Gazete Kampüs Sayı 63

Page 1

Kampüs gazete

Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Haber Ajansı

ERÜ Süleyman Çetinsaya İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi

Mayıs 2013

Yıl 7 Sayı 63

EFF6 Türkan ŞORAY’ı ağırladı 08

05 Samuel'in pedalları dünya turu için dönüyor

15 Kayserili

şampiyon kanaryalar

}

Oyun mu yoksa gerçek mi? / sayfa 12 Türkan Şoray özel / sayfa 13

Foto kampüs


Mayıs 2013

02

Kampüs

Üniversiteden

Bilim ve teknolojinin parkı;

ERÜ TEKNOPARK ELİF KÜTÜKOĞLU

Erciyes Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi (Erciyes Teknopark) İleri teknoloji alanında çalışan yerli ve uluslararası şirketleri bir araya getirerek hem kendi aralarında hem de üniversitelerle sinerji yaratmalarını sağlayan mekanizmalar kurmayı hedefleyen Erciyes Teknopark, ileri teknoloji üretme potansiyeli olan yeni şirketlerin kurulmasını ve mevcut küçük şirketlerin büyümesini teşvik ediyor. Erciyes Teknopark dört bloktan oluşuyor. 2013 yılı başı itibariyle 140’ın üzerindeki Ar-Ge firmasına toplamda 20.300 m2’lik nitelikli ofis alanları ile ev sahipliği yapıyor. İleri teknoloji ürün yazılımlarından, robotik sistemlere, savunma sanayisi ürünlerinden, medikal cihazlara kadar birçok alanda faaliyet gösteren Erciyes Teknopark firmaları bünyelerinde 300’den fazla nitelikli personel çalıştırıyor. Teknopark; bilim ve teknoloji alanındaki buluşları ve gelişmeleri girişimciler aracılığıyla, sanayi alanına aktarmak için bir araç olarak tarif ediliyor. Teknoparkların üniversitelere, yerel ekonomiye ve ülke ekonomisine sağladığı yararlar var. Biz de hem bunları hem de Erciyes Teknopark’ın çalışmalarını Erciyes Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve aynı zamanda Erciyes Teknopark Yönetim Kurulu Başkan Vekili Prof. Dr. Aldülhakim Coşkun ve Erciyes Teknopark Genel Müdür Yardımcısı Bilgin Yazlık ile konuştuk.

Teknoparklar üniversiteler açısından ne gibi yararlar sağlar? Teknoparkların en önemli fonksiyonu özellikle üniversitedeki akademisyenlerin, çalışanların ve öğrencilerin bilgilerinin ticari ürüne dönüşmesini sağlamaktır. Bu sadece üniversite ile sınırlı değildir. Toplumda da teknolojiye dayalı bilgilerin gerek ortaya çıkması gerek geliştirilmesi için önemli teşviklerle desteklenmektedir. Teknolojinin ve

bilginin geliştirilmesi için en önemli ara yüzdür diyebiliriz.

Teknoloji geliştirme bölgeleri birer Ar-Ge alanı olma özelliği taşıyor. Siz Ar-Ge konusuna nasıl bakıyorsunuz? Hem ülkemizdeki hem dünyadaki üniversitelerin kuruluş amaçlarına baktığınızda birkaç temel fonksiyona sahip olduğunu görürüz. Bunlardan birincisi ve toplumun en fazla bildiği eğitimdir. Üniversiteler ana eğitimin verildiği yapılardır ve ülkelerin varlıklarını sürdürebilmeleri, gelişebilmeleri için en önemli merkezlerdir. Üniversitelerin diğer önemli fonksiyonları özellikle Ar-Ge konusunda yoğunlaşmaktır. Üniversiteler bu faaliyetleri yaparken farklı yapılara ihtiyaç duyarlar. Bunlardan birisi eğitim için kullanılan laboratuarlardır. Bunun daha ilerisi araştırma merkezleri şeklinde faaliyet gösterir. Bizim üniversitemizde de pek çok araştırma merkezi bulunmaktadır. Şu an itibariyle kanunlaşmış yirmi altı araştırma merkezine sahibiz. Burada üretilen ürünlerin sadece birer araştırma ya da yayın olarak kalmaması, toplumun refahına katkı sağlaması büyük önem taşımaktadır. Ekonomik değere dönüşmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için farklı yapılar uygulanmaktadır. Ülkemiz içerisinde de bu yapılardan en önemlisi teknoparklardır.

Öğrencilerin geliştirdiği projeleri TÜBİTAK gibi kurumların desteklemesi söz konusu mu? Projeler üniversite içinden çıkıp daha büyük geliştirme merkezleriyle işbirliği mümkün mü? 2004 yılından itibaren TÜBİTAK’ın yapısında bazı değişiklikler oldu. O zamana kadar 14 milyon TL olan Ar-Ge desteği bir anda 450 milyon TL’ye çıkartıldı. Şu anda da TÜBİTAK’ın yaklaşık olarak 1,5 milyar TL bütçesi var. Dolayısıyla ülkemiz her geçen gün Ar-Ge’nin

önemini kavradıkça kaynaklarını olabildiğince artırmıştır. Bununla ilgili kamu ve özel kuruluşlarının destekleri mevcuttur ve her geçen gün yeni destekler açıklanmaktadır. Bir fikri olan girişimcilerin Ar-Ge faaliyetlerini yapması için çok kolay bir biçimde başvurması ve onaylanması durumunda 100 bin TL destek verilmektedir. Bu bütçe öncelikli olarak prototipin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu ilk ürünün devamı büyük önem taşımaktadır. Bunun devamında TÜBİTAK kapsamlı bir proje başlatmıştır. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı genç bilim insanı ya da Ar-Ge çalışanı istiyor. Ancak TÜBİTAK bu kapsamı genişletmiştir ve fikri olan herkesi çok kolay bir şekilde 100 bin TL başlangıç sermayesi vermektedir. Daha da önemlisi danışman atamaktadır. Danışman ve inceleme ilk basamağı oluşturuyor. İkinci basamağı ise 100 bin TL destek verilmesini kapsıyor. Üçüncü basamak da ise önemli bir ürün çıkmasında 550 bin TL’ye kadar destek sağlanıyor. Bu rakamlar birleştiğinde ülkemiz için kayda değer üretimler ortay çıktığını görürüz

Özellikle akademisyenlere yönelik yapılan çalışmalar nelerdir? Öğrencilerle ilgili ne gibi çalışmalar yapılacak? Teknopark bünyesinde yirmi altı akademisyen şirket kurmuştur ya da şirket ortağıdır. Aynı zamanda farklı firmalarda danışmanlık hizmeti vermektedir. Akademisyenlerin ürünleri geliştirmesi için Erciyes Teknopark önemli bir fırsattır. Belirli bir sermaye gerektirdiğinden ve YÖK Mevzuatı’na göre akademisyenlerin şirket kurmaları çok kolay değildir. Teşvikler de yeterli olmamaktadır. O yüzden risk sermayesi kavramının gelişmesi gerekir. Akademisyenler aynı zamanda Ar-Ge faaliyetlerinde de bulunabilirler ve bu çalışmalarda elde ettikleri gelirin vergisinden muaf olurlar. Akademisyenlerin şirket

Teknopark; bilim ve teknoloji alanındaki buluşları ve gelişmeleri girişimciler aracılığıyla, sanayi alanına aktarmak için bir araç olarak tarif ediliyor. Teknoparkların girişimcilere, üniversitelere, hem yerel hem de ülke ekonomisine sağladığı yararlar var. Erciyes Teknopark da üniversite sanayi iş birliği ile pek çok çalışmaya imza atıyor. kurabilecekleri yegâne yerin teknoparklar olduğunu söyleyebiliriz. Öğrencilerle ilgili yapılacak projelerimiz de var. Öğrenciler toplumun ve üniversitelerin en dinamik yapısını oluşturmaktadır. Herhangi bir faaliyet gençleri, öğrencileri içine almıyorsa başarılı olamaz ve süreklilik sağlayamaz. Yaptığımız projelerde öğrencilerin sosyal ve bilimsel aktivitelerde daha fazla bulunmasını istiyoruz. Ar-Ge’yi teşvik etmek için konferans sunumları da yapıyoruz. Bundan önce de yaptığımız, yine Mayıs ayında gerçekleştireceğimiz Proje Pazarı etkinliğimiz olacak. İlgili öğrencilerin Erciyes Teknopark’ta staj yapabilmesi olanağını da sunuyoruz. IPA projesi tamamlandığında 150 açık ofis, 20 kapalı ofis ücretsiz olarak açılacak. Genç girişimcilerin ofis açabilmesi için imkân sağlanacak.

Geleceğe yönelik ne gibi çalışmalar yapılacak? Erciyes Teknopark olarak önümüzdeki stratejileri belirlerken daha çok hangi konularda kümeleşme yapmamız gerektiği konusunda çalışmalar yapıyoruz. Bu çalışmalardan yaşam bilimleri önemli bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Üniversitemizdeki gelişmelere paralel olarak özellikle birkaç konuya ağırlık vermeyi düşünüyoruz. Bunlara yaşam bilimleri, sağlık bilimleri ve enerji konusu örnek verilebilir. Ülkemizde belirli spesifik konulara yönelen, bu konularda çalışmalar yapan teknoparklar kurulmaya başlamıştır. Bu çalışmlaar da büyük önem taşımaktadır. İstanbul’da savunma sanayi ağırlıklı çalışma yapan teknoparkı örnek verebiliriz. Üniversitemizde geliştirilen yürütülen çalışmaların Teknopark kapsamında ticarileşmesini istiyoruz. Bu konu üzerinde ciddiyetle çalışıyoruz. Bu çalışmalardan sonra Erciyes Teknopark daha da güçlenecektir. Bunlara örnek olarak geliştirilen aşılar, kök hücre, enerji araştırma merkezi verilebilir.


Kampüs Erciyes Üniversitesi Fen Fakültesi’nde “Teknoloji Araştırma Merkezlerinin Önemi, İşlevleri ve Üniversitelere Katkısı” Konulu seminer düzenlendi.

Erciyes Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya Bölümü tarafından düzenlenen seminere konuşmacı olarak Fen Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Yıldırım katıldı. Yıldırım, konuşmasına üniversitelerin esas vizyonunun üst düzeyde insanların yetişmesine destek vermek olduğunu söyleyerek başladı. “Araştırma merkezleri üniversitenin kalkınmasına hizmet eder.” diyen Yıldırım, teknolojik araştırma merkezlerinin görevlerini teknolojik, bilimsel alanda çalışmalar yapmak, teknolojik danışmanlık hizmetlerinde bulunmak, üniversite öğretim elemanlarına destek vermek şeklinde sıraladı. Araştırmada

Üniversiteden

kullanılan araç maliyetlerinin yüksek olmasının bölümler açısından maddi sıkıntı yarattığını anlatan Prof. Dr. İsmail Yıldırım, “Kullanılan araçlar pahalı olduğundan tekrar yapılmaya ihtiyaç duymaması gerekir.” dedi. Yıldırım, araştırma merkezlerinin teknolojik alanlar dışında tarihi, sosyal, kültürel, ekonomi, spor gibi alanlarda da faaliyet gösterdiğini ve bu alanlarda önemli çalışmalar yapıp, stratejiler geliştirdiğini dile getirdi. Araştırma merkezlerinin üniversitelerin önemli birimlerinden biri olup zamanla fonksiyonunu arttırdığını söyleyen Yıldırım, Erciyes Üniversitesi’ndeki araştırma merkezleri hakkında ise şu bilgileri verdi; “Erciyes Üniversitesi’nde yirmi yedi tane Araştırma Merkezi var, ama hepsi faal değil. En büyük yatırımın yapıldığı merkez Betül – Ziya Eren Genom ve Kök Hücre Merkezi’dir. Sürekli Eğitim Merkezi ise öğrencilerin sık başvurduğu bir merkezdir.” Yıldırım konuşmasının sonunda araştırma merkezlerinin sanayicilere, laboratuar ölçüm, inceleme ve test çalışmalarının yanında eğitim ve destek hizmet verdiğini belirtti.

Psikiyatrist Dr. Mustafa Merter Erciyes Üniversitesi’nde “Psikolojide 3.Boyut Nefs Psikolojisi” konulu konferans verdi.

Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Sitesi’nde Psikolojik Danışma, Rehberlik Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen konferansa çok sayıda akademisyen ve öğrenci katıldı. Dr. Mustafa Merter konuşmasına psikoloji alanında nefs konusunda psikolog ve psikiyatristlerin pek fazla ilgilenmediğinden söz etti. Toplumların zamanla psikolojik olarak yıprandığını buna çözüm olarak nefs psikolojisine ağırlık verip toplumların sosyal yapılarında düzelme yaşanabileceğine vurgu yapan Dr. Merter; “İnsan nefs yapısı bilinmemektedir. Araştırılıp öğrenildiği takdirde toplumların sosyal sorunlarında büyük düzelmeler gözlenebilir.”dedi.

MERVE ÇAKIR FATİH ÖZER

İletişim Fakültesi Nurcan Çetinsaya Konferans Salonu’nda düzenlenen konferansa konuşmacı olarak Prof. Dr. Filiz Balta Peltekoğlu katıldı. Sözlerine halkla ilişkilerde amacın hedef kitle ile iletişim kurmak olduğunu belirterek başlayan Peltekoğlu iyi bir halkla ilişkilercinin bu süreci sağlıklı bir şekilde oluşturması için toplumu iyi tanıması gerektiğinin söyledi. Peltekoğlu, iletişimi yönetmek için iletişim araçlarını ve kanallarını iyi yönetmenin gerekliliğine değindi. İletişim sürecini yönetmek için iletişim kuramlarını bilmenin önemli olduğunu belirten Peltekoğlu, “Bir sistemin devamlılığı için alt sistemlerle ilişkisini sürdürmek zorundadır. Bu da sürecin detaylarına vakıf olmaktan geçer.” dedi. “Pek çok iletişimci arkadaşımız halkla ilişkileri küçümser ama halkla ilişkilerin dörde birinin su üstünde dörtte üçünün su altında bir birimdir.” diyen Peltekoğlu konuşmasında halkla ilişkilerin çalışma sahalarına

MUHAMMET AYDIN FİKRET BEKMEZCİ

Nefs yapısı üzerine araştırmaları da bulunan Dr. Merter; “Şimdiye kadar psikoloji iki boyutluydu, ne zaman nefsi, vicdani ve arzu gibi istekler incelenerek araştırılırsa işte o zaman psikolojideki 3.boyut nefs psikolojisi ortaya çıkar.” ifadesinde bulundu. Nefs psikolojisinin çok geniş bir alana yayıldığından ve ne kadar araştırılıp incelense de sonunun gelmeyeceğini söyledi. Nefsin katmanlarından bahseden Merter bu katmanlarla günümüz sosyal bağımlılığı hakkında da bilgi verdi. İlk sinemanın gösterime girmesi, televizyonun insan hayatının vazgeçilmez bir parçası olması ve şimdi de internetin her evde yaygın bir şekilde kullanılmasıyla birlikte insan nefsinin de bunlara bağlandığını söyleyen Dr. Mustafa Merter günümüzde nefs ile birlikte sanal ortama olan bağlılığın arttığını belirtti. “Nefs bir bina gibidir, nefsimize ne kadar yenik düşersek o kadar binanın alt katlarına iner ve indikçe de konuya olan bağlılığımız artar.” diyen Merter, nefsin kişi tarafından kontrol altına alındığı takdirde sosyal hayatında da düzelmelerin olacağını aktararak konuşmasına son verdi.

Mayıs 2013

“Araştırma Merkezleri üniversitenin kalkınmasına hizmet eder.” Erciyes Üniversitesi İletişim Kulübü tarafından “Halkla ilişkiler nereye gidiyor?” konulu konferans düzenlendi.

Halkla ilişkiler nereye gidiyor?

03

da değindi. “Çalışma sahamızı ne kadar daraltmak isteseler de buna izin vermeyeceğiz” diyene Peltekoğlu bir halkla ilişkilercinin hangi alanda veya sahada çalışacak olursa olsun donanımlı olmak zorunda olduğunun altını çizdi. Bu nedenle bir iletişimcinin kütüphanesinin mühimmat deposu gibi olması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Pektekoğlu, “Mesleğimizin önemini ve gücünü bilmeliyiz” dedi. İnternet üzerindeki iletişim yönetimine de değinen Peltekoğlu internet üzerinden iletişimin iki yönlü sağlanmasının mümkün olmadığını ifade etti. Online olarak iletişimi yönetmenin görüldüğü kadar kolay bir iş olmadığını vurgulayan Peltekoğlu, “Bu zorlukların yanında online olarak kriz oluşturmanın mümkünlüğü kadar müdahale etmeninde mümkündür. Online sistemlerin iletişimin yeni mecrası artık ve bu yeni alanın iyi takip edilmesi gerekiyor” ifadelerinde bulundu. “Halkla ilişkilerde yeni tirendi ve yaratıcılığı kullanmalıyız” diyen Peltekoğlu, yaratıcılığın okumak, film izlemek gibi etkinliklere katılmakla olacağını söyledi.” Peltekoğlu konuşmasına öğrencilere “İnandığınız ve güvendiğiniz düşünceleri söylemekten ve yapmaktan çekinmeyin” tavsiyesinde bulunarak son verdi.

Psikolojide 3. boyut “nefs psikolojisi” FATİH ÖZER


Mayıs 2013

04

Kampüs

Haber

Çorak araziyi tarım cennetine çevirdi

MERVE ÇAKIR

Kayseri Sindelhöyük’ten aldığı çorak araziye, “Burada hiçbir şey yetişmez” diyenlere inat çiftlik kuran Dr. Sema Karaoğlu, araziyi ıslah ederek elma bahçesine dönüştürdü

Deri ve Zührevi Hastalıkları Uzmanı Dr. Sema Karaoğlu'nun tarım serüveni bir gün İzmir'e giderken Niğde'de İtalyanların elma bahçelerini görmesiyle başlar. İtalyanların Türkiye'de yaptığı bu yatırım içini burkar. "Bizim topraklarımızda yabancılar bir şeyler üretiyorken bizler yapmıyoruz" düşüncesiyle bir elma bahçesi kurma fikri gelişir Karaoğlu'nda.

“Yüzmeyi öğrenmek zorundaydım” Karaoğlu hayalini gerçekleştirmek için bir arazi satın alır. Ancak fidan siparişini verdikten sonra arazinin çorak olduğunu

Bolu’nun Seben İlçesi’ne bağlı Kuzgölcük Köyü’nde yaşayan, 94 yaşındaki Mehmet Kılıç’ın 1944 yılından itibaren yazmaya başladığı günlükler, bir çocuğun okula başlaması için mahkemede delil olarak sunulur. 69 yıldır özenle kaleminden dökülen satırlar bir anda delil olunca Kılıç da mahkemenin şahidi olur. O günden bu yana tuttuğu günlüklerin değerinin herkes tarafından anlaşıldığını söyleyen Kılıç, günlüklerini torunlarına miras bırakacağını söylüyor.

Anı biriktirmeyi kendisine uğraş edinen Mehmet Kılıç; 69 yıldır günlük tutuyor. Gün içerisinde yaşadığı olayların tümünü beyaz sayfalara aktaran Kılıç, tuttuğu günlüklerin mahkemeye delil olarak sunulduğu günden bu yana daha özenli yazıyor anılarını.

“Benim günlüğüm sayesinde Sebati Özcan’ın gerçek yaşı tespit edildi” Kılıç ile aynı köyde yaşayan Sebati Özcan, ilkokula kaydını yapmak için okul idaresine başvurur. Okul müdürü, nüfus cüzdanına göre çocuğun yaşının küçük olduğunu söyleyerek, çocuğun okula kaydını yapmaz. Özcan’ın ailesi ise yaşının büyütülmesi için Seben Mahkemesi’ne başvuruda bulunur. Mahkemede, nüfus müdürlüğünde doğum tarihinin yanlış yazıldığı, asıl doğum tarihinin farklı olduğu söylenen Özcan’ın hiçbir yerde gerçek yaşı bulunamaz. Bunun üzerine mahkemeden bir görevli ile köy muhtarı Kılıç’ın kapısını çalar. “Mahkemede hâkime benden ve düzenli günlük tuttuğumdan bahsederler. Bunun üzerine Sebati Özcan’ın doğum tarihini tespit etmek için Seben Mahkemesi’ne, elimdeki günlüklerle gelmem istendi. Ben de mahkeme günü günlüklerimle mahkemeye gittim. Sebati Özcan’ın doğmuş olduğu, 1955 yılında tuttuğum günlüğü mahkemeye delil olarak sunduk. Ve böylece,

öğrenir. Fidanlar geleceği için toprağı ıslah etmekten başka çaresi kalmayan Karaoğlu ise mücadele etmeye karar verir. “Eğer vazgeçseydim bu tıpkı “denizin ortasına kadar yüzmüşsünüz ben vazgeçiyorum” demeye benzerdi. O zaman boğulurdum. Yüzmeyi öğrenmek zorundaydım. Ben o yönü seçtim, yani devam ettim.” sözleriyle anlatıyor mücadeleye nasıl başladığını. Bu işi yaparken “Kadın elinin hamuruyla erkek işine karışma" diye köylülerden, "Doktor ne anlar topraktan?” şeklinde hekim çevresinden eleştiri alan Semra Karaoğlu; tüm bunların yanında bir de bürokratik engellere

takılır. Bütün bu olumsuz eleştirilerin yanında en büyük desteği ise KASKİ'den alır. Dr. Karaoğlu iyi bir organizasyon yapmaya çalışır. “İşi teorik olarak bilen ziraat mühendisi, araziyi tanıyan ise köylüdür.” diyerek mühendisin bilgisiyle, köylünün deneyimini bir araya getirip bir takım ruhuyla bu işi başarırlar. Başta çorak olan arazinin şu an 100 dönümü elma bahçesi, 150 dönümümde ise silajlık mısır yetişiyor. Dr. Semra Karaoğlu; “Ürettiğim malı markalaştırabilirsem o zaman bir anlamı olacak.” sözleriyle de henüz yolun başında olduğunu göstermiş oluyor.

Tuttuğu günlükler mahkemeye delil oldu

tısıyla oluştuğunu ancak daha sonra ciddi bir uğraş haline geldiğini belirterek; “1910 yılında Bolu’nun Seben Köyü’nde dünyaya geldim. 94 yaşında ve evliyim. 2 çocuğum ve torunlarım var. Köyde yaptığım işler ve geçirdiğim zaman sıkıcı gelmeye başlayınca 1944 yılından bu yana, yani tam 69 yıldır günlük tutuyorum. Önceleri can sıkıntısını gidermek için yazmaya başladım. Zamanla yazdıklarımın, kendime ve çevremdeki insanlara birer kaynak olduğunu gördükçe yazmaya büyük bir hevesle devam ettim.” diyor ve ekliyor; “Günlük tutmayı çok severek yapıyorum ve ömrüm yetinceye kadar da yazmak istiyorum.”

SERENGÜL BİLGİN

benim günlüğüm sayesinde Sebati Özcan’ın gerçek yaşı tespit edildi ve çocuk okula başladı.” diyen Kılıç, günlüğümün mahkemeye delil olmasından sonra, artık daha da özenle yazmaya başladığını söylüyor. Alacak, verecek ve borç olaylarında da köylülerin Kılıç’ın günlüklerine bakarak gerçeği öğrenmeleri ise Kılıç’ın günlüklerine olan güveni de artırır. Ölüm, doğum tarihi ve evlilik yıldönümü gibi önemli günleri de günlüklerim de yazan Kılıç; bu alışkanlığı sayesinde insanlara yardımcı oluyor ve bu da sayede kendisi de mutlu oluyor.

“Ömrüm yetinceye kadar da yazmak istiyorum” Evli ve iki çocuk babası olan Mehmet Kılıç; günlük tutma hevesinin can sıkın-

“Bu da beni çok gururlandırdı” Günlük tutmaya başladığı ilk günlerde kendisini küçümseyen ve “başka işin mi yok” tepkisini veren insanların da zamanla bu duruma alıştığını, hatta kendisini takdir etmeye başladığını söylüyor Kılıç. “Günlüklerimi ilk önce torunlarım okudu ve ardından “başka işin mi yok” diyen çevremdeki insanlar da merak edip, günlüklerimi okumak istediler. Ben de okumaları için onlara günlüklerimi verdim. Önceleri günlük yazmamı yadırgayan insanlar daha sonra okuyup beni takdir ettiler. Bu beni çok gururlandırdı. Bu sayede günlük yazma isteğim daha da arttı.” diyen Kılıç; ailesinde de kendisini örnek alan kimsenin olmayışını da üzülerek belirtiyor. “Ailem maalesef beni sadece takdir etmekle yetiniyor.” Kılıç, evinin kendisine özel olan bölmesinde, yıllara göre sıraladığı 69 defteri özenle saklayarak mirasına bekçilik yapıyor.


Kampüs

Söyleşi

05

Mayıs 2013

Samuel'in pedalları dünya turu için dönüyor

Bisikletle dünyayı gezmeye nasıl karar verdin? Bu fikir nereden geldi? 2011 yılının Mart ayıydı. Öncesinde de düşündüğüm bir şeydi bu. Aklımda bisiklet sürmek yoktu, ama hem doğayı kirletmemek adına hem de tüm dünyayı ucuz bir şekilde gezebilmek için bisikletin daha mantıklı olduğunu düşündüm. 2011 yılı Ağustos ayında da yolculuğuma başladım. Uzun süre planlar yaptım, gideceğim ülkeler hakkında bilgi aldım ve spor yaparak gezime kendimi hazırlamaya çalıştım. Tabi bir de daha yoğun çalışarak para biriktirmeye çalıştım. Ne kadar ucuz bir araç seçsem de para gerekli olacaktı.

Dünyayı gezme fikrine karşı ailenin tepkileri nasıl oldu?

Bu kararımı duydukları zaman beni desteklediler ve her zaman yanımda oldular. Çünkü bunun benim hayalim olduğunu biliyorlardı ve gerçekleştirmem için ne kadar istekli olduğumun farkındaydılar. Bu yüzden herhangi bir karşı çıkmaları ya da itiraz etmeleri gibi bir durum olmadı. Kısacası ufacık da olsa bir problem yaşamadım. Tabii şu an özlüyorum. Bunu inkar edemem. Onlar da beni özlüyorlar, ama fırsat buldukça konuşuyoruz. Onları habersiz bırakmıyorum, onlardan da haberdar oluyorum.

Bu uzun yolculuğun için ne gibi hazırlıklar yaptın? Kısaca bahseder misin?

Benim için en önemli şey tabi ki bisikletimdi. İyi donanımlara sahip olan, yolculuk esnasında bana sorun yaratmayacak bir bisiklet temin ettim. Ön ve arka kısmını çantamı yerleştirebileceğim özel tasarımla birleştirdim. Bisikletimden sonra benim için önemli olan şey, bana istediğim

yerde konaklama lüksü veren çadırımdı. Çünkü tur esnasında çok vakit geçireceğimi ve çadırımın benim yeni evim olacağını biliyordum. Yağmurluklar, soğuk ülkelerden geçerken beni sıcak tutacak kışlık kıyafetler, bilgisayarım ve cep telefonum, fotoğraf makinem gibi teknolojik aletleri de almayı ihmal etmedim. Gittiğim her yerden anı kalmasını istiyordum.

Şu ana kadar hangi ülkelere gittin? Bundan sonraki rotanı nasıl belirledin?

Şimdiye kadar on beş ülke gördüm. Bunları tek tek saymak gerekirse Danimarka, Almanya, Arnavutluk, İtalya ve Yunanistan gibi ülkelerden geçtim. Şimdi ise Türkiye’deyim ve Kayseri’ye geldim. Kayseri'den sonra Sivas'a, oradan da Erzincan ve Erzurum' gideceğim. Daha sonra ise İran'a geçeceğim. İran beni biraz korkutuyor aslında. Çünkü turist bir arkadaşım İran'da tutuklanmış. Bunu bilsem de Asya kıtasına geçebilmem için İran üzerinden gitmem şart. Bu riski almam gerekiyor. Kendimle konuşurken sürekli "Görmem gereken o kadar çok yer var ki, durmamalıyım ve daha fazla gezmeliyim. Daha çok ülke görmeli, daha çok insanla tanışmalıyım." diyorum. İşte bunları düşününce, kendimi böyle motive edince daha çok azimle doluyor içim.

Türkiye'yi ve Türk insanlarını nasıl buldun? Kayseri'yi beğendin mi?

Türklerin misafirperver olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. İngilizce bilmeseler bile sürekli bana "Merhaba, nasılsın?" gibi hitaplarla ya da sorularla yaklaşıyorlar. Benimle konuşmayı deniyorlar ve her zaman güler yüzlü davranıyorlar. Özellikle İzmir ve Ürgüp'ü çok beğendim.

Kayseri’de yalnızca bir gün kalabildim, ama diğer şehirlere oranla küçük buldum. Ancak kalesini çok beğendim. Burada da insanlar çok sıcakkanlı. Bizi beraber görünce sana benim nereli olduğumu, nereden geldiğimi ve neden burada olduğumu soruyorlar. Bu yüzden de Türk insanının olumlu anlamda meraklı olduğunu söyleyebilirim.

Unutamayacağın, hatırında kalacak pek çok anın vardır mutlaka. Yolculuğun boyunca en unutamadığın hangisiydi? Bu sorunun cevabını birlikte yaşadık diyebilirim. Açıkçası seninle bugün yaşadığımız şey yolculuğum boyunca karşılaşmadığım bir şeydi. Yani benim için bir ilkti. İlk kez bisikletimi bir otobüsün içine koydum ve ne kadar ağır olduğunu daha iyi anlayabildim. Özellikle senin şoförü ikna etme çabaların yolculuğum için çok güzel hatıra olacak. Bunun için çok teşekkür ediyorum sana. Her ülkede, her şehirde çok farklı hatıralar yaşıyorum. Zaten insanların inanamadığı bu yolculuğu da bunun için yapıyorum. Diğer insanlardan farklı olarak yaşadıklarım, ileriki yıllarda hatırlayacağım renkli anılarım var.

Türk yemeklerinin tadına bakabilme fırsatı bulabildin mi? En çok neleri beğendin?

Elbette. Yolculuğum sırasında insanlarla çok şey paylaşıyoruz. Yemeklerden de genelde bana ikram ediyorlar. Fakat yediğim yemeklerin, ikram edilen lezzetlerin hepsinin ismini hatırlayamıyorum. Çorbalarınızı ve et yemeklerinizi seviyorum. Bir de bugün bana kahvaltıda hazırladığın sucuklu omlet çok lezzetliydi. Hayatımda ilk kez yedim, ama kokusunu sanırım hiç unutmayacağım.

Samuel Eriksson bisikletiyle tüm dünyayı turlamak isteyecek kadar maceraperest 28 yaşında bir İsveçli. Bu hayalini gerçekleştirmeyi başarmış, yıllardır bisikletiyle yollarda pedal çeviren azimli bir isim. Kendi tabiriyle gezdikçe gezmek isteyen Eriksson, İsveç’ten başladığı bisiklet turunu Asya, Okyanusya ve Amerika kıtalarını gezdikten sonra tekrar Avrupa'da sonlandıracak. Biz de kararlı olan bu ismin gerçekleştireceği dünya turunu konuştuk. MEHMET ALİ KÜÇÜKKARACA

Sonrasında neler yapacaksın? Yıllardır yollardasın, bu yolculuğu ne zaman bitirmeyi planlıyorsun?

Aslında şu an ne zaman biteceğini bilmiyorum. Asya kıtasını, özellikle Çin'i çok merak ediyorum. Daha sonra Avusturalya'ya geçeceğim ve oradan da Kuzey ve Güney Amerika var. Sonra tekrar Avrupa’ya döneceğim. Bunları anlatırken, konuşurken bile yoruluyorum. Planladığım şeyleri gerçekleştirmek epey bir zaman alacak gibi. Açıkçası ben ülkeme döndüğümde sen evlenmiş bile olabilirsin. Önümde bisiklet üzerinde çok daha uzun yıllar olacak gibi. Kendimdeki gezme ve yeni kültürleri tanıma merakını durduramıyorum. Belki ülkeme döndükten birkaç yıl sonra dinlenip yeni maceralara başlayabilirim.


Mayıs 2013

06

Kampüs

Üniversiteden

ERÜ öğrencilerinden Suriyeli ailelere yardım eli Erciyes Üniversitesi öğrencileri Öğrenci Konseyi öncülüğünde ihtiyaç sahibi Suriyeli aileler ve öğrenciler yaranına kermes düzenledi. ERİHA

Erciyes Üniversitesi Öğrenci Konseyi tarafından düzenlenen İlahiyat Fakültesi Öğrenci Temsilciliği tarafından koordine edilen kermes, Erciyes Üniversitesi Merkez Öğrenci Yemekhanesi önünde gerçekleşti. Kermeste Büyükşehir Belediyesi Mehteran Takımı etkinliğe özel gösteri düzenlendi. Öğrencilerin yoğun katılım gösterdiği kermese pek çok akademisyen ve personelin yanı sıra Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Murat Doğan’da katıldı. Erciyes Üniversitesi Öğrenci Konsey Başkanı Ay-

İlahiyat Fakültesi Konferans Salonu’nda düzenlenen “Bir İrfan Denizi Hz. Mevlana” adlı konferansa konuşmacı olarak İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Çakmaklıoğlu katıldı. Çakmaklıoğlu sözlerine Mevlana’nın “hamdım, piştim, yandım” sözünü dile getirerek başladı. Mevlana’nın bu sözü ile yaşadığı zorlu manevi süreci özetlediğini söyleyen Çakmaklıoğlu, Mevlana’yı farklı kültürden, medeniyetten insanların merak etmesi, anlamaya çalışmasının ve bu kadar kalıcı olmasının nedenini onun ruhani yaşamlarındaki derinlikten kaynaklandığını belirtti. Çakmaklıoğlu konuşmasına şöyle devam etti; “Mevlana Harzemşahlar döneminde Belh Şehrinde doğdu, babası o dönemde Sultan-ı Ulema olarak anılan Bahuddin Veled Hazretleridir. Baskılardan dolayı Anadolu’ya göç etmeye karar veren Bahuddin Veled hazretleri yol boyunca Bağdat, Nişabur gibi ilim merkezlerini de uğrar, bu sayede Mevlana bu şehirlerdeki ilim insanları ile tanışır, onların ilimlerinden faydalanır. Konya ya yerleştikten sonra Kübrabiye tarikatının âlimi Necmeddin Kübra’dan ders almaya başladı. Necmeddin Kübra Hazretlerinin dışında Seyyid Burhanettin ve babasından da dersler alan Mevlana kendisini çok iyi yetiştirir.” Konuşmasının devamında Mevlana’nın Şems-i Tebrizi ile olan yakınlığından da söz eden Çakmaklıoğlu, Mevlana ile Şems’in karşılaşmasının iki insanın karşılaşmasın-

Genç Ceza Hukukçuları kongresi Genç Ceza Hukukçuları Kongresinin altıncısı ERÜ İletişim Fakültesi Erciyes Üniversitesi’nde düzenlendi. NESLİHAN KIZIK FATİH ÖZER

sen Tarcan kermesle ilgili olarak yaptığı konuşmada birlik ve beraberliğe dikkat çekti. “Erciyes Üniversitesi Öğrenci Konseyi olarak, gelirini Kayseri’de yaşayan Suriye’li ailelere ve maddi durumu yetersiz olan öğrencilere bağışlamak üzere düzenlediğimiz bu kermeste, Erciyes Üniversitesi Öğrencileri olarak yine bir “bütün” olduk ve ortak bir paydada buluştuk.” diyen Tarcan, “ Bizler, 6 asır boyunca tüm dünyaya medeniyeti öğretmiş olan Osmanlı Devleti’nin torunlarıyız ve her

dan öte iki ruhun, iki kalbin karşılaşması olduğunu söyledi. Bu iki âlim insanın yaptıkları tasavvuf sohbetleri ile birbirlerinden çok şey öğrendiklerini ve birbirlerine yeni şeyler kattıklarının altını çizen Çakmaklıoğlu, onların bu sohbetlerinde her an yaşadıkları yenilenmeyi Mevlana’da görmenin mümkün olduğunu belirtti. Doç. Dr. Çakmaklıoğlu konuşmasına şöyle devam etti; “Mevlana, Şems ile ilk diyalogunun ardından elinin tersiyle her şeyi iter, sadece Şems ile sohbet eder olur ve yemek, içmek gibi ihtiyaçlarını en asgariye indirir. Bu sohbet sükut içinde kalpten kalbe, ruhtan ruha bir sohbettir ancak bir müddet sonra çıkan dedikodular bu iki gönül insanının ayrılmasına neden olur. Şems Hazretleri Konya’dan ayrılmak zorunda kalır ve Mevlana ayrılık acısıyla, Şemsin özlemiyle gazeller yazar ve en sonunda oğlunu Şam’a gönderir ve Şems Hazretlerini tekrar Konya ya getirtir. Bir süre sonra Şems-i Tebrizi Hazretleri ile Mevlana nihai olarak ayrılır.” Konuşmasının son bölümünde Mevlana’nın Hüsamettin Çelebi ile tanıştıktan sonra mesnevisini yazdığını söyleyen Çakmaklıoğlu, Mevlana’nın insanın bu dünyadaki mallara aldanırsa etrafına baktığında karanlık içinde olduğunu söylediğini ve bazı mesnevi beyitlerinde de ruh-beden arası mücadeleyi anlattığını sözlerine ekledi. Konferans Çakmaklıoğlunun öğrencilerin sorularını cevaplaması ile sona erdi.

Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından bu yıl altıncısı düzenlenen kongre, İletişim Fakültesi Nurcan Çetinsaya Konferans Salonu’nda yapıldı. Kongreye Erciyes Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Dicle Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Gediz Üniversitesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi ve Özyeğin Üniversitesi’nden gelen onlarca hukuk fakültesi öğrencisi katıldı. Kongrede ilk sunumu kongreye ev sahipliği yapan Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi

öğrencileri yaptı. Erciyes Üniversitesi öğrencilerinin yaptığı sunumu Yrd. Doç. Dr. Fatih Birtek yönetti. Yrd. Doç. Dr. Fatih Birtek sunuma başlamadan önce yaptığı konuşmada hukuk öğrencilerini Erciyes Üniversitesi’nde görmekten duyduğu mutluluğu dile getirdi. Yrd. Doç. Dr. Fatih Birtek “Ev sahibi olarak hepinize hoş geldiniz diyorum. Bizim öğrencilik zamanımızda bu gibi kongreler yapılmıyordu. Siz genç hukukçular şanslısınız. Böylesine güzel bir kongrenin içinde olup, tüm konular üzerinden

zaman bir şeylere yardımcı olmayı, hayırda birlik olmayı prensip olarak görüyor ve buna göre hareket ediyoruz. Kermesimizde, yardım toplamamızın yanı sıra, Mehteran Gösterimizle birlikte, Osmanlı torunu olduğumuzu bir kez daha hatırlayarak, “hayır” işlerinde de her daim birlikte olacağımızı göstermiş olduk.” diyerek sözlerine son verdi. Gün boyu süren etkinlik başkalarına yardım etmenin mutluluğunu yaşayan öğrencilerin güzel temennileriyle son buldu.

“Bir irfan denizi Hz. Mevlana” Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından “Bir İrfan Denizi H.Z. Mevlana” konulu konferans gerçekleştirildi.

AHMET SOYDOĞAN FATİH YILMAZ

tartışma ortamı yaratabiliyorsunuz. Birbirinize fikirler verip kendinizi meslek hayatına hazırlıyorsunuz” diyerek sözü öğrencilerine bıraktı. ERÜ Hukuk Fakültesi öğrencilerinden Cahit Çetinsağ, Ayşe Karakimseli, Özge Oğrul ve Büşra Aksoy sunumlarını yaptıktan sonra kongre Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen diğer Hukuk Fakültesi öğrencilerinin sorularını sorması ile devam etti. Üniversite öğrencilerinin sunumlarıyla üç gün boyunca devam eden kongre kapanış yemeğinin ardından sona erdi.


Kampüs

Üniversiteden

07

Mayıs 2013

FATİH ÖZER

Erciyes Üniversitesi’nde “Devrinin ve Ötesinin Üstadı Necip Fazıl Kısakürek” Paneli düzenlendi. ERÜ Sabancı Kültür Sitesi’nde gerçekleştirilen panele konuşmacı olarak Muzaffer Doğan, Şükrü Karatepe, Profesör Dr. Hüseyin Akkaya, Akif Emre ve Dursun Çiçek konuşmacı olarak katıldı. Dinleyicilerin arasında Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Murat Doğan ve İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza Çakır’ın da olduğu panele akademisyen ve öğrencilerin ilgisi yoğundu. İki oturumda gerçekleştirilen panelin ilk oturumunda sözü ilk olarak Muzaffer Doğan aldı. Sözlerine; “Sizlerle bir arada olup Üstad hakkında konuşmaktan onur duyuyorum.” diyerek başlayan Doğan , Necip Fazıl Kısakürek’in hayatında yaşamış olduğu zorluklardan, sürgün edilişinden, Paris anılarından ve 100 den fazla eserinin olduğundan bahsetti. “Necip Fazıl Kısakürek’i okumaya çocuk yaşlarda başladım ve o zamandan itibaren hayranlık duyuyorum. Sizde okumaya başladığınız andan itibaren eminim hayranlığınızı saklayamayacaksınız.” diyen Doğan sözlerini Necip Fazıl Kısakürek’in O ve Ben adlı kitabından bir alıntı okuyarak tamamladı. Panelin ikinci konuşmacısı olan Şükrü Karatepe Necip Fazıl’ın ilgi alanlarından bahsetti. Necip Fazıl Kısakürek’in hayatının şiire dayandığını söyleyen Şükrü

Mühendislik Fakültesi Konferans Salonu’nda düzenlenen seminerde; dergi hakemliği süreci ve yapısı, makalelerin kabul edilmesinde başarıyı yakalamak, değerli bir hakem olmak, editoryal pozisyona ulaşmanın en iyi pratiklerini açıklamak ve teknik makale odaklı dergicilik nasıl olur konularına değinildi. Seminere konuşmacı olarak Amerika Birleşik Devletleri Auburn Üniversitesi Endüstri ve Sistem Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alice E. Smıth ve Erciyes Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölüm Başkanı Mithat Zeydan katıldı. Seminer Doç. Dr. Mithat Zeydanın konuşması ile başladı. Zeydan “Eğer bir ülke kaliteli bir yüksek eğitim sistemine ihtiyaç duyuyorsa eğitime yaptığı yatırımlar çok büyük geri dönüşüm sağlar. Rekabetçi piyasadaki anahtar kelime Ar-Ge’dir.” dedi. “Bizler akademisyen olarak dergilerde makale yayınlayınca orijinal çalışmaların sonuçlarını insanlara sunarız” diyerek dergilerde yayınlanan makalelerin önemine değindi. Buna paralel olarak da dünyadaki tüm bilim insanlarının iş bulabilmek, daha yüksek pozisyona gelebilmek, meslektaşlarınla bilgi ve deneyimlerini paylaşabilmek ve kendi alanlarına katkı

Karatepe, “Şiirsel bir hayat yaşadı. Jestleri, mimikleri insanlarla olan ilişkileri tamamen şiirseldi.” dedi. Kısakürek’in tarih, edebiyat, siyaset ile ilgilendiğini söyleyen Karatepe, bunlar içerisinde hayatının temelinde şiir ve edebiyatın yatmakta olduğunu söyleyerek konuşmasını tamamladı. İlk oturumun son konuşmacısı olan Prof. Dr. Hüseyin Akkaya Necip Fazıl Kısakürek’in şiirlerinin içeriklerinden, ölüm üzerine yazmış olduğu şiirlerinden ve Kaldırım adlı şiirinden bahsetti. Necip Fazıl’ın on iki yaşında şiir yazıp on yedi yaşında şiirlerinin yayınlanmaya başladığından söz eden Prof. Dr. Akkaya; “Çocuk yaşta şiir yazmaya başladı. Devrin Şairleri onun bu özelliği karşısında hayran kaldılar. Fazıl’ın şiirleri insanın iç dünyasına hitap eden şiirlerdir. Şiirleri adeta insanı yolculuğa çıkartır ve rahatlatır.” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

“Herkesin sustuğu dönemde O konuştu” Panelin ikinci oturumunun ilk konuşmacısı Akif Emre; “Cumhuriyet Dönemi İslamcılık Düşüncesi ve Necip Fazıl Kısakürek” adlı konulu konuşma yaptı. Akif Emre konuşmasında Cumhuriyet Dönem’inde batı medeniyetleri ile İslam Medeniyeti arasındaki fikir çatışmalarından, dönemin sosyal ve siyasal yapısından bahsetti. Necip Fazıl Kısakürek’in eserlerinin dönemin

siyasi ve sosyal yanlarını işlemesinden söz eden Akif Emre Necip Fazıl’ın eserlerini anlamanın o dönemin siyasi ve sosyal yapısını anlama ve dönem hakkında fikir sahibi olmada son derece etkili olduğunu ifade etti. Necip Fazıl’ın düşüncelerini ifade etmekte son derece cesur olduğundan bahseden Emre : “Doğru zamanda doğru soruyu sormuş ve başarıya ulaşmıştır.

Devrinin ve ötesinin Üstadı Ancak bunun bedelini ağır ödemiştir.” diyerek sözlerini tamamladı. Panelin son konuşmacısı olan Dursun Çiçek ise Fazıl’ın yasadığı dönemdeki İslam ile Batı medeniyetinin çatışma ortamı etkisiyle yazmış olduğu eserlerin dini yönlerinden bahsetti. Dursun Çiçek: “Necip Fazıl Kısakürek herkesin konuşmaya korktuğu dönemde düşüncelerini, dini söylemlerini açıkça söyledi.” diyerek sözlerini tamamladı. Panel konuşmacılara verilen teşekkür plaketlerinin ardından sona erdi.

sağlamak için bu dergilerde makale yayınlamak istediklerini belirten Zeydan, günümüzde ise uluslararası dergilerde yayın yapabilmek için artan bir baskı olduğuna değindi. Akademik dünyada araştırmacıların kaçınılmaz olarak, yayınladıkları makalelerin kalite ve sayısı ile yargılandıklarını söyleyen Zeydan, konuşmasına akademisyenlerin laboratuardaki çalışmalarına ve ders vermedeki becerilerine bakılmadığına dikkat çekerek son verdi. Fulbright bursu ile misafir Öğretim Üyesi olarak Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde bir dönemliğine çalışmalarda bulunmak için Türkiye’ye gelen Prof. Dr. Alice Smith ise konuşmasında özellikle yayın etiği üzerinde durarak intihal olayının günümüzde yaygınlaştığı ve akademisyenlerin bu duruma çok uyanık davranmaları gerektiğini söyledi. Dergilere yazılarını yollayan akademisyenlerin eğer dergilerden red cevabı gelirse ümitlerini kırmamaları gerektiğine değindi. Dergi makaleleri yazımında giriş, metodoloji ve sonuç bölümlerinin birbirleriyle uyumlu olması gerektiğini dile getiren Smith İngilizcenin etkin kullanılması gerektiğine de değinerek semineri sonlandırdı.

NFK

Tohum saç, bitmezse toprak utansın! Hedefe varmayan mızrak utansın! Hey gidi küheylan, koşmana bak sen! Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!

Uluslararası dergilerde çalışmanın gerektirdikleri Erciyes Üniversitesi ve Auburn Üniversitesi ortaklığıyla “Uluslararası Dergilerde Yayın Yapmayı Anlamak” adlı seminer düzenlendi. BİLGE ÜLKE GÜZEL


Mayıs 2013

08

Kampüs

Üniversiteden

ERÜ’de film festivali coşkusu Belgesel ve kurmaca film alanında öğrencilerin yaptığı uygulamaları bir araya getirip değerlendirme, gösterme ve ödüllendirme şansı veren, öğrencileri birbirleriyle ve alanın ünlü profesyonelleriyle bir araya getiren 6. Erciyes Film Festivali İletişim Fakültesi Nurcan Çetinsaya Konferans Salonu’nda düzenlenen ve üç gün süren konferans, söyleşi ve panellerle başladı.

Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından düzenlenen Erciyes Film Festivali’nin bu yıl 6.’sı gerçekleştirildi. Geçen yıl kaybettiğimiz ünlü yönetmen Metin Erksan anısına düzenlenen festivalin bu yıl ki onur konuğu Türkan Şoray’dı. ERİHA

Festivalde birinci gün

“Sinemada eleştirinin sınırı yoktur.” Festival kapsamında düzenlenen etkinliklerin ilki Sinema Eleştirmeni Serdar Akbıyık’ın“Film Eleştirisinin Sınırları” konulu konferans oldu. Konuşmasına sinema eleştirisinin bir sınırının olmadığını söyleyerek başlayan Akbıyık, sinemacıların eleştirilerinin de sınırı olamayacağını söyledi. Türkiye’de sinemaya olan yaklaşımın gelenekselci boyutta olduğunu belirten Akbıyık, birbirinin devamı olamama ve kesintiye uğramaların Türk sinemasında bir tarzın oluşmamasına neden olduğunu

belirtti. Akbıyık tarz oluşumu konusunda Yılmaz Güney ve 2000’li yıllardan sonra Nuri Bilge Ceylan’ın akıllara geldiğini, bu isimlere öykülenenler olmasına karşın iki isminde kalıcı olamamasının Türkiye’deki sinema mecrası açısından düşünmesi gereken bir sorun olduğunun altını çizdi.

“Metin Erksan kendi film dilini kullandı.”

Festivalin ilk günü düzenlenen etkinliklerin ikincisi Burçak Evren ve İhsan Kabil’in konuşmacı olarak katıldığı

“Metin Erksan Sineması” konulu panel oldu. Panelde ilk konuşmayı yapan İhsan Kabil sözlerine ilerici bir sinema anlayışı içinde gelişen bir sinema olan Metin Erksan sinemasını bir bütün olarak ele almak gerektiğini belirterek başladı. Metin Erksan’ın sanat yönünün gelişmiş olduğunu söyleyen Kabil “Metin Erksan sineması 1950 yılında başladı. Sinema anlayışı ve sinema dili oldukça farklı bir yönetmendi Erksan. Örneğin “Sevmek Zamanı” filmi Türk sineması çizgisinin oldukça dışında bir filmdir. Görüntülerle birlikte beş duyuyu da hissettirmiştir bu filminde Erksan. “Kuyu” filmi ise tam da Türk sineması

çizgisinde bir filmdir” diyerek Metin Erksan’ın sanat ve film dilinden bahsetti. Panelin ikinci konuşmacısı olan Burçak Evren ise sözlerine “Metin Erksan Yeşilçam’ın suyundan gitmedi kendi suyunu takip eden bir yönetmen oldu. Yeşilçam’ın tam ortasına doğan bir yönetmenken Yeşilçam’a farklı bir soluk getiren bir yönetmen oldu.” diyerek başladı. 1960–1965 yılları arasında adını duyuran Erksan’ın sinemasında sosyal sorunları, hayatın ta kendisini işlediğini söyleyen Evren, kırsal kesimi, töreleri, su sorununu, kadın sorunsalını açık biçimde sinemasında yer verdiğini belirterek sözlerini tamamladı.

Yönetmen Burçak Evren ve ERÜ İletişim Fakültesi Öğretim Elemanı Şirvan Güneri başkanlığında iki oturum halinde yapılan “Kısa Film Yönetmenleriyle Türkiye’de Kısa Film” konulu panel oldu. Panelin açılış konuşmasını yapan Yönetmen Burçak Evren, belgeselin diğer film yapımlarından farkına ve zorluklarına değindi. Panel Evrenin sözü genç yönetmenlere vermesiyle devam etti. Kısa belgesel film yönetmenleri belgesel türüne nasıl baktıklarını anlatırken, kendi gözlerinden belgesele değindiler. Bu konu hakkında ERÜ İletişim Fakültesi son

sınıf öğrencisi Halit Cihan Şengezer "Türkiye'de belgesel dalına bir basamak olarak bakılıyor. Herkes uzun metraj bir şeyler çekmek derdinde ve bu işin izleyici kitlesi yok " diyerek bu işin zorluklarından bahsetti. Panelde belgeseller çekilirken görüntü sıkıntısı ve maliyet sorununa da değinen konuşmacılar, belgeye dayanan belgesellerde görüntü eksikliğinin yarattığı büyük sıkıntıları anlattı. Panel katılımcıların Türkiye’de film festivallerinin yeri, festivallerin artı ve eksi yönlerinin konuşulmasıyla son buldu.

Öğrencilerden Şoray’a sürpriz

Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza Çakır’ın ise Şoray’a bir sürprizi vardı. Dekan Prof. Dr. Çakır Şoray’a Erciyes Üniversitesi öğrencilerinin Türkan Şoray ile ilgili düşüncelerinin yazdığı “Türkan Şoray Deyince” adlı kitabı hediye etti. Kitabı eline alan Türk sinemasını Sultan’ı aynı anda salondaki tüm dinleyicilerin “Türkan Şoray Deyince” isimli kitabı havaya kaldırmalarıyla gözyaşlarını tutamadı. Şoray’a ikinci sürpriz ise Dekan Prof. Dr. Hamza Çakır’ın eşi Suna Çakır’ın kızının saçlarıyla yaptığı rölyef tabloyu hediye etmesi oldu.

Festivalde ikinci gün

“Düşük Bütçe İle Kısa Film Yapmak” EFF6 etkinlikleri ikinci gününde Yönetmen Yücel Ünlünün verdiği “Düşük Bütçe İle Kısa Film Yapmak” adlı konferans ile devam etti. Ünlü konuşmasına filmi hayata geçirebilmek için iyi bir senaryoya sahip olunması gerektiğini, hikâyenin yazılı hale getirilmediği sürece filmin yapılamayacağını söyleyerek başladı. Düşük bir bütçe ile kısa film yapmak için az da olsa bir bütçe ayırmak gerektiğini belirten Ünlü, az

bütçe ile yapılan fakat başarılı olan birçok filmin yapıldığına dikkat çekti. Ekip olarak üç kişilik bir arkadaş grubunun film yapmaya yeteceğini dile getiren Ünlü, grup dağılımının iyi yapıldığı takdirde başarılı olunabileceğine değindi. Ünlü konuşmasına son yıllarda Erciyes Üniversitesi’nden çıkan filmlerin dikkatini çektiğini bu filmlerin kaliteli ve başarılı olduğunu da söyleyerek son verdi.

Türkiye’de Kısa Film Festival kapsamında düzenlenen bir diğer etkinlik ise

Festivalde üçüncü gün

“Türkan Şoray Sineması” Erciyes Film Festivali’nin son etkinliği ise Türk sinemasının Sultan lakaplı oyuncusu Türkan Şoray’ın “Türkan Şoray Sineması” konulu söyleşisi oldu. Büyük katılımın olduğu söyleşi oldukça renkli anlara sahne oldu. Öğrencilerin alkışları eşliğinde kürsüye gelen Şoray bu ilgi karşısında duygu dolu anlar yaşadı. Konuşmasına “Gençlerle olmak beni mutlu ediyor. Kendimi neredeyse sizin yaşınızda hissediyorum. Bundan dolayı üniversitelerde söyleşi olunca hemen kabul

ediyorum.” sözleriyle başlayan Şoray, sanat dalları içinde en güzelinin sinema olduğunu ve sinemacı olmak isteyenleri bütün yüreğiyle kutladığını söyledi. Türkan Şoray, “Sinema sanatı her şeyden önce hayatı öğretiyor, kendinizi tanıyorsunuz, empati duygunuz gelişiyor.” diyerek sinemanın insanda yarattığı faydalara değindi. Türkan Şoray, konuşmasında, dünya görüşünün sinemacılıkta çok önemli olduğunu, özellikle de yönetmen olmak isteyenlerin çok okuması ve dünyayı çok iyi tanıması gerektiğini söyleyerek sözlerine son verdi.

Türkan Şoray’a Televizyon Atölyesi tarafından hazırlanan bir de sürpriz yapıldı. Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü Öğrencisi Korhan Epikman tarafından söylenen “Türkan” adlı şarkıya bütün salon eşlik etti. Ardından öğrenciler tarafından Türkan yazılı pankartlar açıldı. Türkan Şoray bu sürprize “Gençlik bu!” diyerek karşılık verdi. Söyleşinin sonunda Rektör Vekili Prof. Dr. Hasan Yetim tarafından Türkan Şoray’a plaket ve çiçek takdim edildi. Erciyes

en k etkinliklerd

areler


Kampüs

Üniversiteden

09

Mayıs 2013

ı ld a i in r e ll ü d ö r Genç yönetmenle

nde dereceye giren genç ali’ tiv Fes Film s iye Erc n ene enl düz na adı “Bu yıl 6.’sı gerçekleştirilen ve Metin Erksan ıldığı törende aldı. sinemasının Sultanı Türkan Şoray’ın da kat ERİHA 32 üniversiteden 34 belgesel, 56 kurmaca olmak üzere toplam 90 filmin katıldığı ve 20 filmin finale kaldığı 6. Erciyes Film Festivali’nin ödül töreni Nurcan Çetinsaya konferans salonunda gerçekleşti. Ödül törenine Rektör vekili Prof. Dr. Hasan Yetim, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza Çakır, Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım, Kayserili hayırsever iş adamı Süleyman Çetinsaya, Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Veli Altınkaya katıldı. Öğrencilerin yoğun ilgi gösterdiği ödül törenin onur konuğu Türk Sinemasının Sultanı Türkan Şoray’dı.

Dekan Çakır; “Biz zora talibiz” Saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunması ve İletişim fakültesi tanıtım filminin izlenmesiyle başlayan törenin açılış konuşmasını İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza Çakır yaptı. Çakır konuşmasına İletişim fakültelerinin en güzel yönlerinden birinin film festivalleri gibi etkinlikler düzenlemek olduğunu ve bu tür festivaller sayesinde gençlerin özgüven kazandıklarını söyleyerek başladı. Amaçlarının genç nesli sektöre kazandırmak olduğunu vurgulayan Çakır, “Türkiye’de 60’ın üzerinde iletişim fakültesi var ancak üst üste bu tür festivaller düzenleyen iletişim fakültelerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Eğer hiçbir şey yapmıyorsanız idarecilik yapmak kolay. Ama gençlerin yetişmesi ve onların sektörde yer edinilebilmesi için elini taşın altına koyacaksan idarecilik zor iştir. Biz de zora talibiz. Bu bağlamda Erciyes İletişim, yalnızca Türkiye’de değil, uluslararası alanda da kendini ispat etti. Bizler de elimizi taşın altına koyarak her yıl geleneksel olarak bu film festivallerini gerçekleştiriyoruz ve bugün film festivalimizin 6.’sını düzenlemenin haklı gururunu yaşıyoruz. Bu festivalleri düzenlememizde katkısı bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, hayırsever iş adamı Sayın Süleyman Çetinsaya’ya, öğretim üyesi arkadaşlarıma ve öğrencilerime teşekkür ediyorum.” diyerek sözlerini tamamladı.

Çetinsaya; “İletişim Fakültesi ile gurur duyuyorum” Prof.Dr. Hamza Çakır’ın ardından kürsüye davet edilen Süleyman Çetinsaya konuşmasına Türkan Şoray’ın Kayseri’de bulunmasından duyduğu mutluluğu dile getirerek başladı. Çetinsaya sözlerine şöyle devam etti: “Ben İletişim Fakültesi ile gurur duyuyorum. Bu güne kadar ulusal veya uluslararası ödül töreninde fakültemizin adının geçmesi beni gururlandırıyor ve ben sizlerin her zaman yanındayım. Bu festivali düzenleyen, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.”

Şoray; “ERÜ’den dünya çapında sinemacıların çıkacağına inanıyorum” Festivalin onur konuğu Türkan Şoray ise konuşmasına festivali düzenleyen ve emeği geçen herkese teşekkürlerini ileterek başladı. Şoray; “Bir ülkenin gelişmesini istiyorsanız, gençlere yatırım yapmalısınız, ben gerçekten sizin başarılarınızla gurur duyuyorum, size bu imkânı verenlere yürekten teşekkür ediyorum bu üniversiteden dünya çapında sinemacıların çıkacağına inanıyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.” diyerek sözlerini tamamladı

Prof. Dr. Yetim; İletişim Fakültesi üniversitemizin adını en çok duyuran fakülte” Erciyes Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Hasan Yetim ise konuşmasına sinemanın sultanın ERÜ’de olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirerek başladı. Prof. Dr. Hasan Yetim sözlerini şöyle sürdürdü: İletişim Fakültemiz Erciyes Üniversitesi’nin adını en çok duyuran ve en çok ödül alan fakültesidir, bu gururu yaşattığı için İletişim Fakültesi öğretim üyelerine ve öğrencilerine üniversitemiz adına çok teşekkür ederim. Bu tür etkinlikler gençlerimizi iş hayatına hazırlama ve teşvik etme yolunda önemli etkinlikler, bu festivalde emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.” diyerek sözlerini tamamladı. Prof. Dr. Hasan Yetim’in konuşmasının ardından ödüller sahiplerine verildi.

eler r a k n e d n e r tö

yönetmen adayları ödüllerini Türk Belgeselde en iyiler Erciyes İletişim’den

Belgesel dalında herkesin merakla beklediği birincilik ödülünü, Türkiye ile Suriye arasındaki sınır evliliklerini konu alan “sınırın ötesindeki gelinler” adlı film ile Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Mustafa Uluç aldı. Uluç, Süleyman Çetinsaya birincilik ödülü olan 2 Bin Liranın da sahibi oldu. İkincilik ödülüne, “Kefenin Cebi” adlı filmi ile yine Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Sevgi Çoban layık görüldü. Çoban, Bin 500 Lira ile ödüllendirildi. Üçüncülük ödülünü, “Demir Uçurtma” adlı filmi ile Marmara Üniversitesi’nden Sedat Aygün elde etti. Aygün’e üçüncülük ödülü olan 1000 Lira verildi. Ayrıca sosyal medyada gösterime sunulan filmler arasından izleyicilerin seçtiği kurmaca ve belgesel dalından birer filme facebook beğeni ödülü verildi. Belgesel kategorisinde facebook beğeni ödülünü, “525” adlı filmi ile Ege Üniversitesi öğrencisi Özkan Emre aldı. Emre, 500 liranın da sahibi oldu. Kurmaca kategorisinde Metin Erksan birincilik ödülünü, İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencisi Utku Ali Güler, “Küçük Adamlar” adlı filmi ile aldı. Güler, 2 Bin Liralık ödülün sahibi oldu. “Buhar” adlı filmi ile ikincilik ödülüne layık görülen Kadir Has Üniversitesi öğrencisi Abdurrahman Öner, Bin 500 Lira ile ödüllendirildi. Üçüncülüğü “Ters Köşe” isimli filmi ile Mimarsinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğrencisi Yusuf Yılmazsoy elde etti. Yılmazsoy Bin Liralık ödülün sahibi oldu. Kurmaca Dalı Facebook Beğeni Ödülü ise “Gitti” isimli filmi ile Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğrencisi Halil Aygün’e verildi. Aygün Bin Liralık ödülün sahibi oldu.


Mayıs 2013

10

Kampüs

Haber

Pazara kadar değil mezara kadar konfor Cenazelerin uzun süre muhafazasını sağlamak için, Çorum’da bir firma klimalı tabut üretti. Türk Patent Enstitüsü'nden patentini de almayı başaran tabutta, dirilme sensörü ve dua sistemi de bulunuyor. ONUR MÜLAZIM Çorum’da lüks araçların iç dekorasyonunu yapan Elvan Zorlu, vefat eden babasının cenazesinde yaşadıkları sorunlar nedeniyle klimalı tabut üretmeye karar verir. Zorlu; “Yurt dışında yaşayan akrabalarımızın cenaze törenine katılması için, cenazeyi 2 gün sonra defnetme kararı aldık. Havanın sıcak olması nedeniyle ceset evde kokmaya ve bozulmaya başladı. Biz de bunun üzerine cenazeyi devlet hastanesinin morguna koyduk. Akrabalar geldikten sonra cenazeyi defnettik. Cenazeyi morga koyup geri almak, bizleri manevi açıdan üzdü. Aynı sorunu başkalarının da yaşamaması için klimalı tabut üretmeye karar verdik. 2 yıl boyunca Ar-Ge çalışması yapıldı. Nasıl bir motor takılır, nasıl bir soğutma sistemi uygulanabilir, araştırıldı. Projesini çizerek üretime başladık. Başta derin dondurucu şeklinde oldu ve fazla soğuttu. Yeni motor takarak değiştirdik ve tabuta son halini verdik.” diyerek aslında tiraji komik bu ürünü nasıl ortaya koyduklarını anlatıyor.

çürümemesi ve hafif olması için alüminyum sac ile kapladık. 220 volt elektrikle çalışan sistem sayesinde tabutun içerisi eksi 10 dereceye kadar soğuyor. Tabutun dışarısında bulunan dijital gösterge ile içerisi istenilen sıcaklığa ayarlanabiliyor. Yakınlarının cenazeyi görmek için tabutu açmamaları ve içindeki ısının değişmemesi için, cenazenin baş kısmının geldiği bölümü cam yaptık. Ağırlığı yaklaşık 15 kilogram olan tabutun içine güzel koku yayması için de, ek bir sistem yerleştirdik” diyerek ürettikleri tabutlarda her ayrıntıyı düşündüklerini ortaya koyuyor. Çorum’da yaşanan bir olayı da acı bir gülümsemeyle anlatan Zorlu; “Bir cenazenin morga konulduğunda elinin yanında, morgdan çıkarıldığında ise elinin kalbinde olduğu görülmüş. Yani cenaze canlanmış ama morgda donarak ölmüş. Anlık ölümlerin gerçekleşmesi ve yeniden canlanma ihtimaline karşı tabuta dirilme sensörü ve alarm koyduk.” diyerek sensörün mevtanın hareketlenmesi durumunda öterek haber verdiğini belirtiyor .”

İçinde dirilme sensörü olan tabut

İmamı olmayan köyler için müzik sistemi

Küçük Sanayi Sitesi’ndeki 3 bin metrekarelik kapalı alanda, 45 kişilik ekiple seri üretime geçen Zorlu; “Klimalı tabut normal tabutlardan 20 santim daha uzun. Bu fazlalığa klima motoru koyduk. Tabutun içerisini paslanmaması,

TSE belgesini ve Türk Patent Enstitüsü'nden ürünün patentini alan Elvan Zorlu, klima ve alarm sisteminin ardından tabuta, müzik sistemi de ekler. Zorlu; “Tabuta, USB ve SD kartlara

kaydedilen duaları, dijital ortamda okuyabilen sistemi monte ettik. Camisi olmayan, imamı olmayan köylerde, tabutun üzerinde bir tuşa basılarak Ezan veya Kur’an dinlenebilecek. Bu cenazelerde büyük kolaylık sağladı. Ancak tabutun başında müzik mi olur, dinimizce caiz midir diye insanların tepkileriyle de karşılaştık. Diyanet İşleri ve Müftülük ile görüştük. Dinimizce hiçbir sakıncası olmadığını öğrendik.” diyor.

Arap ülkelerini de serinletiyor Yurt içinde çeşitli il, ilçe, belediye ve köylere gönderilen klimalı tabutlar, yurt dışında da büyük ilgi görüyor. Genellikle iklimi sıcak ülkelerden sipariş aldıklarını dile getiren Zorlu; “Özellikle Fas, Cezayir, Libya, İran, Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’dan talep geliyor. Bu ülkelerde araç dizaynı ile ilgili çalıştığımız müşterilerimiz var. O müşterilerimizden tabut konusunda da yararlanmayı düşünüyoruz.” diyor. Tabutla ilgili Araştırma ve geliştirme çalışmalarının sürdüğünü belirten Zorlu; “Elektrikle çalışan müzik sisteminin pil veya batarya yardımıyla kullanılması için çalışıyoruz. Bu eklentiyi de kısa süre içerisinde monte edeceğiz. Ayrıca ilerleyen zamanlarda, siparişe özel tabutlar da üreteceğiz.” diyerek klimalı tabutun geleceğinin parlak olduğunu gösteriyor.

Cenazeyi morga koyup geri almak, bizleri manevi açıdan üzdü. Aynı sorunu başkalarının da yaşamaması için klimalı tabut üretmeye karar verdik. 2 yıl boyunca Ar-Ge çalışması yapıldı. Nasıl bir motor takılır, nasıl bir soğutma sistemi uygulanabilir, araştırıldı. Projesini çizerek üretime başladık. Başta derin dondurucu şeklinde oldu ve fazla soğuttu. Yeni motor takarak değiştirdik ve tabuta son halini verdik.


Kampüs

: Vintage

Haber

Modanın dönüşüm adresi:

Kapitalist sistemin yaygınlaşmasıyla insanlık tarihinde yer edinen ve her dönemde kendi tarzını ve kitlesini oluşturmayı başaran moda; mevsimlere göre değişen renkleri, modelleri ve tarzıyla kitleleri peşinden sürükler. Üretilen her yeni metayı büyük bir hızla tüketen bireyler ise zamanla aynılıklarından sıkılmaya ve değişim aramaya başlarlar. İşte bu arayış içinde eskiye yönelen nostalji tutkunlarının adresi vintage ise son iki yıldır Türkiye’de gelişim gösteren ve neredeyse patlama yapan bir moda anlayışı. Vintage akımının Türkiye’ye taşınmasında manken ve tasarımcı Ece Sükan öncü konumda sayılabilir. Yavaş yavaş ünlüler arasında tarz haline gelen vintage kıyafetler ve eşyalar artık her kesim ve yaş grubundan insanların ilgisini çekiyor. Daha önce yurt dışından alma imkânı olanların sahip oldukları bu tip eşyaları satan butiklere Türkiye’de de rastlanmaya başladı. Şimdilik nadir bulunsalar da zamanla çoğalacak gibi görünüyor. Sosyal medya üzerinden satış yapan vintage butiklerin de yaygınlaşmasıyla birlikte bu nadide eşyalar makul fiyatlarla sunuluyor.

“Vintage başlı başına bir hayat tarzı” Yalnızca kıyafetlerde değil yaşam tarzlarında da değişime yol açan vintage; giyimden dekorasyona insanların yaşam alanlarına girdiği günden beri modada farklı bir rüzgâr estiriyor. Vintage akımını hayatına entegre eden Bilge Şimşek; “Son yıllarda vintage akımına duyulan ilgi arttı, çünkü gençler eskinin güzelliklerini henüz görmeye başladı ve bu sayede eskiye duyulan özlem arttı. Popüler kültür adı altında çıkan her akım ve her yeni ürün hızla tüketiliyor, yenisi geldiğinde ise eskisinin yüzüne bakılmıyor. Yani bir bağlılık söz konusu değil. Belli bir kesim bundan rahatsızlık duydu ve popüler kültürü reddedip eskiye yöneldi. Sandıktan eski kıyafetler çıktı, antikacılar uğrak mekânlar haline geldi. Bu sayede vintage akımı doğdu.” diyor. Şimşek, popüler kültürün bir parçası olmaktansa özgünlüğü benimsediğini belirtirken; “Hayallerimin, hayat görüşümün ve tarzımın başka insanlar tarafından

belirlenmesini istemiyorum. Daha doğrusu herkes gibi olmak istemiyorum. Bence vintage zaten başlı başına bir hayat tarzıdır’’ diyerek bu modanın yaygınlık gösterme amacını da ortaya koyuyor.

Magazin güncel modaya yönlendiriyor Kitle iletişim araçlarıyla sunulan tanınmış kişilerin hayat tarzları, kıyafetleri hatta kullandıkları renklerin dahi moda olduğu günümüzde; bu insanların takipçileri ve kendilerine örnek alanlar da onlar gibi giyinmeye, yaşamaya ve neredeyse düşünmeye başlıyor. Magazin kültürüne kapılıp gidenlerin yanı sıra farklı olma arayışı içinde olan bireyler yok değil. Halil İbrahim Başaran, tüm bu yönlendirmelerin dışında farklı olmanın gerektiğini düşünerek vintage akımına ilgi duymaya başlıyor. Başaran; “Beş sene öncesine kadar herkes tek tip giyinmeye başlamıştı. Tek tip derken tam olarak anlamından bahsediyorum. Magazin haberlerinin sunduğu ‘ikoncanlar’ ne giymişse pop kültüründen beslenen bireyler, bunların aynısını kopyala yapıştır usulüyle kendi görünüşlerine eklediler. Pop kültüründen uzak, siyasi ve yaşayış olarak marjinal olan bir grup bundan sıkılmış olsa gerek, nostalji sevdamızın da yardımı ile modada eskiye dönüşü seçtiler. Pop kültüründen kendilerini ayırmalarının yanında göze de hitap eden bir tarzları vardı. Değişime yatkın olan bireyler de bunlara ayak uydurarak akımın belli bir kitleye yaydı.” diyor ve ekliyor; “Eskinin popüleri, eleştirilerini ise kaçınılmaz olarak alıyoruz. Ancak yaratıcı olanlar kendi tarzlarını oluşturabiliyor, geri kalanlar ise diğerlerinden kopyalıyor.”

“Duyguyu yaşayarak giyinenler devam ederler” İstanbul farklı kültürlere yaptığı ev sahipliğini burada da ortaya koyuyor. İstanbul’da bulunan Sentetik Sezar; yurt dışından vintage elbise temin etme imkânı olmayan alıcı kitleye hitap eden bir butik. Vintage akımına kapılanların uğrak yeri olan Sentetik Sezar Butiki’nin işlet-

mecileri Yılmaz Ordukaya ve Derya Gültekin; aslında üniversite mezunu fakat antikalara olan ilgilerinden dolayı eğitimini aldıkları meslekler yerine butik işine yönlenirler. Asıl mesleği gıda mühendisi olan Yılmaz Ordukaya; “Biz eski hastasıyız. Normalde sevgililer hafta sonları cafelerde gezer, biz eskici gezeriz. Kendi işlerimizden çıkıp, risk alıp bu işe girdik. 6 aydır dükkânımız var. Fakat 6 yıldır da ilgimiz var.” diyerek bu işi riskli de olsa gönülden yaptıklarını anlatıyor. Derya Gültekin’in ise dedesi antikacılık yapıyor ve dolayısıyla eski eşyalar küçük yaşlarda ilgisini çekiyor. Gültekin, gençliğin vintage eşyalara yönelen ilgisini de şöyle açıklıyor; “Modanın şu anki halinden dolayı herkes aynı şeyi giyiyor. O yüzden bu modaya dönüş oldu. Her yaş grubuna değil gençlere hitap etmeye çalışıyoruz. Aldıkları eşyalar kendilerinden başka kimsede olmuyor. Hem tarz hem de fiyat açısından yaş grubuna ve ilgili kitlesine uygun. Bence bir heves değil. Belli bir kesimi var ve modadan daha derin bir yere sahip olmasının sebebi de bu oldu. Diğer insanlar bir süre sonra bıkabilirler, fakat duyguyu yaşayarak giyinenler devam ederler.” diyor. Butikteki tüm ürünler satış amaçlı bulunmuyor. Butiğin kapısından girdiğinizde sizi aile büyüğünün evine gelmişliğin verdiği sıcaklık karşılıyor, sonra ise aynı samimiyette sohbet. Antika daktilolar, bavullar ve daha nice eşya yalnızca sergilenmek üzere orada bulunuyorlar. Ürünleri ise şahıslardan değil, artık yavaş yavaş yaygınlaşan vintage toptancılarından alıyorlar. Ayrıca yurt dışından ürün getirdikleri de oluyor. Sentetik Sezar yalnızca Taksim’deki butikten değil, Facebook üzerinden de vintage tarzını benimseyen kitleye ulaşmaya çalışıyor. Sayfa üzerinden satış yapıyor. Ürünlerin fotoğraflarını iç çekimlerde Derya Gültekin, dış çekimlerde ise Yılmaz Ordukaya yapıyor. Ordukaya; “Yaşayarak yapıyoruz bu işi. Fotoğraf çekimlerini müşterilerimizle yapıyoruz. Gönüllü olarak modellik yapıyorlar. Hatta butikteki tüm kıyafetleri deneyerek poz verebileceklerini ve bundan oldukça zevk alacaklarını söylüyorlar” diyerek alıcı kitlenin de sempatisini kazandıklarını belirtiyor.

İnsanlık tarihinin kaybolmayacak nadir olgularından biri olan moda; vintage akımıyla dönüşüme uğruyor. Şimdilerde butik vitrinlerini süslemeye başlayan vintage eşyalar; daima yeniye yönlenen, ancak bu yenilik içinde farklılık arayan bireylerin de kendilerini popüler kültürden arındırma noktası olarak görülüyor. ESRA ÖZDİLİM

11

Mayıs 2013


Mayıs 2013

12

Kampüs

Fotokampüs

Oyun mu y oksa gerçe

k mi?

Fotokam pü ladığımız s’ün bu sayfasın da yayın fo oyunların toğraflar sırada n çocuk da çekilm Kayseri iş k a r e le Cu r tesadüfe mhuriyet Meyd değil. anı’nda n karşıla ştığımız çocuklar bu ın nemediğ henüz nedenini manzara imiz kav ö gaları es ğrefotoğrafl nasında andı ve bu karele artık top r “şiddet lu dedirtec mun her kesimin ek niteli de var” kte. Bu fotoğ raflarda ç ocukların de görün en ifade yüzlerin ye sadec ve sıklık e film, d la da bü izi y üklerin kavgala karıştık rda rastl ları ıyo 8-10 yaş larındak ruz. i bu erkek karşısın daki diğ çocuğun er , üzereyk en takın çocuklara vurm d ak ığı hidde desi ve b tli yüz if ur akarak be adaki kız çocuğ unun ko denen a rldığı şek de yaşan il, günüm an toplu üzms kadına y önelik şid al ve özelliklede det tartı konunun şm temeline gerektiğ nereden alarında inin bir gösterge inilmesi Oyun m si aslı ug cak çocu erçek mi bilemiy nda. kların b u davran oruz ande doğal ışlarının olmadığ hiç ı aşikar.

Foto kampüs AHMET SO

YDOĞAN


Kampüs

oto F kampüs Türkan ŞORAY Özel

Fatih ÖZER

Türk sinemasının Sultan’ı Türkan Şoray, Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin bu yıl 6.sını düzenlediği Erciyes Film Festivali’ne katıldı. Erciyes Üniversitesi öğrencilerinin yoğun ilgisiyle karşılaşan Şoray, kendisine yapılan sürprizlerle kimi zaman duygulandı kimi zamansa kahkahalara boğuldu. İşte Gazete Kampüs muhabiri Fatih Özer’in gözünden Türkan Şoray.

Fotokampüs

13

Mayıs 2013


Mayıs 2013

14

Kampüs

Haber

Gel Oyna Al Oyna “Bu kütüphanenin kuruluşu tüm resmi kurumların ve sivil toplum kuruluşların dikkatini çekti ve beğenisini kazandı. Türkiye’de bir ilk olan Bergama Oyuncak Kütüphanesi’nden sonra Antalya, Ankara, Eskişehir, Balıkesir ve İstanbul gibi birçok ilde benzeri oyuncak kütüphaneleri açılmaya başladı. Tüm ülke çapında beğeniyle ve sorumlulukla yürütülen çalışmalarla ailesinin maddi geliri kısıtlı olan çocukların yüzü gülüyor.”

Bergama Belediyesi’nin anaokulu ile birlikte hizmet veren oyuncak kütüphanesi projesi 11 Temmuz 2009 yılında başladı. Bergama Belediyesine tahsis edilen Sümerbank Tekstil fabrikasında kurulan kütüphane, 11 Nisan 2010 tarihinde yapılan açılış töreniyle hizmete girdi. Türkiye’de bir ilk olan Bergama Oyuncak Kütüphanesi’nin sloganı ise “Gel Oyna Al Oyna” oldu. Bergama Anaokulu’nda abonelik sistemiyle çalışan kütüphaneden anaokulu öğrencileri de faydalanıyor. Buradaki tüm öğrenciler aynı zamanda kütüphanenin abonesi. Sümerbank Tekstil fabrikasını devralan Bergama Belediyesi bu alanı en iyi şekilde değerlendirmek istedi. Fabrika içindeki kreş alanını anaokuluna dönüştürdü ve bu okulun içine bir de oyuncak kütüphanesi açıldı. Proje her ne kadar Bergama Belediyesi tarafından oluşturulsa da tek mimarı Bergama Belediyesi değil. Projenin finansmanı İZKA tarafından karşılanırken, İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Marmara Üniversitesi, Ege Çağdaş Eğitim Vakfı ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi birçok kurum ve kuruluş bu projeye destek verdi. Oyuncak kütüphanesi 3-8 yaş arasındaki çocuklara uygun eğitim malzemeleri, bloklar, kuklalar, masklar, oyuncaklar, legolar ve kitapların arşivlendiği bir yer. İlçede çocuğuna oyuncak alamayan herkesin gelip oyuncak alabileceği ve oynayıp gideceği yer oyuncak kütüphanesi. Çocukları anaokulu düzeyinde olan ve maddi gücü yetersiz olan veya çocuklarına çeşitli eğitici oyuncaklarla eğlendirmek isteyen ailelerin abone olduğu kütüphane, yoğun bir ilgi ve sevgiyle dolu bir yer.

Bergama’nın zenginleri de destek olmak istiyor Oyuncak kütüphanesi çok fazla oyuncak ve eğitici malzeme barındırmasa da çocukların taleplerine cevap verebilecek düzeyde. Okul Müdürü Ümit Duman Bergama’da yaşayan varlıklı kişilerin çocuklara destek olmak istediğini belirterek “Şimdilik çocuklarımızın çok fazla oyuncakla kafasını karıştırmak istemediğimizden bu kişilerin isteklerini maalesef geri çevirmek zorunda kalıyoruz. Belediye başkanımız da bu konuda çok hassas davranıyor. Kendisi çocukların daha eğitici ve zekâ geliştirici oyuncaklarla oynaması gerektiğini söylüyor.” diyor. Zenginlerin yardım etmek istediklerini söyleyen Duman “Eğer ihtiyaç duyarsak onların bu isteklerini yerine getirebilmek için elimizden geleni yaparız.” diyerek bu konudaki hassasiyetini ifade ediyor.

Tüm ülkedeki çocuklar için tüm illere emsal oldular Bergama Oyuncak Kütüphanesi tüm ülkedeki oyuncak kütüphaneleri için bir öncü oldu. Duman: “Bu kütüphanenin kuruluşu tüm resmi kurumların ve sivil toplum kuruluşların dikkatini çekti ve beğenisini kazandı. Türkiye’de bir ilk olan Bergama Oyuncak Kütüphanesi’nden sonra Antalya, Ankara, Eskişehir, Balıkesir ve İstanbul gibi birçok ilde benzeri oyuncak kütüphaneleri açılmaya başladı. Tüm ülke çapında beğeniyle ve sorumlulukla yürütülen çalışmalarla ailesinin maddi geliri kısıtlı olan çocukların yüzü gülüyor. Beş yaşında başlayan 12 yıl zorunlu eğitimin ilk evresindeki maddi geliri

Bergama Belediyesi ve İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) işbirliğiyle kurulan Türkiye’nin ilk oyuncak kütüphanesi çocukları gülümsetmeye devam ediyor. Oyun alanlarında diledikleri gibi oynayan çocuklar, isterlerse ödünç oyuncak da alabiliyor. EMİR KENEL

düşük ailelerin çocukları da bu sayede eğitimleri için gerekli olan eğitici oyuncaklara, boyama ve okuma kitaplarına bu kütüphaneler aracılığıyla rahat bir şekilde ulaşabiliyor.” diyor.

Aileler bu durumdan çok memnun Bergama Oyuncak Kütüphanesi’nden yararlanan aileler de bu durumdan çok memnunlar. Çocuklarına oyuncak alma imkânı olmayan aileler, oyuncak kütüphanesinin onları çok mutlu ettiğini belirtiyor. Anasınıfına giden 5 yaşındaki Atalay Çam’ın annesi Arzu Çam, “Benim oğlum da anasınıfına devam ediyor, birçok arkadaşı oldu. Sosyalleşmesi ve kendini ifade edebilmesi anlamında okulun çok yararını gördük. Maddi durumu iyi olmayan mevzu bahis ettiğimiz aileler, zaman zaman çocuklarına oyuncak alamadıkları için çocuklarına karşı mahçup kalıyor. Ancak bu kütüphaneden aldıkları oyuncaklarla hem çocuklarını mutlu edebiliyorlar, hem de kendilerini çocuklarına karşı daha iyi hissedebiliyorlar. Bu imkânlar tüm ülkede giderek yaygınlaşmalı ki, daha fazla anne-baba ve çocuk mutlu olabilsin. Türkiye’de maddi durumu kötü ailelerin çok olması sebebiyle bu tür projeler, hem bu ailelerin hem de çocuklarının yüzünü güldürmeye devam etsin. Tüm ülkede sorumlu okulların ve sivil toplum kuruluşlarının da bu projelerden örnek alması gerekiyor.” diyor. Çocukların yüzünü güldürmeyi ve onlara eğitim vermeyi amaçlayan oyuncak kütüphanelerinin Türkiye’de kurulmasına öncülük eder Bergama Oyuncak Kütüphanesi. Tüm Türkiye’deki illere ve ilçelere örnek olarak, her ilde en az bir oyuncak kütüphanesinin kurulmasına katkı sağlaması, çocukların yüzünü güldüreceğe benziyor.


Kampüs

Haber

15

Kayserili

Şampiyon kanaryalar

Mustafa Yavuz’un ailesinin bir ferdi gibi gördüğü kanaryaları, geçtiğimiz Kasım ayında ilki düzenlenen Uluslararası Doğu Akdeniz Kafes Kuşları Yarışması’na katılan 6 bin kuşu geride bırakarak şampiyon oldu. BURAK KAYA

Kayseri’de bir ilaç firmasında diyabet eğitim uzmanı olarak görev yapan Mustafa Yavuz’un kuşlara olan merakı 30 yıl önce başladı. İlk günlerde beş kuşuyla beraber kendine kurduğu dünyayı büyüten Yavuz; bugün Harz-Roller cinsi 120 kanaryasıyla yaşıyor. Eşi ve üç kızıyla yaşadığı 4 odalı evinin bir odasını ayırdığı kanaryalar, Mustafa Yavuz’un en büyük tutkusu. Bu tutkusu sayesinde büyük başarılara imza atan Yavuz; İstanbul’da ilk defa düzenlenen Uluslararası Doğu Akdeniz Kafes Kuşları yarışmasında 6 bin kuş arasından kendi kuşlarının şampiyon olarak çıkarmayı başardı.

“Antrenmanlarla hazırlandık yarışmaya” 5-12 Kasım 2012 tarihleri arasında İstanbul Feshane’de düzenlenen 1. Doğu Akdeniz Ülkeler Şampiyonası’na; Yunanistan, Bulgaristan, Malta ve misafir olarak İtalya ve İspanya katıldı. Gerçekleştirilen “Balkan Şampiyonası”ndan ötüş kategorisinde birincilikle ayrılan Yavuz, kuşlarının başarısıyla gurur duyduğunu belirtirken, emeklerinin karşılığında aldığı bu başarıyı evlatlarıyla gurur duyan bir baba gibi anlatıyor; “Birkaç kanarya tutkunu arkadaşla ülkemizi kuşlarımızla biz temsil ediyorduk. Yarışmaya günler öncesinden kuşlarımı salonun ortasına getirerek rahat ferah bir ortamda sürekli ötüşmelerini sağlıyordum ve bunu yarışma gününe kadar sürekli olarak tekrarladık. Yarışma günüde eğlenceli bir ortam içerisinde kuşlar arasında kıyasıya bir rekabet vardı ve bu müthiş rekabetin sonunda da benim kuşlarım birinci geldi.”

“Benim için bir merak veya hobi değil, kanarya benim için bir tutku” Çocuk yaşlarda annesinin kafes içinde aldığı beş kanarya ile başlar

Yavuz’un tutkusu. Yaşı ilerledikçe daha çok kuş sahibi olmaya başlayan Yavuz, zamanla profesyonel bir kuş eğitmeni olur. Her gün yeni araştırmalar peşinde koşar ve kuşlarını nasıl daha iyi besleyebileceğini, nasıl daha iyi yetiştirebileceğinin yollarını arar. Yavuz; “İlerleyen yaşlara doğru benim için bir tutkuya dönüştü kanaryalar ve her geçen gün sayılarını artırdım. Daha iyi nasıl beslerim diye sürekli araştırma ve çalışma içindeydim ve sonuçta müthiş bir özen içinde yetiştirdim hepsini.” diyor ve kuşlara olan sevgisinin, harcadığı emeğin kelimelere sığmayacak kadar yoğun olduğunu belirterek ekliyor; “Çocukluğumdan beri iç içe olduğum bu müthiş varlıklar benim için bir merak ve hobiden öte bir sevda bir tutku adeta. Her türlü ihtiyaçlarıyla bir heves ve özen içinde ilgileniyorum. Evimin bir odasını onlara vermemin tek nedeni de budur aslında değer ve önem”.

“Bu tutku benimle mezara gidecek” Ailesinin ve yakınlarının kuş tutkusuna alıştığını ve artık kimsenin yadırgamadığını söyleyen Yavuz; “Yakınlarımız, anne ve babam kimse bir şey demiyor herkes alıştı. Bir de başarılı olunca, daha da ciddiye almaya başladılar. Daha önceleri kuş deyip geçiyorlardı ama kuşlarımın şampiyonluğundan sonra demek ki boş bir şey değilmiş diye düşünmeye başladılar.” diyor ve ekliyor; “Yaklaşık 120 tane kanaryam var ve bunlar kaliteli ırk kuşları oldukları için sesleri rahatsız edici değil huzur vericidir. Bu yüzden komşularımızdan da şikâyet gelmez çünkü dediğim gibi hem rahatsız edici sesleri yok hem de çok yüksek sesle ötmüyorlar. Kısacası kuşlarımı ve beni tüm çevremiz özümsemiş durumda.” Yaşamının ve evliliğinin her aşamasında kuşlarını mutlaka yamacında tutan ve onlara evlat sevgisiyle yaklaşarak en güzel koşullarda bakımını sağlayan Yavuz için vazgeçilmez bir tutku kuş sahibi

olmak. Yavuz; “Bu tutku gerçekten bırakılacak bir şey değil. Öyle zannediyorum ki bu benimle mezara kadar gidecek. Sayılarını azaltmayı düşünmedim mi? Aslına bakarsanız bir ara böyle bir düşüncem vardı ama onlar yavruladıkça birbirlerinden ayırmak istemedim. Ama şunu söyleyebilirim ki bir tane dahi olsa bu tutkumu hayatımın sonuna kadar sürdüreceğim. Emekli olduğum zaman benim için de bu büyük bir uğraşı olacak bu kanaryalar aynı zamanda.” diyerek hem tutkusunu bir kez daha vurguluyor, hem de onların hayatın en büyük uğraşı olduklarını ortaya koyuyor.

“Odalarını kuşlara kaptırmaktan dolayı biraz kıskanıyorlar” Kuşlarını da evlatları gibi görüyor ve ilgileniyor olmasının kızları tarafından biraz kıskanıldığını da belirten Yavuz; “Kızlarım kuşlarla aslında pek fazla ilgilenmezler ama ben kuşlarla ilgilenirken onlar da merak edip yanıma geliyorlar ve kuşlarla ilgilenmeye çalışıyorlar. Büyük kızım odayı kuşlara kaptırdığı için tatlı bir kıskançlık içinde. Ama o da benim kuşları çok sevdiğimi bildiği için bunu olumlu karşılıyor. Çocuklarımla ilgilenememe problemim çok şükür yok işlerimi daima bir program dâhilinde yürüttüğüm için çocuklarıma ve kuşlarıma yeterli zamanı ayırabiliyorum. Fakat yine de yok mu, aslına bakarsınız hala var bir miktar kıskançlık.” diyor. Eşinin ise en büyük yardımcısı olduğunu vurgulayarak şunları söylüyor Yavuz; “Ben aynı zaman gün içerisinde iş yerinde olduğum için su ve gıda ihtiyaçlarını eşim Derya hanım karşılıyor. Temizliği gerçekten zor oluyor ama yine bununda üstesinden eşimle beraber geliyoruz. Bazen ben işim gereği seyahate çıkmak zorunda kalabiliyorum, burada olamadığım zamanlar eşim elinden geleni fazlasıyla yapıyor.” Yavuz bu sözleriyle, sevgiyle verilen uğraşlara dünyada ki hiçbir canlının kayıtsız kalamayacağını gözler önüne seriyor.

Mayıs 2013


Mayıs 2013

16

Kampüs

Sosyal medya

Hazırlayan: Fikret BEKMEZCİ

Facebook’ta Nisan ayında en çok oynanan oyunlar Top Eleven Facebook üzerinden oynanabilen popüler menajerlik oyunlarından biri. Facebook’taki en popüler bilardo oyunlarından Pool Live Tour. Mynetin Çanak Okey, kullanıcıların aynı zamanda arkadaşlarıyla etkileşime girebildiği, hatta yeni arkadaşlar edinip, oyun sırasında sohbet edebildiği bir Facebook oyunu. Diamond Dash, 60 saniyede aynı renkteki taşları tıklayarak daha fazla puan kazanmaya çalıştığınız bir oyun. Dünyada 65 milyon kullanıcıya sahip.

#EFF6 hashtag’ine sahip tweetler

FarmVille ile popüler olan çiftlik yönetimi oyunlarına güzel bir örnek oluşturuyor. Diğer oyunlara kıyasla yerel öğeleriyle öne çıkan oyunda, Peri Bacaları manzarasında ekinlerinizi biçebiliyor, hayvanlarınızı besleyebiliyorsunuz. Okey Plus, Facebook'taki bir diğer okey oyunu olarak listeye giriyor. Okey Plus'ta kullanıcılar oyunları kazandıkça daha çok çip sahibi olabiliyor. Kazanılan çiplerle daha yüksek bahisler açarak iddialarını gösterebiliyorlar.

@FatihhOzerr #EFF6 Festival hızlı başladı; hızla devam ediyor

Zynga'nın Texas Holdem Poker adlı oyunu, tüm dünyada olduğu gibi Türkiyede de oyunseverlerden büyük ilgi görüyor. Adını profesyonel poker oyuncularının en büyük beceri oyunu Texas Holdemdan alan oyunda isterseniz otomatik olarak bir masaya geçebilirsiniz.

@merya_ @MuazzamFikirler #EFF6 Başladı. Haydi Sen de Bu Heyecana Ortak Ol @GazeteKampus @ERUKonsey

Bubble Witch Saga, dünyada da popüler olan bir balon patlatma oyunu. Kullanıcıların en beğendiği oyun türlerinden biri olan balon patlatma konseptini iki yüzden fazla seviyeyle harmanlayan bir oyun Bubble Witch Saga.

@GazeteKampus #EFF6 Saat 1’deki panele herkes davetli muhabirlerimiz konferans salonunda yerlerini aldılar

Candy Crush Saga Facebook’ta da oldukça popüler. Türkiye’de 3.3 milyondan fazla kullanıcısıyla en çok oynanan oyun konumundaki Candy Crush Saga, eğlenceli bir eşleştirme alternatifi. Peak Games’in bir diğer oyunu Okey, genel itibarıyla rakipleriyle aynı özelliklere sahip. Okey, sohbet özelliğinin yanı sıra seri olmasıyla da kullanıcıları cezbediyor.

@irtemhakan Türkaaaannn Şoraaaayyy Sultan geliyor Sultan :) #EFF6

Twitter’da en çok konuşulanlar

@ERUKonsey #EFF6 Erciyes Film Festivali tüm hızıyla devam ediyor. 15.30’da Türkan Şoray bizlerle olacak @merya_

1

107939 Tweet

HAKAN 5 AHMET 50577 Tweet

MEHMET ŞİMŞEK 2 77372 Tweet

KAYAHAN COŞKUN NUMARA 3 Z.70346 4 1254090 Tweet Tweet

ERTEM ŞENER 6 42038 Tweet

TAYYİP ERDOĞAN 7 R.39777 8 YOUTUBE Tweet 38332 Tweet

İletişim Fakültesi Adına İmtiyaz Sahibi: İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza Çakır | Genel Yayın Yönetmeni: Doç. Dr. Hakan Aydın | Yayın Danışmanı: Doç. Dr. Mustafa Akdağ İdari Koordinatör: Yrd. Doç. Dr. Ali Korkmaz | Yazı İşleri Müdürü: Öğr. Gör. Deniz Elif Yavalar | Görsel Yönetmen: Öğr. Gör. Mustafa Bostancı Editör Ekibi: Hilal Sönmez - Elif Kütükoğlu | İstihbarat Şefi: İbrahim Arslan | Redaktör: Neslihan Kızık Sayfa Tasarım: Özden Yılmaz - Merve Karaca - Emir Kenel- Naim Sığın - Emin Eren - Kemal Bolat - Kadir Bendaş - Şefik Kenar - Şükrü Can Başer- Volkan Kalkan - İlker Önal - Erdi İnanç Haber Merkezi: Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Haber Ajansı Adres: Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Talas / Kayseri | Telefon: 0352 4375261 | Faks: 0352 4375261 * Fakülte binamızı yaptıran ve gazetemizin baskı giderlerini karşılayan hayırsever iş adamı Süleyman Çetinsaya’ya teşekkür ederiz.

RAKAMLARLA BİZ beğeni

244 82

takipçi

Gazete Kampüs

@MuazzamFikirler #EFF6 İletişim Fakültemiz, Erciyes Film Festivali kapsamında Sultan Türkan Şoray’ı ağırlıyor..

FARUK ÇELİK


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.