Kathryn Kramer Bir Masum Menekşe 1. Baskı: Aralık 2015 ISBN: 978-605-348-844-6 Yayınevi Sertifika No: 12330 Copyright©KATRHRYN KRAMER Bu kitabın Türkçe yayın hakları Nurcihan Kesim Ajans aracılığıyla Novella Yayınları’na aittir. Yayınevinden izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. Baskı Ezgi Mat. Teks. Pors. İnş. San. Tic. Ltd. Şti. Matbaa Sertifika No: 12142 Sanayi Cad. Altay Sok. No: 14 Çobançeşme-Yenibosna/İstanbul Tel: 0 212 452 23 02
Bir Martı Yayın Dağıtım San. Tic. Ltd. Şti. markasıdır NOVELLA YAYINLARI Maltepe Mh. Davutpaşa Cd. Yılanlı Ayazma Sk. No: 8 Zeytinburnu/İstanbul Tel: 0 212 483 27 37 - 483 43 13 Faks: 0 212 483 27 38 www.novellayayinlari.com info@novellayayinlari.com
Orijinal Adı : Desire’s Masquerade Yayın Yönetmeni : Şahin Güç Çeviren : Arzu Şensoy Editör : Elçin Kazancı Sayfa Tasarımı : Özgür Balpınar Redaksiyon : Kerem Yıldız Kapak Tasarımı : Alla Özabat
.
“BENİMLE KAL. BÜTÜN GECE,” DİYE FISILDADI STEPHEN GENÇ KADININ KULAĞINA. “UYANDIĞIMDA SENİ YANIMDA BULMAK İSTİYORUM.” “Yapamam.” Onun isteğini geri çevirmek zorunda olmak Madrigal’ın kalbini kırmıştı ama riski göze alamazdı. “Ah, keşke yapabilseydim.” Sesi üzgündü, ümitsiz bir haykırış gibi adamın kalbini sızlatmıştı. “Ne olursa olsun paylaştığımız bu mutluluğu hatırlamalısın. Gelecek bize ne getirirse getirsin seni bırakmak istemediğimi hatırla.” “Ben de seni bırakmak istemiyorum.” Birbirlerine doğru ilerlemeye başladıklarında artık sözcüklere zaman yoktu. Adam elleri ve ağzıyla en hassas yerlerini arayarak onun yumuşak bedenini keşfederken, kadın da onun dokunuşlarıyla kıvranıyordu. Tıpkı yeni açan bir çiçek gibiydi, kendini adama açıyor, onunla buluşmak için vücudunu yay gibi geriyordu. Nazik elleriyle adamı taparcasına sevdi. Dokunuşu sihirli, vücuduysa tatlıydı ve adam bir şekilde onu yanında tutmanın yolunu bulacaktı. Buna yemin etmişti.
“Müziğin meleklerin konuşması olduğu söylenir.” Thomas Carlyle
Bir modern zaman gezgin şarkıcısı olan ağabeyim Richard Hockett’a... Paylaştığımız müziğin, şarkılar çalıp söyleyerek melodilerimizle başkalarına mutluluk vermeye çalışarak geçirdiğimiz günlerin güzel anısına bu hikâye senin için. Müzik gerçekten de “meleklerin konuşması” olabilir. Kathryn Hockett Kramer Hayalimi gerçekleştirmeme yardımcı olan temsilcim Peter Livingston’a... Ve sessiz ortağım annem Marcia Hockett’a özellikle teşekkür ederim, gayretli araştırması ve tavsiyesi büyük bir minnetle takdir edilmiştir. Ayrıca editörüm Lydia Paglio’ya bu düzyazıyı bir şarkıya çevirmedeki yardımları için çok özel teşekkürlerimi sunarım.
YAZARIN NOTU Halk ozanı ve gezgin şarkıcı kelimeleri akla şövalyelerin ve aşk baladlarının olduğu zamanları getiriyor. Aslında ortaçağda kibar aşk da feodalizmin kendisi kadar organizeydi. Âşık bir adam sevgilisine bağlılığını resmi bir törende gösterir ve ölene dek onun sadık hizmetkârı olacağına yemin ederdi. Bu sadakat yeminine mükemmel bir sahne hazırlamak için de aşk şarkıları çalıp söylemek üzere bir halk ozanı ya da gezgin şarkıcı çağrılırdı. Arp, lavta ya da laterna çalan bu kişi salonu melodilerinin kristal berraklığındaki mükemmelliğiyle doldururdu. Rengârenk giyinmiş bu halk ozanları ve gezgin şarkıcılar enstrümanlarını sırtlarında taşıyarak bir yerden diğerine seyahat ederler, yol boyunca da büyülerini serpiştirirlerdi. Ama Güller Savaşı tüm acımasızlığıyla başlayıp İngiltere’nin meşru kraliyet hanedanını neredeyse tamamen yok ettiğinde ortaçağ aşk olduğu kadar nefret dönemi de olmuştu. Kadınlara aşk sözcükleriyle kur yapılırdı ama gerçekte kocalarına ait bir mal olarak satılırlardı. Bu dönemde bir kadının güvenli bir şekilde seyahat edebilmesinin tek yolu erkek kılığına girmesiydi. Bu yüzden, bu hikâyede genç bir kadın, hayatı korkutucu bir sırla tehlikeye girdiğinde savaşın parçaladığı İngiltere’den Venedik’in güzelliğine seyahat edebilmek için bir halk ozanı gibi giyiniyor ve aşkı en son beklediği yerde buluyor.
11
1. KISIM BİR KÖTÜLÜK HABERCİSİ İngiltere 1483 Kötülük düşünceden olduğu kadar kalpten de doğar. Thomas Hood, The Lady’s Dreams
1
Altın saçlı genç kadın lavtasını ustalıkla çalarken ateşin titreşen alevleri de büyük salonda yankılanan şarkının ritmine uygun hareket ediyor gibi görünüyordu. Şarkının yumuşak ve berrak güzelliği kalede dolaşan herkesi büyülemişti. Kalpleri dalga dalga yayılan saf melodiyle aydınlanırken müzikle eşzamanlı olarak iki yana sallanıyorlardı. Birçok kişi, “Ah, Leydi Madrigal tıpkı bir melek gibi çalıyor,” demeyi alışkanlık haline getirmişti. Dinleyicilerinden oldukça yükseğe yerleşerek salonu cenneti hatırlatan bir köprü gibi baştan başa geçen ozan galerisinin korkuluğuna yaslanmış olan söz konusu hanımefendi uyandırdığı hayranlıktan habersizdi. Kendisiyle tıpkı bir sevgili gibi konuşan melodinin içinde kaybolmuşken tek fark ettiği armut biçimli enstrümanıydı ve yetenekli parmaklarla tellerine vuruyordu. Ancak omzuna bir el dokunduğunda gerçek dünyaya geri döndü. “Gerçeği söylüyorlar,” diye kulağına fısıldadı alçak bir ses. “Tıpkı bir melek gibi çalıyorsun. Bir erkek olmaman çok yazık. Sen çok iyi bir halk ozanı ya da gezgin şarkıcı olurdun.” Madrigal son birkaç aydır öğretmeni olan kısa boylu, zayıf, kahverengi saçlı genç adama gülümsedi. “Evet. Ne yazık.” Kır-
15
Kathryn Kramer
sallarda seyahat ettiğini, yeni yerler gördüğünü ve toplumun her kesiminden insanlarla tanıştığını kafasında canlandırabiliyordu. Ama bu asla olamazdı. Bir hanımefendi şöyle dursun, hiçbir kadın böyle bir hayatı düşünemezdi. Derin bir iç çekerek lavtasını nazikçe yanına koydu. Bunun yerine yakın bir zamanda eşit mevkiden bir adamla evlenip şimdi zayıf olan bedeni en az iki kat genişleyinceye dek onun çocuklarını –bir, iki, üç ya da dört tane– dünyaya getirecek olması daha muhtemeldi. İnşallah Kral III. Richard ona zalimce davranmayacak ya da tüm parasını harcamayacak nazik bir beyefendi bulurdu. Belki zamanla kocasını sevebilirdi bile. “Aşk,” diye mırıldandı. Hakkında o kadar sık şarkılar söylediği o harika duyguyu hiç hissedebilecek miydi acaba? Bu gerçekten var mıydı, yoksa zavallı akılsızların sonsuza dek bir yanılsamaya tutunup kalmasına neden olan bir hayal miydi? Ama kendi ebeveynlerinin de bu sihri yaşadıkları söylenmemiş miydi? Annesi doğumda öldüğünde Madrigal’ın babasını avutmak mümkün olmamış, sevdiği kadına katılmak istermiş gibi eskiden olduğu adamın basit bir gölgesi haline gelinceye dek eriyip gitmişti. Nihayet, kızı on yaşındayken dileği kabul olmuştu. O zamandan beri Madrigal, şimdi İngiltere kralı olan Gloucester Dükü Richard’ın vesayeti altındaydı. “Bu gece belki şarkı söyleyeceksin,” dedi müzik öğretmeni Madrigal’ı şimdiki zamana döndürerek. “Akşam salonda en az elli davetli olacağını duydum.” “Göreceğiz,” diye karşılık verdi Madrigal gizemli bir gülümsemeyle, müzik öğretmeninin koyu kahverengi gözlerinin üzerinde olduğunun farkındaydı. Aubin ona karşı çok nazik olmuştu ve kendisi de ona gerçekten çok düşkündü, ama son zamanlarda adam 16
Bir Masum Menekşe
ona için için yanarak baktığında o çok aç bir adam ve kendisi de koparılacak kadar olgun bir şeftali mi diye merak ediyordu. Aubin yalvarırcasına koluna dokundu, sonra kızın oradaki güçlü arzuyu okuyabileceğinden endişelenir gibi gözlerini kaçırarak geri çekildi. Kız onun toplumsal mevkiinden daha yukarıdaydı, erişilmesi çok uzak bir yıldızdı, ama yine de onu çok arzuluyordu. Güzelliğinin farkında olmaması cazibesini daha da artırıyordu. Ve beline kadar uzanan bukleli, altın sarısı güneş gibi pırıl pırıl saçları, deniz mavisi iri gözleri, yaz gülleri kadar pembe ve dolgun dudaklarıyla gerçek bir güzellikti. Yüz hatları incelikle şekillendirilmişti ve ona bir melek havası veriyordu, onun meleği. Dal gibi vücudu, uzun bacakları ve adamın yumuşaklığına dokunmak için kıvrandığı küçük ama sıkı göğüsleriyle bir şairin hayaliydi o. Onun için yüzlerce şarkı yazmıştı, ama o bunu asla bilmemeliydi. Kendini yeniden kontrol altına alarak, “Buckingham dükü bu gece burada olacak,” demeyi başardı. Onun bu sözleri üzerine Madrigal hoşnutsuzlukla burun kıvırdı. “Düke karşı pek de büyük bir sevgi beslemiyorum.” Kaşlarını çatarak adamın onu neden öfkelendirdiğini merak etti. O ne zaman yakınlarda olsa sanki kızın bütün varlığı avazı çıktığı kadar bağırarak tetikte olması için onu uyarıyormuş gibiydi. “Ne de çevresindeki adamlara karşı.” Adam kızın yüzündeki ifadeye güldü. Çocuk-kadın, işte o tam olarak buydu. Büyüleyici bir peri. “Ben de ona hayranlık beslemiyorum.” “Tahtta gözü olduğunu söyleyenler var,” diye ekledi kız. Aubin onu hemen susturdu. Bu sıkıntılı zamanlarda birinin aklındaki düşünceleri dile getirmesi hiç de akıllıca değildi. “Onun için şarkı söylemek istemiyorsan en azından benim için söyle.” 17
Kathryn Kramer
Madrigal lavtayı almak için aşağı uzandığında aklına beklenmedik bir fikir geldi ve gözlerinde haylaz bir parıltı belirdi. “Yılanla bıldırcın şarkısına ne dersin, Aubin?” Bu açgözlülük ve hırsla ilgili bir balad, Buckingham dükünü oturduğu yere çivileyecek asi bir şarkıydı. Bırakalım da şarkıdan istediği anlamı çıkarsın. “Belki en sonunda söylerim.” Aubin’in gözleri bir uyarıyla parladı. “Buckingham’ı öfkelendirme riskini göze almayı düşünmen mümkün olamaz!” Kızın cevabı gittikçe kabaran kahkahalar oldu. Leydi Madrigal her şeye cesaret ederdi. Adam daha ona yalvaramadan odasına çıkan merdivenlerden yukarı kaçmıştı bile.
18
2
Stephen Valentine atını ileri sürerken uzaktaki gri kale duvarları yaz semasının pastel renklerine karşı belli belirsiz göründü. Bir an için atını çevirerek bu koyu, kötücül duvarlardan uzaklaştırmak ve yeniden Suffolk’a ve Gwendolen ile onun şehvetli güzelliğine doğru yol almak çok cazip geldi. Ama bunun yerine kendini ilerlemek ve zamanı fazlasıyla geçmiş bu buluşma –bizzat İngiltere kralıyla– için zorladı. “İngiltere’yi terk edeli on iki yıl oldu,” diye fısıldadı rüzgâra. Gerçekten de Richard’ı, eskiden ağabeyinin olduğundan daha az zalim bulmayı umabilir miydi? York Hanedanı’ndan Kral Edward’ın intikamından kaçmak için annesiyle birlikte alelacele onun doğduğu topraklar olan Venedik’e gittiklerinde Stephen Valentine henüz on üç yaşındaydı. Kimilerinin Güller Savaşı adını taktıkları amansız savaşın kurbanları sahip oldukları İngiliz mal ve mülklerinin tamamını kaybetmiş, Stephen’ın babası da bir hain olarak idam edilmişti. Çarpışmalardan birinden sonra Stephen’ın ağabeyi Howard kayıplara karışmış ama Stephen bir gün onu yeniden bulacağına dair umudunu hiç kaybetmemişti. Bir çatışmanın kaybeden tarafında olmak tehlikeliydi ve Lan-
19
Kathryn Kramer
caster Hanedanı’ndan olan meşru Kral VI. Henry’nin davası için son derece kahramanca çarpışmış olan Goodwin Hanesi için de aynen böyle olmuştu. Stephen babasının ölümünün intikamını alana ve topraklarını geri kazanana kadar Valentine soyadını almış ve bir süre başıboş biri gibi gezip durmuştu. Gezgin şarkıcılarla beraber Çingene karavanlarında seyahat ederek dünyanın kurallarını bilen bir adam olmuş ve sonunda asil bir tüccar olarak Venedik’e yerleşip cam ticaretinde küçük bir servet kazanmıştı. Şimdi artık yirmi beş yaşına gelmiş ve yasal hakkı olan toprakları istemek için yeniden İngiltere’ye dönmüştü. Düşünceli ela gözlerini yeşiller, kahverengiler ve yapraklarla kaplı sık ormanlardan oluşan hafif inişli çıkışlı kırsal bölgede dolaştırarak mutlu günlerini hatırladı. Katliamın çocukluğunu kendisinden çalmasından, çok sevdiği toprakların Arthur Renfred’e verilmesinden önceki günleri. Renfred. Sadece isim bile öfkelenmesine sebep oluyordu. Tüm aileden nasıl da nefret ediyordu! Bir gün aralarındaki hesabı kapatacağına yemin etmişti. Ona bir sürüngenin kötü niyetli çenelerini hatırlatan kalenin asma köprüsünü geçerken acı düşüncelerini zihninin derinliklerine gitmeye zorladı. Cevap diplomasiydi. Öfkenin bu kadar değer verdiği bir şeyi kaybettirmesine izin vermemeliydi. Richard’ın hırslı da olsa adil bir adam olduğunu duymuştu. Belki de talep ettiği şeyi ona verirdi. Atının toynakları dış avlunun taşları üzerinde gürültü çıkartarak işlerini yapan kale hizmetkârlarının uğultulu seslerine karıştı. Ortalık bir arı kovanı kadar hareketliydi ve Stephen nedenini merak etti. Atından inip onu bir seyise emanet ederken cevabı buldu. “Lütfen söyleyin yaşlı adam, neler oluyor burada?” diye 20
Bir Masum Menekşe
sordu eliyle toz içindeki kıyafetlerini temizleyerek. “Buckingham,” diye karşılık verdi adam. Stephen tiksintiyle homurdandı. Neredeyse Arthur Renfred kadar nefret ettiği tek bir adam vardı: Buckingham. Bu ışıl ışıl süslü züppe tıpkı bir gümüş para gibi ikiyüzlüydü. Kendini bu kibirli soytarının hainliğinin kurbanı olarak bulmamak için bu gece tedbirli olmalıydı. “Elli davetli onun şerefine burada,” diye gururla belirtti seyis, sanki ev sahibi kendisiydi. Stephen gülümsedi. İşlerin tadı kaçarsa bu kadar çok davetli arasında gözden kaybolması kolay olacaktı. Onun davetli olmadığını kim bilecekti ki? Böyle düşünerek, çoktan hazırlanmış odaları ona göstermek için acele eden kâhyayı buldu. Kâhya, dönerek yukarı çıkan taş merdivenler kalın ahşap bir kapıya ulaşana kadar, bu uzun boylu, kaslı ziyaretçiye eşlik etti ve gülümseyerek kapıyı açtı. “Rahat edeceğinizi umuyorum, efendim.” İçeriye adım attıklarında elindeki meşaleyle lambaları yakıp dışarı çıktı. Stephen kapıyı kapatıp parlak renkli duvar halıları olan geniş odaya baktı. Ot ve baharat kokulu yeni serpilmiş saman zemini kaplıyordu. Köşeye geniş, direkli bir yatak yerleştirilmişti ve öyle davetkâr duruyordu ki bir an için kendini ona atıp görevini unutmak çok cazip gözüktü. Ama bunun yerine düşünmek ve plan yapmak için el oyması büyük bir ahşap koltuğa oturdu. Talebinde dolaysız davranacaktı. Hakkı olan topraklarını geri istiyordu, yoluna çıkacak herkesin de canı cehennemeydi. Hava soğuk ve rutubetliydi, bu yüzden derin düşüncelerinden sıyrılarak şömineyi yakmaya gitti. Alevlerin ışığında parlayan koyu kestane rengi saçları koyu kızıl bir tona bürünmüştü. Yolcu21
Kathryn Kramer
luğun kirini taşıyan giysilerini yavaşça çıkarmaya başladı. O gece başıboş bir adam gibi görünmeyecekti. Yeleğini, gömleğini, ayakkabılarını ve şapkasını çıkardıktan sonra sadece içliğiyle ateşin önünde dikildi, içliğin üzerindeki üçgen koruyucu kese etkileyici erkekliğini gözler önüne seriyordu. Kıyafetlerinin üzerindeki tozu silkelerken arkasındaki kapı açılınca irkildi. “Kim var orada?” diye sordu hırçın bir tavırla, herhangi bir tehlikeye karşı sürekli tetikteydi. Arkasını döndüğünde daha önce hiç görmediği kadar hoş bir görüntüyle karşılaştı. Sarı saçlı, iri mavi gözlü genç bir kadın durmuş ona bakıyordu, yüzü utançtan kıpkırmızı olmuştu. “Üzgünüm!” diye fısıldadı kadın. “Burada Leydi Grenville’in kaldığını sanıyordum.” Güldü. “Hayır. Gördüğünüz gibi ben bir leydi değilim.” Gözleri kadının zarif vücudunu baştan aşağı taradı. Belki de burada kalmak sonunda hoşuna gidecekti. “Evet, bunu görebiliyorum.” Gözleri adamın geniş omuzları, kaslı kolları ve göğsünü kaplayan kalın tüyleri üzerinde dolaştı. Bronzlaşmış vücudu ateşin sıcaklığından kaynaklanan ince bir terle kaplıydı ve kız onun tıpkı bronz bir heykel gibi göründüğünü düşündü. “Adınız nedir?” diye sordu adam boğuk ve derinden gelen bir sesle. “Madrigal,” diye cevap verdi genç kadın. Gözünün ucuyla adamın profilini inceledi; düzgün şekilli burnu, keskin çenesi ve gülümseyen ağzının dolgun hatları. Onun yakışıklı olduğunu inkâr edemezdi. “Madrigal. Hoş bir isim. İtalya’da söylenen şarkılar gibi.” “Evet,” diye hızla karşılık verdi Madrigal, aniden dili tutul22
Bir Masum Menekşe
muştu. Sözcükleriyle arası hep çok iyi olan, hiç sıkılmadan herkesin –bizzat İngiltere kralının bile– önünde şarkı söyleyebilen o, alevlerin karşısında keyif yapan bu adama söyleyecek fazla bir şey düşünemedi. Ayaklarını kıpırdatacak, yanlışlıkla girdiği bu odadan kaçacak iradeyi bile zar zor bulabildi. Adamın banyosu için ibriklerle su getiren iki hizmetkârın tam zamanında içeri girmeleri onun daha da büyük bir utançtan kurtulmasını sağladı. Adamlar koşuştururken o da nihayet o anın büyüsünden sıyrılıp kurtuluşu güvenli koridorda aradı. Stephen kadının kaçışındaki zarafetten büyülenerek güldü. O gece, az önce kendini Morgan Le Fay’in büyücü Merlin’i büyülediği kadar büyüleyen bu kadını arayıp bulacak ve hakkında daha fazla şey öğrenecekti. “O saçlar,” dedi hizmetkârlardan birine, adam büyük ahşap küveti suyla doldururken. “İtalya’daki her genç kızın kesinlikle imreneceği bir şey.” Sarı saç Venedik’te çok popülerdi, oradaki kadınlar Madrigal’ın sahip olduğu tondaki saçtan yapılmış bir peruk için her bedeli öderlerdi. Stephen banyosuna girip yatıştırıcı sıcaklığının zevkini çıkararak yolculuğun kirini ovalayıp vücudundan attı. Gözlerini kapatıp suyun içinde gevşeyerek yeniden genç kadını düşündü, bu da arzularının hızla kabarmasına neden oldu. Onun dokunuşu için kıskanç bir kocayla dövüşmek zorunda kalmak hiç hoşuna gitmeyeceğinden yalnızca evli olmadığını umabilirdi. Hayır, diye düşündü emin bir şekilde. Onda bâkire bir kız görünüşü vardı. Gözleri adamınkilerle buluştuğunda utançtan kızarması, erkekliğini gizleyen keseye fazla cesurca bakmamak için gözlerini dikkatle kaçırması, tüm bunlar onun iffetini gösteriyordu. Yine de Stephen’ın rahatlaması bir sıkıntıya karıştı. Onunla evlen23
Kathryn Kramer
mek değil, yatmak istiyordu. Bâkireler çoğunlukla değdiklerinden daha fazla dert olabilirlerdi ya da onun öğrendiği buydu. Eğer aklı varsa kızın koyu kirpikli iri gözleri, dolgun ve bükülmüş dudaklı ağzı ve akıldan çıkmayan güzelliğiyle sunduğu cazibeden uzak dururdu. Kral Richard’la önünde beliren görüşmeyle ilgili olarak düşüneceği yeterince şey vardı. “Leydi Madrigal çok güzel, öyle değil mi?” diye sordu daha genç olan hizmetkâr, sanki aklını okumuş gibiydi. “Kadın kadındır,” diye söylendi kendini bunun doğruluğuna ikna etmek için elinden geleni yaparak. Daha sonra, ateşin önünde kurulanırken aynı sözleri sessizce kendine tekrar etti, ama bu daha iyi hissetmesini sağlamadı. Bu, ender bulunan bir şarabı görüp de tadına bakmak için şişeye ulaşamamak gibiydi. Kıyafetlerini fırçalayıp deri çantasından yeni bir dar pantolon ve gömlek çıkardıktan sonra kendisine gösterdiği özeni, düzgün görünmek için gösterdiği çabayı kendine bile itiraf etmeden giyinmeye başladı. Hatta genç hizmetkârdan favorilerini düzeltmek için bir ustura ile asi saçlarını dize getirmek için bir tarak bile istedi. Ama hizmetkârın bilmiş bakışı üzerine bu özenli hazırlanışının nedeninin altın saçlı bir genç kızı değil de kralı etkilemek olduğuna ikna etti onu. Yatak odasından yıkanmış, tıraş olmuş, mavi dar bir pantolon, beyaz ipek gömlek, siyah kadife yelek ve çizmelerle, elinde de içi kürk kaplı peleriniyle çıktığında, kral için, diye düşündü. Holü uzun adımlarla geçerken aniden durup kendine güldü. “Kendin dışında herkesi kandırabilirsin, Valentine,” dedi yüksek sesle. Kolunu kaldırarak boynunda asılı duran tılsıma, babasını hatırlatan, geride kalan elle tutulur son şeye dokundu. Babası onun seçimini onaylardı, öyle değil mi? Tıpkı babası gibi Stephen da 24
Bir Masum Menekşe
güzelden anlardı. Tanrım, babasını ne kadar çok özlemişti. Ama bu gece ailesinin topraklarını ona geri vermesi için kralı ikna edecekti, en azından bundan sonra babası artık huzur içinde uyuyabilecekti. Karşılaştığı genç kadını yeniden düşünmeye başladığında acı hatıralar bir kenara itildi. Onda ilgisini çok çeken bir şey vardı. Gözleri miydi? Yürüyüşündeki zarafet mi? Yumuşacık sesi mi? Stephen omuzlarını silkti. Bu gece bunun ne olduğunu bulacaktı. Böyle düşünerek merdivenlerden inip büyük salona doğru ilerledi.
Madrigal odasına girdi ve kapısını arkasından sıkıca kapattı. Elleri titriyor ve kalbinin her an durabileceğinden korkuyordu. Kızılkahverengi saçlı adamın güçlü, pırıl pırıl bedenini hatırladığı anda Buckingham’la, yılanlar ve bıldırcınlarla, şarkı söylemekle, Aubin’le, lavtayla, her şeyle ilgili tüm düşünceleri aklından uçup gitmiş gibiydi. Adam ona gülümsemişti ve o, konuşma gücünü neredeyse tamamen kaybetmişti. Bir adamın onun üzerinde böylesine bir gücü olabileceğini düşünmek korkutucuydu. Hizmetkârlar tam o sırada içeri girmiş olmasaydı neler olurdu diye merak etti. Kendini tam bir aptal yerine mi koymuş olurdu? O, Madrigal Renfred? Orada bir çocuk gibi aval aval bakarak dikilip durur muydu? “Tamam, onun beni böyle etkilemesine izin vermeyeceğim,” dedi yüksek sesle, akşam yemeğinde sanki gözlerini onun üzerine hiç dikmemiş gibi tüm soğukkanlılığıyla onu görmezden gelmeye kararlıydı. “Leydim?” Madrigal düşüncelerine öylesine dalmıştı ki ona hizmet eden kız gölgelerin arasından çıkana kadar odaya girdiğini fark etmemişti. “Elbisenizi giymenize yardım edeyim mi?” 25
Kathryn Kramer
“Elbisem.” Madrigal kendi kendine konuşurken yakalandığı için utançtan kızarmıştı. “Evet. Evet, elbisem.” Bu gece görünüşüyle adamın gözlerini kamaştıracaktı. Gardırobunun kapağını hızla açtı ve birçok elbise çıkarttı, ama nedense hiçbiri doğru gibi gözükmedi. Beyaz olan fazla eskide kalmıştı, kırmızı fazla gösterişli, kahverengi fazla dik yakalı, yeşil fazla cüretkârdı. Siyah bir elbise gözüne ilişti ama onun da aleyhinde karar verdi. Bir rahibe ya da yas tutan biri gibi görünmek istemiyordu. Sonunda menekşe mavisi brokar bir elbisede karar kıldı ve üzerine tuttu. İşe yaramalıydı. Cilalı çelik aynanın önünde üzerinde iç gömleğiyle dikilirken alıcı gözüyle vücuduna baktı. Kalça kısmı fazla dar, diye düşündü. Etrafta o kadar şehvet uyandıran kadın varken onun ilgisini nasıl çekecekti ki? “Mavi mükemmel bir seçim,” dedi hizmetçisi yüzünde bir gülümsemeyle, gözleri Madrigal’ın niyetini bildiğini gösteriyordu. “Genç adamın dikkatini çekecektir.” “Onun dikkatini çekmek umurumda değil, Elaine!” diye haykırdı Madrigal sözlerinin yalan olduğunu bilerek. “Peki, belki bir ya da iki kısa bakış.” Somurtkanlığı kayboldu ve o da diğer genç kadının kahkahalarına katıldı. Giyinirken Elaine’e sırrını açtı. “Benim Dickon’ım kadar yakışıklı geliyor kulağa,” diye fısıldadı Elaine özlem dolu bir iç çekişle. “Keşke sizin için de her şey benim için olduğu kadar iyi sonuçlansa.” Madrigal, Elaine’in tavsiyesini dinlerken korsesini giydi. Her ne kadar genellikle bu giysiyi giymeyi reddetse de yansımasına bakarak belinin daha ince, göğüslerinin de buna kıyasla daha büyük göründüğünü fark etti. Elaine giysisini sırtında bağlayarak yukarı çıkarken gülümsedi. Elbisenin aşağı doğru genişleyen eteğiyle kal26
Bir Masum Menekşe
çaları ustalıkla şekillendirilmiş kıvrımlar almıştı. Kolların dar manşetleri ona narin bir görüntü vererek parmaklarının üzerine doğru uzanıyordu. Görkemli bir şekilde süslenmiş bir kemeri belinin etrafına dolayarak gümüş aynada kendine yeniden bakmak için geri çekildi. “Size sadece kısa bir bakıştan daha fazlasını atacak, buna bahse girerim,” diye fısıldayan Elaine, hanımefendisinin saçını taramak için yatağın yanındaki küçük masadan bir fırça kaptı. Madrigal’ın saçını başının tepesinde bir topuz yaptı ve mahcup zaferini bir saç aksesuvarıyla örttü, bu bir kelebeğin kanatlarına benzeyen, koyu bir duvağı olan fes şeklinde küçük bir şapkaydı. “Belki de sadece kaçıp gitmeliyim,” dedi Madrigal yumuşak bir sesle, yabancıyı düşündüğünde bir yandan korkuyor, bir yandan da içini bir coşku kaplıyordu. Kimdi bu adam? Daha onun adını bile bilmiyordu. Daha sonra kapıyı açıp döner merdivenlerden hızla aşağı indiğinde, düşünüp durduğu o adamın ta kendisi tarafından karşılandı. “Yine karşılaştık,” dedi adam kocaman bir gülümsemeyle. Ona masaya kadar eşlik etmek üzere kolunu uzattı. “Belki de kader yollarımızın birbirine dolanması gerektiğine karar vermiştir.” Onunla birlikte masaya doğru yürürken Madrigal adamın söylediklerinin doğru olduğunu hissediyordu.
27