.
Birinci Bölüm Brenna Sloan, alıcı gözüyle aynadaki yansımasını değerlendirirken yavaşça kendi etrafında döndü. Kaşlarını çattığı için alnı kırışmıştı. Altdudağını ısırdı. Sade, siyah yünlü kumaştan eteği ve beyaz ipek bluzu, dolaptan alırken ölçülü ama şık bir takım gibi gelse de şimdi emin olamıyordu. Acaba fazla mı ölçülüydü? Kariyeri için belki de en önemli görüşmede gerçekten karşı tarafa iyi bir izlenim bırakmak istiyordu. Omuz silkip içini çekerek arkasını döndü. Bu kıyafetle idare etmek zorundaydı. Zaten dolabında çok fazla kıyafet yoktu. Çabucak süet ceketini ve çantasını alıp oturma odasına gitti. Tombik, altın saçlı, iki yaşında melek yüzlü bir çocuk, oyun kafesinin ortasından ona baktı ve tatlı tatlı gülümsedi. Ayağa kalkıp, dolgun bacaklarının üzerinde durdu. Fitilli mavi kadife pantolon ve önünde LOS ANGELES DODGERS yazan tişörtüyle son derece sevimli görünüyordu.
5
Iris Johansen
“Gidiyor muyuz, anne?” diye sordu mutlu bir şekilde. Brenna, Randy’nin hep bir yere gitmek istediğini düşündü içinden keyifle. Onun için gidilen her yer güzel bir macera gibiydi ve şimdiye kadar da yeterince macera yaşamıştı. Randy’yi oyun kafesinden aldı. Yumuşacık yanağına öpücük kondurup sarıldı. “Gidiyoruz,” diye onayladı. Sonra onu yere koyup portatif oyun kafesini topladı. Her zaman elinin altında bulundurduğu oyuncak çantasını aldı. Randy onu sakin sakin izliyordu. Bazen günde iki üç kere tekrarlanan bu ritüele artık alışmıştı. Oyun kafesini kolunun altına sıkıştırıp ceketini, kol çantasını ve oyuncak çantasını alıp kapıya doğru yürüdü. Evden çıkıp asansöre doğru ilerlerken Randy de mutlu bir halde tıpış tıpış ona eşlik ediyordu. “Anne taşıyacak mı?” diye sordu. Bu da ritüelin bir parçasıydı. Aslında gerçekten kucağa alınmayı beklemiyordu, ama her seferinde şansını deniyordu. “Hayır, Randy yürüyecek,” dedi Brenna kesin bir tavırla. O sırada asansörün kapısı açıldı ve eski küçük kabine girdiler. Apartman aslında iki katlıydı ve asansör çok da gerekli değildi, ama Brenna, her seferinde Randy’yle dışarı çıkarken asansör olduğuna şükrediyordu. Yine yük atı gibi yüklenmişti ve eğer Randy’yle birlikte merdivenlerden inmek zorunda kalırsa mutlaka bir kaza yaşanırdı. Ayrıca 6
Kalbimdeki Fırtına
Randy asansörü seviyordu. Onun için başka bir büyülü macera gibiydi. Büyük mağazaların büyüleyici asansörleri kadar ilgi çekici olmasa da ona ilginç geliyordu işte. Asansörün kapısı açıldı ve Brenna, Randy’yi dışarı çıkardı. Girişten geçip yöneticinin dairesine doğru ilerlediler. Randy yolu çok iyi biliyordu ve kapının önünde durduklarında tatmin olmuş bir halde başını salladı. “Viv Teyze,” dedi uysal bir şekilde. Kapının arkasında ona oyuncak, kurabiye ve sevgi verecek birisi olduğunu biliyordu. “Evet, tatlım,” dedi Brenna. “Annen dışarıda işlerini hallederken o da seninle ilgilenecek,” dedi ve zili çaldı. “İçeri gel Brenna,” diye seslendi Vivian Barlow. Brenna ve Randy içeri girdiğinde, oturduğu eski Amerikan tarzı kanepeden yeni manikür yaptığı elini salladı. Tırnaklarına oje sürüyordu. “Kusura bakma tatlım,” dedi dalgın bir gülümsemeyle. “Acelen olduğunu biliyorum ama rica etsem gitmeden Randy’yi yerleştirebilir misin? Bu öğleden sonra bir fotoğraf seansım var ve ojem henüz kurumadı.” “Yine bulaşık makinesi deterjanı reklamı mı?” diye sordu Brenna ve portatif oyun kafesini hızla kurmaya başladı. Vivian Barlow başını salladı. Gri saçlarına gösterişli bir biçimde şekillendirmişti. “Evet,” dedi ve alaycı bir tavırla kalkmış kaşlarıyla ağır ağır konuşmaya başlayıp birkaç replik söylemeye başladı, o rolünü oynarken Brenna kahkahalarla gülüyordu. 7
Iris Johansen
En sonunda Vivian, “İşte buna benzer bir şey,” dedi belli belirsiz bir şekilde. Sonra aniden ayağa kalktı ve yerde oturan Randy’nin yanına doğru gidip başını öptü. “Nasılsın boksör?” diye sordu şefkatle. Vivian, ateşli bir beyzbol fanıydı ve Randy’ye Dodgers tişörtünü o hediye etmişti. Altmışlı yaşlarının başında olan Vivian Barlow, çekici, iyi giyimli ve son derece bakımlı bir kadındı. Aynı zamanda da Brenna’nın şimdiye kadar gördüğü en sıcak gülümsemeye ve en nüktedan gri gözlere sahipti. Brenna, bu son derece modern ev sahibiyle arkadaş olduktan kısa bir süre sonra Vivian’ın iki kere boşandığını ve bir kere de dul kaldığını öğrenmişti. Bir keresinde dertleşirlerken Vivian kederli bir itirafta bulunup, “Hep bir şeyleri kaybetme korkusu yaşadım durdum bu nedenle elimi uzatıp yakalıyorum,” demiş ve yüzünü buruşturmuştu. “Ama oldukça saçma şeyler yakaladığım da oldu.” Vivian orta yaşlarda oyuncu olarak çalışmıştı, yüzlerce film ve sahne prodüksiyonunda küçük rollerde oynamış ve figüranlık yapmıştı. Üçüncü kocası öldükten sonra ona küçük bir apartman kompleksi ve yeterli bir gelir kalmıştı. Vivian da emekli olmuş ama emekli olduktan sonra çok sıkıldığını fark etmişti. Kısa bir süre sonra da, reklam dünyasının, enerjisini boşaltmak için mükemmel bir seçenek olduğunu keşfetmişti. Geçmişin, elinde tığ işleyen nine figürlerinin antitezi olarak modern yaşlı kadın rolleri için kendisine çok fazla talep vardı. 8
Kalbimdeki Fırtına
“Ben hâlâ senin şampuan ve sabun reklamlarına çok uygun olduğunu düşünüyorum,” dedi Vivian ciddi bir tavırla. “Gerçekten bir orman perisine benziyorsun. Sanki ormanın ortasında büyümüş gibisin.” Vivian, Brenna’yı baştan aşağı süzdü. Brenna, Randy’yi oyun kafesine koymadan önce en sevdiği oyuncakları yerleştiriyordu. Doğrulup gülümsediğinde, yüzü nefes kesecek kadar aydınlanmıştı. “John Harris Memorial Home kesinlikle bir orman değildi,” dedi kuru bir sesle. Hatta büyüdüğü yetimhanede, su perileri veya orman perileri gibi aptallıklar için kimsenin zamanının olmadığını düşündü kederle. Vivian ona dik dik baksa da bir şey söylemedi. “Bugün çok şıksın,” dedi. Brenna ceketini ve çantasını alırken ona bakmadı. “Bir seçmeye katılacağım,” dedi neredeyse duyulmayacak kadar kısık sesle. “Seçme mi? Bana neden söylemedin?” diye sordu Vivian sevinerek. “Nerede bu seçme anlatsana?” “Anlatacak çok fazla bir şey yok,” dedi Brenna sahte bir ilgisizlikle. “Bu görüşmeyi Charles ayarladı. Eski bir öğrencisinin prodüktörlüğünü yaptığı bir film varmış. Şansımı denememi istiyor ama muhtemelen bir şey çıkmayacak.” “Charles’ın film dünyası ile ilişkisi olduğunu bilmiyordum,” dedi Vivian şüpheyle. “Kimmiş peki?” 9
Iris Johansen
Brenna derin bir nefes aldı, gerginliğini yüzüne yansıtarak arkadaşına dönüp, “Michael Donovan,” dedi. Vivian’ın kaşlarını yukarı kaldırıp bir ıslık çaldı. “Michael Donovan! Senin için büyük bir şans.” Film sektöründeki herkes Michael Donovan’ı tanırdı. Otuzlu yaşlarının sonunda olmasına rağmen çoktan bir efsane olmuştu. Hollywood’a ait gökyüzünden, parlak bir kuyruklu yıldız gibi geçip bir sürü filme imza atmıştı. Eşsiz bir yazar ve yönetmendi. Kısa bir süre önce de benzer bir başarı sergileyerek kendi filmlerinin prodüktörlüğünü yapmaya başlamıştı. Tüm zamanların en yüksek hasılatına sahip üç film yönetmiş, filmlerden ikisi için finansman sağladığından, elde ettiği gelirle milyoner olmuştu. Servetinin bir bölümünü, Güney Oregon’da, film sektöründeki en iyi yetenekleri bir araya getirdiği kendi film kolonisine yatırmıştı. Yarattığı imaj o kadar güçlüydü ki adında bile krallara yakışır bir parıltı vardı. Brenna omuz silkti. “Bu sadece bir seçme. Kadro yönetmeni Josh Hernandez karşısında senaryodan bir bölüm canlandıracağım.” Biraz heyecanlanmıştı. Gözlerini kapayıp derin bir nefes aldı. “Ah Vivian, çok gerginim.” Vivian omzunu hafifçe okşadı. “Eminim çok iyi geçecek,” dedi cesaret vererek. “Sen yeteneklisin, Brenna. Gerçekten yeteneklisin.” “Bu şehirde yüzlerce yetenekli oyuncu var,” dedi Brenna 10
Kalbimdeki Fırtına
karamsar bir havayla. “Pek çoğu da şu an çalışmıyor.” Vivian anlayışla başını salladı. “Bu rekabete dayalı bir iş,” dedi. “Bizzat tanıştırılmadan, Donovan’ın oyuncu ofisinde girişteki resepsiyondan bile adım atabileceğine şüpheliyim. Charles’ın Michael Donovan’ı tanıdığını bilmiyordum.” “Ben de bilmiyordum,” dedi Brenna. “Bu ortaklığı kendi çıkarına kullanmak istediğini de sanmıyorum. Bu nedenle eleme sırasında çok iyi bir performans göstermem çok önemli. Bay Donovan’dan böyle özel bir ricada bulunma zahmetine girdikten sonra yüzünü kara çıkarmak istemiyorum.” Gergin bir şekilde dudaklarını diliyle ıslatıp omuzlarını dikleştirdi. “Neyse, olabilecek en kötü şey beni reddetmeleri,” dedi meydan okuyan bir tavırla. Sonra yaşlı kadına dönüp gülümsedi. “Bana şans dile.” “Haydi göreyim seni, şeytanın bacağını kır,” dedi Vivian. Brenna, Randy’nin ipeksi başına çabucak bir öpücük kondurduktan sonra çıkıp gitti. Honda marka gri renkteki eski arabasını binanın otoparkından çıkarırken artık dikkatini tekrar görüşmeye vermeye karar verdi. Charles onun için ayarladığı bu görüşmeden bahsettiğinde ve Vahşi Miras’ın metnini uzattığında çok şaşırmıştı. En uçuk rüyalarında bile, Donovan’ın karşısında seçmeye katılacağı şansını elde edeceğini düşünemezdi. Charles onun bu şaşkınlığına bir çocuk gibi sevinmiş, Donovan’ın birkaç 11
Iris Johansen
yıl önce onun öğrencisi olduğunu ve hâlâ iletişimde olduklarını söylemişti. “Michael’in, Vahşi Miras kitabını aldığını okuyunca, senin Angie rolüne çok uygun olacağını biliyordum,” dedi sadece. Sonra da beceriksiz bir şekilde hafifçe omzuna vurdu. “Yüzümü kara çıkarma Brenna.” Vahşi Miras, darmaduman geçmişini geride bırakabilmek için mücadele veren karmaşık bir genç kadın Angie Linden adlı karakteri anlatıyordu. Kitapta her şey vardı: Acı, mizah ve arka planda da olsa trajedi. Herhangi bir oyuncu bu rolü kapabilmek için her şeyini verebilirdi ve Brenna da aslında böyle güzel bir rolün, kimsenin tanımadığı bir oyuncuya verileceğinden biraz şüpheliydi. Charles Wilkes bu kadar ısrarcı olmasaydı seçmelere katılmayı aklından bile geçirmezdi, ama Charles’ın kendisi için yaptığı onca şeyden sonra onu hayal kırıklığına uğratamazdı. Charles’ın verdiği adres, Los Angeles’ın merkezindeydi. Adrese ulaştığında, oldukça sade bir tabelada DONOVAN ENTERPRISES LTD
yazan, mütevazı iki katlı tuğladan bir bina
görünce çok şaşırdı. Binanın önüne arabasını park ederken, Donovan gibi bir adamın herkesin diline yayılmış ihtişamını düşününce oldukça gösterişsiz bir bina diye düşündü. Parkmetreye bozuk paraları attıktan sonra döner cam kapıdan geçerek içeri girdi. Güler yüzlü bir resepsiyonist onu ikinci kattaki B stüdyosuna yönlendirdi. 12
Kalbimdeki Fırtına
B stüdyosu, birkaç sıra kadife döşemeli koltuğun ve yükseltilmiş sahnenin olduğu küçük bir tiyatroya benziyordu aslında. Kapının yanındaki iki koltukta; otuzlu yaşlarında, kısa koyu renk saçları olan bir adam ve yaklaşık Brenna’yla aynı yaşlarda, rahat giyimli, kızıl saçlı bir kadın oturuyordu. Brenna içeri girdiğinde adam ayağa kalktı ve yanındaki koltukta duran bir not panosunu aldı. “Bayan Sloan?” dedi. Hafifçe gülümsedi. Gülümsemesi kibar ve zeki bir ifadesi olan yüzünü ısıtmıştı. “Ben Josh Hernandez. Bu hanım da asistanım Billie Perkins.” Kızıl saçlı kadın, Brenna’nın başıyla verdiği selama gülümseyerek karşılık verdi. “Sizinle tanıştığımıza memnun olduk.” Brenna biraz olsun rahatlamıştı. Derin bir nefes aldı. Belki de düşündüğü kadar kötü olmazdı. John Hernandez, korkarak hayal ettiği gibi, sigara içen boncuk gözlü yönetmenlere hiç benzemiyordu. Brenna gülümsedi ve yüzü aydınlandı. Josh Hernandez, istemsizce nefesini tuttu. Açıkçası Audrey Hepburn’den sonra böyle gülen bir kadın görmemişti. “Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum, Bay Hernandez,” dedi utangaç bir şekilde. Daha sonra küçük tiyatroda etrafına bakındı. “Böyle bir şeyle karşılaşacağımı tahmin etmemiştim.” Josh sırıttı ve omuz silkti. “Bu aşamayı geçerseniz bir de ekran elemesine gireceksiniz. Bay Donovan ilk elemenin 13
Iris Johansen
burada, sahnede olmasını tercih ediyor. Sahnenin oyuncuyu ön plana çıkaracağını ve bizim de vücut hareketlerini daha iyi değerlendirebileceğimizi düşünüyor.” “Anlaşılan Bay Donovan oldukça orijinal fikirlere sahip bir adam,” dedi Brenna biraz tereddütle. “Gerçekten öyle, Bayan Sloan,” dedi Josh Hernandez kederli bir şekilde. “Gerçekten.” Sonra not panosuna baktı ve bir form çıkardı. “Bu formu doldurursanız bir an önce başlayabiliriz.” Seçme formu oldukça kısaydı. Brenna birkaç dakika içinde bitirdi ve Hernandez’e verdi. Hernandez rahat bir tavırla sahneyi işaret etti. “Hazır hissettiğinde çıkabilirsin,” dedi sadece. Brenna, sahnenin kenarındaki dört basamağı çıktı ve ortaya doğru ilerledi. Midesindeki kelebekleri sakinleştirmek için derin bir nefes aldı. Sonra da sakin bir tavırla, “Nereden başlamamı istersiniz?” diye sordu. “Üçüncü sayfa, ikinci sahnedeki Angie’nin monoloğuyla başlayabilirsin,” dedi Hernandez. “Billie, Joe’yi seslendirecek.” Brenna okumaya başladı ve her zaman olduğu gibi, karakterle bütünleşip her şeyi unuttu. Kendisini Angie Linden gibi hissettiğinden gergin halinden eser kalmamıştı. Hatta keyif bile almaya başlamıştı. Hernandez okumayı bırakmasını söylediğinde neredeyse üzülmüştü. İyi bir performans 14
Kalbimdeki Fırtına
gösterdiğini bildiği için kendinden emin ve çok mutluydu. İyi bir iş çıkarmıştı. Hernandez, basamakları ikişer ikişer çıktı. Koyu renk yüzünde geniş bir gülümseme vardı. “Harika bir performanstı, Bayan Sloan!” Umut dolu bir ifadeyle ona baktı, yüzü parlıyordu. “Beğendiniz mi?” dedi heyecandan nefes alamaz bir halde. Hernandez, şaşkın bir şekilde ona baktı. “Sen ne diyorsun, eğer ekranda da iyi bir görüntü elde edersek, doğuştan yeteneğin var demektir,” dedi ve sonra çabucak ekledi, “Tabii ki son karar bana ait değil. Ama bana sorarsan, bu rol senin olacak.” “Orada dur, Josh!” İkisi de şaşkın gözlerle kapıya doğru baktı. Kızıl saçlı bir adam kapıya doğru uyuşuk bir şekilde yaslanmıştı. Solmuş kot pantolon ve kolları dirseğine kadar kıvrılmış krem renkli bir gömlek giymişti. Kıyafeti oldukça gündelikti. Kıyafetinin sıradanlığına rağmen, kim olduğunu anlamamak imkânsızdı. Michael Donovan, kendi mahremiyetine titizlikle önem verse bile, mükemmel bir surete sahipti ve arada sırada gazetelerde fotoğrafı çıkıyordu. Zaten bu yüzü bir kere görünce bir daha unutmak mümkün değildi. Adamın patlayıcı etkisi karşısında Brenna’nın nefesi neredeyse boğazına takıldı. Aslında o kadar da yakışıklı sayılmaz, diye düşündü şaşkın bir şekilde. Michael Donovan’ın alışılagelmiş gözlemleri önemsiz kıldığını fark edip etkilendi. 15
Iris Johansen
Duygusuz, kabaca yontulmuş gibi görünen özelliklerinin değişik bir gücü vardı ve insanın içine işleyen mavi gözlerinde yarattığı şimşek etkisinden daha fazlası vardı. Kişiliğinin gücü ve canlılığıyla etrafındaki hava çatırdıyordu sanki. Kızıl kahverengi saçları ve kaşları, uzun kaslı bedeni, adamdan yayılan katıksız ve baskın erkeksiliğin yanında sönük kalıyordu. Hızla, şaşkınlıktan dona kalmış Billie Perkins’in yanından geçti, merdivenleri çıktı ve sonra sahnede Brenna ve Hernandez’in karşısına dikildi. Yakından daha da göz korkutucu görünüyordu. Brenna içgüdüsel bir hareketle bir adım geri gitti. Donovan bu hareketini fark etmiş ve gözlerini kısarak ona bakmıştı. Hernandez’e dönerken dudaklarını alaycı bir biçimde büktü. “Sende bir tuhaflık olduğunu düşünüyorum Josh,” dedi sakin bir ses tonuyla. “Bana danışmadan belirsiz bir taahhütte bulunmak bile pek sana özgü bir davranış değil. ‘Siz bizi aramayın, gerekirse biz sizi ararız’ diyoruz sürekli prensip olarak öyle değil mi?” dedi. Sonra gözleri, Brenna’nın parlak saçlarından, zarif ayak bilekleri arasında derinlemesine dolaştı. “Standart prosedürün dışına çıkmak için dünyaları sarsacak bir şey olmalı.” Hernandez koyu renkli şaşkın gözleriyle Donovan’a bakıyordu. “Herhangi bir taahhütte bulunmadım, Bay Donovan,” dedi sakin bir şekilde. “Heyecanlandığımı kabul ediyorum kusura bakmayın. Ama çok iyi bir performans sergiledi.” 16
Kalbimdeki Fırtına
Donovan rahat bir tavırla başını salladı. “Evet iyiydi, bir kısmını izledim.” Brenna’nın gözleri, Donovan’ın yüzüne dönerken parıl parıl parlıyordu. Adamın bakışları, canlı yüzünden hiç ayrılmamıştı ve ondan yayılan istekli beklenti ifadesini gördü. Canlı bir tavırla, “Ancak sizi boşuna umutlandırmanın bir anlamı yok, Bayan Sloan. Rolü size vermeyeceğiz.” Yumuşak ceylan gözleri, adamın ifadesindeki zalim açık sözlülük karşısında şok içinde açıldı. “Ama neden?” dedi şaşkınlık işinde. “İyi olduğumu söylediniz.” Donovan, Hernandez’in elindeki not panosunu aldı ve personel dosyası üzerindeki bilgilere hızla göz gezdirdi. “İyiydiniz,” dedi soğuk bir tavırla. “Ama bu Angie rolü için uygun olduğunuz anlamına gelmiyor. Çok sayıda oyuncu, aynı derecede ikna edici bir okuma yapabilirdi.” Hernandez sanki karşı çıkmak için ağzını açtı, ama Donovan’ın şimşek gibi bakışları karşısında omzunu silkerek sustu. Donovan konuşmaya devam etti, “Angie rolü için daha deneyimli birine ihtiyaç var.” “Mesleki deneyim mi?” diye sordu Brenna, ne demek istediğini anladığını düşünmüştü. Donovan gişe hasılatı kuralarını satın alarak oyunu güvenli bir şekilde oynama ününe sahip değilse de, milyonlarca doları bir bilinmeyene yatırarak kumar oynamak istememesi de mantıklıydı. 17
Iris Johansen
Ama Donovan başını sallıyordu. “Mesleki deneyim benim umurumda bile değil,” dedi çabucak. “Ben kişisel deneyimden bahsediyorum. Yüzeysel olarak iyi bir okuma yaptınız, ama ben Angie için daha fazlasını istiyorum. Onun rolünü canlandıracak oyuncunun derinlere ulaşıp gerçek hislerini açığa çıkarmasını istiyorum,” dedi ve elindeki not panosunu işaret etti. “Siz daha yirmi yaşındasınız ve resmi bir oyunculuk eğitiminiz de yok, bu nedenle belki de Stanislaviski ve duygu hafızasına da alışkın değilsiniz?” “Stanislavski mi? Özdeşleyim oyunculuğu mu?” diye sordu şaşırarak. “Kesinlikle. Wilkes’in himayesinde olduğunu bir an olsun unutmuşum. Performansının temelinekendi duygu ve tecrübelerini alarak oyunculuğa aktarma yönteminin farkındasın. Angie Linden, genç yaşına rağmen hayatını dolu dolu yaşamış bir kadın. Bir sürü âşığı olmuş ve yaşadığı sıkıntılar ve hayal kırıklığı yüzünden çok fazla badire atlatmış,” dedi ve gözlerini yüzüne dikti. “Siz ise üzerinizde sabah çiği varmış gibi görünüyorsunuz, Bayan Sloan,” dedi. “Angie Linden ise kesinlikle seksi bir gecelik ve Fransız parfümü.” Brenna içinde yavaş bir öfkenin birikmeye başladığını hissediyordu. “Sizi doğru anladığıma emin olmak istiyorum, Bay Donovan,” dedi kelimelerini dikkatle seçerek. “Konu bu rol için yeterince iyi bir oyuncu olmadığım değil. Bana bu rolü vermiyorsunuz, çünkü Angie’nin karakterini ortaya çıkarmaya 18
Kalbimdeki Fırtına
yetecek kadar ateşli bir geçmişim yok, öyle değil mi?” Donovan, canlı mavi gözleriyle merakla ona bakıyordu. “Aynen öyle,” dedi yumuşak bir sesle. “Eminim saf kız veya Juliet rollerini oldukça iyi oynarsınız, Bayan Sloan.” “Bu hayatımda duyduğum en saçma şey,” dedi Brenna düz bir sesle. Hernandez’in, yaptığı küstahlık karşısında tepki olarak nefesini tutmasını umursamadı. Öfkesini artık kontrol edemiyordu ve normalde berrak kahverengi gözleri o an öfkeyle parlıyordu. Sadece birkaç dakika içinde, bu kibirli diktatör tarafından önce umutlandırılmış, sonra şok olmuş ve şimdi de hayal kırıklığına uğratılmıştı. Bu adam karşısına geçmiş onun belki de bütün geleceğini değiştirecek şansı elinden alıyordu… Ve bunu da akla gelebilecek en çürük bahaneyle yapıyordu! “Böyle mi düşünüyorsun?” diye sordu Donovan boş boş. Sanki hayvanat bahçesinde yaşayan ilginç bir hayvanmış gibi hâlâ onu inceliyordu. “Anladığım kadarıyla Stanislavski’yle aynı fikirde değilsiniz, Bayan Sloan?” “Bir oyuncu, bir karakteri mükemmel bir şekilde canlandırmasına yardım edecek çok sayıda araçla çalışabilir. Özdeşleyim oyunculuğu ve duygu hafızası gibi yöntemler sadece araçtır. Ama eğer oyuncu yetenekli değilse sadece araç olmaktan öteye gidemezler. Yaratıcı bir hayal gücü, duyarlılık ve sadece çok çalışma bile çok daha önemlidir. Kompleksin sadece bir yönüne fanatik derecede bağlı kalmak da 19
Iris Johansen
son derece absürttür.” Brenna yüzüne düşen saçlarını geriye attı ve söylediklerinin üstüne basarak, “Seksapelim olmadığını düşündüğünüz için bana bu rolü vermemeniz kesinlikle ahmakça.” Donovan şaşkın şaşkın bakıyordu. Gözlerini yavaş bir şekilde, Brenna’nın vücudunda bir ateş seli yaratarak gezdirdi. “Sana seksapelin olmadığını söylemedim. Sadece deneyimin yok dedim.” Sonra yumuşak bir şekilde vücudunu incelemeye devam ederken gözlerinde mavi şeytanlar yanıyordu sanki. “Gidermekten mutluluk duyacağım bir eksiklik hem de.” Brenna hissettiği ani öfke ve utanç yüzünden vücudundaki bütün kanın yüzünde toplandığını ve yüzünün alev alev yandığını hissetti. Onunla oynadığını fark etmesi, öfkeden delirmesine neden olmuştu. Donovan’ın ilişkilerinin sayısı belli değildi. Cinsel hayatında, bir erkek kedi kadar aktif olmasıyla ünlüydü ve eğer dedikodu sütunları doğruysa dünyanın en sofistike ve güzel kadınlarıyla birlikte oluyordu. Yirmi yaşındaki “saf bir kızı” çekici bulma ihtimali çok aptalcaydı. Hayır, aynı bir kedinin fareyle oynadığı gibi, ona ettiği hakaretlerin intikamını almaya çalışıyordu sadece. “Ben bunu hak etmiyorum,” dedi kısık bir sesle ve karşı koyar gibi çenesini havaya kaldırdı. “Bana sinirlendiğinizi biliyorum, ama bana haddimi bildirmek için, bir filmde rol almak adına yönetmenin yatağına girme rutiniyle beni aşa20
Kalbimdeki Fırtına
ğılamayın, Bay Donovan. Geçerli bir argümanım var ve bunu kabul edemeyecek kadar kör ve dik kafalı olduğunuz için üzgünüm.” Sonra arkasını döndü iki adamı arkasından bakar halde bırakarak görkemli bir şekilde sahneden indi. Kapıya gelince durdu ve arkasını döndüğünde Donovan’ın gözlerini kısarak ona baktığını gördü. “Yanılıyorsunuz, Michael Donovan,” dedi sakin ve kendinden emin bir şekilde. “Angie Linden’den gerçekten özel bir iş çıkarabilirdim,” dedi ve küçümseyerek dudak büktü. “Ve hafızam beni yanıltmıyorsa, Juliet de oldukça seksi bir hanımdı,” dedi yumuşak bir sesle. “Yani bu konuda da yanıldınız,” dedi ve tiyatrodan çıkıp gitti.
21