2014 By Elena Kovaçi Uygan
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları 3. Kitap
By
Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
nick Niko Tsalikis 11/16/2014
Bu kitapta Mehmet Enver Altın'ın grubumuz ile paylastığı güzel yazılarının ikinci bölümü bulunmaktadır. Kendisine çok teşekür ederiz...
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 2
Contents Venedik Kanallarında “Nalları Kanlı Dört At” Önsöz ............ 4 Venedik Kanallarında “Nalları Kanlı Dört At ” Bölüm I. ..... 6 Venedik Kanallarında “ Nalları Kanlı Dört At ” Bölüm II. ....................... 8 Venedik Kanallarında “ Nalları Kanlı Dört At ” Bölüm III. .................. 14 Venedik Kanallarında “ Nalları Kanlı Dört At ” Bölüm IV.................... 18 Venedik Kanallarında “ Nalları Kanlı Dört At ” Bölüm V. .................... 20 Venedik Kanallarında “ Nalları Kanlı Dört At ” Son Bölüm VI ............ 24 Suyun Üzerinde Akan Zaman’la “ Bir Burgaz Güzellemesi “ ......... 28 Burgaz’da Donmuş Kareler “ aynama yansıyan anılarla, imgeler “.... 40 Burgaz’da Donmuş Kareler “ aynama yansıyan anılarla, imgeler “ Tasvir-i Çay Bahçesi ............................................................................................. 48 Burgaz’da Donmuş Kareler “ aynama yansıyan anılarla, imgeler “ Tasvir-i Kaşıkadası ............................................................................................... 52 Burgaz’da Donmuş Kareler “ aynama yansıyan anılarla, imgeler “ Tasvir-i Fayton ...................................................................................................... 56
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 3
Venedik Kanallarında “Nalları Kanlı Dört At” Önsöz By Mehmet Enver Altın on Sunday, 6 May 2012
Ben bu anlatıyı kaleme almaya, bir önceki anlatımı okuyup da övgüleri ile bana cesaret verenlerden biri, Burgazdaşım, Jul Amado’nun önceki anlatıda yer alan, eflatun harmaniyeli dört atla ilgili, “ Bir gün bu atların kendi ağızlarından hikâyelerini anlatırsanız büyük bir zevkle okur, saklarım… “ demesinin hemen ardından 2012 Ocak ayında karar verdim. Kararımı hayata geçirmek için tarihin tanığı yaşlı ve bilge deniz minaresine gidip “ eflatunharmaniyeli dört atın neden leyleklerle beraber olduğunu? “ sorup da hüzünle harelenen gözleriyle bana baktığında, onu ilk defa anılarını anlatmakta isteksiz gördüm. Nitekim bu öngörümde de yanılmadım. Defalarca sordum ve her defasında onun anlatmak için ağzını açtığını sandığımda, ben de bir bebeğin meraklı beklentisinde, dinlemeye hazırlandım, ardından da anlatmaktan vazgeçtiğinde bir ergenin yarım kalan sevdasında, hayıflandım… kısacası, kağıt, kalem, başvuru, kronolojik hata endişesi, kurgunun sağlam nefesi, yaşlı ve bilge deniz minaresini ikna süresine bir de gün be gün oraya buraya savrulmanın gerginliği eklenince, baktım ki bu kısacık anlatıyı yazmak Mayıs ayına kadar sürmüş… Buna da şükür deyip “şimdiki değil anılarımdaki”, İstanbul için yazılmış masallara, alçak gönüllü bir İstanbul masalı daha eklemeyi bir kere daha denerken, bu masalı Jul Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 4
Amado’nun şahsında Burgazada ReUnion Meeting öbeğine armağan etmeme izin verin… Beni bu şehre bağlayan dostlarıma, yoldaşlarıma, arkadaşlarıma, hasımlarıma, hısımlarıma, aileme, ama en önemlisi Burgazadama bin minnet, bin şükran… M.Ö. IV. ya da M.S. III. y.y.a ait olduğu düşünülen Quadria Atları olarak bilinen altın kaplama bronz heykel gurubu, Antik Çağ’dan beri günümüze sağlam ve bütün olarak kalan tek örnektir.Sadece estetik olarak değil, zafer takları üzerine buna benzer heykeller yerleştirilmesi geleneğinin ötesinde, Hıristiyan dünyası için, İsa’nın öğretilerini yayan dört İncil yazarının sembolik temsilcisi olarak kabul gördüğünden taşıdığı anlam nedeniyle de büyük değer taşımaktadır. Quadriga Atları ile beraber Doğu Roma Ve Batı Roma İmparatorlukları 'nın birliğini ve yönetimini simgeleyen Tetrarchs heykelinin de Konstantinopolis’ten, Venedik’e taşınmasının bir amacı da Hıristiyanlığın merkezi yapılmaya çalışılan Venedik’in üstünlüğünün sembolik biçimde ortaya konulması olarak gösterilmektedir.
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 5
Venedik Kanallarında “Nalları Kanlı Dört At ” Bölüm I. By Mehmet Enver Altın on Sunday, 6 May 2012
2011 yılının Eylül ayının ilk günlerinde, Hristos’un üzerinde gördüğüm leyleklerin hikâyesini sizlere naklettiğimde “Ioudas Enotıta=Erguvan Birlik” ile beraber “eflatun” harmaniyeli dört attan söz etmiştim… Etmiştim ama onların leyleklerle olan beraberliklerine açıkçası bir anlam verememiş, bunu ilk fırsatta yaşlı ve bilge deniz minaresine sormaya karar vermiştim. Neyse, bunu yılın ilk günlerinin birinde, akşamüstü karanlığının Burgaz’ın sokacıklarına süzüldüğü, Kaşıkadasındaki dostlarımın kabuklarına çekilmeye hazırlandığı, kar tanelerinin, penceremin denizliğindeki nar taneleriyle, çam ağaçları arasından kaleydeskop[1] misali, onlarca, görsel ziyafet sunduğu saatlerde yaşlı ve bilge deniz minaresine sordum; Senden, bundan önce Erguvan Renkli Leyleklerin hikâyesini dinledim. İstanbulumun ruhunu ararken, Hikâyenin sonunda hüzünlendim. ancak bir merak düştü içime, “lütfen söylesene, kimlerdi onlar, leyleklerle beraber uçan, eflatun harmaniyeli, o dört at?” Yaşlı ve bilge deniz minaresi, dedi… “Bunu bana sormasın…” Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 6
diye dua ederdim. Onların hakkında anlatacağım olay, o kadar korkunç ki, yıllar boyunca anlatmaktan kaçındım. Kötülüğün ve ölümün, dini maskara edip, masumlara alay etmesini, bedenleri haince tahrip etmesini, mülkleri ve inançları yağmalamasını dehşetle izledim. Kadim zamanlardan beri yaşadığım bu denizlerde, Yeryüzü böyle bir katliam ve felaket yaşamamıştır ki; onu bilir onu söylerim… deyip, durdu… bir türlü anlatamadı… deyip, durdu… bir türlü anlatamadı… deyip, durdu… sonra anlatmaya başladı… [1] Çiçek Dürbünü
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 7
Venedik Kanallarında “ Nalları Kanlı Dört At ” Bölüm II. By Mehmet Enver Altın on Tuesday, 8 May 2012
Söylentiye göre M.Ö.451 yılında Argos’ta[1] önüne çıkan her engeli delip geçen kavurucu bir yaz güneşi altında, Korint yakınlarında Sikyonia’da doğmuş, yıllarca bronz işçiliği yapmış, ünlü heykeltıraş Lysippos ile öğrencisi Lindoslu[2] Khares[3] kil, reçine ve balmumundan yapılmış bir karışımla oluşturdukları kalıplara kan ter içinde ama bir o kadar da sevinçle baktılar. Kalıpların biri, Mora yarımadasına herhalde savaş ganimeti olarak düşmüş, her türlü iklim koşullarına dayanıklı, Karakurum çöllerinin yıldıza kesmiş gecelerine sevdalı, metalik altın donlu, gök gözlü Akhal-Teke atının, diğeri ise demir kırı donu ile tavırları ağırbaşlı, ayakları uzun beyaz sekili, nur yüzlü, mahmur bir Arap atınındı. Diğer iki kalıptan birisi rengini, dörtnala koşarken donuna sıçrattığı çöl kumlarından almış, kirli sarı, kula donlu, siyah saçlı bir hergelenin, diğeri ise yağız, esmer, kara donlu, alnı süt beyaz akıtmalı, heybetli ve baba yiğit, her ikisi de güngörmüş ve geçirmiş ve her ikisi de Arap kökenli Barb atlarınındı. Koşum olarak yalnızca göğüslükleri takılı, ikisinin sağ ön, diğer ikisinin sol ön, rahvan koşar, kalkık ayakları ile dört aygırın da antik çağın heykelcilik sanatının görkemli heykellerine temel olacak kalıpları
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 8
bitirilmiş, işin artistik yanı tamamlanmış, döküm aşamasına gelinmişti. Artık sıra yörenin ve devrin en büyük döküm ustalarından Palmiralı Tadmur’un yıllarca iş üstünde meleke kazanmış, dikkatli ve becerikli ellerindeydi. Sazlarla kaplı büyük bir sundurmanın altında bulunan üç kişi, Lysippos, Khares ve Tadmur birbirlerine güvenle baktılar ve Tadmur kalfalarını çağırarak dört atın da kalıplarının döküme hazırlanmasını emretti. Kalfaların işaretiyle kalıpların her biri, döküm atelyesinin kalıp hazırlama bölümüne son derecede dikkatli bir şekilde götürüldü ve alından kuyruğa bakışımlı bir şekilde ikiye bölünmeleri için hazırlıklara başlanıldı. Atelye çalışanları, yılların ve beraber çalışmanın getirdiği ustalık yanında adeta bir ekol olan, ünü her yana yayılmış atelyelerinde bu tür işlemleri her zaman ustalıkla yapsalar da kalıpların zarar görmemesi gerektiği için Tadmur, kalıp hazırlama bölümüne giderek bir aksama ve hata olmaması için tekrar herkesi uyardı, yapılanları gözetimine aldı ve günler boyu sürecek işlemlere başlandı… Kalıplar birbirine bakışımlı olarak kesildi. Dış yüzeyleri korumaya alındı ve iç tarafları belli bir et kalınlığına kadar oyuldu. Metal havuzlar içinde dış ve iç yüzeyleri sarıp sarmalayan alçıdan dişi kalıplar yapıldı. Metal havuzlar içindeki dişi kalıplar bakışımlı olarak preslendi… ve iki havuz arasındaki rahim ağzına tamamına yakını bakır, bronz eriyiğin ilk tiraji, Roma döküm tekniğini benimsemiş Tadmur tarafından dökülür, heykellerin her biri göbek bağından gelen eriyikle alçı kalıbın damarlarında şekillenirken, rahimde beslenen heykellerin her biri bronz form kazanana kadar beklediler…
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 9
Kalıplar açıldı. bakışımlı parçalar narin ve usta eller tarafından birleştirildi… göbek bağları kesildi… sağrılarına indirilen bir şaplakla canlanan her bir atın canına bir bronz can katılırken, dört at yapımı daha önce tamamlanmış quadrica[4] arabasına teker teker çekildi ve teker taker koşularak; “güzellik ile zarafetin, cesaret ile gücün, yetenek ile karakterin iki canlı arasındaki aklın birlikteliğini simgeleyen insanlardan sonra insanlık tarafından genel kabul gören canlıları temsilen...” Bundan böyle Quadrio Atları olarak anılacak anıt heykel hazır hale getirildi. -0tamamlanınca heykel, model atların, her birinin teker, taker gururla kalkan başları, her birinin diğerinden, kıvılcım saçan gözlerinden aldıkları komutla, Quadrio Atları şaha kalktılar ve yüzyıllar süren bir koşuya dört nala daldılar… saban oldular köylülere, kölelere ekmeği bir karış toprakta… pusu kurdular avcılara avları ok menzilinde… yoldaş oldular gözü pek ulaklara, kellesi ileti içinde… yel oldular yarışlarda çılgın kalabalıklara, zevkin zirvesinde… mekan oldular korkak, zalim bir o kadar cesur savaşçılara, canları kılıçların ucunda… sığınak oldular kaçkın, gezgin, düşkünlerin umutlarına… Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 10
durgun suları rahvan, azgın suları dörtnal, demir toynak, geçerken topladı her biri nar tanesi damlaları kuyruklarında kızgın çölleri yıldızların altında aşmaya yudum, yudum ve sonar vardılar Güzel Atların Güzel Ülkesi Kapadokya’ya el alıp, el verip dinlendikten sonar tekrar yola koyulup sonunda vardılar Habib-i Neccar dağındaki mağaraya…[5] Matta,[6] Marcos,[7] Luca,[8] Yuhanna,[9] adıyla kutsanıp[10] çıktılar kutsal mağarada yıllar süren yılkıya… [1] Mora yarımadası, Pelopones bölgesinin en eski ve önemli şehirlerinden birisi. [2] Rodos adasında Dorlar tarafından kurulmuş arkeolojik bir kasaba [3] Rodos şehrinin limanının girişinde bir zamanlar bulunduğuna inanılan ve antik dünyanın yedi harikasından biri olan Yunan tanrısı Helios'un heykeli Clossus’u yapmıştır. [4] Yan yana koşulmuş dört at tarafından çekilen yarış arabası. [5] Antakyanın doğusunda bulunan bu dağdaki mağarada bulunan Saint Pierre Kilisesi’nin dünyanın ilk kilisesi olduğuna inanılır. [6]Matta İncili, İsa'nın oniki havarisinden biri olan, Roma vergi memuru Celile'li Matta tarafından yazıldığı kabul edilen incildir. Matta İncili, İsa'nın soyağacı ile başlar, hayatını ve dinî faaliyetlerini özetler. [7] Markos İncili, Yeni Ahit'in ilk dört bölümünü oluşturan kanonik incillerden ikincisidir. "Evanjelist Markos" olarak da bilinen Yuhanna Markos tarafından yazılmıştır. Matta ve Luka İncillerine kaynak teşkil ettiği ve incillerin en eskisi olduğuna inanılır. Vaftizci Yahya'dan İsa'nın göğe yükselişine kadar olan kısmı anlatır. [8] Luka İncili, Vaftizci Yahya'nın doğumundan İsa'nın göğe yükselişine kadar olan yaklaşık 35 yılı kapsar. [9] Yeni Ahit'in ilk dört bölümünü meydan getiren kanonik incillerden sonuncusudur. Kelime anlamı olarak "sevgili" veya "sevilen" demektir. Balıkçılık yaparak By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 11
geçinen, "EvancelistYuhanna" olarak da bilinen, havari Yuhanna tarafından yazılmıştır. [10] Hıristiyan dünyası için “quadriga” atları, İsa’nın öğretilerini yayan dört İncil yazarının sembolik temsilcisi olarak kabul gördüğünden son derece önemlidir.
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 12
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 13
Venedik Kanallarında “ Nalları Kanlı Dört At ” Bölüm III. By Mehmet Enver Altın on Thursday, 10 May 2012
IV. Yüzyılın sonunda, 395’de ikiye ayrılan Roma İmparatorluğunda Batı Roma İmparatorluğu güç kaybeder, sona doğru yaklaşırken, Doğu Roma İmparatorluğu güçlenmekte, V. Yüzyıl itibariyle Konstantinopolis dünyanın en önemli şehri olma yolunda adım, adım ilerlemektedir. Şehir, kültür yapıları, sanat eserleri ve heykellerle donatılmış, gerçek bir zenginliğe kavuşmuştur. Bu niteliği ile dışarıdan da göç alan şehrin nüfusu hızla artmış, genişleyen şehir, Konstantin Surlarının dışına taşmıştır. Şehir halkını bu koşullarda korumak olanak dışı olduğundan yetenekli ve seçkin imparator naibi Anthemius’un emriyle, bugün de Theodosius Surları olarak anılan, Haliç’ten, Propontis’e, yani Marmara’ya kadar uzanıp tüm şehri korumaya alacak surların, Roma’nın bin yıllık bilgi birikiminden de yararlanarak yapımına başlanmış, II. Hagia Sophia kilisesinin inşaatı da On Ekim 415 yılında tamamlanmıştır. Konstantinopolis, Batı Roma’dan gelen aristokrat ve üst yöneticilerin inşa ettirdiği malikâneler ve saraylarla beraber sanat eserleri ve heykellerle donatılmış, şehir gerçek bir zenginliğe kavuşmuştur. Daha sonra yönetimi fiilen eline alan II. Theodosius[1], 425 yılında Latince, Grekçe, hukuk ve felsefe dallarında 31 kürsüsü bulunan bir üniversite ile şehrin zenginliğini derinleştirmiştir. Şehir tam bir açık hava müzesine dönüşürken, nüfus da Monofizitler[2], Nestorianlar[3], Arianlar[4] gibi birbirleriyle anlaşamayan mezheplerle bölünse de genelde Hıristiyanlardan oluşmaya başlamıştır. Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 14
Anılan bu günlerde, sarayda da II. Theodosius ile eşi İmparatoriçe Evdoksiya’nın yakında evlendirecekleri kızları, Licinia Evdoksiya’nın düğün, düğünden hemen sonra kutsal toprakları görmek üzere Kudüs’e gitmek isteyen İmparatoriçenin yol hazırlıklarının telaşı hüküm sürüyordu. Nitekim bu konuları görüşmek ve hava almak üzere sarayın bahçesine çıkan İmparator ve İmpartoriçe oya gibi işlenip, kenar süsü haline getirilmiş bahçedeki büyük lükstrümlerin yanında dolaşırlarken yandan gelen seslere kulak kabarttılar… Bazı saray görevlileri ile üst rütbeli birkaç asker, ününü duydukları Quadrio Atları hakkında konuşuyorlar, bu atların Konstantinoplis’te bulunmasının şehre itibar kazandıracağını düşünüyor ama bunun nasıl hayata geçirilebileceği konusunda çözüm arıyorlardı. Konuşmaları kendisini göstermeden dinleyen ve bu atların Konstantinopolis’te bulunmasının şehir kadar kendisine de itibar kazandıracağını ayırdına varan II. Theodosius, eşine baktı… o da onun ne demek istediğini hemen anladı… “İmparatoriçe Kudüs’e gitmeden önce konaklayacağı Antioch, Antakya’ya geldiğinde, yüzyıllardır yılkıya yatmış, Quadrio Atları’nı yanına alacak, kutsallık kazanmış bu atlarla Kudüs’e gidişi daha da bir anlam kazanacak, dönüşünde de asırlardır yılkıya yattıkları her aybaşına gövdelerine altın bir yaldız işlenmiş bu bakır atlar hipodromda İmparatorluk Locasının üstünde görkemli yerlerine kavuşacaklardı.” -0Sabah olup da Matta, Marcos, Luca, Yuhanna, asırlar sonra dünmüş gibi uyandıklarında; sırtlarında cüppeleriyle seyisler, sularını içirip, onları önce arpa, çavdar ve yulaf karışımı ile sonra da elma ve havuç ile beslediler… By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 15
tımarlarını yapıp yelelerini Selanik ördüler, kuyruklarını tarayıp, pedikürlerini yapıp nallarını parlattılar başlık ve göğüslüklerini takıp İmparatoriçeye atfen her birine “Eflatun” harmaniye giydirip Quadrica arabasına çektiler… İmparatoriçe Aelia Eudocia Augusta’yı başlarıyla selamlayan Matta, Marcos, Luca ve Yuhanna, sürücülerinin dizgin işaretiyle harekete geçip kendilerini çiçeklerle uğurlayan Antioch[5] halkının arasından geçtiler ve rahvan tempoyu dörtnala çevirdiler… -0İmparatoriçe Aelia Eudocia Augusta dalarken rüyaya, gördü atları, vatoz kanat, suları yaran kuyruk teleklerinden, inci gibi sular damlayan… gördü atları, yılan kıvrak, tuzaklarla dolu engellerin arasından dolanan… gördü atları, hecin deve, çölün ufuk çizgisinde seraba bulanan… gördü atları, samanyolu içinde kartal kanat, yıldız saçan kumlar etraflarında akan… gördü atları, koşumlarına bağlı düzenek, Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 16
gök kubbeyi indiren ve Kudüs’ü saygıyla beraber şaşkına çeviren… ve uyandığında rüyadan gördü atları, Hipodrom’da Kathisma’yı[6] süsleyen… [1] II.Theodisius, İmparator Flavius Theodosius, 401-450. 408’de imparator oldu. [2] Buna göre kelam İsa ile birleşmeden önce de İsa Tanrı idi ve Meryem'den doğan çocuk (İsa) tam bir insan ve tam bir tanrıdır. Dolayısıyla da Meryem Tanrı'nın annesidir. İsa'da bulunan Tanrılık ve İnsanlık özellikleri değişmeksizin birleşmişlerdir ve birbirinden ayrılamazlar, [3] Buna göre, İsa, hem insan hem de kutsal bir varlıktır. Meryem de “Tanrı’nın annesi” değil , “İsa’nın annesi” dir. [4] Buna göre, İsa, tanrı değil peygamberdir [5] Antakya [6] Hipodromda İmparatorluk Bölümü
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 17
Venedik Kanallarında “ Nalları Kanlı Dört At ” Bölüm IV. By Mehmet Enver Altın on Saturday, 12 May 2012
Yeryüzünü temsil eden at nalı biçiminde, kulelerinde imparatorluğun ve yarışa katılan takım bayraklarının dalgalandığı hipodromdaki yüzon bin seyirci arasında yer alan ve Kathismanın sağında ve solunda oturan Beyazlar ile Kırmızılara, hipodromun kuzey ve güney uçlarında oturan, kendilerinden kat be kat üstün Mavilerle Yeşillerin karşılıklı atışmalarını izlerken, pembe granitten yontulmuş, Büyük Theodosius tarafından Mısır’daki Luxor Karnak tapınağından getirilip Hipodromun ortasına yerleştirilmiş, Doğu Roma İmparatorluğu’nun merkezi Dikilitaş’ın[1] gölgesi, saat dördü vurduğunda, beyaz tunikli iki görevlinin uzun tubaları üflemesiyle İmparator ve İmparatoriçe Kathismada yerlerini aldılar. Şehrin, İmparatorluk başkenti oluşunun kutlandığı bugünkü yarışlarda soyluların çoğunlukta olduğu Mavilere karşı, çarşının içinden çıkmış Yeşiller, “her şeye karşı” haykırıyor, sabah yapılan yarışları kazanan ve kurallara göre kaybeden Mavilerin arabasıyla tekrar yarışacak, adına heykeller dikilmiş rüzgârın oğlu yeşil Porphyrius’dan yana gösteriler yapıyor, bir yandan da sahadaki dansçıları, akrobatları ve müzisyenleri alkışlıyorlardı. Saha tam bir curcuna gibiydi… gökyüzü rengarenk fişeklerle dolmuş, havada ağzından alev saçan adamlar takla atıyor, elleri tefli çengiler ayı oynatıyor, keskin nişancı palyaçolar, diğerlerinin başlarının üstündeki kabakları okluyorlardı… Yarışı Theodisius sütununun oradan yönetecek, en yetkili yarış sorumlusu prefekt’in sütuna doğru yürümesiyle sesler kesildi. Katismanın Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 18
altındaki geçitten çıkan quadriacalar yarışın başlangıç yeri, Hippodromun kuzeyinde, on iki ayı temsil eden, on iki kapılı Carceres’in önünde yarışa başlama konumunu aldılar. İmparator ayağa kalktı ve elindeki mendili yere bırakmasıyla sıralanan dört takımın sürücüleri yay gibi gerildi. Yılandilli kamçıları atlara doğru uzanırken yedi tur atmak ve yarışı önde bitirmek üzere dizginlerini allegro tempoda kullanmaya çılgınca bir yarışı sürdürmeye başladılar. Bu arada ikinci tura geçilmiş hipodromun dar kenarı spendhonun önündeki dönemeçte kırmızı bir araba devrilmiş içindeki sekiz kırmızı yarışçı savrulmuş ikisi kendi arabalarının altında, bir diğeri de mavi arabanın atlarının altında ezilerek ölmüş, diğerleri de kurtulup yarış yerinden koşarak uzaklaşmışlardı ki, tam o sırada; -0Bir çift sarı göz imparatora kilitlendi… İmparator beyninin kıvrımlarında dolanan bakışları hisseti… Kimindi bu bakışlar?... yoksa bu gözler, yanında oturan, güzelliği dillerde dolanan kızına mı kilitlenmişti, diye fikir yürütürken?... Altın uçlu bir ok, hızla fırladı yayından, Katismanın arkasından, yukarıdan, amaç, vurmaktı İmparatoru tam kafasından, ama ok yirmi santim aşağıya vurdu hesaplanandan… [1] Theodisius sütunu olarak da adlandırılır.
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 19
Venedik Kanallarında “ Nalları Kanlı Dört At ” Bölüm V. By Mehmet Enver Altın on Monday, 14 May 2012
1200’lü yılların başında, Haçlıların Mısır üzerinden Kudüs’ü fethedebilmeleri için gerekli akçalı desteği sağlayacağı, daha da önemlisi Doğu Ortodoks Kilisesini Roma Katolik Kilisesine bağlayacağı sözünü veren, karşılığında Doğu Roma İmparatoru olmak için Venedik Doç’u Enrico Dandalo’nın yardımını isteyen ve taht uğruna Doğu Roma İmparatorluğu’nu Latinlerin özellikle de Venedikliler’in ipoteği altına sokan, IV. Aleksios Angelos ile müşterek İmparator, babası II. İssakios Angelos, asık suratından dolayı Murzuphlus diye anılan, imparatorun sırdaşı V.Aleksius Dukas tarafından, Haçlıların da yardımlarıyla tahtan indirilmişler ve kısa bir süre sonra da öldürülmüşlerdi. Aslında Haçlıların bu seferinin akçalı desteğini sağlayan Enrico Dandolo’nun ne Kudüs’e gitmek, ne Haçlıları Mısır’a nakletmek, ne de IV. Aleksios Angelos’un Venedik'e olan borçlarını geri almak gibi bir amacı vardı. Onun asıl amacı, Doğu Roma İmparatorluğu'nu yıkmak, yerine Venedik çıkarlarından başka bir hedefi olmayan, bir kukla imparatorluk getirmek ve böylece büyük bir Venedik İmparatorluğu’na zemin hazırlamaktı. Konstantinapol’e geldikleri ve Chalcedon[1] ile Scutari[2] önlerine demir attıklarından, yani 24 Haziran 1203’den beri surların arkasında duran zenginlikleri yağmalamak için Vandal dürtüleri kıpır, kıpır Latin ağırlıklı Haçlılar, o günden bugüne olan süreç içinde, Haliç’i düşman gemilerinden Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 20
koruyan zinciri aşmışlar, surların en zayıf noktası Blakhernaı Sarayını zorlamışlar, Venedik gemilerinin Haliç sahiline en yakın yerleri topa tutmasıyla açılan gediklerden şehrin bu yöredeki evlerini ateşe vermişlerdi. Bu nedenle, on binlerce kişi evsiz kaldığı gibi Blakhernaı Sarayı da kısmen yanmış, kaçan İmparatorun hazineyi boşaltmasıyla elleri boş kalan Latinler, bu yüzden çılgına dönmüş, üstüne üstlük, kukla imparator olmasını öngördükleri İmparator Murzuphlus V.Aleksius Dukas, bırakın kukla olmayı Haçlılara köstek olmak için her türlü çabayı göstermeye ve askeri önlemleri de arttırmaya başlamıştı. İşte bütün bu nedenlerle, İmparatoru katlederek saf dışı bırakmak amacıyla tuzak bir görüşme yapmaya karar veren Enrico Dandolo ile tuzaktan habersiz İmparator Murzuphlus, Kasmıdıon [3] dolaylarında buluştuklarında, bir tepenin ardından birden bire çıkarak saldırı başlatan Venedik atlıları ile I. Aleksios Komnenos zamanında Kuzey Ülkesi “Viking” Kralı Sigurd’un İmparatorun kendisine gösterdiği konukseverlik karşılığında ordusu içindeki gönüllülerden oluşturduğu, yüz yıllık geçmişi olan, seçkin İmparatorluk Varangian muhafızları, İmparatoru gözeterek kahramanca çarpışırlarken içlerinden biri, Magnus’un uyarmasıyla, İmparatoru hızla kenara ittiler ama… “ …ok yirmi santim aşağıya vurdu hesaplanandan…” …izleyen birkaç gün sonra, 12 Nisan 1204, Konstantinopolis’in en karanlık günüydü. Sabahın erken saatlerinde, yamaçların dibine kadar inen pusun kırılgan eteklerinden ancak süzülebilen şafağın ilk ışıklarının, Chalcedon sırtlarında görünmesiyle başlayan Haçlı saldırısına bir süre direnen şehir, öğlene doğru korumasız kalmış, akşama doğru ateşe verilmişti… O dönemin ve dünyanın en güzel, en ihtişamlı, en büyüleyici şehri, dünya tarihinde ne daha önce ne de daha sonra görülmemiş bir biçimde ve üç gün gibi kısa bir süre içinde yağmalanmış, By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 21
evler, saraylar, kiliseler talan edilmiş, katliamlar, ırza saldırı basit olaylar haline gelmişti... En büyük yıkım, Tanrının Kutsal Bilgelik Kilisesi, Hagia Sophia’da yaşanmıştı… deyip, anlatmaya devam eden ama onu tanıdığımdan beri anılarında ilk defa bu kadar yorgun ve kederli olarak gördüğüm, yaşlı ve bilge deniz minaresi… [1] Kadıköy [2] Üsküdar [3] Eyüp
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 22
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 23
Venedik Kanallarında “ Nalları Kanlı Dört At ” Son Bölüm VI By Mehmet Enver Altın on Wednesday, 16 May 2012
…Dedi… “ Bu yalnız Konstantinopolis’in Hagia Sophia’nın değil dünyanın en karanlık günlerinden biriydi. mermerin damarlarında granitin kristallerinde demirin kıvrımlarında ahşabın suyunda, sokrasında [1] mozaiklerin yorumunda altın ve gümüşün dindarlığında kubbesinin atılımında her dinden, her kavimden sanatkar ve zanaatkarın elinden hayat bulan, o muhteşem ve olağanüstü yapıt, Hagia Sophia din adına, dindarlar tarafından yağmalanır, dini simgeler masumların kan ve gözyaşlarına bulanır, Vandalların ayakları altında çiğnenirken, İnsan kavminin inananları, İnandıklarını, o an, orada göremediler?... Yağmaya katılan ama yıkımdan uzak duran Venediklilerden bir kısmı da Hipodrom’a gittiler. Gidenlerden biri, Morosini ve beraberindekiler, buradaki eşsiz sanat eserlerini, altın ve gümüş eşyaları, paha biçilemeyen heykelleri, donanmayı oluşturan gemilerden bazılarının kendine ait olmasının getirdiği kolaylıkla, sonradan Venedik’in en önemli Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 24
sembolleri arasına girecek olan Quadriga Atları’nı da yerinden sökerek, Antik Çağ’dan, o güne, o günden de günümüze kadar nadiren sağlam ve bütün olarak kalanilen heykellerden biri ve Hıristiyan dünyasında, İsa’nın öğretilerini yayan dört İncil yazarının sembolik temsilcisi olarak kabul gören bu heykelleri, Venedik’e taşımak üzere harekete geçtiler… -0Kadırgaya yüklenmiş, seyir emniyetleri iplerle sağlanmış dört at, Matta, Marcos, Luca, Yuhanna, birbirlerine baktılar, gözleriyle anlaştılar, ilk harekete geçen ve suyu diğerlerinden daha çok seven Yuhanna, bağlarını koparıp sol arka sekisi üzerinden yaralansa da kırmızısı bol, hiddeti yoğun gözleri, ve her şaha kalktığında bir Venediklinin alnında patlayan toynakları ile Matta, Marcos ve Luca’ya zaman kazandırıp onlar da bağlarından kurtulduklarında Venediklilerden geriye sağ kalanlar eflatun harmaniye giymiş nalları kanlı dört at’ı… rahvan tempoda, beşerli süvari birlikleri düzeninde, gözyaşları Hagia Sophia’nın, sağ kanatları göğüslerinin üstünde, tek salto çekip, süzülerek Kostantinopolis halkını By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 25
elemle selamlayan büyük bir leylek sürüsünün başında Pegasus kanatlarıyla uçarlarken gördüler… deyip, el verip, diz vurup, hikayesini bitirdi gözü yaşlı ve bilge deniz minaresi… 12 Nisan 1204 ve izleyen günlerde Konstantinapolis'teki, Haçlı Ordusu, kenti yağmalamış, Doğu Roma İmparatorluğu’nun bir dönem yıkılmasına sebep olmuştur. Bu orduyu oluşturan Venediklilerin yağmaladıkları sayısız eser arasında Quadriga Heykel Gurubu ile Doğu Roma Ve Batı Roma İmparatorlukları 'nın birliğini ve yönetimini simgeleyen Tetrarchs heykeli en bilinenlerdir. Bugün St.Marco Kilisesi'nin cephesinde yer alan bu heykellerden Tetrarchs heykelinin kırık bölümü yakın zamanda kazılarda İstanbul'da çıkmış ve Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Buna rağmen Venedik'te bu heykelin ve daha birçoğunun nereden geldiği belli olmadığı veya Suriye kökenli olduğu söylenir !… Hem Quadriga Atları heykel gurubunun hem de Tetrarchs heykelinin orijinalleri St.Marko Kilisesi Müzesinde sergilenmektedir. [1] Güverte döşemelerinde iki ağacın uç uca gelmesiyle oluşan aralık.
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 26
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 27
Suyun Üzerinde Akan Zaman’la “ Bir Burgaz Güzellemesi “ By Mehmet Enver Altın on Saturday, 23 June 2012 Fotoğraflar: Batuhan ERDİ
I.Tasvir Haziran ayının güzel Pazar günlerinden biriydi… yakın dostum, bilge deniz minaresini, Kaşığın ucunda bulamadığım için, Çamakya sahilinden Aya Nikola’ya doğru, onu bulmak umuduyla ığrıp çekip giderken, sol omzumun üstünden Şemsin1 sesini ve dilini Aya Nikola’nın sırtlarında hissettim. Aynı anda gördüğüm kıyıya uzanmış deniz minaresi de bir Aya Nikola’ya, bir Kalpazankaya’ya akan Çamakya kıyılarına bakarken, bana dedi… uzaklardan gelen sesi dinle… …ses…
Ben, güneşe tapan, güneşin kulu, Abdülşems, haftanın güneşe adadığımız bugününde güneşin kız kardeşi, dünyada 1
Sümer mitolojisinde güneş tanrısı Şamaş’ın Arapça deyişi.
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 28
ararken bir yer, kutsal bir mekanın sessizliğinde ve dinginliğinde etmek için dualarımı, sunmak için şükranlarımı, arındırmak için ruhumu, bu adaya geldim. Neresidir burası? …derken, Şemsin dilinin sesi, Abdülşemsin duasında Aya Nikola’nın sırtlarını aydınlattı.
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 29
II. Tasvir Döndüm yüzümü uzaklardan gelen sese, Şems’in, babası Sin’e2, aydınlığı teslim etmek üzere, her an renk ve biçim değiştiren, mavi gri, kızıl harmaniyesi ile ufka vurmuş heybetine… cevap verdi istiridye uzaklardan gelen sese… Ey, en uzak yolların yolcusu Abdülşems hoş geldin Adamıza, Şemse sevdalı olduğumuz kadar, sevdamızın çok dinli, çok dilli her karış toprağına karıştığı, adını sorduğun bu ada, Antigoni olarak bilinir eski çağlarda… Şimdiki adı ise Burgazada… Şükürler olsun, bugünü de tamamlayan Şemse, o ki; toprağa, suya bereket verene, can veren maviye, yeşile, can veren hareket edene, bugün de bandık ekmeğimizi tuza, 2
Ay
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 30
bugün de çıktı rızkımız, hamdola, Ey, güneşin kulu Abdülşems, Dualarımızla yine bakıyoruz, yarına umutla…
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 31
III. Tasvir Aşık dilinin tutkun rengi, kızıla dönmüş tacına yansıyan, omuzlarındkia günün yorgunluğunu, bilinmezin heyecanına yansıtan Şemsin, suretine bakarak, kulak verdim uzaklardan gelen sese… ses, bu sefer, Abdülşems’e dedi, dinle… Biliyor musun?... Kaç kavim geçti, kaç yıkım, kaç göç, kaç bayram gördü bu su, bu toprak?... Kaç buyurgan gördü, ertesi gün tutsak? Kaç iyi, kaç kötü, kaç eril, kaç dişi, Kaç kişi aşka düştü, Kaç düğün gördü, kaç bayram, Kaç bahar geçti, doğurgan, Kaç yaz geçti, kıyıları kavuran, Kaç sonbahar, üzümün rengine vuran, Kaç kış, Ayandon fırtınasında ilikleri donduran?...
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 32
IV. Tasvir Kara harmaniyesini sırtlamış Şems, karanlığı, sudan fırlamaya hazır yıldızlardan önce babası Sin’e, teslim ederken, ben de adını, istiridyelerin kutsal anası, şimdi Şemsin koynunda yatan, Marta’dan alan, koya koştum ve uzaklardan gelen sesin, Abdülşemse dediği bitince… devam etti istiridye ve o da dedi Abdülşems’e… Ey, “kutsal bir mekanın sessizliğinde ve dinginliğinde etmek için dualarını, sunmak için şükranlarını, arındırmak için ruhunu,” adamıza gelen kişi, bil ki; bildik ve biliriz ki; adamızın her daim canına can katan canlar olmasaydı, görür müydü bu kadar yıkım, ya da bayram?... kim bilirdi, kimin olduğu buyurgan, kimin olduğu tutsak?... adanın her daim ruhu olmasaydı, ne önemi vardı aşkın, ya da kinin?... By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 33
iyinin, ya da kötünün?... adanın her daim ruhu olmasaydı, Kimin umurundaydı bahar? Kimi kavururdu yaz? Kim görürdü üzümün rengini? Kim donardı soğuktan? Bir, bak şu koydan ufka kadar uzanan anılar dolu kocaman çıkına, Kimler koşmuş, vurgun kollarına, mimoza saçlarına, baharın?... Kimler yudumlamış, sevincine. tasasına ortak, şişedeki dostluğun?... Kimler aramış, dipteki taraklarda, pinalarda, incisini aşkın?... Kimler hüzünlenmiş, Aya Nikola’dan uçuşan sararmış yapraklarında, anlatısını kederin ve hüznün?... Kimler göçmüş, anılarında duvarların, sokakların, komşuların? Kimler yürümüş ışığın yolunda Kimler yürümüş, şen şakrak?... Kimler yürümüş, nasıl oldu der gibi hala şaşkın?... Kimler yürümüş, dişler kenetli, gözler hiddetli?... Kimler yürümüş, boynu kısık, bu nasıl bir dünyayı, biteviye sorgulayan? Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 34
… hepsini görürsün Marta Koyunda, koydan, Şemse uzanan…
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 35
V. Tasvir Ardından indim vardım limana… Sin, eli belinde, dağa taşa hâkim benim hükmünde, Heybeli üstünden bakarken Burgaz’a, kırpık yıldızlar saçılmışken sağa sola, kulak verdim uzaklardan gelip Sin’den yansıyan sese… ses dedi, Abdülşems’e dinle… Ey, Bilmediğini bildiğin bu topraklara varan kişi, binlerce yıldır bu topraklardan geçtim binlerce yıldır bu toprakları doğurgan, bu denizleri bereketli kıldım, arısına çiçek, darısına toprak, üzümüne rahim, bebeklerine süt oldum ben bu toprakları benim sonsuz bilgeliğimi, koruyan, kollayan şefkatimi, Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 36
cezalandıran hiddetimi bana sevgi, bana saygı, bana şükran, bana minnet eden bu ellerde tanıdım. Şimdi beklerken, her günkü gibi babam Sin’in geceyi terk etmesini, yıldızların teker teker onun peşinden gitmesini, şu ana kadar yazılanları dikkatle oku… ve izleyen günde geldiğimde görerek bak, gözlerin açık kör olma, hissederek kokla, ne tatlar var dolaştığın sokacıklarında, deniziyle ve toprağıyla konuş, anla bu nasıl bir tutkudur etmek için dualarını, sunmak için şükranlarını, arındırmak için ruhunu, bu topraklara ve suya esrik yaşayanda…
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 37
VI. Tasvir Varırken Şems, Heybeli’nin üstünden ve damlarken ilk ışıkları rıhtıma birer birer, huşu ile eğildi istiridye ve Abdülşems, dedi Abdülşems Biliyorum şimdi siz, gece uyurken bile Burgaz'ı düşünen, Burgaz'la konuşup, Burgaz'ı dinleyen siz, koruyan ve kollayan Şems’in yüzü birazdan yine belirecek, sabah mahmurluğunu atmak için ilk ışıklarını rıhtıma yayarken günün bereket duasıyla, çarşıda, pazarda kepenkler açılır, lokantalarda günün hazırlığı başlarken bütün oyuncular, yerli yerinde olacak... ekmek parası umuduyla, biriniz yine iskelenin köşesinde olacak, gülen gözleriyle, pastanenin garsonları servise başlarken,
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 38
Burgaz'ın sakin sakinlerine, telaş içinde işe gidenlere, Paşa ve çetesi umursamaz edalarıyla yine yerini alacak… biriniz, biri elinde, biri ağzında sigaraları ile başlayacak ayıklamaya parlak hamsileri, pembe tekirleri, bazılarınız ise artık sahnede olmayacak, bu kış, sanki küs, bırakıp gittiler sizleri... Arka planda, uçmaya hasret üç, beş martı ile hınzır karga aşireti, onlarca çapkın ve sürtük kedi, yedi, yirmidört rahat yok diyen, yorgun beygirlerin gözleri... vücudunun kıvrımlarında, şıpır şıpır dalgalar, kısa saçlarını okşarken Burgazın poyraz hafif, hafif Manastır'da tomurcuğa ve çiçeğe koşmuş yapraklar, örterken sokakları kapalı panjurların ardında, huzura hazır odalarında başlayacak günün gizemi ile, Lütfen artık siz de alın yerlerinizi...
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 39
Burgaz’da Donmuş Kareler “ aynama yansıyan anılarla, imgeler “ By Mehmet Enver Altın on Saturday, 7 August 2012
Üniversiteden bir arkadaşımın, 28 Haziran 2012 günü gönderdiği; “Sevgili Altın Biraderim, “….. Suyun Üzerinde Akan Zamanla” yazında Burgaz Adasının fotoğrafları üzerine yazdıklarını okuyunca benim de aklıma seni ziyaretlerimiz dolayısı ile Ada’da çektiğim fotoğraflar geldi ve kendi kendime dedim ki, “ Ada bilmez bencileyin âdemler için bu fotoğraflar donmuş birer karedir ama oranın bir parçası olan Altın Biraderime acaba bunlar neler anlatıyordur, kim bilir? “ · O, ada evleri, bilenin, duyanın ağzından kim bilir ne hikâyeler anlatır bize… · Begonviller Ada’da daha mı bir güzeller? · Sait Faik’in Burgaz’ında bir Cafe’ye niye “ Harrison “ ismi verilmiş acaba? · Çay Bahçesi eskilerden mi kalma, yeni yetme mi acaba? · Panjurları yeşil olmasa da boyası yeşil olan bu ev kimin acaba? · İstanbul bu kadar mı uzak Burgaz’a? Yoksa insan kendini öyle mi hissediyor?
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 40
· Şu yalnız Martı’ya sorsak, var mıdır acaba Varden’in Topal Martı’sı ile bir akrabalığı? · Sezen Aksu “ Ada vapuru, yandan çarklı… “ derken bunu kast etmiyordu herhalde! · Bu havuz rekorlara ev sahipliği yapmış mıdır acaba? · Sahildeki restaurantlar ( yoksa Türkçeleştirerek restoran mı yazsaydım? ) lezzet ve sunum farklılığı gösteriyor mu? Kimin nesi özeldir? · Vapura ismi verilen Şehit Mustafa Aydoğdu’nun hikâyesi nicedir? Bir zamanlar Sait Faik varmış Ada’yı, balıkçıları, martıları anlatan, bu gün de Altın Biraderim var Kaşık Adasındaki istiridyesinden bize haberler ulaştıran… Bakalım istiridye bu sefer bize neler anlatacak? Sevgi ile kal. Tuğrul Ünsal” yukarıdaki e-posta iletisi geldiğinde, ben de gönderdiklerini derlemeye başladım. Hoşunuza gideceğini sandığım onlardan birini sizlere de gönderiyorum. Kalın tasasız ve sağlıkla…
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 41
Fotoğraflar: Tuğrul ÜNSAL
Martı Osman’ın Tuğrul’un vizöründen yansımış hali ile
Nilüfer kardeşimin vizöründen aynama yansımış hâli…
“Bizim adaya gelişimiz binlerce yıl önce ise onların, yani martıların, yedi sülalemin düşmanı, bu obez yaratıkların adaya gelişi bizlerden biraz sonra, sizlerden ise çok öncedir… [Alfred Hitchkok’un Kuşlar’ı] palavra, bunlar, düşmanlarını gördüklerinde kostaklanır, geniş kanatlarını açıp, hangi makamdan bilmem, bet sesleriyle yaygara koparsalar da eli belinde koca karılar misali, daha öteye gitmezler, gidemezler… buna karşılık, hanelerimize tecavüz bunlardadır, çocuk istiridye, mini midye, narin deniz yıldızı kaçırma bunlardadır… velhasıl bana sorarsan, kavmimize düşmanlık dışında, doğadaki işlevleri nedir, neye yarar, bu mendebur yaratıkların bilmem, bilemem?...”
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 42
deyip, kendi umumi manzarasından martılarla ilgili görüşünü aktaran, kadim dostum, yaşlı ve bilge deniz minaresi, noktayı koyup… “de bakalım, sen ne düşünürsün bu atıl yaratıklar hakkında…” diye sordu ve sözü bana, yeşil gözlü istiridyeye verdi. Ben de kendisine, Datçalı Can, şairin “..martılar ki sokak çocuklarıdır denizin.. “ diye başlayıp, “ ve çöpçüleridir adanın / haklısın / hiç utanmazlar da mezarına bile sıçarlar adamın..” dizelerini şairin hoşgörüsüne sığınarak, kendi çapımda ekleyip, martıları, balkonumun demirlerine dizdiğim ekmeklerle beslediğimi, onlarla ara sıra konuştuğumu, hatta biriyle arkadaş olduğumu bilmeyen, kadim dostumun, gönlünü aldım… Gönlünü aldım almasına da dedikodu misali anlattıklarını, onun gibi bilge bir deniz minaresine de yakıştıramadım. Ama martıların, adaya ilk düştüğüm günden beri, yumurtlama ve yavruları koruma kollama dönemi, mayıs haziran aylarında, gün boyu süren, o sürecin dışında da sabahın köründe çıkardıkları “ga ga gak, gu gu guk… gak, gak, guuuuk, v.b.g “ seslerle, beni de deli ettiklerini, iki tane yastığı başıma sardırdıkları, yani yaygaracılıkları konusunda, deniz minaresinin söylediklerine hak verdiğimi, bu arada “ laf aramızda… “ size söylemeliyim. İşte bir yandan martılar üzerine bu tek taraflı yorumlarlarımı(zı) sürdürür, bir yandan da endamları ile uçuşları, insanı seyir esriği eden, / saray muhafızları misali, / ufka kilitli, gururlu duruşları ve bakışları ile mavi kanlı, / bize yakın ama uzak bu hayvanların, sahip oldukları dil ve lehçelerinin fonetik çirkinliği neden, nereden?... gelir diye
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 43
kendime sorarken, dayanamadım ve bir gün kendisini üzmeyecek bir şekilde arkadaş olduğum, martıya sordum… Ey, adını bağışladığım, onurlu duruşunda mahzun bakışlı arkadaşım, eğer varsa yaratan nereden ve neden?… sana yapılan ve sana yakıştırılan sesinde taşıdığın bu zulüm, anlatabilir misin bana, dost, düşman bilsin bu dünyada?...dedim
o da dedi nasıl anlatmam, bu dünyada, bunu bugüne kadar bir tek sen sordun, neden ve nasıl olduğunu bizi bile kendimizden bezdiren…
diyerek ve derdini paylaşmanın mutluluğunda sevinerek, anlatmaya başladı…
Nuh Tufanı öncesinde bizim de yadırganmayan bir sesimiz Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 44
adalar ile ana kara arasında posta taşıma görevimiz vardı.
Ne zaman ki Nuh bizi çağırdı, ve görevlerimiz arasına gemi yapım araçlarının getir, götür işlerini karıştırdığı yetmezmiş gibi bir de sağa gidin gelin, sola gidin gelin, tufanı kollayın, gelip gelmediğini haber verin, üreyin, kutuplara gidin, orada yaşayan her türün birer çiftine haber verin buraya gelsin, görevlerini de kattığı gün dünyamız, Nuh Tufanından önce karardı…
Onu getir, bunu götür, Sağı, solu, ufku kolla, Tufanı gözle o sırada üre,
derken…
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 45
bir yandan üremenin şehveti bir yandan yorgunluk kutuplara gitmeyi unuttuk…
ve Tufan geldiğinde biz, martılar, geminin dışında, diğerleri içinde, tıngır, mıngır değil, tangur, tungur sallanırken
Nuh’un çıkıp da geminin penceresinden
“Sesiniz kısıla, kavminiz boş kala!...”
diye bağırmasıyla …
suyla hem hal olmuştur kutuplardaki hayvanlar, bizim de böyle çıkar sesimiz orada burada gezeriz..
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 46
deyip, devam etti… “İşte, bu silleyi yediğimizden beri bulunduğumuz her yerle bütünleşir, fazla uzaklaşmaz, oraların süsü, simgesi, kokusu olur, hiç değilse bir işe yaradığımızı sandığımız, züğürt tesellisi buluruz. Bakma bizim bugünkü serkeşliğimize, vapur peşlerinde, insan elinde, çöplüklerde, gece ile gündüzü karıştırıp AVM ışıklarında düştüğümüz zelilliğe… ne yaparsın, ekmek kavgası işte… Hâlbuki dozunu gittikçe arttıran şiddetin, iğrenç yobazlığın arkasında gizli para hırsının, toplu histerinin gaddar ve hain yüzü İstanbul’a hâkim olmadan önce, Kumkapı’da avladığımızı, Kumkapı akşamında paylaşır, Beykoz’da sabah kahvaltısını balıkçı barınağında yapar, Moda Plajında denize girip gece Adada, Haliç’te avladığımız torikten lakerdayı meze yapar, sonra da Burgazın Yassıadaya bakan yöresi, Leandros’ta sevgilimizle aşka gelirdik. O zamanlar İstanbul, efendi, biz de İstanbul’un efendisiydik… diyen, adını bağışladığım, Burgazlı kardeşim Nilüfer’in vizöründen, kulüp tesislerinde yarenlik ettiğim arkadaşım Osman’ın, budur işte, aynama yansımış hali…
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 47
Burgaz’da Donmuş Kareler “ aynama yansıyan anılarla, imgeler “ Tasvir-i Çay Bahçesi By Mehmet Enver Altın on Saturday, 16 November 2012
Burgazada’da Hakan’ın yeri olarak da anılan yerin, Burgazada Nahiyesi Cumhuriyet Halk Partisi olarak aynama yansımış hâli…
Burgaz Anası’nın Ekim ayı sonlarında Tasvir-i Cafe hikâyesini anlattığı sırada onun konuşmaktan oldukça zevk aldığını görünce, fırsatı kaçırmadım. Yaşadığı bölgede, hem bu sene son olarak deniz mevsimini kapamak hem de başka bir yerin hikâyesini sormak için, onu kıyıda yüzerek arayıp bulduğumda durdurup, gönlünü almak için nakaratımı da tekrarlayarak seslendim ona…
Bu da aynı yerin Tuğrul’un vizöründen, Çay Bahçesi olarak yansımış hali…
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 48
Ey elini öpmeye uzak kaldığım, Erguvan saçlarına el atamadığım Bilge Burgaz Anası! Peki, nedir ya bu mekânın aslı astarı? deyip, sordum ona, Tuğrul’un tasvirindeki, Çay Bahçesi olarak anılan yeri… Sormamla birlikte bir kahkaha atıp, bir su püskürtme ileri atılıp, başladı anlatmaya… “Burası, sahibi nam, Hakan’ın Yeri, olarak bilinse de gençler tarafından, eski idari yapılanmada nahiye olan adanın, “Cumhuriyet Halk Fırkası Nahiye Reisliği” olarak bilinir ve CHP olarak anılır ellili, altmışlı adalılar tarafından… ada tarihine ve kültürüne, adalıların yaşamında ve anılarında önemli bir yer tutması nedeniyle, bazı sağ duyulu sağcı Belediye Meclis Üyeleri’nin de desteği ile yıkılması bile önlenmiştir bir dönem önce… gündüzleri asma altı konken, asma altı kanasta, çatı altı okey dörtlüleri birer masada, By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 49
adayı ziyarete gelenlerin gözde yerlerinden biri olan bu yerden, tek şikayetim, geceleri, dalgaların ninni şıpırtısında dalmışken yakamozun altında tatlı bir uykuya, atılan kahkahalarla uyandırılmam gençlik yıllarıma dönmüş rüyalarımda… ama buraya asıl ününü katan Tuğrul’un tasvirindeki mavi tenteli Teras Cafe’dir, ada gençlerinin gözlerini aşıklarıyla, dillerini krem şokola, peşmelba, krem karamelle tatlandıran ve Müfit Abi’nin hünerli elinde yapılan kup griye ile hazzı zirveye tırmandıran… Şimdi her iki yerin de sahibi Hakan aynen yaşatmak istese de geleneği, ada gençlerinin ekranlarında olduğu için sanal aşklarının gözleri, ilaveten kalmadığı için eski sütlerle, salepler ve Müfit Abi’nin hünerli elleri, Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 50
maalesef Teras Cafe de yitirdi ruhunu ve rengini… Budur işte, eski fırka çatısı altındaki çay bahçesinin aynama yansımış hali …” deyip, erguvan renkli ipliksi saçlarını savurarak, kıyı boyunca yüzen Burgaz Anası bu sefer hüzünle bitirdi kendi hikâyesini…
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 51
Burgaz’da Donmuş Kareler “ aynama yansıyan anılarla, imgeler “ Tasvir-i Kaşıkadası By Mehmet Enver Altın on Saturday, 12 July 2012 Fotoğraflar: Tuğrul ÜNSAL
Kaşıkadası’nın Tuğrul’un vizöründen
aynama yansımış hâli…
Rivayet odur ki; Pita’nın, bugün bilinen adıyla Kaşıkadası’nın, kadim tarihte bir adının da Pide olduğu ve yine bir zamanlar, Konstantinopolis’in arka bahçesinde oynamaya gelen bir gözü çıplak, bir eli kasap korsanların, şehre gitmeden önce kendilerini ve gemilerini makyajlayıp “aman ne terbiyeli, ne aklı başında adamlar… ” dedirtme ve köklerini gizleme ön hazırlıklını burada yaptıkları söylenir. Öte yandan korsanların, Halki, Heybeli’nin üstündeki mehtaba, takma gözlerini ve ellerini çıkarıp, kendi dualarında hu çekip, şölene durdukları yer olduğu için adanın adları da bir elde pide, bir elde kaşık, bir sofranın etrafında dönüp duruyor herhalde…” deyip, devam etti kadim dostum, yaşlı ve bilge deniz minaresi… Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 52
“Ben, o zamanlar daha yeni yetme bir minareydim. Kaşığın ucunda, taş oyuk yuvama yerleşmeden az önce, kendime uygun bir yuva bulmak için bir lokma deniz piresi ile yetinip, sırtta bir kabuk, Burgaz’ın kıyılarında dolanıp dururdum. Hiç unutmam, bilmem ne yılının, ekim ayının birinci gününde, Kaşıkadası’nın tam üstüne zıpkın gibi inen, o zaman adını bilmediğim, alaim-i sema denilen ışıktan merdiveni gördüğümde… Yüce Poseidon bu da ne? Nedir ve neden tam da bu adanın üstünde?... , dedim, ve hemen koştum, o zamanın, yaşlı ve bilge deniz minaresine… o da dedi… “… o, gördüğün denizlerin dibinde yaşayan eşi Amphitrite ile her kestane karası fırtınasında, renkahenk kanatlı atlarıyla burada buluşmaya gelen, Poseidon’dur, bize şeref veren. Onların vuslatıdır, dalga yanak, yanak dalgaya, denizi alt üst edip, köpüklü kıvrımlarında birleştiren…”
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 53
dedikten sonra sözü verdi, yeşil gözlü istiridye’ye… ve dedi, yeşil gözlü istiridye… Bildiğiniz gibi, ben, daha önce yerini yurdunu bilsem de yetmişli yılların sonunda düştüm Pita’nın karşısındaki vaftiz olup Burgazlı olduğum, Burgaz’ın sularına… Lakin ne öğrendimse Pita’nın ucundaki sularda öğretti bana, yaşlı ve bilge deniz minaresinin, uzun boylu, geniş omuzlu, endamlı muhafızı Pina… O, öğretti bana, suyu yudum yudum koklamayı, istiridye, midye, pina, pavurya ve ıstakozlarla konuşmayı ve şarkı söylemeyi, güneşi kandırıp, iple denize çekmeyi, yakamozlar üstünde yürümeyi… O, gösterdi bana, gecenin ikiye ayrıldığı anda, Kaşığa açılan perdeyi... O dinletti bana, kıyıya, moderato bir rüzgârla gelen boleroyu, allegro moderato tempoyla yağan konçertoyu. Yaylılar rüzgârla süzülürken eşlik ederken korno, obua, Kaşığın her tarafında yükselen dalgalara, aniden yükselen birkaç martı eşliğindeki davulların sesini,
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 54
O koklattı bana, alacakaranlıktaki triangolonun sesi ile Kaşığın çatısında asılı kalan, birkaç mimoza kokulu damlayı… budur işte Tuğrul’un vizöründen Kaşıkadası’nın aynama yansımış hali…
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 55
Burgaz’da Donmuş Kareler “ aynama yansıyan anılarla, imgeler “ Tasvir-i Fayton By Mehmet Enver Altın on Saturday, 24 August 2012 Fotoğraflar: Tuğrul ÜNSAL
Fayton’un Tuğrul’un vizöründen
aynama yansımış hâli…
Tuğrul’un vizöründeki faytonu gösterdiğimde, vizörün içinde hayvan gördü mü, ilk sözü alan yaşlı ve bilge deniz minaresi… “Ben bu faytonu bilmem. Benim bildiğim fayton, mitolojide bilinen adıyla Phateon, Güneş Tanrısı Helios ile kocası Habeş Kralı’nı boynuzlayan, ölümlü Clymene’nin oğludur. Nitekim bu konuyu zamanın magazin gazetesi (πεταλούδα=petaluda)’da, yani Kelebek’te okuyan Phaeton, Helios’a hesap sormaya gittiğinde, o da bu durumu doğrular ve kanıtlamak için de adına ancak tanrıların yemin ettiği Styx, Cehennem Nehri üzerine and içerek dilediğin ve istediğin her şeyi yaparım, der. Phaeton da babasının, güneşi arkasına koyup gökyüzünde güne sürdüğü, 7/24 dünyanın etrafında döndüğü, atlı arabayı sürmek ister. Babası, oğlum sen Ağaoğlu Ali’nin oğlu değilsin, olmaz bu iş… bunu tanrılar bile kullanamıyor, özel dershaneler de dersini vermiyor… hem yukarıda medyum Memiş’in çiftliğindeki boğa, aslan, akrep, yengeç, gibi bilumum mahluk, kahve falı içinde, döne döne çeker de öldürürler seni… dese de oğlu laf dinlemez." Bunun Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 56
üzerine Styx ırmağı üzerine yemin etmiş bulunan Helios mecburen boyun eğer ve oğlunu arabaya bindirir.” Phaeton’un dizginleri eline almasıyla beraber, komut verenin, her boku bilirim, klanından, bir çaylak olduğunu anlayan ve kendisinden hiç de hoşlanmadıklarını şaha kalkıp, çifte atıp, duyuran atlar parlayıp, bir de doludizgin deli gibi koşmaya başlayınca, Phaeton korkar ve dizginleri elinden bırakır. Uluslar arası hava sahasında kontrolden çıkan, paraşütü de açılmayan, gökyüzünde gittikçe alçalmaya başlayan güneş yüklü araba, sıcaklığıyla başta Olympos olmak üzere çevredeki tüm dağları, tepeleri tutuşturup, ırmakları buharlaştırıp, iyice alçalıp yer istasyonlarının tüm uyarılarına rağmen Afrika hava sahasına girince buradaki ülkeleri çöl eder, insanları karartır, Arap eder. Öyle ki, koca Nil ırmağı bile kaçacak delik arar, sonunda bir delik bulur ama başını oradan bir daha hiç çıkaramaz ve onun için de o günden, bugüne kaynağını hiç kimse bilemez. Bu durumu, yakından ve yanan, yakınan Olympos’ta gören Zeus, kızgınlıktan deliye dönüp, eline aldığı yıldırımını, Phaeton'a fırlatır, ortalık da süt liman olur. Olur, ama Phaeton’dan da geriye de sadece bir nal ile süremediği dört tekerlekli, tek körüklü at arabalarına verilen faytonun adı kalır… ben de öğrendim bunları vakanüvis Lacrima’dan… ” der, vizörün içinde hayvan oldu mu, ilk sözü alan sonra da sözü bana, yeşil gözlü istiridyeye veren, yaşlı ve bilge deniz minaresi… Ben de ona dedim… “Ben faytona binmem.” Benim bildiğim fayton; günün soğuk veya sıcak ama hâlâ dünden yorgun gözleri ve duvara asılı koşumları ile ahırlarda bekleyen… adanın çıkarken kaygan, inerken kaypak yokuşlarında ayakları titreyen… cepleri ve egoları şişkin kalabalıktan yılgın… kaderde ortak, paylaşımda kıskanç sahipleri ve boyunlarında bir tutam azık ile rızık peşindeki koşulu atları ile faytonlardır ki, bende yalnızca By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 57
hüznü ve meralarda özgürce koşmak için hak arayanların, hakkını sokakta arayanların, coplar altında havuza atlayıp, limonlu suyla gözlerini yıkayanların kavgasını simgeler… Onun için de ben, dizginlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan, aklında yalnızca akşam içeceği bir kova su ve yiyeceği bir öbek saman ile kandırılan, gücü ve hızı hoyratça kullanılan, onuru ayaklar altına alınan atları ile ada yollarında arkadaşım Tuğrul’un tasvirine sığan, bu faytonlara binmem, binemem. Oysa aynamda yansıyan tasvire bir göz at… o özgür bir at… yalnız özgür değil senin gibi bilge, bir at… eğer sırtına bindiğinde, hissederse senin iyi niyetli acemiliğini, asla incitmeden eğitip usta bir biniciye çeviriverir seni… ama eğer binmişsen biri gibi ve sevmemişse seni, bir de vurduysan haksız yere fiskeyi, sürerken süründürür seni, üstelik bir de yerde bulursun kendini. Özgür bir at… hayatı seninle paylaşır ve kararlarına ortak eder kendini… Ne demiştik?... “At yaşamdır... güzellik ile zarafetin, cesaret ile gücün, yetenek ile iyi karakterin, aklın birlikteliğini simgeleyen tek canlı odur insanlardan sonra insanlık tarafından genel kabul gören... “ sonuçta fayton, her ne kadar tasvirdeki gibi önde iki küçük arkada iki büyük tekerlek ile yaylar üstüne oturmuş hafif bir gövdeden ibaret tek veya çift atlı bir araba olsa da bana göre en güzel fayton, yürüyemeyen ve müzede kalan faytondur diye bitirdim söyleyeceklerimi… budur işte, faytonun, aynama yansımış hali… Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (3. Kitap)
Page 58
By Mehmet Enver Altın (2. Bölüm)
Page 59
2014
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yaz覺lar覺 3. Kitap
Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yaz覺lar覺 (3. Kitap)
nick NikoPage Tsalikis 60 11/16/2014