ederek, ilahiler söyleyerek, okuyarak, törenlerle kutladık. 26 Aralık'ta Porgas [Lüleburgaz] köyünde geceledik. 27 Aralık'ta Propontis [Marmara] adı verilen denizin kenarına vardık ve Silembria [Siliyri] köyünde geceyi geçirdik. 28 Aralık'ta Pontigrando, yani Büyük Köprü [Büyükçekmece] denen yerde konakladık. Aralık ayının son gününde Pontipieolo veya Küçük Köprü' deydik. Burası Konstantinopolis'ten bir mil mesafededir. İmparatomn elçisi Bay David Ungnad, maiyetinde bulunan vaiz Bay Stephan Gerlach'ı93 birçok hizmetliyle birlikte, değerli efendimi ve maiyetini güzel meyveler ve erzak sunarak karşılamakla görevlendirmişti. Armağanlar sunulup selamlaşma merasimi bitince, karşılama heyeti tekrar Konstantinopolis' e döndü.”94
Burada sözü edilen kişi Sokollu Mehmet Paşa'dır. "Gerlach": Stephan Gerlach (1546-1612), Tübingenli din bilimcisi. David von Ungnad adındaki elçinin ınaiyetinden olup 1573-1578 yıllarında elçilik vaizi olarak İstanbul'da bulunmuştur. Bu görevi sırasında çok büyük bir titizlikle tuttuğu günce ı674'te yayınlanmıştır. 94 Salomon Schweıgger; Sultanlar Kentine Yolculuk - İstanbul Agustos 2004, Kitap Yayınevi Ltd. s.51 92 93
54
JOHN COVEL
, 1675 yılında uğradığı Babaeski’nin yaşı kemale ermiş bir Türk tarafından Hristiyanlardan alındığını ve bu yüzden burasının “Baba” olarak adlandırıldığını söylemiştir. Covel’ın bu ifadesinde kastedilen kişinin Sarı Saltık olduğu barizdir. Halkın büyük bir eren olarak kabul ettiği bu kişi, Rumların hatırasını sürdüren Aziz Nikolaos adındaki küçük bir kilisede gömülüdür. İbadethaneye çevrilmiş olan bu yer görünüş itibariyle hemen hemen Ayasofya’ya benzemektedir. John Covel, kilisedeki gözlemlerini sonlandırırken bu ibadet yerinde oraya gelenleri karşılayan bir yaşlı kadının bulunduğundan ve o dönemde kilisenin hâlâ tam olarak ayakta olduğundan bahsetmiştir (Hasluck, 2013, s. 328-329).
KEÇİCİZADE İZZET MOLLA 55
Bir ara Keşan’a sürülen divan şairi Keçicizade izzet molla (1785-1829) Babaeski’den. Lüleburgaz’dan geçmiş, buradan kısaca söz etmiştir. Babaeski “Havası güzel, iç açıcı bir yer, göğü üzüntü tozundan ( Osmanlı-Rus savaşı’ndan dolayı solunmaz durumdadır.) arınmış. O baba kimse, büyük kişi imiş, kuşkusuz ermiş biri imiş. Her yeri gören dağın tepesine oturup o gece orada çöküldü. Kadınlar ve erkekler beni görmeye geldiler” (kutluk. 517)95 Merhale-i Babaeskisi 3878 Göründü yol üstünde bir hânekâh Babaeskisi'ymiş o ârâmgâh 3879 Müferrihce bir yer hevâsı latîf Gubâr-ı kederden fezâsı latîf 3880 O baba kim ise büyük zât imiş Bilâ-şübhe sâhib-kerâmât imiş 3881 Makâmı olup zirve-i kûhsâr Nümâyân idi ol alemde kenâr 3882 Olundu o şeb anda hatt-ı rihâl Beni seyre geldi inâs u ricâl 3883 Tutup Rûmeli ülkesin şöhretim 392 Bilirlerdi meşhûr olan İzzet'im Keçicizade Izzet Molla, Mihnetkeşân, Sayfa 391 (dijital-Chronicle)
95
Yurt Ansiklopedisi; "Kırklareli" Maddesi, C.7, Anadolu Yayıncılık A.Ş. İstanbul, 1982-1983, s.4885;
56
LADY MONTAGU MADAM (1689 – 1762) 96
26 Mayıs 1689'da soylu bir ailenin kızı olarak Londra'da dünyaya geldi. 1717 – 1718 yılları arasında, İngiltere’nin İstanbul Sefiri olan Wortley Montagu’nun eşi olarak Osmanlı Devleti’ni ziyaret eden Lady Montagu, The Turkish Embassy Letters isimli kitabında o döneme ait Türk sosyal hayatına dair önemli tespitlerde bulunmuştur. Lady Montaqu, Türkiye Mektupları 1717–1718 (çev. Aysel Kurutluoğlu Yayın yeri yılı yok, s. 71), İstanbulu da anlattı.
96
Leydi Mary 1689 yılında Londra'da soylu bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Çocukluk yıllarında şiir yazmaya başladı ve Latince öğrendi. Kendisinde 11 yaş büyük bir politikacı olan Edward Wortley Montagu'ya âşık oldu. Babasının onayını almadan 1712 yılında Edward Wortley Montagu'yla evlendi. 1716 yılında eşi İngiltere'nin Osmanlı elçisi olarak atandı. Leydi Montagu eşi ve oğluyla birlikte İstanbul'a geldi. Lale Devrinin başlangıcına rast gelen bu dönemde 2 yılını İstanbulda geçirdi. İngiltere'deki arkadaşlarına İstanbul'daki izlenimlerini en ince ayrıntılarıyla anlatan birçok mektuplar yazdı. 1718 yılında eşiyle birlikte Londra'ya geri döndü ve sosyetenin aranan bir üyesi oldu. Hikâyeler ve çeşitli konularda makaleler yazdı. Diğer soylularla çeşitli konularda topluma açık tartışmalara girdi. Bazı görüşlerinlerden dolayı feminizmin ilk savunucularından biri olarak kabul edilmektedir. 1738 yılında Venedikli Kont Francesco Algarotti'ye âşık oldu. Eşi ve çocuklarını terkederek İtalya'ya gitti. Kont Algarotti'yle aralarının bozulmasına rağmen yaşamının geri kalan bölümünün çoğunu İtalya'da geçirdi. 1762 yılında Londra'da öldü.
57
Resim 30- Lady Montagu türkiyede Türkçe basılsan ktaplardan bazıları.
Çorlulu Ali Pasa Medresesi'inden yazdığı mektuplar İngiltere'ye varmış, türkçe'ye bile çevrilmistir.97 Sayfa 9091 de Babaeski’yi yazmadan Edirne Çorlu-Silivri Çekmece’ye atlıyor. Önceki sayfalarda Edirne’yi çok iyi anlatıyor. İyi aile kızı deyimini hak eden kadınlardan birisidir, genç kızlık ismiyle Mary WORTHLEY. (1689-1762). 18. yy.'in ilk yarısında ne kadar önemli sahsiyet varsa hemen hemen hepsiyle görüsmüs, mektuplasmıstır genç kızlık zamanında. pen friend'inin ağabeyi ile evlenip Lady Montagu olan Mary, evlenince kocasının sürekli isleriyle uğraşmasından dolayı çok sıkılmıştır. Kocası gerçekten de, amcaoğlu John Montagu'nun icadı sandviçin patentini alıp bunu heryerde satmak için mağazalar zinciri açmak istemekte, icatin sahibi ise "daha zaman erken, daha dondurucular icat edilmedi, satamadığımız mal elimizde kalırsa ne yaparız" diye itiraz etmekte, Lady Montagu de bu tarıismalardan çok sıkılmaktaydı gerçekten de. Haklıydı da Genç kızken hayal ettiği evlilik bir sandviçe indirgenemezdi İlla da evlilikle sandviç arasinda bir ilgi olacaksa, bu uykulu sandviç olmalıdır diye aklından geçirmekteydi. "Daha kitle turizmi baslamadan söyle bir doğuya doğru geziye çıkayım" diye düşünür sonunda. Aslında niyeti Katmandu'ya gitmek olmasina rağmen kocasına ben 'india'ya kadar bir gidip geleceğim demiş, kocası da bunu 'İtalia' anlayip itiraz etmemişti. Türkiye'ye geldiğinde özellikle Edirne ve İstanbul'da bol bol dolaşmıştır. (Bazı kaynaklar kocasının İstanbul'a elçi olarak gönderildiğini, Lady Montagu'nun de o nedenle İstanbul'a geldiğini iddia ederlerse de bu, 18. yy.da genç bir kadının tek başına dolasmasındaki acayipliği ört bas etmek için uydurulmuş bir resmi tarih versiyonundan başka birşey değidir). İstanbul'da Çemberlitaş'ta bulunan bir youth hostel'de kalan Lady Montagu çay ve simitten ibaret kahvaltılarını Çorlulu Ali Pasa Medresesinin avlusunda yapıyor, oradan ingilitere'deki tanıdıklarına mektuplar yazıyordu. Bu mektuplarinda özellikle 18. yy. Türkiye'sindeki kadınlarin durumunu incelemiştir. (Bu mektuplar modern sosyolojinin ilk önemli eserleri sayılır. Daha sonraları, kadin muhabbetlerinin amerikan üniversitelerinde yapilan biçimine verilecek ad olan women studies icat olunmadan, 19.yy'da Friedrich Engels lady montagu'nün mektuplarini okuyacak, "o zaman türkiye'de kadinlara ne yapiliyorsa simdi de ingiltere'de isçi sinifina o yapiliyor" diyerek bir çırpıda inglitere de emekçi siniflarin durumu'nu yazacaktır). 29 Mayıs 1717 tarihli Rahip Conti’ye yazıdığı mektupta Babaeski’den geçişinde Babaeski’den bahsetmemiş ama yolda gördüğü manzarayı şöyle tasvir etmiştir. “Son derece düzel bir havada çol hoş bir yolculuk yaptım. Çayırların, senenin en güzel mevsimi olan bu günlerde son derece güzel bir görünüşü var. Her 97
Ekşi sözlük
58
taraf çiçekler, kokulu otlarla dolu. Arabanın tekerlekleri çayırı ezdikçe havaya güzel kokular saçılıyordu. Padişah eşyalarımız için üstü örtülü otuz araba ile cariyeler için beş araba bağışladı. Orduya katılmak için Anadolu’dan ağırlıkları ile beraber gelen iri yarı sipahiler yolları tamamen kaplamışlardı. Bunlar her zaman yola çadırları ile beraber çıkıyorlar. Ben evde oturmak istediğim için çadır almadım… Çorluya geldik…”98 Mektupları basılmış. III. Ahmet zamanı Edirne’ye gitti.99 İstanbul'da yazdığı mektuplar (Şark Mektupları) ölümünden sonra 1763 yılında kitap halinde yayınlandı ve Avrupa'da ilgiyle okundu. Bu mektuplar Turkish Embassy Letters adı altında halen basılmaya devam etmektedir ve Türkçeye de tercüme edilmiştir. Bu mektuplar genelde Osmanlı toplumunu olumlu bir şekilde yansıtmaktadır. En gerçekçi Türk temaları ve tasvirleri Lady Mary Wortley Montagu’nün kitaplarında ve yazdığı The Turkish Embassy Letters - Elçilik Mektupları’nda yer alır. The Turkish Embassy Letters 1716 ve 1718 yılları arasında yazılmış, Montagu’nün İngiltere’den Türkiye’ye ve tekrar İngiltere’ye seyahatlerindeki izlenimlerini kaleme aldığı 58 mektuptan oluşur. Montagu mektuplarında, kültürel konular, giysiler, kadın-erkek ilişkileri, kadın özgürlüğü ve tıbbi uygulamalar gibi konuları detaylı bir şekilde örneklendirir. Mektupları kız kardeşi Lady Mar, eşi Edward ve arkadaşı Alexander Pope gibi farklı kişilere yazar. Ölümünden bir yıl sonra yayımlanan mektuplar sayesinde, Montagu, M.Ö. 4. yüzyıldan bu yana ilk kadın seyahat yazarı olarak kabul edilir. Gerçek Şarkiyatçılığın öncülerinden olarak benimsenen Lady Montagu Doğu’lu kadınlar hakkında bilinen yanlışları düzelterek İslam ve Doğu’lu kadınları yanlış anlatan yazarları eleştirir (Queijan, 1996). Eşinin İstanbul’a Büyükelçi olarak atanması ile birlikte Lady Mary Wortley Montagu İstanbul’a gelerek, mektuplarında İngiltere’de Türkler hakkında bilinenlerin doğru olmadığına ve önyargılı olduğuna dikkat çeker. Lady Mary Montagu’nün Türkiye’den yazdığı mektuplar, İslam toplumunda aile düzeninin inceliklerini, Türk adet ve geleneklerini anlatır. 1717 yılında Osmanlı döneminin kültürünü, günlük yaşantısını incelemeye başlayan Montagu, 1718 yılında öğrendiği, Osmanlı dönemi kadınlarının uyguladığı ve Avrupa’da bilinmeyen çiçek aşısından çok etkilenir ve mektuplarında övgü ile bahseder (Montagu, 1718 ‘Dining with the Sultana’). İngiltere 80 yıl (Jenner tarafından çiçek aşısı bulununcaya kadar) Montagu’nün Türkiye’de öğrendiği bu aşı ile korunmuştur. Lady Mary Wortley Montagu Türk kültürü ile ilgili gözlemlerini günlük ve mektuplar halinde yazmış, İngiltere’ye döndükten sonra gezi notlarını, günlük ve mektuplarını düzenlemiştir. Montagu’nün kızı Lady Bute günlükleri yakmış, mektupların yayınlanmasına engel olmaya çalışmıştır, fakat nihayetinde mektuplar 1763 yılında Montagu’nün ölümünden bir yıl sonra yayınlanmıştır. The Embassy Letters basılır basılmaz popüler olmuş, yoğun talep üzerine yeniden basılmıştır. Heffernan, 1999. Montagu’nün 1 Nisan 1717’de Lady Mar’a yazdığı mektup orientalist bakış açısının tam tersini belgelendirdiği için önemlidir. Montagu katıldığı bir davette gözlemlediği yerel kültürü etkili bir şekilde ifade eder. Türk kadınını ancak Edirne’deki en üst sınıftaki kadınlarla karşılaştırabileceğini söyler. Montagu detaylı gözlem yapabilmek için Türk kadını gibi giyinir. Türk kadınının güzelliğini anlatmak için en güzel sıfatları kullanır: ‘Burada bizim korumamız altında güzel olmayan kadın göremezsiniz… İngiliz sarayında buradaki kadar güzel kadın göremezsiniz’ ifadelerini kullanarak, daha önce İngilizlerin Türklerden üstün olduğunu iddia eden orientalist bakış açısı ile yazılmış olan eserlere karşı çıkar. Ancak, Montagu’nün kullandığı ‘bizim korumamız altında’ ifadesinde, kendini Osmanlı Devleti’nde İngiliz diplomasisinin bir parçası olarak gördüğünü ve sömürgeci söyleme hizmet ettiği söylenebilir. Aynı şekilde Lowe bu konuya dikkat çekerek, Montagu’nün bazı tasvirlerinin 18. yüzyıl Türk-İngiliz ilişkilerini geleneksel Avrupa merkezli (Occidental)
98 99
Madam (Lady) montekü mektupları Edirne Peremeci, Osman Nuri, Edirne Tarihi, Resimli Ay Matbaası, İstnbul,1935, s. 24
59
LE CORBUSIER -Şark Seyahat
Harita 1--LE CORBUSIER100 -Şark Seyahati Güzergahı.
Srara-Zagora 'ya (Eski Zağra) giderken tam on tane menzilde konaklamak gerekti. Sabahın üçünde kalktık yataktan. Küçücük, üstü açık ve pis mi pis bir arabada ısınmaya çalışıyoruz; altı kişiyiz, uykusuzluktan ölüyoruz. Arabay1 üç at çekiyor, deli gibi koşuyorlar; çoğu yerde akarsuyla birbirine karışan içler acısı yollara sokuyorlar bizi. Göç eden Türk çingeneleri arkamızda bırakıyoruz. Kocaman adamlar, başlarına sarık dolamışlar, gömlekleri alacalı bulacalı; kadınların üstünde çivit mavisi bir örtü var, kenarlan koyu kırmızı. Genç kızlar çok güzel; biraz daha büyük olanlar çabucak sararıp solmuş, genç kızlar kadar güzel değil bunlar. Hepsi de şalvarlı; o basit, plastik değere sahip, son derece alımlı şalvardan söz ediyorunı. Çocuklarsa nerdeyse çırılçıplak; cıvıldaşıyorlar doğal olarak. Herkes yaya; eşeklere koskoca denkler yüklemişler. Platonun ucundaki Balkan Dağları mavili siyahlı; güneş yüzünü göstermeyecek bugün. Daracık yoldan küçücük (öyle küçük ki, kafasındaki sarıkla "taçlanmış" yaşlı adam dev kalıyor yanında) bir eşeğe bimiş yaşlı Türkler geçiyor sık sık. Eşek sık adımlarla gittiği ve de kafasıyla öne doğrulalmak istediği için, yaşlı adamın ayakları yerden on beş santim yüksekte, dakikada altmış defadan daha hızlı sallanıyor. Doğrusu şu sevimli eşek hem mert hem de vicdanlı. Yaşlı Türk ise özünde pek sevimli. İşte ilk Türk mezarlığını gördük. Kasabanın ucunda yer alıyor. Bu kasabada geçtiğimiz her bahçede gül reçelleri verdiler, gayer içten gülümseyerek, üstümüze birkaç damla gülsuyu (Güller Vadisi'nin gülsuyundan!) serptikten sonra yerliden yola koyulmamıza izin verdiler. Bu ufacık avluda mermer bir çeşmeden su akıyordu. Bakımlı çalılardan bordürler yapılmış, arası da çiçekle doldurulmuştu, dar patikalar bembeyaz 100
Ünlü Mimar
60
kumla kaplıydı, çok geniş bir asma çardağının altındaydı her şey. Duvarlar parlak beyaz boyalıydı; bazıları koyu mavi kireç badanalıydı -mezarlık, kenti ovaya bağladığı gibi, hayallere açılan bir kapı da demek ki. Dikenli çalılardan oluşan bir örtü içinde birer dikilitaş gibi duruyor mezartaşları; pek çoğu iyice küçük. Hiçbir tutarlılık yok, belirli bir düzen, bir boy ölçüsü yok, hiçbir belirti yok, hiçbir yazı yok, hiçbir simge yok -bir kaya parçası boylu boyunca yere yatırılmış.101 Koca koca sığırkuyrukları bu uçsuz bucaksız platonun düşeylik kazanmasına yardımcı oluyor; limon sarısı çiçekleri var, dikenierin kuru mavisi ile sert taşların zengin külrengi dışındaki tek renk de bu. Tek başına dolaşan inekler ile koyun sürüleri, bu huzurlu ölüler kentinin her tarafını kaplamış olan otları yiyorlar. Trenlerin saati pek belli değil. Auguste gene de Edirne'ye varabildiğimizi belirtiyor. On yedi saat geciktik. Birden fırtına patladı, etrafı sel bastı, üstüne üstlük bir de istasyon şefleri var! Ne olduğunu anlamadan kapıda eşkıyalar belirdi! Vagona tırmandılar, sonuçta on kişilik yerde tam on iki kişi olduk! Bu eşkıyalar biraz bizim ‘Decamps’ tarzı resimlere benziyor; mert çiftçiler temelde, hatta binlerce altın başağın nehrin sarı ve azgın sularına kapılıp sürüklendiğini görünce başlarını salladılar. Öyle sarımsak kokuyorlar ki, burnumuzun direği kırılacak nerdeyse. Siemen'de bana bir gül vermişlerdi; burnumu içine tıkadım; ben şikâyet ediyorum, Auguste de katlanıyor; piposunu türtürürken felsefe yapıyor, yaparken de piposuna yükleniyor. Manzara gerçekten de Decamps'ın 102 elinden çıkmış gibi. Doğruya doğru, adamımız tam da gerekeni yapmış: Açık bir toprak boyası rengindeki dağ, fırtınadan kararmış gökyüzüne doğru yükseliyor; ağaçlar yarı şeffaf ve sert bir gölge oluşturuyor, bulutlar da toprakta iç buran lekeler yaratıyor. Tam bir muharebe ortamı. Meriç dün akşamdan beri çığrından çıkmış; kapkara mandalar ile külrengi öküz sürülerini hiç ummadıkları biçimde suya boğuyor; onlar da rahat rahat tadını çıkartıyorlar bu durumun. Boyunlarına kadar sarı renkli suya gömülmüş mandalar kederli kafalarını kaldırıp geviş getiriyor. Birden, öğleden sonranın muhteşem ışığında olanca parlaklığıyla göründü Edirne. Bu uçsuz bucaksız platonun yükselip muhteşem bir kubbe halini alması Edirne. Uzaktan bakıldığında bataklıklardaki zemberek otları gibi ince görünen harika minareler yükseklere yönelen bu müthiş itkiyi hem doruğa çıkartıyor hem de yönlendiriyorlar. Başka üç muazzam ve yüce cami de, neşeyle girişilen bu çabaya omuz veriyor. "Sultan Selim" Camii kente takılnıış son derece muhteşem bir taca benziyor. Türklerin yaşlı başkenti asaletinden hiçbir şey yitirmemiş. Bu kentte katıksız şark adetlerini sürdürerek yaşayan yaşlı, iyi yürekli Türkler bize birer azizmiş gibi geliyor. El üstünde tutulduk, yani herkes selam verdi bize, herkes hüsnükabul gösterdi. Kahvelerde (Türk usulü bunlar elbette ki) patran (kahveci) sedirde oturuyor dizlerinin üstüne; yerinden kalkıyor ve kor halindeki bir kömür parçasını maşayla ocaktan alıp sigaralarımızı yakmamız için getiriyor. Çardağın altında sokakta oturmaktayız. İyi niyetli Türkler meraklanıyor ve çevremizde çember oluyorlar. Bir kurabiye sarıcısı sattıklarından veriyor bize, parasını istemiyor. İki su bardağını deviriyorum, yere düşüp kırılıyorlar. Tazmin etmek isteyince kahveci sinirleniyor; bir sedire tünemiş, penceresini ardına kadar açmış, nargilesini içiyor: gülümsüyor, teşekkür ediyor, selam veriyor, kahvelere para bile almıyor. Sokakta peş peşe yaşadığıınız sahneler karşısında gözlerimiz yuvalarından fırlayacak gibi oluyor. Tam karşımızda, babacan biri evinin önüne bir hasır, serip oturmuş. Önünde iki saksı içinde pembe ıtır çiçeği var. Kafasının tepesini tıraş etmiş, çember biçiminde saç bırakmış bir tek, ama saçları alnına kadar iniyor. Türklerin yazlık tıraşı budur işte; doğrusu tuhaf ama çok güçlü bir görüntü bu. Elinde kocaman bir bahçıvan kovasıyla bir arkadaşı çıkıyor ortaya. Bizimki dizlerini yere koyuyor ve kafasını ıtır çiçeklerine doğru eğip secde ediyor; sadık dostu bolca suluyar kafasını; devasa bahçıvan kovasından sonu gelmeyecekmiş gibi akıyor su; bu işlerilin uygulandığı kişi zevkten boğuk boğuk sesler çıkartırken, bir yandan da parmağıyla kafasının neresinin sulanması gerektiğini gösteriyor. Sonra kalkıyor, yeniden çömeliyor, ellerini dizlerine koyup, iki ıtır çiçeğinin arkasında akşamın gelip etrafın serinlemesini bekliyor. Bu sokakta dolaşırken o kadar kahve içtik ki sayısını unuttuk (şu küçük güzel şeylerin tanesi bir para!); Sultan Selim Camii'ne doğru çıkan bu sokağın üstü hep çardaktarla örtülü, dolayısıyla gölge de neşe Osmanlı Müslüman mezarlıklarmda genelde mezarlar ayak ve baş taşlarıyla düzenlenirdi; ancak bazen burada bahsedilen tarıda işleronemiş kaya parçaları da mezartaşı olarak kullanılırdı (e.n.) 102 Alexandre Gabriel Decamps ( 1803-1860): Yakın Şark 'tan seçtiği konulanı Fransız okulunun gecikmiş romantizmi çerçevesi nde işleyen Fransız ressam. Kastantiniye ile Anadolu'yu ziyaret etti; Türk Devriyeler adlı resmi başta olmak üzere eserlerinde keşfettiği Şark 'ı yansıtır; eserlerinde masmavi gökyüzü, güneş ışığıyla yıkanan duvarlar, malzemelerin ayrıınıJan ve dokusu hep birJikre ışıltılar saçan bir ahenk içinde ele alınmıştır. jeanneret gibi Decamps da güneş ışınlarının oynaşmasından çok hoşlanırdı 101
61
de eksik olmuyor hiç. Bir de şurada burada karşımıza çıkan yapay fildişini andıran mermerden çeşmeleri ya da masmavi gökyüzünün yumuşaklığında beyaz bir panltı gibi duran sivri minareleri düşünün. Ufacık eşekler inip inip çıkıyor sokakta; sırtlarında aşırı yüklerle ortalarda dolanıyor; mümkün değil anlatmak. Bu küçücük zavallı hayvanlar çok ciddi çalışır, bütün ruhlarıyla çalışır hep. Bazı kaygısız şakacıların ortasından bağladıkları, koca bir taze ot balyasını kalkıp da bu zavallıların sırtına yüklediğini, atların yerlere süründüğünü görmek eğlenceli; şu kadarcık ot bile çayırların güzelim kokusunu taşıyor buralara. Bazılarının sırtına da içi domates, soğan ve sarımsak dolu kocaman sepetler konulmuş. İşte bütün bu paket, yani eşek, Türk, saman ya da domatesler, o kadar kocaman oluyor ki çoğu zaman bütün yolu kaplıyorlar. İşte bu itiş kakıştan rahatsız olmamak içindir ki Edirne Kapalıçarşısı'nda bir ütücü, dükkân olarak altına sığındığı saçağa asılı bir dolap kullanmaktaydı. Dolabın kapaklarını çıkartıp yerlerine cam takmıştı. Böylece bizim ütücü, pek rastlanmadık bir dükkanda çalışsa da, en azından soğuktan korunmuş oluyordu! Keşanlık'ta başka biri ise büyük bir köpek kulübesine rahatça yerleşmiş deri tabakasını dövüyordu; o da aynı lükse sahipti: cam taktırmıştı. Yaşlı adam kambur ve dazlakrı, kalın gözlükleri vardı. Kulübesi meydanın tam ortasındaydı; hem yanında hem de karşısında sıra sıra sarımsak, soğan ve pırasa istiflemiş satıyorlardı. Mahalli bir lokantada yemeğe oturuyoruz. Bir tek Türkler geliyor bu lokantaya; beyaz ya da yeşil sarık dolamışlar; ciddiler, uzun, siyah elbiseleri var, sakinler. Mermer bir kurnada, ibrik kullanıp sabunla ellerini ve ağızlarını yıkıyorlar; patron da ocaktaki işini bırakıp peşkir getiriyor. Tencereleri dolaşıyor, ne yiyeceklerine karar veriyor sonra da gidip ciddi ciddi oturuyorlar. Konuşmuyorlar. Dörder kişilik beş masanın olduğu bu küçücük lokantada görülmedik bir sükûnet var. Çok seçkin bir işletmede bulunduğumuz izlenimine kapılıyoruz. Murabba biçimindeki dükkânın bir cephesinde sokağa bakan pencereler var; ocaklar bu cepheye yapıştırılmış, koca pencerelerden, bu dükkânın ününe ün katan müthiş kokular yayılıyor sokağa. Ocakların yanında kalın mermerden geniş bir tezgâh var; yiyecekler konulmuş üstüne, domatesler, salatalıklar, fasulyeler, kavun karpuzlar, kısacası Türklerin deli gibi sevdiği bir sürü kabağımsı yiyecek. Önce iyice kıvamlı, limonlu bir hamur çorbası veriyorlar bize; peşinden de içi doldurulmuş küçük kabaklar103 ile yağda hafifçe çevrilmiş pirinçten yapılma bir yemek veriyorlar. Nerdeyse hiç et yemiyor Türkler. Et yemedikleri için de bıçağa gerek duymuyorlar; dolayısıyla, masaya bıçak konulmuyor. İyice sağlam bu yemeğe çanağa konulmuş meyve suları, vişne suyu, armut suyu, elma ya da üzüm suyu eşlik ediyor hep. Kaşıkla içiliyor. Muhammed şarabı yasaklamış. Eski adaba uyan asil Türkler bir tek parmakları ve bir parça ekmeği kullanarak yemek yiyorlar; çok da becerikliler bu konuda. Kafasında bir fes, belinde de kendisini olduğundan kısa ve geniş gösteren yün bir kuşak sarılı bulunan bir çocuk, üstüne beyaz kâğıtlardan yapılma koskoca bir yele iliştirilmiş uzun bir sopayı bir müşteriden ötekine koşturuyor. Hem patırtı yarattığı hem de elindeki sopayla havayı harekete geçirdiği için, binlerce sinek kaçışıyar... Ama sinekler hemencecik korkularını yenip, insanın kulağını sağır ederek dönüp dolanmaya koyuluyorlar yeniden. Bizans toprağına ayak basmadan önce, Marmara Denizi kıyısında bir tepenin yamacına yerleşmiş küçük, nefis bir liman olan Tekirdağ'da Türk adabına ama yeni Türk adabına uygun bir olay yaşamıştım. Bir şekilde karşılaşıp tanıştığım ‘taeider’ beni evlerine akşam yemeğine davet etmişlerdi. Evlerinin bahçesinde oturmuştuk akşam vakti. Büyük bir ağacın karanlık dalları arasından, filamanlı devasa bir gaz lambası indirmek gibi müthiş bir iş başardı bu beyler. Bu gaz lambası Branderburg Kapısı'ndaki, Potsdamer Platz'daki arklı lambalar kadardı nerdeyse. "Sekizyüz mumluk! '' denildi ve de yakıldı! Masanın bir metre üstünde, burnumuzun dibindeydi bu koca şey. Terakkiden, meşrutiyetten, medeniyetten konuştuk. Gece müzikle sona erdi; misafirperverliklerinden hiçbir şey yitirmemiş olan beyefendiler bir gitar ile bir mandolinden oluşan enstrümanlarını almaya gittiler. Küçük bir uşak masanın üstünü notalarla doldurdu. Sonra da beni ciddi müziği mi yoksa harcı âlem müziği mi, valsi mi yoksa madrigali mi tercih ettiğimi söylemek zorunda bıraktılar. Her tür müziği sevdiğimi, bu kadar kesin ayrımlar yapmadığımı söyleyince de pek memnun olmadılar sanki. Enstrümanları akort etmeleri bir saatten fazla sürdü; sayısız nota defterini karıştırdıktan sonra, kışlaya dönüşü canlandıran iki dakikalık bir parça çaldılar: Borazan sesine yavaş yavaş uzaklaşarak duyulmaz olan davul sesleri eşlik ediyordu. Daha sonra "Club"e şu bildik Kulüp'e götürdüler. Denize yukardan bakan çok güzel bir terasta yer alıyordu kulüp. Mehtap nemli ovaları maviye boğuyordu; muzafferane, şaşaalı bir bandanun kulak patlatırcasına çaldığı parçalar kulübün 103
jeanneret burada "karpuz" anlamına gelen Fr. pasteques sözcüğünü kullanıyor, ama "ka bak" demek istediği açık.
62
açık ve ışıl ışıl pencerelerinden havaya karışıyordu. Basamakları çıktık. Meşrutiyet'in ilan edildiği yılda ticarethane müstahdemleri tarafından kurulmuş bir bandydu bu. Ahşap ya da pirinç bir boruya cin çarpmış gibi üfleyen bu gencecik adamlar yanında iyice yaşlı adamların coşkusu da çok etkileyiciydi! İman sayesinde kanat açan, insanın içini iyilikle dolduran ahenk giderek yükseliyordu. Duvardaki büyük bir yağlıboya tabloda, gerçek boyutunda bir Orfeus, klasik biçimde yarı çıplak oturmuş, liri elinde, gözyaşı dökerken resmedilmişti. Hemen önünde, ormandan çıkıp gelmiş bir arslan ile iki keçi vardı, ayağının dihinde bir horazla bir saksağa n ve de bir tavuk duruyordu. Bütün bunlar Puvis de Chavanne104 tarzı yapılmıştı. Bahçede de pek çoğu çok güzel antik alçak-kabartmalar vardr ki bunlar aslında bir müzede olmalıydılar; 3. yüzyıldan kalma göz alıcı bir lahit ise gazoz şişelerini serin tutmaya yarıyordu... Oteldeyse, çarşaflardaki siyah tahtakumsu izleri, kirli çamaşırın beyazlığını ancak dengeler gibiydi.105
104 105
Orfeus 1883, Orfeus'un Ölümü resmi tasarısı ise 1894 yılında yapılmıştı. LE CORBUSIER -Şark Seyahat; Türkiye Iş Bankası Kültür Yay.; 2oı2, İstanbul, Çeviren Alp Tümertekıns. 52-60 Temmuz 191 1.
63
24
Luigi MAYER
Gravür 12010 PAR 05613 0004 000 (luigi maye mosquee et sa fontaine dans un village pres distanbul)
İtalyan asıllı oryantalist ressam Luigi Mayer 1755’te İtalya’da doğdu. Sanatçı, 1776-1792 yılları arasında Türkiye’nin İngiliz büyükelçisi olan Sir Robert Ainslie’nin yakın arkadaşıydı. Bu dönemdeki resim ve çizimlerinin büyük kısmını Ainslie için yaptı. 1776-1794 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nda seyahat etmiş ve Balkanlar’dan Yunan Adalarına, Türkiye ve Mısır’ı dolaşmıştır. Özellikle de antik anıtları ve Nil’e uzanan antik alanların manzaralarını ve eskizlerini resmettiği bilinmektedir. Son olarak, Mayer, elçi Ainslie'ye İngiltere'ye dönüş yolculuğunda eşlik ederken Türkiye'nin Avrupa kesimiyle Bulgaristan ve Romanya'da manzaralar çizme olanağına sahip olur Eserlerin birçoğu Ainslie’nin koleksiyonunda toplanmıştır. Bu koleksiyon daha sonra British Museum’a sunulmuştur ve o dönemin Orta Doğu’su için değerli bir kaynak niteliği taşımaktadır. Avrupa’dan ve Asya’ya, Türkiye’den Görünümler (1801) çizimlerinden oluşan çok hacimli bir çalışmadır. Gravürler William Watts tarafından oyulmuştur. Ege denizi, Çanakkale boğazı, Marmara denizi, İstanbul boğazı ve Karadeniz'in çevrelediği hudutlar içinde ve Rodop dağlarının kuzeyinde bulunan yaylaya kadar uzanan kara parçası Trakya olarak bilinmektedir. Ne var ki Trakya yöresinin coğrafya açısından saptanması çeşitli tarih dönemlerinde egemen olan koşullara göre çeşitliklik göstermiştir. Çağdaş dönemlerde Trakya, Yunanistan topraklarında olan Batı Trakya kısmı ve Türkiye ile Bulgaristan topraklarında olan öteki kısmıyla, coğrafya bakımından bir bütün olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük üç şehrinden ikisinin bulunduğu yerdi. İstanbul ve Edirne olan bu şehirler imparatorluğun üçüncü önemli şehri Selânik ile yakın mesafedeydi. Nitekim imparatorluğun başkentinden taşraya gidip-gelen asker, halk ve ürünlerin hareket ettiği önemli karayolları ağı İstanbul'a giden ya da oradan ayrılan hemen hemen bütün gezginlerin geçtiği başlıca bölge içindeydi. Trakya'ya ilişkin seyahat metinlerinde yer alan resim dağarcığı - çeşitli görüntüler, planlar, şehirlerin genel görüntüsü, tarihî anıtlar, arkeolojik eserler - bugün doğu ve kuzey Trakya bölgesi olan bölgelerle ilgili olarak daha zengin olup batı Trakya bölgesi hakkında oldukça kısıtlıdır. Çanakkale boğazının batı yakası ve İstanbul boğazının Rumeli (Avrupa) yakasının Trakya'da bulunduğu olgusuyla bağlantılı olarak, sözü edilen zengin resim dağarcığında bulunan resimler Çanakkale boğazının Trakya kısmı, İstanbul boğazının Rumeli yakası ve de başlıbaşına İstanbul'la ilgilidir. 64
M. DES HAYES106: MONSİEUR DES HAYES
M. des Hayes'in Danimarka krallığının Tolle d'Elseneur denilen Funen Adası'nda yaşadığı biliniyor. Seyahatnamesinin önsözünde onun hayat hikâyesine dair bundan başka bilgi verilmemiştir. Kitapta, M.des Hayes'in kendi notlarından Ragusa'da ve İstanbul'daki görevleriyle özel hayatı hakkında bazı bilgiler elde edilebildi: M.des Hayes, Venedik'teki Danimarka elçisi Monsieur Duplessis de Besançon'un bir mektubunu Ragusa'daki Fransız konsolosuna getirmişti.107 M. des Hayes'in ailesiyle birlikte seyahat ettiği anlaşılıyor. Çünkü Ragusa'da Ragusa Cumhuriyeti senatörleriyle görüşmüş ve senatörlerden kendisi ve ailesi için istanbul'a geçiş izni almıştır.10825 Mart l658'de ailesiyle beraber SarayBosna'ya geldi. Bosna eyaleti valisi "Seid Ahhmet Pacha (Sait Ahmed Paşa) tarafından saraya havet edildi, Bosna eyaletinin Gümrük emini "Mehemet Effendi" (Mehmed Efendi) seyyahı Paşanın sarayına götürdü. M. des Hayes'in
Yaşamı: 16. yüzyıl sonlarında doğan Louis Deshayes XIII. Louis krallığı sırasında Doğu'da, Danimarka'da ve Rusya'da diplomatik görevler üstleniyor. 1621 yılında Fransız konsolosluğunun kurulmasıyla görevli olarak Kudüs'e seyahat ediyor. Bu yolculuğun vakayinamesi maieyetindeki bir yazman tarafından kaleme alınıyor. Birinci bölümde Paris'ten İstanbul'a kadar via militaris adıyla tanınan güneydoğu Avrupa (Viyana-Belgrad-SofyaEdirne-İstanbul) kara yolundan yaptıkları yolculuk anlatılmakta ve Batı'dan Osmanlı başkentine ulaşan öteki güzergâhlar da kaydedilmektedir. Vakayiname altı haftalık bir süre kaldıkları İstanbul'u ve çevresini tarif etmektedir. Bundan sonraki bölümlerde saray, yönetim ve din konularına değiniliyor. Deniz yoluyla Kudüs'e doğru devam eden yolculukları sırasında Truva, İzmir, Sakız, Patmos, Simi (Sömbeki), Rodos, Meis ve Kıbrıs'a uğruyorlar. Deshayes on bir ay ve on dokuz gün süren bu yolculuktan sonra Fransa'ya dönüyor. Bu kitabın son derece önemli unsuru İstanbul, Boğaziçi, Çanakkale boğazı, Rodos, Kudüs ve Ege kıyıları eskizleridir. Deshayes Kardinal Rişelyö'ye karşı suikastla suçlanıp 1632 yılında boynuna vurularak idam edildi. Yazan: İoli Vingopoulou 107 -- M.des Hayes, Les Voyages de Constanlinople, Paris, 1664, s. 35 108 -- M.des Hayes, Les Voyages de Constanlinople, Paris, 1664, s. 36 106
65
notlarından çok iyi Türkçe konuştuğu anlaşılıyor. Bosna Saray'da kaldığı sürede halkın arasına karışmış, onlarla ilgilenmiştir. 25 Mart l658'de Conitha'dan yola çıkarak Bazaritch'e geldiler. Buradaki kervansarayda konaklayarak iki saat sonra SarayBosna 'a vardılar. Bundan sonra 31 Mayıs 1658'de Belgrad'a geldikleri biliniyor. Buradan Edirne, Babaeski, Burgaz, Çayırlık ve Silivri üzerinden İstanbul'a vardılar. M. des Hayes'in İstanbul'a kadar izlediği yol güzergâhı Venenik- Ragusa arası denizyolu, Ragusa-Bosna-Belgrad-İstanbul Teşrifatı ayrıntılarla anlatır. Baron de Courmenin, Danimarka'daki Levant'ta (1621-22) (1624), İran'da (1626), Muscovy'de (1629) çeşitli görevlerde bulundu. Richelieu'ya karşı bir komploya karışan 1632'de Béziers'de başı çekildi.
Resim 31M. des Hayes- Seyhat Güzergâhı
Güzergâhı: Ayrıca bir diplomat olarak geldiği İstanbul'da sarayda Divan ve Arz Odasını ve buradaki teşrifatı ayrıntılarla anlatır. M. des Hayes'in İstanbul'a kadar izlediği yol güzergâhı Venedik-Ragusa arası denizyolu, Ragusa-Bosna-Belgrad-Sofya-Filibe109-Edirne-İstanbul arası karayolu güzergâhıdır. Kitabı: Les Voyages de Mösyö Des Hayes, Baron de Courmesvin ve Dannemarc. Enrichis d'Annotations. Par le Sieur PML [Suivi de] Les Voyages de M. Quiclet - İstanbul. “Courmesuin Baronu Mösyö Des Hayes'in seyahatleri” ...
-- Seyyat, bu bölgenin güneyinde Sofya'dan on altı veya on sekiz mil uzaklıkta olduğunu söylediği Rodop tepesinin üzerindeki geçitin antik devirde Orpheus'un Euridice için matem tuttuğu yer olarak iyi bilindiğini fakat kendi zamanında burada ancak soygunlar yapıldığını yazar.
109
66
MARCELLE TİNAYRE110 (1870 – 1948) Edirne’den mektup s.55
Resim 32-Marcelle Tinayre
110
Marcelle Tinayre, gezisi sırasında, Avrupa kısmında (1912'ye kadar çok önemli) veya Osmanlı İmparatorluğu'nun Asya kısmında çeşitli yerlerde birkaç Türk kadınla buluşacak. Böylece Anadolu yakasındaki Mélek hanoun, Scutari'deki (bugün İstanbul'un bir ilçesi) Selma hanoun, Fransızca konuşan roman yazarı Fatma Alié ve Gueuz'daki kız kardeşi Emié Semié ile görüşebilir. Ermeni yazar Zabel Essaïan, Smyrna'nın bir banliyösü olan Tépé (Göztepe). Marcelle Tinayre, Andrinople (Edirne) gibi şehirlerde de durur ve özellikle herhangi bir Osmanlı kadınla bağ kurmaz.
67
Marcelle Tinayre, 1870 yılında Tulle'de doğdu, Marguerite-Suzanne-Marcelle Chasteau'da doğdu; 23 Ağustos 1948'de Montfort-l'Amaury (Seine-et-Oise) yakınlarındaki Grosrouvre'da öldü ve köy kilisesine gömüldü. Marcelle Tinayre, Fransız bir yazar. Jön Türkler’in önemli liderlerinden biri olan Ahmed Rıza Bey’in ve Abdülhamit’in baskısından kaçarak soluğu yurtdışında alan Jön Türkler’in Paris’ten yakın arkadaşı. Sürgün günleri bitip, yurda döndükten sonra Marcelle Tinayre, dostlarını unutmaz ve onları görmek için İstanbul’a gelir. Ne ilginçtir ki bu tarih, Türk tarihinin önemli olaylarından 31 Mart 1909’a rastlar. O zamanki Osmanlı toprakları Marcelle Tinayre’nin oldukça ilgisini çeker. İstanbul’da yazmaya başladığı günlüğüne, büyük şehirlerde yaşadıklarının dışında Anadolu izlenimlerini de aktarır. Notes d’une voyageuse en Turquie (Bir Kadın Gezgin Tinayre’nin Günlüğü) isimli kitapta yazdıkları toplanır.
Resim 33-Marcelle Tinayre
Marcelle Tinayre, ‘Tinayre'nin Günlüğü’ adlı kitabında Edirne-İstanbul demir yolu ile Edirne’ye yaptığı gezide şu ifadeleri yazmıştır. “II-Taşra Konuları ve Kişileri Edirne, 21 Nisan Edirne'ye dün akşam, aşırı sıcağın zahmet verdiği, koşulların eğlendirici kıldığı bir yolculuktan sonra vardım. Pek fazla yolcu yoktu; daha doğrusu sadece dört kişi vardı: Genç bir İngiliz, yaşlı bir İngiliz kadını, hükümet ulağı M. Fernand Sarrien ve ben. Tren bizim emrimizdeydi; trenin uyku yerleri boğucu, koridorlarıdardı, tren tüm Avrupa boyunca, her dilden konuşan renkten gümrükçünün gözetiminde karanlık bir yılan gibi kaçtı. Osmanlı ülkesinde olduğu süre, tren oldukça doğulu biçimde, tıngır mıngır gidiyor; belirli bir neden olmaksızın Trakya düzlüğünde, sanki İstanbul'a dönüyormuş gibi bin bir kavis yapıyor. 68
Trenin keyfine göre dolambaçlar, kıvrımlar, yarım daireler çizdiği hattı Baron de Hirsch inşa etmiş. Saatte yirmi üç kilometre! Ne sevimli şey Manzarayı görmek, yeniden görmek için vakit var; ama Sirkeci'den saat üçte hareketle, akşamı on birinde Edirne'de (Andrinople) olacağız. Siyah sarığı, palaskası, tozlukları ve kocaman tüfeğiyle biraz haydut görüntüsü bulunuyor. Korkunç tekerlek izlerinin yardığı yolda, çok seyrek geçtiği görülen yayaların omuzlarında asılı birer tüfek var. Bu ülke güvenli değil. Aralıklı jadarma karakolları demiryolunu koruyor. Geçenlerde burada, cüretkâr bir haydut çetesi Orient Express'i durdurup iki yolcuyu kaçırdı; bunlardan biri olan yaşlı bir Amerikalı kız, fidye karşılığı sağ salim kurtarıldı. Karanlık çöküyor. Trakya kapkara bir gökyüzünün altında simsiyah; bulutlar yıldızları, güzel kavisini yitiren kırmızımsı hilali gizliyor. Bataklıkların içinde kıvrılan kötü görüntülü bir çay, azıcık ışık yansıtıyor ve karanlık düzlükte Türk alfabesi gibi güzel bir sultan tuğrası çiziyor. Ve birdenbire, bu karanlığın içinde üç küçük ateş noktası beliriyor. Bu bir jandarma karakolunun yaktığı fenerler. Yalnız başlarına, tüm kentlerden uzakta, ıssızlığın ortasında, Majeste Mehmet V'in şerefine vatanseverce bir küçük ışıklı kutlama yapıyorlar. Biraz daha uzakta lambalarını yakmış bir başka karakol ile bir hayli masraf edip büyük lüks sergileyen bir köy var; en azından yirmi lamba ve on iki fener iplerle meydandaki çınar ağaçlarının arasına asılmış. Hatta bir de çarkıfelek görülüyor, ama arızalı! Zararı yok. Büyük ilgi yaratmış. Hayranlık belirten bağırışlar duyuyoruz. Pavlo köy.(Pehlivan köy olmalı) Bir duraklama. İstasyon küçücük; lambaları ve bayrakları var. Çok büyük bir kalabalık -onbeş, ya da yirmi kişi- ekspresin geçişini izliyor. Vagon restoranın güçlü aydınlatmasının çekiciliğiyle, meraklılar camlardan içeriye bakmak isteyebilir. Aşağıya iniyoruz. Adamlar yaklaşıyor. Yine çobanlar! Sert hatlı alınlarının üzerinde yer alan sarıklarındaki bezin bir ucu omuzlarına düşüyor. Eskil taş oyma kabartmalarda görüldüğü gibi, kocaman çoban değnekleri taşıyorlar. Gözleri, dişleri karanlıkta parıldıyor. Yüzleri ve hareketleri dolayısıyla, ölümcül başlıklarıyla çok soylular: Sanki bunlar ölümlülerin rahipleri, gölgelerin bekçileri. Yoğun merak onları bize itiyor. Mırıldanıyorlar: - İstanbul? . . O sırada M. Sarrien, görkemli kentten geldiğimizi, orduyu, savaşı, zaferi, Sultan'ı gördüğümüzü onlara anlatmaya çalışıyor. Ama ikimizin bildiği birkaç Türkçe sözük ve yaplığımız el işaretleri yetersz kalıyor. Telefuzumuzun dinleyicilerimizi şaşırttığını düşünüyorum. Ama yine de Biri anlar gibi oluyor ve konuşuyor: - Bum! . . Bum! . . İstanbul. Sultan Mehmet… Ve bir başkası atılıyor: Abdülhamit. Burada. Kuleli-Burgaz. Görüşmemiz ilginç hal alıyor! Burada bir saat kalırsak, bir alay göreneceğiz . . . "Abdülhamit. . . Burada . . . Kuleli-Burgaz " Bundan açık bir şey olamaz. İlerideki istasyona, Kuleli-Burgaz'a gitmek üzere Abdülhamit bu sabah buradan geçti; oradan da, Dedeağaç-Selanik hatına geçiyor . . . Ama düdük ötüyor . . . Elveda çobanlar! . . Tren, Edirne'ye kadar durmayacak…”111 ...
111
Marcelle Tinayre-BİR KADIN GEZGİN Tinayre'nin Günlüğü Osmanlı İzlenimleri ve 31 Mart Olayı-Aksoy YayıncılıkEkim 1998
69
MONSİEUR JEAN D’ARAMON112 (1547-15) Le Voyage de Monsieur d'Aramon dans le Levant
Resim 35--Monsieur D’aramon Resim 36-Chesneau'nun seyahatnamesi
Birlikte d'Aramon ve ikinci sekreter Jacques Gassut eşliğinde 1547 yılında, Osmanlı-Safevî Savaşı (15321555), Kanuni'nin fethinden sonra İrana yolculuk yapmak için geldiler. Jean Chesneau, d'Aramon'un firmalarının bazı yönleriyle ilgili Sultan'a bilgi verdiler. Chesneau, Le Voyage de Monsieur d'Aramon dans le Levant'ı yazdı. Monsieur D'Aramon, 1547 senesi başında Fransa Kralı I. François tarafından Kanuni devri İstanbul'una büyükelçi olarak gönderilmiş bir soyludur. Kanuni'nin İran seferine katılmak üzere, maiyetindekiler ve Osmanlı ordusuyla birlikte yola çıkarak, Kudüs'e hac yolculuğunu da kapsayacak şekilde Suriye ve Mısır üzerinden İstanbul'a geri döner. İstanbul ve Anadolu'da gündelik hayat, Türklerin âdetleri ve dini, Büyük Efendi'nin saray nizamı metinde ele alınan genel konular olmakla birlikte, bu metni farklı kılan, yazarın bizzat orduyla birlikte hareket ederek, ordunun düzen, işleyiş ve disiplinine tanık olmuş olması. Bununla birlikte yazarın içinde bulunduğu topluluğun yaptığı hac yolculuğu da din eksenli birçok gözlem ve düşüncesini bizimle paylaşmasına olanak vererek metni daha da ilginç bir hâle sokuyor. 1542’de yeniden Venedik’e dönerek burada İstanbul’dan gelen Fransız kuryesi Antoine Polin Baron de La Garde ile karşılaştı. Yolculuk çok gizli olarak İsviçre üzerinden yapıldı. Venedik’e gelen Aramon buradan Ragusa’ya, oradan da kara yoluyla Edirne’ye geçti ve 14 Mayıs 1547’de İstanbul’a ikinci defa ayakbastı. 1534’te gelen Jean de Laforest’den sonra Fransa’nın gönderdiği ikinci elçi oluyordu. Andrea Doria’nın eline düşme tehlikesi geçirdi ve güçlükle kurtularak ancak 21 Eylül 1551’de İstanbul’a varabildi. Kışı Edirne’de olan padişahın yanında geçirdikten sonra 1552 yazında Turgut Reis idaresindeki Türk 112
1547 yılında fransa kralı tarafından Kanuniye elçi olarak gönderilmiştir. İtalyadan istanbula karayoluyla seyhat etmiştir. D'Aramon Seyehatnamesi Paris'ten İstanbul'a, İstanbul'dan Tebriz'e, Tebriz'den Kudüs'e, Kudüs'den İstanbul'a, İstanbul'dan tekrar Paris'e yapılmış, dokuz yıllık bir seyahatin hikâyesidir. Seyahate Fransa Kralı I. François'in, Monsieur D'Aramon'u 1547 yılında büyükelçi olarak İstanbul'a ataması vesile olur
70
donanmasına katılma emrini aldı. Osmanlı topraklarında ilmî araştırmalar yapan ve eser yazan Pierre Belon, Pierre Gilles, Guillaume Postel ve Nicolas de Nicolay gibi ilim adamlarını himaye ederek yardımcıları olmuş, seyahatinde onları yanında götürmüştür. Aramon’un Osmanlı topraklarındaki seyahati, kâtipliğini yürüten ve İstanbul’da bir süre temsilci olarak görev yapan Jean Chesneau113 [de la Regnardière] tarafından kaleme alınmıştır. Chesneau Aramon’un hâtıralarını Sultan II. Selim’in (15661574) ilk yıllarında yazmıştı.114 Seyahatnâmede yol üstünde rastlanan yerlerden kısaca bahsedildikten sonra Edirne üzerinde biraz daha etraflı durulur ve İstanbul’da saray, Ayasofya, Fâtih Külliyesi, Süleymaniye Camii ve Atmeydanı ile anıtları anlatılır. Aramon’un padişahın peşinden giden elçilik heyeti kırk deve, on sekiz katır, on iki yük beygiri, çift katırlı iki tahtırevan ile yetmiş beş seksen kadar atlı refakatçiden meydana gelmişti. Sonrasında Anadolu gezisine çıkmış. 28 Ocak 1550’de İstanbul’a dönmüşler.115
(Jean Chesneau, Osmanlı İmparatorluğu büyükelçisi Gabriel de Luetz d'Aramon'un sekreteriydi). D'Aramon'un bir tane kâtibi yoktur. Birkaç kâtibi vardır, fakat en çok Chesneau'nun seyahatnamesi bilinir ve okunur. 115 Semavi Eyice, “Aramon”, TDV İslâm Ansiklopedisi; 1991,C: 3. s, 270-272 113 114
71
NAZMİ SEVGEN116,
(sarı saltukun suni oduğunu söylemiş dedebaba diyor)
Resim 37--Nazmi Sevgen
Nazmi Sevgen , “Eskiden Cedid Ali Paşa Camii'nin hemen yanında bulunmakta olan Sarı Saltık tekke ve türbesinin, Balkan harbi esnasında Bulgarlar tarafından izi kalmamacasına tahrip edildiğini” yazar. Çeşitli tarihlerde Babaeski'deki bu Sarı Saltık tekkesini ve türbesini araştıran G. M. Smith ve T. Zarcone da burada hem tekkeden, hem de türbeden hiç bir iz bulamadılar. Smith'in yerinde edindiği bilgiye göre, “eskiden Babaeski kasabasının doğusundaki Hacı Hasan veya Dere mahallesinde Sarı Saltık'ın hem tekkesi hemde türbesi halâ ayakta imiş. Zarcone ise 1940-1945 arasında Sarı Saltık'ın türbesinin hâlâ ayakta olduğunun ve İstanbul-Edirne karayolu yapılırken yıkıldığının kendisine söylendiğini
116
Kaynaklarda tarihçi ve yazar olarak da geçen jandarma subayı. Tahminen 1900'lerin başında doğmuştur. Ailesinde askerlik geleneği olduğuna dair bazı ifadeler var ama isim ve tarih verilmemektedir. Ancak beşiktaş'taki yahya efendi dergâhı vakfiyesinin mütevellisi olduğu ve ailesinin de yahya efendi soyundan geldiği kesindir. Hatta beşiktaşlı şeyh yahya efendi hakkında yazdığı bir kitap da mevcuttur. Tariharaştırma yazılarının çoğu jandarma üsteğmen-yüzbaşı olduğu dönemde doğu anadolu'da yaptığı gezi ve gözlemlere dayanır. Kürtler, Zazalar ve aleviler hakkında fotoğraf destekli pek çok alan çalışması mevcuttur. Bu çalışmalar o dönemki resmi çalışmaların çoğu gibi bu yöre halkının aslının türkmen olduğunu göstermeye odaklanan çalışmalardır. Dersim isyanı'nın bastırılmasında da subay olarak görev aldığı bilinmektedir. Bazı kaynaklara göre yarbay, bazı kaynaklara göre de albay rütbesinde emekli olmuştur. Emekli olduktan sonra da çeşitli tarih yazıları yazmaya devam etmiştir.(Kürt araştırmacı Ahmet Kardan’a göre ‘herkeze kapalı girilmez arşivlere girmiştir. )’
72
bildirmektedir.(?)”117 Zarcone, "Les tekke de Sarı Saltuk à Babaeski et d'Ariz Baba à Havsa," s. 633. Görüldüğü gibi N. Sevgen'inki hariç, diğer iki araştırıcının gözlemleri birbiriyle uyuşmaktadır. Herhalde üç araştırıcının haber kaynaklarının farklılığı bu çelişkinin sebebi olabilir. Nazmi Sevgen Bey: "Asıl mezarının Dobruca'da Babadağ' da olduğu kabul edilmeye değer" diyorlar. Evliya Çelebi de burasını ziyaret, etmiştir. Bayazıt Veli Sultan burayı düzeltmiş, vakıflar yaptırmıştır. Sarı Saltuk'un. Bir çok yerlerde mezarları olduğunu belirtilmektedir.. Nazmi Sevgen Bey şu. Yerleri kaydediyor: 1. Seri Nikolas olarak, Kırım'da. Moskovi'de. 2. Danzig'de Polonya'da… 3. Bohemya'da Pezznijah (Pezonica) makamı 4, İsveç'te Bivanjah makamı 5. Türkiye' de Babaeski makamı 6. Moldavya'da Babadağ'ı makamı 7. Dobruça'da kaliakra makamı Hıristiyan memleketler onu çoğunlukla Saint Nicolas diye anarlar. Türkiye'de (eski sınırlarımızda): 1. İpek'te 2. Uhri'de (Dede, 1998, s. 403) 3.Korfu'da (Sarı Saltuk’la Aios Spiridon'a müştereken izafe ederler) makamı vardır. Şimdiki Sınırlarımızda olanlar: 4. Tunceli (Dersim) ilinin Hozat ilçe merkezinden sekiz kilometre. Kuzeyde 2276 rakımlı "Sarı Saltuk'' tepesi'ndeki harab makam. 5. Diyarbakır’da 6: Bor'da:
7. Babaeski makamı: Bugün' yeri dümdüz olmuştur. Cedid Ali Paşa Cami'i yakınında idi: Balkan Harbi'nde Bulgarlar burasını yıkmış, yerini dümdüz etmişlerdir. 8. İstanbul'da Rumeli Feneri binasının içinde bulunan Sarı Saltuk makamı. Sarı Saltık’ın asıl adı, Evliya Çelebi'ye göre Muhammed Buhari. Topkapı Kitaplığı'ndaki Saltukname'ye göre ise Şerif Hızır'dır. Sarı Saltık Sultan'ın adının, Saltakıy'dan geldiğini söyleyen bir kayıt da gördüğümü arzetmek isterim. Birçok yerde Baba Dağ adıyla ve Sarı Saltuk Baba'ya ilgili adlandırmalara rastlamak olasıdır. Nazmi Sevgen, eskiden Cedid Ali Paşa Camii'nin hemen yanında bulunmakta olan Sarı Saltık tekke ve türbesinin, Balkan harbi esnasında Bulgarlar tarafından izi kalmamacasına tahrip edildiğini yazar. Muhtelif tarihlerde Babaeski'deki bu Sarı Saltık tekkesini ve türbesini araştıran G. M. Smith ve T. Zarcone da burada hem tekkeden, hem de türbeden hiç bir iz bulamadılar. Smith'in yerinde edindiği bilgiye göre, eskiden Babaeski kasabasının doğusundaki Hacı Hasan veya Dere mahallesinde Sarı Saltık'ın hem tekkesi hemde türbesi halâ ayakta imiş. Zarcone ise 1940-1945 arasında Sarı Saltık'ın türbesinin hâlâ ayakta olduğunun ve İstanbul-Edirne karayolu yapılırken yıkıldığının kendisine söylendiğini bildirmektedir.118
- Zarcone, "Les tekke de Sarı Saltuk à Babaeski et d'Ariz Baba à Havsa" , Trierry Zarcone, Doğu Thrace’da alevi ve Bektaşilik: Babaeski’deki Sarı Saltuk Tekkesi ve Havsa’da Arız Baba Tekkesi; Tercüme eden Özge Baydaş 118 -- (?) Zarcone, "Les tekke de Sari Saltuk à Babaeski et d'Ariz Baba à Havsa", s. 633. Görüldüğü gibi N. Sevgen'inki hariç, diğer iki araştırıcının gözlemleri birbiriyle uyuşmaktadır. Muhtemelen üç araştırıcının haber kaynaklarının farklılığı bu çelişkinin sebebi olabilir. 117
73
ODON DE DEUİN ya da EUDES DE DEUİL 119
(1110 - 18 Nisan 1162) Fransız tarihçi ve İkinci Haçlı Seferi (1147-1149) katılımcısı. Deuil'de mütevazı bir ailede doğdu, bir keşiş oldu ve Saint-Denis'in başkeşişi Suger'in sırdaşıydı. 1147'de İkinci Haçlı Seferi'nde yer aldı ve seferde VII. Louis'in özel papazı olarak görev yaptı. Haçlı seferinin Fransa'dan Antakya'ya ilerlemesini anlatan kitabı De profectione Ludovici VII in Orientem (VII. Louis'in Doğu'ya yolculuğu üzerine) isimlidir. Suger'in Louis'in hayatının bir tarihini oluşturabilmesi için yazılmıştır. Eudes, Haçlı Seferinin başarısızlığını Tanrı'nın isteği olduğunu söyleyen Otto von Freising'in aksine insan eylemleri olduğunu söyler. Amacı Louis'i yüceltmek, aynı zamanda gelecekteki Haçlı Seferleri'nde bu hataların tekrarlanmaması için rehberlik sağlamaktı. Eudes, Haçlı Seferi'nin başarısızlığını I.Manuil yönetimindeki Bizans İmparatorluğu'nu suçladı. Eudes'un Bizanslılara karşı ön yargısı, Runciman'ın A History of the Crusades kitabında Eudes'u "histerik bir yunan karşıtı" olarak tanımlamasına neden olmuştur. Diğer yandan son dönemde tarihçi Jonathan Phillips, Eudes'in Bizans görüşüne muhtemelen haçlılarla Yunanlılar arasındaki küçük çatışmaların ön plana çıktığı ideolojik farklılıklardan kaynaklandığını belirtir. Önyargısı, Manuil'in kendisine "kardeş" olarak davrandığını yazan III. Konrad'ın deneyimine de karşı olmalıdır. Eudes'in anlatımı Antakya'ya gelen haçlı seferinin kalanlarıyla sona erer ve bu nedenle Şam Kuşatması'nın anlatımını içermez. 119
Odo de Deuil. (1948). Odo of Deuil, De Profectione Ludovici VII in Orientem: The Journey of Louis VII to the East, Recrds of Civilization, Sources and Studies. Berry, V.G. (Trc.), New York: Columbia University Press.
74
Fransa'ya döndü ve 1151'de Saint-Denis'in baş keşişi oldu. [Brundage'den uyarlanmıştır] Conrad II yönetimindeki bir Alman ordusu Macaristan üzerinden yola çıktı, ancak Anadolu'daki Slejuqlar için felaketle sonuçlandı. Almanlar dikkatsizce yenilgiye doğru yürürken, Kral VII. Louis tarafından yönetilen Fransız ordusu, yaklaşık bir ay sonra yollarını takip ediyordu. Yolculuklarının hikâyesi Fransız Kralı papazı Deuil Odo ile ilgilidir: Yazar Deuil Odo’nun VII. Louis Haçlı Seferi adlı kitabında; Babaeski ve yakın çevresinden geçişleri şöyle betimlenmiş Zengin Metz, Worms, Wiirzburg, Ratisbon ve Passau şehirleri birbirinden üç günlük bir yolculuk yapıyor. Son adlandırılan şehirden Wiener-Neustadt'a beş günlük bir yolculuk ve oradan Macaristan sınırına ulaşmak bir gün sürüyor. Bu kasabalar arasındaki ülke ormanlıktır ve kırsal bölgeler bir ordu için yeterli imkân sağlayamadığından, kasabalardan hükümler getirilmelidir. Orada çok sayıda nehir ve ayrıca yaylar ve çayırlar var. O bölgeden geçtiğimde dağlar bana engebeli görünüyordu. Ancak şimdi Romanya'ya (Anadolu'ya) kıyasla, ona bir ova derim. Macaristan'ın bu tarafı çamurlu su ile sınırlanmıştır. Öte yandan, Bulgaristan'dan açık bir dere ile ayrılmıştır. Drave Nehri Macaristan'ın ortasında. Nehrin bir kıyısı dik ve diğerinin yumuşak bir eğimi vardır, böylece bir top gibi şekillenir. Bunun sonucu, biraz yağmur yağdığında ve yakındaki bataklıkların suyuna eklendiğinde, oldukça uzak yerlerin bile su basmasıdır. Bizden önce gelen Almanların çoğunun birdenbire sular altında kaldığını duyduk. Kamplarının olduğu yere geldiğimizde, bunu neredeyse hiç zorlayamadık. Sadece birkaç küçük teknemiz vardı ve bu nedenle atların yüzmesi gerekiyordu. İçeri girmeyi kolay ama dışarı çıkmayı zor buldular; bununla birlikte, bazı işler ve Tanrı'nın koruması ile kayıpsız bir şekilde ortaya çıktılar. Nehrin bir kıyısı dik ve diğerinin yumuşak bir eğimi vardır, böylece bir top gibi şekillenir. Bunun sonucu, biraz yağmur yağdığında ve yakındaki bataklıkların suyuna eklendiğinde, oldukça uzak yerlerin bile su basmasıdır. Bizden önce gelen Almanların çoğunun birdenbire sular altında kaldığını duyduk. Kamplarının olduğu yere geldiğimizde, bunu neredeyse hiç zorlayamadık. Sular altında kaldığını duyduk. Kamplarının olduğu yere geldiğimizde, bunu neredeyse hiç zorlayamadık. Bu ülkenin geri kalanı göller, bataklıklar ve yaylar ile kaplıdır - eğer yazlar bile, gezginler tarafından, dünyayı biraz kazıyarak - yeterince düz bir rota izleyen ve taşıyan Tuna dışında - asil Gran şehrine gemi ile birçok bölgenin zenginliği. Bu ülke o kadar büyük bir gıda üretim bölgesi ki Julius Caesar komiserinin orada bulunduğu söyleniyor. Orada pazarlama ve değişim tesisleri bizim ihtiyaçlarımız için yeterli. On beş gün içinde Macaristan'ı geçtik. Oradan Bulgaristan girişinde Bulgar Belgrad denilen kale kendini sundu; aynı adı taşıyan Macar kasabasından ayırt etmek için denir. Belgrad'dan bir gün, aralarında bir nehir bulunan fakir küçük Branicevo kasabası yatıyor. Bu kasabaların ötesinde ülke, tabiri caizse, ormanlık çayır veya ekin üreten ormanlardır. Kendi başlarına yetişen iyi şeylerde cömerttir ve çiftçisi olsaydı başka şeyler için iyi olurdu. Düz de değil, dağlarla da sağlam değil; daha ziyade tepeler, asmalar ve kullanılabilir alanlar arasında akan akarsular ve çok açık yaylarla sulanır. Herhangi bir nehirden yoksundur ve Konstantinopolis ile teknelerimiz arasında hiçbir faydası yoktu. Bu yerden beş gün sonra, küçük olsa da, Yunanistan'ın bu bölümünün ilk şehri olan Nish yatıyor. Nish, Sofya, Philippopolis ve Adrianople şehirleri birbirinden dört gün uzaktadır ve sonuncusu Konstantinopolis'e beş gündür. Arasındaki kırsal düz. Köyler, kaleler ve her türlü iyi şeyle doludur. Sağda ve solda görülebilecek kadar yakın dağlar var. Bunlar o kadar uzun ki, geniş, zengin ve hoş bir ovaya sahipler… Ve Adrianople birbirinden dört gün uzaktadır ve bunların sonundan Konstantinopolis'e beş gündür. Arasındaki kırsal düz. Köyler, kaleler ve her türlü iyi şeyle doludur. Sağda ve solda görülebilecek kadar yakın dağlar var. Bunlar o kadar uzun ki, geniş, zengin ve hoş bir ovaya sahipler. Şimdiye kadar biz oyundaydık, çünkü ne erkeklerin kötülüklerinden zarar görmemiştik ne de kurnaz erkeklerin planlarından herhangi bir tehlikeden korkmamıştık. Ancak Bulgaristan'a ve Yunan topraklarına girdiğimiz andan itibaren ordunun gücü ve morali sınandı. Yoksul olmayan Branicevo kasabasında, ıssız bir bölgeye girmek üzereyken, çoğu Macaristan'dan Tuna üzerinden gelen malzemelerle doluyduk. Orada Almanlar tarafından getirilen çok sayıda tekne vardı, halkın yakacak odun ve kereste inşaat malzemeleri uzun süre temin edildi. Adamlarımız küçük tekneleri nehrin karşısına aldılar ve uzak olmayan belli bir Macar kalesinden malzeme aldılar. Burada ilk kez dayanıklılık, bakır para. Mutsuz bir 75
şekilde - ya da daha doğrusu, kayıp- denarii verdik bunlardan biri ve on iki solidi için bir işaret. Böylece Yunanlılar ülkelerine girişlerinde yalanlarla boğuldular. Söylendiği gibi, temsilcilerinin İmparator adına yemin ettiklerini, bize uygun bir pazar ve değişim sağlayacağını hatırlayabilirsiniz. Bu ıssız ülkenin geri kalanını geçtik ve Konstantinopolis'e kesintisiz olarak uzanan en güzel ve zengin bir ülkeye girdik. Burada önce yaralanmaya ve onları fark etmeye başladık. Diğer alanlarda bize düzgün malzemeleri satmış ve bizi huzurlu bulmuştu. Ancak Yunanlılar şehirlerini ve kalelerini kapattılar ve mallarını duvarlardan asılan iplerle bize gönderdiler. Ancak bu şekilde tedarik edilen malzemeler, çokluğumuz için yetersizdi. Bu nedenle hacılar, yağma ve yağma yoluyla gerekli malzemeleri temin ettiler, çünkü bolluğun ortasında istek çekmeye dayanamadılar. Bazılarına göre bizden önce gelen Almanlar bu konuda yanıldılar, çünkü her şeyi yağmaladılar ve kasaba duvarlarının dışında birkaç yerleşim yeri yaktıklarını keşfettik. Hikâye isteksiz de olsa anlatılmalı. Philippopolis'in duvarlarının dışında, gezginlere kâr için çok fazla malzeme satan Latin halklarının yaşadığı asil bir kasaba vardı. Almanlar oradaki tavernalara yerleştiklerinde, kötü şansa sahip olacağı için bir şakacı vardı. Dillerini bilmese de oturdu, bir işaret yaptı ve bir içki aldı. Uzun bir süre şaşkınlıktan sonra, cebinden büyülenmiş bir yılan aldı ve yere bıraktığı gemisine koydu. Dili ve gelenekleri cahil olan insanlar arasında diğer joker numaralarını çalmaya devam etti. Almanlar, sanki bir canavar görmüşler, şovmenleri ele geçirmişler ve onu parçalara ayırmışlar gibi dehşete düştüler. Herkesi bir erkeğin yanlışları için suçladılar ve Yunanlıların onları zehirle öldürmeye çalıştıklarını açıkladılar. Kasaba banliyödeki kargaşa tarafından uyandırıldı ve Dük rahatsızlıkların üstesinden gelmek için bir grup adamıyla duvarların ötesine çıktı. Gözleri şarap ve öfke ile karamsar olan Almanlar, silahsız adamları değil, bir postayı gördüler. Bu nedenle öfkeli Almanlar, cinayetten intikam alacakları inancında barışı korumak için gelen adamlara koştu. Almanlar yaylarını kaptı - çünkü bunlar silahları - ve kaçtıkları uçaklara uçmak için bir kez daha dışarı çıktılar. Yunanlıları öldürdüler ve yaraladılar ve tüm Yunanlılar banliyöden atıldığında Almanlar durdu. Almanların birçoğu orada öldürüldü, özellikle de hanlara gidenler, paralarını almak için Yunanlılar onları mağaralara attılar. Almanlar ruhlarını topladığında ve tekrar silahlarını aldıklarında geri döndüler ve utançlarını ve adamlarının katledilmesini düzeltmek için duvarların dışında neredeyse her şeyi yaktılar. Almanların birçoğu orada öldürüldü, özellikle de hanlara gidenler, paralarını almak için Yunanlılar onları mağaralara attılar. Almanlar ruhlarını topladığında ve tekrar silahlarını aldıklarında geri döndüler ve utançlarını ve adamlarının katledilmesini düzeltmek için duvarların dışında neredeyse her şeyi yaktılar. Almanların birçoğu orada öldürüldü, özellikle de hanlara gidenler, paralarını almak için Yunanlılar onları mağaralara attılar. Almanlar ruhlarını topladığında ve tekrar silahlarını aldıklarında geri döndüler ve utançlarını ve adamlarının katledilmesini düzeltmek için duvarların dışında neredeyse her şeyi yaktılar. Almanlar da bizim için dayanılmazdı. Bir keresinde bazı adamlarımız Kral çevresindeki kalabalıklardan uzak durmak istiyorlardı. Bu nedenle devam ettiler ve Almanların yanında kaldılar. Hem onlar hem de Almanlar pazara gittiler, ancak Almanlar kendilerine yeteri kadar Franks'ın hiçbir şey satın almalarına izin vermedi. Bundan, bir adam yüksek sesle anlamadığı bir diğerini kınadığında, bu bir kavga, bir kavga ya da daha çok bir kavga ortaya çıktı. Franks onları vurdu ve Almanlar geri vurdu. Franks daha sonra tedarikleriyle birlikte piyasadan döndü. Çok sayıda Alman, birkaç Frank'ın gururundan harap oldu ve onlara karşı silah aldı. Almanlar onlara sert bir şekilde saldırdı ve benzer bir şekilde silahlanmış olan Franklar, sert bir şekilde direndi. Tanrı bu kötülüğe son verdi, çünkü gece yakında düştü... Böylece, Almanlar ilerledikçe her şeyi rahatsız ettiler ve bu nedenle Yunanlılar, Almanları takip eden huzurlu Prensimizden kaçtı. Bununla birlikte, kiliselerin ve din adamlarının cemaati, ikonları ve diğer Yunan teçhizatı ile şehirlerden çıktı ve her zaman Kralımızı onur ve korku ile aldılar... Fransız kuvvetleri 4 Ekim 1147'de Konstantinopolis'e geldi. İkisi de şehrin ihtişamından etkilendiler ve Yunanlıların şüpheli eylemlerinden endişe duydular:120
120
https://sourcebooks.fordham.edu/source/odo-deuil.asp
76
OGİER GHİSELİN DE BUSBECQ121 (1521-1591)
Resim 39—Ogier (Auger) Ghiselin de Busbecq
Budin'de Budin beylerbeyiyle görüştükten sonra Tuna Nehri üzerindeki nehir gemilerinden biriyle Belgrad'a Busbecq, Niş'ten sonra Sofya üzerinden Filibe'ye geldi. Filibe yakınında Meriç Nehri'nin suladığı geniş ovada pirinç yetiştirildiğini yazar. Buradan Mustafa Paşa köprüsünü geçerek Edirne'ye vardı. Çorlu ve Silivri'den sonra İstanbul'a geldi. İstanbul'da kalmadı, Amasya'da bulunan padişah tarafından kabul edilmek üzere 9 Mart'ta İstanbul'dan tekrar yola çıktı. Üsküdar'dan Anadolu seyahatine başlayarak İzmit, İznik, Yenişehir, Pazarcık ve Bozüyük'den geçerek maiyetiyle Ankara'ya geldi. Buradan Kızılırmak ve Çorum üzerinden 7 Nisan'da Amasya'ya vardı. Çorum ve Amasya arasında dervişlere ait büyük bir tekke görmüştü. Ogier Ghiselin de Busbecq, geçtiği Babaeski ile ilgili Seyhatnamesinde şöyle yazmaktadır. “Pek gösterişli bir köprü olan Mustafa köprüsünü geçtikten sonra Adrianople'a (Türklerin dediği şekilde Edirne) geldik. Şehir daha önce Oresta adıyla anılırdı. Maritza (Herbus) nehri ile Tunca ve Arda nehirlerinin birleştiği noktada kurulmuştur. Buradan itibaren adı geçen nehirler Ege denizine doğru kıvrılarak akarlar. Şehrin eski surlar içinde kalan kısmı pek büyük değildir ama geniş varoşlara sahiptir. Buralarda Türkler tarafından yapılan binalarla şehir çok büyümüştür. Burada bir gün kaldık. Yolculuğumuzun sonuna yaklaşmıştık. İstanbul'a doğru ilerlediğimiz sırada, mevsim kış olmasına rağmen, lâle, sümbül, nergis gibi çi¬çeklerin açmış olduğunu hayretle gördük. Lâlelerin fazla bir kokusu olmamakla beraber görünüşlerinin güzelliği ve renklerinin çeşitliliğine hayran olmamak mümkün değildir. Türkler çiçeğe aşırı derecede düşkündürler. Güzel bir çiçek için büyük miktarda para vermekten çekinmezler. Bunları çoğu defa bana hediye ediyorlardı ama karşılığında bahşişlerini de alıyorlardı. Yolumuz Çorlu kasabasından geçiyordu.”122 Dönüş yoluda Babaeski’den geşisi ise: “İstanbul'da iki hafta müddetle dinlendikten sonra Viyana'ya dönmek üzere yola çıktım. Yolculuk uğursuz bir günde başlamıştı, zira tam şehri terkedeceğimiz sırada çocuklarla Ogier Ghiselin de Busbecq, Avusturya Monarşisi için görev alan Flemenk diplomat. Aynı zamanda, 16. yüzyıl İstanbul'u hakkında en yetkin kaynaklardan biri olan Türk Mektupları adlı eseri yazmış ve bu suretle, edebiyatta gezi mektupları türünün öncülerinden biri olmuştur. 122 Ogier Ghiselin De Busbecq- Türkiye'yi Böyle Gördüm; Tercüman 1001 Temel Eser Hazırlayan: Aysel Kurutluoğlu S. 34- 35 121
77
dolu arabalarla karşılaştık. Bunlar satılmak üzere İstanbul'a getirilen Macar çocukları idi. Türkiye'de en fazla raslanan şey bunlardır. Anverse giden yollarda çeşitli mallarla dolu arabalara nasıl raslanırsa biz de esaret zincirine vurulmak üzere getirilen zavallı hıristiyan esirlerine öyle sürüyle tesadüf ediyorduk. Sürü halinde toplanmış genç veya ileri yaşta insanlar, bazan da pazarlardaki beygirler gibi zincirlerle bağlanmış, uzun bir sıra teşkil ediyorlardı. Bunları görmek, hıristiyan halkın bu felâketine şahit olmaktan dolayı gözlerimde toplanan yaşları tutamıyordum. Yolculuğa başlayış gününün uğursuzluğuna bir başka işaret de şu olmuştu. Arkadaşlarım, maiyetlerindeki bazı adamlarını, Türkiye'de daha fazla kalamayacak larından memlekete götürmek üzere bana emanet etmişlerdi. Yolculuğun üçüncü gününde başları olan Voivode adındaki adam hastalandı. Hastalığın diğerlerine de geçmesinden korkuyorduk. Hasta, pek uzak olmayan Edirne'ye kadar yaşayabildi, orada can verdi. Adamın ölmesi bir başka mesele çıkardı ortaya. Öteki Macarlar, adamın eşyalarını yağmaya kalkıştılar. Kimi atını, kimi de ayakkabılarını aldı, bir başkası gömleğini, diğeri iç çamaşırlarını kaptı. Aynı akibete hem kendilerini hem de bizi maruz bırakmamaları için doktorum müdahale etti, elbiselerine dokunmamaları için onlara yalvardı. Hastalık bulaşırsa sonuç muhakkak ölümdü. Ama lâf anlamıyorlardı. Ama sonunda, Edirne'den ayrılışımızın ikinci gününde adamlar doktorun etrafını alarak baş ve vücut ağrılarından şikâyet edip ilâç istediler.” Yazmıştır.123
Bu içeriğimizde; Busbecq’in, genelde Osmanlı toprakları, özelde ise Türkler hakkındaki izleniminidik
“oturabileceği uygun bir yer sağlamak. Her ölünün, bunu yapmak zorunda olduğuna inanıyorlar. Kişinin kötülük meleği dünyadaki hayatını sorgulayıp suçlarken, iyilik meleği ise savunmasına yardımcı olurmuş”. Diyor.
123
Ogier Ghiselin De Busbecq -Türkiye'yi Böyle Gördüm; Tercüman 1001 Temel Eser Hazırlayan: Aysel Kurutluoğlu S. 70-71
78
PERO (PEDRO) TAFUR124
Resim 40 Pero Tafur
Konstantinopolis'i ziyareti sırasında Pero Tafur'a Kastilyalı dostları eşlik etti. 1437 ve 1438'de Pero Tafur'dur. Gezginlerin Konstantinopolis'te ne kadar kaldıklarını nadiren öğrenebiliyoruz. 1410 yılında ispanya'nın cordoba şehrinde doğmuş, aynı yerde 1487 yılında vefat etmiş, bizans'ın son dönemlerini seyahatnamesinde anlatmış ispanyol gezgin. Ülkemizde de ‘Pero Tafur Seyahatnamesi’ adı altında bir kitap mevcut. Roger Crowley'in 1453 kitabında ismi zikredilmiş. Her ne kadar Pedro Tafur olarak da bilindiğinden bahsedilmiş ise de literatüre ismi Pero Tafur olarak geçtiği için sözlükte de bu şekilde yer almasının doğru olacaktır. Pero Tafur, Adrianople‘i ve Babaeski ve çevresini ziyareti sırasında, Seyahatnamesi’ne şöyle yazmıştır.( Pero Tafur'un Seyahatler (1435-1439) (BÖLÜM XV: Edirne.-Büyük Türk'ün Tanımı.-Karadeniz.- Trabzon'a Varış) “Konstantinopolis'e döndükten sonra, şimdi İmparatoru temsil eden Despot Dragas'tan, Türklerin ordularının bulunduğu Konstantinopolis hariç, Yunanistan'ın en büyük şehri olan Adrianople'a gitmelerini istedim. Despot orada bulunan bazı Cenevizli tüccarlar için gönderdi ve benim Büyük Türk'ü, devletini ve kişisini görmemizi ve tehlikesizce geri dönmemizi ayarlamaları gerektiğini söyledi. Bu tüccarlardan birinin erkek kardeşi geldi, Despot için çok kabul edilebilirdi ve onun tarafından çok güvendi ve bu tüccar Despot'a hizmet etmek için beni yanına götürüp bana her şeyi göstermeyi kabul etti. Üç gün içinde ayrıldık, Yunanistan'a giden yolu ve dokuz günlük bir yolculuk olan Adrianople'a gelene kadar burada açıklanması gerekmeyen bazı küçük yerleri geçtik. Burada evini şehirde yaşayan Cenevizliler ile birlikte 124
https://depts.washington.edu/silkroad/texts/tafur.html#ch15
79
konakladım. Büyük Türk, İmparator'un ne zaman ve nasıl ayrıldığını, hangi eyalette ve kimin gemisinde olduğunu sormam için gönderdi ve ona bunları söylerken, kişisini, hane halkını ve halkını gördüm. Yaklaşık 45 yaşında, iyi boyda ve yakışıklı bir adam olmalı. Onun bakışından gizli bir kişi gibi görünüyordu, görünüşte mezardı ve o kadar cömert bir şekilde katıldı ki, hiçbir zaman böyle görmedim, çünkü 600.000 atlıya kadar olan tüm güçlerine sahipti ve ortaya çıkması gerekir. Abartıyorum, bana bilgi verenlere atıfta bulunuyorum. İyi niyetle, söylenen her şeyi tekrarlamaktan korkuyorum. Tüm ülkede bir yaya yok, ama hepsi at sırtında, çok küçük ve lank atlarda. Ve o kadar cömert bir şekilde katılmıştı ki, hiç böyle bir şey görmedim, çünkü onunla birlikte 600.000 atlı olan tüm güçlerine sahipti ve abarttığım anlaşılmalıdır, bana bilgi verenlere atıfta bulunuyorum. İyi niyetle, söylenen her şeyi tekrarlamaktan korkuyorum. Tüm ülkede bir yaya yok, ama hepsi at sırtında, çok küçük ve lank atlarda. Ve o kadar cömert bir şekilde katılmıştı ki, hiç böyle bir şey görmedim, çünkü onunla birlikte 600.000 atlı olan tüm güçlerine sahipti ve abarttığım anlaşılmalıdır, bana bilgi verenlere atıfta bulunuyorum. İyi niyetle, söylenen her şeyi tekrarlamaktan korkuyorum. Tüm ülkede bir yaya yok, ama hepsi at sırtında, çok küçük ve lank atlarda. Grand Turk ve halkı hem kış hem de yaz aylarında çadırlarda her zaman tarladadır ve şehir el altında olmasına rağmen, kadınlarıyla banyoya gitmek zorunda kalmadıkça asla girmez. Cenevizliler'in yardımını görebildim. Davul, müzik ve soytarı şarkı söyleyerek gitti ve vücut kadınları olan büyük bir kadın kalabalığı 300 ve daha fazlasına gitti. Böylece büyük gürültü ve bağırışlarla şehre girdiler ve Büyük Türk çadırlarına döndüğü gece yarısına kadar orada kaldılar. Ertesi gün avlanmaya gitti ve Cenevizliler de benim gitmemi ayarladılar. Atların üzerinde şahin, çakır kuşu ve leoparlar ve tüm avcılık malzemeleri bulunan birçok insan vardı. Türklerin eyerde demir bir personel ve yayları ve titremeleriyle bir tef taşıma geleneği vardır. Bu, savaş kıyafetlerinin tamamıdır ve ülke soğuk ve sıklıkla donmuş olduğundan ve atlar kolayca düştüğü için, erkekler çok sert olan ve mahmuzların sabitlendiği dizlere kadar Şam derisi botları giyerler. Bunlar her zaman giyerler ve at düşerse herhangi bir yaralanma almadan bacaklarını serbest bırakabilir ve bagaj üzengi içinde kalır. Pek çok sülün ve francolin ve İspanya'da bulunan her türlü kuş vardır. Erkekler, önlerinde açık olan aynı malzemeden uzun pelerinler ve mantolar ile ülke tarzında kaplanmışlardır. Bunlar ince yünlü kumaştan, İtalya'dan ipek ve brokarlardan yapılmıştır. Ama beni her şeyden daha çok şaşırtan şey, kürklerin sergilenmesiydi: martinler, samur ve daha az değerli deriler, dişlerle ermin ve son derece değer verdikleri tilki, yanı sıra yumuşaklığı için de kalitesi ve çok sıcak ve böyle soğuk bir ülke için uygun olduğu için. Birçoğu başlarına keten takıyor, diğerleri Burgos'daki rustik neşeli yapımlarda giyilenler gibi yapılmış şapkalar. Eyerleri, eşeklerin eyerleri gibidir, ancak çok zengindir ve ince kumaşlarla kaplıdır ve üzengi demirleri uzun olmaktan çok kısadır. O gün şehre döndük ve arkadaşım şövalyelerin ve diğer insanların mahallelerine bakarak beni kampa götürdü. Orada, kendi evlerinde olduğu gibi, rahatlıkları, kadınları ve diğer her şey için gerekli olan her şeyi saklıyorlar. Çadırlar, iyi kişisel konaklama ile mükemmel, ancak yine de insanlar çok fazla sıkıntıya katlanıyorlar ve uzun kullanım, onları herhangi bir isteksizlik göstermeyecek şekilde alıştı. Atlar her zaman barınak olmadan açıkta tutulur ve inanıyorum ki, doğası gereği sırık ve küçük olsalar da, ihmal edilme biçimleri onları daha az çalışır hale getirir ve gerçekten de zaman zaman ustalarını nadiren taşıyabilecekmiş gibi görünür. Her ne kadar atlarının sayısı kredi zor olsa da, Kastilya'da, Galiçya'da ve dağlarda hackler, katırlar, katırlar ve eşeklerin kaç hayvan olduğu düşünüldüğünde, ülkemizin çok fazla gösterebileceğini düşünüyorum. Atların herhangi birinde olduğu gibi kıçlarımızdan birinde savaşa veya turnuvaya lief yolculuğu yapardım. Galiçya'da ve dağlarda hackler, katırlar, katırlar ve eşekler, sanırım ülkemiz çok fazla gösterebilirdi. Atların herhangi birinde olduğu gibi kıçlarımızdan birinde savaşa veya turnuvaya lief yolculuğu yapardım. Türklerin büyük bir hakimiyeti var, ancak ülke çok steril seyrek nüfuslu ve dağlık. İşgal ettikleri Yunanistan düz ve verimli bir ülkedir, ancak şu anda savaştan yoksun bırakılsa da, Yunanlılar mücadelenin tüm yükünü taşıyor ve Türkler acımasız ve onlara büyük bir zulümle davranıyorlar. Gerçekten de, bir ordunun ne kadar büyük sağlanabileceğine inanmak 80
zordur. Türkler aslına bakar, çoğu gerçeğe verilir. Ülkelerinde soylular gibi, yaptıkları harcamalarda, eylemleri ve yiyecek ve sporlarında olduğu gibi, ikincisi de çok kumar oynarlar. Çok neşeli ve yardımseverler ve iyi bir konuşma yapıyorlar, o kadar ki, bu parçalarda, erdemden bahsettiğinde, herkesin Türk gibi olduğunu söylemek yeterlidir. Büyük Türk'ün şahsiyetini, hane halkını ve mal varlığını gören, Arkadaşımın Konstantinopolis'e dönmenin iyi olacağını söyledim, ancak Grand Türk evinin bazı tüccarlarıyla tamamlaması gereken bir iş nedeniyle iki gün daha kalmak zorunda kaldık. O günlerden birinde Büyük Türk avlanmak için dışarı çıktı ve onunla şimdiye kadar sahip olduğum en büyük meclisi, sayıları ve atları ve genel sergiyi görmek için gittim. Erkekler modalarına göre çok iyi ve zengin bir şekilde kaplanmıştı, ama hayatımda hiç görmediğim bu tür astarlar, ne çok ne de çok zengin. Ertesi gün ayrıldık ve geldiğimiz yoldan Konstantinopolis'e döndük “125
Fotoğraf: 2 Petro Tafur a sait not defderi
125
Bölüm XV- PERO TAFUR SEYAHATLERİ (1435-1439)—( Sir E. Denison Ross ve Eileen Power, Pero Tafur: Travels and Adventures (1435-1439) tarafından düzenlenen The Malwaym Letts (New York, Londra: Harper & brothers 1926))
81
PHILIPPE DU FRESNE CANAYE
Resim 17---Fresne –Canaye (1573)Seyahat Güzergâhı
Fresne Canaye Seyahatnamesi ilk kez 1625’te bir seyahat anlatıları derlemesinde yer aldı. Tüccar ve hukukçu yetiştirmiş Parisli bir aileden gelen Philippe du Fresne 1551’de doğmuştu. Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi Noailles’in maiyetine girerek, onlarla birlikte İstanbul’a geldi. Burada her fırsatta halkın arasına karışan Canaye’nin İstanbul’da gördüklerini, yaşadığı ilginç olayları günü gününe not ettiği, Venedik’e döndükten sonra yazdığı anlaşılıyor. Seyahatnamesinde, Ragusa’dan başlayıp İstanbul’a giden yol üzerinde karşılaştığı halkları titizlikle inceleyen Canaye, Bulgar kadınlarının saç biçimini, Pera sokaklarında dolaşanların giysilerini bile betimliyor. Konuk olduğu bir Rum düğününü, bir sünnet düğününü, esir pazarını, bayram şenliklerini, padişahın elini öpme törenini onun gözünden öğreniyoruz. Yapıtının değişik yerlerinde Edirne pazarı, Asya kıyıları kültürü gibi ticaret tarihiyle ilgili bilgilere de rastlıyoruz. Çok ilginç bir tarihte, hemen hemen İnebahtı bozgunundan iki yıl sonra, Türkiye’ye gitme şansını elde eden Canaye, Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa’nın yeniden yapılanma çalışmalarını da izliyor. Osmanlı ordusunun disiplini ve padişahın elindeki uçsuz bucaksız kaynaklar onu şaşkına döndürüyor. Hıristiyan kökenli vezirlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu akıllıca yönettiğine tanık oluyor. Ancak, “Türklerin sertliğine” çok kızıyor, karılarını özel hapishanelere koyan, yabanıl hayvanlarını ise sokaklara başıboş bırakan insanları anlamıyor. Ne var ki, bütün bunlar onun Türklerde bulunan birçok iyi niteliği görmesini engellemiyor ve bu niteliklerin başında da, Hıristiyanlara özgü olduğu ileri sürülen bir erdem geliyor: Tanrı sevgisi. 1551 'de doğan seyyah, Fransa'da İtalyan asıllı zengin ve tüccar bir aileden gelir. 1572 yılına kadar Canaye adıyla bilinen bu aile Fransa'da kumaş yapımcılığını geliştirenlerin ilki olarak tanınırdı. Bir avukat olan seyyahın babası Jacques Canaye, kardeşi Jean'ın 1572'de kralın sekreteri olarak "Senyör du fresne" unvanını almasından sonra bu adı da almıştır. Philippe du Fresne Canaye, seyahatlerine Almanya'dan başladı. Oradan İtalya'ya gitti, Napoli, Padua, Mantua, Ferrare ve Trevise'de kaldıktan sonra 14 Mayıs 1572'de Roma'daydı. Daha sonra Venedik'te görevle İstanbul'a gitmekte olan Fransa'nın İstanbul elçisi M. de Noailles'in sekreteri M. Massiut'la tanıştı. Seyyah, sekreter vasıtasıyla elçi François de Noailles'in maiyetine kabul edilmiş ve bu elçi heyetiyle İstanbul'a gelmiştir. Heyet, 14 Ocak 1573'te Ragusa'dan karayoluyla yola çıktı. Ragusa yakınında Ragusa Cumhuriyeti ve daha sonra Türk gümrüklerinden 82
geçtikten sonra Ternovitza, Vrataz, Prepolje ve Novibazar'dan sonra Niş'e ve oradan Sofya'ya vardılar. 23 Şubat'ta Babaeski, 24 Şubat'ta Lüleburgaz'a, 25 Şubat'ta Çorlu'ya geldiler. Buradan Büyük Çekmece ve Küçük Çekmece üzerinden 28 Şubat'ta İstanbul'a vardılar.126 Philippe du Frcsne Canaye, İstanbul'da 9 Haziran tarihine kadar kalmış bu tarihte elçinin maiyetinden ayrılarak Adalar, Yunanistan üzerinden Venedik'e geri dönmüştür. Hukuk öğrenimini tamamladıktan sonra Paris'e giderek baroya girdi ve 1579'da Büyük Meclis'in müşavir dairesinde avukat oldu. 8 Ağustos 1589'da Fransa kralı tarafından diplomatik görevle İngiltere'ye daha sonra Almanya'ya gönderildi. 1593'te Toulouse Parlamentosu başkanı, 1600'de Büyük Meclis üyesi, 160l'de Venedik elçisi olarak görevlendirilen Philippe du Fresne Canaye'nin seyahatlerinden başka ilmi çalışmalarından bahseden bir eser de dostu Casaubon tarafından kaleme alınmıştır. Seyahatnamede Akdenizle ilgili konulara geniş bir yer verildiğinden 16. yüzyıl coğrafya eserleri arasında hatırlanan bu seyahatname ayrıca arkeolojik araştırmalarla Doğu dilleri ve dinleri üzerine iyi bir kaynaktır. Seyahatnamede Anadolu kıyıları ve adalarda Venedik ve Marsilya'nın ticari menfaatleri, Osmanlı devletinin siyaseti, sarayda paşa ve vezirlerin görevleri bakımından durumları incelenmiştir. Philippe du Fesne Canaye'nin 22 yaşındayken İstanbul'a yaptığı seyahatinde gözlemlerini değerlendirmesindeki çok yönlülük ve beceri onun almış olduğu eğitimden kaynaklanır. Zamanının Avrupalı diğer aydınları gibi antikiteyi ve Grek dilini iyi bilirdi. Seyahati boyunca Petrus Gillius (Pierre Gilles)'in bütün eserlerini yanında taşımış ve bunlardan temel kitaplar olarak yararlanmıştır. Ayrıca, daha önce yazılmış seyahatnamelerden ‘Benedello Ramberti'nin Trois Livres sur les Clioses de Turquie’ adlı seyahatnamesini Balkanlar'dan geçerken el kitabı olarak kullanmıştı. El yazması 239 sahife olan seyahatname M.H. Hauser tarafından notlar ve açıklamalarla 1897'de Paris'te yayımlandı.127
Resim 18--Fresne –‘Canaye Seahatnamesi 1573
126 127
Le Voyage du Levanı de Philippe du Fmnc Canayc, ed. M.H. Hauser, E. Leroux, Paris, 1897, s. 44-50. ÜÇEL-AYBET. Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları (1530-1699), iletişim Yayıncılık A. Ş2010, s. 51-52
83
REİNHOLD LUBENAU, 128
Resim 41- Reinhold Lubenau bazı kitapları
Bartholomaeus Petz yönetiminde Avusturya heyetinde bulunan Alman eczacıdır. Belgrat’tan itibaren kara yolculuğu başlar. Yazar Türk kültürü ve Osmanlıların yaşayışları hakkında bilgiler verir. “İmaretler hakkında bilgiler verir. Türk, Yahudi, Hıristiyan veya hangi dinden ırktan olursa olsun, herkese koyun eti, somun ekmek, çorba ve pirinç yemeği verilmesinden bahseder. Konuklardan imaretlerde hiçbir koşulda para alınmadığını parayı almanın büyük günah sayıldığını söyler. Susayanlar imaret’in içinde olan kuyundan faydalanabilir.129 Türklerde sınıf ayrımı olmadığından ve soylu bir sınıfın bulunmadığı söylenir.130Osmanlıda soylu bir sınıf sadece Osmanoğlu ailesidir. Diğer halk tabakaları Osmanoğlu ailesine kulluk vazifesini yerine getirir”. 1587 yılında İstanbul'a gelen Bartholomaeus Petz yönetimindeki bir başka Avusturya heyetinde bulunan seyâhatnâmesinde yine bu “(Sarı Saltuk) tekkeyi anlatarak burasının Saint Nicolas'ya ait bir eski manastır olduğunu ve şimdi Sares Soldak (Sarı Saltuk) adlı bir hıristiyanın mezarının bulunduğunu” yazıyor.131 Gözlemcinin seyahatnamelerindeki ilgili pasajlar bu makalede alıntılanmış metinler olarak mevcuttur. Bu da Sarı Saltık’ın Hıristiyanlar'ca da benimsendiğini anlatan tarihsel bir şehadet kabul edilebilir.
Reinhold Lubenau Seyahatnamesi Osmanlı Ülkesinde ( 1587-1589 ) Reinhard Lubenau, a.g.e. s. 133. 130 Reinhard Lubenau, a.g.e. s. 385. 131 Reinhold Lubenau, Beschreibung der Reisen, Königsberg 1912-1930, s.157'den naklen Adamovic, a.g.m, ss. 18-19. 128 129
84
ROBERT BARGRAVE
Resim 43-Robert Bargrave'in Seyahat Günlüğü, Levant Merchant, 1647-1656 (Hakluyt Society tarafından yayınlanan eserler, Üçüncü Seri, Cilt 3) Robert Bargrave, Seyahat Günlüğü kitabında 1652'de Babaeski’den geçişinde, “tekkenin Türkler'in Sarı Saltık Baba dedikleri birine, Rumlar'ın ise Aghios Nikolas (Saint Nicolas) adındaki azize ait olduğuna inandıklarını” yazıyor. Robert Bargrave (1628-61) imzalı İngilizce dergisinin tüm metninin ilk açıklamalı eski yazım baskısı, kapsamlı seyahatlerini bir tüccar olarak kaydediyor. Bu el yazması Bargrave tarafından yapılan dört ayrı yolculuğu anlatıyor. İngiltere'den Konstantinopolis'e deniz yolculuğu; Bulgaristan, Romanya, Polonya, Almanya ve düşük ülkeler üzerinden Konstan tinopolis'ten İngiltere'ye karadan zorlu bir dönüş yolculuğu; İspanya, Sicilya, İtalya ve Morea'da ticari ve kültürel amaçlar için kapsamlı seyahatler ve Trento, Innsbruck ve Augsburg üzerinden Venedik'ten Margate'e dönüş yolculuğu, Heidelberg'e yaptığı ziyaret de dâhil olmak üzere, sürgün İngiliz kraliyetçi topluluğuyla Bohemya Kraliçesi Elizabeth mahkemesinde tanıştı. Basımın tanıtımı, tanınmış bir kentli ailenin siyasi, dini ve kişisel bağlantılarını, denizaşırı seyahat deneyimlerine özel atıfla ayrıntılı bir şekilde ele alındı. 1573’te İstanbul’a gelen Alman teolog (ilahiyatçı) Stephan Gerlach (2007, s. 820), 1578 yılının Haziran ayında Babaeski’deki bu tekkeye uğramıştır. Tekkeyle ilgili gözlemlerini ve oranın halkından öğrendiği bazı bilgileri kaydetmiştir. Gerlach, bu kasabada Rum nüfusu yok denecek kadar az olduğu için bir kiliselerinin bulunmadığından, komşu köylerdeki kiliseleri kullandıklarından bahsetmiştir. Önceleri kasabanın dışındaki bir Rum kilisesinde Saint Nicolas (Aya Nikola) adında bir Hristiyan azizin piskopos olarak görev yapmış olmasından ötürü köyün adını “Eski Baba” koyduklarını belirtmiştir. Sonrasında ise bu binada Türk din adamlarının yaşamaya başladığını ifade etmiştir. Alman ilahiyatçı, bu mekâna dair tasvirlerinin devamında binanın içinde parmaklıklarla ayrılmış bölümde bayrak, gürz, demir bir ok ve büyük bir yay, iki değnek, bir kalkan, ağaçtan yapılan tespihler, piskopos başlığı, şamdanlar, geyik boynuzu, geyik ayakları vb. birtakım eşyaların olduğunu, bu eşyaların alt kısmında yatağa benzer bir şeyin bulunduğunu ve yatağın ayak ucuna da beş şamdan yerleştirildiğini, şamdanların ortasında ise sonsuz bir ışığın (mumun) hep yanmakta olduğunu söylemiştir. 14 Eylül 1652 tarihinde Babaeski’ye uğrayan Robert Bargrave, burada Aghios Nikolaos (Saint Nikolaos) olarak adlandırılan kilisede bir Hristiyan azizin gömülü olduğundan bahsetmekte ve bu azizle ilgili bir öykü anlatmaktadır. Öyküye göre Türkler, Babaeski’yi ilk fethettikleri zaman birkaç sefer bu kiliseyi yakma girişiminde bulunmuşlar. Ama onların bu girişimleri her defasında olağanüstü bir biçimde önlenince, burada yatan azizin Müslüman olduğu düşünülmüş ve sahiplenilmiş (Hasluck, 2013, s.328). Seyahatnamesi’nde Baba Saltık/Baba Sarı Saltık adında bir kasabaya geldiklerini söyleyen Bargrave, bu adlandırmanın Türkler tarafından böyle olduğunu, Rumlara göre Aghios Nikolaos kilisesinden dolayı kasabaya bu adın verildiğini belirtmiştir. Son olarak bu kiliseye bugün tekke denildiğine, buradaki tekkeyle bir derviş kadının ilgilendiğine ve içeride devamlı yanık tutulan bir lambanın varlığına değinmiştir.
85
SİMEON’UN (POLONYALI) SEYAHATNAMESİ:
Resim 44
Polonyalı) Simeon’un Seyahatnamesi.v
Kefe'den Polonya'ya göç etmiş bir Ermeni aileden gelen Simeon, 1584'te Polonya'da Zamotza şehrinde doğmuştur.132 Dindar olduğu kadar bilime ilgi duyan Simeon, 15 Şubat 1608'de yirmi dört yaşındayken Kudüs'e gitmek amacıyla seyahatlerine başlamıştır. Simeon, Lemberg'den (Lvov) 15 Şubat 1608'de yola çıktı ve 10 Eylül 1608'de İstanbul'a vardı. Daha sonra 1611 de bir Ermeni katalikosu temsilcisine eşlik ederek Rumeli'den Venedik'e ve Roma'ya gitti. 1612'de İzmir'e döndü. 1613'te Anadolu'da Muş'a kadar seyahat etti. 1614'te buradan İstanbul'a döndü. 15 Ağustos 1615'te seyahatinin amacını gerçekleştirebildi, Mısır üzerinden Kudüs'e gitti. Simeon yazdığına göre Kudüs'e hacca gidebilmek için gerekli yol parasını İstanbul'da çalışarak kazanmıştı: "İstanbul'da yazıcılara çok kıymet verirler. Çünkü orada çok ruhani bulunduğu halde yazı yazabilen yoktur, zira okumak ve yazı yazmak ayrı ayrı sanatlardır. Gerek sivil ve gerek ruhani birçok kimse bana çok kitap kopya ettirdiler. Ben de yol masrafımı çıkarmak için geceyi gündüze katarak büyük gayretle çalıştım. Elimde bir şey kalmamıştı, fakat şimdi günde 50-60 akça
132
Simeon'un biyografisine dair bilgi seyahatnamenin Türkçe çevirisinin giriş kısmında Hrand Andreasyan tarafından verilmiştir.
86
kazanıyorum. Bir yıl içinde 80 kuruş biriktirebildim."133 Simeon, 1616 yılında Suriye üzerinden Anadolu'ya gitti. Buradan 1618'de İstanbul’a geldikten sonra memleketi Polonya'ya döndü. Seyyah, eserini 1619 yılında kaleme almış ve Ermenice yazımıştır. Seyahatname 1932 yılında filolog Nerses Akinian tarafından Lemberg Üniversitesi el yazma eserleri arasında bulunduktan sonra 1936'da Viyana Mekhitarist Manastırı matbaasında basılmıştır. Türkçe'ye Hrand D. Andreasyan tarafından tercüme edilmiş, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları arasında İstanbul'da 1964'te basılmıştır. Seyahatnamenin birinci bölümü Lvov'dan İstanbul'a kadar yol güzergâhındaki şehir ve kasabaları, ikinci bölümü İstanbul'u, üçüncü bölümü Ege ve Marmara kıyılarındaki şehir ve kasabaları, dördüncü bölüm İstanbul'dan Venedik'e giden yol üzerindeki şehir ve kasabaları, beşinci bölüm Venedik'i, altıncılı ölüm Papalık Hükümetini, yedinci bölüm Roma'yı, sekizinci bölüm Muş'a kadar Anadolu şehir ve kasabalarını, dokuzuncu bölüm doğudaki diğer şehirleri, onuncu bölüm Kahire'yi, onbirinci bölüm Kahire'den Kudüs'e kadarki yolu, on ikinci bölüm Kudüs'ü, on üçüncü bölüm Suriye'yi, on dördüncü bölüm Suriye'den İstanbul'a kadar şehir ve kasabaları tanıtır. Seyahatname, Simeon'un gözlemlerini tarafsız ve doğru olarak yazması bakımından araştırmacılar için önemli bir kaynaktır.134 15 Şubat l608'de, 24 yaşında olduğu halde, Lemberg'den yola çıkan Simeon, 10 Eylülde İstanbul'a varmış ve bir sene kadar burada kaldıktan sonra Ege ve Marmara havzasında bir gezinti yapmış, 1611'de, ermeni katolikosunun bir temsilcisine eşlik ederek Rumeli yolu ile Venedik ve Roma'ya gitmiş, l612'de deniz yolu ile gitmek istediği İzmir'e çıkarak 1613'de seyahatini Anadolu'nun içlerinden Muş'a kadar uzatmış ve l614'de tekrar İstanbul'a gelmiştir. “Kırkkilise'den hareketle, 10 Eylül'de, nihayet, herkesin arzuladığı şanlı payitaht şehri olan İstanbul'a ulaştık”.
Polonyalı Simeon'un Seyahatnamesi, H. Andreasyan, lsıanbul, 1964, s. 1 02. --Andreasyan, “Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi” adlı eserinde “İstanbul’dan Venedik’e uzanan muhteşem yol” olarak betimlemektedir (1964: 26). ----Kırkkilise şehrini gezen Polonyalı Simeon buradaki evlerin taştan yapıldığını belirtmektedir (Andreasyan, 1964, s. 3).
133 134
87
STEPHAN GERLACH
Resim 45-Stephan Gerlach
1574-1578 tarihleri arasında İstanbul'da gelen yine bir Avusturya elçilik heyetinde görevli Alman ilâhiyatçı Stephan Gerlach, 1578'de geri dönerken bu tekkeye uğramış ve aynen, eskiden Saint Nicolas'nın olduğu bilinen manastırın, şimdi Türkler'in elinde olduğunu ve burada sırtlarında koyun postu olan dervişlerin (Kalenderîler) ikamet ettiğini yazmakta ve tıpkı günümüzde türbelerde görmeğe alışık olduğumuz bazı tarikat aksesuarlarından (iri taneli tespihler, geyik boynuzları, bazı eski kesici ve delici silâhlar, şamdanlar, levhalar vs.) bahsetmekte ve Eski Baba hakkında bilgi vermektedir.135 “Buraya Eski Baba (Baba-yı Atîk) denmesinin sebebi ise muhakkak ki, Dobruca'daki Baba (Babadağı) ile aynı ismi taşımış olması dolayısıyla karışıklığa meydan vermemek üzere, burasını "eski" sıfatıyla anma zorunluluğudur”. Diyor Gerlach, 1573 senesi Nisan ayında ilk kayıtlannı düşmeye başlar. Elçilik heyeti, İmparator II. Maximilian tarafından kabul edildikten sonra 10 Haziran'da yola çıkar, ayın 16'sında Macaristan'a varır, 18'inde Türk Budin'e, oradan nehir yoluyla Belgrad'a ve buradan kara yoluyla 28 Temmuz'da Edirne'ye ve nihayet yola çıkıştan 58 gün sonra 6 Ağustos 1573'te ilk izlenimlerinde "bahçeler şehri" olarak nitelediği İstanbul'a vasıl olur. Çemberlitaş'taki Elçi Hanına (veya Nemçe Hanı) yerleşen heyet, 16 Ağustos'ta hediyelerini takdim etmek üzere saraya alınır ve huzura çıkartılır.136 “Sofya' da hastalanmış olan kafılemizin beş kişisi ve ben, saygıdeğer efendimiz tarafından Adrianopolis [Edirne] kentine gönderildik. (Türklerin hükümdan, Konstantinopolis'i ele geçirmeden önce Edirne'yi başkent yapmıştı ve şimdiki hükümdar da hemen hemen her yıl canı çektiğinde bu şehre gelip bir süre kalmaktadır.)28 Temmuz'da Edirne'ye vardığımızda, 135
(Bk. Itinerario di Marc Antonio Pigafetta, Zagreb 1890, s.161'den naklen, Milan Adamovic, " Das Tekke von Sari Saltiq", MT, 5 (1979), s. 17. ); (Stephan Gerlach deß Aeltern Tage-Buch, Frankfurt 1674, s. 511'den naklen Hasluck, Christianity, II, 761; Adamovic, a.g.m., ss. 18-19.) 136 Stephan Gerlach; ‘Türkiye Günlügü’;Kitap Yayınevi, İstanbul, 2007, Çev: Turkis Noyan s.22
88
orada bulunan ünlü bir Portekizli Yahudi hekim bizi tedavi etti. Yeniden sokağa çıkacak duruma geldiğimizde kenti gezdik ve burada mermerden yapılma sütuman olan iki güzel cami gördük. 31 Temmuz'da Selibriea'ya [Silivriye] vardık. Bu şehir deniz kıyısındaki kayalık bir tepenin üzerine kurulmuş. Halkının çoğu Rum. Bize güzel resimlerle ve lambalarla süslü olan kiliselerini gezdirdiler.”137 Tarih; Mayıs 1575 “Bu ayın ilk günlerinde, Edirne ile Konstantinopolis arasında, Edirne'ye üç mil* mesafede güzel bir cami inşa ettirmekte olan Mehmed Paşa, taş kırmak üzere 120 köleyi başlarında gözetidIeri olduğu halde inşaat yerine göndermiş. Yolda esirler gözetidIerini öldürüp fırar etmişler. Gerçi kaçakların peşine adam yollanmış ama onları yakalamak mümkün olmamış”.138 9 Haziran' da gün doğmadan aşağı yukarı iki saat önce kalktık ve buğday, arpa tarlaları arasından, kısmen de boş ve terkedilmiş arazi üzerinden, öküz ve mandaların otladığı güzel meralardan geçerek yol aldık, bir değirmen ve birkaç evin bulunduğu bir yerleşimden sonra bir köprüyü aştık ve oldukça yüksek bir tepeye ulaştık. Sol tarafta, dümdüz bir arazide yükselen bu tepe insan eliyle yapılmışa benziyor. Böyle tepelere Filibe dolaylarında sık sık rastlanıyor. Öğleden sonra saat bir sulannda Bergasch'a [Lüleburgaz] ulaştık. Bu küçük yerleşim Çorlu'dan beş büyük mil mesafede ve sanki eski, harap olmuş bir şatodan ya da kent surlanndan ibaretmiş gibi bir izienim aldım. Tümüyle Mehmed Paşa'ya ait olduğunu ve ona Sultan Süleyman tarafından armağan edildiğini söylüyorlar. Terzilik ve fırıncılıkla uğraşan Hıristiyanların sayısı çok az olduğundan kendilerine ait bir kiliseleri yok ve bu yüzden de ayine kahlabilmek için komşu köylere gitmek zorundalar. Fakat Mehmed Paşa burada çok güzel bir cami ve kervansaray yaptırmış. Kubbeleri kurşunla kaplı, çevresine de birçok dükkân ve ev inşa edilmiş, böylece caminin etrafında adeta küçük bir kent oluşmuş. Mehmed Paşa'nın vakfında da bize dört tabak pirinç yemeği ve ekmek ikram ettiler. 10 Haziran'da gene gün doğmadan iki saat önce yola çıktık ve saat yedide Eskibaba'ya [Babaeski] vardık. Burası da bir Türk köyü, sadece çok az Rum var ve bu yüzden de kiliseleri olmadığından komşu köylere gitrnek zorundalar. Köyün dışında bulunan eski bir Rum kilisesinde vaktiyle Aziz Niclaus'un piskopos olarak görev yapmış olmasından ötürü, bu köyün adını "Eskibaba" koymuşlar. Günümüzde bu binada Türklerin din adamlan ve hocaları yaşıyor ve orasını bir çeşit hasta bakımevi gibi kullanıyorlar. Binanın dışında duvarda birçok koyun postu asılı. Dolaşmaya çıktıklannda bunlardan birini üzerlerine alıyorlar. Binanın içinde, sağ tarafta parmaklıkla ayrılmış bir bölme var ve burada duvarda yan yana siyah ağaçtan yapılma çok sayıda tespih asılı, ayrıca Arabistan'dan gelen dilencilerin taşıdıklan bayraklara benzeyen bir bayrak ve direği, üzeri altın yaldızla kaplı bir devekuşu yumurtası, büyük bir gürz, ortası düz bir piskopos başlığı ve yanında bir tespih duruyor. Bunların alt tarafında sanki bir yatak yapılmış ve ayakucuna beş şamdan yerleştirilmiş ve Arap dilencilerininki gibi bir bayrak dikilmiş, şamdanların ortasında da devamlı yanık tutulan bir mum konmuş. Duvarda, piskopos şapkasının yanında büyük demir bir ok ve aşırı büyük bir yay asılı, ayrıca Alibides'in tahta kılıcı, iki kalın değnek, bir zırh, bir Dcenlein/6 bir geyik boynuzu ve dört geyik ayağı görülüyor. Türklerin iddiasına göre Aziz Niclaus bu silahlan kullanmış. Oysa Rumların dediğine göre, bunları Türkler içeriye yerleştirmişler. Binanın dışını yıpranmış halılada kaplamışlar. Bu durum, sanki burada sürekli terziler çalışıyormuş gibi bir izienim uyandınyor. Duvarlarında Arap harfleriyle yazılar var. Yakınlarda bundan önceki Sadrazam [Semiz ya da Kalın] Ali Paşa güzel yeni bir cami yaptırmış. Köydeki birçok dükkân ve zanaatkâr işliği de ona ait. Lüleburgaz ile Babaeski arasında çok güzel bir arazi uzanıyor, fakat çok az yeri ekili, sadece yer yer buğday tarlalan görülüyor. Babaeski ile gece molası verdiğimiz Habska [Havza] arasındaki arazi çorak, Stephan Gerlach; ‘Türkiye Günlügü’;Kitap Yayınevi, İstanbul, 2007, Çev: Turkis Noyan s.76 Stephan Gerlach; ‘Türkiye Günlügü’;Kitap Yayınevi, İstanbul, 2007, Çev: Turkis Noyan s.186 *24 "Peykler gece ve gündüz durmadan at gibi koşarlar. İstanbul'dan Edirne'ye gidecek olsalar, 35-40 fersahlık yolu [1 fersah=5 km kadar] 2 günde kat -eder ve yine 2 günde dönerler." M. Zeki Pakalın, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 137 138
11, 774, İstanbul 1983 ed. n
89
toprak siyah ve ekili yerler az. Yolumuz üzerinde iki köye rastladık. Lüleburgaz'dan beş büyük mil mesafede olan Havsa da Mehmed Paşa'ya ait. Burası küçük bir yerleşim ve sayısı çok az olan Rumların kendilerine ait bir kiliseleri ve papazlan olmadığı için Lüleburgaz'dakiler gibi komşu köylerdeki kiliselerde yapılan ayinlere gitmek zorundalar. Fakat Mehmed Paşa burada çok güzel bir cami ve kervansaray yaptırmış ve her iki binanın tepesini de kurşunla kaplatmış. Lüleburgaz'da olduğu gibi burada da sabahları davul çalıyorlar. 11 Haziran sabahı erkenden Edirne'ye doğru yola çıktık.139 Yolumuz düzgün ve güzeldi ve kâh ekili, kâh boş bırakılmış tarlalar arasından geçiyordu. Kente yarım (büyük) mil kala Sultan Selim'in büyük camii ve kentin binaları seçilebiliyor. Bir tepenin doruğundan güzel, bakımlı bağlık bahçelik bir ovaya iniliyor. Konstantinopolis'ten buraya kadar bütün tepeler ve düzlükler tarlalada kaplı olup çok az ağaçlık bölge görülmesine karşın, Edirne dolaylarında ormanlar başlıyor. Kentin tüm çevresinde, özellikle de Konstantinopolis yönünde olan bölgede, yarım mil enindeki bir şerit boyunca bağlar ve meyve bahçeleri var. Burada yetişen üzümlerden yapılan şarabın içimi çok güzel ve lezzeti misket şarabını andırıyor.140
139 140
Stephan Gerlach; ‘Türkiye Günlügü’;Kitap Yayınevi, İstanbul, 2007, Çev: Turkis Noyan s.820 Stephan Gerlach; ‘Türkiye Günlügü’;Kitap Yayınevi, İstanbul, 2007, Çev: Turkis Noyan s.821
90
THİERRY ZARCONE141
20 Aralık 1958 doğumludur. DR. THIERRY ZARCONE “Birçok çalışması arasında Babaeski sarısaltuk tekkesi de vardır.” Thierry ZARCONE; Doğu Thrace’da Alevi Ve Bektaşilik: Babaeski’deki Sarı Saltuk Tekkesi Ve Havsa’da Arız Baba Tekkesi’ adlı makale sinde (Tercüme eden. Özge Baydaş) Babaeski ile ilgili bilgi vermektedir. 142 “Türkiye’nin Avrupa kıtası toprakları üzerinde bulunan İstanbul- Edirne yolu üzerindeki Babaeski şehrine atfedilmiş olduğudur. Hiçbir çarpışma olmadan alınan Babaeski ilk askeri müdahaleyi Andrinople’e ilk saldırısını düzenlemek için burada kendi mahallesini kuran birinci Murat’tan görmüştür. Sömürge çiftçilerinin sayesinde Müslümanlaşan Babaeski (eski adıyla Boulgarophygon) bir Bizans şehrinden farksızdı. Bizans kalıntılarının üzerine inşa edilen veya o kalıntılarla karışan Bektaşi tekkesinin tarihi de Bizans kilisesinin tarihinden ayrılamaz niteliktedir.” Saltukname’nin içindeki bilgileri özetlersek, şu noktalara ulaşabiliriz; “Son günlerinin yaklaştığını anladığı zaman, on iki tabut yaptırmıştır; Ölümünden sonra, bu tabutlar sadece bir gün Babaeski tekkesinde kalmış ve sonra başka yerlere taşınarak gömülmüşlerdir. Törenden sonra, Sarı Saltuk Babaeski’de gömülmüştür. Diğer yandan Aziz Nicolas kilisesi 1553’ten bu yana şehirde varlığını göstermektedir. Bu kilise, 1578’de S. Gerlach tarafından, 1675’te Covel tarafından betimlenmiştir. Hasluck, Türk işgalinden önce bu tekkeye bağlı bir Aziz Nicolas kilisesinin gerçekten var olup olmadığını veya bunun popüler sınıf hristiyanları kendi mezheplerine çekmek isteyen Bektaşi’lerin bir politikası olarak uydurulmuş olabileceği sorununu gündeme getirdi. Bunun yanında, kendisi, bu tekkenin eskiden kesin olarak bir kilise olduğunu çünkü içinde azizleri resmeden fresklerin bulunduğunu ve 1907 yılında tekke/ kilisenin hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar tarafından ziyaret edildiğini yazmıştır. Babaeski’deki Sarı Saltuk Bektaşi tekkesi hasluck’un betimlediği ‘ambiguous sanctuaries’ e iyi bir örnektir. Bunun dışında elimizde, hristiyanlar ile Bektaşiler arasında tekkenin yönetimiyle ilgili dini tartışmaların olduğu 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı zamanında bu tekkenin tarihiyle ilgili daha kesin tanıklıklar da var. Tekkenin ve Aziz Nicolas kilisesinin birleştiği yeri tam olarak belirtmek zordur. Şehrin sakinlerinin hafızasında bu yerle ilgili bir bilgiye rastlanamamış; göründüğü kadarıyla tekke elli yıl önce yıkılmıştır. Evliya Çelebi tekkeyi on yedinci yüzyıl ortalarında görmüştür. Bunun 141
142
Thierry ZARCONE; Doğu Thrace’da Alevi Ve Bektaşilik: Babaeski’deki Sarı Saltuk Tekkesi Ve Havsa’da Arız Baba Tekkesi… Makale Tercüme eden. Özge Baydaş Thierry ZARCONE; Doğu Thrace’da Alevi Ve Bektaşilik: Babaeski’deki Sarı Saltuk Tekkesi Ve Havsa’da Arız Baba Tekkesi… Makale Tercüme eden. Özge Baydaş
91
yanında görmüş olduğu üç tekkeden biri de Kaygusuz Abdal tekkesi ile Edirne vilayeti salnamesine göre 1892 yılında bu tekkenin yanında bulunan Kaygusuz Abdal türbesidir. Tekkenin yerinin Osmanlı köprüsünü aştıktan sonra İstanbul’dan gelen ana yolun sağına birkaç yüz metre uzaklıktaki Hacı Hasan Mahallesi ya da ‘dere mahallesi’ nde olduğunu belirtmiştir. Bu mahallede, bugün orada yaşayan Türklerin Hasan Dede’ye ait olduğunu söyledikleri isimsiz bir mezar vardır.? Mezarın etrafında birkaç mermer parçası bulunmaktadır. Mahalledeki bazı Türkler bize burada eskiden büyük bir mezarlık olduğunu söylediler? Fakat bunun Sarı Saltuk veya Hasan Dede’yle bir bağlantısı olması küçük bir ihtimal. Thrace’da ünlü bir alevi şairi olan Vehbi Baba’nın oğlu, 1988 Mayısında, 1940 ve 1945 arasında burada Sarı saltuk’un mezarını kendi gözleriyle gördüğünü söyledi. Mezar, Cedid Ali Paşa camiinin hemen yanında imiş; bu bilgi, G.M. Smith’in verdiği bilgileri kuvvetlendirmektedir. Aynı zamanda, bu türbenin Edirne-İstanbul yolunun genişletilmesi için yıkıldığını ekledi. Çalışmalar 1940 yılında başlamıştı. 1329/ 1901-02 tarihli başka bir Edirne vilayeti salnamesini okuduktan sonra Sarı Saktuk tekkesinin Hasan Dede (veya Baba) mahallesinde yer almış olduğuna ikna olduk. Burada da ‘Babaeski tekkesinin Hacı Hasan mahallesinde yüksek bir yerde, güzel bir manzara karşısında inşa edildiği’ yazılmıştır. ‘İnşa ettiren Sarı Saltuk isimli biridir.’ 1942’de tanınmış halk bilimci Vahit Lütfi Salcı, ‘Babaeski’de Sarı Saltuk türbesinin yerinde şimdi yeller esmektedir’ diye yazmıştır. Göründüğü kadarıyla Sarı Saltuk Sultan tekkesi 19. yüzyıl sonlarında oldukça hareketliydi. Vahit Lütfi Salcı’nın çalışmalarından, bu dergâh içinde postnişin veya derviş olmuş bazı Bektaşileri tanıyoruz: Sarı Saltuk’un yanına gömülmüş, Harput kökenli olup yörede çalışan Kurban İsmail (ölüm; 1300 / 1882-83); Balkanlarda birçok yolculuk yapan Hacı Rasıh Baba (ölüm; 1312 / 1894-95). Hacı Rasıh Baba’dan öğrendiğimiz kadarıyla, on dokuzuncu yüzyıl sonunda tekkenin dervişleri Babaeski’de pek sevilmiyormuş. Aynı zamanda, tekkenin dervişlerinin İstanbul’a, Rumeli Hisarı tekkesine icazetnamelerini, yani diplomaları almaya gittiklerini de bilmekteyiz. Bu dervişlerden biri olan Tevfik Bey, İstanbul’da kaldığı süre içinde, birlikçi ve franc-mason olmuştur. Tevfik Bey Kırklareli’nde, ultra-liberalistliği ve kaba sofulara olan öfkesiyle tanınmıştır. 1877’de Babaeski Rus işgali altındayken, tekke bir kiliseye dönüştürülmüştür. Tekkeye bir çan asılmış ve hatta buranın eskiden Aya Nikola kilisesi olduğu gerekçesiyle bir çan kulesi de inşa edilmiştir. Fakat Ruslar gittikten sonra, Tevfik Bey çanı kendi elleriyle indirmiş ve tekkeyi eski haline getirerek tekrar Bektaşi kültünü aynı yerde yaratmıştır. Osmanlıların Thrace’ ilk geldiği zamanlardan beri ‘Ambiguous sanctuary’; Babaeski tekke/kilise’sinin kökenleri yiminci yüzyıla kadar kesinleşmemişti. Savaşların olduğu yol üzerinde bulunduğundan, birçok sahibi oldu ve doğu Thrace tarihine damgasını vuran birçok olaydan da etkilendi.” . Heterodoks İslam burada, bu eski Rumeli yöresinde her zaman varlığını sürdürdü; bazen tekke veya türbe görünümü altında, bazen sadece basit mezarlar ya da kışkırtıcı isimleriyle alevi köyleri halinde. Thrace’daki heterodoks İslam hakkında hala çok az şey bilinmektedir. Bununla birlikte; karşı konulamaz kültürel bir zenginliğe sahiptir; gerek hristiyanlıkla olan bağlantıları, gerekse Dobriç’ten aldığı Saltukist veya Deliorman’dan gelen bedreddinist etkilerle bu zenginlik oluşmuştur. Horasan Erenleri geldiler ve birleştiler,/Haber geldi Rumeli illerinden,/ ‘Sen haklısın’ diyen bir ferman,/ Rumeli’nin başında komutan Saltuk Baba’dır./İyiliğini elinde tuttu erenleri başı olarak,/ Zülfikarı ele aldı nankörlere karşı, Yezid’e karşı,/ Baba-i Atik’te karar alındı, / Rumeli’nin başında komutan Saltuk Baba’dır./ Canlar verildi, ruhlar sarsıldı,/ Her yedi köşede yedi iklim vardı,/ Yedi yerde mezarları bilindi,/ Rumeli’nin başında komutan Saltuk Baba’dır./ Garip İsmail aradı ve buldu, / Türbesinin eşiğini öptü,/ Ruhunu verdi ve kurbanı oldu,/ Rumeli’nin başında komutan Saltuk Baba’dır.
92
THEVENOT, JEAN THEVENOT (1633-?)
Resim 49-Jean Thevenot Thevenot
1633 doğumlu Jean Thévenot, seyahatlerine 19 yaşında başlamıştı.(1665) Önce İngiltere, sonra Hollanda, Almanya, İtalya derken oryantalist Herbelot'nun telkiniyle Doğu'ya gitmeye karar verdi. Doğu deyince akla 'Büyük Türk'ün imparatorluğu, ' yani Osmanlı İmparatorluğu ve İran geliyordu.17. yüzyılın ortasında Osmanlı İmparatorluğu Türk tarihçilerinin 'Duraklama Devri' diye niteledikleri bir dönemden geçmekteydi. Thévenot bu coğrafyaya tam bir kriz döneminde, 2 Aralık 1655'te ulaştı. Thévenot'nun Osmanlı payitahtında gezdiği, gördüğü yerler günümüz turistlerinin rehberli gezilerine şaşılacak ölçüde benzemektedir. Tuttuğu notlardan yararlanarak, sonradan kaleme aldığı ‘Thevenot Seyahatnamesi’ anlatısında, dokuz ay kaldığı İstanbul'u betimledi, Türklerin örf ve âdetlerini anlattı, tarihi ve idari bilgilere yer verdi. Ama seyahatnamesinin yayınlanışını göremedi... Thévenot'nun, giyim kuşam alışkanlıklarını veya dinsel âdetleri betimlerken gösterdiği özen, anlatısına etnoğrafik bir nitelik kazandırmaktadır. Onda, alışılmış seyahatname üslubundan farklı bir gözlem zihniyeti vardır. Thévenot'nun anlatısında, 'düşman'a sempati duymayalım diye düzenli aralıklarla müdahaleler bulunmasına karşın, başka bir uygarlığa, farklı bir hayat tarzına karşı duyulan, zaman zaman hayranlık, ama çoğu zaman da ilgi ve merak kendini belli etmektedir. Üstelik burada hayranlık veya merak duyulan şey, o uygarlığın anıtsal yaratıları değil, gündelik yaşamı, yeme, oyun oynama veya hayvanları sevme biçimi, kısacası bu uygarlığın, farklı bir kültürün oluşturucu unsurları oldukları için, bir yabancının genellikle zor yakalayabileceği günlük tezahürler içindeki halidir. Thévenot'nun metninin en keyifli bölümlerini de, ezelden beri karşıt oldukları iddia edilen iki uygarlık arasında zar zor algılanabilen bu sempati kıvılcımlarının çaktığı anlar oluşturur. 93
Thévenot, 30 Ağustos 1656'da İstanbul'dan ayrılıp Mısır'a doğru yola çıkar. Anadolu seyahati epey hayal kırıcıdır. Bursa'da, Batılılar için uydurulduğu belli olan efsaneleri nakleder sadece, sonra İzmir'e kadar geçtiği güzergâhı zikretmekle yetinir. Ancak Ege adaları hakkında oldukça canlı bir manzara sunar bize. Thévenot 1657 başında Mısır'a varır ve burada Kutsal Topraklar'a ziyareti de hesaba katılırsa iki yıl kalır. Büyük keşifler yapmaz, hatta defalarca çiğnenmiş güzergâhların fazla dışına çıkmaz. İskenderiye-Kahire, Matara ve piramitler... Son olarak da Sina'daki manastırlara yolculuk... Thevenot, 1656'da Osmanlı lmparatorluğu'nun merkezi İstanbul'la diğer eyaletlerini gezerek buralarda yaşayan halkın adetlerini, dinlerini ve dillerini incelemiş ve eserinde Ege, İstanbul, Kudüs, Mısır, Arabistan ve Bağdat'daki gözlemlerini buralarda tanık olduğu olaylar hakkında bilgi vererek yazmıştır. Thevenot, ilgi duyduğu konularda sağlam bilgiler elde etmek amacıyla araştırmalar yapmış ve yetkili kişilerle görüşmüştür. İstanbul'da bulunduğu süre içinde yakın ilgi duyduğu devlet işleri ve saraya dair gerçek bilgilere sahip olabilmek için devlet işlerinde ve sarayda önemli görevleri olan kişilerle ilişki kurmuştur. Örneğin Fransız elçisiyle müftü Hocazade Efendi'yi ziyaret etmiş, müftünün Yunanistan Eyaleti ve Hıristiyan tebaa hakkındaki görüşlerini öğrenmiştir. Sarayda padişahın günlük yaşamını ancak haremağaları, akağalar ve bazı içoğlanlar göre bildiğinden bu konuda bilgi vermenin güç olduğunu yazan Thevenot, eserinde padişahın günlük yaşamına dair bilgi vermeyeceğini sadece saraydan yeni çıkmış bir içoğlanından saray için öğrendiklerini nakledeceğini söyler.143 Thevenot, kendinden önceki seyyahların gözlemlerinden de yararlanmıştır. Azınlıklar hakkında Busbecq, Thevenot'ya kaynak olmuştur Seyahatname, 1665 yılında Fransa kralının izniyle Paris'te basılmıştır. Seyahatnamenin İngilizce tercümesi Tlıe triavels of Moıısieur de Tlıevcnoı into the Levant başlığıyla 1687’de Londra'da yayımlanmıştır. Bu araştırmada eserin 1665 Paris baskısı kullanılmıştır. 1665 baskısının başlığı Relalion d'un Voyage faitantı Levanı'dır. Thevenot’un güzergâhı üzeride Babaeski’den geçişlerini Seyahatnamesinde şöyle yazmıştır; “Ragusa'ya144 birçok barca145 kalkar. Oysa Venedik’ten Ragusa'ya çok az tekne kalkar. Ragusa’dan Arnavutluk’un liman kenti Durazzo’ya146 kadar kıyı boyunca ilerlenir ve Durazzo’dan sonra karayoluyla devam edilir. Durazzo'ya üç günlük uzaklıktaki Elbasan’dan ve bu sonuncu kente aynı uzaklıkta bulunan Manastır’dan147 geçilir; Manastır’dan sonra, soldaki yoldan devam edilerek”; “Sofya ve Filibe’den148 ya da sağdaki yoldan devam edilerek Manastır’a üç günlük ve Edirne’ye149 on günlük yoldaki İnguischer’den150 geçilir; Edirne’den sonra, Silivri’den151 geçilerek beş günde İstanbul'a varılır.”152
- M. de Thevenoı, Rrlation d'ım Voyage fail au Levanı, Paris, 1665, s. 1 16. Gunumuzde Dubrovnik (Yugoslavya). 145 - Barca: Ortacağda kullanılan yelkenli ve kurekli tekne, -ed. n. 146 - Arnavutluk’ta Drac. 147 - Günümüzde Bitola (Yugoslav Makedonyası). 148 - Philippopoli; günümüzde Plovdiv (Bulgaristan). 149 - [Metinde Andrinople.] Burada, Filibe’den gelen kuzey yoluyla güney yolu birleşir 150 - Burasının hangi kent olduğu saptanamadı (Mucit 15 günlük yolculukta 10 gün yaklaşık çorluya denk gelir.) 151 - Bizans döneminde Selymbria. 152 Thevenot, Jean Thevenot ;Thevenot Seyahatnamesi’ s.45 143
144-
94
TOMMASO ALBERTİ153
Figure 1-Diagram of Byzantine Road system in Eastern Thrace. Cf. Kuelzer 2008: 193
1609-1621 yılları arasında İstanbul’a yaptığı yolculuklarını kaleme aldığı seyahatnamesi Bolognalı bir eczacı olan Alberto Bacchi della Lega tarafından bulunarak 1889 yılında yayımlanmıştır.154 “Tommaso Alberti’nin İstanbul’a Seyahati ” başlıklı seyahatnamesinde seyyahın Babaeski’den geçişleri: “26 Kasım 1612 tarihinde beraberindeki Venedikli tüccarla birlikte kilim, ravent ve ipek yüklü bir Türk kervanıyla İstanbul’dan hareket eden Alberti’nin yolculuğu da oldukça zor şartlar altında başladı. Seyahatin başlangıç tarihi itibariyle kış mevsiminin iyice yaklaştığı bir dönemde hareket eden onlarca arabadan müteşekkil kervan, Edirne Kapı’dan çıkarak iki gün iki gece yağmur ve fırtına altında yol almaya devam etti. 8 Aralık’ta kısa bir mola verdikten sonra akşam saatlerinde ihtişamlı bir görüntüye sahip olan ve muhtemelen Silivri yakınlarında Mimar Sinan tarafından yaptırılan otuz iki gözü bulunan uzun bir köprüye ulaştılar. Tamamen taştan yapılmış, alçak ancak birçok gözü bulunan köprü yaklaşık yarım mil uzunluğundaydı. 9 Aralık akşamı bir sahil kasabası olan Silivri’ye varan kervan, on bir gün sonra büyük bir ticaret pazarına sahip Çorlu’ya ulaştı. Muhtemelen kervanın büyüklüğünden ve hava şartlarından dolayı çok yavaş ilerleyen tüccarlar akşam üzeri Edirne’ye geldi. Alberti, şehir hakkında maalesef çok az bilgi 153
Tommaso Alberti, Viaggio Viaggio Viaggio Viaggio a Costantinopoli di Tommaso Alberti (1609 a Costantinopoli di Tommaso Alberti (1609 a Costantinopoli di Tommaso Alberti (1609 a Costantinopoli di Tommaso Alberti (1609--1621) 1621) 1621) 1621), Yayımlayan: Alberto Bacchi della Lega, Bologna 1889 154 Çalışmamızda eserin bu baskısı kullanılacak ve atıflar buna göre yapılacaktır. Bkz. Tommaso Alberti, Viaggio Viaggio Viaggio Viaggio a Costantinopoli di Tommaso Alberti (1609 a Costantinopoli di Tommaso Alberti (1609 a Costantinopoli di Tommaso Alberti (1609 a Costantinopoli di Tommaso Alberti (1609-1621) 1621) 1621) 1621), Yayımlayan: Alberto Bacchi della Lega, Bologna 1889.
95
vermiştir: “ Edirne eski ama kötü bir şehir. Burada iki gün kaldık. Modenalı Ludovico Zarlatini isimli sekiz yaşında Türkleştirilen bir devşirmem vardı… Ayın 15’inde gece yarısı buradan ayrıldık ve akşam üzeri Bulgarlar tarafından meskûn Dervente Köyü’ne155 ulaştık. Ertesi gün Bulgar köyünden ayrılan kervan, eşkıyalarla dolu çok tehlikeli ormanda, oldukça kötü bir yolda ve hiç durmaksızın yağan yağmur altında ilerlemeye devam etti.” Nihayet Aydos ve Silivri üzerinden hareketle 1 Haziran 1613’te İstanbul’a dönmüşlerdi. Yaklaşık üç hafta sonra 21 Haziran 1613 tarihinde bir kez daha Lvov’a giden seyyahımız, bu ikinci Polonya yolculuğu hakkında, muhtemelen tekrardan kaçınmak adına, uzun uzadıya bilgiler aktarmamış sadece İstanbul’dan ayrılış ve Lvov’a varış (27 Temmuz) tarihlerini vermiştir. İki haftadan biraz fazla bir süre Lvov’da kaldıktan sonra 13 Ağustos’ta memleketine gitmek üzere Avrupa karayolunu tercih etmiştir. Alberti, 20 Nisan 1614’de Venedik’e gitmişti. İkinci İstanbul yolculuğuna çıkan Alberti, 30 Haziran 1614’de yedi yıl gibi uzun bir süre kalacağı İstanbul’a geldi. Seyyahımız, İstanbul’da kaldığı yedi yıllık süre zarfında, Osmanlı idaresine ilişkin bazı bilindik bilgiler hariç, görüp yaşadıklarını maalesef kaleme almamıştır.
155
Kervanın belirli menziller ve yolları takiben seyahat ettiğini dikkate alırsak, söz konusu yerleşim yerinin Türkçe Derbent’ten geldiğini kabul edebiliriz. Bu bakımdan söz konusu köy Doğu-Koca Balkan Dağı’nda (Karacadağ) önemli bir geçit yeri olan Derbent Boğazı (Bulgarca Derventski Prohod) olmalıdır. Yine o dönemde Aydos’a ulaşmak için buradaki menzilden 12 saat uzaklıktaki Fakihler menzili yer almaktaydı. Öyle ki Fakihler menzilinden sonra genellikle Aydos menzilinin kullanıldığı göz önünde bulundurulursa, hem menzil hem de derbent olarak hizmet vermesi bakımından Fakihler Karyesi’nin Drevente olması da kuvvetle muhtemeldir.
96
TURGUT KOCA BABA:
Resim 46Turgut Koca Baba
Dünya bektaşilerinin halife babasıdır.15 Ekim 1997 yılında vefat etmistir. Bektasilik, masonluk, ittihat ve terakki üyeleri üzerine yayınlanmış bir suru çalışması vardır. Turgut Koca, 1921 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Aynı zamanda şair olan Bektaşi Babası Kazım Baba’nın oğludur. 1944 yılında Deniz Harp Okulu’nun Makine Mühendisliği Bölümü’nü bitirmiş ve Subay mühendis olarak orduya katılmıştır. 1944 yılında Mora’lı mücerret Halis Baba’dan nasip alarak Bektaşi Tarikatı’na girmiş ve 1949 yılında Muhtar Yeğtaş Baba’nın vakf-ı vücut erkânı ile derviş olmuştur. Daha sonra Bedri Noyan Dedebaba’dan önce Babalık, ardından da 1978 yılında halifelik almıştır.156 Turgut Koca, şiirlerinde “Turgut Abdal”, “Turgut Baba” ve “Kazım Oğlu Turgut” mahlaslarını kullanmıştır. Turgut Koca Baba erenlerinin 1981 'de yolladıkları mektupta şunlar yazılıdır: "Sarı Saltuk'un bir merkadi (mezarı)’da Babaeski’dedir. İstanbul-Edirne yolu üzerinde idi. "Edirne asfaltı yapılırken yol üzerinden geçiyor, dergâh ortadan kalkıyor. Türbe yıkılıyor ve Sarı Saltuk heykel-i dünyevesiyle çıkıyor. Tahnit edilmiş ceset şimdi yolun kenarın alınup, 'tekrar gömülüyor (İstanbul-Edirne istikaametinin hemen sağ tarafında, Tren yolunu hemen geçince).(?) Şimdiki: hali, etrafına dikenli tel çekilmiş durumda. Ekli vefk mühür, Sarı Saltuk Yatırı enkazı içinde bulunuyor: Materyal'ı pirinç sarıdan ma'mûldür ve Halil Birgün erenlerin elindedir (Halil Birgün: Lüleburgaz umurca köyünden). Not: Her yılbaşından önce İstanbul’daki ihtiyar Hristiyanlar Sarı Saltuk yatırından toprak alıp ocak ayından sonra eski yerine i-ade ediyorlar'. Sarı Saltuk hazretlerine yerli halk Eski Baba, oradaki muhibbân Sarı Saltuk Sultan, Hıristiyanlar Aya Nikola, Saint Nikola, Saint Na'um, Saint Spiridon derler ki bu ulu,· Müslümandır. Bektaşi’dir ve bir, Bâtıni misyonerdir. Avrupa' da İslamlığın ölçüsü oluştur. Otman Baba Velayetnamesinde ise kendisinin, Sarı Saltık'ın bir zuhuru olduğunu, onun ikinci bir gelişi olduğunu söyler. Hacı Bektaş Veli Velayetnamesinde, Otman Baba Velayetnamesinde, kendi hayat menkıbesi olan Saltukname’ye, Hasluck‘un Ragıp Hulusi bey çevirisinde, oryantalist Paul Wittek gibi: kişilerin kabul ettiği gibi, Gelibolulu Yazıcızade Ali Tarihinde, Romanya'lı mi’mar Mikael Kiel'in peypırlarında Sarı Saltuk'tan söz edilir. Evliya Çelebi de bu noktaya temas ediyor. Bilgilerinize arzederim. Hürmet ve meveddetlerimle tabanlarınıza aşk-u niyaz eylerim. 19 Nisan 1981 Fakıyrınız Turgut Koca"157 158 Koca, Turgut (1990). Bektaşi Alevi Şairleri ve Nefesleri. İstanbul: Maarif Kitaphanesi. 808; Özmen, İsmail (1998). Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi. C.5, Ankara: KB. Yay.s. 367, 377 157 Bak. Voyage d'ibn Battutah Text Arab Ai: compagne'. d'une Traduction par C. Defnemery et B. Sanguienetti, Paris 187-7, s.415-421 ve Rumence tercümesi. 158 MURAT ÖZER;’ Seyyahların gözüyle Osmanlı döneminde faaliyet gösteren…’ İstanbul Teknik Üniversitesi; Sosyal Bilimler Enstitüsü; yüksek Lisans Tezi. Dede, Bedri Noyan, Doç, Dr, Bütün Yönleri İle Bektaşilik ve Alevilik, Ardtf Yayınları Ankara;1998; Cilt1.B.2. s. 405 156
97
Vahit Lütfi SALCI159 (?) Babaeski'deki Sarı Saltık tekkesinin XIX. yüzyıl sonlarına kadar bir Bektaşî tekkesi olarak yaşamaya devam ettiğini, kendisi de bir Bektaşî babası olan Vahit Lütfi Salcı'nın burada yaşamış baba ve dervişlere dair yazılarından biliyoruz.160. 1877-1878 Osmanlı –Rus harbinde Ruslar Babaeski'yi işgal ettiklerinde, tekkeyi Saint Nicolas adına yeniden kiliseye çevirmişlerse de, onların gidişini müteakip tekrar Bektaşî tekkesi haline getirilmiştir.(?) Sarı Saltuk’un Rumelili dervişlerin en yüksek yerlerinden biri olan Babaeski’de yapılmış tüm eserlerinde bulunan gelenekleri bir araya getirmiştir. Sarı Saltuk Babaeski’de yaşamıştır. Tekkesi savaşçı ve sömürgeci dervişlerin eseridir.“-Sarı Saltuk Osmanbey Ve Umur Gazi yanında savaşmıştır. Şehre ününü veren savaşçı Babalar burada sıralanmıştır. Bey Baba, Kaygusuz Sultan, Sarı Saltuk, Yonca ana, Şuhudi. Diğer yandan Aziz Nikolas Kilisesi 1553’ten beri şehirde varlığını göstermektedir. Bu Kilise161 (?) 1578 ‘de S.Gerlach tarafından 1675’te Covel tarafından da yazılmıştır.” Eserleri: Feryad-ı İstibdat (1910). Saz Şairleri Gibi... (1940), Benim Gibi (1945). Hafiye Darbesi yahut Bir Kızın İntikamı (1911). Gizli Türk Halk Musikisi ve Türk Musikisinde Armoni Meseleleri (1940), Gizil Türk Dinî Oyunları (1941).
Resim SEQ Resim \* ARABIC 47--Vahit Dede, kendisini seven bir grup genç arasında
YAŞAMI: Şair, müzisyen ve folklorist (d.1883, İstanbul - d.3 Şubat 1950, Kırklareli). Asıl adı Abdülhavit Coşkunlu'dur. Vahit'i kalem adı olarak kullandı. Nuruosmaniye Taş Okul, Yetimler Okulu ve Savaş Bakanlığı Sanayi Lisesinde eğitim gördü.. Ona işlediği disiplin suçu nedeniyle Dersim'e sürgün edildi. Savaş akademi (1905). Müzikal yetenekleri keşfedildiğinde Elazığ Alayı'na grup lideri olarak atandı. Valisi Bölge nın-nin Sivas Akif Paşa, bölgenin folklorik edebiyat ve müzik örneklerini toplamasına yardımcı oldu. Davet edildiMoskova girdiğinde Rusya ve bir süre Lepinski Orkestrası'nda ikinci kemancı olarak çalıştı (1907). Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döndü (1908). Bir süre sonraEdirne. Geç saatlerde, şu anda bir kasaba olan Vaslilikoz'un yazışma memuru olarak atandı. Bulgaristan. Balkan Savaşları başladığında İstanbul'a döndü (1912). I.Dünya Savaşı'nın sonuna kadar, İstanbul'daki çeşitli devlet dairelerinde çalıştı. Edirne, Kırklareli, Çanakkale, Trablusşam, Kudüs İstanbul ve öğretmen olarak. Trakya'nın Yunanlılar tarafından istilası sırasında Trakya halkı tarafından uzun sakalı, siyah türbanı ve bir personeli ile köyden köye giderken “sakallı derviş” olarak biliniyordu. 1948 yılında Kırklareli Yoğuntaş'ta (Polos) sayım memuru olarak görevinden emekli oldu. Bektaşi derviş mezhebine aitti ve Alevi şairleri üzerine yaptığı araştırmalar kendi şiirini etkiledi. Şiirleri edebi dünyadan ziyade halk arasında popülerdi, özellikle deTrakyaağız sözünden geçtiler. Basit bir Türkçe kullanmaya çalıştı ama aynı zamanda Divod * edebiyatı tarzında yazarak prozodik ölçeri kullanabileceğini gösterdi. Alevi ve Bektaşi derviş emirlerinin şiir ve müziği üzerine yayınladığı kitaplar ve makalelerdi. İncelemelerde ve gazetelerde yayınlanan folklorik şiir ve müzik makaleleri, Varlık, Karabük, Türk Halk Araştırmaları, Karaelmas, Ülkü, Altıok, Halkbilgisi Haberleri, Bartın, Yeşilyurt özgünlükleri nedeniyle çok değerli olmuştur. Bektaşi kültürü hakkında edebiyat ve müzikle ilgili bilgi derleyerek “gizli” bir konunun ilk araştırmacısı olmuştur 160 V. Lütfi Salcı, "Hacı Rasih Baba", HBH, sayı: 66, Nisan 1937, ss. 145-147 ; " Kurban İsmail", HBH, sayı: 69, Temmuz 1937, ss. 185-188; krfl. Thierry Zarcone, "Alevî et Bektaşî de Thrace orientale", ss. 636-637 161 Sarı Saltuk tekke’sini var olan kilise üzerine yapmış. İşte bu yeni kilise nerde olabilir? Bildiğimiz Gazi Kemal Mahlesindeki kilise olmalı. Yoksa yer değiştirilmmiş olmalı. 159
98
WRATİSLAW BARON162 (1530-1592?)
Resim 48-- Baron Wratislaw’ın Anıları, (çev. M. Süreyya Dilmen), Milliyet yayınları, 1996
162
YAŞAMI: Seyyah Viyana’da Roma imparatorluğu adına II. Rudolf’un armağanlarını III. Murat’a sunmak için Frederic Kregwitz yanında yer almıştır. 1591 yılı Eylül’ünün ikinci günü yola çıkılmıştır. Seyyah Estargon ve Budin üzerinden İstanbul yolculuğuna devam ederken Türk kaplıcalarına uğramıştır. Seyyah daha sonra Yeniçeriler tarafından İstanbul’a götürülmek üzere karşılandı. Seyyah Tuna nehri üzerinden Belgrat varandı. Sofya’da bir süre kaldı. Meriç Nehri üzerinden yolculuğa devam eden Filibe şehrine devam etti. 16 Kasım’da Edirne şehrine varmıştır. Baron Wratislaw, Baron Wratislaw’ın Anıları, (çev. M. Süreyya Dilmen), Milliyet yayınları, 1996, ss. 5-6. Kitabında Babaeskiden geçişlerinden bahsetmektedir. Elçilik Heyetinde bulunan İstanbul’a geldiler. Casusluk faaliyetleri gün yüzüne çıkmıştır. Sinan Paşa casusluk faaliyetlerini öğrendikten sonra Padişah’a söyleyemedi. Sinan Paşa Almanya seferine çıkarken elçilik heyetinin tutuklanma emrini vermiştir. Zindandan kurtulmak için tek başına merhamet duygusu geçerli değildi. Kurtulmak isteniyorsa belirli bir para vermek zorunluluğu vardı. Artık özgürlük daha yakındır. Seyyah ve beraberindekiler İngiliz elçiliğine teslim edildiler. İngiliz elçisi Sadrazam İbrahim paşayı ziyaret ederek Seyyah ve beraberin dekilerin Osmanlı ordusuyla beraber yürüyüp Budin şehrinden sonra sınıra bırakılmalarıdır. Osmanlı ordusu o sırada Belgrat sınırında ordugâhını kurmuştu. Daha sonra ordudan ayrılan Seyyah ve arkadaşları Zolnak üzerinden ülkelerine dönüş yolculuğu başladı. Osmanlı Ordusu Eğri bölgesine giderken Seyyah ve arkadaşları başka bir yoldan Budin yoluna devam ettiler. Tuna ırmağı üzerinden Estergon vardıklarında yolculuk bitmek üzeredir. Viyana üzerinde Graç şehrinde yolculuk sonra erdi.
99
1591 yılı Eylül’ünün ikinci günü yola çıkılmıştır.163 Seyyah Estargon ve Budin üzerinden İstanbul yolculuğuna devam ederken Türk kaplıcalarına uğramıştır. Seyyah daha sonra Yeniçeriler tarafından İstanbul’a götürülmek üzere karşılandı. Seyyah Tuna nehri üzerinden Belgrat vardı. Sofya’da bir süre kaldı. Meriç Nehri üzerinden yolculuğa devam eden Filibe şehrine devam etti. 16 Kasım’da Edirne şehrine varmıştır.164 Baron Wratislaw, Baron Wratislaw’ın Anıları, (çev. M. Süreyya Dilmen), Milliyet yayınları, 1996, ss. 5-6. Kitabında Babaeski’den geçişlerinden bahsetmektedir. Elçilik Heyetinde bulunan İstanbul’a geldiler. Baron Wratislaw’ın Anılarında Babaeski’den geçişini şöyle yazmış; “Ayın 19'ncu günü Eskibaba (Babaeski) kasabasından geçtik, burada Ali Paşa tarafından yaptırılmış bir cami ile han var. 165 O sırada bu kasabada Moldavyalı bir bey bütün çevresi ile birlikte konaklıyordu. Bu adam vaktiyle Moldavya prenslerinden biriyken, yurttaşlarını Padişah'a karşı ayaklanmaya teşvik ediyor diye başka prenslerden birinin saraya sunduğu jurnal üzerine, Hünkâr kendisini başkente çağırtmış. Bu çağının kendi başı ile ilgili olduğunu anlayan prens, Moldavya'da bırakılmak şartıyla Müslümanlığı kabul ederek başının gövdesinden ayrılmasını önleyebilmişti. Padişah'a bu prens aleyhinde gerçek ya da yalan haberler veren öbür prense gelince: O da bu olayı duyunca pılıyı pırtıyı toplayarak soluğu Frengistan'da almıştı. Biz buraya geldiğimizde kasabanın bütün konaklanabilecek yerleri, hatta yakın köyler bile bu dönme prensin birkaç bini aşan ve Türklerden ibaret olan kapıkulları tarafından işgal edilmiş bulunuyordu. Bundan dolayı biz de yolumuza devam etmek zorunda kaldık. Geceyi de Bulgagium adlı bir Rum köyünde geçirdik. Ertesi gün Burgaz (Lüleburgaz) kasabasından geçtik. Kasaba bir ovada olup yanı başında otuz yedi adım uzunluğunda bir taş köprüsü vardır. Edirne'den ayrıldığımızdan beri nerelere uğradıksa daima bol ve lâtif çiçekler görüyorduk ve hayretler içinde kalıyorduk. Çünkü içinde bulunduğurnuz ay Kasım ayıydı. Bu bölgede tatlı kokulu çiçekler pek boldur; fulya ve sümbüller o kadar çoktur ki, bunların kokusuna alışık olmayan bir adamın başını ağrıtabilirler. Türk lalelerinin kokusu olmamakla beraber, birçok kimseler bunlara güzellikleri, renkleri ve çeşitlerinden dolayı büyük değer verirler. Türkler, çiçeklerle çevrili yerlerde yaşamaya pek meraklıdırlar. Para harcama bakımından savurgan olmamakla birlikte bazı nadir çiçeklere para vermekten hiç çekinmezler. Bizim bu uzun yolculuğumuz sırasında çiçekler ve armağanlar gerek Herr von Kregwitz'e, gerekse onun buyruk altı olan bizlere bir hayli tuzluya mal oldu. Çünkü korunmamızla görevli olan yeniçeriler olsun, başkaları olsun, bize çiçek sundukları zaman kendilerine birkaç akçe vermek zorunluluğunu duyardık.”
Fotoğraf: 3 Canlandırma-
Baron Wratislaw, Baron Wratislaw’ın Anıları, (çev. M. Süreyya Dilmen), Milliyet yayınları, 1996, ss. 5-6. Baron Wratislaw, l996a.g.e. s. 37-38. 165 Baron Wratislaw, l996, s. 40/…216; Başka bir türkce yayın: Baron W.Wratislaw'ın Anıları"16. Yüzyıl Osmanlıİmparatorluğundan Çizgiler" Çeviren: M.Süreyya DiLMEN (Karacan Yayınları, Eylül l996, s.39 163 164
100
PADİŞAH SULTAN REŞAD EDİRNE’Yİ TEŞRİF-İ HÜMAYUNLARI
İstanbul’dan Hareket Ediş Hazırlıkla ikmal edildikten sonra İstanbul’dan 27 Ekim 1910 Perşembe günü hareket edildi. Padişahın maiyetinde veliaht Yusuf İzzeddin ve şehzade Vahdeddin, Ziyaeddin, Necmeddin ve Ömer Hilmi efendiler de vardı. Bunların yanı sıra Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, Hariciye Nazırı Rıfat Paşa, Dâhiliye Nazırı Talat Paşa, serkarîn Lütfi Bey ve saray başkâtibi Halit Ziya Bey (Uşaklıgil), operatör Cemil Paşa, baştabip Hayri Bey, saray hizmetlerinin başında bulunan Faik Bey, padişahın yaverleri ve diğer birçok görevli de sultana refakat etmişti. Sultan Reşad ve beraberindekiler 27 Ekim 1910 Perşembe günü alaturka hesabıyla saat 8.17’de Dolmabahçe sahil sarayından Söğütlü vapuruyla hareket ettiler. Yaklaşık 23 dakika sonra Sirkeci İskelesine vardılar ve oradan trenle devam etmek için Sirkeci İstasyonuna geçtiler. Bu esnada askeri tören düzenlendi. Vaktin geç havanın soğuk olmasına rağmen büyük bir kalabalık padişahı uğurlamak için beklemiş ve padişahım çok yaşa dualarıyla sultanı Edirne’ye uğurlamışlardır. Padişah istasyona geldiğinde nazırlar ve tren görevlilerince karşılandı ve özel şekilde hazırlanmış olan salonda beş dakika kadar istirahat etti. Ardından tahsis edilmiş fevkalade süslü vagona bindi. Maiyeti de diğer vagonlarda yerlerini aldılar. Saat sekizi elli beş geçe tren Sirkeci’den hareket etti. Ayestefanos’ta bir, Kabakça, Çerkesköy istasyonlarında beşer dakika durdu. Sonra yoluna devam etti ve belirlenmiş olan zamandan on dakika sonra alaturka sabah saat ikiyi otuz beş geçe Seyyidler’e geldi.166 Tren Seyyidler istasyonuna vardığında daha önce oraya gelmiş olan Harbiye Nâzırı Mahmud Şevket Paşa ile Goltz Paşa başta olmak üzere manevra ordusu erkânı ve diğer zevat tarafından karşılama merasimi yapıldı. Refi Cevad’ın gazeteye gönderdiği mektubunda ifade ettiğine göre, padişahın gelişi şerefine istasyon tamamıyla donanmış, bayraklar, çiçekler ve levhalarla süslenmişti. Bir günlük mesafedeki köylüler merkepleriyle ya da öküz arabalarıyla padişahı görmek için buraya gelmişlerdi. 166
Yb, Zât-ı Şevket-Simât Hazret-i Padişahinin Seyyidler ve Edirneyi Teşrif-i Hümayunları Hatıratı, s.2.
101
Düzenlenen resmi törene Meclis-i Mebusan reisi Ahmed Rıza Bey Efendi, Edirne Vilâyetinin mebusları, Edirne Valisi ve vilayet halkı adına bütün sancak ve kazalardan gelen heyetler vardı. Sultan Reşad, trenden indiğinde Edirne Valisi, padişahın yanına gelerek şehirlerini ziyareti dolayısıyla halk adına teşekkürü havi bir konuşma yaptı. Padişah da Osmanlı şehirlerinin her tarafını görmek ve Osmanlı tebaasıyla yakın temas kurmak amacıyla geziye çıktığını ve isteklerinin bir kısmını gerçekleştirmekten dolayı mutlu olduğunu söyledi. Ardından etrafa dizilen askerleri selamlayıp yürüyerek yaklaşık iki yüz elli metre mesafede hazırlanmış olan otağına geçti. Biraz dinlendikten sonra, başta meclis başkanı Ahmed Rıza Bey olmak üzere Edirne Valisi ve diğer ileri gelenleri sırayla kabul etti. Seyahat planına göre yarım saat sonra resmi tören mahalline gidilmesi gerekiyordu. Ancak bazı sebeplerden dolayı askerlerin hazırlığı tamamlanamadığından tören bir müddet tehir edildi. Taburları teftiş için önceden gitmiş olan Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın haber vermesi üzerine saltanat arabasıyla resmi tören alanına geçildi. Sadrazam ve Harbiye Nazırının da katıldığı tören, Seyyidler ile Büyük karıştıran arasında bir mahalde icra edildi. Saltanat arabasını takip eden ilk arabada veliaht Yusuf İzzeddin Efendi, ikinci arabada şehzade Vahdeddin Efendi ve diğer arabalarda ise ser kurena ve başkâtip bulunmaktaydı. Tören alanında padişah için muazzam bir otağ hazırlanmıştı. Sultan Reşad doğrudan otağına geçmedi. Yolun etrafına sıralanmış askerleri selamladı. Padişahım çok yaşa duaları altında askeri selamlayan padişah, yaklaşık bir saat sonra otağına geri döndü. Saat yedi kırkta yaklaşık yetmiş bin askerin katıldığı resmi tören başladı. Önce piyade bölükleri derin kol nizamında yürüdü. Ardından süvari ve topçu alayları onları takip etti. Daha sonra telgraf, telefon, köprücü bölükleri yürüyüşlerini sürdürdü. Her alayın sancağı otağın önüne geldiğinde padişahı selamlıyordu. Sultan Reşad ise her sancağın selamını iade ediyordu. Bu sırada otağın önüne dikilen tuğlar, rüzgârın etkisiyle dalgalanıyordu. Yetmiş bin Osmanlı askerinin bu geçit töreni, izleyicilerde derin bir etki bırakmıştı. Tören yaklaşık bir buçuk saat kadar sürdü. Sultan Reşad, tören sonrasında orada hazır bulunan Goltz Paşa’yı ve yabancı ateşe militerleri kabul etti. Her birine ayrı ayrı iltifatta bulundu. Ardından saltanat ara-basına binerek maiyetiyle beraber Seyyidler’e geri döndü. Padişahı görmek isteyen ahali ve asker güzergâh boyunca büyük heyecan oluşturmuştu.167 Padişahın Seyyidlere dönüşünden yarım saat sonra manevra ordusu adına bir ziyafet düzenlendi. Ziyafetin bitiminde Harbiye Nâzırı Mahmud Şevket Paşa bir konuşma yaptı. Padişahın ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getiren Paşa, askerin remi geçit yapması ve ardından tertip edilen ziyafete padişahın katılmasının kendilerini ziyadesiyle mutlu ettiğini ifade etti. II. Abdülhamid’in uyguladığı istibdat politikasına atıfta bulunarak, Sultan Reşad’ın iktidarı devralmasından evvel bu kadar kalabalık askerin manevra yapmak bir yana günlük talimler için kışlalarından bile çıkamadıklarını söyleyerek, Sultan Reşad’a övgüler dizdi. “…Muhterem Pâdişâhımız! Devr-i celîl-i hâzır-ı şeref idrâk etmezden evvel pâ-yı taht civârında böyle altmış yetmiş bin kişilik bir ordunun manevra icrâ etmesine değil kıtʻât-ı ʻaskeriyenin yevmî taʻlîmlerini yapmak için kışlalarından çıkmalarına bile müsâʻade olunmazdı…” Diyerek yeni dönemde orduya verilen değerden sitayişle söz etti ancak ordunun daha istenilen düzeye gelemediğini de sözlerine ekledi. Mahmut Şevket Paşa, eski padişahların orduların başında sefere katıldıklarını ve bu yüzden de zaferden zafere koşulduğunu hatırlattı. Geleneğin terk edilmesiyle devlette duraklama ve çöküşün başladığını “… Pâdişâhlarımız şu iʻtiyât-ı kahramâneyi terk etmeleriyle devr-i idbâr ve felâketimizin de başladığı maʻlûm-ı şâhâneleridir…” sözleriyle sürdürdü. Sultan Reşad’ın tahta çıkışından beri askerle temas halinde olduğu ve tatbikatları izlediği ve bu yönüyle eski padişahların yolundan gittiğini gösterdiğini ifade etti. Dinleyiciler üzerinde etki bırakan konuşmanın ardından Sultan Reşad kısa bir nutukla mukabelede bulundu. Resmigeçit ve manevralardaki gözlemlerinden yola çıkarak konuşan padişah, duyduğu memnuniyeti. “…Bugün şânlı ordumuzun kalplerimizi müftehaz eden bir manzara-ıʻulvîyesini görmekle mesrûr oldum. Lehü’l-hamd ordumuzun günden güne teʻâlîsini müşâhede etmekle benimle berâber bütün millet bahtiyârdır. ..” sözleriyle ifade etti.
Edirne Temasları Padişahın nutku sonrasında hazirun tarafından söylenen “padişahım çok yaşa” duaları eşliğinde ziyafet tamamlandı. Tren hazırlanıncaya kadar Sultan Reşad, otağında dinlendi. Ardından saat biri elli geçe Seyyidler’den hareket edildi. Güzergâh boyunca Lülebergos (Lüleburgaz), Babaeski, Pavluköy, Uzunköprü, Kulelibergos, Uğurlu istasyonları mükemmel şekilde aydınlatılmış ve süslenmişti. Trenin uğradığı bütün istasyonlarda asker ve halk sevinç gösterilerinde bulunuyordu. Bu şekilde yola devam edildi ve gece saat altı buçukta Edirne istasyonuna varıldı. Edirne emniyet umum müdürü Galip Bey, padişahın salimen Edirne’ye ulaştığını telgrafla İstanbul’daki Emniyet
167
Yb, Zât-ı Şevket-Simât Hazret-i Padişahinin Seyyidler ve Edirneyi Teşrif-i Hümayunları Hatıratı, s.5.
102
Umum Müdürlüğüne bildirdi.168 Edirne ziyareti esnasında Neo Patris gazetesinin 15 Ekim 1910 tarihli nüshasında tren hattına bomba atıldığına dair haberi Edirne’de ve İstanbul’da büyük heyecana sebep oldu. Ancak yapılan tahkikatta haberin asılsız olduğu anlaşıldı. Gazeteyle ilgili soruşturma başlatıldı. Diğer yandan program aksamadan sürdürüldü. Padişahı Edirne istasyonunda Edirne Valisi, Edirne mebusları ve Goltz Paşa, ikinci ordu komutanı ile diğer askeri erkân, vilayet memurları, ulema ve eşraf tarafından karşılandı. Ardından şehre hareket edildi. Saat yedi buçukta ikameti için tahsis edilmiş olan belediye dairesine geçildi. Padişahın gelişi şerefine istasyondan çıkılacak noktaya büyükçe bir tak yapılmış, istasyon ile belediye arasındaki cadde ve köprüler fenerlerle aydınlatılmıştı. Yol boyunca dizilmiş olan askerler ve mektep talebeleri ellerinde rengârenk mehtaplarla padişahı bekliyorlardı. Gece yarısına yaklaşılmış ve hava soğumuş olmasına rağmen erkek kadın binlerce insan cadde ve sokakları doldurmuşlardı. İstasyona ulaşıldığında yüz bir pare top atılarak padişah selamlanmıştı. Şehre ulaştığında ise yirmi bir pare top atışı yapıldı. Hatıratta padişahın Edirne’de kaldığı yedi gün ve bu günlerde yaptığı temaslar her bir gün için ayrı başlıklar halinde anlatılmıştır. Detayları ekler kısmında izah edilen program çerçevesinde ilk gün Cuma gününe denk geldiğinden Cuma namazı halkla birlikte Selimiye Camiinde kılındı. Belediye dairesinde temaslarda bulunuldu. İkinci gün kabul merasimine ayrıldı. Edirne mebuslarının kabulü sırasında Gümilcine mebusu Hoca Fehmi Efendi, Sultan Abdülmecid zamanından beri padişah yüzü görmeyen yöre halkının bu ziyaretten fevkalade memnun kaldıklarını ifade eden kısa bir konuşma yaptı. Tanin muhabirinin aktardığına göre mebuslardan sonra ilmiye sınıfı mensuplarıyla, ruhani reisler kabul edildi. Sultan Reşad, farklı din mensuplarının bir arada bulunmasının ziyadesiyle memnuniyet verici olduğunu ifade etti. Ardından vilayet görevlileri, Edirne Valisi tarafından sultana takdim edildi. Daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin genel merkezinden gönderilmiş olan Doktor Nazım ve hürriyet kahramanı olarak tanınan Eyüp Sabri Bey ile Selanik, Manastır Kosova belediye reisleri kabul edildiler. Doktor Nazım Bey, padişahın Rumeli bölgesine yaptığı geziden dolayı şükran duyduklarını ifade etti. Selanik belediye reisi, Selanik, Manastır ve Üsküp şehirlerini de ziyaret etmesini arzu ettiklerini dile getirdi. İttihatçıların ziyaretinden sonra bu defa Edirne belediye heyeti huzura kabul edildi. Padişah, şehrin intizamlı görünümünden dolayı sevinç duyduğunu “…Edirne şehrinde gördüğüm intizâmdan dolayı memnûn oldum. Şehrin saʻy u gayretinizle karîben inşâallah daha ziyâde kesb-i umrân eyleyeceğini ümîd eylerim. Cümlenize beyân-ı mahzûziyet eylerim.’’ Cümleleriyle dile getirdi. Belediye heyeti, bütün şehir halkı adına padişaha Selimiye Camiinin gümüşten yapılmış bir modelini hediye ettiler. Modeli çobeğenen Sultan Reşad, “…şimdiye kadar hiçbir şeye bu kadar memnûn olmadım. Güzel şehrinizin güzel hediyesi beni çok memnûn etti. Edirne’yi pek beğendim. Ahâlinin pâdişâhlarına ve hânedân-ı saltanata karşı gösterdikleri muhabbete teşekkür ederim” diyerek mutluluğunu beyan etti. Hatıratta değinilmemesine rağmen Refi Cevad, cami modelini yapan ustanın sanayi madalyasıyla taltif edildiğini söyler. Bunu teyit eden arşiv vesikasına göre, modeli yapan Edirne kuyumcularından İsador Efendi, “…maharet-i kâmilesine binâen bir kıt‘a sanayi madalyası ile…” taltif edildi. Belediye heyetinin ardından Edirne İttihat Terakki Cemiyeti üyeleri huzura takdim edildi. Cemiyet tarafından Edirne’de yeni yapılmış olan mektebe “İttihat ve Terakki” adının verilmesinden dolayı Sultana teşekkür ettiler. Sultan Reşad, mektebin faaliyetlerine katkı için üç yüz lira bağışta bulundu. Gün boyu devam eden kabul merasimine bu defa Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa önderliğinde askeri erkân dâhil oldu. Padişah onlara da askerin düzen ve intizamından dolayı duyduğu memnuniyeti ifade eden hitapta bulundu. Askeri heyetin ardından Edirne’de bulunan yabancı konsoloslar padişahla görüştü. Kabul merasimi ardından Sultan Reşad, maiyetiyle beraber Tunca Nehri kenarında yer alan güzel ağaçları ve eski saray kalıntılarının bulunduğu saray içi mesire alanını ziyarete gitti. Gezinin üçüncü gününde Sultan Reşad, ziyaretlerini sürdürdü. Programda yer aldığı şekliyle Saraçhane köprüsü yoluyla Karagöz tabya yakınlarında inşa edilmekte olan istihkâmları inceledi. Buradaki havan topunun kullanımını gözlemledi. İkinci ordu komutanı Abdullah Paşa, top başında duran askerleri “uğur-ı hümâyûnlarında fedâ-yı hayâta her lahza âmâde olan asker kulları” sözleriyle padişaha takdim etti. Bu takdim akabinde Sultan Reşad,“asker evlâdlarım hepsi birer kahramandırlar ki bu kahramanlık onlara vatanlarına fart-ı muhabbetlerinden gelir. Vatan muhabbeti ise insan için en büyük fazilettir.” Şeklinde karşılık verdi. Bu kısa konuşma sonrasında bir top atışının yapılmasını istedi. Hedefin isabetle vurulması sevinçle karşılandı. Komutanlara hitaben “cenâb-ı hak vatanımızı şerr-i aʻdâdan masûn buyursun. Sizin gibi kahraman askerlerim buralarda bulundukça bu yerlere baʻde-zin hiçbir düşmanın takarrub edemeyeceğinden eminim” şeklinde bir konuşma yaptı. Padişahın istihkâmın içine kadar girmesi, askerlerin sırtını sığaması, top barutlarını elleriyle karıştırması askerler arasında ayrı bir heyecana sebep oldu. Hatırat yazarı bu durumu, Fatihlerin, Selimlerin ruhlarını şad eden yüce bir hareket olarak tanımlamıştı. Kale komutanı, bu heyacanı “…şevket meâb! şizin gibi mübârek bir pâdişâha hizmet etmek, uğurunda ölmek pek büyük 168
“… dün gece sâʻat altı buçukta salimen Edirne’ye muvâsalat edilmiştir…” BOA. DH. EUM. VRK. (Dâhiliye Nezareti Emniyet-i Umumiyye Evrak Odası Kalemi Evrakı).nr. 5/38, 16 Teşrîn-i evvel 1326 [29 Ekim 1910].
103
bir saʻâdettir” diye haykırdı. Ziyarettn birkaç gün sonra 2. Ordu komutanı Abdullah Paşa, padişahın incelemelerde bulunduğu bataryaya alınan izin sonrasında ziyaretin anısına “Reşadiye” adını verdi. Diğer tabyaları da ziyaret eden Sultan, piyade kışlasından geçerek hastanenin önünde durdu ve hastalara çeşitli iltifatlarda bulundu. Devamında Muradiye Camii yakınındaki Mevlevi Dergâhına uğradı. Dergâhın avlusunda Mevlevi şeyhi ve ileri gelenler tarafından karşılandı. Yaklaşık on beş dakika burada dinlendi ve oradan semahaneye gitti. Mesnevi han İzmirli Hafız İsmail Hakkı Efendi tarafından okunan birkaç beyti dinledi. Yapılan töreni seyretti. Akşam on ikiyi çeyrek geçeye kadar dergâhta kalan Sultan, Şeyh ile mesnevi hanı huzuruna kabul etti. Onlara iltifatlar ederek hediyeler verdi. Ardından ikamet mahalline geri döndü. Padişahın bulunduğu süre boyunca geceleri güzergâh boyu fenerlerle aydınlatılmıştı. Halk sokaklara dökülmüş ve sultanı görmeye gelmişti. Fakirliği sebebiyle evini aydınlatmak için fener bulamayan bir kadın, padişaha sevgisini göstermek üzere sahip olduğu küçük bir lambayı elinde tutarak sevince ortak olmaya çalışmıştır. Dördüncü gün olan pazartesi günü erken saatlerde sadrazamı kabul ederek devlet işlerini görüştü. Sonra Üç Şerefeli Camii ziyaret etti. Sultan Reşad, mahfile çıkmayarak halkıyla beraber büyük kapının yanında aynı safta ikindi namazını kıldı. Hatırat yazarı padişahın bu hareketinden övgüyle söz etmiş ve gösterilen tavrın peygamberi bir davranış olduğunu, İslam’ın ön gördüğü eşitlik anlayışını sergilediğine dikkat çekmiştir. Muhabir Refi Cevad ise halkla padişahın buluşmasını “…senelerden beri padişah yüzüne hasret olan ahalinin sevgili ve muhterem babalarına kavuşmaktan mütevellit bir sürur ile zât-ı şahanenin pervane gibi etraflarına dolaştıklarını görmek ve sonra da bu tâc-dâr-ı mübârekin bu aşık kalpleri hemen hemen ayrı ayrı denecek derecede iltifatlara gark buyurduklarına şahit olmak hakikaten kalpleri rikkate getiriyordu…” cümleleriyle açıklıyordu. Salı günü ziyaretin beşinci günüydü. Evvela devlet işlerinin aksamaması için öğlen saatlerine kadar sadrazam tarafından takdim edilen ilgili evrakları inceledi. Ardından saltanat arabasına binerek İstasyon Caddesi ve Karaağaç yoluyla Maraş Köprüsü’nün bulunduğu yere gitti. Dönüş esnasında Karaağaç Mahallesinde Fransız Ticaret Mektebi ve Rum İnas Mektebi öğrencileri mızıkalarla padişahı karşıladılar. Dönüş yolunda Meriç Nehrinden geçerken bir süre burada bekleyen padişah, nehrin söğüt ağaçlarıyla çevrili kaynağını bir süre seyretti. Ardından ikamet mahalline geri döndü. Sultan Reşad, seyahatin altıncı gününü neredeyse tümüyle devlet işlerine ayırdı. Bir aralık kısa bir boşlukta bazı şehzade ve sultanlarının mezarlarının bulunduğu Darulhadis Camiini ziyaret ederek, türbelerinde Kuran okuttu ve sadaka dağıttı. İstanbul’da yapılacak karşılama programının tüm detayları sadaret müsteşarı Adil Bey tarafından telgrafla Edirne’de bulunan Sadrazama bildirildi. Törene katılacakları gerekli tebligatın yapıldığı, gerekli yerlere asker ve zabıta görevlendirildiği, teşrifat memurlarının istasyona gönderildiği gibi birçok husus hakkında malumat verildi. 169Hazırlıklar ardından saat on ikiye çeyrek kala Sultan Reşad, dairesinden çıkarak saltanat arabasına bindi. Maiyetiyle birlikte büyük bir törenle istasyona hareket ettiler. Tunca, Meriç ve Arda nehirlerinden kaynaklanan büyük bir sis tabakası bütün Edirne’yi kaplamıştı. Hatırat yazarı bu durumu padişahın şehirden ayrılışına yormuş ve duygularını “şehir mufârakat-ı padişâhîden müte’essir gibi hazîn ve gam-nâk bir manzara peydâ eylemişdi..” cümleleriyle açıklamıştır. Güzergâh boyunca askerler ve ahali padişahı uğurlamak için yollara dökülmüşlerdi. Alaturka saat bire çeyrek kala tren istasyonuna varıldı. Edirne mebusları, vilayette çalışan memurlar ve asker, ulema, eşraf gibi ileri gelenler, konsoloslar ve Edirne halkı uğurlama töreni için hazır bulunmuşlardır. Ortalama otuz km hızla hareket eden tren hattı boyunca köylüler sevi gösterlerinde bulundular. Babaeski’de, Çorlu, Çerkezköy ve Küçükçekmece’de kısa süreli duraksamalar sonrasında saat dokuzu otuz iki dakika geçerek Sirkeci istasyonuna ulaşıldı. Küçükçekmece ile Ayestefanos arasında çadırlı ordugâh kurmuş olan binlerce asker padişahı bekliyordu. Aynı şekilde Ayestefanos-Makriköy ve diğer istasyonlarda yerli yabancı, kadın, erkek birçok kişi dualar ve alkışlarla padişahı selamlamak için toplanmışlardı. Tren Sirkeci istasyonuna girdiğinde orada bekleyen memurlar, asker ve ahali hep bir ağızdan padişahım çok yaşa şeklinde dualar ediyorlardı. Bu dualar arasında vagondan inen Sultan Reşad, kendisi için hazırlanmış olan salona geçti. Burada karşılamaya gelen zevatı sırayla kabul etti.
169
“…zât-ı şâhane salona teşrif buyurduktan sonra müstakbelin teşrîfâtça tanzim olunan defter mucebince vâki‘ olacak da‘vete icâbeten istasyonun hat cihetindeki kapıdan girerek ve salonda arz-ı ta‘zîmât ederek hâriçteki kapıdan sıra ile peyder-pey çıkacaklardır…” BOA. BEO. nr.3819/ 286373, v.5.
104
SONUÇ Bugünkü adıyla Babaeski'deki bu Sarı Saltık tekkesi (ve türbesi) her ne kadar Saltıknâme'de onun belli başlı dört ana mekânından ve faaliyet üssünden gösteriliyorsa da, diğerlerinin, yani Babadağı, Kaligra ve Kırım'daki üç tekkenin aksine, tarihen Sarı Saltık'la bir bağlanısı olmamıştır ve bu hikâye tarihsel olarak doğru değildir. Zira Edirne'nin fethi ve buraya müslüman nüfusun yerleşmesi ancak 1361 veya 1363'ten sonradır. Bu itibarla Babaeski'deki tekkenin, ancak Edirne'nin ve yöresinin fethinden sonra buralara yerleşen, muhtemelen vaktiyle Sarı Saltık'ın göç ettiği Karesi havalisi kökenli Kalenderî dervişleri arasında yaşayan Sarı Saltık kültü sebebiyle, onunla irtibatlandırılmış olabileceği düşünülebilir. Bununla beraber, buradaki eski Saint Nicolas (Aya Nikola)(?) manastırından çevrilme Sarı Saltık tekkesinin mevcudiyeti tamamiyle gerçektir. Bunu XVI. ve XVII. yüzyıllarda buradan geçen Avrupalı elçilerin seyâhatnâmelerinden de görebiliyoruz. Buradaki tekkeyi Türk kaynaklarından yalnızca Saltıknâme ve Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi haber veriyor. Birkaç Avrupalı seyyahın da bu tekkeye dair ilginç gözlemleri vardır. Saltıknâme'ye göre, Sarı Saltık burada bir kiliseyi zâviye haline getirmişti ve devamlı buraya gelip konaklardı. Tekkenin bulunduğu kasaba, bölge ile ilgili Osmanlı resmî kayıtlarında, meselâ tahrir ve evkaf defterlerinde Baba-yı Atîk adıyla anılmakta, Saltıknâme'de Eski Baba diye geçmektedir. Saltıknâme buradaki tekkenin kuruluşunu ilginç bir menkabeyle anlatır. Buna göre “Sarı Saltık Enderiyye (Edirne) şehrini kuşatmağa gelmiş ve içindeki kâfirleri sulh yoluyla müslüman olup şehri teslime iknâ etmeğe çalışmıştır. Sonunda şehir kâfirlerde, kale Sarı Saltık'ta kalır. Kaledeki büyük kiliseyi cami haline getirirler ve bitişiğine de bir zâviye yaparlar; yanındakilerden bir kısmı oraya yerleşir. Sarı Saltık buraya her geldiğinde bu zâviyede ikamet ederdi. Sonra oradan başka bir hisara gelirler. Buradaki manastırda ise kırk rahip kalmaktadır. Sarı Saltık ve rahipler ayrı ayrı o gece rüyalarında Hz. Muhammed'i görürler. Hz. Muhammed Sarı Saltık'a burada "islâm'nın çerağını yandırmasını", ileride buraların müslüman olacağını bildirir. Rahiplere ise, oğlunun (Sarı Saltık'ın) oraya geleceğini, o geldiğinde müslüman olmalarını, oğlunun mezarının da orada bulunacağını söylemiştir. Ertesi günü birbirlerine 105
rüyalarını anlatınca, rahipler bir şartla müslümanlığı kabul edeceklerini bildirirler: Sarı Saltık burada ebediyyen sönmeyecek bir "çerağ" yandıracaktır. Sarı Saltık istendiği gibi çerağı yandırır. Çerağı söndürmeye muvaffak olamayan rahipler topluca müslüman olurlar. Başkanları ‘İstefan’ da aynı rüyayı görmüştür. Böylece Sarı Saltık onun adını da İsmail koyar; manastırı cami, daha doğrusu tekke yapar. İşte Eski Baba tekkesinin ve oradaki Sarı Saltık türbesinin Saltıknâme'deki hikâyesi budur. Saltıknâme'nin, buradaki kilisenin altına gömüldüğünü belirterek önemle zikrettiği Eski Baba'daki mezara, defn edildiğini yazar.
Nazmi Sevgen, eskiden Cedid Ali Paşa Camii'nin hemen yanında bulunmakta olan Sarı Saltık tekke ve türbesinin, Balkan harbi esnasında Bulgarlar tarafından izi kalmamacasına tahrip edildiğini yazar. Çeşitli tarihlerde Babaeski'deki bu Sarı Saltık tekkesini ve türbesini araştıran G. M. Smith ve T. Zarcone da burada hem tekkeden, hem de türbeden hiç bir iz bulamadılar. Smith'in yerinde edindiği bilgiye göre, eskiden Babaeski kasabasının doğusundaki Hacı Hasan veya Dere mahallesinde Sarı Saltık'ın hem tekkesi hemde türbesi halâ ayakta imiş. Zarcone ise 1940-1945 arasında Sarı Saltık'ın türbesinin hâlâ ayakta olduğunun ve İstanbul-Edirne karayolu yapılırken yıkıldığının kendisine söylendiğini bildirmektedir. (?) Zarcone, "Les tekke de Sari Saltuk à Babaeski et d'Ariz Baba à Havsa", s. 633. Görüldüğü gibi N. Sevgen'inki hariç, diğer iki araştırıcının gözlemleri birbiriyle uyuşmaktadır. Muhtemelen üç araştırıcının haber kaynaklarının farklılığı bu çelişkinin sebebi olabilir.
106
EK BİLGİ: 20.YÜZYIL BAŞLARINA AİT SEYAHAT VARAKASI ÖN VE ARKA YÜZÜ Ülkemizde ise pasaport ilk olarak, Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1808’li yıllarda yurt dışı gezileri için II. Mahmut döneminde çıkarılmıştır. O döneme kadar Osmanlı halkı, gidecekleri ülkelerden o ülkeye ait pasaport alırlardı ve Türk Elçileri de bu uygulamaya tabii tutulurdu. Bu durum Osmanlı Devleti için alçaltıcı bir durumdu. II. Mahmut bir düzenleme yaparak 3 farklı pasaport uygulaması getirdi. Osmanlı tebaa ( İslam olan halk), raeya (Hristiyan olan halk ) ve sefir gidecekler için de Hariciye Nazırlığın’dan (Dışişleri Bakanlığı) pasaport verilmesi zorunluluğunu getirdi. Bu uygulamayla birlikte yurtdışına seyahat yapacak Osmanlı vatandaşları artık pasaport kullanmaya başladılar. 1838 tarihinde yurtdışına çıkacak olan Osmanlı vatandaşlarına Dış İşleri Bakanlığı tarafından Avrupa’daki kurallara uygun pasaport verilmeye başlandı. Osmanlı ülkesine girecek yabancılar da Avrupa şehirlerindeki Osmanlı konsolosluklarından vize alacaktı. Hatta o yüzyılda Osmanlı vatandaşı olmak pek itibarlıydı. Bununla birlikte Osmanlı döneminde mürür tezkeresi adında bir iç pasaport vardı. Ülke içinde seyahat edebilmek, özellikle İstanbul’a gidebilmek için alınması gerekirdi. Bu belge mahalli yöneticilerden alınırdı. Uygulama 2.Meşrutiyet döneminde kaldırılmıştır.
Fotoğraf: 1 Efemera Kolleksiyonu.
107
Tezkireye sahip olan kişiler geçtikleri yerde, bunu gösterirler ve tıpkı pasaportlarda olduğu gibi kazadan çıkışta bunu gösteren bir şerh konarak, ayrılış tarihi yazılıp resmi mühür basılırdı. Mürûr tezkiresinin süresi 1 yıldı.170
Fotoğraf: 2---Efemera Kolleksiyonu.
Mübahat Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatika), Kubbealtı Akademisi Kültür Sanat Vakfı Yayını, İstanbul, 1994, s.254. 170
108
Osmanlı Döneminde Seyahat İzinleri ve Mürur Tezkiresi Osmanlı döneminde yerli olsun yabancı olsun kişiler, Osmanlı topraklarında yer değiştirdiklerinde mutlaka bazı izinler almak zorundaydılar. Bunlara ‘mürur tezkeresi’ veya ‘seyahat izni’ denmektedir. Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde hem Osmanlı tebaâsı171 hem de yabancı tebaâ seyahat edebilmek için bir seyahat belgesi almak zorundaydı. Klasik döneme baktığımızda seyahat edeceklere yol hükmü verilirken, daha sonraları ‘Mürur Tezkiresi’ verilmeye başlandığı görülmektedir. Bunlar, verilen kişinin isim ve özellikleri elle doldurulmak suretiyle matbu172 olarak hazırlanıyordu. 14 x 28 cm boyutunda bir çerçeve içerisine yerleştirilmiş ve üst iki köşede birer ay ve ortalarında altı köşeli yıldız bulunurken aralarında ise beyzi (Oval) bir çerçeve içerisinde sülüs yazısı ile ‘mürur tezkiresi’ yazısı ile kâğıdın tam ortasından başlamak üzere; “Devleti Aliye tebaasından Üsküp Kazası Çirnovid karyesi mütemekkinlerinden173 olup tüccar taifesinden Behram nam(adlı) bin(oğlu) Ahmed bu de’fa Üsküb’den beray-ı ticaret(Ticaret maksadı ile.) Hacıoğlu Pazarına azîmet (FD: gitme, gidiş.) edeceğinden esnây-ı rahda174 zabtiye me’muru175 ve sâire(diğerleri) taraflarından mürûruna mümana’at 176 olunmamak için lede’l iktizâ 177i’anet ve himâyet(FD: koruma, korunma.) kılınmak bâbında178 işbu mürur tezkiresi verildi.(1846) Fi Sene 1262 -7 C” 179 Belgenin sol tarafında ise altından 2,5 cm’lik boşluk üzerinde 2,5 x 14 cm’lik bir çerçeve içinde mürur tezkiresi alan kişinin eşkâli, “sin(yazıış böyle ama sima olmalı)” - “boy”-“sakal” - “bıyık” ve “göz” olmak üzere sınıflandırılmıştı. Bunun altında defter numarası yazıyordu. Tezkire verilen kişinin silah taşıma izninin verildiği tezkirenin sonuna eklenen, “Fakat esnâ-yı rahda müsellâh olarak mürûruna ruhsat verilmiştir” ifadesiyle belirtilmişti. Tezkireye sahip olan kişiler geçtikleri yerde, bunu gösterirler ve tıpkı pasaportlarda olduğu gibi kazadan çıkışta bunu gösteren bir şerh konarak, ayrılış tarihi yazılıp resmi mühür basılırdı. Mürûr tezkiresinin süresi 1 yıldı180. Yabancıların ziyaretçilerin, 16. Yüzyıl itibaren artarak devam eden seyahatlerinin çok farkı nedenlere dayandığı bilinmektedir. Uzakdoğu ve İran’a giden yollar Osmanlı coğrafyasından geçiyordu. Gezi dışındaki amaçla gelenler, tıp doktorları, botanikçiler, bilim adamları, misyonerler, dil öğrenimi amacıyla gelenler, hac ziyareti için ve diplomatlar olmak üzere sınıflandırılabilir. Bu şahıslar, 18. ve 19. Yüzyıllarda yabancıların Osmanlı’yı incelemek üzere geldikleri bilinmektedir. Osmanlı kendi vatandaşları seyahat için mürur tezkeresi alırken, yabancılar Bab-ı Ali’den yol emri, yol tezkeresi alıyordu. Özellikle yabancı tüccarların izin aldığı bilinmektedir. Osmanlı Devleti’nin yabancı pek çok devletle imtiyaz, antlaşma ve ahitnamesi bulunmaktadır. Padişah değiştiğinde bunlar onaylanıyor ya da değişiklik yapılıyordu. Ahitnameler (sözleşmeler) ticari ilişkilerde önemliydiler. 1535’de Fransa’ya verilen kapitülasyonlarda, Fransa kralına bağlı vatandaşların Osmanlı ülkesinde dolaşım hakkı tanındığını gösteren madde vardır. 1540’da Venedik ve 1718’de Avusturya vatandaşları Osmanlı ülkesinde seyahat edebiliyorlardı. 1739 Belgrad Antlaşmasının 21. maddesi Rus vatandaşların seyahat iznini içerir. Rus vatandaşlarının Osmanlı topraklarında zararlı faaliyetlerde bulunamayacakları bir madde ile belirtilmişti. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nın 8. maddesi seyahat izni ile ilgilidir. ‘İl Cân mektubu’, yine emniyetle seyahat etme veya yerleşme ile ilgili olup Fatih zamanında başlatılan bir uygulamaydı.181 18. Yüzyıl ve sonrasında yabancılar İstanbul’daki elçiliklere başvurup kişinin adı, ne amaçla nereye gideceği, yanındakiler hakkında bir dilekçe yazarlardı. Bu dönemde çok emirler çıkarılmış ve “Hilaf-ı Ahidname –i Hümayun”a aykırı davranılmaması istenmiştir. Gelen yabancı elindeki elçilik kâğıdı FD: Tebaa= bir devletin hükmü altmda bulunan kimse FD: Matbu= 'tab'olunmuş basılmış (kitap, gazete, kâğıt). 173 FD: mütemekkin=temekklin eden, mekanlanan, yerleşen, yerleşmiş [birO yere], oturan 174 yolculuk sırasında 175 Osmanlı Devleti'nde toplum güvenliğini sağlamakla görevli askerî polis kuruluşu 176 FD: mümana.=menetme, engel olma, önleme, 177 gerektiğindr 178 Maksadıyla, hususunda konusunda 179 Mübahat Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatika), Kubbealtı Akademisi Kültür Sanat Vakfı Yayını, İstanbul, 1994. 180 Mübahat Kütükoğlu, Age , 1994, s.254., s.254 181 Hamiyet Sezer, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Seyahat İzinleri, 18 – 19. Yüzyıl”, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt:21, Sayı:33, Ankara, 2003, s.108 171 172
109
ve padişahın yol emri ile çıktığı yolculuk süresince soran yetkililere bu evraklarını göstermek zorundaydı. Ticaret yapacaklara ise ticaret yol emri hükmü veriliyordu182. 19. Yüzyılın ortasına gelindiğinde yeni bir düzenleme yapılarak Pasaport Nizamnamesi çıkarılmıştır. Pasaportu olan yabancının Osmanlı ülkesinde gezdiği sürece mürur tezkeresi olması zorunlu hele gelmiştir. 1867 düzenlemesiyle kişi pasaportunu kendi devletinin konsolosluğunda Osmanlı Devleti’nin elçiliklerinde veya şehbenderlere vize ettirebiliyorlardı. Sonuç olarak Osmanlı ülkesinde seyahat, ‘yol izni’, ‘il can name’, ‘icazet’, ‘yol izni’ ve ‘mürur tezkeresi’yle yapılmıştır. 10 Şubat 1841’de “Men-i Mürur Nizamnamesi” yurtdışına giriş çıkış için tekrar düzenlenmiştir183
KAYNAKÇA: 182 183
Sezer, a.g.m. ,s.115. Sezer, a.g.m. ,s.116.
110
ADAMOVİC Milan, " Das Tekke Von Sari Saltiq", MT, 5 (1979), S. 17. ); Ahmed Bâdî Efendi Riyâz-I Belde-İ Edirne 20. Yüzyıla Kadar Osmanlı Edirne’si 3. Cilt 19. Yüzyılda Edirne Vilayetine Bağlı Sancaklar Ve Buralardaki Şairler • Âlimler • Mutasavvıflar • Devlet Adamları Hazırlayanlar Yrd. Doç. Dr. Niyazi Adıgüzel Yrd. Doç. Dr. Raşit Gündoğdu ARIKAN Zeki- ‘UBICINI, Jean-Henri Abdolonyme’ TDV İslâm Ansiklopedisi İstanbul' 2012; C. 42. S, 32-33 BABİNGER, Franz ;’Fatih Sultan Mehmed Ve Zamanı’, İstanbul,2003, Oğlak Yayıncılık Ve Reklamcılık Ltd. Şti S.354 BARKLEY, H.. C. (1877). Bulgaria Before The War During Seven Years’ Experience Of European Turkey And Its Inhabitants, Mursay, London BEYDİLLİ Kemal “SCHILTBERGER, Hans Johannes (Ö. 1440) ”; TDV İslâm Ansiklopedisi,2009 İstanbul C. 36, S.228 Kitap), BLUNT Henry, A Voyage İnto The Levanı. Londra, 1638, S. 2. BROQNİÉRE Bertrandon De La; Bertrandon De La Broqniére Ve Seyahatnamesi (1432-1433) Çev: Semavi EYİCE Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri (OM), İstanbul 1333, C. I, S. 97. BUSBECQ Ogier Ghiselin De - Türkiye'yi Böyle Gördüm; Tercüman 1001 Temel Eser Hazırlayan: Aysel Kurutluoğlu S. 34- 35 DE DEUİL Odo. (1948). Odo Of Deuil, De Profectione Ludovici VII İn Orientem: The Journey Of Louis VII To The East, Recrds Of Civilization, Sources And Studies. Berry, V.G. (Trc.), New York: Columbia University Press. DERNSCHWAM Hans; İstanbul Ve Anadoluya Seyahat Günlüğü’ Çev. Prof. Dr. Yaşar Önen; Kültür Bakanlığı Yayınları-Ankara, 1992 S. 46,47,48 DEVELLİOĞLU, Ferit, 2013 “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat”, Aydın Kitabevi,30. Baskı, Ankara DOĞAN, Güner İngiliz Ve Fransız Seyyahlara Göre 17 Ve 18.Yüzyıllarda Ege Adaları (Midilli, Sakız, Rodos, Sisam) Ve Çevresi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara,2008,S.15. Ekşi Sözlük Evliyâ Çelebi, YKY' Deki Kitapları:Seyâhatnâmesi Haz.: S. A. Kahraman- Y. Dağlı (1999)Yapı Kredi Yayınlan2353Takım ISBN 975-08-1103-8: (3. EYİCE Semavi ‘Hans Dernschwam’ TDV İslâm Ansiklopedisi; İstanbul-1994. .C. 9. S.,182-183 EYİCE Semavi Tdv İslâm Ansiklopedisi; İstanbul;1992 C. 5. S. 523-524 EYİCE Semavi, “Aramon”, TDV İslâm Ansiklopedisi; 1991,C: 3. S, 270-272 GALLAND Antoine, İsıaııbul'a Ait Güıılük Hatıralar, Ankara, 1949, S. 13- 18 GERLACH Stephan; ‘Türkiye Günlügü’;Kitap Yayınevi, İstanbul, 2007, Çev: Turkis Noyan S.22 HAYES M.Des, Les Voyages De Constanlinople, Paris, 1664, S. 35 HİLTEBRANDT, C.J., Dreifaclıe Schvedische Gesandsclıafı Reise Naclı Siebenburgen, Der Uhraine Und Consıantinopel 1656- 1658, Ed. Franz Babinger. Leiden, E.J. Brill, 1937. S. 152 Ve 156 İbn Battûta Seyahatnâmesi, İstanbul, YKY, C.1, S: 32 İbn-İ Battula Seyahatnamesi, Paris Baskısı, C. II, S. 416~) ? KAEGI Walter E., Jr.; Byzantınısche Forschungen Internationale Zeitschrift Für Byzantinistik; Verlag Adolf M. Hakkert Amsterdam, 2011,S.181 KOCA, Turgut (1990). Bektaşi Alevi Şairleri Ve Nefesleri. İstanbul: Maarif Kitaphanesi. 808; Özmen, İsmail (1998). Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi. C.5, Ankara: KB. Yay.S. 367, 377 Kurban İsmail, HBH, Sayı: 69, Temmuz 1937, Ss. 185-188 KÜTÜKOĞLU Mübahat, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatika), Kubbealtı Akademisi Kültür Sanat Vakfı Yayını, İstanbul, 1994, S.254. Lady Montaqu, Türkiye Mektupları 1717–1718 (Çev. Aysel Kurutluoğlu Yayın Yeri Yılı Yok, S. 71), LUBENAU Reinhold Seyahatnamesi Osmanlı Ülkesinde ( 1587-1589 ) NOYAN, Dede, Bedri Doç, Dr, Bütün Yönleri İle Bektaşilik Ve Alevilik, Ardtf Yayınları Ankara;1998; Cilt1.B.2. S. 405 111
ÖZER Murat;’ Seyyahların Gözüyle Osmanlı Döneminde Faaliyet Gösteren…’ İstanbul Teknik Üniversitesi; Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yüksek Lisans Tezi. PEREMECİ, Osman Nuri, Edirne Tarihi, Resimli Ay Matbaası, İstnbul,1935, S. 24 PERO TAFUR SEYAHATLERİ (1435-1439)—( Sir E. Denison Ross Ve Eileen Power, Pero Tafur: Travels And Adventures (1435-1439) Tarafından Düzenlenen The Malwaym Letts (New York, Londra: Harper & Brothers 1926)) Polonyalı Simeon'un Seyahatnamesi, H. Andreasyan, isıanbul, 1964, S. 1 02. SALCI Vzhit Lütfi, "Hacı Rasih Baba", HBH, Sayı: 66, Nisan 1937, Ss. 145-147 SCHWEIGGER Salomon; Sultanlar Kentine Yolculuk - İstanbul Agustos 2004, Kitap Yayınevi Ltd. S.51 SEZER, Hamiyet “Osmanlı İmparatorluğu’nda Seyahat İzinleri, 18 – 19. Yüzyıl”, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt:21, Sayı:33, Ankara, 2003, TANMAN M. Baha, “Selâmî Ali Efendi Tekkesi”, DBİA, C. VI, S. 492 TAVERNIER Jean-Baptıste - Tavernier Seyahatnamesi- Haziran 2006, İstanbul, Kitap Yayınevi Ltd.,S.44 THEVENOT, Jean Thevenot ;Thevenot Seyahatnamesi’ S.45 TİNAYRE-Marcelle Bir Kadın Gezgin Tinayre'nin Günlüğü Osmanlı İzlenimleri Ve 31 Mart Olayı-Aksoy YayıncılıkEkim 1998 TOMMASO Alberti, Tommaso Albertinin Istanbul ve Balkanla SEYAHATİ TOPAKTAŞ Hacer Yrd. Doç. Dr., Osmanlı Diplomasisinde “Tayinat” Sisteminin Uygulanışı Ve Kaldırılışı (1794) Üzerine Bazı Tespitler; İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Slav Dilleri Ve Edebiyatları Bölümü ÜÇEL-AYBET, Gülgün -Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası Ve İnsanları (1530-1699) S:353 WRATİSLAW Baron, Baron Wratislaw’ın Anıları, (Çev. M. Süreyya Dilmen), Milliyet Yayınları, 1996, Ss. 5-6. ZARCONE, "Les Tekke De Sarı Saltuk À Babaeski Et d'Ariz Baba À Havsa" , Trierry Zarcone, Doğu Thrace’da Alevi Ve Bektaşilik: Babaeski’deki Sarı Saltuk Tekkesi Ve Havsa’da Arız Baba Tekkesi; Tercüme Eden Özge Baydaş
https://play.google.com/books/reader?id=LkZEAAAAIAAJ&hl=tr&pg=GBS.PA3 https://sourcebooks.fordham.edu/source/odo-deuil.asp https://depts.washington.edu/silkroad/texts/tafur.html#ch15 https://archive.org/details/b3045105x_0001 Onlıne: https://archive.org/details/Travel1891BarkleyArmenia https://issuu.com/faruktekingf/docs/_an____lady_montagu_-_t__rkiye_mekt---https://archive.org/details/Travel1891BarkleyArmenia https://issuu.com/faruktekingf/docs/_an____lady_montagu_-_t__rkiye_mekt---https://www.taylorfrancis.com/books/e/9780203714409/chapters/10.4324/9780203714409-13
112
113