Burgazada reunion meeting 2012 fb grup yazıları 2. kitap

Page 1

2014 By Elena Kovaçi Uygan

Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları 2. Kitap

By

Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Tsalikis Nikos Niko Tsalikis 11/16/2014


Bu ikinci kitabımız sayın Mehmet Enver Altın'ın grubumuz ile paylastığı güzel yazılarından ibarettir. Grubumuzun üyeleri tafından kendisine çok teşekür ederiz...

Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 2


Contents Burgaz Adası İstiridye Tarlalarından “İtiraflar” anlatısından bir bölüm. ................4 Burgazın arka bahçelerinden “Kulağıma Gelenler”...........................................8 Burgazın arka bahçelerinden “Ateşte Kalanlar, Ateşten Artakalanlar” ........10 Burgazın bahçelerinden “Dalları Bastı Bahar”...................................................18 Burgazın sokacıklarında (*) " Aşk Doğumlu Kediler ” Bölüm I ......................22 Burgazın sokacıklarında " Aşk Doğumlu Kediler ” Bölüm II ............................26 Burgazin sokacıklarında " Aşk Doğumlu Kediler ” Bölüm III...........................30 Burgazin sokacıklarında " Aşk Doğumlu Kediler ” Bölüm IV ...........................34 Burgazin sokacıklarında " Aşk Doğumlu Kediler ” son Bölüm V .....................38 Ada mimarisinin 150 yılı... Burgazadası’ndaki Rotmann Evi, KamhiGrünberg İkiz Villası, Goldenberg Villası, Treves-Katalan Evi"" ...................................40 Sade Renk Sohrap Sepehri İranlı ressam ve şair (1928-1980) ..............................44 Kostantinopolisin üstünde “Erguvan Renkli Leylekler” .....................46 Kostantinopolisin üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler ” Bölüm I. ..................48 Kostantinopolisin üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler ” Bölüm II. .................52 Kostantinopolisin üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler ” Bölüm III.................58 Kostantinopolisin üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler ” Bölüm IV. ................62 Kostantinopolisin üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler ” Bölüm V. .................66 Kostantinopolisin üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler ” son Bölüm VI. ........70

By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 3


Burgaz Adası İstiridye Tarlalarından “İtiraflar” anlatısından bir bölüm. By Mehmet Enver Altın on Thursday, 6 January 2011

Sordum tüm istiridyelere, pinalara, deniztaraklarına, denizminarelerine; Su üstündeki yansımalar mı, yakamozlar mı, gökteki yıldızlar mı gerçek? Gökyüzü nerede bitiyor? Gördüğümün ne kadarı rüya ne kadarı gerçek? Dediler bu bizim için ağır bir soru, yanıtlar bunu Zeus, Büyük Tanrı... Zeus dedi...deniz oradaydı, güneş de, yıldızlar da... ben sadece fazlalıkları çıkardım; geriye kaldı, huzur dolu, sakin bir ada... Büyük İskender’in generali Demetrios'un babası Antigone, adını verdim bu adaya, sonra Yunanca kale/burç anlamında Pygros, Burgaz olarak başladı anılmaya... 70'li yılların sonlarında düştüm, Pita, Kaşık Adasına, dedi yeşil gözlü istiridye. Ama anılarım Pita'nin karşısında Burgaz'da... İlk yıllarım, Kınalıada'ya bakan, Aya Nikola derler yöresinde geçti Burgaz'in. Güneşin, gün batımında, gün yorgunluğunu giderdiği, rakı ve şarapla kutsandığı, ışıkla yüzdüğünüz, ışığa yüzdüğünüz, ışıkta yüzdüğümüz yerdir burası... burada öğrenirsininiz renklerin ahengini, zamanın anlamsızlığını... burada üflenirsiniz yaşamın dışına, ışığa varmaya... o nedenle, adı verilmiş bu koyda “Marta Koyu’nda”, burada saf tutmuştur, çevrecilerin "bakire rahibesi", istiridyelerin kutsal anası, ışığa yürümüş, toprağı bol olsun, Kıptî güzeli, komşum, Madam Marta... o nedenle, burada saf tutmuştur, midyelerin ustası, midyeler üzerine doktoralı, Proser'in de ustası, sevgili Fatma Erdinç’in ve benim, yüreği pırıl pırıl, ışığa yürümüş, toprağı bol olsun, Vartan Abi... o nedenle, Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 4


burada saf tutmuştur, pavuryaların süvarisi, sırtlarına beraber bindiğimiz, Matbaacı Çetin Abi... o nedenle, burada saf tutmuştur, oltasını bir gaucho'nun(**) kemendi gibi kullanan, kağıt kaplama sanatkârı, dostum Haşmet, namı diğer Carlo ve eşi Anna... aşkları, burada ışığa düştü Burgaz’ın hayvan hakları savunucusu Rabia hanım ile tiyatrocu Özkan abinin... burada suya attı, kendini, büyük oğlum, bir buçuk yaş istiridye, ışıklar içinde daldı derinlere... burada komşum oldu Miftah Albay, eşi Nurcan, zarif kızı Merve ve oğlu Emir ile... burada tanıştım çay bahçesini işleten, koca katili yenge, bakkal Sait, faytoncu Cemal ile... burada Aya Nikola'da en güzel köşk, Köksal Bey'in köşkünün eklentisindeki evde başladı "kör kurşunlardan kaçak" otuz bir yıldır süren hikaye... Sonra, bir dönem çıktık iskeleden, fırına, oradan pazarın kurulduğu meydana, hemen çıkın yukarıya bayıra, sol yukarınızda Avusturya Kilisesi, aşağıya doğru uzanan yamaçların altında da ayni kilisenin tarım yapılan bahçeleri, adanın Çam Mevkii derler yaylalarına... burada verdik balıkları, etleri mangallara, mehtabın koynunda, lodosun kıskanç, hiddetli okşamalarında altımızda yerleşik Burgaz, Kaşık, Heybeli, Dragos... her yaz başı "iyi yazlarımız olsun" demeyi unutmayan rahmetli Neriman Hanım, ağabeyi, o da rahmetli, set altı komsum, saka Muhittin, oğlumun arkadaşı Kosta'lar ile deli fişek Rita'lar da burada mekan tutmakta. Eğer izleri bilirsen, buradan kestirme çıkılır Alman Kitapevi sahibinin ormandaki köşkünün önünden geçerek adanın en yüksek tepesine, Hristos Manastırı ve Rum Mezarlığının bulunduğu yere, manastırın ve mezarlığın alevi bakıcısı Gülay’ın çayını içmeye... Yine indik çayıra, önce iskelenin tam karşısı Ada’nın simgesi Burgaz Palas’ın çatısına, sonra yine portakal, limon, yasemin, begonvil kokularının, sarhoşlara kıskanç sarhoşluğunda, sera iklimli Kış Bahçeleri’ne... Kapi açık komşularım, tasada ve sevinçte, onur dolu dostluklarını paylaştığım Ayhan ile By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 5


Sevil, Izak ile Sibel, Vitali ile Çela, Metin ile Ela ve Antuan ile Hilda, Cavit ile Gülçin, Yako ile Beki, onlar ve tanıdığım diğerleri tutukladılar beni bu efsunlu adaya... el ele, evden eve çocuklarımızı büyütmeye, onlarla hep beraber gururlanmaya, aşkların en güzelini, en şahenesini yaşamaya, motorlarda hastahanelere koşturmaya, cenazelerimizi paylaşmaya... Ben şimdi, kadim dostlarım ve kardeşlerim istiridyeleri gözlediğim... sabahları, ya akşam mahmurluğu ile gerilmiş ışıklarını güne yayan, ya da akşamın kızgınlığı ile Pendık, Tuzla, Heybeli tepelerini alev alev yakan güneşle selamlaştığım... her gece mehtaba çıkan Heybeli'ye komşu, gururlu martılara yuva, Indos'taki, evimde, dünyaya yeni gelen bebeklere hoş geldin demeye, güzel günlere, umuda, gelecekte, hayati paylaştığımın beyaz saçlarını örmeye, penceremden kadim dostlarımla, elbet bir gün, vedalaşarak umarım ışığa yürümeye yattım... bana renk ahengi öğreten yakın ada, uzak ada, Burgazada'da...sanki yeniden doğuyorum Topkapı’da...yoksa burası Topkapı mı da?... Doğumu ada Rumlar, hala gelip adayı koklayan, 39 Erzincan deprem göçmenleri Erzincanlı aleviler, Hitler kaçağı Alman ve Avusturyalılar, 73'lu sevgili Robert Schild'in renginde Yahudi, Agop Can’ın renginde Ermeni istiridyelerimiz... hepsinin doğumu ada küçük istiridyelerimiz, evden eve elden ele büyüyen, bir birbirimize emanet ettiğimiz... biri de doğumuna çeyrek kala ada motorlarında, anasının kabuklarının içinde iyot koklayan, küçük oğlum istiridye... adada beraber top oynamış, beraber balık tutmuş, beraber kavga etmiş, Hristos'ta ilk sarhoşluğu beraber denemiş, çok renkli ahenkli istiridyeler, adanın sutopu takımlarında yüreğinin üstünde takımını ve vatanını onurla taşıyan her renkten delikanlı istiridyeler, Kriton, Nusret, Galyo, Yako, Orhan, Ümit, Ömer, Mikael, Ata, Sevan, Gigi, Gino, Cristian ve diğerleri... ada çocuklarının sevgilisi olmuş rahmetli faytoncular, Apo ve Veli Dayı... vaftizinde onur konuğu Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 6


olduğum, ben, cici dedesinin torunu Mane, büyük depremde beraber sokakta yattıklarım, adadaki yangınlara beraber koştuğum, daha gecen yıl Sait Faik ile arkadaş, toprağı bol olsun, balıkçı Kosta'nın cenazesinde, kilisede her dinden saf tuttuklarım, manav Taner abim, çöpçü Aziz, hamal Deniz... adanın olmazsa olmazı, yönetim kurullarında görev almaktan onur duyduğum adanın ana okulu, baba gururu, küçük istiridyelerimizin eğitim yatağı, Adalar Su Sporları Kulübü... begonviller, mimozalar, ıhlamur ağaçları, çamlar, palmiyeler biliniz ki anılarımın rengi, ahengi bunlardır, anılarımı renklendiren, ahenk veren bunlardır, yeşil gözlü istiridyenin ve istiridyelerin renk ahenk dünyasında yalnız sizlere yer var, sizlere bin sevgi, bin selâm, beni adaya düşürene, düşürenlere bin şükran, bin minnet...

By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 7


Burgazın arka bahçelerinden “Kulağıma Gelenler” By Mehmet Enver Altın on Wednesday, 26 January 2011

Yılın ilk, Ocak ayının bu son günlerinde Takhisis, Karanlıklar Kraliçesi kanatlarının karanlığı altına almışken Burgaz'ı, sürgülenmiş kapılar, indirilmiş perdeler ve loşluğunda sokak lambaları... arar durur gözlerim Burgaz'a tutkun beş duyuları, ruhları, Kalpazankaya'da, Aya Nikola'da, Çamakya'da, İndos'ta...ama yoklar...Burgaz'ın karanlığında, karanlığın gölgelerinde yutulmuşlar yoklar...kulagımı dayadım denize, Marta’nın koyunda, Mimi’nin koyunda, altı numarada, belki bir ses gelir de yalnızlıktan kurturulum diye yoklar, denizde de yoklar... Ben de sakin ama ürkütücü, sessiz ama uğuldayan, karanlık ama gözleyen yollarında, sokaklarinda yürüdüm Burgaz’ın, gördüm bir başka Burgaz daha var Burgaz'dan iceri...bir Burgaz daha var, kimse görmez açıkken bile gözleri, kimse söylemez bilip de bildiğini...bildiğimiz de bilmediğimiz, bilip de bilmemezlikten geldiğimiz, ummaya yatmış, yakın ama uzak komşularımızı, onlar da Burgaz’da var...onlar ki; kimine bakmadan yanından geçtiklerimiz, kimine bakarak yanından geçtiklerimiz, kimini tanıdıklarımız, kimiyle selamlaştığımız, kimine selam verip tüm nadanlığı ile alamadıklarımız, kimiyle arkadaş hatta dost olduklarimiz, kimiyle aynı yola baş koyduklarımız, kimi iyi yürekli, kimi her daim kandırmaya meyilli, kimi kadir bilir hak bilir, kimi art niyetli ama hepsi de yedi yirmidört Burgaz'da yaşayanlarımız, bir

Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 8


tek onlar var, onlar hep buradalar, içerideki Burgazada’dalar... Onlar ki; bazıları aşlarından yoksun bereketi, bazıları yazlarında hareketi, bazılari sonsuzluğunda yolculuğu, beklerken... kiminin gülerken hüzünlenmekte gözleri, kimi tüketmekte, zaten yok, ürettiklerini...aş pesinde, keskin gözleri mağrur martılar, yoldaşlığın ruhunda komiteci kargalar, günlük tayınlarının rahatlığında köpekler ile paydan pay peşinde çapkın ve sürtük kediler de var... ama ya günün soğuk ve yorgun gözlerinde, kaygan yokuşlarında, eğer alınmışsa testisleri zaten hayatın kalmamış değeri, rızık peşinde beygirler veya boyunlarında biraz azık ile yem torbaları, duvara asılı gem, koşum ve kantarmaları ile soğuk, sağliksız ahırlarda bekleyenler ve kaderlerine ortak arabacılar onlar da var... Burgaz'da... Burgaz'ın arka bahçelerinde...

By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 9


Burgazın arka bahçelerinden “Ateşte Kalanlar, Ateşten Artakalanlar” By Mehmet Enver Altın on Saturday, 19 March 2011

Akşam gün batımında mehtap, günün yorgunluğunu, her gün pervane olduğu yârin sularına saçlarını ışıl ışıl sererek giderirken, ben de Kaşığın ucundaki dostlarım istiridyelere, her zamanki gibi, penceremden fısıldadım… fısıldadım ama yanıt alamadım… Merak ettim, evden çıktım, vardım Fenerburnuna kulağımı dayadım kayalara… hepinizin yakından tanıdığınız yaşlı ve bilge deniz minaresinin, Kaşığın ucundan, bana doğru gelen yorgun ve kederli sesini, gün batısının güçlü nefesi ile köpüren dalgaların sesleri arasında ancak tanıyabildim… onu dinleyen, deniztarakları, istiridyeler, midyeler, pinalar, denizyıldızları, denizkestaneleri, denizatlarının kâh ağlayan, kâh hıçkırıklara boğulan seslerini ancak çıkarabildim… bu arada Kaşık Adası’nın üstündeki martılar ile yelkovan kuşları, sanki yaşlı ve bilge denizminaresinin acı dolu, yorgun ve kederli anlatımına dayanamayıp çığlıklar atıyor, fısıltılarını heybesinde taşıyan gün batısı rüzgarının dokunuşlarıyla bir o yana bir bu yana devinip dizlerini döven, gün görmüş ve geçirmiş nur yüzlü dedelerin, ninelerin kırışıklarında yapraklarını dökmüş ağaçlar da ağıt yakıyordu… Neler oluyor dememe kalmadan, gök, birden ağır ve tempolu ve gür sesli üflemeli çalgıları, gök gürültülü davulları, nakkareleri, çalparaları, esrik timballeri ve yüksek frekanslı zilleriyle bulutlara ses verdi, bulutlar da reverans yaparak düzenli bir şekilde bir sağ yana, bir sol yana açıldılar… açıldılar ve bir yanında Aztekli Kadim Tanrı(1), diğer yanında Persli Atar(2) ile Ateş Tanrısı Vulcanus(3), ateş yüklü arabalarıyla çıktı ortaya… işte o zaman yaşlı, kadim ve bilge deniz minaresinin ağlayan, ağlatan, kederle anlatan Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 10


fısıltılı sesini tam olarak duydum… anlattıklarına kulak verdim… Bundan tam yedi yıl önceydi, sabah çalışırken beni can evimden vuran, telefonla aldığım haberdi… Balmumcuda işyerimde Adalar’ı her zaman görmek üzere konumlandırdığım masamda telefonla konuşurken, telefonda anlatılanlar nedeniyle göz ucuyla adaya baktım. Daha dün, haftaya görüşmek üzere arkama bakarak vedalaştığım, üzüldüğümü görüp de üzülmesin diye uzaktan el salladığım, can dostum, Burgazım, hiçbir zaman kesmeye kıyamadığım, kıvrımlarında kaybolduğum, gölgelerinde uyuduğum, örgülerinde serinlediğim o güzelim saçlarından tutuşmuş cayır cayır yanmaya başlamış, üstünü yoğun bir duman bulutu sarmaya başlamıştı… hemen fırladım aşağıya ve bindim arabaya… Bostancı’ya, gelene kadar zaman sanki durdu da ben, ışınladım başka bir dünyaya… O dünyada, kulağımda her canlıdan, her dilden, yardım dileyen sesler yankılanmakta… bir yandan beni sorgularlarken, bir yandan da; -Bize bunu neden yaptınız? diye ağlamakta… Boğazıma bir yumruk tıkandı ve zorlukla konuşurken ben de kendime sordum, -Nasıl oldu? Kim yaptı? Vapur Adaya yaklaşırken, bir çöl fırtınası altında kum beji renginde amorf bir fanusa dönmüş göğün altında ada, her göz kırpışta başladı kaybolmaya… yalnızca ateşin, görünen kızılkara dili zaman zaman aralardan sağa sola uzanıp ağaçları ve makileri yalarken, kavrulmuş kozalak, dumanı tüten çam iğneleri, yılların yorgunu köşklerin yanan tahta kokuları ile külleri, azgın lodosla üstümüze, yayılmakta… Lodosla, sesler tekrar geldi kulağıma ama ayıramadım, bilemedim, kimlerdi kulağıma inleyen, yalvaran ve fısıldayan? Birbirine saygılı, diplomat tavırlı, bir kol mesafesinde dimdik duran çamlar mı? Göklere yükselen kadim kızılağaçlar mı? Baharda çiçekleriyle kar yağdıran akasyalar mı? Yanaklarımıza tıka basa doldurup da By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 11


dudaklarımızı kan kırmızı boyayan böğürtlenler mi? Yavuklumuza kolye yaptığımız kocayemişler mi? Köstebekler mi, köklerin can suyunda kafa bulan? Yoksa kirpiler mi, yılanları hedef tahtası yapan? Kaplumbağalar mı, tavşanlarla yarışan? Kertenkeleler mi çipil çipil gözleri bir o yana bir bu yana tarassutta bulunup sinekleri, böcekleri kovalayan? Kuş yavruları mı, ağzı açık hazır mama bekleyen? Kimlerdi, kimlerindi kulağıma gelen “Sesler?” “-Tepemize çöktü bir felaket! Bizi kim kurtarır buradan? -Neden biz? Neden karardı gökler? Duman mı bir kâbus mu ormanın üzerine çöken? -Gündüzü karartıp içimizi sıkıntılara sokan kim? -Alevler yapraklarımıza, alevler dallarımıza, alevler barındırdığımız dostlarımıza dokunuyor. Alevler özümüzü emiyor, ruhumuzu yok ediyor… -Hiç değilse kesseydiniz bizi de konuşabilseydiniz bizimle, o zaman biz sizi duymasak bile, bilirdik aynı evde beraber barındığımızı, aynı sandalyede oturduğumuzu, aynı sehpada gül kokladığımızı, aynı sandalda rızkımızı çıkardığımızı, aynı faytonda koştuğumuzu… aynı sopalarla dövüşmeye bile razıyım, yeter ki yanmayalım… Çok korkuyorum…” derler, ben de korkudan mı, kızgınlıktan mı, üzüntüden mi titrerken; indik Adaya… Henüz tepede ve tepenin az eteklerinde süren yangına müdahale etmek için karınca kararınca, beraberimdeki arkadaşlarım Cihan, Metin ve ben sağa sola fırlayan ve yanan kozalak bombardımanı altında, doğru tırmandık Çakıltaşı sokağına, oradan da ormana doğru hamle ettik ama yaklaşmak ne mümkün?... bakakaldık, birbirine sarılmış yanan dallara, ağaçların damarlarından fışkıran alevlere, yatağından sıçrayan, fırlayan kozalaklara, çaresizlikle elini beline koymuş ağlayanlara,… “bari inelim de durumu izleyelim evi barkı tehlikede olanlara yardım edelim” dedik… aşağıya Mehtap sokağa inerken Avi’yi gördük, şaşkın, koca bir tüp, patlamasın diye evden çıkarmış, sırtına almış! “Ben bunu ne yapayım?” diye sormakta… Deniz elinde bir kürek yukarıya koşmakta, yanında onunla beraber Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 12


koşan gençler, yangına çare arayan, tanıdığım, tanımadığım bir sürü insanla… Sait Faik’in evinin oraya geldiğimizde, kilisenin bahçesindeki palmiye, dallarına takılan ateş topundan yine bir kozalakla, adeta havai fişeğe döndü, şaşkınlıkla bakanlara, keyif değil, sadece korku saçan… Koca Ayios Ioanis kilisesinin yaşlı bedeni yüzünü yalayan yalazların ışığında, sıra bana da mı geldi diyerek ürpertiyle titredi… o arada baktım herkes dağılmış kendi evine seğirtmiş varsa kıymetli eşyalarını almaya gitmiş… ben ise eve gitmek yerine, Adaya gelen giden takviye var mı bakmak için iskeleye doğru indim, uzaktan Hülya’yı gördüm… Garibim, bir yandan büyük bir panik ve aceleyle, yangın korkusundan ve dumandan etkilenen yaşlıların emniyetleri ve adadan uzaklaştırılmaları için çaba göstermekte, bir yandan da gecekondusu yandığı için kalp krizi geçirip, ışığa yürüyen rahmetli Faytoncu Hıdır’ın sağlığını merak etmekte… Ben de gözümden süzülen yaşları görmesin diye kafamı çevirip, dedim, “Merak etme!”… İtfaiyenin oraya geldiğimde boynuma sarılarak hüngür hüngür ağlayan Nalân, “Ahmet’in eve gittiğini, kalbi nedeniyle endişe ettiğini, ona bakmamı” istediğinde, doğru gittim oraya, bir tarafta Ahmet bir tarafta da Serkan, ellerinde “ben bu yangına ne yapabilirim?... çaresizliği içinde ellerinde bir bahçe hortumu bir oraya bir buraya koşuşturmakta… ki o anda bir dürtü ile kafamı kaldırdığımda, yangının bir yanda Büyük Çam Mevkii ile Avusturya Kilisesi öbür yanda Aya Nikola olmak üzere hemen bütün ormana rüzgarın etkisiyle hızla yayıldığını dehşetle gördüm, bütün ümidimi yitirmeye başladım. Burgazada yanıyor, biz seyrediyorduk… Her bir ağacının altı anı, her bir patikası kovalanan sevgili, her bir çiçeği yaşama sevinci, her bir kenarı ve köşesi sessiz bir kahve, bir bardak çay, bir simit, bir dilim kaşar peyniri, bir şişe şarap, en iyi dostumuz diye sığındığımız ormanımız, küçük istiridyelerimizi büyüteceğimiz, anılarımız ve geleceğe dönük hayallerimizle birlikte kül oluyordu… İsyan ettim o an, isyan ettim rüzgâra ve dedim; Sen şimdi yükseklerde tepelerde oradan oraya dolaşırken bizi mi By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 13


izliyorsun? Sana neler oluyor? Bak aşağıda senin taşıdığın tohumlarla doğan, serinliğinde soluyan bir sürü günahsız telef oluyor? Hala sana sığınıyor onlar, hala görevin var onlara… İnan, onlara bir şey olursa sen de dünya durdukça var olduğuna inanmadan boşuna yaşayacaksın! Neden arada bir sorunlar yaratıp ortalığı kırıp geçiriyorsun? Yükseklerden bakıp eğleniyor musun? Yeter artık bugün bize ettiğin… lütfen çekil git… Yoksa sen de mi tutsaksın bizim elimizde?… bütün yaptıklarımız, aptallıklarımız, doğaya saygısızlığımız ortada ama seni hala kutsayıp duruyor, sana yalvarıyoruz, … bu aptallığın bir çaresi olmalı… bu çareyi bulacak aklı niye vermedin biz zavallılara… belki verdin herkes başka türlü okudu senin söylediklerini, zebranın ana derisi siyah mı beyaz mı, tartışanlar gibi… Birden, sanki sesimi duyan, Ahura Mazda(4), yanında Hürmüz, kulak verdi de yakınmama ve rüzgâr aniden duruverdi. Artık Burgazın yaşam alanlarına iyicene yaklaşmış, kızılkara dilini bir o yana bir bu yana uzatmaktan, kıvılcımlarını sağa sola fırlatmaktan, yanmamış yer kalmasın diye koşturmaktan yorgun düşmüş yangın, kesilen lodosla beraber olduğu yere yapışıverdi… ben de çöktüm kaldım Gökdemir Aralığındaki kesik ağacın üstüne, yitip giden bilincimle… yitik bilincim, dalıp gittiğim düşümde, Kaşığın ucunda derinlerin serinliğinde ancak geri geldi… “Yaşlı ve bilge deniz minaresini dinleyenler, acıların ve yangının kararttığı bir günün kalıntılarını yansıtan yüzünden yaşlar süzülürken, onun, artık söz söylemekte zorlandığını, dudaklarının titrediğini izlerken, içlerinden genç bir deniztarağı dedi; “ulu bilge, sen nasıl dayandın bu acıya ve öyküye?” Bitirirken bu öyküyü, uyuyamadım, yerimde duramadım, közlenmiş kozalak, kavrulmuş ve su emmiş odun kokusu burnumda, iki ara, bir dere havayı kokladım, yanmış canların çığlığı kulaklarımda, anıların külleri ellerimde, camdan korkarak baktım, ateş yüklü arabasıyla Ateş Tanrısı Vulcanus tekrar çıkar mı acaba diye Burgazada’ya?… Mehmet Altın Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 14


(1) Huehueteotl:Nahuatl diline göre "Kadim Tanrı", Aztek mitolojisinde ateş tanrısının adıdır. Bazen adı Ueueteotl olarak geçer. Aztek güneş takviminde Huehueteotl; Satürn diğer adıyla ‘Ateşin Efendisi' olarak adlandırılır.Aztek inanışında Huehueteotl; karanlıkta ışık, soğukta sıcaklık, ölümde ise hayattır. (2) Atar: Antik Pers mitolojisinde, ateş ve saflığın tanrısı. Tanrılar kralı Ahura Mazda'nın oğludur. Modern Zerdüşt inancında hâlâ varlığını sürdürmektedir. (3) Vulcanus:Roma mitolojisinde Jüpiter'in ve Juno'nun oğlu, Maia ve Venüs'ün kocası, Caeculus'un babasıdır. Ateşin ve yanardağların tanrısıdır, sanatın, silahların, demirin ve tanrılarla kahramanların zırhlarının üreticisidir. Yunan mitolojisinde Vulcan'ın karşılığı olan tanrı Hephaestus'dur.Etrüsk mitolojisinde Sethlans, Roma mitolojisinde Mulciber "yumuşatıcı", olarak da bilinir. (4) Ahura-mazda: Eski İran'da, tahminen M.Ö. 7. veya 6. yüzyılda yaşadığı kabul edilen Zerdüşt, güya eski dini düzeltmek için ortaya çıkmış ve İran'daki çok tanrıcılığa karşı tek ilah inancını savunmuştur. Ona göre en yüksek Rab (ilah), “Ahura-mazda”dır. Ahura, her şeyi bilen, kâinat nizamını idare eden, her şeye hayat veren ve her şeyin hâkimi olan en büyük kudrettir. Bunlardan bir kısmı, ateşi tanrı kabul etmişlerdir. Bunun yanında, yine eski filozofların; “Birden ancak bir doğar.” sözleri sebebiyle, “düalist=iki tanrılı” bir inanışa saplanmışlardır. Şöyle ki; bu felsefi görüşün icabı, bir olan mabuddan (ilahtan) birbirine zıt olan hayır ile şer doğmaz. Bunların ikisi de ezeli birer ilahtırlar. Hayır, ilahı, bir nurdur ve iyiliğin kaynağıdır. Şer ilahı, karanlıktır ve kötülüğün kaynağıdır. Hayır, ilahı “Hürmüz”, Şer ilahı ise “Ehriman” adı ile anılmıştır. Bunlar birbiriyle devamlı savaş halinde bulunurlar. İyilik çoğaldığı zaman Hürmüz, kötülük çoğaldığı zaman Ehriman galip gelmiştir, derler. Bu ikili tanrı inanışına, dinler tarihinde “SeneviyyeDüalizm” adı verilir. Sonra gelen Mecusiler, bir omuzunda hayır, diğer omuzunda şer (kötülük) bulunan ilahlar tasvir etmişler, resmini By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 15


yapmışlardır. Mecusiler, ateşi hayır ilahı Hürmüz'ün bir sembolü kabul ettiklerinden, her tapınakta (Ateşgede) denilen ve devamlı ateş yanan yer yapmışlardır. Bu ateş hiç sönmemek üzere yanardı. Hiç kimse, buna dokunamaz, hatta soluğu ile dahi kirletemez. Onun için ateş yakan rahibin ellerinde eldiven ve ağzında peçe bulunurdu. Mecusiler, ateş yandığı müddetçe hayır ilahının şer ilahına galip geleceğine inandıkları için, ateşin hiç sönmeden yakılmasının lazım olduğuna inanırlardı. NOT: T.C. İSTANBUL VALİLİĞİ 06.10.2003, Pazartesi Günü Burgazada’da Meydana Gelen Yangında Oluşan Hasar Tespit İcmali İl Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğ SAYI: 175 09.10.2003 06.10.2003 pazartesi günü İlimiz Burgazada da meydana gelen yangın neticesinde oluşan hasarlarla ilgili İl Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünün çıkarmış olduğu hasar tespit icmali aşağıdaki gibidir. 1- Tamamen Yanan Bina Sayısı: 11 2- Hasarlı Oturulamayacak Durumda Olan Bina Sayısı: 4 3- Hasarlı Oturulabilir Durumda Olan Bina Sayısı: 4 4- Hasarsız Oturulabilir Durumda Eşyaları Zarar Görmüş Bina Sayısı: 4 NOTLAR: 

Islah edilmeyen, sık yangınların çıktığı, vahşi depolama (Açıkta yığarak depolama) yapılan Burgaz ve Kınalıada çöplüklerinin çevresinde yangına karşı önlem yoktu. Yangın sırasında, kısa sürede müdahale edilmesi için çöplük çevresine bir hidrant sistemi yapılması teklifi de göz ardı edilmişti. Yazın yangın riski yüksek dönemlerde kiralanan yangın söndürme uçakların sözleşmesi 1 Ekimde bitmişti ve, Adada yangın başladığında, Burgazada, o gün İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı'na bağlı 2 itfaiye söndürme aracı ve biri harekât merkezinde telsiztelefona bakan 4 itfaiyeciye emanetti. Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 16


By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 17


Burgazın bahçelerinden “Dalları Bastı Bahar” By Mehmet Enver Altın on Friday, 15 April 2011

Kadim ve bilge deniz minaresinin, yakın dostu, yaşlı, yeşil gözlü istiridye, Çamakya sahilinden Aya Nikolaya giderken, sülün gibi bir kefal, denizden fırlayıp, çıktı kavak ağacına,; “-ohh nihayet kış bitti!” dedi istiridye… Börtü, böcek, karınca da çıkar artık ortaya… alınmasın diye önceliği mimozalara verip, bir de dalları basarsa bahar, gül ışığa gerinip, nergis gölgeye sığınıp, ışıyınca tomurcuklar, Adada artık tatlı bir yaz telaşı başlar,” deyip başladı anlatmaya… İlk önce güneş hazırdır, Dragostaki kışlık evinden, Heybelideki yazlık evine taşınmaya… Sabahları şöyle bir genç kız yumuşaklığıyla gerinip de güzelim saçlarını Kaşığın önünde yıkayınca ardından hemen gider İndosun çamlıklarında yüzünü kurulamaya… kahvaltısını renk, lezzet ve iksir kattığı domates, biber ve salatalıklarla arka bahçemizde yapıp, Sabri Abinin köpüklü kahvesini, gözlerinin feri sönmüş, dokuz kısa bir uzun anılarıyla emekli fenerin dibinde içip, sonra da başlar, öğlene kadar, sahilde herkesin selamını almaya… Akşamüstü kendisini ne sahilde ne de İndos’ta göremem, ama vakanüvis ve muharrir Engin Çelebi’ye göre rivayet odur ki, Kalpazankaya nam yerde, kadeh tokuştururmuş Hayyam-ı Ekber ile… Yalıçapkını yazlıkçılar daha dünden hazırdır nisan güneşi ile tokalaşmaya… ellerinde bir süpürge bir faraş, gagalarında Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 18


biraz çamur biraz çöp, hafta içi, hafta sonu bir telaş ki bir telaş, biri gider biri gelir, yuvalarının eskiyen yerlerini onarır…, kuytularda gizlenmiş koruyucu cinleri, dudaklarında her dilden, her dinden hayır dualarla, kolalı beyaz keten sofrada geçesi, gamsız ve neşeli bir yaza çağırırlar… Ada turundan geri dönüp de İndos’tan yukarıya evine çıkan istiridye’nin yanından, erkeklerin önünde göz indiren, sonra da birini bekler gibi kalçasının arpacığından göz süzdüren, iki sağ, bir sol, fıkır, fıkır folklorik adımlarla, bir öbek dişi kedi geçti… Bu arada yolun her iki yanında, karşı karşıya iki ağaçta birinin başında Riff, “Jets” diğerinin başında Bernardo “Sharks” nam-ı çetelerin reisleri ile taifesi kargalar, asırlardır kan davası süren bir aşk hikâyesi yüzünden do majör, si bemol üstünden dalaşırken, baharı karşılamaya çıkan kefal, gökyüzünde daireler çizerek geldi ve büyük bir ağacın altına gizlenerek, yüzgeçleri açık havada hareketsiz kaldı! Heybeli üstünden gelen hafif ritmik seslere kulak kabarttım, gökyüzüne baktım.Başlarında“eflatun” harmaniyeli dört at ile ney, bendir, zil eşliğinde, Afrika’dan rahvan gelen leylekler, uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını savurup, Hristos üstünde “hu çekip” süzülerek Bizans’tan İstanbul’u selâmladılar...ardından da yine başlarında “San Marco’da”konaklayacak dört atla beraber, deniz üzerinde “bir orman gibi kardeşçesine” suretleriyle,bir kol Ayasofya, Süleymaniye, üzerinden Güney Avrupa’ya diğer kol da Neve Şalom, Kulekapı Mevlevihanesi ve Boğaziçi üzerinden Kuzey Küreye, dişi artçıların gagalarındaki torbalarlarla birlikte, akmaya başladılar...Aynı anda, Yeniyalı aralığında, yolun ortasındaki çamın dibinde, bu korteji havada duran kefal ile beraber korkuyla karışık bir saygıyla ve hazırolda izleyen öncül, ardıl, biri birine bağlı, bir filo çam kese tırtılı, aldıkları komutla, törensel adımlarla tekrar harekete geçtiler, …ben de mor salkımı pıtırcıklı, begonvili açmaya yatmış, japon gülü aşka hazırlanmış, on, onaltı rasat yuvama girdim… By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 19


girerken de merdiven tırabzanında birbiri ardı sıra gidip gelip her karşılaştıklarında tosuncuklar gibi kafa tokuşturup, baharı ritüelle karşılayan karıncalara bayramlarını bir kadeh rakıyla kutlayacağıma, o mis gibi anason kokusunu Burgazın “sokacıklarına” salacağıma söz verdim. Bütün çizgiler ve zaman bir noktadan kopar uzanır evrenin sonsuzluğuna... taa! ki dönüp dolaşıp koptuğu noktayla birleşip bütünleşene kadar… yaşamın, günlerin, ayların, mevsimlerin sırrı budur… bir canlının başına gelebilecek en kötü şey, Burgazadada gözleri açık kör doğumdur..., deyip bitirdi, yeşil gözlü istiridye…

Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 20


By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 21


Burgazın sokacıklarında (*) " Aşk Doğumlu Kediler ” Bölüm I By Mehmet Enver Altın on Sunday, 5 June 2011 Önsöz

Bu anlatıyı kaleme almaya, kışın Sürtük ile yaptığımız kısa ama anlamlı miyavlamalardan, uzun ama anlamlı patileşmelerden sonra karar verdim. Amacım, kedilerin dünyasını bir kaç sahife ile olsa da sunmak, kucağımıza yeni aldığımız veya almayı hayal ettiğimiz mini mini bebeler ile mini mini kedi bebelerin birbirlerine miyavladığı bir dünyaya çanak tutmak... Bana kedilere miyavlamayı öğreten, yeşil boyalı, zincirli evdeki komşularım, Sevgi ile Nusret, kedileri fark etmemi sağlayan, kız kardeşim Füsun ile eşi Feridun, biliniz ki, bu aşk doğumlu kedilerin dünyasında size çok özel bir yer var. “ İstanbul’un anakarasında başlayıp, Burgaz adasında biten 5 bölümlük bir anlatma… yarısı gerçek, yarısı uydurma. ” Zamanında İstanbul’un balıkçılığı yoğun, orman işçiliği az, el işi ve göz nuru özel dokumalarıyla ünlü, deniz ve reçine kokan köy yollarının her metresi keyif ehli mekânlarla bezeli ilçesinin, bugünlerde her yerde olduğu gibi, birkaç ayak işi, vücut çalımı ile betona aday, verimli ovasının kenarında, çevreye uyumlu ve duyarlı nadir bir sitesinde yaşayan yeni yetme Sambuka, yirmidokuz ev, ellisekiz hanesinden birinin, veranda kapısının önündeki “come in” yazan paspasın Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 22


üzerinde uyanıp esneyerek gerindi. Ağustos böceklerinin, sabaha kadar süren, Bitmeyen atonal Senfonisi yüzünden sersemlemiş ve mahmur bir halde, ön sağ patisinden başlayarak, bir yandan sabah temizliğini yaparken bir yandan da; -Paspasın üzerine yazmışlar come in, bize gelince pissst hadi gidin! diye söylenerek, bir dizi çalar, çalmaz, guguklu saat, bir dizi porselen çaydanlık, koltukları gül ibik rengi bayramlık, her tarafı tablo, her çeşit kitap, sağı solu kalem ve bir dolu boya, deli kızın çeyizi, kap, kacak, şişe, çaydanlık, sergisi evinin, yazar, çizer, boyar sahibine aklınca sitem etti. Mor salkımlarla kader birliği etmiş asmanın, bir tırtıla kuştüyü yatak, yaprağına omuz atıp, verandadan çıkarken, karşı komşunun bacasına yuva yapmış, gece tam yakalamak üzere olduğu fareyi önünden kapıp kaçan, ardından da “ bu benim istediğim renk fare değil, sen bana yılan getir ” diyen eşiyle, sille kanat kavga eden, baykuşa bir göz attı ama ne onu ne de eşini ortada göremedi. -Umarım, eşini döven, fare hırsızı, baykuş tutuklanmış, eşini de mor bacaya göndermişlerdir, dedi. Karnı çok acıkmış, bir tas süt, bir kap papara ya da şu yeni zımbırtı hazır mama verecek ev sahip ve sahibesi daha uyanmamışlardı. Zaten onun uyandığı saatte hiç uyanmazlar, günün ve gündemin en arınmış o dingin saatlerinde uyurlardı. Geceden bırakılmış bir kap veya sağa, sola atılmış, dişe gelir bir atık umuduyla arkaya doğru dolandı. Bir şey bulamadı. Bakınırken odunluk ve kalorifer dairesinin penceresini açık gördü, hemen oraya hamle edip içeri girdi. Uzun ve ince, tek çifte, küreklileriyle odun aralarına ağlarını atmış örümceklerin uyarılarına, akreplerin kuyruk kaldırmalarına, kulağakaçanların kalkık omuzla By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 23


dayılanmalarına aldırmadan yaptığı incelikli keşiften de bir sonuç alamayınca, odunluğun penceresinden atlayıp dışarı çıktı. Patilerini çiy düşmüş çimenlerde temizleyip, gece nöbetinden yeni dönmüş, tel örgülerin arkasında kahvaltılarını eden, bodyguardermanların kulübesinin önünden dilini çıkararak geçerken, önünden yan sitenin hiç sevmediği kara kedisi, Kömür, geçti, ürperdi. Kendi kendine; -Nereden çıktı bu kara cadı? Yoksa kötü bir günün başlangıcı mı? diye söylendi… Belki bir şeyler bulurum umuduyla, koşar ama temkinli adımlarla, vurdu kendini ovaya. Az ilerde, tembellikten sekse bile üşenen, belki de büyük baş mandanın tavsiyelerine inat nüfusu azalıp, çift toynaklı boynuzlular dünyasında azınlığa düşmüş, bir kısmı söğüt dallarında, bir kısmı da ovada ağır ağır geviş getiren bir bataklık mandası sürüsü gördü. Alınlarına düşmüş, kimi gri, kimi kızıl gri, kimi raspalı, kimi fönlü saçlarıyla aptallıklarından mı, yoksa korkusuzluktan mı karşısındakilere dik dik bakan, bir yandan da göbeğini kaşıyan bu hemşerilerinin yanlarından ormana doğru seğirtti. Şah tacı, dağ sümbülü, ballıbaba ve gelinciklerin fısıltılı çiy sohbetlerine kulak kabarttı. Dallarında, nar bülbüllerine şakıma ve dem çekme eğitimi verilen bir ardıç ağacının yanından ormana daldı. Tam, az ilerde yabani sarmaşıkların altına geldiğinde karşısına çıkan utangaç bir kirpiye; -Korkma! Benden sana hiçbir zarar gelmez… diyecekti ki uzaktan kendisini sinsi, sinsi gözetleyen, kedipol kayıtlarında tecavüzden defalarca sabıkalı kötü kedi Şerafettin’in boynuna geçen diş izinin acısıyla irkildi…. (*) Marianna Vasiliadis’in Burgazada’ya ilişkin bir anısından alınmıştır. Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 24


By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 25


Burgazın sokacıklarında " Aşk Doğumlu Kediler ” Bölüm II By Mehmet Enver Altın on Wednesday, 8 June 2011 “ İstanbul’un anakarasında başlayıp, Burgaz adasında biten bir anlatma… yarısı gerçek, yarısı uydurma. ”

67 gün sonra, bir cumartesi sabahı, ikisi erkek, dördü dişi altı yavruya, Kedi tanrıça Bast’a (1) ettiği hayır miularla anne oldu, çöl gölgesi sarısı ve parlak çelik grisi tüyleriyle, Sambuka. Odunluğun kendince yavrularına zarar verilemeyecek dip köşesinde gizlediği yavrularını, doğumdan sonra yalayıp, temizledi ve emzirdi. Yavrularını, odunluğun içindeki barınaklarının üstünde yuva ve o da yeni doğum yapmış dişi örümcek, Aranha’ya emanet edip, ev sahip ve sahibesine hem doğumunu haber vermeye, hem de biraz bir şeyler yemeye, evin arka yola ve ovaya bakan, o an kapısı açık, mutfağına doğru seğirtti. Yataktan yeni kalkmış, deniz börülcesi gibi kıvır kıvır saçlı ev sahibesine, kapı önündeki paspasın üzerinde yay gibi gerilip, paspası keyifle tırmıklayıp neşeyle miyavlayıp, müjdeli haberi verdi. Deniz börülcesi saçlı, panik atak, ev sahibesi çığlık atıp, o da eşine müjdeli haberi verdi. Çocuklara masallar anlatan, kitap yazar, çizer ve boyar, ev sahibi, müjdeli haberi alıp neşeyle aşağıya indi ve kedi bebeleri göstermesi için Sambuka’nın öncülük etmesini istedi. Sambuka bu isteği, kedi bebelerin emniyeti gereği insanların dilinden anlamazmış gibi duymazlıktan geldi ve iki lokma bile yemeden, komşuda dedikoduya dalıp kocası eve gelecek karılar gibi koşarak, hiç değilse sağdan soldan bir şeyler bulma umuduyla, sitedeki diğer evlere doğru gitti. Akşam, doğumlarını ateş böceklerinin fener alaylı kutlamaları altında, uykuya dalan Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 26


kedi bebeler ve Sambuka, sabah bir kâbusla uyandılar. Aslan başlı, kedi tanrıça Sakhmet (2) üç yavruyu göğün yedinci katına, kendi yanına aldırmış, boğdurulmuş cansız bedenlerini ise odunluğun sağına soluna bıraktırmıştı. İlendi Sambuka, ilendi ve ilenmesiyle birlikte; Yaşayan bebelerinden birini kapıp evin o sabah da açık olan mutfak kapısından içeri girdi. Acı, acı miyavlayarak ensesinden yakaladığı bebelerden birini Deniz Börülcesinin ayaklarının dibine bıraktı. Hızla geri döndü. Tek seferde bebelerden ikisinin de enselerinden kavrayarak onları da evin mutfağına getirdi. Onları da Deniz Börülcesinin ayaklarının dibine bıraktı. Deniz Börülcesi bir kutu bulup bebeleri itinayla o kutuya yerleştirdi. Sambuka, yaşayan bebelerinin korunmasını sağlayınca, yine acı acı miyavlayarak odunluğa seğirtti. Yazarçizer de peşinden gitti. Bedenleri henüz ılık ölen bebeleri, bir başka kutuda mutfağın önüne getirdi. Deniz Börülcesine verdi. Tekrar odunluğa döndü. Bir kürek aldı. Sambuka’yı mutfağa aldı ve kapıyı kapadı. Önde kendisi, arka yanında ölenleri kutuda taşıyan Deniz Börülcesi ovaya doğru yürüdüler… ….Güneş yavaş yavaş göğe yükseldi. Bir ışık kümesi bebelerin gömütüne düştü. Yazarçizer, Deniz Börülcesinin kolunu tuttu ve dedi… - Ra idi, ışığı ile onları kutsayan, haydi geri dönelim. Ben de tutamadım kendimi. Gözpınarlarımda birikmiş olan yaşlar, onları izler ve o anı yazarken, boşandı. By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 27


Sambuka’nın gözyaşlarını mutfağın kapısının altında karşıladı. Yazarçizer ile Deniz Börülcesi geri döndü. Yazarçizer, eşine -Hayat bu…, dedi. -Burada başka hayatlar var, onlarla hayat, hayatlarına isim verelim,… dedi. Yazarçizer, yazıp çizmekten gelen kudret, kuvvet ve cesaretle ikisi erkek, biri dişi, kalan bebelere, kulaklarına fısıldadığı hayır miularla, sırasıyla ve renklerine göre isim verdi. Parlak açık sarı renkli dişiye Susam, ansına çekmiş çelik gri ile karışık kızıl ötesi renk tayfı erkeğe Sumak, çamurda yuvarlanmış portakal rengi diğer erkeğe de Tarçın, dedi. (1) Antik Mısır’da kedi kafalı koruyucu tanrıça. (2) Antik Mısır’da aslan başlı savaş ve yıkım tanrısı.

Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 28


By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 29


Burgazin sokacıklarında " Aşk Doğumlu Kediler ” Bölüm III By Mehmet Enver Altın on Saturday, 11 June 2011 “ İstanbul’un anakarasında başlayıp, Burgaz adasında biten bir anlatma… yarısı gerçek, yarısı uydurma. ”

Yazarçizer ile Deniz Börülcesinin gözetimindeki Sambuka’nın, manda sütü karışmış yağlı sütünde beslenen, bebeler 10 gün sonra gözlerini açıp, gözlerini, kedigil genleri gereği, verandanın çatı eteklerine yuva yapmış kırlangıç yavrularına diktiler. Bir yandan da Sambuka onları beslemeye geldiğinde ağızlarını açıp, kırlangıçları taklit ettiler. Doğumlarından bir ay sonra, birbirleriyle oynamaya, etrafı ürkek ve titrek adımlarla keşfetmeye başladılar. En cesur ve en atakları, dişi Susam, en sokulgan ve oyunbaz, Sumak, en çekingen ve ürkek de Tarçın’dı. Kılavuzluğu hiçbir zaman kimselere bırakmayan Susam, Yazarçizer’in ironik imgeler yoğun dünyasını yansıtıp, bin bir emekle ürettiği, her biri özgün birer sanat eseri olan, en çok da kedi resmi ve nesnelerle dolu evini keşfetmeye en önde başladı. Birinin içine eşek arılarının yuva yaptığı, bir dizi porselen çaydanlığı meraklı gözlerle inceledi. Bir tanesinin “onüç” kere çaldığı onlarca guguklu saati dinledi. Bir gün, merdivenlerden zar zor yukarı tırmanıp, yatak odalarını gezdi. Oradan balkona çıkıp, verandanın damına atlayıp, aşağıya ineyim dedi ama inemeyip Deniz Börülcesinden sıkı bir zılgıt yedi. Bütün bu keşif gezilerinde, Bast’ı var, Sumak da Susam’ı hiç yalnız bırakmadı. Hatta bir gün, verandanın damında mahsur kaldıklarında, en çok miyavlayarak ortalığı ayağa kaldırıp, Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 30


Susam’ı koruyup, kolladı. Tarçın ise ürkeklikten geceleri etrafta gezen tarla farelerine bile hürmette kusur etmedi, eğer akla gelir açılırsa, kara kutudaki tasvir-î âlemi izledi. Yağlı süt, papara, hazır mama, okşama, mırıldanma ile geçen günlerden sonra yavaş yavaş ergenliğe geçen bebeler, ev içi incelemelerini bitirip çevredeki ekosistemi incelemeye giriştiler. Kertenkeleleri, yakala bırak metodu ile serseme çevirdiler. Salyangozları tepiklediler. Ovadan siteye sızmış tavşanları, bizdendir, değildir diye şifrelediler. Leyleklerin iki bacak arasından, leylek üstü atlama şampiyonu, kurbağaları izlediler. Mor dikenleri elleyip, biberiyelerin aralarına gizlendiler. Mor salkımlara konup kalkan arıları, izlediler. Çimenlere uzanıp, ağustos böceklerini dinlediler Komşu köpek, Glasnost Uzmanı Raisa’dan “ Dikkat Köpek Var! “, “ Köpeklerle Yumuşak İlişkiler “ üzerine dersler aldılar. Gece sarmaşıklara, oradan da yıldızlara tırmandılar. Tilkilerle, kırmızı fenerli kümeslere daldılar. Bit, pire bilumum haşarat-ı hayvaniye ile beraber uyudular. Burunlarında, birer uçuç böceği ile uyandılar. Yağan yağmura şaşkınlıkla baktılar. Sambuka onları uzaktan izledi. Gereğinde yanlarında oldu, yol gösterdi. Oyun oynayarak onlara atlamayı, saklanmayı, mücadeleyi ve avlanmayı öğretti. Bir gün, hepsini son bir defa daha gözledi. Şairi anarak, “ Yaşamak sırası sizde “ dedi. Annelik görevlerine son verdi… Ergenliğe varan Tarçın, Susam ve Sumak, akıllılık edip ÖSYM’ye başvurmadan hayata atıldılar, gelecek için By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 31


seçimlerini yaptılar. Tarçın, kendisini çok seven Deniz Börülcesinin koruma ve kollaması altında, doğası gereği, hiç kendini yormadan, evde kalmayı seçti. Susam, evde aldığı sanat eğitiminin de etkisiyle yine aynı siteden, kendisi gibi dişi, sanat tarihçisi bir hocanın evini seçti. Yedi evin kedisi, herkesin sevgilisi Sumak ise bir elinde tas, bir elinde asa, evden eve, dilden dile dolaşmaya başladı. -0Günler, çekirge, kertenkele, kene, bazen papara, bazen hazır mama, açık kapı kollama, akşamüzerleri, asma altı veya veranda altı fiesta, akşamları, Samanyolu altında karşı cinsle mırıldanma, fare kovalama, kanatları bellerinde bacadan bacaya laf atan kukumavları kışkırtma, diğer kedilerle beraber toplanıp “Ne olacak bu sitenin hali? “ ana sorunu hakkında, toplu halde, miyavlayarak geçti. Başka ne olabilirdi ki? Siz, şimdi benden satır satır her kedinin statüsünü değerlendirmemi, yani neyi, nerede, nasıl, neden kiminle yer, kiminle içerler?, nasıl gezerler?, kiminle görüşürler?, facemiubook, ve/veya miutter’a üyeler mi?... gibi hayatları üzerine magazin içerikli çeşitlemeler bekliyorsunuz ama onlar bizim gibi değiller. Kediler de doğadaki tüm hayvanlar gibi basitçe doğar, yer, içer, ürer, yaşar ve ölürler. Yok, öyle karmakarışık ilişkiler. Neyse uzatmayalım. Günler böyle akıp giderken, bahar sonu, yaz başı, bir gün Sanat Tarihçi, Susam’a; -Hazırlanmasını, kız kısmı kedisini, ona buna bırakamayacağını, bir haftalığına bir yere gideceklerini, “ söyledi ve onu, saplı, havadar, plastik bir kutuya yerleştirdi. Meraklı Susam, doğrusu bu yeni keşiflere gebe, gezi fikrini çok sevdi. Bu nedenle de hiç sesini çıkarmadı. Sanat tarihçisi, Susamın içinde bulunduğu kutuyu aldı, otomobilinin arka koltuğuna yerleştirdi. Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 32


Emniyet kemerini kutunun üzerinden geçirdi ve kutuyu emniyete aldı. Kendisi de direksiyona geçti ve yola çıktılar. Yolda, yaprakların arasından süzülen ışık yağmuru altında, ormanın bariton sesini dinlediler. Açık Hava Konaklarında oturan, Romanlara el salladılar. Kömür ocaklarından gelen isli havayı kokladılar. Yarı yolda durdular. Sağı, solu gözlemeden, gözlemeye yumuldular. Yine yola koyuldular. Orman bitti, betona boğuldular. Dur, kalk yoruldular. Denize kıyı bir araba parkına vardılar. Vator nam bir “ ucubeye “ bindiler. İyot kokusuyla tekrar kendilerine gelip şöyle bir gerindiler. Tarihte Antigone, şimdi Burgazada anılır, yere geldiler. Vatordan indiler, faytona bindiler. Aya Nikola’da, ev sahibi meşhur ressamın, sanat galerisi misali bir evinde, mevzilendiler. Seyahat kutusundan çıkan Susam, her zamanki alışkanlıkla dışarı çıkmak istedi ama alınan önlemler gereği bunu beceremedi. Lâ havle velâ kuvvete illa miyau çekerek söylendi, ama yılmadı. Köşe, bucak keşif yaptı, kaçacak delik bulamayınca tam kapı önündeki ayakkabılığın önünde pusuya yattı. Akşamüstü su getiren çırakla “al para, ver dolu damacana, geri al boş damacana” yapılan konuşmanın kamuflajı altında, bacak aralarından, sanat tarihçinin “ dur kaçma, beni yalnız bırakma!.. “ çağrılarına rağmen, şimşek gibi dışarı fırladı, Burgazada’nın Bahçelerine daldı…

By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 33


Burgazin sokacıklarında " Aşk Doğumlu Kediler ” Bölüm IV By Mehmet Enver Altın on Wednesday, 15 June 2011 “ İstanbul’un anakarasında başlayıp, Burgaz adasında biten bir anlatma… yarısı gerçek, yarısı uydurma. ”

Yeni bir dünyaya adım atan Susam, kan çeker, hayvan sever, uzun boylu, mavi gözlü, bir hanımın Aya Nikola sırtlarındaki evini mesken tuttu. Karnını burada doyurdu. Suyunu burada içti. Yetmedi mi aşağıya iskeleye indi. Orada, burada türdeşleriyle, köpeklerle, kargalarla, martılarla kavga edip ekmeğini taş üstünden çıkardı. Ada halkı arasında, eli maşalı, nam saldı. Tarçın, Deniz Börülcesinin evinde mutlu yaşar, Sumak da orada burada gününü gün edip gezer ama eninde sonunda Deniz Börülcesinin evini ana mekân olarak bellerken, atlı küçük istiridye nam yeğeninin, kedi severliğini bilen, Deniz Börülcesi, Sumağı, onunla tanıştırmaya karar verdi. Düşüncesini Sumak ile paylaştı. Atlı küçük istiridyenin kedi ve hayvan sever olduğu gibi saman aralarından atlara fısıldadığını onlarla konuştuğunu, hatta onlarla koştuğunu duyan, Sumak bu öneriyi hemen kabul etti. Ertesi gün; Deniz Börülcesi Sumağın içinde bulunduğu kutuyu aldı. Otomobilinin arka koltuğuna yerleştirdi. Emniyet kemerini kutunun üzerinden geçirdi ve kutuyu emniyete aldı. Kendisi de direksiyona geçti ve yola çıktılar. Onları, yapraklarını sallayarak uğurlayan ağaçlara, boyunlarını bükerek reverans yapan çiçeklere el salladılar. Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 34


Yeşilvadide durdular. Yandım Esma’nın ayranını içtiler, köftesini yediler. Onlar da Susamlar gibi; Orman bitti, betona boğuldular. Dur, kalk yoruldular. Denize kıyı bir araba parkına vardılar. Vator nam bir “ ucubeye “ bindiler. İyot kokusuyla tekrar kendilerine gelip şöyle bir gerindiler. Tarihte Antigone, şimdi Burgazada anılır, yere geldiler. Vatordan indiler, yürüdüler. İndos’ta atlı küçük istiridyenin koyu yeşil boyalı, zincirli evine geldiler. Seyahat kutusundan çıkarılan Sumak, önce kutunun önünde durup, etrafı inceledi. Geldiği eve göre, oldukça minimalist döşenmiş, bu evde daha da rahat edeceğini hisseti. Atlı küçük istiridye, onu kucağına çağırdı. Deniz Börülcesinin gözleriyle verdiği güvenle, istiridyenin kucağına gitti. Hissettiği beden dili, son derecede yakın ve sevecendi. Hoşuna gitti. Yavaşça istiridyenin kucağından sıyrılıp balkona çıktı. Balkondan aşağıya baktığında daha da büyük bir sürprizle karşılaştı. Aşağıda, bakışlarından belli, yumuşak huylu, annesine benzer, kuru ıhlamur sarısı ile is grisi tüyleriyle, bir dişi kedi ile sarışın, mavi gözlü, güleç yüzlü, temiz sözlü, bir kadın ve yapılı, kumral, yeşil güven veren gözlü, bir erkek, kendisine hoş geldin diyen gözlerle bakıyordu. Dişi kedi ile gözleri karşılaştı, bir tüle sarınmış, uzayıp kısalan, aşağıdaki kedinin kıvrak hayali, beyninin kıvrımlarında bir aşk iksiri gibi dolaştı. Hemen aşağıya inmek istedi. Kapıyı açtılar dışarı çıktı Burgazada’da ilk arkadaşı, sonra da dostu ve biricik eşi Sürtük ile tanıştı. -0Sumak ile Sürtük o yaz, kâh İndos’a yakın yamaçlarda kertenkele peşinde koştular. Kâh çöp bidonlarından seçtikleri yiyeceklerden düzdükleri sepetleriyle Hristos’ta pikniğe çıktılar. Bir çanak kedi maması, bir tas kedi rakısı, By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 35


Baylan evinin damına çıkıp Heybeli’den doğan mehtabı seyrettiler. Sarhoş olup, tırnak çekip, martılarla kavga ettiler. Sabah mahmur ve mutlu gözlerle, eve, arz-ı endam ettiler. Yan bahçenin meyve ağaçlarında gezindiler, avlarını gözlediler. Gün be gün sevgilerini pekiştirdiler. Yine, yazın son günlerine doğru günlerden bir gün, sabah kahvaltılarını ettikten sonra, iskele, meydan ve rıhtım arkadaşlarını görmek için aşağıya inmeye karar verdiler. Sahilde, hem insanların bitmez tükenmez ihtiyaçlarını gidermeye mekân yerler, hem de yollar kalabalık, bir o kadar da gürültülü olup, Sumak ile Sürtük yürürlerken birbirlerini kaybettiler. Daha doğrusu Sumağın geride kaldığını fark etmeyen Sürtük, düzgün fiziği ve kendinden emin haliyle, bir yandan göz süzüp, bir yandan da kalçalarını sallayarak iskele meydanına doğru işveli, yürüdü gitti. Sumak ise vator iskelesi ile Baş Köşenin arasında, önünde, arkasında, sağa sola devinen kalabalığın bacak ve masa aralarından, Sürtüğü aramaya başladı. Etrafı gözlerken, kıvrılan, bükülen, devinen kalabalık, birdenbire gözlerinin menzilinde arındı, adeta kayboldu. Gözleri sahilde bir kediye kilitlendi. Evet, o, karşısında ona gülümseyen kedi, kız kardeşi, Susam’dı. Kalabalıkta ezilmemek için adımlarını kolladılar, birbirlerine koştular, pati vurup selamlaştılar, sarmaş dolaş oldular. Sahildeki büyük çınar ağacının altına çekilip burada ne aradıklarını birbirlerine sorup adaya geliş hikâyelerini anlattılar. Onlar, sohbeti koyulaştırmış anılara dalmışken Sumağın yanından yok olduğunu nice sonra fark eden ve onu arayan Sürtük, onu, ağaçların altında başka bir dişi kedi ile görünce, hışımla üstlerine gelip Sumağa, yanındaki şıllığın kim olduğunu?... sordu. Sumak güldü. Susam Sürtüğe tırnak çekti. Sumak kız kardeşini Sürtük ile tanıştırdı. Sürtük mutlu oldu. Sürtük mutlu olunca Sumak da mutlu oldu. Sumak mutlu olunca Susam da mutlu oldu. Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 36


Birbirlerinin gözlerinde eriyen Sumak ve Sürtük ile arkadaşları ve de kardeşleri Susam Burgaz’da ayrılmaz bir eküri oldu. Adanın giderek “yine depreşen eylüllerinde” (**)tenhalaşan kalabalığında, sessizleşen gürültüsünde derin sohbetlere dalıp, Burgazada’nın ekonomi politiği gereği, köpek ve kargalara karşı kedilerin kendi kaderlerinin tayin hakkı üzerine, tezler ürettiler. Zamanla, Salı Sohbetleri diye anılır, bu etkinliğe diğer kedileri de davet edip, Kedi Hareketini genişlettiler. Artık Sürtük ile Sumak birer sevgili, Susam da kardeş ve görümce, olduğu kadar, aynı zamanda, birer yoldaştılar. Sumak ünlenmiş hem aklı, hem de siyah gür bıyıklarıyla, karizmatik bir lider olmuş, bir gün Sürtüğün iyicene aklını başından aldıktan sonra, baba adaylığına da adım atmıştı. Bu arada, Kedi Hareketi manifestosu gereği, artık toplu ve örgütlü gezen kediler, henüz yazlıkçıları tamamen boşalmamış adada, hem insanların koruma ve kollamaları altında, hem de örgütlü olmanın verdiği güçle, özellikle, her zaman organize kargaları şaşkına çevirmiş, köpekler de dâhil, aşlarını kimseye kaptırmamaya, sömürüye başkaldırmaya başlamışlardı. Bu yeni gelişmeye çok sinirlenen köpekler, hemen kargalara durumu müzakereye karar verdiler. İskele meydanında yapılan toplantı sonucunda üstelik yiyecek bulmanın oldukça zorlaşacağı, yaklaşan kış şartlarında Kedi Hareketinin tasfiyesinin şart olduğu sonuç bildirisiyle, toplantıyı bitirdiler. (**)Engin Aktel’in Burgazada’ya ilişkin bir şiirinden alınmıştır.

By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 37


Burgazin sokacıklarında " Aşk Doğumlu Kediler ” son Bölüm V By Mehmet Enver Altın on Friday, 17 June 2011 Bu anlatıda payı olup renk, ahenk katanlar, sizlere bir kucak begonvil ve bin şükran... “ İstanbul’un anakarasında başlayıp, Burgaz adasında biten bir anlatma… yarısı gerçek, yarısı uydurma. ”

Ekim ayının ikinci yarısı olmuş, yaşam şartları gerçekten de kediler ve rakipleri için ağırlaşmaya başlamıştı. Özellikle Sürtük, karnındaki bebelerini beslemek, Sumak da hem hareketin liderliğinin getirdiği sorumlulukların hem de ailesini korumak ve kollamak telaşına düşmüş, her ikisinin de omuzlarındaki yük ağırlaşmıştı. Basttan, Sürtüğün ile Sumağın ev sahipleri, adayı tamamen terk etmediklerinden, evdeyken onları besliyor, onlar da hayatlarını, diğer yoldaşlarıyla paylaşsalar da onlara göre, biraz daha rahat devam ettiriyorlardı. Biteviye geçen bu günlerde, bir akşamüstü, altı numaranın köşesindeki trafonun önünde, Kedi Hareketinden herkesin, köpek ve kargaların haset bakışları altında beslenmesine nezaret edip, yine kendi karınlarını da yeşil boyalı, zincirli evde doyurmaya karar verdikleri bir gün… Sumak, Sürtük ve Susam, İndos’tan yukarı evlerine doğru yürüdüler. Issız sokağın ortalarında bir yerde, “iyi kışlar! dileyip gitmesine rağmen, sık sık hatırlarını soran ve midelerini doyuran, Boşnak gelini Meliha’nın anısına pati sallayıp, rampanın sonunda, düzlükte, eğilip herkese selam veren centilmen çam ağacına doğru yürüdüler. Çamı ağacını geçip evlerine çıkan sağdaki sokağın köşesine doğru geldiklerinde, orada Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 38


mekân tutmuş çöp bidonunun altında, bir öbek yiyecek gördüler. Sessizlikte, sessizce yaklaştılar, yiyeceğe boyunlarını uzatmalarıyla, kendilerini birbirlerinden koparıp, savunma güçlerini düşürmeye amaçlı kargaların, taktik saldırısına uğradılar. Sumak ve Susam, önce korumaya alıp, sonra yeşil zincirli eve doğru kaçmasını sağladıkları Sürtüğün, peşinden eve doğru yöneldiklerinde, ikisini birbirinden ayıran kargalardan birinin işaretiyle, baskın veren köpeklerin gelmesiyle, kargalar, sevinç çığlıkları atarlarken… Susam ve Sumak kendilerinden geçtiler, soğuk ve karanlık bir tünele girdiler. Döne, döne yuvarlanırlarken, kedi başlı köpekler, karga kanatlı kediler gördüler. Kaplumbağa kabuklu, farelere binip kaynar sulardan geçtiler. Kurbağa bacaklı, kertenkelelerin sırtında alevlerden aştılar. Karanlık kör diplerde, tekrar aydınlığın rengini gördüklerinde, elinde asa, uzun bembeyaz tüylü kanatlı bir kedi onlara patisini verdi. Susam’ın patisini uzattığı beyaz tüylü kedinin patisi, aynı anda yıldızlara boğuldu. Susam beyaz tüylü kedinin kanatları altında kayboldu. Sumak ise tam patisini beyaz tüylü kediye uzatırken, Sürtüğün sesini duydu. Girdabın dibinden çıkmaya çare, son defa kavuşmaya, aşkını kokladı, davrandı, başaramadı. Sürtüğün gözyaşları yıldızları çoğalttı, Sumak da beyaz tüylü kedinin kanatları altında kayboldu… -0…Yaşama sevdalı, anılara saygılı Sürtük,bebelerini yeşil boyalı, zincirli evin bahçesinde doğurdu. Babaannesi kılıklı bir bebesine Susam, Babası kılıklı bir bebesine Sumak adı verildi.

By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 39


Ada mimarisinin 150 yılı... Burgazadası’ndaki Rotmann Evi, Kamhi-Grünberg İkiz Villası, Goldenberg Villası, Treves-Katalan Evi"" By Mehmet Enver Altın on Monday, 4 July 2011 Ceren Çıplak, 3 Temmuz 2011, Cumhuriyet Gazetesi

Küratörlüğünü Hasan Kuruyazıcı’nın üstlendiği sergide Kınalıada, Burgazada, Heybeliada ve Büyükada’nın mimari zenginliği, bu zenginliği yaratan mimarlar ve kalfalar tanıtılıyor. Cumhuriyet - Yabancıların “Prens Adaları” dediği, İstanbulluların ise “Adalar” diye andığı Kınalıada, Burgazada, Heybeliada ve Büyükada’nın son 150 yılının mimari zenginliği ve bu zenginliği yaratan mimarlar ile kalfalarını tanıtan “Adalar, Binalar, Mimarlar” sergisi, Büyükada’daki Adalar Müzesi’nde. Yüksek Mimar Hasan Kuruyazıcı’nın küratörlüğünü üstlendiği sergi, Haziran 2012’ye kadar görülebilecek. Sergide, aralarında Sabuncu Köşkü mimarı Fotiadis, Troçki’nin kaldığı ikinci köşk olarak bilinen SivastopulosTriandafilidis Köşkü mimarı Nikolaos Dimadis, Aya Nikola Kilisesi mimarı Gaitanakis, eski Rum Yetimhanesi/Otel Prinkipo Palas mimarı Alexander Vallauri, mimar Mehmet Vedat Tek, Sedad Hakkı Eldem, Aristidis Passadeos, Edmond Sarfati, Turhan Uyaroğlu, Utarit İzgi’nin de bulunduğu, çeşitli geç dönem Osmanlı ile erken ve geç dönem Cumhuriyet mimarlarıyla yapılarına yer veriliyor. Kuruyazıcı, İstanbul ve Adalar mimarisi üzerine yapılan çeşitli röportajlardan oluşan video kliplerin de sergi süresince izlenebileceğini, sergide tanıtılan bazı binaların Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 40


çocuklarla birlikte karton maketlerinin yapılacağı çeşitli atölye çalışmalarının da sergi kapsamında düzenlenen etkinlikler arasında bulunduğunu belirtiyor. - Adalar’a özgü bir mimari üslup var mı? Hemen her yerdeki sayfiye evlerinde olduğu gibi Adalar’da da konutların çoğunun içinin havalanması düşünülmüş, bazılarında bunu sağlamak için, iki yanı da dışa bakan salonlarıyla “karnıyarık” plan uygulanmıştır. Yine balkon, Ada konutlarının hemen hepsinin olmazsa olmaz bir parçası. Ama bugüne kadar konutları planları açısından inceleyen bir çalışma yapılmadığından henüz bu konuda daha fazla fikir yürütecek durumda değiliz. Üslup değerlendirmesini sadece cephelere bakarak yaptığımızda ise bu konuda birkaç davranışın öne çıktığı görülüyor. Bunlardan biri eklektik, yani seçmeci tutumdur ve birçok mimari üsluptan derlenmiş çeşitli öğelerin aynı binada bir araya getirilmesinden oluşuyor. - Örnek verecek olursak… Neo-grek ya da neo-klasik binalar ise (Büyükada’daki Sabuncu Köşkü) belirli bir kişisel yorum içinde, tek bir klasik üslubun uygulandığı örnekler. Art-nouveau, Art-deco (Büyükada’daki Dikmen Evi) ve Milli Mimari (Büyükada İskelesi) üsluplarının, çok az sayıda da olsa başarılı örnekleri var. Yine az sayıda, belirli bir üsluba sokulamayacak, belki mimarının yarattığı kişisel bir üslupla biçimlenmiş binalara da rastlanıyor (Büyükada’daki Sivastopulos-Triandafilidis Köşkü). Bunların hepsi 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başı binaları. 1940’lardan itibaren ise, daha çok modern mimari genel tanımı içine sokulabilecek binaların yapıldığı görülüyor (Büyükada’da Anadolu Kulübü Yeni Otel Binası, Rıza Derviş Evi, Sadıkoğlu Evi, Zeki Sâyar Evi; Burgazadası’ndaki Rotmann Evi, Kamhi-Grünberg İkiz Villası, Goldenberg Villası, Treves-Katalan Evi; Kınalıada Camisi vb). Bir de, çoğunlukla apartman binalarındaki “şekilsizlik” üslubundan söz edilebilir ki, bunları “mimari” kavramı içinde ele almamak daha doğru olur. By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 41


- Bizans döneminde balıkçıların yerleşim alanı olarak anılan Büyükada, aynı zamanda, önemleri ile beraber güçlerini de yitiren imparatorlar, komutanlar ve üst düzey din adamlarının kapatıldığı manastırlara da ev sahipliği yapıyordu… Adalar’da yapılaşma süreci ne zaman hız kazanmaya başladı? Asıl gelişme 19. yüzyılın ortalarında başladı. 1846’da İstanbul’dan düzenli vapur seferlerinin konması, 1839 Tanzimat Fermanı’yla birtakım haklar elde eden ve yavaş yavaş Avrupa burjuvazisininki gibi bir yaşam tarzına yönelen gayrimüslim Osmanlıların zengin kesiminin yazları Adalar’da sayfiyeye gitmesini kolaylaştırdı. Bu kesim kısa zamanda Adalar’da irili ufaklı köşkler yaptırdı. 1856’daki Islahat Fermanı gayrimüslimleri daha da ferahlattı. Bugün Adalar’daki binaların hemen tümü 19. yüzyılın ortalarından günümüze kadar inşa edilenlerdir. Yalnız Ada binaları derken, her ne kadar büyük oranda konutlar kastediliyorsa da kilise, cami, sinagog, okul, otel, lokanta, kulüp gibi dinden eğitime, spordan eğlence ve hizmete kadar çeşitli sektörlere ait binalar da unutulmamalıdır. - Adalar’daki yapıların tasarımı da ağırlıklı olarak Rum ve Ermeni kökenli mimarlara mı ait? 19. yüzyılın ortasından yaklaşık 1930’lara kadar evet. 1940 ve 1950’lerden itibaren Müslüman Türk mimarların sayısı giderek artıyor.

Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 42


By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 43


Sade Renk Sohrap Sepehri İranlı ressam ve şair (1928-1980) By Mehmet Enver Altın on Thursday, 7 July 2011

Sade Renk Gökyüzü masmavi Su masmavi Eyvandayım ben Rana havuzbaşında Çamaşır yıkıyor Rana Yapraklar dökülüyor "Sıkıcı bir mevsim" diyor annem bir sabah Kabuğuyla ısırlması gereken bir elmadır hayat, diyorum, ona Pencere kenarında dantel örüyor komşu kadın Şarkı söylüyor... "Veda" okuyorum ben Bir taş, bir kuş, bir bulut tasarlıyorum bazen Berrak bir güneş Sığırcıklar geldi Yeni açtı lavantalar Tanelerken narı söylüyorum kalbime Ne iyi olurdu İnsanların yüreği de tanelenebilseydi... Nar suyu sıçrıyor gözüme Akıyor gözyaşım Gülüyor annem Rana da Sohrap Sepehri Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 44


By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 45


Kostantinopolisin üstünde “Erguvan Renkli Leylekler” By Mehmet Enver Altın on Friday, 13 January 2012 Anılarımdaki İstanbul’u İstanbul yapanlar ile bu anlatıyı bitirdiğim gün, toprağa verdiğimiz, o da bir İstanbul aşığı, bilge ve çelebi adam, HOCAM, Prof.Dr. Mehmet OLUÇ anısına…

Önsöz Eylül başında, Burgazada’da kulübümüzün içindeki Kuş Kafesinde oturur Hristos’un üstünde Burgazı selamlayan leylekleri seyrederken, yorgun görünümlü, belli ki, kaliteli bir terzinin elinden çıkmış tüyleri parlaklığını yitirmiş, üstelik gagası ve ayakları erguvan renkli bir tanesi, dikkatimi çekti. Elimde bir zarganayla, hemen koştum, çıktım Hristos’a ve uzattım zarganayı ona, ardından dost olduk onunla ve kaptırdım kendimi, adı “Dersâdet”[1]’ olan bu leyleğin anılarına… anıları bittiğinde, kısa ama anlamlı bir bakışmanın ardından, Dersâdet’in de başını, olur anlamında sallamasıyla birlikte toka-taklamamızdan hemen sonra, bu anlatıyı, kaleme almaya karar verdim. Yazarken leyleklerin göç yollarına, bugünkü İstanbul’un kurucusu Büyük Konstantin’in yaşam yıllarındaki hayata ve ortama sadık kalmaya, yanlış bilgiler vermemeye ve yazmamaya çalıştım. Bunun için külçe gibi wikitablet bilgilerini araştırmak, hiyeroglif ve çivi yazılarını okumak, Latinceyi yorumlamak, zor oldu ve zamanımı aldı. Amacım, küçükken bize anlatılan leylek hikâyesine(!) benim gözümden bir derinlik katmak, tutkuyla bağlı olduğum, “şimdiki değil anılarımdaki”, İstanbul için yazılmış masallara, alçak gönüllü bir İstanbul masalı daha armağan etmek… Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 46


Beni bu şehre bağlayan dostlarıma, yoldaşlarıma, arkadaşlarıma, hasımlarıma, hısımlarıma, aileme, ama en önemlisi Burgazadama bin minnet, bin şükran…

By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 47


Kostantinopolisin üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler ” Bölüm I. By Mehmet Enver Altın on Friday, 13 January 2012

Güneşin eksen değiştirip tembelleştiği, poyrazın durumdan vazife çıkarıp şiddetini arttırdığı Ağustos’un son, Eylül’ün ilk günlerinde, bir de düzenli aralar ve ritmik tempolarla göç eden leylekleri görünce, bir hüzün çöktü içime ve dedim; “eyvah!...yine bir yıl daha evrilmekte…” Sonra düşündüm… Bu leylekler, “bu uzun gagalı ve uzun bacaklı, bu sürme gözlü, bilge bakışlı leylekler, nasıl ve ne eder de hep aynı yoldan gelir, hep aynı yoldan giderler?... neden, bir gelirler, bir giderler?... bu onlara verilen bir emir midir?... yoksa kendi aralarında dinsel bir tören midir? bu kadar sarsılmaz bir disiplin içinde sürdürülen?” Mehtabın, Kaşıkadasının ucunda kadim dostlarım istiridyeleri esrik kollarıyla, sarıp sarmaladığı bir gün, sordum, yukarıdaki soruları yaşlı ve bilge deniz minaresine, …o da “bu onlara verilen ne bir emirdir, ne de dinsel bir tören, bu onların ve hayatın döngüsüdür, öğrenilen ve öğretilen bana da büyük babam anlatmıştı misâlen, onun da büyük büyük babasından intikâlen.” deyip, anlatmaya başladı… Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 48


8.yüzyılın tam ortasında, 11 Mart 843 Pazar günü, Amorian Hanedanının hüküm sürdüğü Doğu Roma İmparatorluğunun başkenti Konstantinopolis’te, imparator Theofilos’un ölümünün ardından, karısı, Theodore’nın imparator naibi olarak İmparatoriçe olalı bir yılı geçmişti. O gün, Büyük Saray’ın, duvarları beyaz mermerle kaplı, tavanı muhteşem Bizans mozaikleri ile süslü geniş salonunu sekiz pembe mermer kolon ile birlikte koruyan batı kanadındaki gümüş kapılar, bir orga ve leylek takırtıları yoğun koro sesleri eşliğinde, törenle açıldı. İki yanında, altından aslanlarla bezenmiş tahtından kalkan, İmparatoriçe Theodore, yanında 2 yaşındaki oğlu III. Mikail ve onların bir adım sağ yanlarında yürüyen saygın din adamı Methodios, bu kapılardan sessiz ama kararlı adımlarla dışarı çıktılar. Orga ve koro sesi gittikçe uzaklaşırken, imparatorlukta, halkın içinde ayrışmalara neden olan ve ayrılıkçılığı güçlendiren ikona kırıcılığın tasfiyesi ile ikonaların kutsallığı ilan etmek için yürüyerek Ayasofya’ya geldiler. Tam bu sırada yukarıdan gelen hafif ritmik seslere kulak kabartıp da gökyüzüne bakan Theodore, başlarında “eflatun” harmaniyeli dört at ile ney, bendir ve zil eşliğinde, Afrika’dan kalkıp Prens Adaları üstünden uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını rahvan savuran, leylekleri görünce çok sevindi ve oğlu Mikail’e dönerek; -Kadim zamanlardan beri, bunu hiçbir zaman aksatmazlar, dedi. Rahvan tempoda, beşerli süvari birlikleri düzeninde, büyük bir leylek sürüsü, Ayasofya üzerinde, sağ kanatları göğüs üstünde tek salto çekip, süzülerek Kostantinopolis halkını ve İmparatoriçeyi selâmladılar. İmparatoriçe ile beraberindeki erkân da sağ elleri kırkbeş derece yukarıda onları By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 49


selâmlarken, leylekler düzenli birlikler halinde başlarında “San Marco’da” konaklayacak dört atla beraber[2], bir kol Ayasofya, Valens Kemeri üzerinden Güney Avrupa’ya diğer kol da deniz üzerinde “bir orman gibi kardeşçesine” suretleriyle, Boğaz üzerinden Kuzey Küreye, dişi artçıların, gagalarındaki torbalarlarıyla birlikte, akmaya başladılar. Valens Kemeri yakın rotası ile Güney Avrupa’ya gidecek kol, kemeri geçer geçmez Lycus Deresi[3] üzerine geldiğinde, ufak ama özel bir birlik bir tubanın[4] ses vermesi, bir kösün[5] de emredici temposuyla bu koldan ayrılırken, diğer birlikler daireler oluşturarak onları selamladılar. Başlarında erguvan harmaniyeli bir leylek, onun ardında altın aquilifer[6] taşıyan bir leylekle beraber erguvan renkli gagaları ve ayaklarıyla görünümleri özel, görevleri özel, belli ki kutsal, belli ki seçkin, bu özel birlik, büyük bir torbayı dikkat ve saygıyla taşıyarak Lycus Deresinin aktığı vadiye süzülerek indiler. Çeşitli ülke ve bölgelerden gelen leylekler kollarından oluşmuş ana kolun lideri babası ile yan yana uçan ve bu töreni meraklı bakışlarla izleyen, yeni yetme delilaklak leyleklerden Şapur, babası Ardeşir’e, - Emrine uyan ve yasaklarından sakınanları seven, sen, bizleri dağlardan denizlerden aşırtan ve yol gösteren, sen, doğru yerlerde konaklayıp karnımızı doyuran, analarımızı, bacılarımızı, gençlerimizi, taşıdığımız torbaları özenle kollayan, sen, ulu ve bilge babam, nedir bizi burada bu kadar alıkoyan? Kimdir onlar, erguvan renkli gagaları ve ayakları ile bizden ayrılan? dedi. Bunu duyan Ardeşir de gülümsedi ve oğlu Şapur’a, - Senden tam da şimdi beklediğim bu soru, olgunlaşmaya başladığının işaretidir… onlar; göçlerimizi anlamlı kılan, Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 50


geçmişten bu güne, babadan oğula geçen görevimizin simgeleri, leyleklerin en akıllı ve güçlüleri, her biri sınanarak seçilmiş “Ioudas Enotıta=Erguvan Birlik”, tir. Onlar; onların ve kavmimizin geçmişini anlatan bu hikâyenin ana sebebidir… deyip, el verip, diz vurup, yaşlı ve bilge deniz minaresinden izin isteyip, bu sefer, o başladı anlatmaya… [1] İstanbulun adlarından biri olup tek â ile yazılmaktadır. [2] Haçlılar tarafından 1204 yılında hipdromdan çalınan, bugün hâla San Marco meydanında bulunan dört at heykeline gönderme yapılmaktadır. [3] Deuteron (Edirnekapı) ile Pempton (Topkapı) arasındaki vadide akan, Konstantin Lips Manastırı (Fenari İsa Camii) dolayında yeraltına inip Vlanga’da (Langa) Thedosius Limanına (Yenikapı, Langa ve Davutpaşa arasındaki liman) dökülen, Bayrampaşa Deresi. 1957 yılına kadar sulak ve bostanlarla dolu olan bu vadi, şimdi Vatan Caddesidir. [4] Uzun bir trompet [5] Bakır büyük bir kase ile üzerine gerilmiş deriden oluşan iki tahta tokmak ile çalınan müzik aletidir. [6] Lejyonun bayrak ya da kartal simgesini taşıyan en önemli ve saygın askeridir. En kıdemli askerlerden seçilir iki katı maaş alırdı. Aquilanın kaybedilmesi çok büyük bir onursuzluk sayılır, cezası ölüme kadar gidebilirdi.

By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 51


Kostantinopolisin üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler ” Bölüm II. By Mehmet Enver Altın on Saturday, 14 January 2012

Çok ama çok uzun yıllar, hatta asırlar evvel, Antik Mısır’da İteru, Büyük Nehir, Yunanca’da Neilos, Nehir Yatağı, olarak anılan dünyanın en uzun nehri, Nil boyu ve deltasında, ilkbahar, yaz, sonbahar, kış yaşarken kavmimiz tembel, … her şeyin içyüzünden, gizinden ve saklısından haberdar, seçilmiş, seçkin atamız, yüce lak Abdülhabir, görür rüyasında belden aşağı ışığa kesmiş, bir tanrıça … tanrıçanın ayakucunda erguvan renkli bir torba torbanın içinde, yeni doğmuş bir bebe, tanrıçanın yanında bir başka tanrıça, eteğinde bir çanak süt, buğday, arpa, üzüm, bal, badem ile … Doğurganlık tanrıçası Bona Dea, erguvan torbayı uzatır Abdülhabir, leylek kuluna, yanındaki diğer Tanrıça yeni doğan bebekleri koruyan ve kollayan Pilumunus’un, tutar elinden ve der, “Ey yüce lak, nam-ı Abdülhabir, Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 52


sen ve bu topraklarda yıllardır üretmeden tüketen, bir eli yağda bir eli tombul kurbağada, dünya yansa umurunda mı dünya kavmin ve sen; bundan böyle ilelebet Tanrıça Pilumunus’un emriyle, buradan alacağınız bebekleri, ulaştıracaksınız onlar için seçilmiş evlerine ve ebeveynlerine,” … Korkuyla uyanan Abdülhabir, emir verir toplanması için aklı bir karış havada, kocabaş leylekler meclisinin … Mecliste bir yanda dişiler, Tefnut, Cihandide, Hoşkadem ve Zayiçe. bir yanda erkekler Shu, Cihaner, Bargu ve Şebefruz. … Yüce lak Abdülhabir, anlatır rüyasını meclise, yorum ister her birinden tane, tane … meclisteki her bir üye, çevirirler bakışlarını Zayiçe’ye o ki bilir, ne zaman, nerede yıldızlar ne anlama gelir, geleceği belirleyen burçlar, … Zayiçe, kafasının sağ kanadının altına sokar bir müddet hareketsiz kalır sonra kafasını yukarı kaldırır, iki lak, bir tak’tan sonra der; By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 53


“ Ey Abdülhabir, rüyanda sana gelen tanrıça, leyleklerin binlerce yıldır sürdürdüğü sahte mutluluğa, kadere ve kabullenişe son vermeye kararlı kutsal bir işaret,… vakit geçirmeden kavmimize ilet… ve bilsinler ki bundan böyle kadim leylek kavminin yaşamının amacı ve anlamı; dağıtmaktır seçilmiş evlerine ve ebeveynlerine, yeni doğan bebeleri” … Bunun üzerine, Tanzanya’dan Mısır’a Ak leylekler’den[1] Kara Leylekler’e[2] Jabirular’dan[3] Marabular’a[4] Nil deltasına egemen Lakistan Büyük Leylek Meclisi üyeleri, onaylar Zayiçe’nin dediklerini … ve Yüce Lak Abdülhabir, der, “duyurun Tanzanya’dan Mısır’a Jabirular’dan Marabular’a büyük, küçük, ak, kara demeden bütün leyleklere “bilsinler ki bundan böyle kadim leylek kavmi için yaşamın amacı ve anlamı dağıtmaktır seçilmiş evlerine ve ebeveynlerine yeni doğan bebekleri…” söz alır Cihandide, bütün dünyayı gezip, gören, Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 54


yedi tepe, yedi dere… “kalırsak biz, böyle ne yaptığını bilmez bir kabile, bu emri vermeyin boş yere… bu amaç için önce plan, program düzen ve düzenli kurumlar gerek bize, tıpkı Mısır’da, Mezopotamya’da Anadolu’da gezdiğim, gördüğüm gibi.. onun için, önce bulmalıyız hünerli ve bilgili leylekleri onlar da gözleyip, el alıp, öğrensinler yukarıda sıraladığım yerlerin kamu düzenini” … söz alır Cihaner, leylekler arasında namlı ve yiğit, “yolculuk sırasında süvarilerin uyumlu, atletik ustalığı ve yıldırım hızı, lejyonerlerin tedbirli, disiplinli, ve kıskandıran taktik çalımlarıyla... korumak ve kollamak için, tüm leylekleri, bir yandan da kurmalıyız düzenli leylek birliklerini” … Bunun üzerine, Yüce Lak Abdülhabir, Tanzanya’dan Mısır’a Jabirular’dan Marabular’a büyük, küçük, ak, kara demeden bütün leyleklere, der, “örgütlenin ve kurun demokratik kamu düzenini By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 55


ve düzenli leylek birliklerini” ve der, Hoşkadem’e “kutsa kararlarımızı ve bizi, uğurlu ayak ve gaganla…” ve der, Bargu’ya “belirle şimdiden o üstün bilginle, gitmeliyiz hangi cihetlerden en az gayret ve telefle?…” ve der, Tefnut’a “oku ve yorumla bakalım Bargu’nun belirlediği cihetlerdeki bulutların, ne anlama gelir bakışları?...” ve der, Shu’ya “oku ve yön ver, Bargu’nun belirlediği cihetlerdeki rüzgârlara, yoldaşlarımızı az yoran, çok yol aldıran...” ve der Şebefruz’a “aydınlat, kimsede bulunmayan gözlerinle gecelerimizi, uçarken karanlıklarda…” ve der üç defa “uğurdur inşallah, uğur ola” -İşte böyle başlar biz, leyleklerin göçleri, dedi, Ardeşir oğlu Şapur’a… ve sonra yine el verip, diz vurup, sözü yaşlı ve bilge deniz minaresine verdi… devam etti yaşlı ve bilge deniz minaresi…

Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 56


[1] Boyu yaklaşık 100 cm, kanat uçma tüyleri siyah, öbür tüyleri beyaz, gagası uzun ve bacakları kırmızıdır. [2] Beyaz karnı dışında mor yeşil parıltılı siyah tüyleriyle ak leylekten kolayca ayırt edilebilir. [3] Gövdesi beyaz ve yeşil, bacakları kırmızı, iri gagası siyahtır. [4] En iri leylek türüdür boyu 1,5 metreye, kanat açıklığı 2,6 metreye ulaşır.

By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 57


Kostantinopolisin üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler ” Bölüm III. By Mehmet Enver Altın on Monday, 16 January 2012

Bunun üzerine leylekler, sağda, solda lak lak edip gününü gün eden, bütün leylekler, titreyip kendilerine döndüler. Biz bu işi elbet beceririz deyip etraflarındaki hünerli leylekleri bellediler. Süratle örgütlenmeye giriştiler. Hitit, Babil, Asur, Sümer, Pers ve Mısır mekteb-i mülkiyelerinde, harbiyelerinde eğitim gören, edep, erkân görmüş, façalı siyah kanatlı, master veya doktoralı, bürokrat, diplomat leylekler ile gagaları, ayakları ve kanatları tek renk üniformalı kurmay leylekler, taktik plan, stratejik plan, tamim, talimat, yasa, tatbikat, laklak, taktak diyerek, leyleklerin amacı ve anlamına göre, göçleri yönetecek, gerçekleştirecek, destek sağlayacak diğer leylekleri eğittiler. Bargu liderliğinde Tefnut ve Shu bir grup leylek ile beraber yol haritalarının hazırlanmasını, göç yollarının belirlenmesini sağladılar. Cihaner liderliğinde ve onunla aynı aileden, Cihanşah ile Cihansuz, leylekleri göç yollarında koruyacak ve kollayacak düzenli leylek birliklerinin donatılmasını, kurulmasını ve eğitimlerini üstlendiler. Güzellikte ve yuva dişiliğinde nam salmış Nazıdil, Şehper ve İrmegan, bir yandan, yılan bumbar, solucan bolognese, kâğıtta kurbağa bacağı, dere yatağında kurbağa buğulama v.b.g. çok sevilen leylek yemeklerini, yolda azık ve katık Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 58


yapmak üzere yeni yetme leyleklere öğretmeye, tariflerini yazıp, yayınlamaya, bir yandan da yemek yapmak için gerekli kap, kacak, maşrapa, pirinç, şeker, tuz, salça v.b.g. erzak ve gereçleri önce depolamaya sonra da görevli taşıyıcı leyleklerin bunları sırt çantalarında taşıyabileceği düzenlemelere giriştiler. Bütün bu çaba ve çalışmaların en önemlisini Kibele[1], Ma[2], Ninhursag[3], Sarpanit[4], Tellus[5], İştar[6] üstlendiler. Evlerine ve ebeveynlerine dağıtılacak bebeklerin ana depo rahminde önce erkek ve dişi, sonra sarı, siyah ve beyaz ırk gibi niteliksel, saç rengi, göz rengi gibi biçimsel sıralama ölçütlerini belirlediler. Dağıtım yolları üzerindeki ara depo rahimlerinin yerlerini, sonra da son depo rahim yerlerini belirlediler. Bebeklerin yanlış ebeveynlere teslimini önlemek için, en sivri ve sert gagalı leyleklerle, her bebeğe özel, bebeğin kimlik bilgilerini taşıyan bar-bilezikli bir düzen geliştirip, bunları bebeklerin kollarına bağlanmasını sağladılar. Bebeğin kimlik bilgilerini bir kopyası, bebeği teslim alacak son depo rahim sorumlu leyleğe verilmek üzere bilgi-tablet kopyalara işlediler. Bütün hazırlıklar tamamlanıp da artık leyleklerin amacı ve anlamına uygun görevlerine hazır olduğu bilgisiyle, yıldızların konumuna bakan Zayiçe, Nisan ayı başında sevkiyatı uygun görünce, Yüce Lak Abdülhabir Nisan ayının 3.günü kendisini üç kere lak, üç kere takla selamlayan bütün görevli birliklere, görkemli bir resmi kanat geçiş töreni eşliğinde ilk sevk emrini verdi. Aynı anda, Cihaner de öncü birliklere, verilen yol haritalarına göre ilk konaklama yeri olan Nil Deltasına hareket emri vererek deltada gerekli keşif, koruma ve barınma tedbirlerinin alınmasını istedi. Aynı anda, Nazıdil de örgütçülüğüne çok güvendiği Şahper’in liderliğindeki leyleklere öncü birlikler peşinde gerekli By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 59


teçhizatla birlikte hareket emri vererek, deltada ilk konaklama yerinde geçici ve gerekli aşevi, sütevi, bebe bakımevi gibi ünitelerin, ana birliklerin taşıdıkları torbakoli bebelerle gelmeden önce hazır olması emrini verdi. Bütün öncü birliklerin, lideri Cihanşah’ın emriyle, sırasıyla harekete geçen kollar teker teker havalanırken etraftaki gri balıkçıllar, kaşık gagalar, karabataklar, bıyıklı sumrular, “hayırdır inşallah” diyerek, leyleklerin bu toplu hareketini sorguladılar. Kurbağa, kaplumbağa ve yılanlar sevinç çığlıkları atıp günü festival günü ilan ederken, timsahlar, menülerinde azalan çeşit nedeniyle hayıflandılar. Bu arada, leyleklerin rotasına çıkan bazı martı sürüleri “ne oluyor yahu…?” deyip telaşla kaçışıp dağılır, içlerinden bazıları da leyleklerle çarpışken, görevini yapmamakla suçladıkları İskenderiye Fenerindeki uçuş kontrol kulesine sövdüler. Nil deltasının, Akdeniz’deki Sinin[7] yarımadasına doğru kıyılarını, ilk konaklama yeri belleyen öncü leylekler, buraya ulaştıklarında düzenli kollar halinde yere inip, artlarından gelecek ana birimler için mıntıka temizliğine girişip, kolitorba bebekleri yerleştirilecekleri geçici yuvaları belirlerken, leylazım ile leydonanım birlikleri de aşevi, sütevi, bebe bakımevi, dışkı atım yerlerini hizmete hazır edip, yiyecek depolamak için harekete geçtiler. Havada yüzlerce leyleği görüp de önce teyakkuza geçen kurbağalar, vrakfacehiyeroglif ve twittvrakduman aracılığı ile alarm durumu ilan edip, nilüferlerin altlarını gizli mekân bellediler. Çekirgeler, sürüler halinde leyleklerin üzerine gidip, leylekler göz siperli tolgalarını takıp onları avlayana kadar, epey yoldaşlarının kaçıp kurtulmasını sağladılar. Salyangozlar ise onlar kadar şanslı değildiler. Çoğu, leyleklerin çok sevdiği, salyangoz salma, yemeğinde kullanılmak üzere sepeti boylarken, içlerinden bir kısım yalaka salyangozun, leyleklere yalvarıp “aman derim, sana Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 60


bir kurbağanın veya yılanın adresini vereyim de salıver beni,”ispiyon içerikli dilekleri, hem kendilerinin hem de ispiyonladıkları türlerin, leyleklere, yemek malzemesi olmalarına engel olamadı. Nihayet her bir kolun başında Kibele, Ma, Ninhursag, Sarpanit, Tellus, İştar olmak üzere gagalarında özel bebe taşıyıcı torbalarla arkadan gelen ana birlikler gökyüzünde görününce, daha önce gelenler, yeni gelenleri, düzenli sıralar halinde kanat çırparak, gaga tıklatarak selamladılar. Gelenler iner inmez koli torbaları açtılar, bebelerin altını temizleyip, hindistan cevizi yağı sürüp, mol-papirüs ile bağladılar, sonra da beslediler. Kendileri ise kurbağa buğulama, salyangoz salma ve tatlı olarak da çekirge göğsünden ibaret yemeklerini yedikten sonra her biri sorumlu oldukları bebeklerin yanına gidip, onları kanatları altında korumaya aldılar. Gece boyunca diğer bölgelerden gelen leyleklerle daha da büyüyen, büyük bir kervan halini alan sürüler, sabahın ilk ışıkları ile birlikte yine başta öncü birlikler olmak üzere aynı düzende Kudüs’e hareket edip mola vermek üzere oraya vardıklarında, kanat flaplarını düşürüp inişe geçtikleri anda… zaman da kaydı. [1] Anadolu kökenli bir ana tanrıçadır. Birçok kültürde farklı isimlerle yer alır. [2] Anadolu kökenli başka bir ana tanrıça. [3] Sümerlerin ana tanrıçası. [4] Babillerin ana tanrıçası. [5]Yunan mitolojisinde tanrıların yaratıcısı olarak bilinir. [6] Akad mitolojisinde Bereket, aşk, savaş ve seks tanrıçasıdır. [7] Sina Yarımadası By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 61


Kostantinopolisin üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler ” Bölüm IV. By Mehmet Enver Altın on Wednesday, 18 January 2012

Aradan geçen uzun yıllar boyunca göç teknikleri ve bilgileri ile kolitorba bebek taşıma işinde oldukça uzmanlaşan, okullar açıp, bilim leylekleri yetiştirip diğer türlere ve hatta insanlara, yönetim ve organizasyon, ulaşım, lojistik, haberleşme, koruma ve kollama, yön bulma, uçma, hava durumu gibi dallarda ders veren bir uygarlığa ulaşan leylekler, zamanın kaydığı aynı gün, Kudüs üzerine geldiklerinde kervanda bulunan her dilden her dinden leylekler, kervanbaşı tarafından edebe ve erkâna davet edildiklerinde, kanat durdurup, ney, bendir kudüm eşliğinde büyük bir sükûn ve huşu içinde sırasıyla Ağlama Duvarı[1], Kutsal Kabir Kilisesi[2], El Aksa Camii[3], Kubbet-üs Sahra[4] üzerinde yedişer kere tavaf ettikten sonra Zeytindağı[5] eteklerinde mola verdiler. Artık tüyleri evrim geçirmiş, hepsi de zamanın egemeni roma tüylerine bürünmüşlerdi. Yönetici leyleklerde beyaz hâkim, diğerlerinin kanat uçları birliklerinin görevine göre siyah, kırmızı veya mor renklerle bezenmiş, koruyucu birlikler yarasa derisinden yapılmış yelekler giyip, timsah dişi kısa kargı, kirpi okları taşır olmuşlardı. Küdüse inmiş, Kudüs ve yöresindeki teslimi gereken koli torbaları ebeveynlerine teslim etmiş ve geleneksel günlük işlerini tamamlayıp, yemeklerini zeytin ve hurma ile de zenginleştirmiş olan leyleklerin bir kısmı, yemekten sonra her birinin kendi dinlerince kutsal yerleri ziyarete gidip Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 62


dinlerinde zorunlu görevlerini yerine getirdiler. Sabah olup da kervanbaşının kalk taklarıyla uyanan leylekler, yıkanıp temizlendiler. Sahanda kurbağa larva ile kahvaltı edip, adı Aramice, (iyi sulanmış yer)’den gelen Darmes’eq=Şam’a gitmek üzere yola çıktılar. Arabistan’dan İpek Yolu’na giden yolların üzerindeki, metropol kent, Şam’a gelip de Şam’ın yedi kapılı kale duvarları üzerinden geçerlerken, Şam halkını selamladılar ve sonra da Kabil’in Habil’i öldürdüğü Kasyun dağı ve eteklerinde konaklamak üzere inişe geçtiler. Yasemin kokulu şehir olarak da bilinen, leyleklerin de yıllardır bir an önce konaklamak için özel kanat çırptıkları Şam, enfes yiyecekleri ile tam bir şölen yeri olup, leylekler, kervanbaşının izniyle sadece burada özel yemekler yiyip demlenebilirler bunun için de şehrin kale duvarlarının güneyinde Barada nehrinin kıyılarındaki meyhanelere giderlerdi. Şişte fare kebap, yılan kokoreç, içli karınca, kerevit dürüm gibi yöresel lezzetler yanında arak içer üstüne de bir porsiyon çekirgeli baklava yediler mi, bütün yorgunluklarını unuturlar ama sabaha da göç yoluna her zamankinden daha geç çıkarlardı. Kervanbaşları, buna rağmen, olası zihinsel yorgunlukları gidermek, dostlukları pekiştirmek, görev gerginliğini azaltmak için yol boyunca belirlenmiş bazı yerlerde bu türden kaytarmalara göz yumardı. Sabah her zamankinden biraz geç uyanan leylekler, bir de burada, bir kol Pers Ülkesi üzerinden doğuya, bir kol Kıbrıs üzerinden batıya, bir kol da Antiochia[6] üzerinden kuzeye ayrılmak üzere yeniden düzene girinceye kadar, biraz daha zaman yitirir ama akşam, alınan enerji ve sinerji, bu yitik zamanı kapamak için onlara güç verirdi. Bu sefer de bu güç ile havalanan kollar önce havada birbirlerini selamladılar ve sonra her bir kolun kendi rotasında yola çıktığı… anda… zaman da kaydı.

By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 63


[1] HaKotel HaMa'aravi, Kudüs’te Yahudilerce kutsal sayılan Büyük Tapınağın ayakta kalan Batı duvarı. [2] Church of the Holy Sepulchere Kudüs’ün eski şehir duvarları içerisinde yer alan bir Hıristiyan kilisesidir.hrin Kilise'ye bir çok hıristiyan , İsa’nın çarmıha gerildiği tepe olması nedeniyle hürmet göstermektedir. Ayrıca kabirine gömüldüğü yer olduğu da söylenir. En az 4. yüzyıldan beri, İsa'nın yeniden dirileceği yer olmasına inanılması nedeniyle, bu kilise hıristiyanlar için önemli bir hac noktalarından biridir. [3] Al Masjidi, al Aqşa İslam dinine inananlarca kutsal sayılan mekânlardan biridir. Kudüs şehrinde bulunan Mescidi Aksa'yı ilk inşa eden kişi Süleyman'dır. [4] Qubbat As-Sakhrah Kudüs’te Müslümanlar ve Yahudiler tarafından kutsal kabul edilen kaya üzerine Emeviler devrinde inşa edilen ortası kubbeli sekizgen bina. [5] Musevilik’te; Kıyamet gününde, Musevi metinlerinde müjdelenen, Yahudi milletinin kurtarıcısı Mesih'in Zeytin Dağı üzerinden Kudüs'e geleceği aktarılır. Bu nedenle dağın yamaçlarında yaklaşık sayıları 150.000 bulan musevi mezarları ile doludur. Hıristiyanlık’ta; Barnabas İncilinde İsa’nın Zeytin Dağı'nda ibadet ederken kendisine peygamberlik görevi verildiği anlatılır. İslam’da; Sırat köprüsü, Zeytindağı ile haram as-Sarif arasında kurulacaktır. [6] Antakya.

Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 64


By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 65


Kostantinopolisin üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler ” Bölüm V. By Mehmet Enver Altın on Friday, 20 January 2012

M.S.271, zamanın kaydığı aynı gün, kuzeyde Amanos, güneyde Cebel Akra ve doğusunda Silpius Dağı[1]’na yaslanmış Roma İmparatorluğu’nun 3.büyük kenti Antiociha’ya gelen kuzey kolu leylekleri, konaklayacakları, şehrin doğusunda, kuzey-güney yönünde akan Orantes[2] nehri kıyılarına inmeden önce her zaman ve her yerde yaptıkları gibi, ama her zamankinden daha sessiz, daha resmi bir düzen ile edep ve erkân içinde şehri selamladılar ve dönüp durmaya devam eden ufak bir birlik hariç Orantes nehrine doğru yöneldiler. Nehir kıyısına inen ana grup, yine her zamankinden öte, sanki bir şeyi inciteceklermiş gibi büyük bir sessizlik içinde hareket edip, yerel koli torba teslimi dâhil yine büyük bir sessizlik içinde bütün işlerini görürlerken, onlarla beraber gitmeyip de şehrin üzerinde bulunan ve ancak aşağıya doğru indiklerinde fark edilen erguvan renkli gagaları ve ayaklarıyla görünümleri özel, belli ki seçkin, görevleri özel, belli ki kutsal, özel bir birlik,erguvan renkli büyük bir torbayı dikkat ve saygıyla taşıyarak başlarında, yine erguvan harmaniyeli bir leylek, onun ardında, altın aquilifer taşıyan bir leylekle beraber Silpius Dağı eteklerine süzülerek indiler. İnmeleriyle beraber itinayla taşıdıkları erguvan torbayı, telkâri bir gömlek içindeki hasır bir sepete yerleştirdiler ve üzerine de bir cibinlik örtüp sepeti nöbetçi leyleklerle çevrelediler. Bu arada bu özel birliğe refakat eden, lila rengi türbanlı dişi leylekler, torbayı açarak içindeki bebeğin bakımını, Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 66


beslenmesini sonra da uyumasını sağlayıp, içlerinden birini bebekle bırakıp, dinlenmeye çekildiler. Sabah, Orantes kıyılarında kalan leylekler yine saygılı bir sessizlikle gelip havada düzenli daireler çizerken, havalananErguvan Birlik, öncü birliklerin hemen ardında yer aldığında, kuzey kolu leylekleri, kol başı Valeryus’un emriyle hareket ettiler ve aynı tempo ve ritüellerle sırasıyla Tarsos[3], Kappadokia[4], Dorylaion[5] ve Nicaea’da[6] konaklayarak Byzantion’a[7] geldiler. Byzantion’a yakın Prens Adaları üstünden uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını rahvan tempoda savuran, beşerli süvari birlikleri düzenindeki sürü, sağ kanatları göğüs üstünde tek salto çekip, süzülerek Byzantion halkını selâmladılar. İzleyen günün sabahında bir kol, Boğaz üzerinden kuzeye, bir kol da doğu-batı rotasında gitmeden önce Lycus Deresi boyunca konaklamak üzere, derenin üzerine geldiklerinde, Erguvan Birlik, bir tubanın ses vermesi, bir kösün de emredici temposuyla ana sürüden ayrılırken, diğer birlikler daireler oluşturarak onları selamladılar. Erguvan renkli torbayı dikkat ve saygıyla taşıyan Erguvan Birlik Lycus deresinin aktığı vadiye süzülerek indikten sonra diğer leylekler de bu birlikten uzak ara konaklamak üzere vadiye yayıldılar. Bugüne kadar konakladıkları yerlerde ve yörelerde hem kendi soylarını devam ettirmek, hem de dönüş yolunda konaklayacakları yerlerin bakım ve onarımını sağlamak amacıyla yerleşim yuvaları ve barınakları inşa eden leyleklerden bir kısmı, bu sefer, vadiye Erguvan Birliğin denetim ve gözetiminde konak gibi bir yuva yapıp, erguvan renkli torbayı içine yerleştirdiler, yuvanın yanına, yöresine de sabaha kadar süren bir çalışmayla erguvan ağaçları diktiler. Burayı, her seferinde ziyaret edip, gerektiğinde de erguvan renkli bir torbayı teslim edecekleri yer olarak bellediler. By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 67


Sabah, bir kol kuzeye bir kol da batıya gitmeden önce tören düzeni içinde havalanan birlikler, erguvan yuva etrafında yedi kere döndükten sonra yerde hazırolda bekleyen Erguvan Birliği törenle selamladılar ve tören bittikten sonra kuzeye giden kol tören yerinden ayrılırken, Erguvan Birliği de kapsayan batı kolu, yine aynı olağanüstü sessizlik ve düzenle Adrianople[8], Skoupoi[9], üzerinden Naissus[10]’a kadar geldiler. Naissus’a geldiklerinde tören düzenine geçen sürü, sürüden ayrılarak o güne kadar giymedikleri tören giysileri ile şehre inmeye hazırlanan Erguvan Birliği selamladılar. Başlarında erguvan harmaniyeli Jüstinyen adlı komutan, onun arkasında altın aquilifer taşıyan leyleğin önderliğinde, uygun kanat temposu içinde, taşıdıkları erguvan renkli torbayla beraber, bir saray damına tek sıra inen leylekler, birlik, aquilifer yere paralel, sağ kanatları göğüs üzerinde hazırolda beklerken, Jüstinyen ile beraber iki erkek, iki de dişi erguvan renkli leylek, ölümünden sonra Konstantinopolis olarak anılan Byzantion’u, yeniden inşa eden, erguvan renkli torba içindeki bebeği, “Büyük Konstantin’i”annesi Helena ile babası Konstantius Chlorus’a teslim ettiler. - İşte o gün, bugündür Konstantinopolis’i koruyan, kollayan ve kollayacak olan imparator, sultan ve İstanbul’u İstanbul yapan bebeler, anne ve babalarına Lycus vadisindeki erguvan konakta teslim edilmek üzere soyluluk ve otoritenin simgesi, eflatun rengi giysili, Erguvan Birlik tarafından taşınırlar… onlar ki; göçlerimizi anlamlı kılan, geçmişten bu güne, babadan oğula geçen görevimizin simgeleri, leyleklerin en akıllı ve en güçlüleri, her biri sınanarak seçilmiş “Ioudas Enotıta=Erguvan Birlik”, tir… ve onlar ki; dünyanın bu başşehrini onurlandıran, onların ve kavmimizin geçmişini anlatan bu hikâyenin ana sebebidir… dedi Ardeşir ve gülümsedi oğlu Şapur’a, ve sonra yine dedi… Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 68


- Dilerim, görür gözlerim, oğlum Şapur’u… efsunlu, tutkulu ve erguvan yüklü bu şehrin semalarında… Erguvan Birliğin başında… deyip el verip, diz vurup, sözü tekrar yaşlı ve bilge deniz minaresine verdi… ve devam etti yaşlı ve bilge deniz minaresi… [1] Habib Neccar Dağı [2] Asi Nehri. [3] Tarsus [4] Kapadokya [5] Şarhöyük olarak da bilinen, Eskişehir’de bulunmuş en eski yerleşim birimidir. [6] İznik [7] İstanbulun bilinen ilk adı.Megara kent devletinden gelen Dor’lu yerleşimcilerin bugünkü İstanbul’un üzerine kurdukları koloniye kralları Byzas şerefine verdikleri ad. [8] Edirne. [9] Üsküp. [10] Niş

By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 69


Kostantinopolisin üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler ” son Bölüm VI. By Mehmet Enver Altın on Sunday, 22 January 2012

Leylekler ve Erguvan Birlik, geçen yüzyılın ikinci yarısına kadar İstanbul’u onurlandırdılar Erguvan Birlik, o son yıllarda dere niteliğini kaybetse de mevcut yer altı suları ve kuyularıyla Bayrampaşa’dan Langa’ya kadar uzanan Lycus vadisinin bostanlarını, kurbağalarını, Evliya Celebi gibi her bir yerini karış karış keşfe çıkan, teneke üzerinde kızartıp yemek için çekirge avlayan, gündüzleri tavşan, geceleri ateş böceği kovalayan çocuklarla paylaştılar… Ta ki leyleklerin ve o yörede yaşayan çocukların, hayatlarında ilk defa gördükleri dozerlerin, iş makinelerinin, kamyonların hoyrat ve saldırgan devinimleri ile o güzelim bostanlar, kuyular ve meyve ağaçları, Vatan Caddesi, nam ucube yolu açmak için, yıkılana ve yok edilene kadar… o günden sonra leylekler bir daha İstanbul’un içine hiç inmediler. Erguvan Birlik hiç görünmedi. İstanbul’da doğan ve büyüyen çocuklarımız ve torunlarımız onları hiç tanıyamadı. Onlarla beraber hiç oynayamadı. Kurbağa, kertenkele, kirpi, tavşan, kelebek, ateş böceği kovalayamadı. Ağaç dallarından incir, elma, erik, ayva, çitlembik toplayamadı. Vandal Cephesi geldi, İstanbul’un leyleklerini kaçırdılar. Onların yerini kargalar aldı. Çocuklarımızın, çocuklarının İstanbul’unu, çocukluğun ruhunu çaldılar. Artık bugün, İstanbul’un içine inmeseler ve inemeseler de ney, bendir, zil eşliğinde, Afrika’dan İstanbul’a rahvan gelen leylekler, uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yazıları (2. Kitap)

Page 70


savurup, Burgazada’da Hristos’un üstünde “hu çekip” süzülerek, her şeye rağmen değişmeyen bir ritüelle, İstanbul’u selâmlar, ardından da deniz üzerinde “bir orman gibi kardeşçesine” suretleriyle, bir kol Ayasofya, Süleymaniye, üzerinden Güney Avrupa’ya diğer kol da Neve Şalom, Kulekapı Mevlevihanesi ve Boğaziçi üzerinden Kuzey Küreye doğru, dişi artçıların gagalarındaki torbalarlarıyla birlikte, gözlerinde bir damla yaşla beraber uçarlar, uçarlar… Dersâdet mi?...Bana anlattığına göre, o, Erguvan Birliğin ayakta kalan son neferiydi…

By Mehmet Enver Altın (1. Bölüm)

Page 71


2014

Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yaz覺lar覺 2. Kitap

Burgazada ReUnion meeting 2012 FB grup yaz覺lar覺 (2. Kitap)

Tsalikis Nikos NikoPage Tsalikis 72 11/16/2014


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.