.
.
BİRİNCİ KISIM OCAK
.
1 Laura Tavuklar huzursuzlanıyor. Ocak ayında serin bir cumartesi sabahı, bir gündoğumu daha geçti ve uykusuzluk gece ikiden beri yakamı bırakmadı. Şu anda tek istediğim, hipoalerjenik, sentetik kuştüyü yorganımın içine gömülüp şimdiden yok olmaya başlamış olan rüyama dönmek. Fakat tavuklar benimle aynı fikirde değil, yani minik ilkel beyinlerinin fikir olarak tanımlanabilecek bir şey üretecek kadar becerikli olduğunu varsayarsak. Kümeslerinde (ne yazık ki kötü planlama yüzünden odama fazlasıyla yakın), kuşlar ciyaklıyor, haykırıyor, gıt gıt gıt ötüyor ve gün ağarmaya başlarken gıdaklamaları zıvanadan çıkıyor. Her sabah aynı şey, sanki güneşi daha önce hiç görmemiş gibi davranıyorlar; bu kesinlikle çok saçma. Güney Kaliforniya’da yaşıyoruz, burada en çok gördükleri şey güneş. 7
Carol Snow
Rüyamda, siyah kumu olan bir kumsalda bir adamın yanında diz çökmüşüm, ikimiz birlikte kumu çıplak ellerimizle kazarak dev midyeler çıkarıyor, kabuklarını açıyor ve içindeki yumuşakçaları çiğ çiğ yiyormuşuz. Evet, bunun kulağa şehvetli bir sembolizm gibi geldiğini biliyorum, ama kabuklu deniz hayvanlarına çok düşkünümdür. Adam bir smokin giyiyordu. Sanırım kafasında da bir taç vardı. Ama bu sorun değildi çünkü benden hoşlanıyordu, ben de ondan hoşlanıyordum. Geceleri gördüğüm bu yarı erotik rüyalar, beş yıldır bir ilişkiye en yaklaştığım anlar. Gözlerim kapalı, pencereye sırtımı dönüyorum. On kiloluk, Maine Coon cinsi, adını oğlumun en sevdiği makarna sosundan almış olan kedi Alfredo, yanımdaki yastığa yerleşiyor ve mırlamaya başlıyor. Sonra hatırlıyorum: Eğer bağımsız bir gelir kaynağınız, evde güvenilir bir yardımcınız ve sevecen bir kediniz olursa, bir erkeğe asla ihtiyaç duymazsınız. Hamile kalmak için bile bir erkeğe ihtiyaç duymadım. En azından tanıştıklarımdan birine. Yani taçlı adamı boş ver. Ian’ın sesini duymadan önce onun varlığını hissediyorum; sanki o, parmak uçlarında odaya girdiğinde hava yumuşuyor ve ısınıyor. “Anne! Uyandın mı?” “Uyandım.” Gözlerimi açıyorum ve büyük bir zevkle onu seyrediyorum; fazlasıyla büyük ön dişleri, asker yeşili gözleri ve açılmış rengiyle hâlâ yaz güneşinin kırıntılarını taşıyan dağınık saçlarıyla, bir deri bir kemik, sekiz yaşındaki oğlum. O benim hayatım boyunca tanıdığım en tatlı, en akıllı, 8
Dilek Ağacının Tohumları
en güzel insan. Dünya üzerinde onun yerine birlikte vakit geçirmeyi tercih edebileceğim hiç kimse yok. Bazı günler, onun bana ait olduğuna inanmakta hâlâ güçlük çekiyorum. Ama şu anda, gitmesini gerçekten çok istiyorum. Pazartesiden cumaya sabah 6.15’te kalkıyorum, çok kısa bir duş alıyor, kapalı bir etek, bir bluz ve toparlayıcı külotlu çorap giyiyor ve sayısız bayat kahveyi tüketip malvarlığı hukuku üzerine çalıştığım Santa Ana’daki ofisime gitmeden önce Ian’la sıcak bir kahvaltı (genellikle yumurta) yapıyorum. Yardımcımız Carmen, Ian’ı okula götürüyor. Eğer Ian’ın futbol maçı ya da başka bir işi yoksa hafta sonları, evle ilgili projelere girişmeden önce, hayatımın bir parçası haline gelen uykusuzluğumu telafi etme çabasıyla biraz daha fazla uyumaya çalışıyorum. Bekâr ebeveynlik bazen çok yorucu olabiliyor, ama bu hayatı ben seçtim ve hiçbir şeyle değişmem. “Tavukları besle,” diye homurdanıyorum. “Sonra bırak da biraz gezinsinler.” Tavuklar kümesin dışındayken biraz daha sessiz oluyorlar, belki bir parça daha uyuyabilirim. Ian yastığın ufacık bir köşesine, başımın yanına başını yerleştiriyor ve omzumun üstünden uzanıp kediyi okşuyor. “Bu sabah dışarıda oturup tavukların yumurtlamalarını izleyeceğimizi söylemiştin.” Ian tavukları yumurtlarken görmeye kafayı takmış durumda. Bu da biraz rahatsız edici. “Bir sabah, dedim. Bugün demedim. Dışarısı soğuk.” “Anneciğim, lütfen?” 9
Carol Snow
Ian bugünlerde sadece beni yumuşatmak istediği zamanlarda bana anneciğim diyor. Ama tavukları geçen yıl Ian’a doğum gününde hediye eden bendim, o yüzden bunu hak ediyorum. Kollarımı onun zayıf vücuduna doluyor ve ılıklığının, evlat kokusunun tadını çıkarıyorum. “Sen kazandın. Ama paltonu giymelisin. Ben de kahve yapmalıyım. Sıcak çikolata ister misin?” “Köpük kremalı,” diyor. “Şekerleme de isterim.” Karışık saçlarını öpüyorum. “Sen nasıl istersen.” Bu öylesine bir deyim değil. Oğlum için gerçekten –gerçekten– her şeyi yaparım. Çita evresindeyken, onu San Diego Vahşi Hayvan Parkı’na götürmüştüm. Yunus sevgisi başladığında Deniz Dünyası’na gittik. Oyun günü, gece kalmaları ya da havuz partilerini nadiren reddederim ve her ağustosta tatile çıkarız. Ian, doğum günü hediyesi olarak tavukları ve kümesi almadan önce, bir Wii, bir iPod, tam donanımlı bir tuzlu su akvaryumu ve Alfredo adındaki kedisi olmuştu. Noel için de ona bir piyano hediye ettim. Ancak ona bu eşyaların ötesinde zaman ayırıyor, sevgi veriyor ve ilgi gösteriyorum. Hamile kaldığımda ortaklıktan kayboldum ve o zamandan beri düzenli iş saatleri ve sağlam, istikrarlı gelirimden memnunum. Kaliforniya, Orange County’nin kuzeyinde güzel bir banliyö olan Fullerton’da üç odalı bir çiftlik evinde yaşıyoruz. Beş yaşında bir Honda Accord kullanıyorum. Bu bize yetiyor. Hayır, yetiyor da artıyor bile. Elbette Ian’ı şımartmaktan korkuyorum, aniden yara10
Dilek Ağacının Tohumları
maz ve nankör bir çocuğa dönüşüp hayatın hayal kırıklıkları karşısında örselenmesinden endişe ediyorum. Ama bir şey var: Ona ne kadar çok şey verirsem, dünya konusundaki merakı da o kadar pırıltıyla artıyor ve tüm canlı varlıklar karşısında o kadar fazla minnettarlıkla ürperiyor. Evet, oğlum için her şeyi yaparım. Çünkü onu çok seviyorum. Çünkü işin acı acı tarafı, gerçekten istediği tek şeyi, konuşmaya başladığı andan itibaren her doğum günü ve her Noel’de istediği şeyi, ona veremiyorum. Ian bir kardeş istiyor.
11
2 Venessa Bugün benim doğum günüm ve bu sabah uyandığımdan beri içimde tuhaf bir his var. Eric bu akşam bana evlenme teklif edecek. Bunu bu sabah kahvaltıda yapacağını düşünmüştüm ama bugün sabah vardiyasında çalışması gerektiği için ben uyandığımda çoktan gitmişti. Ama benim için tezgâhın üstüne bir not bırakmış: İYİ Kİ DOĞDUN, GÜNÜN HARİKA GEÇSİN & AKŞAM YEMEĞİNDE GÖRÜŞÜRÜZ.
Eric bu konularda iyidir. Yani bana notlar bırakır ve ufak hediyeler alır. Bana evlenme teklif ederken de gerçekten romantik olacaktır, belki bir şiir yazmış belki de şarkı bestelemiştir; çıkmaya başladığımızda da böyle yapardı, gitar çalmayı bırakmadan önce elbette. Yüzük konusunda çok emin değilim. Bir tarafım yüzüğü birlikte seçmemizi isteyeceğini söylerken bir tarafım da, Costco’da çalıştığı için iyi bir fiyata, bir tek taş alabileceğini düşünüyor. 12
Dilek Ağacının Tohumları
Bütün çekmecelerini ve kot pantolonlarının ceplerini araştırdım ama hiçbir şey bulamadım. Yüzüğü seçme konusunda ona yardımcı olmamı istiyor olmalı. Belki de yeterince iyi aramamışımdır. Bendeki bu his, bugünün büyük gün olduğuna dair bu duygu, geçen ay Noel’de hissettiğimden farklı. O zaman, aslında gümüş ve altın rengi süslenmiş bir incir ağacından ibaret olan Noel ağacımızın bir dalına bir yüzük asacağını zannetmiştim. O da, New York’ta yeni yılı kutlarken, şampanya kadehimin içine bir yüzük atıp kadeh kaldırdıktan sonra fark etmemi bekleyeceğini düşündüğüm zaman hissettiğimden farklıydı. Yeni yıl gecesi saat on birde Eric’e, “Şampanyayı açmak ister misin?” diye sormuştum. “Ben şampanya almadım,” demişti. “Sen aldın mı?” Sonra, benim ona sürpriz yapmayacağımı fark ettiğinde, uyumaya gitmişti. Evimizin anahtarını kilitte döndürürken ellerim titriyor. Bu sefer farklı olacak. Bunu hissedebiliyorum. Bugün herhangi bir doğum günü değil. Bugün yirmi dokuzuncu doğum günüm. Yani, eğer otuzumdan önce evleneceksem, hemen nişanlanmalıyım. Eric’le birlikte geçirdiğim üç sene içinde lise arkadaşlarımın tamamı evlendi. Her biri. Bir süre, neredeyse her hafta sonu bir düğün vardı. T. J. Maxx giysi bölümünün düzenli müşterisi haline gelmiştim. Zaman zaman Eric’le birlikte Riverside’a gittiğimizde insanlar buketi yakalamamla 13
Carol Snow
ilgili şakalar yapıyor ya da, “Sırada siz varsınız,” diyorlardı. Ben bunlar komik olmamasına rağmen gülerken Eric’se sadece rahatsız olmuş gibi görünüyordu. Eğer bu gece teklif etmezse önümüzde Sevgililer Günü de var. Daire domates ve sarmısak kokuyor. Eric’in iPod’una bağlanmış hoparlörden Jason Mraz’ın sesi yükseliyor. Eric’le benim tamamen farklı müzik zevklerimiz var ama ikimiz de Jason Mraz’ı seviyoruz. Eric onun, müziğin Genel Vericisi olduğunu söylüyor. Ne demek istediğinden çok da emin değilim ama her neyse işte. Eric’le birlikte yaşamayı seviyorum, en azından çoğu zaman, ama dairemiz çok kötü. Karanlık, ufak ve yeterli sayıda dolap yok. Ufak oturma odasında kirli, bej bir kilim var ve oda, ahşap gibi görünmesi gereken ama görünmeyen plastiğimsi bir malzemeyle kaplanmış, kahverengi dolapları olan mutfağa açılıyor. Redondo Beach’te kiralar yüksek. Paramız bu kadarına yetiyor. Eric sörf yapmayı seviyor, o yüzden şehrin içine taşınmak istemiyor. Eric lavaboda, büyükçe bir tencereye su dolduruyor. Ellerini bir mutfak bezine kuruluyor ve beni kapıda karşılıyor. Üzerinde her gece giydiği kıyafet var; solmuş bir tişört ve en eski en yumuşak kot pantolonu. Eric çok uzun biri değil ama omuzları geniş ve kalçası dar. Kot pantolonun içinde iyi görünüyor. “Merhaba, doğum günü kızı.” Yüzümü avuçlarının içine alıyor ve beni öpüyor. Aniden bütün gerginliğim geçiyor. Her şey çok güzel olacak. 14
Dilek Ağacının Tohumları
“Parmesanlı patlıcan?” diye soruyorum. “Hı hı.” Beni bir kez daha öpüyor. “En sevdiğim.” “Biliyorum.” Parmesanlı patlıcan gerçekten de Eric’in elinden en severek yediğim şey. Aynı zamanda, Kraft Deluxe marka hazır peynirli makarnayı saymazsak, Eric’in pişirdiği tek yemek. Eric et yemiyor. Eric et pişirmiyor. Eric evin içinde et olmasından bile hoşlanmıyor. Yüzümü onun boynuna gömüyorum. Solgun, ince elini kalın, siyah buklelerimden geçiriyor. “Seni seviyorum,” demek üzereyken vazgeçiyorum. Eric, sevgisini bir milyon farklı şekilde gösterebilir, ama kelimeler konusunda pek de başarılı değildir. Benim, “Seni seviyorum,” cümlem ve onun yanıtı arasında geçen süre bana hep fazla gelmiştir. Neredeyse hiçbir zaman bunu ilk söyleyen kişi olmaz. Bu konuda bir kez kavga etmiştik ve ona göre “Seni seviyorum” cümlesinin çok özel olduğunu, eğer sık söylersek anlamını yitireceğini açıklamıştı. Bunu hâlâ anlamıyorum ama bununla yaşamaya alıştım. O yüzden, bu gece “Seni seviyorum” cümlemi büyük ana saklayacağım. Eğer büyük bir an olursa tabii. Eğer Eric bana bu gece bir yüzük vermezse... Bunu düşünmeye bile katlanamıyorum. O yemek yapmaya dönüyor, ben de üstümü değiştirmeye gidiyorum. Çift kişilik yatak, odanın bir köşesine itilmiş olsa da yatak odamızda neredeyse hiç yer yok. Dolap öyle ağzına kadar dolu ki içindekileri zar zor görebiliyorum. Komodin gibi 15
Carol Snow
dolabı da paylaşıyoruz ama içinde çoğunlukla benim eşyalarım var. Eric’in sadece bir takım elbisesi ve bir gömleği var, ikisi de Goodwill’den. Onları düğünlerde giyiyor. Kendi düğünümüzü dert etmiyorum bile. Ufak ve ucuz yollu bir şey yapsak da olur. Belki bir parkta bir şey düzenleriz. Eric’in Costco’daki işi sağlam ve saatleri de iyi, ama iyi para kazandırmıyor. Fakat o kadar çok düğüne gittik ki, eğer davet etmezsek kırılabilecek çok insan var. Ve bir de göz önünde bulundurmamız gereken bir liste var... Bir dakika. Lavanta rengi önlüğümü çıkarıyorum. Yatak odamızın duvarıyla aynı renkte. Banyomuz da lavanta rengi ama biraz daha koyu bir tonu. Eric bu önlüğü bana yılbaşında hediye etmişti (yüzük vermediği zaman). “Morun en sevdiğin renk olduğunu biliyorum,” demişti. Önlüklerden nefret ediyorum. Önlük beni şişman gösteriyor. O kadar zayıf değilim. Göğüslerim iri sayılır (bundan memnunum) ve kalçam da öyle (bunu da sorun etmiyorum), ama belim ince ve bacaklarım da güzel. Önlük giydiğim zaman bunlar görünmüyor. Resepsiyon görevlisi olarak çalıştığım dişçilik bürosu, Great Grins’te, telefona bakıp evrak doldururken neden önlük giymek zorunda olduğumu bile anlamıyorum. Hastalar üstüme kan ya da salya bulaştıracak değil ya. “Bir yere mi gidiyorsun?” diye soruyor Eric, en sevdiğim mor elbisemle odadan çıktığımda. “Bilmem. Beni bir yere mi götüreceksin?” “Götürmemi ister misin?” Eyvah. Onu mahcup ettim. 16
Dilek Ağacının Tohumları
“Hayır! Şaka yapıyordum. Olmak istediğim yerdeyim.” Tamam, bu bir yalan. Bu çirkin daire dışında bir yerde olmak hoş olabilirdi. Eric’ten önce arkadaşlarımla kulüplerde takılmaktan hoşlanırdım. Ayrıca Riverside’da, beni pahalı restoranlara ve lüks gece kulüplerine götüren bir adam vardı. Ve ben de bundan hoşlanıyordum. Şık giyinip onun arabasına binmeyi, insanların bana hizmet etmesini severdim. Öyle severdim ki bir süre bu adamın kötü taraflarını görmezden geldim. Mesela fazlasıyla keskin kolonyasını. Ya da oldukça yüksek çıkan sesini. Veya son derece huysuz biri olarak girdiği restoran tuvaletlerinden yeni, mutlu, muhteşem biri olarak çıkmasını. Ya da sadece bir kadınla birlikte olmanın doğal olmadığına inanmasını. Eric beni restoranlara çok sık götürmüyor, ama yunusları izlemek için deniz kıyısına, meyve almak için pazara ya da müzik dinlemek için festivallere gidiyoruz. Müziği neredeyse hiç sevmem ama konu bu değil. Eric’in bana kendimi iyi hissettirmek için para harcamasına gerek yok. “Yemekten sonra sahilde yürüyüşe çıkmak ister misin?” diye soruyor. Sahil iki kilometre uzakta. “Dışarısı biraz soğuk,” diyorum. “Üstelik hava da kararıyor.” Omuzlarını silkiyor. “Tamam. Nasıl istersen.” Pier 1’den satın aldığım ufak cam masayı hazırlıyor ve benim bayıldığım, onunsa nefret ettiği pembe şaraptan bir şişe açıyor. Şarabı kadehe döküyorum ve yeniden gerildiğim için gereğinden fazla hızlı içmeye başlıyorum. 17
Carol Snow
Oturma odası ufak, kilim çirkin ve odaya girdiğinizde gördüğünüz ilk şey Eric’in sörf tahtası olsa da, burayı elimden geldiğince güzelleştirdim. Duvarları açık sarıya boyadım ve Linens’n Things iflas ederken çok ucuza aldığım kocaman çerçeveli, mavi ve mor çiçek tabloları astım, ayrıca koltuğa bej bir örtü serdim, yastıklar aldım ve yapay bir incir ağacı yerleştirdim (dallarına yüzük asılmamış, kontrol ettim). Koltuğa oturuyorum. “Doktor Sanchez beni öğle yemeğine çıkardı.” Salatayı karıştırırken başını kaldırıp bana bakıyor. “Sadece seni mi?” “Elbette hayır. Melva ve Pammy de vardı. Yeni bir Meksika restoranını denedik. Fena değildi.” Melva ve Pammy, hijyen sorumlularımız. “Melva yine hamile. Söylemiş miydim?” Söylediğimi biliyorum, ama daha coşkulu bir tepki bekliyordum. “Evet. Sanırım.” Coşkuyu daha çok beklersin. “Ve daha şimdiden bir tane daha istediğini söylüyor.” “Hımm.” Telefonum çalıyor ve, belki biri doğum günümü kutlamak için aramıştır, diye düşünerek yanıt veriyorum. Mesela annem olabilir. Ya da kız kardeşim. Ama sadece kredi kartı ödemelerimi azaltmayı teklif eden bir şirket çıkıyor. Telefonu kapattıktan sonra biraz daha şarap içiyorum ve kendi kendime, unutmuş olmalarını umursamadığımı söylüyorum. Günün birinde, büyürken mahrum kaldığım aileyi kuracağım ve asla bir doğum gününü bile unutmayacağım. Asla. 18
Dilek Ağacının Tohumları
Burnum şimdiden hissizleşiyor. Boş mideye içmemeliydim. Bazen çakırkeyif olduğumda ağzımdan söylememem gereken şeyler çıkıyor. Mesela bunun gibi: “Eskiden, yirmi altı, yirmi sekiz ve otuz yaşında birer çocuk doğuracağımı düşünürdüm. Sanırım bu gerçekleşmeyecek.” Hiçbir şey söylemiyor. “Hımm,” ya da “Ah,” bile demiyor. Bir pembe yudum daha alıyorum. Leziz. “Otuz yaşımda bir çocuğum hâlâ olabilir.” Hâlâ yanıt yok. Fırının kapağını açıyor, patlıcanı kontrol ediyor, saati kuruyor. “Çok mu geç?” diye soruyorum. Arkasını dönüyor ama yüzüme bakmıyor. “Hayır. Çok geç değil.” “Çocuklarım olsun istiyorum, Eric.” Hafifçe başını sallıyor. “Bunu biliyorum.” Ah! Bunu neden yapıyorum? Her seferinde bir adım. Nişanladığımız zaman çocuklar hakkında ciddi bir konuşma yapabiliriz. Hepsi Melva ve Pammy’nin suçu. Öğle yemeğinde hep bir ağızdan, “Bu gece büyük gece mi?” deyip durdular. Pammy ültimatom vermek için, Melva da elmas boyları hakkında konuşup durdu. Doktor Sanchez’se son derece rahatsız olmuş gibi görünüyordu. Eğer Eric bana yüzük vermezse… Ah Tanrım, belirsizliğe katlanamıyorum. Salata tabağını masaya, önüme koyarken, “Hediyeleri 19
Carol Snow
vermek için yemeğin bitmesini mi bekleyeceksin?” diyorum. Donakalıyor. “Şey, sadece bir hediye aldım. Umarım sorun değildir.” Bir hediye! Evetttt! “Elbette sorun değil. Bu, bu… muhteşem. Büyük bir hediye, bir sürü küçük hediyeden çok daha iyi.” “Aslında buna büyük diyebilir miyiz, emin değilim.” Eric elini cebine atıp gergince gülümsedi. Eric bana minik bir tek taş almış. Sorun değil. İş görür. “Yemek on dakikaya hazır olur,” diyor. “Hediyeni şimdi mi istersin?” Paketi gerçekten çok güzel; kalın, mor kâğıt ve iri, beyaz kurdele. Ama kutusunun boyu yanlış, şekli de yanlış. Sesimin titrememesi için uğraşıyorum. “CD’ye benziyor.” “Açsana.” Ellerim titreyerek hediyenin ambalajını yavaşça, dikkatlice açıyorum. Canım acıyacak ve buna hazır değilim. CD’ye benziyor, çünkü bu bir CD. Üstelik de mağazadan alınmamış. Plastik kutunun içindeki beyaz kâğıtta Eric’in özenli elyazısı var. “Bunlar çok özel karışık şarkılar,” diyor. “Senin için doldurdum.” Öylece suratına bakıyorum. “Hepsi de yeni şarkıcılar,” diyor. “Daha önce duymadığım eski şarkıcılar da var. Bunları ikimiz de dinleyebiliriz. Bence ikimiz de seveceğiz.” “Ona bakmaya devam ediyorum. 20
Dilek Ağacının Tohumları
“Beğenmedin.” Hediyeyi masaya bırakıyorum. “Sanırım başka bir şey bekliyordum. CD doldurmaktan fazlasını yapacağını düşünüyordum.” Sevgililer Günü’nde de yüzük falan olmayacak. Bunu artık biliyorum. “Sadece CD doldurmadım,” diyor. “Şarkıları dinlemek için de bir sürü vakit harcadım. Senin neden hoşlandığını, benim neden hoşlandığımı, şarkıların nasıl bir sırayla dizilmesi gerektiğini ve daha önce dinlemediğimiz şarkıları nasıl dinleyebileceğimizi düşündüm. Sonra en güzellerini iTunes’dan satın aldım. Hepsini senin iPod’una da yükledim.” Söyleyecek bir şey yok. Sandalyemi geriye çekiyorum ve yatak odasına koşarak kapıyı çarpıyorum. Hemen arkamdan gelmiyor. O geldiği zaman gözlerim kurumuş ve mor elbisemin yerine eski püskü pijamamı giymiş oluyorum. O elbiseyi bir daha asla giymeyeceğim. Bana hep bu geceyi hatırlatacak. “Yemek hazır,” diyor kapı ağzında durarak. “Aç değilim.” Başıyla onaylıyor. Bir süre sessiz kalıyoruz, sonra konuşmaya başlıyor. “Hediyemi beğenmediğin için üzgünüm.” “Bir yüzük istiyordum, Eric.” Uzun uzun nefes veriyor. “Bunu biliyorum.” Kapıyı kapattığında neredeyse hiç ses çıkmıyor.
21