Nisan 2018
Sayı:1
Kimiz Biz? Mucize Ruh’un Mükemmel Okurları, Derginize Hoş geldiniz. Derginiz sizin yazılarınız ile Siz ve diğer yazarların yazılarını buluşturuyor. Böylelikle derginin hem yazarı hem de en büyük okuru olmuş oluyorsunuz. Peki adımız neden Mucize Ruh? Her insanın içinde birikmişleri vardır. Her ne kadar bunları diğer insanlardan gizlemeye çalışsak ta içimizden dökmek isteriz. Ve çoğu zaman bunları yazarız. İşte bu yazdıklarımız her zaman gün yüzüne çıkmayı bekler. İnsanın içindeki bu enfes ruh eğer yazılarını gün yüzüne çıkarırsa işte böylelikle ruhu büyük bir mucize ile buluşmuş olur. Ve işte Bu yüzden adımız Mucize Ruh’tur.
GENEL YAYIN YÖNETMENİ/ DİZGİ-TASARIM: EMİR YAPICI Tüm içeriğin hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. © Nisan 2017
Unuttuğum
İhanetin Var Seni
Gülümsemelerim
Sevmelerime
Ölümün Çığlık Ses
Çıkma Sokak
Hayallerim
Büyüdüm
Sen Benim En Karanlık Gecem
Ağlamayı
Mola
Reddediyorum Usta
Zaman ve İnsanlar
İ Ç İ N D E K İ L E R
Unuttuğum Gülümsemelerim Son birkaç gündür iyi değilim sanki. Nefes almak için balkona çıkıyorum. Derin bir nefes alıyorum. Sonra üşüdüğümü fark edip yatağıma geçiyorum. Gözlerim tavana dikili, bir şeyler düşünmeye başlıyorum. Bir anda saatlerdir kırpmaya üşendiğim kirpiklerimin ardındaki göz bebeklerim… Akrep yelkovana ilişiyor ve odamda yankılanan seslere anlam vermeye çalışıyorum. Birdenbire o çok sevdiğim yağmur kokusu içimi ferahlatıyor. Kahvemden bir yudum daha alıyorum ve dışarıda olup biteni seyretmek için perdemi hafifçe aralıyorum. Dışarıdaki gülümseyen insanları gördükçe unuttuğum gülümsemelerimi hatırlıyorum. Üşüdüğümü fark edip yine yatağıma doğru yönelirken odamdaki aynayı fark edip kendime göz ucuyla bakmayı ihmal etmiyorum. Ve kendimle konuşurken minik kedimin bir köşede beni izlediğini fark ediyorum. Benimle uyuyor benimle uyanıyor saatlerce cam kenarından tıpkı benim gibi insanları seyredip arada bir mama verirsem onu yiyor. Sonra aynada kendi kendime toparlanmalısın dedim ve bir hışımla üzerimdeki yorganı fırlattım. Kedicik sevinmiş olmalı ki beşinci kattan bir ses duydum. Ne olduğunu anlamaya çalışırken benim kedicik yerde kanlar içinde kıvranıyordu… Eyvah! Şeyda Görmez
Günahsız sevmiştim SENİ Helalimsin diye bakan gözleri Seviyorum derken titreyen bu kalbi Aldattın kirlettin mahvettin BENİ Sözlerimde hecelerimde dizelerimde Bir sen vardın gözlerimde Mühür vurmuşken kalbime Aldattın kirlettin mahvettin BENİ Bir göz yaşısın artık gözlerimde Pişmanlığımsın hecelerimde dizelerimde En büyük yaramsın kalbimde Aldattın kirlettin mahvettin BENİ!.. Burak Sertdemir
S E İ
V
V
H
A
M
A
R
E
N
L
E
S
E
T
E
R
İ
N
İ
N
İ
M E
Bir adam geçiyor ömrümden Hem en güzel hisleri yaşatıyor Hem de en sır dolu şeyleri düşündürüyor Ellerinde yalnızlık kalbinde sevgi olan bir adam Hem en yakınım hem de en imkânsız Murat Demiralay
Ölümün Çığlık Sesi Uzun zaman olmuş buraya gelmeyeli. Senden sonra ilk defa. Aslında bir iki defa geldim ama- yok. En fazla kapıda kaldım. Sonra geri döndüm. Şu binanın önündeki yaşlı adamı tanıyor musun? Ne için geldiğimi sordu. Sonra da dinlemeden gitti. Deli herhalde. Hem ben onu ilk defa görüyorum. Yeni mi taşındı yoksa? Binanın girişinde birkaç kadın da vardı. Merdivenlerden yukarı çıkarken arkamdan fısıldadıklarını duydum. Onlara dönünce sustular. Çekirdek kabuklarını da yere atmışlar. Bilirsin. Kirlilik sevmem. Bu arada tamirciyi çağırdım. Musluğu tamir edecek. Neden herkes beni görünce tuhaf tepkiler veriyor? Bu çağırdım üçüncü tamirci. Birisi gelirim dedi. Ama sonra ne telefonuma cevap verdi ne de geldi. Öbürü daha kötüydü. Yüzümü görüne selam bile vermedi. Ben de gittim yanından. Ne dersin? Bu sefer ki gelir mi? Keşke küçükken babamdan tamir etmeyi öğrenseydim. Gerçi o da pek bilmezdi ama idare edecek bir şeyler yapardı işte. Bu ses de nesi? Derinlerden bir uğultu. Yaklaşıyor. Etrafımda değil. Nerede? Korkuyorum. Çınlamaya dönüşüyor. Çınlama yaklaşıyor. Çınlama yanımda. Gözlerim karıncalanıyor. Hayır. İstemiyorum. Karıncalanmayı sevmem ben. Hayır. Çınlama kulaklarımı sağır ediyor. Çınlamalar arasından derin bir kapı sesi bu da kim. Kapıyı açmıyorum. Gözüm iyice kamaştı. Yere yıkılıyorum. Kafamı çarpıyorum. Çınlama durdu. Kapıda bir alacaklı. Kapı sesi artıyor. Arterken ses kesiliyor. Artık Duymuyorum. Bağırıyorum. Sadece Bağırıyorum. Ses tellerimi incitmiş olmalıyım. Sesim gittikçe tizleşiyor. Kapıdaki korkmuş olmalı. Kapı çalıyor. Ben bağırıyorum. Gözlerim açık. Görmüyorum. Daha da Açmaya çalışıyorum. Yok. Olmuyor. Ve son bağırış bitti. Artık duymuyorum, görmüyorum, bağırmıyorum ve yaşamıyorum. Emir Yapıcı
Büyüdüm ben. Ne zaman biliyor musun anne? Gözyaşlarım yanaklarıma değmediğinde... Büyüdüm ben. Her küçük çocuğun kulağına “sakın büyüme” diye fısıldadığımda... Büyüdüm ben. En sevdiklerimi, kalbimden bir bir çıkarmak zorunda kaldığımda... Kendi kendime sarıldığımda, kendi omzuma kendi başımı yasladığımda büyüdüm ben. Herkes mışıl mışıl uykusundayken hıçkırarak ağladığım gecelerde büyüdüm ben. Hayat canımdan can ala ala öğretti bana büyümeyi. Sen sakın büyüme çocuk! Umutlarını alırlar elinden. Hani o gökyüzüne uçurduğun balonların var ya işte onları patlatırlar bir bir. Sakın büyüme çocuk! Vicdanından vururlar seni. Sözlerini boğazına dizerler, sesini çıkaramazsın. Nice heveslerin kursağında bir yumruk olur yutkunamazsın. Sakın büyüme çocuk, sakın...
BÜYÜDÜM TUĞÇENUR AYAS
Sen benim en karanlık gecemsin sevdiğim. Kim ne derse desin kalbimin attığı tek kişisin. Sen benim nefesimsin, ömrümsün, gülüşüne güldüğümsün. Sensiz yaşamak çok zor, sensiz yaşamak yok, yalan. Kalbim durur. Her şey son bulur ben sensizken. Ama kader örse de ağlarını, ağlatsa da ikimizi, biz de her aşık gibi kavuşacağız elbet. İnan sevgili. Son sözlerimde sana bunları demeyi çok isterdim. Lakin sen gittin, ben kaldım. Ben sadece kalmadım, öldüm, damarlarım kesildi, kalbim yerinden söküldü. Ama sen gelmedin. Sen küçük bir zorlukta beni bıraktın ve gittin. Şimdi ben öldüm sevgilim. Ama sen bende ölümsüz oldun.
ELÄ°F ATLI
Dicle Arslan
Çıkmaz Sokak Adımlarım ilk kez gerilemezken, galiba doğru yolu bulmaya çalışıyorum. Ama o yolun bir taraftan seni bulmasını isterken diğer taraftan da çıkmaz bir sokak olursun diye ödüm kopuyor!
Ağlamayı reddediyorum usta... "Ah eğer kendimde mutlu olma kuvvetini buluyorsam, kaderimin, acılarımın ne önemi var? Bir ağacın önünden geçerken, onu görünce insan nasıl olurda mutlu olamaz, anlamıyorum. Bir adamla konuşup da onu sevmekten nasıl olurda mutluluk duyulmaz." diyor. Dostoyevski Budalasında. Kocaman bir ah-tan sonra kendimde mutlu olma kuvvetini buluyorum artık. Dünyaya gerçekten görerek bakıyorum. (Alıcı gözü misali) Ağaçlara günaydın kuşlara merhaba demeyi ihmal etmiyorum. Denizin üzerinde martılar ile oynaşıp kediler ve köpekler ile saklambaç oynamadan eve dönmüyorum artık. Bulutlardan tavşan, deve, bisiklet süren çocuk çizebiliyorum, hatta görüyorum. Gerçekten bakınca görebildiğimi anladım artık. Sevmeyi biliyorum artık. Mutlu olabilmek için cebimdeki parayı saymıyorum mesela artık, ya da 3-5 çift ayakkabı almaya çalışmıyorum, her mevsimi farklı bir şehirde karşılamaya koşmuyorum. Ne mi yapıyorum akışına bıraktım. Korkmadan yaşıyorum artık. Susarak değil yüksek
sesle konuşarak da mutlu olabildiğimin farkına vardım. Her sabah aynaya bakıyorum artık. En büyük servetimin bedenim olduğunu öğrendim mesela. Onca şeyi okuyup dinlerken ne kadar cahil olduğumu gördüm mesela. Her şey daha güzel olsun diye kendimi parçalarken insanlardan ne kadar uzaklaştığımı gördüm. Ah nasıl olurda bunca yıl 8 milyar insan içinde bu denli yalnız kalma sebebimi biliyorum artık... Meğer ben hiç sevmemişim ki. Hiç görmemişim ki. Hiç duymamışım ki. Hiç güneşin batışını ardından çıkan yıldızları tekrar güneşin doğuşunu ve gökyüzünde özgürce bisiklet süren bulutları hiç görmemişim ki. Meğer ben hiç yaşamamışım, sevmemişim ve sevilmek için fırsat vermemişim... Şimdi kendimde mutlu olma kuvvetini ilk kez bulmuşken. Oturup kaderime ve acılarıma ağlamayı reddediyorum usta. Önüme çıkan ilk ağacı selamlamaya, sevmeye ve sevilmeye yelken açmaya gidiyorum usta... Güneşin doğuşunu hala yaşıyorken bir kez olsun izlemeyi unutma usta... O halde; Salıncaklar kurun göğün her yerine. Önüm arkam, sağım solum mutluluk dolacak şekilde...
Derya Tok
MOLA Didem Elif
Yola çıkmayı bekliyor, heyecandan uyuyamıyordum. Daha kaç saat vardı? Saymayı bırakmıştım. Gün çoktan batmıştı. Her yanı çiçekler kaplamıştı. Lavanta kokusu eşliğinde kuşlarla sohbet ediyorduk. Ne ben onları anlıyordum ne onlar beni. Yine de sırayla dinliyorduk birbirimizi. Sanki derdimiz aynıydı… Otobüs hareket ederken, diğer bütün koltukların boş olması korkuttu beni. Şoför suratsızın biriydi. Yüz ifadesini anlamlandıramıyordum. Bütün konuşma girişimlerimi başıyla reddetti. Belli ki sessizce görevini tamamlamak istiyordu. Muavini bulurum diye arka tarafa yöneldim. Otobüste şoför ve benden başka kimse yoktu. Ortalarda bir koltuğa oturdum. Karanlıktan, nereye gittiğimizi kestirmek güçtü. Yolun ancak birkaç metre ilerisini görebiliyordum. Ne
lavanta kokusu vardı şimdi ne bir kuş sesi. Gözlerimi kapadım. Kuşların otobüsle aynı güzergahta uçtuğunu hayal ettim. Böylece kapalı gözlerimle camdan görür gibi oldum onları. Bu sefer hiç konuşmadan dinledim cıvıltılarını. Bana adeta yol müziği yapıyorlardı. Vakit nasıl geçecek derken ilk mola yerine gelmiştik bile. Gece yarısı olmuştu. Sonradan anlayacaktım ki bu en kısa mola, en güzeli olacaktı. Aşk Medresesi diye bir yerde durduk. Benim gibi yalnız başına geldi biri. Medresenin avlusunda boş tek bir masa vardı. Bakıştık. Gözlerimizle bu anı paylaşmak konusunda anlaştık. Bir saat kadar avluda oturduk. Hava hafif serindi. Zaman zaman esen ılık rüzgâr titretti içimi. Sarılır, sandım. Sarılmadı. Onun tanıdığı biri öldü o an. Haberi avluya kadar geldi. Molalarda bile duyulur ölüm haberleri. Ölüler beklemez. Onları bir an önce gömmek lazım. Ona bakıp, yaşadığım sürece bana sarılmasını bekleyebileceğimi anladım. “Hem ayrıca bana sarılmasa ne olur?” diye düşünürken, gitmemiz gerektiğini hatırlattı bana. Masadan birlikte kalktık. Ayrılırken eliyle yüzümü kendine çekti. Tutkuyla yanağımdan öyle bir öptü ki, içime kadar değdi dudağı. Meğer beklemediğin şey, beklediğin şeyden sıcakmış. Sürekli onu düşünerek çıktım yola. Artık yol eskisi olmayacaktı biliyordum. İkinci mola yerine vardığımda bir kalabalık karşıladı beni. Bolca vaktimiz vardı. Rengarenk kanepeleri olan Arka/DAŞ
Cafe’ye girdik. Sohbete daldık. Zaman nasıl geçti anlamadık. Ayrılma vakti gelmişti. Gün doğmak üzereydi. Ayağa kalktım. Karşı kaldırımdaki Dostlar Kahvesi’nden birinin bana doğru yürüdüğünü fark ettim. Ancak yaklaşınca anladım kim olduğunu. Meğer o da aynı zamanlarda gelmiş. Başkalarıyla olduğumu görünce keyfimi bölmek istememiş. Sessizce yolun karşısındaki kahvede beklemiş. Sımsıkı sarıldı bana. Otobüse kadar eşlik etti. Akü bitmiş. Akü değişene kadar yanımda kaldı. Çoğu zaman konuşacak bir şey bulamadık. Aynı şeyleri hatırlayıp hatırlayıp güldük. Yola devam ederken sürekli dönüp baktım camdan. Her seferinde oradaydı. El salladım. El salladı. Öpücük yolladım. Öpücük yolladı. Sureti nokta oldu, yerinden kıpırdamadı. Rampayı inince, nokta ağaçların arkasında kayboldu. Şoför ilk defa konuştu benimle: “Az kaldı… Birazdan Aile Çay Bahçesi’nde duracağız.” Belki akü bittiği için suçluluk duyuyordu. İçimden onunla konuşmak gelmedi. Bu sefer yol daha kısaydı, demek ki yakında mola vardı. Nasılsa vakit çabuk geçerdi. Fakat anlamadan uyuyakalmışım. Bu son molayı kaçırmıştım. Uyandığımda üstümde battaniye vardı. Terden sırılsıklamdım. Otobüsü durdurdum. Hava almaya çıktım. Şoför yanıma geldi. “Yaşlı olan kıyamadı seni uyandırmaya,” dedi. Başımı salladım. Koltuğuma dönüp battaniyeye sarıldım.
Zamanın ilerleyişini aldırmadan üzüyorlar insanları. Ve artık ne bir selam verebiliyoruz ne de bir eyvallah alabiliyoruz. Karanlıkta o güzel yüreklerini kaybetmiş insanlardan. Dicle Arslan
/mucizeruhdergi
/mucizeruhdergi.blogspot.com