7 minute read

İslam'ın Bugünkü Meseleleri / Rukiye Kürek

kitap tenkitleri

RUKIYE KÜREK

Advertisement

ISLAM'IN BUGÜNKÜ MESELELERI EROL GÜNGÖR, ÖTÜKEN YAYINLARI ►

Semavi dinler gökseldir, tek tanrı inancına dayanır. Aynı zamanda İbrahimî din olarak da nitelendirilen semavi dinler, Peygamberlerin ilahi vahye dayalı tebligatıdır. Semavi bir olan İslam’ın ezelden beri var olan kökleri 610 yılında Hz. Muhammed (sav)’e gelen peygamberlik müjdesiyle tekrar meyveye durmuştur. Peygambere nazil olan vahiy ile ruhlar yeniden uyanacak, insanlık ilahi saadeti yudumlayacaktır. İslam kelime anlamıyla başlı başına bir müjdecidir. Çünkü “İslam” barış, huzur, kurtuluş ve denge sıfatlarıyla muttasıftır.

İslam’ın 610 yılında Nur Dağı’nda peygamberimizle başlayan tebliği önce Mekke’de inkâra, zulme, adaletsiz düzene ve müşrikliğe karşı çıkmıştır. Mekke’nin ardından Medine’yi de nurlandıran İslamiyet, her geçen gün daha geniş coğrafya ve beldelere ulaşıp susamış yürekleri bir rahmet yağmuru gibi müjdelemiştir. Asr-ı saadet, ayeti kerimede “Üsve-i Hasene” olarak zikredilen peygamberimizle can bulmuştur. Nuruyla nurlanan ümmetine hem yoldaş hem emsalsiz bir yol gösterici olmuştur. Zamanla İslam’ın Arabistan’ı aşıp farklı kültür ve toplumlara ulaşması farklı ekolleri oluşturmuş, haliyle vahye ve sünnete yeni yorumlarla yaklaşan mercilerin sayısını da her geçen gün arttırmıştır. Müslümanların henüz sayılabilecek miktarda olduğu zamanlarda kararları başta peygamberimiz olmak üzere o dönem halife olmayan Hz.

Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve diğer sahabeler veriyordu. Ama ne zamanki peygamber vefat etti ve halife başa seçimle geçti problemler de peşi sıra gelmeye başladı. Dört büyük halife döneminde ve bilhassa Hz. Osman zamanında çatırdamaya başlayan İslam Devleti, Hz. Ali'nin halifeliğiyle beraber her geçen gün yeni bir ayrılık ve huzursuzluğun merkezi oldu. Kısacası Hz. peygamberin vefatının ardından Müslümanların arasına giren fitne, birçok üzücü hadiseye sebep olmuş; hâliyle yeni yeni farklı kültürlere tebliğ edilen İslam'ın yayılmasını da olumsuz yönde etkilemiştir.

İslam dini sadece tek tanrı inancı ve belli başlı ibadetlerle sınırlı değildir. İslam; iktisat, siyaset, hukuk, edebiyat, sanat, sosyal yaşam alanında söz söyleme ve hüküm koyma hakkına da sahiptir. Yüz yıllardan beri bu meseleler yeni nesillerle tazelenmiş; kimi zaman yükselme devrini yaşamış kimi zaman ise kendi iç çatışmaları arasında çıkmaza girmiştir. Bu mühim meseleler üzerine birçok eser yazılıp çizilmiştir. Biz de bu eserlerden biri olan; Prof. Dr. Erol Güngör’ün yazdığı “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” yapıtını inceleyeceğiz. Erol Güngör, eserinde İslam’ın yüz yıllardan beri gelen meselelerini, aradığı çözümleri ve yaşadığı buhranı ana başlıklar altında kategorize ederek okuyucuya sunmuştur. ‘İslam’ın Uyanışı’ başlığıyla giriş yapan Güngör, İslam’ın geçirdiği buhranlı dönemin devamında gelen toparlanışı ele almış, ardından geçmişte ve şimdide Batı karşısında yapılan hataları açıklık getirerek izah etmiştir. Ancak bir uyanış nötralize edilerek gerçekleştirilemez. İktisadi ve siyasi yönden İslam ülkeleri karışık olmadığı için 20. yüzyılda uyanışa geçmiştir demek nötralize uğramış bir durumdan öteye gidemez. Çünkü “uyanış” durağanlıktan değil hareketlilikten doğar. Eserde de bu duruma Erol Güngör, "İslam’ın uyanışı denen şey her tarafta hâkim olan dünya görüşüne, idare tarzına, iktisadi ve sosyal sisteme karşı ortak bir reaksiyonu temsil etmektedir." 1

şeklinde yanıt vermiştir. Bu uyanış sürecinde işlenen bir hata ise İslamcılığın milliyetçilik kisvesi altında yaşanmasıdır yani İslamcılık ve milliyetçilik adeta iç içe girmiştir. Bundan da önemli diğer bir konu Batılılaşmadan memnun kalmayan diğer taraf ise hatırı sayılır bir kalabalık ile Marksist bir topluluğu teşkil etmektedir. Bugünkü diğer Müslüman grup ise zayıf bir mukavemet içerisindeler, İslam’dan önce imanı kurtarmak gerektiğini savunarak selefe sarılmaktalar. Yaşadığımız bu fikirsel ve dinsel buhrandan tek çıkış yolu kitapta da şu cümlelerle ifade edilmiştir: “Düzelecek şey bizim bugünkü halimizdir, düzeltme modeli ise ilk Müslümanlar devridir. 2 İslam’ın, Avrupa ve Hıristiyanlık üzerindeki tezahürleri ve onların kendi içindeki çekişmeleri daima çetin geçmiştir. Çünkü İslam, batı için her zaman bir tehdit oluşturmuştur. Batı’nın sermayesine ve bu sermayeyi elde edişine, kullanışına kısaca iktisadına, izlediği sosyal ve siyasi sömürgesine karşı daima insanları savunan ve kurtaran bir panzehir olmuştur.

Ayrıca Avrupa ve Amerika için bir Sovyet tehdidi veya komünizmin yayılışı söz konusu olmasa idi bugün İslam dünyasındaki gelişmelere karşı Batı’nın tavrı herhalde daha negatif olacaktı. 3

Müslümanlar, Batı’nın duracağı düşmanca tavrı diğer ideolojik fikirlerle paylaşmış durumda. Batı, kapitalist; Sovyetler ve Çin komünisttir. İkisi de birbirinin antitezidir. Yıllarca Batı, komünizm tehdidiyle yaşadı ve halkını bu sosyalist düzenle kışkırttı. İslam için ise radikaldir, şeriatçı bir terörizm gibi palavralarla İslam’ı tam aksine halkına lanse etti. Fakat büyük tabloya baktığımızda Batı’nın yaptığı, tam anlamıyla bir intihar hareketidir. Kolektif medeniyetini kendi eliyle infaz etmektedir. Çünkü Batı kendini çağın çıkarlarına cevap vermek zorunda hissetmekte ve bunu ise kendi medeniyetini tahribata uğratarak yapmaktadır. O da dünya üzerinde gelmiş geçmiş her medeniyet gibi insanı dünyevileştirmeyi ve yüceltmeyi kendine amaç edinmiştir. Lakin çağın iki popülarite hareketi olan laiklik ve demokrasi, Hıristiyanlığın çürümesine ve kokuşmasına neden oldu. Bir medeniyeti ancak dini bir maya canlı tutabilirdi ama Hıristiyanlık bu kutsaliyeti kaybetti. Modern Batı ise teknolojiye ve ilme olan güveninin esiri oldu. Batı medeniyetinin başarı ve ilerleyişinin Hıristiyanlığa atfedilmesi; bindiği dalı kesen şuursuz bir kimsenin hali gibidir. Çünkü Batı bu başarı ve ilerleyişi teknolojiyi putlaştırarak kime atfettiğini göstermektedir. İnsanlığa, bir perde arkasından sunduğu faşizm, komünizm, kapitalizm ve emperyalizm gibi belalar getirdi. Ayrıca Batı’nın çok övündüğü hatta insanlığa bir merhamet pınarı gibi sunduğu hümanizm ve bilimi tamamladığı rasyonalizmle hakikatte Batı medeniyetinin “özünü” bozan, onu içten yıkan ve hastalandıran bir mikroptan öteye gidememiştir. İslam’a ise Erol Güngör’ün eserde yer verdiği kısımla devam edelim: İslam insanı maddi ve manevi bütünüyle kavramaya çalışan, onu topyekûn ele alan bir sistemdir. Bu yüzden İslam Hıristiyanlıktaki manasıyla laik değildir. İslam’da laiklik daha ziyade vicdan hürriyeti şeklinde ortaya çıkmaktadır. 4

Ayrıca İslam’ın makineleşmeye karşı getireceği çözüm onu reddetmek değil, onu ulvi bir değer sisteminin emrine vermek olacaktır. İslam, sosyalizm ve milliyetçilik insanlığı nereye getirdi ve insandan neleri götürdü sorusunu sorar. Sosyalizm ve İslam’ı birbirine yakın kılan şey aynı şeylerden şikâyetçi olmalarıydı. Fakat bu durum hiçbir zaman İslam ve sosyalizmi aynı kalıba koymadı. Çünkü sosyalizmin İslam’ın karşısında mukavemet sağlayacak bir sistemi yoktu. Bu yoksunluğunu ise 1917’de Sovyetler Birliğinin çöküşüyle

somutlaştırmış oldu. Hakikatte sosyalizm Avrupa medeniyetinin tarihi bir mahsulüdür, yani o medeniyetin aksaklıklarına karşı yine şartlar altında bulunmuş bir alternatiftir. 5 Avrupa için bir alternatif olmaktan öteye gidemeyen sosyalizm, İslam aydınları için materyalizme dayanan Marksist bir dünya görüşüdür. Lakin sosyalizmin ferdiyetçiliğine karşı cemaat anlayışına önem veren İslam anlayışı sosyal adaleti ve Müslümanlar arasındaki müsavatı sağlamakta hep kazanmaktadır.

İslam; insanlar arasında statü, ırk ayrımı yapmadan beş şartıyla insanları bünyesine kabul etmekte ve hangi dinden olursa olsun insanların asli haklarına saygı duymakta ve bunları kutsal kabul etmektedir. İslam milliyetçiliği yoktur ve olamaz. İslam, Musevilerin kendi dinlerini milli kabul ettiği gibi bir din değildir ve buna mukavemet oluşturacak hiçbir yanı da yoktur. Milliyetçiliği Batı için değerlendirecek olursak; milliyetçilik siyasi bağımsızlık hareketiyle birlikte Batı kapitalizmine karşı da bir reaksiyon halinde ortaya çıkmaktadır, bu yüzden hem Batı’dan kurtulmak hem de onun gücüne sahip olmak gibi iki gaye milliyetçi hareketlerinin temel karakterini teşkil ediyor. 6

Yani kurtulmak ve sahip olmak arasında bocalayan milliyetçilik hareketi yine Batı’nın siyasi ve iktisadi ayağına bağ olmaktan öteye gidemeyecektir.

İslam ve hukuk; Müslümanların en çok ihtilafta kaldığı, üzerinde çok durduğu, ana kaynaklar dışında kıyasa başvurulduğu derin bir meseledir. İslam dünyasında hukuktan kaynaklı anlaşmazlıkların çıkmasının en büyük sebebi; hukuk hareketlerinin modern hayata yetişememesidir. Bu pasifliğin en büyük nedeni ise kıyas ve icmanın bitmesidir. Çünkü çözüme kavuşturulamayan sorunlar hükme bağlanmak istendiğinde önceliğimiz Kur’an ve sahih hadislerdir. Eğer buradan doğrudan bir hüküm çıkarılabilirse dini konuda toplumda kabul görmüş ve yetkin birinin (kadı) söz konusu ayeti veya hadisi yorumlayarak ictihat yapmasıyla problemler çözüme kavuşturulmaktadır. Bu kolaylık ortadan kalkınca sorunlar cereyan etmeye başlar. Ne zaman ki hayatımıza teşri koyan Kur’an duvarlarda kaldı ve biz Müslümanlar şeriati kendimiz yazar olduk o zaman bozulmalar başladı. Bunu örneklendirecek olursak Mecelleden bahsedebiliriz. Mecelle başarılı olamamıştır. Sebebi; Osmanlı, İslam cemiyetinin dışarıdaki değişme hızına ayak uyduramayışı; daha doğrusu değişmeyi kontrol edemeyecek kadar onun şiddetli baskısı altında kalmasıdır. 7

Bizdeki bu örnekten sonra hukuki açıdan meseleye biraz yaklaşalım; bazı insanlar hukukun hayatı takip etmesini değil, hayatın hukuka göre yeniden dizayn edilmesini isterler ve bunu oldukça önemserler. İnkılap geçiren ülkelerde ve işgal altındaki coğrafyalarda hukuk genellikle sosyal değişmenin başlıca manivelasıdır.

Hıristiyanlıktaki hukuk anlayışına bakacak olursak “İsa’nın hakkı İsa’ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a” denilerek din ve dünya hayatı ayrıştırılmıştır. Ayrıca Hıristiyanlıkta laik ahlak ve laik hukuk anlayışıyla kurulan

EROL GÜNGÖR "İslam’ın uyanışı denen şey her tarafta hâkim olan dünya görüşüne, idare tarzına, iktisadi ve sosyal sisteme karşı ortak bir reaksiyonu temsil etmektedir."

sözde adalet sistemi dini ve vicdanı devre dışı bırakmaktadır. Böyle bir adalet düzeninin insana hakkını ne kadar vereceği sizlerin kanaatine kalmıştır.

İslam ve edebiyat konusuna değinecek olursak; edebiyatımızda yüzyıllardan beri anlatılagelen destanlar, hikâyeler ve şiirlerde İslami motifleri görmek mümkündür. Bu sadece İslam için geçerli bir durum değildir. Çünkü Tolstoy ve Dostoyevski gibi yazarların romanlarında da Hıristiyanlık kültürünü nasıl bir estetikle işlediklerini görmek mümkündür. Ayrıca dünyaca ünlü bu yazarların romanları Müslümanlarca da okunmakta ama maalesef ki Hıristiyan kültürünün motifleri hemen anlaşılamamaktadır. Şuna da değinmek gerekir ki dünyaca ünlü bu yazarlar ve bunlar gibi olanlar kilisenin ve bundan kaynaklı olarak Hıristiyanlığı eleştirmelerine rağmen Hıristiyan kültürünün motiflerinden kurtulamamaktadır.

Kısaca tüm konuyu özetleyecek olursak İslam başlı başına bir âlemdir ve onu anlamak gayret ve emek ister. Erol Güngör birçok başlığa yer vererek bu konuları bir çatı altında toplamış ve kaleminden geldikçe arı bir dille açıklık getirmiştir.

Bir medeniyet ölürken kendini tekrar eder o yüzden dinin yerine geçecek başka bir sistem bulunmuş değildir. İslam medeniyeti hiçbir zaman kendini tekrar etmemiştir. Sadece insanlar tarafından anlaşılamamıştır.

KAYNAKÇA 1

Erol GÜNGÖR “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” sayfa 23 2

Erol GÜNGÖR “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” sayfa 8 3

Erol GÜNGÖR “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” sayfa 28 4

Erol GÜNGÖR “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” sayfa 51 5

Erol GÜNGÖR “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” sayfa 114 6

Erol GÜNGÖR “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” sayfa 114 7

Erol GÜNGÖR “İslam’ın Bugünkü Meseleleri” sayfa 88

This article is from: