2014
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup
yaz覺lar覺 1. Kitap
By
Elena Kova癟i Uygan
Niko Tsalikis 0 11/12/2014
Burgazada ReUnion meeting 2012 grup sayfamızı güzel yazıları ile zenginleştiren Lena' ya sonsuz Teşekürlerimizle ...
by Elena Kovaçi Uygan
Page 1
Contents Hikaye içinde hikaye!!!!.................................. 4 Hakan'da 5 çayı .................................................. 6 Çağrışım ..... Jaymi TV yoktu dedi de..... .. 8 Adanın lağımları ............................................. 10 Rıza Amca............................................................ 14 Gaipten gelen ses ............................................... 20 Evlere şenlik ........................................................ 26 Burgaz'da kötü tohum olmaz !! ................. 32 Malaka ................................................................... 38 Bir varmış bir yokmuş ................................... 46 Alllaaaaaahhhhhhh !!! ................................ 52 Sisli basliyan bir sabahtan sonra ... ....... 56
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 2
by Elena Kovaรงi Uygan
Page 3
Hikaye içinde hikaye!!!! By Elena Kovaçi Uygan on Tuesday, 5 April 2011
Arkadaşlar, Aki duymamış çağrımı... boşluğu doldurayım bari!......... Aile huzuru bozmamış olmak için(!) isim belirtmeden giriyorum konuya: Günlerden Pazar. Bizim "Oğlum" şehirde çekekte, bakımı tamamlanmış, alınmayı bekliyor ama, eşimin o sıcakta tek başına gidesi yok. Sabah adada iki tur attıktan sonra, buldu tayfayı! Bir heyecan eve geldi," biz -x- ile şehre iniyoruz, tekneyi almaya"dedi... İyi ya! biz de eşi ile çocukları alır, kulübe gideriz diye düşündüm...Onların gelişi akşamı bulacaktı çünkü.. Yarım-bir saat ortalık duruldu. Kimsecikler ortada yok...Derken birden kocam çıkageldi: -"Yaa dedi, -x- in eşi çok kızmış bu işe! Demediğini bırakmamış çocuğa..Hayret, nerede yanlış yaptım ki? Acaba Pazar-Pazar ailesini bırakıp da gitmesine mi ters baktı? Bak şimdi!! huzurlarını bozmuş oldum. Ne yapalım, ben de yalnız giderim artık".. Ben de doğrusu anlayamamıştım ve içten içe de yadırgadım doğrusu. Biz adadakilerin arkadaşlık raconunda bu tür dayanışmalar çok doğaldı çünkü....Bugün ben sana, yarın sen bana bir el verirsin misali, herkesin ihtiyacına koşulurdu...Yarım saat kadar daha ortalık sütlimanken, kocam bir telaş beliriverdi gene: "-Gidiyoruz! dedi...Konuşmuş eşi ile bizimki! Geliyor, benimle! hadi bize eyvallah!"...Ne olduğunu anlayana kadar kapıyı çarpıp çıkmıştı bile!!! ............. Neyse toparlandık, mayolar, havlular, oğlumun kovaları, oltaları, paletleri...adada çekek ister kulübe gitmek çocuğun varsa!!! Kulüpte de adettir, erken gelen kalan gruba yer tutar, yerleştik...derken x'in karısı da çıkageldi. Benim içim Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 4
kıpır kıpır..elebaşı tarafındanım ya! karışmak gibi olmasın istiyorum ama, sormadan da edemeyeceğim: Gayet içten ve açık açık girdim konuya. "Yaa kızım, dedim; sabahki olayda biraz fevri davranmadın mı? Tamam, belki hafta sonu yalnız kaldın diye sinirlendin ama, sonuçta kötü bir şey yok, tekneyi alıp gelecek bunlar..Hani kocan kalsaydı da, gene buraya kulübe gelecektiniz..., çocuk desen, o da mağdur olmamış …………………… -"Bak Lenacım, dedi kızcağız, ben sana benim açımdan olayı anlatayım, sonra konuyu tartışalım: Bu sabah daha karga b.nu yemeden benimki kalktı, ve bana dedi ki: Karıcım, benim canım bugün öğlene şööyle güzel bir kırlangıç çorbası çekti. Eh, bir de enginar halis zeytin yağı ile iyi gider yanında hani! Bir de kukuçsuz (çekirdeksiz) /nazlıyız da üstelik/ vişne kompostosu yaparsan var ya!!!....... Kıyamadım, bir Pazarı var adamın, dedim, bir keyif yapsın...Kalktım indim erkenden sahile ki, balıkçıda kırlangıcı bulabileyim...Oradan gittim manava, enginarları, vişneyi alıp geldim eve. Kırlangıcı koydum pişsin; enginarların yanına havucuydu, patatesi dereotuydu...Vişnelerin tek tek çekirdeklerini ayıkla, ateşe koy hepsini...e ardından da evi topla, çocuğun kahvaltısı bizim kahvaltımız.....Sonra da dikilsin karşıma, bana "ben Taki ile İstanbul'a iniyorum" desin!!!!!! Sen olsan ne yapardın????
by Elena Kovaçi Uygan
Page 5
Hakan'da 5 çayı By Elena Kovaçi Uygan on Monday, 18 April 2011
Kaçımızın çocuğu hayatını Hakan’a borçludur? Adettendi..Küçük çocuğu olanlarca, ikindide ne yapılır edilir, beş gibi Halk partisi’ne gidilip bir masaya oturulurdu. Adanın o köşesi nisbeten daha tenhaydı çünkü. Araba geçmez, yaya trafiği daha az….çocuklar da babalarının geliş saatine kadar orada daha rahat rahat oynarlardı. Adalılar bilir..26-27 Ağustos Ortodoksların dilek keki günüdür. Din farkı gözetmeksizin herkes kekini yapar, kilisede ayinden sonra “Allah kabul etsin”dilekleri ile katılanlarla paylaşır. Biz de öyle yaptık, birer parça da babalarımıza ayırıp vapur saatine kadar -Hakan’da bir çay içeriz-niyetiyle aşağı, sahile indik. Çaylarımız geldi, masaya gelen oturdu, sohbet koyulaştı… Aramızdan bir arkadaş huzursuz.. ikide bir arkasına dönüp oynayan çocuklarımıza bakıyor. -“Ne oluyorsun?” dedim; “rahat otursana! Oynuyor çocuklar ne güzel!” -“İyi diyorsun da, benimki biraz sakardır, başımıza bir iş gelmesin” dedi. -“Takma kafana böyle düşünceleri! dedim, Hakan’da ilk mi oynuyor bunlar”?? Aradan 5-10 dakika geçti geçmedi, arkada ortalık karışıverdi. Bizimki zaten tetikte, fırladığıyla ne görelim, suda portakal renkli bir gömlek, bir batıyor, bir çıkıyor…. -“Çocuk”! diye bağırmamızla önce Hakan, onun ardından vapurdan yeni çıkmış, çıkagelen Aki arka arkaya ok hızıyla suya atladılar! Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 6
Kazazede hasarsız kurtarıldı! -“Anne, diyordu; batıyordum, spor ayakkabılarla dibe vurunca su yüzüne çıkıp nefes alıyordum.” Yaramazlar ortalıkta oynarken, çocuk bu ya, kıyıya bağlı sandalların ipleri ile oynamaya başlamışlar. Sandalın ipini çekip salarken, suda uzaklaşan sandalın ipi gerilince, çocuğun dengesi bozulup denize düşmüştü… Bunun içindir ki, adada çocuk büyütenler, ilk iş onlara yüzme öğretirler. Dört yanımız deniz çünkü…Ne olur…ne olmaz!
by Elena Kovaçi Uygan
Page 7
Çağrışım ..... Jaymi TV yoktu dedi de..... By Elena Kovaçi Uygan on Wednesday, 20 April 2011
Jaymi küçük televizyon dedi de, neler anımsadım.... Kıbrıs çıkartması yılları, adada karartma uygulanıyor. Camlara koyu renk perde ya da mor storları hatırlayan varsa, onlar çekiliyor, cereyanlar kesiliyordu. Eniştem küçük bir Tv bulmuş,30cm. mi ne......şimdi, ben elektrik ney anlamam, kusuruma bakmayın atıyorsam, arkasına da bir şarj cihazı koymuştu. Gündüz şarj olan TV, gece bizi idare ediyordu... Sene ya olimpiyatlar senesi ya da futbol şampiyonası, maçlar var...Erkeklerin durumu malum, içleri de gidiyor, seyredecekler diye...Eniştemin de yüreği elvermezdi: kendi seyredecek, Burgazı mahrum bırakacak.... olmazdı öyle! Bir gece TVyi Müfit' e kurdu. Kalabalık, kıyamet...yer yerinden oynadı. E karartma da var, her gece her gece kalabalık, gruplaşma olmaz......Bir ara verildi.. derken milli takımın maçı mı var ne! Kurdu gene Tv yi evine. Ev ilk kat, ahşap, karakolun sokağında cam çerçeve açık, gelen yerleşti. Bir an bir baktım, girişte iğne atsan yere düşmeyecek, kapı silme dolu, yanda cam ( çift kanat ahşap kelebeklerle sabitlenen cinsinden) silme kafa dolu, üst tarafında da camlar üst üste biniyor ya, kapının önündeki ağaca çıkan onlarca adam, oradan seyrediyor. Sandalye, taburesini çeken, fındık fıstığı cebinde gelen-geçen taifesi de, çıkan tezahürat ve seslerden takip ediyor olayı!!
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 8
Karakol'dan memurlar da siya siya gelmiş, sebepleniyor. Gol olmaya görsün, kritik pozisyon falan, Burgaz inliyor. Artık sonlara gelinirken, güruhun da zıvanadan çıktığı bir anda ( milletin yeterince hevesini almasına izin verecek böyle baba adamlar da vardı), komiser çıkageldi... "-Ne oluyor burada kimin bu TV?" " -Hık..mık..komiserim işte şey..maç..."... " -Yapmayın çocuklar, karatma var, durumlar malum, siz adalılar bari yapmayın" ........ deyince, gençler de iki ettirmediydi.
by Elena Kovaçi Uygan
Page 9
Adanın lağımları By Elena Kovaçi Uygan on Friday, 3 June 2011
Adaların kanalizasyon sistemi denizin açıklarına yönlendirilmeden önce, sahilde çocukların “ Rıza amca’sının” önündeki küçük kayık iskelesinin altındaki bir oluktan denize akardı. Başka bir noktadan da denize kanalizasyon tahliyesi varmıydı, hatırlamıyorum. Sanki Medeni bey burnunda da vardı gibi hatırlıyorum ama, bunun onayını benden daha eski adalı olanlara bırakıyorum... Yine çok sıcak bir Pazar ikindisinde, ASSK.dan dönerken, erkenden eve girmek istemeyen kocam, güzel havanın daha uzun süre keyfini sürmek için çare aramaya başlamıştı...Çok geçmeden buldu da! Tam banyomuzu yapmış, tuzlu sudan arınmışken, aceleyle eve geldi. --“Hadi!, Taso’yu ayarladım (Atina yolculuğunda tanıdığınız Taso) karısı da gelecek, tekne ile Çam Limanı’nda güneşi batıracağız, çocuğu da al, sahilde buluşalım!” Alelacele toparlandım, 4-5 yaşlarında olan oğlumuzu giydirdim, o yıllarda takıldığımız elişi çantam omuzumda, güneş gözlüklerim gözümde, oğlan kucağımda evden fırladım. Allah rahmet eylesin, “Topal İsmail” sağdı..Bizim “Oğlum” ona emanetti ve iskelenin yan tarafına demirlenirdi. Bir de mini-sandalımız vardı, teknenin arkasına bağlar, sahile çıkmalarda kullanırdık. Sahile indiğimde, “ Rıza amca”nın önündeki iskelede, Taso, karısı ve kocam içinde, sandal bizi bekliyordu.
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 10
Kocam deniz aşığıydı. Büyükdere’de, meşhur Hayrullah Reis’in evinde büyümüş, onun tabiri caizse- rahle-i tedrisatından- geçmişti. Bu deniz sevgisini evliliğimiz boyunca bana ve oğluma ne kadar aşılamaya çalıştıysa da, sonradan olma ne de olsa zorlama oluyordu. Yine de bazı esasları bilmemde ısrar etmişti. Denizle şaka olmazdı. Ne olur ne olmaz, fırtına çıkar, kendisi teknede yokken çapa tarar....başımın çaresine bakabilmeliydim. Bu nedenle belki de ilk dersim, kayıkta dengede durabilmek, dengeyi bozmadan atlamak olmuştu.. Sandalda Taso ile karısı oturur vaziyetteydiler. Kocam ayakta, önce oğlumu aldı kucağımdan, sonra da elini bana uzattı. O küçük sandal için fazla kalabalıktık bir kere! Ben sandala atlarken, Taso’nun karısı bana yer açmak için davranıp yer değiştirince, bir anda denge bozuldu. Sahildeki kahvelerde akşamın keyfini süren tıklım tıkış ahalinin şakın bakışları ve çığlıkları refakatinde, sandal bir o yana bir bu yana yalpaladı.... Kocam ayakta, ben ayakta, Taso da oturduğu yerden birkaç akrobasi hareketi yaptıysak da, durumu kurtaramadık. Battığımızı idrak eder etmez /ben denizde burnuma su girmesinden nefret ederim/ bir elimle burnumu kapadım, ve kendimi suya bıraktım... İskelenin önü fazla derin değil...Su neredeyse belimde...Sudan tüm haşmetimle çıktım! Haşmetimle derken, bir elimle hala burnumu tutuyorum, diğer elim, sanki sahilde yürüyüşe çıkmışım gibi omuzumdaki elişi çantamda ve güneş gözlüklerim de gözümde!!! Lağımsa oluk oluk akmakta......Suyun içinde birbirimize baktık, ne olduğunu henüz kavramış değiliz.., bir anda bağırdım: -“Çocuk!!!Çocuk nerde”!!!!?? O bulanık suda el yordamı ile buldu kocam çocuğu!!! Sahilde biriken kalabalıktan onlarca el uzanmış, bizi yukarı çektiler.
by Elena Kovaçi Uygan
Page 11
Allahtan çarşının içinde oturuyoruz o zamanlar; Allahtan şofben yanıyor; Allahtan banyo, kapıdan girer girmez karşıda! Oğlumla daldığımız gibi, kaç su yıkandığımızı, kaçıncı çalkalamadan sonra kendimizi –temiz- hissettiğimizi hatırlamıyorum. O panikle kesinlikle bol miktarda su yutmuş olacağını tahmin ettiğim oğlumun ağzını ve burnunu da bolca çalkalamama, ardından da aspirin yutturmama rağmen, filmin devamını engelleyememiştim: Ertesi gün, ateşler içindeki çocuğu kaptığım gibi, Dr. Duenyas’ta buldum kendimi. -“Dr. Bey, dün biz lağımın oraya düştüydük...” dememle, rahmetli: - “Haa siz miydiniz o denize düşenler!?”demesin mi? Burgaz ailemiz böyledir işte! Haberin iyisi de, kötüsü de anında yayılır sakinleri arasında!!!
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 12
by Elena Kovaรงi Uygan
Page 13
Rıza Amca By Elena Kovaçi Uygan on Friday, 28 July 2011
Engin usta ister de yazmazmıyız?? Daha önce bu konuyu yazdım diye hatırlıyorum ama, galiba Reunion'da değil.. RIZA AMCA Babam, adaya Pazar günleri gelir, çok zorlarsak bir gece kalır, Pazartesi erkenden giderdi...Gerek şehirde, gerekse adada, evden çıkışını kimsecikleri uyandırmadan yapardı; öyle ki, bazen dış kapının belli belirsiz çekildiğini duyar, gittiğini anlardık. Çalışmak onun için kutsaldı. Mısır çarşısındaki dükkanımızın kepenklerini 60 yılı geçen süre zarfında, aksatmadan her sabah çarşının kapısının açılışı ile açar, akşam da kapılar neredeyse onunla kapanırdı. “Pazar günü de çarşıyı açsalar, Pazar da çalışırım” derdi... Çocuklarımızın oyuncakları, adada Rıza amcadan temin edilirdi. Yılın trendi ne ise, vitrinde sergilenir, kedi ciğere bakar gibi vitrine yapışan çocuklarımızı çoğu zaman uzaklaştırmakta zorlanırdık. Her yeni çıkan oyuncak da alınırmıymış canım!!!...Geçiyorum gene bir gün önünden, benim oğlan yapışmış cama, Rıza amca bana dönüp: “-Söyle şu babana, sabahları vapura yetişeceğim diye koşmasın!” dedi. -“Babam vapura yetişmek için koşuyor mu?” diye şaşırdım. -“Bazen geç kalıveriyor...dükkan yerinden kaçmaz!... Bak şimdi, babana de ki, Rıza amcamın selamı var de, Kaşık adasında bir mösyö Danon oturur de...Mösyö Danon, sabahları şehre inmek için sandalı ile sahile yanaşır, karaya çıkar, vapura koşanlara karışır, ama hiiiç istifini bozmadan, keyfince iskeleye yönelir. Bir sabah, koşanlardan biri Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 14
yanından geçerken seslendi:- “Mösyö Danon, koş!! Vapur kalkacak!! O da gayet sakin cevap verdi: -“ Vapurlar gelir, gider, Danon giderse, bir daha gelmez!” ...Haa şimdi git babana şöyle de, Rıza amcam dedi ki de .....vapurlar gelir gider.....anladın mı??? İşte ada halkı birbirine böyle sahip çıkardı...Gülüştük, teşekkür ettim, babama da aynen ilettim. Nasıl hoşuna gitti anlatamam!! Göbeğini hoplata hoplata güldü, teşekkür etti.. Aradan ne kadar geçti, hatırlamıyorum...bir yıl,..iki yıl....bir akşamüstü dediler ki: “-Rıza amca ölmüş!” -“Nasıl yani,- ölmüş- !?” -“Yaa sormayın, oyuncak almaya indiydi şehre....Sirkecide, iskelede, elinde paketler... bir koşu vapura yetişeyim derken...havalar da sıcak!....” Allah rahmet eylesin!
by Elena Kovaçi Uygan
Page 15
Hüseyin By Elena Kovaçi Uygan on Wednesday, 10 August 2011
Huseyin, ya da Hüseyin, Burgaz’ın emektar fırıncısı. Yıllarca adaya, adalılara ekmeğini o sağladı. Bakmayın şimdilerde artık ekmeğin her bakkalda satıldığına! Eskiden mecburi, herkes ekmeğini ondan alırdı. Hüseyin, Karadenizli olmanın tüm özelliklerini taşır. Çabuk parlar, ağzına gelen sözü esirgemez ama şakadan da anlar, şaka kaldırır çünkü eski adalıların en belirgin çizgisi neşeli olmaktı. İnsanlar birbirlerine sataşmak için fırsatı kaçırmaz, ondan sonra da kime ne demişler, ne yapmışlar, ne reaksyon almışlarsa, kahvede tavla oynarken, Hakan’da çay içerken, ASSK da güneşlenirken birbirlerine anlatıp uzun uzun, yüreklerinin taa içinden gülerlerdi. İnsanlar şimdiki gibi dert yüklü değildi, stres falan da yoktu, adaya eğlenmeye, doya doya yaşamaya gelinirdi. Dolayısile örneğin geceyarısı keyifle yürüyüp şarkı söyleseniz, kimse size camdan “-Sus! Uyuyoruz herhalde burda!” diye bağırmazdı. Polis gece gelip klübün müziğini saat 12’de “şikayet var” diye kapatmazdı..... Hay Allah, Hüseyin’den nerelere geldim! Ne diyordum,.... insanlar birbirlerine takılmadan yapamazdı.
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 16
Akşamüstleri mesela Pepo, fırının önünden geçerken illa ki Hüseyin’e : “-Huseyiiiin yarim ekmek yonder, payton ilen, akşama misafir var!” demese çatlardı, bilird ki Hüseyin arkasından küplere binecek, kapıya çıkıp “Yürü git be! dinini imanini...” diye bağıracak... O yıllar, para kazanmak şimdiki gibi aslanın ağzında değil, yine de insanların hesabını yaptığı, öyle paraların savrulmadığı, savuranın da ayıplandığı yıllar...Buzdolabıydı, fırındı, evlerimizde ya yoktu, ya da yazın denklerle çıkarılır, kış geldi mi yine gerisin geriye indirilirdi. Fırıncı Koço da kapanınca, evlerde fırın yok ya! Tepsiler başlardı Hüseyin’e getirilmeye.. Börek mi açtın, haydiii tepsi Hüseyin’e...Karnıyarık? bir koşu tepsi Hüseyin’e...kuzu fırın?.. “Oğlum atıver şu tepsiyi Hüseyin’e, acelesi var annemin de..ilklerden atsın pişirmeye!!” Eh, söylemesi ayıp, kızkardeşim de köfte patates yapmış, evde de iki çocuk, eniştem Argiri’yi yollardı tepsiyi almaya. Argiri’nin muziplik kanında var. Küçükken eşeğe sataşmaktan kulağını bile kaptırmış, akıllanmamış... Tepsiyi alırken Hüseyin’e: -“Hüseyiiin buradan patatesler eksilmiş gene!!!” -“Namkioooor! Patates eksikmiş!! Sen patatesleri bırak, köfteleri say köfteleriii!!!” ................
by Elena Kovaçi Uygan
Page 17
Bir ara, kulaktan kulağa yeni bir haber yayıldı. “–Duydunuz mu Hüseyin’in yeni numarasını? Tuzsuz ekmek istedi bu sabah yaşlı bir kadıncağız, Hüseyin de bugün tersinde, ona dedi ki:” –Reçeten var mi?” Kadıncağız şaşkın, belli ki Hüseyin’i tanımıyor, ya da tavırlarına alışık değil; bize döndü, gözleri şaşkınlıktan faltaşı : “-Reçete istiyor bu!!!??” Hüseyin’in tersliklerine alışık olmayanlardan birisi de arkadaşımız Tasos’nun kayınvalidesiydi. Fırına her gittiğinde tedirgin yaklaşırdı Hüseyin bir laf eder diye... merhabasını söyler, ricasını eder, ekmeğini alır giderdi “aman asabını bozmayayım” korkusu ile... Hanım hanımcık, kimsenin tavuğuna “kış” demeyecek, sakin, dünya tatlısı sessiz bir kadın.. Bir sabah, toplamış üç- beş bozukluk ne varsa, ekmek dediğin zaten kuruşla o zamanlar, gelmiş fırına ekmek almaya... Ama şansa bak ki, o gün Hüseyin ”terso”. “-Sen bu kuruşlarla anca gofret alırsın!” demiş, ekmeği verene kadar etmediğini bırakmamış. Biz de arkadaş’ta kahve içiyoruz, baktık madam Despina geliyor ama eli ayağı titriyor...Oturtup bir güzel onu sakinleştirdik, herbirimiz Hüseyin’le olan kendi deneyimlerimizi paylaştık, asabı düzelince unutacağını anlattıysak da, kadıncağız bir türlü hazmedememişti başına geleni... Günü akşam ettik, yemekten sonra mutad toplanma mekanı Hakan’da toplanmaya başladık. Oturduğumuz on dakikayı bulmamıştı, baktık uzaktan madam Despina bir telaş geliyor,...ne gelmesi, gelmiyor, adeta uçuyor...arada da gülmekten kendini tutamadığı anlaşılmasın diye eliyle gayrı ihtiyari kulaklarına varan ağzını kapatıyor... Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 18
“-Bilseniz çocuklar.. hihi....ne oldu....hihihihi..Tam size geliyorum, Dimitro’nun önünde bir baktım Hüseyin, yanında da Hasan Biçer, bana doğru geliyorlar...Bir de ne göreyim??? Hüseyin'in elinde bir gofret!!!! Tam sırası dedim kendi kendime, artık ne olursa olsun deyip, elinden tuttum: “Gördün mü Hüseyin, benim o kuruşlarım olmasaydı, sen bu gofreti yiyemezdin” dedim....-“Git başımdan! Bela mısın be kadın?”..diye gürledi ama, ohhh ben rahatladım, yürüdüm geldim! Hüseyin bugün artık durulmuş, oturmuş.. Artık eski parlamaları olmadığı gibi, eskisi gibi ona sataşan da var mıdır, bilmem, bilinmez....ada o kadar kalabalıklaştı, o kadar yabancılaştı ki....En son kulağıma gelen anekdot, en az 15 yıl önce Nova’ya “İncilazca” öğreteceğini vaadetmesiydi. Bir de, bir ara cins köpek modası gelmiş, herkes bir köpek edinmiş, sonra da bakımını göze alamayıp, adaya terkedip gitmişlerdi...Ekmek almaya gittiğimde, dert yandıydı: “Sokaklar köpek doldu!! Modaymiş! Günahtir be! Saldilar cittilar cins cins hayvanlari!!! Bir de bakiyorlardi, sanirsin evin adami, yataklarina alirlar, tabaklarindan yemekler yedirirler...İt bu be!!!” Kulakların çınlasın sevgili HÜSEYİN!!!!!!!!
by Elena Kovaçi Uygan
Page 19
Gaipten gelen ses By Elena Kovaçi Uygan on Friday, 19 August 2011
1997 de başlamıştı her şey... Balkondayım, sokakta olağanüstü bir hareketlilik...”Hayırdır?” dedim geçmekte olan Jönev’e. “-Duydun mu sesi?” dedi. Saat 19.00 gibi. Adanın en civcivli zamanı. Millet işten dönüyor ya, faytonların biri gidiyor, biri geliyor, atların dört nala geçişleri, vapur düdükleri, bisiklet ve fayton çıngırakları, çocuklarına seslenenler...... “-Ne sesi?” dedim. -“Aya Yani’nin oradan bir ses geliyormuş.” “-Nasıl yani?” “-Bilmem, herkes başka bir şey söylüyor, ben bakmaya gidiyorum, gel hadi!” O anda, Jönev’in yanından geçmekte olan çaycı Sabri’nin eşi Behice, balkon’daki Şule’ye aynı şeyi anlatıyor.....Allah allaahhh!? Tam yemek vakti; denizden dönmüş, yıkanmış paklanmışız..Aşağıda bahçede sofra hazır, kocalar geliyor, “sırası mı şimdi, amaan kimbilir ne uydurmadır”, deyip işimize döndük. Yemeğe oturmuşuz, ortalık panayır meydanı. Akın akın kalabalık, Aya Yani’ye doğru gidiyor. Hayırdır inşallaaah..Masayı toplar toplamaz: -“Ben gidiyorum, dedim; var mı gelen?” Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 20
Erkekler dalgasını geçti, kızkardeşimle fırladık çıktık ki, kuaför Ahmet’in köşeyi döner dönmez ne görelim? Yokuşun başından başlıyor izdiham, adanın yarısı orada. Ne kadar çocuk varsa, bisikletli, yaya, patenli, kaykaylı, bir gürültü, anlatılacak gibideğil. Her kafadan da bir ses çıkıyor. Rum ilkokulu’nun yanına kadar kalabalığı yara yara geldik. Yanımda birine sordum: -Kliseden ses geliyor” dedi. İyi de, o gürültüde duyabilirsen duy!!. Biri der, “ses buradan geliyor”, biri der “yokuştan”..”.yok..yok... çan kulesinden” “olur mu canım? ayazmanın oradan, ben duydum!” ...”Biz şimdi Çingene Mahallesinden indik, oraya kadar duyuluyor”.... Bir grup çocuk , okul ile köşedeki ahşap ev arasındaki aralığı göstererek: -“Abla, bak bu aradan dinle, duyacaksın” dedi. “-Gürültüyü kesin ama!” Kulağı kabarttım, çoook ama çookderinden bir ses...sanki birisi deriin bir nefes alıyor, sonra da veriyor..Alıyor, veriyor..Allah allaaahhh...gerçekten yer altından mı, kliseden mi, gaipten mi.......ama biri uyuyor.... ya da??? .... Saat kaça kadar orada kaldık???? Bu işin sonu yok..gidelim çoluk çocuğumuza sahip çıkalım... Gece herkesi yatırdık...O zamanlar sıkı sigara içiyoruz, balkona çıkıp yaktık sigaraları...El ayak çekilmiş...amauzaktan da olsa, klisenin çevresindeki uğultu devam...Geceyi dinledik....Evet,ses orada!!! Nefes al...ver; all...verrr; Tövbe tövbeee... Ertesi gece ve onu takiben bütün hafta, unutulmayacak ve tarihe kaydolan sahneler yaşandı Burgaz’da.. Bir kere millet klise çevresine yerleşiyordu karanlık basar basmaz...Ortalık zaman-zaman, mesela yemek zamanı azbiraz tenhalaşıyor, ardından bir bakmışsın dalgalar halinde gelip gitmeleroluyordu..Hani bir laf vardır-“evladını sevindir by Elena Kovaçi Uygan
Page 21
partisi gibi” ortalık! Pusetini kapan, bisikletine atlayan, elinde dondurma gezen yetmezmiş gibi, bilumum esnaf da tezgahkurmuş vaziyette. Meşrubat satan orada, seyyar dondurmacı orada, çiklet satan, baloncusu, mısırcısı,...acaba macuncu da gelmişmiydi? Bir ara takılıyorduadaya... tertemiz, bembeyaz giysileri, tertemiz tezgahı ile, kıyamazdınbakmaya! (Sağsa kulakları çınlasın, ölmüşse Allah rahmet eylesin, der şehirdeki alt komşum Neşe hanım). Özellikle gençler, bir saatten sonar büyükler de elini eteğini çekince, oralarda sabahlamaya başladılar. Bir yandanbir şeyler yerken, yerlerde, kaldırımlarda, kapı eşiklerinde kah şarkılar söylüyor, kah birbirlerine takılıyor, sohbet, lak-lak derken sabahı ediyorlardı ama, gece mahallede uyku diye bir şey kalmadığı gibi, sabah ortalığı çöp götürüyordu. Hatta bu gecelerden birinde, çevrede oturan Kadri Aytaç’ın eşi Akgül hanım polisi de alıp ortalığı basmış, “Burada bir sakin kafayla uyku uyuyamayacakmıyız, bu ne kepazelik, dağılın bakiim!!!” diye gençlerin üzerine yürümüştü. Ses, yaz sonu hepimiz adadan inene kadar oradaydı. En büyük filim kışın oynandı. Sıradan bir akşam, Saadettin Teksoy’un programı yayınlandı. Tahmin ediyorum, bütün adalılar TV karşısındaydılar o akşam. Saadettin Teksoy olaya dramatik bir hava vermek ve insanlarda korku yaratmak için, sanki günler torbaya girmiş, ıssız bir adaya gelmiş gibi, bir taka ile gece vakti Kalpazan’a indi.. yürüye yürüye Aya Yani istikametinde inerken de bariton bir sesle olayı anlattı. Kiliseye gelindiğinde, hem fondan abartılı bir ses verildi, hem de bir polis ekibi klisenin çan kulesine tırmanıp fail-i meçhulü(!) ararken, tam hatırlamıyorum şimdi kim olduğunu, adanın yerlilerinden birisi, doktorun stetoskopunu duvara dayamış,klisenin iç seslerini algılamaya çalışıyordu...
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 22
Klise içindeki St. Methodius’un hapsedildiği hücreye dahi inildiyse de ses kaynağı gene de tesbit edilemedi. Hemen ardından gün aydı, (mizansen bu ya!) ada halkı ile röportajlar başladı. Ses açıkça duyulduğu için kimse olayı inkar edemiyordu, ancak kaynağı konusunda fikir birliğine varılamıyordu... Klisenin o yıllarda bir zangocu vardı: Todori. Todori, hem adanın en renkli şahsiyetlerinden biriydi, hem de muzur kişiliği ile tanınıyordu. Aki’nin oğlunun vaftizinde elinde buhurdanlık, kel tepesini örten uyduruk bir perukla ortaya çıkınca, davetliler yerlere yapışmıştı da, Todori son derece ciddi, hatta zaman zaman insanları ayıplarcasına kafasını sallayarak görevini yerine getirdiydi.. Aya Yani’den seslerin duyulduğu yıllarda, Todori yeni rahmetli olmuştu. Saadettin Teksoy ahaliyi toplamış röportaj yaparken, sıra (bakarsınız alınır, hadi adını vermeyeyim) adanın yerlisi, ve anlaşılan Todori’nin muzurluklarından çok nasibini almış bir kadın : “Ah beTodoriii! biliyorum, bunlar hep senin başının altından çıkıyooor ama, biz çok korkuyoruz, Allahaşkına dur artık!” demesi ile, TV’ lerin karşısındaki herkes koptu!! 1998 yazı geldiğinde, hepimiz merakla sesin akibetini araştırdık. Ses gene oradaydı.. Artık herkes alışmıştı. Sıradan bir olay gibi, “bizim şuradan da duyuluyor” -- “İndos’a bile geliyor”--“Yok, daha neler!”-- Aya Nikola’dan bile duyuluyormuş” muhabbetleri illa ki yapılıyordu. Hatta bir geceyarısı, Çingene Mahallesi yokuşundan iniyoruz bir grup arkadaş, tadilat görmüş Gremy’nin ahşap konağı var ya, orta katının açık penceresinden bir..nasıl desem...horlama da değil, ....hani hoparlöre bağlanmış gibi yüksek perdeden, deriin- derin, sükünet içinde bir uyuma sesi. Adam deriin bir nefes alıyor, ardından da veriyor; alıyor, veriyor... -”Vay be!” dediler “amma uyuyor adam!!!”.... by Elena Kovaçi Uygan
Page 23
Konağı geçtik iniyoruz, huzur içindeki uyku sesi aynı frekanstan devam! Sonra aydık.... Ama hayret arkadaşlar, gecenin sessizliğinde o kadar mı net, o kadar mı yakın, o kadar mı gerçek olabilir??!!!! Geldik 1999’a... O meş’um yaz! Bu şehr-i-İstanbul’un tarihinde hafızalarımızdan silinmeyecek acıların, İstanbulMarmara depremi’nin yaşandığı yıl. Muhtemelen sesin ardından yaratılan şehir efsanelerinin saçmalığından bıkan birileri tarafından yaratılan, bir başka şehir efsanesi gezdi adayı kulaktan kulağa: -“Sesin kaynağı bulunmuş, arkadaşlar! Kışın gelmişler, aramış taramışlar, bir bakmışlar ki, fırını biraz geçtikten sonra, tam Gökdemir aralığının karşısına isabet eden evlerin arkasındaki ağaçlıklarda, bir koocaman baykuş yuva kurmuş! O sesi de o baykuş çıkarıyormuş!...Valla bak!” O güne kadar anlatılanların en saçmasıydı bu! Ama yine de küçük çevrelerde, insanlar illa ki konuşacak mevzu arar ya! Bu da yem olmuş oldu. Ağustos’a doğru, Amerika’dan, eski Heybeli adalı olan bir din adamı geldi Burgaz’daki dostlarını ziyarete. Biz de çocukluğunu biliriz.. Sohbet arasında -“Duydun mu, dedim Aya Yani’den gelen sesi ve hakkındaki söylentileri??” Duymuştu tabii, duymayan mı kalmıştı!..Hatta o akşam gidip yakından dinleyecekti... -“Yaa sen gidiyorsundur, patrikhaneye...Orada kiliseler hakkında çok eski kayıtların da muhafaza edilmiş olması ihtimali yüksek... bir sorsana, var mı Aya Yani’nin kayıtlı tarihinde benzer bir vak’a????” Cevap gecikmedi: 1920’lerde buna benzer bir olay yaşanmış, ardından da deprem olmuş. Çok büyük bir ihtimalle, zeminde bir yerlerde ipincecik bir çatlak vardı... Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 24
Yeraltında biriken basınç, o ince yarığı zorlayarak çıktıkça bu garip sesi oluşturuyor olmalıydı. Valla bana mantıklı geldi! Hani balonu şişirdikten sonra, ağzını iki elimizle gerip, cızırdayan tiz sesler elde ediyoruz ya....Yerde de bu tip bir cılız bir yarıktan basınçla çıkan gaz sesi, yarığın pürüzleri ve önüne çıkan engellere göre yapılanıp bu garip sesi oluşturuyor olabilirdi pekala!!! Ama, bu eseme oracıkta kaldı! Ne kafa yorduk, ne ihtimal hesaplarına giriştik taa ki sallanana kadar! O son hafta, A.S.S.Kdan denize giren herkes garip, küçük ve dörtköşe, çevresinde kesik- kesik elektrik akımı gibi ışıklar gezen deniz analarını hayranlıkla izliyordu...Böylesi ilk kez görülüyordu! Denize inen merdiven basamaklarında ayak parmakları gıdıklanınca eğilip bakan kızkardeşim, gıdıklayanın minicik, pespembe bir karides olduğuna inanamadı! Hiçbirimiz denizin dibindeki bir hareketin bu dip mahlukatlarını yüzeye çıkarmış olabileceğine ihtimal vermedi...veremedi! Depremin ardından, ses, neredeyse bir yaz daha devam etti, (gerilim hala mevcut diyordu ya deprem dede!) ondan sonra da kimse farkına varamadan, ortaya çıktığı gibi sessiz sedasız ve aniden yok oldu!... İnşallah sonsuza kadar bu sefer!
by Elena Kovaçi Uygan
Page 25
Evlere şenlik By Elena Kovaçi Uygan on Saturday, 10 September 2011
Tanrı onlardan ışığını esirgemesin, ne şenlikli evdi o! Ne iç açıcı insanlar, ne huzurlu yaşam! Ha, hiç mi dertleri yoktu? Kimde yok ki? Ama onlar, hayata güzel yüzünden bakmaya şartlanmışlardı. Kimden mi bahsediyorum? Tabii ki Aki ile “admin”imiz Niko’nun ailesinden. Rahmetli Lambo ile, Allah ömrüne ömür katsın KostandiyaÇalikis, tam Burgaz karakolunun karşı köşesinde yükselen üç katlı ahşap evde otururlardı. Hem de kalabalık otururlardı! Eee yaz dedin mi hava sıcak..Üstelik de ada gibi yerde, insanın günü zaten dışarlarda geçer... Bir tek akşamdan akşama yatmak için ise, yorgan morgan istemez! Kıvrıl bir yerlerde yat!!! Ben onları tanıdığımda, üç oğullarından Dimo evlenip gitmişti. Aki’nin bekarlığının son yılları... henüz babaanne sağ, dayısının ailesi 3 kişi... eh, Aki’ler ile o zamanlar nişanlısı olan karısı 5 kişi, etti mi toplam 9? ..geleni gideni de cabası!!! Gün içinde yenge bir, Aki’nin annesi iki, nişanlısı üç, kuzini dört kadın, eh bunların da arkadaşları evin içinde bir aşağı bir yukarı günün telaşı içinde inip çıkarken, artık ..yaşlılık işte...aklını yavaş yavaş yitirmekte olan babaannenin şöyle mırıldandığını duyardık: “Tövbe tövbeee bu ev k..hane olmuş! Baksana! kadınların biri giriyor biri çıkıyor cık cık cıkkkk!!” Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 26
Aki bir deli fişek! Yakalayana aşkolsun! Ama o zamanlar Burgaz’ın bütün gençleri öyle değilmiydi ki??? Çat burada, çat kapı arkasında! Lambo amca otoriter, ağırbaşlı...ama Akiye işlemez! Bir bakmışsın kalkmış gitmiş Ege adalarına! Evdekilerin haberi yok! Söylese bırakmayacaklar, haber vermek de lazım, acele eve bir telefon, babaanne açıyor: -Babaanne, ben Aki! -Aki? Yok burda! Çatttt(telefon kapanır) Haydaa... o zamanlar da yurtdışından telefon pahalı! Hatlar desen kesilip durur, ses gidip gelir...Bir daha çevirmeli... -Allooo!!?? Babaanne, ben Aki.... -Haa??? -Ben Aki.....Aki!!!.....babama de ki... -Aki? Burda yok!....çattttt!!!!! Dedim ya, evde trafik korkunç! O zamanlar adada oturanların misafiri çok olurdu. Yalnız adada değil, deniz kenarına yazlığa giden kim varsa, illa ki aileden, arkadaştan, eşten dosttan bir gelen olurdu! Hatta bir arkadaşımızın taa Bakırköy’den gelen bir ahbabı vardı ki, “Geçiyodum, uğradım” der gelirmiş.... Kulakları çınlasın, ---“Hale bak! derdi, sanırsın ki Burgaz, yandaki sokakta! Geçerken uğramışmış!!!” Oradan kalmıştır bugün dilimizde bu cümle, arada espri olsun diye kullanırız,.. Hisar’dı, Çamlıca’ydı, gittik mi uzak mesafe ziyaretlere, -“Geçiyorduk, uğradık” deyiveriyoruz.... O evden gelip geçenlerden biri de Nitsa’nın taze gelini.. Kardeşini nişanlamış, kızı adaya almışlar misafir!! Aki’ye bir yastık, bir pike, “git holdeki kanapede yat” denmiş, kızlar birlikte yatacak.. Yatacak da... Nitsa’nın yatışı evlere şenlik.. Bir kere yattı mı, öyle bir dalar ki, bir yandan fır dönerken, bir yandan pike ney...çeker alır adamın altından... E mevsim de yaz, pencerelerin açık olduğu yetmezmiş gibi, ev de ahşap ya!!! Her taraftan yeller eser..Gece serinlik basmış, kızcağız by Elena Kovaçi Uygan
Page 27
ürpermiş...Usulca, sıkıla sıkıla (yeni gelin ya!) fısıldamış, gece karanlığında: -Nitsaa.....şşttt... Niiitsaaa... -Hı? -Pencereyi kapiim mi? -Cık!!!... Çaresiz, susmuş kız. Susmuş ama gece bitmek bilmez ki!...Pike de alınmış sırtından, zangırdıyor çocuk: -Nitsaaaa..... -Hı? -Kapiim mi pencereyi??? -Cıkkk!!!! Sabahı zor etmişler. Sabah Nitsa taze francala gibi uyanıyor, gel gör ki kızın gözleri kör kandil!!! “-Kalkıp kapasaydın ya pencereyi yavrucum, üşüdün madem???” deyince anlaşılıyor ki, Nitsa’nın cevapları hep bilinçaltı...” Bir süre sonra nişan bozulunca, “Allah bilir, diyordu Nitsa, kızcağız o gece yaşadıklarından sonra fikir değiştirmiştir bizim aileye gelin gelmekten!” Gelin dedim de, eklemezsem çatlarım.... Allah tüm erkek analarına ( ben dahil) ihsan etsin, Nitsa kadar kayınvalidesi ile geçinebilen gelin görmedim!!! Ama kayınvalide de kayınvalide ha!!! Gençlerle genç, yaşlılarla yaşlı.... Serde de gençlik var ya.... pek hoşlanmazdık o zamanlar büyüklerimizle çok içiçe olmaktan... Bir laf edeceksin, bir geyik yapacaksın.....onların yanında, olmayacak; ama yukarıda Allah var, Kostandiya’yı asla yadırgamadık! Hep yanımızda aradık! İnsanın içini açan, neşe bulaştırıcı bir muhabbeti vardır. Hele bir de yemek tariflerine girsin!!!..... Az mı yemeğini yedik kadının? Bu özelliği Aki’ye de bulaşmıştır. Aaaa böyle koca da dost başına!!! Bir yemek yapsın, anasının oğlu! Parmaklarını yersin!
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 28
Gelelim Nitsa’ya..Böyle kaynanaya böyle gelin! An gelir, “Kostandiyaa!” diye seslenir, arkadaşı sanki, “bugün ne yemek pişireceksin?” O denli içten, o denli yalın!! Haa diyeceksiniz ki,-- “hadi yaa! Nerde yaşıyorsun? Var mı böylesi uyum, gelinle kaynana sonuçta bunlar!” --Arkadaşlar, tabii ki haklısınız, herşeyin sütliman olduğu hayat mı var??? Ama insanın olayları nasıl ele aldığı ile o kadar bağlantılı ki bu uyum! Demek istiyorum ki, insan geçinmek isterse, sorunları da absorbe etmeyi bilir. Hayata bakışında hoşgörü ve espri ağırlıklı olan Nitsa da, bu işi çok ustalıkla yapardı!!! Hoşlanmadığı bir tabak mı saklamış Kostandiya, ya da kenarı çatlak kahve bardaklarını mı atmaya kıyamamış? Koyarsın bir oyun havası, bir sirtaki kaseti... Bir yandan gerdan kırarken, öte taraftan: “Ooopppaaa, Kostandiyaaa.. haydeee.. yassuuuu! Çattt!”” bardağı yere!! Kostandiya “ammannnn,.. kahve takımımmm!” diyene kadar, bardak çöpte!! Nitsa bu hoşgörülü zekasını her konuda çok iyi değerlendirmesini bildi!! Aki’nin espritüel kişiliği de eklenince.... : Kış arifesi...Yaz başında şenlikli bir yüklemeyle gelen valizlerin hüzünlü bir geri sürüklenmesi başlamış...O ahşap evin bir köşesinde, muhtemelen artık çoktan rahmete kavuşmuş babaanneden kalma tarihi bir komodin var.. Nitsa onu gözüne kestirmiş..İstanbul’daki evinin banyosuna koyup, içine havlularını yerleştirecek. Aki’ye akşamdan hazırlama faslına girişiyor ama, Aki yemiyor. “-Gözünü seveyim karı, şehre bana komodin mi taşıttıracaksın?? Cık cık cık!!!!” Ama Nitsa bu!! Dinsizin hakkından imansız!! Konunun azıcık soğumasının ardından bir gece Aki’yi bir güzel yatırdıktan sonra, battal boy valizi açıyor, içine komodini boylu boyunca yerleştiriyor.
by Elena Kovaçi Uygan
Page 29
Yetmedi, bir güzel de içini şehre inecek ıvır zıvır ne varsa tıklım tıkış dolduruyor, sabaha valiz merdiven başında. Aki valize bir davranıyor ki, aman allah!!! Valiz yerinden kalkmıyor!!! “Canına ot tıkadığımın karısı, ne doldurmuş ki bu kadar şu merete!!” diye söylene söylene valizi şehre taşıyor. İstanbul'da kışlık temizlik bitiyor, ortalıktaki kalabalıklar kalkınca, Aki komodinin farkına varmasın mı? -Ulan karı, vallahi korkulur senden! Ne yaptın ettin, taşıdın komodini buraya! -Ben mi??? Ben taşımadım ki!!!! Sen getirdin!!???? HEPSİNİN KULAKLARI ÇINLASIN!! NEŞE EVLERİNDEN EKSİK OLMASIN!!! Onlar ermiş muradına....biz çıkalım kerevetine!!!!!!!!!!
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 30
by Elena Kovaรงi Uygan
Page 31
Burgaz'da kötü tohum olmaz !! By Elena Kovaçi Uygan on Wednesday, 5 October 2011
Bu yazı hocamız Engin Aktel ile sevgili eşi Ülkü Aktel'e ithaf edilmiştir. Ben bizim adaya sanatoryum derim. Sanatoryuma niçin gider insan? Temiz hava ile bakım ve tedavi olacak, sükunet bulacak, sessizlikte kafayı dinlerken, kendini bulacak. Adalar içinde en neşelisi, en hareketlisi, en eğlencelisi iken, sokaklarında daha dün evli barklı, koca adamlar olmuş kocalarımız birdirbir kuyruğu yapıp atlarken, gençler sabahlara kadar diskoda dansedip evlerine güneşle birlikte girerken, çocuklarımız geç saatlere kadar sokaklarda oynarken ne oldu da birden inlerimize çekildik? İnsanlar ne kadar tahammülsüz olmuş! Sıkı mı gece bir'lere kadar müzik çalmak, çaldırmak?? Sıkı mı bahçede eş dostla keyfe gelip sohbeti uzatmak, balkonda muhabbete dalmak?? Komşu momşu dinleyen yok, pencerelerden sarkıverirler: -Hey, heyyy!!!...uyuyoruz herhalde di mi burda??" demek için.... İçim acıyor. Oysa ki ben arkamızdaki hayvanat bahçesinden gelen müzik sesi ile yattığımda "Ne güzel, insanların dansettiği, şarkılar söylediği bir dünyada yaşıyorum" diyerek uykuya dalıyorum. Hani bir laf vardır: "Şarkı söyleyen şer düşünmez" misali. A.S.S.K.da akşam bir çay içmeye gidin, boş kulüpte, boş masalara yarenlik edersiniz. Nereede o eskilerin kalabalığı, nerede gençler, nerede fazladan iki sohbet yapacağız diye tahta koltuklarında uyuttuğumuz çocuklar?? Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 32
Hatırlıyorsunuz değil mi ahşap, tank gibi sağlam koltukları? Makam koltuğu gibiydiler, ister enine, ister boyuna oturuduk; oturmak ne kelime, yayılırdık! İşte o koltuklardan iki tanesini yüz yüze getirip birleştirdin mi, elindeki –hava serinse ceketi, şalı, olmadı havluyu ortasına yaydın mı, oldu sana yatak. Yatırırsın gün boyu denizde, sokakta enerjisini tüketmekten gözleri kaymış çocuğunu, eşten dosttan da bir hırka ney örttün mü üzerine, ohhh miss!! Hem çocuk açık havada uykusunu çeker, hem de sen çarşaf gibi denize nazır demli çayını yudumlarsın. Ay da gelip ortalığı dolandı mı, değme keyfine! Bugünkü anne-babalar, şimdi eminim: " Ayy ne o öyle, çocuk gece- gece sokaklarda perişan! evleri yok mu bunların?" diyeceklerdi o günlerde yaşıyor olsak! İşte o zamanlarda biz yeni anne olanlar, biraz doktorun, biraz büyüklerimizin, çokça da birbirlerimizin fikirlerinin hulasası doğrultusunda, çocuklarımızı kendimizce en iyi şekilde büyütmeye çalışırdık. En iyi şekilde?? En iyi yetiştirme şekli mi varmış?? Hangisi en iyisi? Ben tıbbın bile doğru ile yanlışın farkında olmadığına inanırım. Bir deneme-yanılma sürecinden geçiriyorlar hepimizi. Bir dönem bizlere dendi ki, "bebekler yüzükoyun yatırılmalıdır". Haydaa bakmışsınız bütün anneler bebelerini yüzükoyun yatırmış. Bir süre sonar tıp dedi ki "-YOK, sakın ha! bebekler yan yatırılmalı!" Tamam, hepimiz ikinci çocuklarımızı yan yatırdık. Balık yağlarını çöpe attırmışlarken, sonradan fellik fellik aratır oldular.. Gece yatakta yanımıza gelmek isteyen oğlumu az mı ağlattıydım! : "-Ama siz birlikte yatıyorsunuz beni burada tek başıma bırakıp!!" diye sızlanırdı iki hıçkırık arası odasından. Geçenlerde ne okusam beğenirsiniz?
by Elena Kovaçi Uygan
Page 33
"Çocuklarınız gece yatağınıza gelmek istiyorsa, reddetmeyin; küçük yaşlarda odalarında yalnız kalmak korkularını tetikleyebilir, anne- baba kucağı güvenlidir" diye!!! Eeee ne oldu şimdi? Hayır yani, ben neden çektirdim o zaman çocuğuma onca cefayı? Yukarıda dedim ya, birbirimizi izlerdik kulüpte...Hangimiz, çocuğunu nasıl büyütüyor, diye... Selen hanım vardı A.S.S.K. üyelerinden. Kocası celep, derlerdi. Celebin ne olduğunu da o zaman öğrendiydim.. Aynen kardeşimin "kuyumcu" denen mesleği yeni öğrendiği zamanlardaki gibi...Küçüğüz o zamanlar, "babam kuyumcu" demiş buna bir arkadaşı. Kuyu kelimesinden hareketle, kuyu temizleyicisi falan zannedip ayy ne acımış kıza!!! Bak gene nerelere saptım, ne diyorduk, Selen hanımı ben Behiye Aksoy'a benzetirdim de, adını öğrenene kadar ondan hep öyle bahsederdim: "-Behiye Aksoy var ya, (Yeşim'di galiba) kızına öğlenleri hep amerikan salatası yediriyor!!! -Aaa hadi canım! Olur mu öyle şey?? Oyunu kurallarına göre oynayanlara ters gelirdi bu davranış. Çocuğun öğle yemeği köfte-patates olur, pilav üstü et olur, ama amerikan salatası.. cık cık cık....Biraz yaş alıp olgunlaşınca ancak kızkardeşimle oturup düşününce...aslında Selen hanım mantıken doğruydu! Muhtemelen yemek konusunda zorluk çıkaran kızına amerikan salatasından daha zengin bir yemek düşünebiliyormusunuz?? Biz bir kuru köfte yedirmek için çocukların peşinden koşarken, Yeşim bir öğünde bilumum sebzeleri: Bezelyesini, patatesini, havucunu, yumurtasını, yağını...tekmil besinleri bir defada mideye indiriyordu. Hangimizinki doğru besleniyordu acaba??
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 34
Büyük yeğenimin çocukluğuna denk gelen dönemde, bir de Ömer Aktel diye bir çocuk vardı kulüpte. Babası yakışıklı gazeteci-yazar Engin Aktel'miş. Annesi de Devlet Opera ve Balesinde balerin Ülkü Aktel. Ülkü hanımın balerin olduğu zaten endamından, edasından, yürüyüşünden, hasılı havasından ve güzelliğinden belliydi. Gün boyu Ömer'in peşinden koşar, hepimiz gibi o da çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmeye çalışırdı. Kızkardeşim sanki farklımıydı? Çok zor bir çocuk olan kızının peşinde, bir yandan Yeşim'in aksine yemek özürlü olan yeğenimin ağzında çiğnenmemiş duran lokmasını yutturmaya çalışırken öte yandan denizden çıkmamakta direnen kızıyla sabrını sınıyordu: "-Çabuk çık sudan bakiimmm!!Çıkkkk!! Bak fena olur sonra!!! Valla dövücem seni!! Gün boyu tüketirdi kız onu: "-Koşma dedim kızııımmm.. KOŞMAAA!!... Kime konuşuyorum?????" Bir de, az ötedeki Ülkü hanıma takılıyordu gözü: "-Ömercim, evladım çık artık bakiim sudan!" ve Ömer çıkıveriyordu denizden.. -"Yapma çocuğum, lütfen Ömerciğim, aa oldu mu şimdi??Gel bakiim yavrucum buraya!!"... Ömer, itaat ediyordu!. Kızkardeşim, kendini sınamaya başladı. "Ben hata yapıyorum" demeye başladı kendi kendisine, "Bağırıp çağırmakla yüz-göz olunuyor galiba...dinletemiyorum sözümü...Bak, Ülkü güzel hitabedince, güzel yaklaşınca, nasıl dinletebiliyor kendisini!!" Derken kış geldi geçti, A.S.S.K. da buluştuk gene çoluk çocuk.. Dalmışız herbirimiz gene çocuktu, havluydu, oyuncaktı, kovaydı darken aaa birden ötelerden bir ses: -" ÖmeerrrRR!!! Çabuk çık bakiim sudan!!!Kırıcam bak ayaklarını şimdi!!" Ooo, Ömer büyümüş, kişiliği gelişmiş, her çocuk gibi kurallara karşı koymaya başlamıştı.. Doğanın bir düzeni vardı ve herşey o düzene uygun olarak gelişiyordu. by Elena Kovaçi Uygan
Page 35
Biz anne ve babalar olarak sadece kontrol mekanizmasını greslemek için oradaydık. Sonuçta başardık da!!! Biz tohumcuyuz ya..babam ailesinden bahsederken: "Bende kötü tohum olmaz!" derdi. Burgaz da öyle..Burgaz'da kötü tohum o kadar az ki!... Bünye doğal seçimini, seleksyonunu kendi yapıyor sanki!! Şimdi bakıyorum da, çocuklarımız büyümüş, kimileri çoluk çocuğa karışmış, adada torunlarımızla pırıl pırıl bir gelecek!!....Doğru valla!! BURGAZ'DA KÖTÜ TOHUM OLMAZ!!!!
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 36
by Elena Kovaรงi Uygan
Page 37
Malaka By Elena Kovaçi Uygan on Saturday, 29 October 2011
Bundan yaklaşık bir ay önce, sayfamızdaki geyiklerde, yapılan bir haksızlık karşısında susulmalı mı, susulmamalı mı muhabbetine girmiştik. Geçmiş zaman, kimdi hatırlayamayacağım şimdi, bir yerde Yunanistan’daki dostlarımızdan birisi devreye girip , “Burada olsa, bu davranışı yapana- MALAKAderler” dediydi. Bu kelime, bana başımdan geçen bir olayı anımsatmış, ve bir dahaki hikayemin bu konuyu esas alacağını belirtmiştim. Hadi bakalım! Aslında benim de kafamı hep kurcalayan bir konudur bu. Nedense bizler kendimize aptal, saf, bön denmesinden, o duruma düşürülmekten nefret ederiz. Ama buna karşılık, yine nedense fırsatını yakalayınca, karşımızdakini o duruma düşürmek fırsatını da kaçırmayız. Allahaşkınıza, bu nasıl bir çelişkidir? Mesela: -“ Salakmısın olum sen, ışığı açık mı bıraktın?” deyiveririz..sanki ışığı açık unutmak salaklıkmış gibi...Ya da, bir espri yaparız anlamlı- anlamsız, karşımızdaki bön bön baktığında da: - “Düşmedi mi olum jetonun? Kah..kah..köşeli mi seninki? hahhhaaaa” deyip, kendimizi yüksek IQ lular sınıfına terfi ettiririz. Kendisi için “Ben çok zeki bir kadınım” bile demiştir bana ismi lazım değil birisi! “Ben çok iyiyimdir”.. “Herkes beni çok sever” “Ben kül yutmam arkadaş!!” Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 38
“Gözüme baksana sen benim?””Kaz mısın kızım?” “Sazan olma” gibi sözleri, etmeyen vardır elbet de, duymayanınız mı var sanki?? Hadi gelin itiraf edin!.... Bu ne şişmiş Ego’dur arkadaşlar?..Bu nasıl bir kendine güvendir? Kendine güvenenin, zeki olanın, iş bitiricinin kendini ispata ihtiyacı yok ki! Ayinesi iştir kişinin! Ne demiş Necip Fazıl??: Siz hiç bir sarrafın bağırdığını duydunuz mu? Kıymetli malı olanlar bağırmaz. Domatesçi, biberci bağırır da kuyumcu bağırmaz. Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz........ İşte bu gerçeği, daha geniş ölçekli olarak uluslararası, kökenlerarası, mezheplerarası yakın ilişkilerde de görürüz: “Çingeneye silah vermişler, önce babasını vurmuş” , “arap yağı bulunca k...na sürermiş” den tutun da...”Abi şu Amerikalılar kadar moron millet..” gibi yorumlar bile hep kendimizi daha üstün görmekten gelmiyor mu??? İnsan her yerde aynı insandır arkadaşlar... Ha.. ırksal bazı özelliklerimiz, belirgin iyi, ya da kötü çizgilerimiz tabii ki vardır ve bunların kötü olanlarının adamın gözüne gözüne sokulmasını da ben şahsım adına doğru bulmuyorum.. Ama bu globalleşen dünyada, nedense bu inceliğimizi gittikçe kaybeder olduk. Çocuktuk, hatırlıyorum, annem bize derdi ki: “Bakın, yolda sakat, arap( o yıllarda sadece Osmanlı döneminden kalma zenciler vardı) hasta kişilerle karşılaştığınızda sakın ola ki ööle gözünüzü dikip bakmayın! Zaten bu kişiler bu arızi görünümlerinden dolayı ezikler, görmeyin, herşeyleri normalmiş gibi davranın.” Bir de şimdikilere bakıyorum...-”Aaa senin burnun ne uzunmuş!”
by Elena Kovaçi Uygan
Page 39
“Ahmet yaa, ayakların çarpıkmış senin!”....son derece rahatlar! Hatırlıyorum, çok ünlü bir şovmenimiz, Alman TV sinde yayınlanacak bir rogram yapıyordu. Gündüz şehri gezerken bir grup Alman’a fokuslanıp: “Abi bu işte! Bu Alman milleti var ya eğlenmeyi bilmez, anca işte bööle toplanıp kafa çekerler”gibisinden bir espri patlatırken, açıkçası ben Almanlar adına çok rahatsız olmuştum. Tamam, bize göre farklı bir anlayış, farklı bir yaşam tarzı, aramızda her türlü geyiği yaparız ama, yani, adamların kendi ülkelerine gidip bizim ulusal TV miz adına program yaparken adamlara laf sokuşturmak...Birinin gelip de aynı şeyi bizler için burada yaptığını düşünebiliyormusunuz? Adamı linç ederler vallahi! Yıllar önce Atina’dan dönüyoruz, eskiler bilir..havaalanında kapıdan çıkmadan iki yanda iki uzun banko olurdu. Memur gözüne kestirdiği valizi çevirir, açtırırdı. Bizim orada ilişkide olduğumuz bir iş adamı, babam, eniştem ve kocam için birer kravat hediye etmişti. Valiz açıldı en üstte üç tane kravat.. Memur kaptı birini, evirdi, çevirdi: -“Ne o? İşportada kravat mı satacan?” -“Hediye”.. diye hafifçe gülümsedim. Arkadaşına döndü:“Yunanlılar bu işi bilmiyo abi!” dedi ve kravatı lalettayin fırlattı gerisin geriye. Şimdiii...Yunanistan’da bu hal daha da belirgin. Yunanistan demeyeyim de, zira başkent dışı şehirler ve özellikle Selanik pek bir bizimle özdeştir; gel gelelim, Atina’da, başkentli olmanın verdiği bir ego mudur, savaş görmüş olmanın kazandırdığı bir katılık mıdır, artık işin sosyolojik analizini oradaki dostlarımız yapsın; Atina’da halk laf altında kalmaz! Laf altında kalmamakla da kalmaz, laf sokuşturmakla da ünlüdür.
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 40
Oralarda kavga edenleri izlemek bile ayrı bir eğlencedir. Bizden oraya yerleşenlerimiz ilk zamanlar bu durumu çok yadırgamışsa da, zamanla alışmış, espri konusu bile yapmışlardır. “-Sana öyle mi dediler? Ay bana da şöyle şöyle yaptılardı”.. muhabbeti pek bir günceldi o aralar.... Bizim Elenitsa’nın babasına mesela, daha ilk yıllarında birisi bir kanarya getirmiş. Adam kuştan anlar, bakmış, kuş dişi...ötmüyor...almış, gerisin geriye götürmüş alındığı yere: “-Abi bak bunu vermişin ama, bu dişi! Ötmez!” Cevap: -Dişi sensin!! Ya da yolda gidiyorsun mesela, saatin durmuş, saati soracaksın. -“Affedersiniz, saat kaç?” -Ortak mı aldık?” Postaneye mektup atacak gidenlerden biri. O zamanlar adi posta ile uçak seçenekleri var: -“Uçakla lütfen! “-Ben de eşeğe yükleyecektim!” Örnekleri çoktur da, ben hikayeme döneyim: Efendiiimm, Bundan 20-25 yıl önce, kuzenim, baldızı ve bir arkadaşları karılı kocalı bir Atina yapalım dediler. Kocamın işi başından aşkın, benimse içim gidiyor, şamata gırgır gidilecek... Hissetti rahmetli, “hadi gitsene sen”, dedi. “Valla git! Ben nasılsa gelemiyorum, çocuğa gelince annen var, Sandra var, ben varım, bakarız merak etme! Şimdi millet diyecek “Kör ölür, badem gözlü olur” ama değil; ..valla değil, tanıyanlar bilir, yok böyle koca!!
by Elena Kovaçi Uygan
Page 41
Bindik arabalara, macera, espri, şamata, müzik... vardık. Faliro’da çoklukla İstanbulluların müdavimi olduğu bir otele yerleştik. Kaç gün kaldık hatırlamıyorum. Arada yaşananlar teferruat. Gündüz sokak, eş dost, çarşı pazar, akşamları da onikilerden sonra gecelere aktık. Son günün akşamı da gene bir gece klübüne gidilecek, sabahın köründe de arabalara binilecek ki, zamanlı evimize dönmüş olalım!! Duşlandık, giyindik süslendik, doğrusu mevsim neydi hatırlamıyorum ama, sıcakmış besbelli ki, balkonun kapısını da açık bırakmışım. Sabaha karşı dört gibiydi geri döndük. Bizimkilerin hepsi eşli ya, ben tek başıma kalıyorum odamda, bir çift benim katta hemen yanımdaki odada, öteki ikisi de üst katta kalıyorlar. “İyi geceler, iyi geceler”..dendi...Kuzenim “Bana bakın, sabaha erkenden hazır olmazsanız, ben çeker giderim” diye efelendi, dağıldık. Kapıdan girdim, ışığı açtım, ayakkabıları çıkartırken, gözüm yatak başına gitmiş nasılsa..........aaaaaa................”(azzz sonra)!!!!!” ....... Gözünüzün önüne getirmeye çalışın: Yatak başım ahşap, 68cm kalınlığında bir panel. Solunda ve sağında iki tane spot gibi ışık saçan aplik var, tam ortada, kocaman (O zamana kadar bu kadar büyüğünü hiç bilmezdim, bizimkiler pek bir çelimsiz) kocaman dediğim 10-12 cm boyunda fıstık yeşili, antenlerini dikmiş bir çekirge!!!! Üstelik bana bakıyor, ve kımıldamıyor. Şimdi....öylece göz göze kalakaldık bir süre...Çekirge ile ben birbirimizi tarttık demek ki... Bak gene konudan uzaklaşacağım ama, ne yapayım? Konu konuyu açıyor: Küçüğüz, dedemlerin alt katında torununa bakıyor kiracı, çocukları Almanya’da.
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 42
Öğlen gibi, babaanne sen düş öl!.... Torununu, kadının başında “babaanne kalksana” derken buluyor yemeğe eve gelen dedesi!. Konunun vahametini annem de çok doğal olarak kendinle özdeşleştirerek, (bizi de korkutmamak için ben ölürsem demek istemiyor): -“Herhangi bir şekilde bir ölü ile karşılaşırsanız, sakın korkmayın, ölü insan uyuyan insan gibidir. Size bir zararı olmaz.. Hayatta çok zor şartlarla karşılaşabilirsiniz ; sakın paniğe kapılmayın, şöyle bir durun, kafanızı toplamaya çalışın, olan olmuştur, artık o durumdan ne yapıp da çıkabileceğinize odaklanın” demeyi adet edindi. Adet edinmekle yetinmeyip, kendi de muhtelif fırsatlarda örnek olarak öncülük etti. Allah ışıklar içinde yatırsın, bu öğretileri olmasaydı, bilen bilir, yaşadıklarımızı dünyada atlatamazdık!!! İşte o gün, o otel odasında, çekirge ile göz göze bakışırken, o nasihatler doğrultusunda bu durumdan nasıl sıyrılacağımı düşündüm hareketsiz... Döndüm, kapıyı usulca açıp arkamdan kapadım, yan kapıyı tıklattım, durum böyle..böyle dedim. Sabit bir bakış...kızın kocası da çıktı, resepsyona in, dedi..tam o sırada gece sessizliğinde hareketi duyan üsttekiler de belirdi merdivenlerin başında. Herkes aynı fikirdeydi: “resepsyona git”... Kontuarın arkasında 30-35 lerinde bir genç, uyumamak için kitap okuyor. -“Özür dilerim, diye lafa girdim ( kahretsin! çekirge nasıl deniyordu rumca?) Odamda yatağımın başında bir.... hayvan var. -Hayvan? Ne hayvanı var madam? -Valla, adını bilemiyorum, nasıl anlatsam, hani yeşil.....zıplayan..... -?????? by Elena Kovaçi Uygan
Page 43
-Yaa ....hani var ya.... buğdayları yiyen...zıplıyor.... -Nasıl yani zıplıyor??? La havle ve la kuvvet!!..... -Kardeşim, tarlalarda (ekin nasıl deniyordu Allahım?? tövbe tövbeee) hani buğdayları yiyorlar yeşil, aha bu kadar (parmaklarımı da açmışım ölçü niyetine) - Sizi anlayamıyorum hamfendi! Ben gerilmeye de başlamışım da, ben mutedil bir insanım gerilsem ne fayda! Kaldı ki istediğin kadar geril, adam oralı bile değil! -Anlamanız da gerekmiyor zaten! ...Sadece odamda bir hayvan var ve çare bulmanızı bekliyorum!!! -Size ancak bir anahtar verebilirim, gidin bir başka odaya yerleşin! -Siz ne diyorsunuz? Bir kere ben içeri girsem hayvan başlayacak oraya buraya sıçramaya, kaldı ki neredeyse 2-3 saat sonra yola çıkacağız ve daha valiz yapmam lazım! -Size başkaca bir yardımda bulunamam madam. -Yahu arkadaşım, yerinden bir kalksan da erkek olarak bir el versen... -Ben burayı başıboş bırakamam madam, işte size anahtar, gidin bu odada yatın, o kadar!!! Ben asansöre doğru yürürken de arkamdan dırdırlandığını duyuyorum: “Zıplıyormuş!!!” Yukarıda ayrı filim var.. Bizimkiler kapıda, kimseyi sıkmıyor içeri girmek. Kaldı mı iş başa?? “Lena”, dedim kendi kendime... “evelallah, hele bir gir içeri!!” Arkadaşlar... masal gibi..içeri giriyorum, bizimki hala orada, ve hala bana bakıyor. Hani zıplamaya kalksa var ya!! Sabahsabah havai fişek gibi olacağız o bir yana ben bir yana. Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 44
Sonradan düşündüğümde, .. o iki yandaki aydınlatma vardı ya, ya ışık çok keskindi ve hayvan kamaştı, ya da o kadar sıcaklık yayıyorlardı ki, hayvan mayıştı ve kımıldamadı. Bu arada beynim son hız çalışıyor...nasıl aklıma geldiyse, annem eve giren kertenkeleleri, zarar vermemek için (nedense) havluyu ıslatıp yakalar, pencereden dışarı silkelerdi. Usulca banyoya girdim, kaptım havluyu, ıslattım....yavaş..yavaş.. yavaşşşş...yaklaştım....hala bana bakıyor!!!! Antenlerini de ileri geri... hay Allahım.......pat! hayvanın üzerine kapadım. Usul usul havluyu büzmeye başladım.. büzdüm.. büzdüm... hayvanı da boğmamalı!!! Parmaklarım havlunun katlarında birleşti! Ters çevirip kontrol ettim, hayvanın bacağı bir ucundan el sallar gibi...muzur!!! Kapıyı bir açtım ki, vallahi vodvil gibi!!! bizimkiler tam takım kapının ardında!!! -Ne oldu??? -Burda! -Nerde? Hoop ....Nereye?? Doğru asansöre yöneldim. .. Dinsizin hakkından imansız!!! İndim aşağıya dooğru kontuara yöneldim. Gözlerini açmış, bana bakıyordu çocuk: -“Hani anlamamıştın ya, nedir o zıplayan hayvan, diye.. al işte! Umarım artık unutmazsın!!!” deyip yürüdüm gittim...İçin için gülerken, içimden de tekrar ediyordum: MALAKA!!!! Sizi bilmem arkadaşlar da... ben hala hakkını aramanın ya da MALAKA olmadığımızı göstermenin başka, bazen de daha etkili yolları da olduğuna inanıyorum....
by Elena Kovaçi Uygan
Page 45
Bir varmış bir yokmuş By Elena Kovaçi Uygan on Sunday, 4 December 2011
Yunanistan'da 'Osmanlı definesi rüyası' yayıldı, detektörü alan kazıya koştu .... GAZETELERDEN BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ Kökenlerim Selanik köylerinden... muhtemelen 1918-19??... Savaş yılları... bir yandan hayatlar yok yere yitiyor, öte yandan insanlar aşsız, işsiz....İstanbul ise payitaht, metropol!..elbet bir ekmek parası çıkarırız diye çıkmış dedelerim yola...Az gitmişler, uz gitmişler, nasıl varmışlarsa varmışlar o zamanlar Makriköy, sonraları Bakırköy denen, yine o zamanlar “köy” olan bugün İstanbul’un en kalabalık ilçelerinden birine... Köyde yaşam zaten çok çetinmiş...Hep çetin olmuş... İnsanlar çiftçilik, tütün ekimi, hayvancılık ile geçinmeye çalışırlarmış... Anneannemin babası, (bu demektir ki, neredeyse geçen yüzyılın son yirmi yılı) dört erkek kardeş, ergenlik çağına gelince babalarına yardıma başlamışlar... Köyde medeniyet yok. Elektrik daha gelmemiş, ulaşım atlarla yapılıyor..... Sırası gelmiş, evlenmişler. Çoluk çocuk, sığınmışlar bir dam altına....Hayat işte....geldiği gibi yaşamışlar...Gün geldi tütün ekmişler, gün geldi hayvan gütmüşler...taaa ki.... Aile nüfusu artınca, avludaki köhne tezek barakası onlara dar gelir olmuş.. Büyütmek lazım... gitmiş dede iki roman vatandaşla anlaşmış, başlamışlar barakayı sökmeye.. Kocamaan kiremitler var tavanında; İngilizmiymiş ne! Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 46
Tanesini kucağına aldın mı bebe kadar! Dede damda, romanlar aşağıda elden ele kiremitleri aşağı alıyorlar. Bir an...dede kiremitlerden birine bir asılmış...o ne? Kiremit neredeyse yerinden kalkmıyor. Allah allaaaahhh... Onu koyuyor bir kenara, ötekilerle devam ediyor işe.. Öğlen molası...Nine sıcak aş getiriyor çalışanlara... Dede o ayırdığı kiremidi koltuğunun altına sıkıştırıp doooğru eve.. Nineye diyor ki “gel bakiim buraya, bu işte bir iş var”... Odalarına girip, kapının mandalını da çekiyorlar,... dedenin kiremidi yere vurmasıyla şangırrrrr... altınlar dökülmüş kilimin üzerine!!! Hey büyük Allahım... hey büyük Allahım!.... Dövünüp dört dönüyorlar odanın ortasında...Ne olacak şimdi?? İlk dede toparlanmış.... önce kiremit parçaları ayıklanmış, sonra da altınlar bir keçe heybeye doldurulmuş. Köy yerinde adetler var...Sıralı sırasız, planlı plansız, her türlü olay için yerleşik adetler, inanışlar...Bazıları ilkel, basit, cahilce...Mesela...Köyde su çiçeği salgını mı var? Hangi evde hasta varsa, o evde, o aralar asla ve zinhar çamaşır kaynatılmaz!!! Yoksa su çiçeğini de haşlarsın! “Var ya, bazı geceler hakkaten çığlık çığlığa bir çocuk sesi ile kızamığın ağladığını duyardık(!)” derdi annem!!! Köylü kısmında kağıt para bulursan almamazlık etme durumunda zaten de, değeri de yok. O zamanlar doları falan da kim bulmuş, zaten köylü bilmez. Birikimleri, varsa altın lira, ziynet ve pul; o zamanlar altın dediğin şeye her babayiğit sahip olamaz ya, lira alamayan için pul var. Pullar incecik, yassı, kağıt kadar kalın, tepesi delinip kolye yapılan paralar. Altını da var, bakırı da, gümüşü de. Köy yerlerinde dedim ya, medeniyet ne arar? Medeniyet olmayınca da banka ne arar?? by Elena Kovaçi Uygan
Page 47
Eee birikimler nereye konacak? Az ise bir kese içinde evin biryerine tıkılacak, çoksa da.....işte yukarıdaki gibi kiremitlerin içine sıvanacak, duvarlara, bahçelere, ormana gömülecek. Dolayısile de, özellikle o tehlikeli ve acı dolu zamanlarda, insanlar maddi varlıklarını gömdükçe, elbet bulanlar da olacaktı tabii ki değil mi????....Haa iş para bulmaya gelince....paranın bereketi söz konusu. Para mı buldun? Saklamayacaksın...saklamayacaksın derken, duyurman lazım ki, bereketi olsun. Eee nasıl olacak? Davul zurna ile ilan edecek halin yok ya! Onun da kolayını düşünmüş köylü kafası! Dede hemen oğullarından birini görevlendirmiş. Lira dolu heybeyi abasının altından omuzuna çapraz sağlamlayan delikanlı, sabaha karşı gökler ağarırken,atına atladığı gibi birer birer civardaki köylerin sokaklarından rüzgar gibi geçerken, bağırmış: “Para bulduuummmm!!” “Para bulduuummm!!!” İnsanlar “ne oluyor”, “kim bu” diyene kadar, öteki köye sürmüş atını... Tamı tamına yedi köy yapacaksın...Adet bu! Arkasından doğal olarak gelecek davranış, göze batmadan, göze gelmeden, yavaş yavaş rahata ermek. Ağır ağır, çaktırmadan, ev büyütülmeye başlanmış. Avlunun etrafına iki kat çıkılmış. Aşağıda dört gelinle nineye mutfaklar, üst katta da çoluk çocuk herkese odalar...Köylü tahmin ediyor bu işte bir bit yeniği olduğunu da... (img:10150427300352211) Bitti mi? Bitmediiiii... Hayat zamanla normale dönmüş..... Rutin iş güç....kadınlar kah evde yemekti düzendi çabalıyor, kah köy meydanında tütün diziyor, erkekler de tarla- hasat..... bildiğimiz ekmek derdi işte, taa ki: Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 48
Bütün gece yağmur yağmıştı... “Amma bereket döktürmüş mevlam!” denecek kadar da sürekli ve yüklü...Sabaha karşı erkenden, kardeşlerden biri atlamış atına, köyün girişindeki çeşmeye hayvanları suya götürmüş. Çeşme dediğim bir tepeliğe sırtını dayamış bir taş, önünde de geniş bir yalak. Kaynağı, yağan yağmurdan nasibini almış, gürül gürül akıyor su! Delikanlı atın tepesinde hayvanların susuzluklarını gidermesini beklerken, gözü çeşmeden yukarılara doğru kaymış; şurada radikia varmış, ebegümeci de çıkmış, ağacın kökleriydi yaprağıydı derken....bir noktada toprak yağmurdan akmış sanki, aradan bir şeyler sıyrılmış mı ne?? Uzanıp eliyle eşeleyince de...a.aaa...bir fıçı!.... Titreyen ellerle iyice sıyırıyor çamuru, açıyor etrafını, fıçıyı koltuk altına atıp doooğru eve! Toplanmış aile meclisi, fıçı bir açılıyor ki, çil çil altın lira!!! “Allahım, şükürler olsun sana yarabbim!”...Sonrası mı?... Aynen tahmin ettiğiniz gibi, ertesi sabah yedi köy, yedi muştu: “Para bulduuummmmm”!!!!!!!!!!!!! Haydaaaa...yeniden evde faaliyetler başlıyor. Atlar, büyükbaş hayvanlar satın alınıyor, işçi sayısı arttırılıyor, avludaki mutfaklarda öğlen kazanlar kaynıyor, işçilere yemek pişiyor, torunlar büyüyor, herbiri evlendiriliyor....Her ailede 8-10 çocuk! Anneannem 12 yaşında gelin verilmiş, komşu köylerden birine... ”Hatırlıyorum, -derdi- mahalleli çocuklar avluda oynuyor, ben kendim çocuk!....aklım onlarda...indim, ip atlıyorum, ailenin yaşlı bir dedesi vardı, “Gelin, hadi atlamayı bırak da avluyu süpür” diye ne olduğumu, kim olduğumu hatırlatmıştı”. 12 yaşındaki bir çocuk, evlendiriliyor.Nereden bilsin zavallım kaderin ona daha neler hazırladığını..Onca zenginliğin ardından savaşın herşeyi süpürmesi, dört by Elena Kovaçi Uygan
Page 49
çocukla İstanbul’da kayınvalidenin yanına sığınma, ikisini vereme kurban verdikten sonra, tramvaya asılırken görevli tarafından yakalanıp kulağından kan gelecek kadar coplanarak şizofren olan üçüncüsü ile sürdürülen, yitirilmiş koca bir yaşam, aradan nasılsa sıyrılan annem...Ne demişler “Güzelliğine güvenme, bir sivilce yetişir; zenginliğine güvenme bir kıvılcım yetişir.” Çatlıyorsunuz şimdi tabii di mi, altınlara ne oldu diye!!??? Devir, zor devir...savaşlar derin acılar bırakıyor. İnsanlık bunca acıya nasıl dayanmış?? Bir yandan tarih yazılıyor, bir yandan çeteler kapışıyor, kayıplar, ölümler, zararlar..aile büyümüş, torun torba, olmuş belki de 40-50 kişi..para mı dayanır? O altınlardan kızkardeşimle bana kala kala birer adet Avusturya beşibiryerdesi kaldı, onları da bize annemle babam, düğünlerimizde, ailenin yadigarı olarak, dede ile nine’nin, belki de kemikleri bile kalmamış büyük dayıların, kayıp bir dünyanın, bir sihirli masalın anısına teslim ettiler... Onlar ermiş muradına, biz çıkmışız kerevetine.......................
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 50
by Elena Kovaรงi Uygan
Page 51
Alllaaaaaahhhhhhh !!! By Elena Kovaçi Uygan on Saturday, 31 March 2012
Bu sefer size hayatımda içine düştüğüm en garip ve komik hallerimden birini anlatmak istİyorum… Kolay anlatılacak bir durum değil valla; Ben kelimelerde haznemi zorlayacağım, sizin de hayal gücünüzü genişçe kullanmanız, anlamak için de azıcık da fizik kanunu bilginizi katmanız gerekecek. Haydi bakalım… Efendiiimmm…Ev kadını olduğum yıllar.. Kızkardeşimle ben sabahtan çocukları okula göndermişiz, kocaları da işe postalamışız, evi derleyip toplamışız, alt katta oturan anneme de yemek işinin bir bölümünü yüklemişiz…. Aynı binada oturmanın hem avantajları hem dezavantajları var…Çok iç içe olduğunuz zaman, sevinçleriniz kadar problemlerinizi, sıkıntılarınızı da karşıdakinden saklayamıyorsunuz. Öte yandan korkunç avantajları da var. Dışarı çıkacaksınız, ıspanağı annenize indirip: “Şunu ayıklayıver annecim, akşama pişirelim” diyebiliyorsunuz…İki dakikada mesela sütüydü, emziğiydi, bezleriydi toparlayıp çocuğu annenize indirip bırakabiliyorsunuz. Eeee…o kadar olacak ama di mi??? Kuzenimin karısı, arada -“oturun evinizde de çocuklarınıza bakın!”- diye söylenen annesine dememişmiydi: -“Ne yani! Sizin torunlarınıza biz mi bakacağız??”İşte geçmişteki nisbeten kaygısız ve huzurlu günlerden o Perşembe sabahı, Feriköy’de oturan arkadaşımıza ben ve kızkardeşim sabah kahvesine gideceğiz… Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 52
Mevsim bahar…ya da güz….çünkü güneşli bir gün olarak kalmış anılarımda. Jean’lerimizi giymişiz, spor ayakkabı muhtemelen, üzerimde de rüzgarlık veya ceket ama kesin hatırladığım…gözümde kocaman güneş gözlüğüm, omzumda da o aralar işlemekte olduğum gerçek bir gobleni koyduğum bir elişi çantası. Evden çıktık ve yaya olarak Feriköy’e yöneldik. O yıllarda, arkadaşımızın oturduğu sokakta meşhur Feriköy pazarı kuruluyor. Çok büyük bir alanın sokak aralarına yayılıyor. Hem sebze- meyve satın alabiliyorsunuz, hem de ev eşyaları, giysiler, ve o dönemlerin modası, özellikle ithal ev ve mutfak gereçleri falan da satılıyor. Ulus pazarı falan o yıllarda kimin aklına gelirdi ki?? Semt pazarları” in”!! … Sabah saatleri olduğu için, henüz tıklım tıkış değil, ama yine de kalabalık, biz de, hani derler ya, “lay lay lom” yürüyoruz. Sağa, sola bakınıyoruz ama, evde oyalandık ya….kahveye de geç kalmamak için gazlamışız… O zamanlar İstanbul sokakları (gerçi şimdi de sanki daha mı iyi) ama, çukuru-çakırı bolca…. Şimdi tam bu noktada, olayı daha iyi anlayabilmeniz, benim de daha iyi anlatabilmem için şu açıklamayı yapmak durumundayım: Küçükken sizi bilmem…benim çok başıma geldi. Hızla merdivenden iniyorsunuz değil mi, öyle bir an geliyor ki, çok hızlanıyorsunuz. Öyle bir hızlanıyorsunuz ki, adımlarınızı artık mekanik atar oluyorsunuz. Tak-tak-taktak-taktaktaktaktak……Aklınızdan bir an “bastığım yere bir bakayım, düşeceğim galiba” dediniz mi, yandınız! Çünkü merdivene baktığınız anda, o denge bozuluyor ve adımınızı nereye atacağınızı bilememek gibi bir kararsızlığa düşüyorsunuz. Her an boşluğa basacakmışsınız paniğini yaşıyorsunuz…. Son dört merdivenden kendim aşağı atmışlığım çok olmuştur benim, kendimi kurtarmak için….. Şimdi bunu neden anlattım? Dağıttıklarımı şöyle toparlayayım: Yolların arızaları olmasından bahsetmiştim ya… kahveye de geç kalmayalım diye gazlamışız dediydim ya…. by Elena Kovaçi Uygan
Page 53
Bir an, ayağım çukurlardan birine giriyor, ve o an dengem bozuluyor, “Aa!!!!” diye kısa bir çığlık ardından, süratim nedeni ile vücudum hızla öne doğru bükülüyor, düşeceğim, ama düşmüyorum, çünkü adımlarımı daha da hızlandırdım. İşte burada o merdiven ivmesi gerçekleşiyor. Düşmemek için adımlarımı mekanik olarak gittikçe hızlanarak atıyorum ama, doğrulamıyorum da…. Olayı uzun anlatıyorum çünkü saniyeleri dakikalar gibi yaşadım..Ama seyirciler için her şey an’lık gerçekleşiyor….Çığlık attım ya! Millet o an dönmüş bakıyor…. Şimdi beni şöyle tahayyül edin: Elişi çantam sırtımda, gözümde gözlük, belimden öne doğru iki kat, hızla koşan bir tip… Arkamda Bıraktığım Sandra, ağzı açık vaziyette olaya seyirci. Kovalanırken panikle kaçışan bir tavuk gibiyim…Olaya tanık olmayanlar, ne yaptığımı anlamaya çalışıyor ve insanlar önümden hızla açılarak bana yol veriyor. Bir yandan yürüyüş hızımın verdiği ivme ile iki kat vaziyette koşuyorum, öte yandan - aerodinamik bir pozisyondayım diye belki- gittikçe hızlanıyorum ve aklımdan –anlık- şunlar geçiyor: Bir tezgaha falan çarpacağım herhalde durmak için ama öyle hızlıyım ki, tezgah falan ne varsa devireceğim. Hızımı da kesemiyorum, o hızla herhalde “zınk” diye dursam iki üç takla atacağım ortalıklarda….bir an, şöyle bir durum oluşuyor: Yoldaki engebeler nedeni ile herhalde, koşu yönüm değişiyor. Sağa doğru hafif bir sapma yapıyorum…( yine her şey anlık gelişiyor) sağa tezgaha doğru gitmeye başlıyorum, ve karşımda bir hammal… Bütün hatırladığım kahverengi dökülen bir şalvara doğru gittiğim. Adam durumu kavrayamıyor ki! Hızla ona doğru koşan iki büklüm bir kadın!!!! Tezgaha dayanmış ve ne olduğunu anlamadığı için …üstelik ben yaklaştıkça gözleri gittikçe büyüyen.. ama şokta ve kaçamayan bir hammal, ve ben adamın doooğru karnına (belki de daha aşağısına)doğru gitmekteyim… Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 54
Son dakikayı şöyle hatırlıyorum: Adam geri- geri tezgaha yapışırken kollarını teslim gibi havaya kaldırıyor, kafam hızla adamın döşüne girerken, adamdan bir çığlık : “ALLAAAAAHHHHHHHH !!!!!!!
by Elena Kovaçi Uygan
Page 55
Sisli basliyan bir sabahtan sonra ... By Elena Kovaçi Uygan on Thursday, 31 March 2011
Saçımdaki aklardan birkaçını borçlu olduğum bir anı paylaşacağım bugün.. Cumartesi sabahı sisten göz gözü görmemişti. Vapurlar çalışmayınca, erkekler evde kaldı. Öğlene kadar gökyüzü öyle bir açtı, hava öyle bir ısındı ki sormayın!!! Deniz çarşaf. Kocam ile Aki fırsatı kaçırır mı? “Biz çocukları da alıp kaçıyoruz tekneyle” dediler.. Arada rastladıklarını da baştan çıkarınca, tekneye iki baba ile oğulları eklendi. Çocuklarda ortalama yaş 8-9. “Aman, akşama geç kalmayın, Kınalı’dan arkadaşlar gelecek, Ali’de yemek yiyeceğiz” dedim kocama. Akşama doğru hava rüzgarladı, bulutlandı, derken karardı. “Bunlar dönüşe geçmiştir” diye düşündük. Sekize doğru, hem ortalık kararmış, hem fırtına başlamıştı. Cep telefonları daha icat edilmemiş, teknede de telsiz yok. Benim ve Aki’nin karısı Nitsa’nın yüreklerimiz ferah. Kocalar denizi iyi tanır, hava takibini bilir, çocukların hayatını kesinlikle riske atmazlar…kesin bir koyda havanın sakinleşmesini bekliyorlar… Arkadaşlar geldi, biz Ali’ye oturduk, gözümüz sahilde. Dalgalar devleşti, yağmur ve soğuk geldi. Tek derdimiz çocukların çıplak olmaları. Teknede battaniye var Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (1. Kitap)
Page 56
ama.. Arada iskeleye gidip, memurlardan telsizle balıkçı teknelerine bizimkileri sormalarını istiyorum. Cevap veren yok diyorlar… Saat 12 ye kadar, arkadaşlar da zar zor yanaşan gemi ile Kınalı’ya dönünce, Nitsa ile ben öteki iki annenin paniği ile baş başa kaldık. Haklı olarak, kadınlar bize gelip gidiyor, arada dövünüyor, biz de sakinleştirmeye çalışıyoruz. O kadar eminiz ki, güvende olduklarından… Konu komşu bizde toplandı, duyan geldi, arada haber var mı diye uğrayanlar, öteki iki annenin panik atakları derken saat gece 4’ü buldu. Bende görüntü sakin ama, artık yüreğim sıkışmaya başlamıştı. İnsanları evlerine gönderdim, ona buna gülücükler, “yok bir şey, bakın ben ne rahatım” diyor ağzım ama….El ayak çekilince pencerede başımı göklerde dualara başladım. . Sızmışım. Bir sıçradım ki, gün ağarmış, hava durmuş…Sokağa fırladım…Fırının oradan aşağı doğru koşar adım inen birisi… gittikçe yaklaşırken, ne göreyim? Aki’nin babası!!! Rahmetli dayanamamış, havanın ağarması ile kalkıp Hristos’a çıkmış, dört yönden denizi gözetlemeye koyulmuş….taa ki ufukta bizimkiler belirene kadar. Macera denizde başlamış. Bulutları görmüş bizimkiler ama, böylesine bir sisin ardından fırtınalı hava vaki değilmiş. Dolayısile biraz oyalanmışlar. Yağmur bulutu olmadığını anlayana kadar esmeye başlayınca, Sivri’ye sığınmışlar, orada da kalmışlar. Nevalenin dibi görünmüştü tabii. Gece orada kalan bir taka’dan çocuklara kuru ekmek göndermişler (onlar da hazırlıksızdı) bizimkiler de aç- bilaç, kamarada çocukları battaniyeye sarıp sabaha kadar uyutmaya çalışmışlar…
by Elena Kovaçi Uygan
Page 57
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yaz覺lar覺 (1. Kitap)
Page 58
2014
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yaz覺lar覺 Kitap
by Elena Kova癟i Uygan
Page 59 Niko Tsalikis 11/12/2014