.
Sevgili çocuklarım, Beatie, Trevor, Todd, Nick, Sam, Victoria, Vanessa, Maxx ve Zara’ya, Geçmişe, sihire, hayatta kalmaya ve yeni hayatlara, Her birimizin hayatındaki, bizi ileri taşıyan Pegasus’a Ve onu korkmadan takip edebilme ve kucaklayabilme cesaretine. Sizi çok seviyorum, Anneniz/d.s.
Birinci Bölüm Seyisler atların yaklaştığını duyduğunda akşam karanlığı çoktan çökmüştü. Toynakların uzak bir davulun sesine benzeyen gümbürtüsü, deneyimsiz birinin bunun ne olduğunu anlayacağından çok daha kısa bir sürede ulaştı. Biniciler avdan dönüyordu. Seyisler birkaç dakika sonra onların yüksek sesli konuşmalarını, kahkahalarını ve binicilerini getiren atların burunlarından solumalarını duyabiliyordu. Altenberg Malikânesi’nin avlusuna girip ahırlara yaklaşırlarken keyifli oldukları ve iyi bir av geçirdikleri açıkça belliydi. Atlar neşeli günün heyecanıyla hoplayıp zıplamaya devam ederken ilk varan avcılardan biri tazıların, bekledikleri üzere, tilkiyi yakaladığını söyledi. Biniciler de binekler de aynı şekilde soğuk ekim havasının tadını çıkarmıştı. Kırmızı binici ceketleri, beyaz binici pantolonları ve uzun siyah çizmeleriyle oldukça dinç görünen adamlar, atlarından inip birçok kadına da bineklerinden inmesine yardım eden seyislere atlarının dizginlerini uzatırlarken bir portreye benziyorlardı. 7
Danielle Steel
Kadınlardan birçoğu eyere yan biniyordu; bu, çok zarif görünmekle birlikte bir avda da büyük bir başarıydı. O gün ava çıkmış olan grup, birbirlerini uzun yıllardır tanır ve avlanacak yaşa geldiklerinden beri birlikte at binerdi. Atlar hepsinin tutkusuydu ve binicilik en sevdikleri spordu. Alex von Hemmerle vilayetteki en iyi binicilerden biri olarak tanınırdı ve neredeyse çocukluktan beri olağanüstü atlar yetiştirirdi. Diğer hepsi gibi, onun da hayatındaki her şey geleneklerden doğmuştu. Burada yeniliklere ve sürprizlere yer yoktu. Aynı aileler yüzyıllardır bu bölgede yaşamış, birbirlerini ziyaret etmiş, köklü ritüel ve gelenekleri takip etmiş, kendi içlerinde evlilikler yapmış, mülklerini yönetmiş ve topraklarının üzerine titremişti. Alex, on dördüncü yüzyıldan beri, nesillerdir atalarının da yaptığı gibi, Altenberg Malikânesi’nde büyümüştü. Noel’de, tüm ataları gibi malikânede bir balo düzenlerdi. Bu Noel baloları vilayetin en büyüleyici etkinliğiydi ve her yıl dört gözle beklenirdi. Önceki yıl, kızı Marianne on altı yaşına bastığında, ilk kez Alex’in ev sahibesi rolünü üstlenmişti. Şimdi on yedi yaşında olan Marianne zarif biçimli hatlarıyla annesiyle aynı çarpıcı ruhani güzelliğe sahipti. Marianne, Alex gibi uzun boyluydu, porselen teni neredeyse şeffaftı ve annesinin beyaza yakın sarı saçları ile babasının çelik mavisi gözlerini almıştı. Bölgedeki en güzel genç kızlardan biriydi ve babası gibi ünlü bir biniciydi. Alex kızını daha yürümeye başlamadan at sırtına koymuştu. Ayrıca Marianne her seferinde ava onunla birlikte giderdi, dolayısıyla 8
Rüzgârın Şarkısı
o gün babasıyla birlikte gitmemek onu çok sinirlendirmişti. Kötü bir soğuk algınlığına yakalandığı ve ateşi çıktığı için babası onun evde kalmasında ısrar etmişti. Marianne narin güzelliğine karşın, son derece kırılgan olan ve onun doğduğu günün ertesinde kan kaybı ve ciddi bir enfeksiyondan ölen annesinin aksine, göründüğünden daha dayanıklıydı. Kadınların doğum yaparken ölmesi alışılmadık bir durum değildi, fakat Alex’in üzerinde şiddetli bir iz bırakmıştı. O zamandan beri Alex’in hayatında önem verdiği bir kadın olmamıştı. Zaman zaman vilayette gizli çapkınlık maceraları yaşamasına rağmen artık gerçekten sevdiği tek kadın kızıydı. Karısı Annaliese’in ölümünden sonra yeniden evlenmeyi hiç istememişti, bunu asla yapmayacağını biliyordu. Annaliese’le uzaktan kuzenlerdi, Alex ondan birkaç yıl büyük olsa da birbirlerinin çocukluk aşkıydılar. Otuz yaşında dul kalmak Alex’in asla beklemediği bir şeydi ama karısını kaybettikten sonra geçen on yedi yılda, kızı ve arkadaşlarıyla devam ettiği hayatından fazlasını istemiyordu. Bu yüzden görüştüğü her kadını kendisinden kalıcı bir şey beklememesi için daima sessizce uyarırdı. Geniş mülkünü idare etmek ve hayatını kızı kadar dolduran, gurur duyduğu Lipizzan atlarını yetiştirmek onu meşgul ediyordu. Onun atlarına duyduğu tutkuyu kızı da paylaşıyordu. Marianne yeni taylara hayranlık duyar, babasının onları eğitmesini izlemeyi severdi. Alex’in kar beyazı Lipizzanlarının, atların en güzelleri ve eğitilmesi en kolayları olduğu söylenirdi, üstelik soyları en saf olanlardı. Alex, hangi aygırların damızlık olarak, hangi kısrakların çiftleşme için 9
Danielle Steel
seçileceği konusunda oldukça titiz davranırdı. Tüm bunları küçük bir kızken Marianne’e de öğretmeye başlamıştı. Marianne babasıyla birlikte çok defa Viyana’daki İspanyol Binicilik Okulu’nda bulunmuştu. Görkemli beyaz atların sıçrayışlarını ve inanılmaz karmaşık adımlamalar sunuşlarını izler, titiz bir hassasiyetle hareket etmeleri ona bir bale gibi görünürdü. Atların “capriole” veya “courbette” hareketlerinde arka bacaklarının üzerinde hoplamasını veya dört bacakları bedenlerinin altına kıvrılmış bir biçimde “croupade” ile havaya sıçramasını izlerken nefesini tutardı. Alex gibi Marianne de bunları gördüğü her seferinde etkilenirdi. Hatta Alex, atlarından bazılarını bu hareketleri yapabilmeleri için eğitmişti. Marianne bu okulda bir binici olabilmeyi dilerdi, bunu yapabilecek kadar yeteneğe de sahipti ama İspanyol Binicilik Okulu kadınları kabul etmiyordu ve babası bu durumun asla değişmeyeceğini söylüyordu. Hal böyleyken Marianne –evde veya Viyana’da– babasının atlarının performansını izlemekten, evden ayrılmadan önceki eğitimlerinde babasına yardım etmekten memnundu. Babası çok nadir de olsa Lipizzanlarına binmesine izin verirdi. Diğer yandan babasının Lipizzanlarla birlikte ahırlarında besleyip yetiştirdiği Arap atlarına da istediği zaman binmeye izni vardı. Marianne’in binicilik yeteneği içgüdüseldi ve Almanya’daki en iyi atlarla birlikte büyümüş, babasının kendisine öğrettiği her şeyi kapmıştı. Tıpkı babası gibi atlara olan meyli kanında vardı. Mutlu ve rahatlamış görünen Alex, “Bugünkü av güzel geçti,” diye yorumda bulunurken, o ve yakın arkadaşı Nico10
Rüzgârın Şarkısı
las von Bingen, avluda neşeyle sohbet eden diğer binicilerin arasından geçiyordu. Uzun at gezisinin ardından bile aceleleri yoktu. Gece çökerken havanın soğuğu keskinleşmiş ve toprak sertleşmişti fakat bunlardan hiçbiri onları durdurmazdı, ev sahiplerininki kadar olmasa bile hepsinin iyi binekleri vardı. Nicolas, Alex’ten ödünç aldığı bir Arap atına biniyordu. Onu mükemmel bulmuştu. “Onu senden satın almak hoşuma giderdi,” dedi Nicolas. Alex bir kahkaha attı. “O at satılık değil. Hem bir süre eğittikten sonra onu Marianne’e hediye edeceğime söz verdim. Hâlâ biraz hoyrat.” “Bu hali bana uyuyor,” dedi Nicolas, çocukluk arkadaşına gülümseyerek. “Hem o kızın için çok fazla.” Nicolas, enerjik ve kontrol altına alınmaya kafa tutan atlardan hoşlanırdı. “Bunu ona sakın söyleme,” dedi Alex gülümseyerek. Marianne böyle bir hakareti asla hoş görmezdi, kaldı ki Alex de arkadaşının söylediğinin doğruluğundan emin değildi. Marianne, Nick’ten daha iyi bir biniciydi. Tabii, Alex, arkadaşına bunu söylemeye asla cüret edemezdi. Nick bazen atlara biraz fazla heyecanlı yaklaşırdı. Marianne’in ise daha nazik, daha iyi bir kontrolü vardı. Alex kızını bizzat eğitmiş, bundan son derece iyi sonuçlar almıştı. “Söz açılmışken, Marianne bugün nerelerdeydi? Onun bir avı kaçırdığını hiç görmemiştim,” dedi Nick, genç kızın onlara eşlik etmemiş olmasına şaşırmıştı. Babasının arkadaşları, av etkinliklerine katılmasına alışkın oldukları Marianne’i daima sıcak karşılarlardı. 11
Danielle Steel
“Hastalandı. Evde kalması için az kalsın yatağa bağlamam gerekecekti. Ama kesinlikle haklısın, normalde Marianne asla avları kaçırmaz,” dedi Alex kaygılı bir bakışla. “Ciddi bir şeyi yoktur umarım.” Birdenbire Nick’in gözlerinde bir endişe belirmişti. “Kötü bir soğuk algınlığına yakalandı ve ateşi var. Doktor dün gece geldi. Hastalığın ciğerlerine sıçramasından korkmuştum. Doktor ona evde kalmasını söyledi. Benim sözümün yeterli gelmeyeceğini biliyordum ve doktorunkinin de onu etkileyeceğini düşünmüyordum, ama sanırım kabul etmek istediğinden daha kötü hissediyor olmalı. Bu sabah evden çıktığımda uyuyordu. Bu hiç Marianne’in yapacağı bir şey değil.” “Bu akşam doktoru tekrar çağıracak mısın?” Nick’in gribe dair kötü deneyimleri vardı, vilayetteki bir salgının ve özellikle çetin geçen bir kışın ardından karısını ve dört yaşındaki kızını kaybetmişti. İkisini birden kaybetmek onu perişan etmişti. Şimdi o da Alex gibi duldu. Tobias ve Lucas adında iki oğlu vardı. Tobias, annesi ve kız kardeşi öldüğünde on yaşındaydı, ikisini de hâlâ hatırlıyordu. Lucas ise şimdi altı yaşındaydı, yani öldüklerinde sadece bir bebekti. Tobias kendisinden iki yaş büyük olan Marianne’e tapan, sakin ve nazik bir delikanlıydı. Lucas nerede olursa olsun – ama özellikle at sırtında– mutlu olan, hareketli ve haylaz bir çocuktu. Tobias, oldukça nazik bir kadın olan annesine çok benziyordu, Lucas ise babasının tüm enerjisini ve ateşini al12
Rüzgârın Şarkısı
mıştı. Nick daha gençken her türden felakete bulaşmıştı ve bir kadınla –ara sıra evli olanlarla– bir ilişkiye başladığında veya bir atı, tehlikeli bir süratle yarıştıracağı üzerine iddiaya girdiğinde hâlâ ara sıra tüm vilayetin diline düşerdi. Alex’in üstün yeteneğine sahip olmasa da Nick ziyadesiyle becerikli bir biniciydi. Bir atı eğitmek için, hiçbir zaman Alex kadar sabırlı olmamıştı, fakat Alex’in Lipizzanları ve arkadaşının onlarla yapabildikleri Nick’i büyülerdi. İspanyol Binicilik Okulu’na gitmek için evden ayrılmalarının öncesinde bile Alex, güzel beyaz atlara, ırklarının meşhur, karmaşık figürlerini öğretmeye başlamıştı. Ahırların yanından yürürlerken, “Biraz vaktin var mı?” diye sordu Alex arkadaşına. Diğerleri yavaş yavaş dağılmaya başlıyor ve iyi geceler dileyerek arabalarına biniyordu. “Eve dönmek için acelem yok,” dedi Nick, rahat bir gülümsemeyle. İki adam uzun adımlarla ahıra doğru yürüyordu. Alex, Nick’ten dört yaş büyük olmasına rağmen onlar, çocukluklarından beri arkadaşlardı ve delikanlılıklarında İngiltere’de yatılı okula beraber gitmişlerdi. Alex daha iyi bir öğrenciydi, Nick ise çok daha eğlenceliydi ki bu durum hâlâ aynıydı. Nick von Bingen hayatındaki her şeyin tadını çıkarırdı. İyi bir arkadaş, iyi bir baba ve iyi kalpli bir insandı, yine de Alex onun bazen eğlenceye fazla düşkün ve sorumsuz davrandığını biliyordu. Dul kalmak Nick’i pek fazla köreltmemişti. Ayrıca mülkünün yönetiminin yükünü henüz taşımıyordu. Babası hâlâ hayattaydı ve tüm kontrolü eline 13
Danielle Steel
tutuyordu. Bu da, babası öldüğünde yirmilerinin başında, kendi arazisini ve servetini yönetmeye başlamış olan Alex’in aksine, Nick’e eğlenmek için dikkate değer ölçüde bir zaman bırakıyordu. Birçok yönden Nick hâlâ bir delikanlı gibi davranırken, Alex yirmi yıldan uzun süredir yetişkin bir adamın sorumluluklarıyla uğraşıyordu. Fakat arkadaştan çok kardeş gibi olan bu iki adam birbirlerini tamamlıyorlardı. Nick, arkadaşının peşinden ahıra girdiğinde Alex, onu, birkaç gün önce doğurduğu tayını emziren en iyi Lipizzanlarından birinin bulunduğu tertemiz tutulan bir bölmeye yönlendirdi. Kısrak, iri siyah gözlerle iki arkadaşa bakarken kömür karası tay sarsak bir biçimde ayaklarının üzerinde duruyordu. Nick, Lipizzan taylarının koyu kahve veya siyah renkte doğduklarını bildiğinden tayın kar beyazı annesiyle keskin bir tezat oluşturan rengi onun için bir sürpriz değildi. Tüylerinin beyaza dönmesinin beş veya altı yıl alacağını biliyordu, aynı şekilde en azından on yaşına gelmeden evvel tam olarak eğitilmiş sayılmayacağından da haberi vardı. Tay ilk beş yılını Alex’le geçirecek ve sonra altı yıl Viyana’da okulda kalacaktı. Olağanüstü Lipizzanların eğitimi uzun, dikkatli, gayretli ve özenli, yıllar süren bir çalışmayla gerçekleşirdi. “Çok güzel, değil mi?” dedi Alex gururla. “Şimdiye dek gördüklerim arasında en iyilerinden biri. Babası Pluto Petra,” –Nick onun Alex’in damızlık olarak kullandığı en iyi aygır olduğunu biliyordu– “ve bu küçük kısrak çok iyi bir iş çıkardı.” Alex, yeni doğmuş ata bir baba gibi gururla bakı14
Rüzgârın Şarkısı
yordu. Nick, arkadaşına gülümsedi. “Mucize yaratıyorsun,” dedi Nick şefkatle, iki adam beraberce ahırdan çıkarken. Alex, Nick’i yemeğe davet etmeyi düşündü ama akşam yemeğini odasında Marianne’le birlikte yemeyi istiyordu. “Yarın benimle birlikte kuzey sınırına at sürmek ister misin?” diye sordu Alex. “Ağaçlarımın bir kısmını temizlemeyi planlıyorum. Kontrol etmem gerektiğini düşündüm. Erkenden işe koyulup öğlene geri dönmek istiyorum. Ardından öğle yemeğini birlikte yiyebiliriz.” “Çok isterdim,” dedi Nick üzüntüyle. Bir ağacın altına park ettiği Duesenberg’ün yanında duruyorlardı. Nick Bugatti’sini tercih ederdi ama av için Alex’le buluşmaya geldiğinde daha saygılı olmaya karar vermişti. “Ama gelemem. Babamla görüşmem gerekiyor. Benimle konuşmak istediği bir konu varmış. Ne hakkında olduğunu hiç tahmin edemiyorum. Haftalardır onu sinirlendirecek bir şey yapmadım.” Bu söylediğine ikisi birden güldü. Babasıyla yakın bir ilişkiye sahip olmak, Nick’in hoşuna gidiyordu. Bununla birlikte babası, Nick’i, zamparalıkları, atını dörtnala koşturması veya arabasını çılgın bir hızla sürmesi hakkında kulağına gelen söylentilerden ötürü sık sık azarlamaktan geri durmazdı. Her şeyden önemlisi, Paul von Bingen, Nick’i daima mülkün yönetimine dahil etmeye çalışırdı. Nick babasının ertesi gün tartışmak istediği konunun bu olduğunu varsayıyordu. Bu, aralarında yinelenen bir konuydu. “Sanırım çiftliklerin yönetimini devralmamı is15
Danielle Steel
tiyor ama bu bana korkunç bir işmiş gibi geliyor.” “Eninde sonunda bunu yapmaya mecbur kalacaksın. Pekâlâ şimdi de başlayabilirsin,” dedi Alex makul bir şekilde. Arazilerinde hâlâ sözleşmeli kölelik sistemiyle çalışan çiftçiler vardı ve şimdi çiftliklerini az bir miktar paraya ondan kiralıyorlardı. Bu insanlar, sistemin ve yıllardır hepsini yöneten geleneklerin gerekli bir parçasıydı. Vilayette yaşayanlar, aslında modern dünyanın düzeninden oldukça uzaktı ama burada, taşrada yaşamak onlara şehirlerden uzak, sakin bir yaşam imkânı sağlıyordu. Almanya; Büyük Savaş ve Bunalım Dönemi’nin ardından beliren kaos ve ekonominin zayıflamasından beri sıkıntı içindeydi. Hitler’in yönetimi altında ekonomi iyiye gitmişti ama ülkenin sorunları bu kadarla sınırlı kalmıyordu. Hitler, Almanlara yeniden bir gurur hissi vermeye çalışıyordu, fakat ateşli konuşmaları ve aşırı heyecanlı mitingleri Alex’e ve Nick’e hitap etmiyordu. Alex, onun bir ortalık karıştırıcı olduğunu düşünüyor, fikirlerinin çoğuna güçlü bir antipati duyuyordu. Üstelik mart ayında Avusturya’yı topraklarına katmış olması hırslarının rahatsız edici bir işaretiydi. Öte yandan Hitler her ne yapıyorsa, burada, huzurlu Bavyera taşrasında onlara çok uzak görünüyordu. Aileleri yüzyıllardır bu bölgede yaşıyordu ve onlar da bir iki yüzyıl daha aynı şeyleri yapmaya devam edeceklerdi. Dünyadan izole bir hayat sürüyorlardı. İki adam için de çocuklarının ve torunlarının çocuklarının günün birinde hâlâ burada olacağını bilmek rahatlatıcıydı. 16
Rüzgârın Şarkısı
Alex ve Nick birer soylu olarak yetiştirilmiş, bunun dışında çok az şey öğrenmişlerdi. Hakkında asla konuşmadıkları ve nadiren düşündükleri devasa servetlerle kutsanmışlardı. Tamamen korunaklı bir hayatta ve dünyada çocuklarına kalacak kiracı çiftçilere, hizmetçilere ve geniş arazilere sahiplerdi. “Çiftliklerin idaresini neden şimdi devralmam gerektiğini anlamıyorum,” dedi Nick, uzun bacaklarını Duesenberg’ün içine kaydırıp arkadaşına bakarken. “Babam bir otuz yıl daha yaşayacak ve işleri benim yapıp yapabileceğimden çok daha iyi idare ediyor,” diye de açıkladı alaycı bir gülümsemeyle. “Bunu neden şimdi berbat edeyim ki? Başka şeyler yapmayı tercih ederim. Mesela yarın sabah seninle ata binmek gibi. Ama oraya gidip en azından dinliyor numarası yapmazsam babam üzülür.” Nick onun tüm söylevlerini detaylıca, ezbere biliyordu. “Utanmaz birisin,” diye azarladı Alex onu, fakat aynı zamanda Nick’in belli ettiğinden daha çok sorumluluk sahibi bir adam olduğunu biliyordu. Oğullarına harika bir babaydı ve birçok kiracı çiftçisinin evini onarmak için kendi kaynaklarını kullanarak onlara büyük yardımda bulunmuştu. İnsan olarak onları önemsiyor olmakla birlikte topraklarından ve çiftliklerinden sorumlu olmak istemiyordu. Bunu akıl almaz derecede sıkıcı buluyor ve babasının bundan zevk alıyor gibi göründüğünü düşünüyordu. Nick daha çok kendisinden şanssız durumda olanların refahıyla ilgileniyor ve vaktinin büyük bölümünü oğullarını yetiştirmekle geçiriyordu, tıpkı Alex’in Marianne’le yap17
Danielle Steel
tığı gibi. Özverili aile babaları olmak ikisinin ortak noktasıydı. Bunun, tanıdık dünyalarının geleneklerinde özel bir yeri vardı. Nick arabasını çalıştırırken, “Yarın seninle birlikte ata binemeyeceğim için üzgünüm,” dedi hayıflanarak. “Öğle yemeğinden sonra gelip şu aygırını eğitmeni izlerim.” Nick aylardır Alex’in genç Lipizzan’la çalışmasını izliyordu ve arkadaşının yeteneğine daima hayranlık duyuyordu. “Onunla hâlâ çok çalışmam lazım. Onu ocakta binicilik okuluna göndereceğime söz verdim. Yaşı geldi ama henüz hazır olduğunu düşünmüyorum.” Dört yaşındaki aygır bir hayli gayret gösteriyordu. Alex’in ona adımlarını etraflıca öğretmesini izlerken Nick asla sıkılmıyordu. Lipizzan, aldığı sonuçlardan nadiren tatmin olan mükemmeliyetçi Alex dışında kendisini izleyen herkesi Nick’e etkilediği gibi etkilerdi. Alex, “İstediğin zaman gelebilirsin,” diyerek onu davet etti. Birkaç dakika sonra Nick gösterişli bir el sallama eşliğinde arabasıyla uzaklaşıyordu. O, birkaç kilometre ilerideki arazisine yönelirken Alex, kızını ziyaret edip nasıl olduğunu görmek için malikâneye geri döndü. Marianne yatağında uzanıyordu, elinde bir kitap vardı ve sıkılmış görünüyordu. Önceki geceden daha iyi gözükse de sanki hâlâ ateşi vardı. Alex nazikçe onun alnına dokundu. Gözlerinin hâlâ donuk, burnunun hâlâ kırmızı olmasına rağmen eskisi kadar ateşi olmadığını anladığında içi rahatladı. “Nasıl hissediyorsun?” diye sordu yatakta kızının yanına otururken. 18
Rüzgârın Şarkısı
“Burada yatmak aptal gibi hissettiriyor. Avda eğlendin mi? Tazılar tilkiyi yakaladı mı?” diye sorarken Marianne’in gözleri aydınlandı. Gün boyunca hep avdakileri düşünmüştü. “Elbette. Sensiz o kadar da eğlenceli değildi ama evde kaldığın için mutluyum. Bugün hava dondurucu bir şekilde soğuktu. Şimdiden bu kadar soğuksa, zor bir kış geçireceğiz demektir.” “Güzel. Kar yağması hoşuma gidiyor.” Marianne, babasını görmekten mutluydu. “Toby bugün beni görmeye geldi.” Nick’in oğlundan söz ederken biraz canlandı. Toby sürekli onu ziyaret eder ve ona tapardı. Yıllardır ona âşıktı fakat Marianne ona küçük kardeşiymiş gibi davranırdı. Toby, ona kur yapabileceği ve Marianne’in de kendisini ciddiye alacağı günü dört gözle bekliyordu. Marianne o günün asla gelmeyeceğini biliyordu. “Burada olduğunu babasına söyleme. Biri hastalandığında Nick’in nasıl olduğunu bilirsin.” Karısı ve kızı gripten öldüğünden beri Nick, hastalık söz konusu olduğunda çok endişelenirdi ve oğulları konusunda bilhassa temkinliydi. “Satranç oynadık. Onu yendim,” dedi mutlulukla, babası kendisine gülümserken. “Ona daha iyi davranmalısın. Güneşin seninle doğup seninle battığına inanıyor.” “Bunun tek sebebi başka bir kız tanımaması.” Marianne güzelliğinden ve erkekler üzerindeki etkisinden tamamen bihaberdi. Birçok genç adam, hatta onların babaları bile son birkaç yıldır ona özlemle bakıyordu. Alex bu durumun hiçbir 19
Danielle Steel
zaman kızının başını döndürmediği için rahattı. Marianne erkeklerden çok, babası ve atlarıyla zaman geçirmekle ilgileniyordu. Kızındaki çocuksu masumiyet Alex’in kalbine dokunuyordu. Bir gün kızı evlenip başka bir yere taşınacak olursa ayrılacakları düşüncesine dayanamıyordu. Öyle olsa bile Alex, onun uzağa gitmeyeceğini biliyordu. Marianne, diğer soylu ailelerin çocuklarıyla birlikte bölgedeki okula gidiyordu. Özellikle şimdi şehirlerde ve kasabalarda çok fazla huzursuzluk ve karışıklık olduğundan üniversiteye gitmek istemiyordu. Babası Heidelberg’de bir üniversiteye gitmişti, fakat dünyadaki en güzel yer olduğunu düşündüğü taşradaki evine geri dönmenin onu her şeyden çok mutlu ettiğini hep vurgulardı. Marianne’in onunla hemfikir olması Alex’i rahatlatıyordu. Bazen onu daha büyük bir hayattan mahrum bırakmaktan suçluluk duyuyordu ama ülkedeki karışıklık düşünüldüğünde, kızının burada olması daha iyiydi. Onu güvende olduğunu bildiği bir yerde, yakınında tutmaktan hoşlanıyordu. “Akşam yemeğini alt katta seninle birlikte yiyebilir miyim baba?” diye sordu Marianne. Rengi hâlâ soluk olmasına karşılık, yataktan çıkmaya hazırdı ama Alex sert bir ifadeyle başını iki yana salladı. “Henüz o kadar iyileşmedin. Ve alt katta cereyan var. Bizim için buraya tepsi getirmelerini istedim. Marta bir iki dakika içinde tepsilerimizle burada olur. Ahırdaki yeni tayı görebilmen için sağlığına bir an önce kavuşmanı istiyorum. 20
Rüzgârın Şarkısı
Öyle güzel ki babasından bile daha iyi görünüyor. Avdan sonra Nick’i onu görmeye götürdüm. İstersen yarın gelip benim Pluto’yla çalışmamı izleyebilirsin. Durumu gayet iyi.” Babası ona son gelişmeleri anlatırken Marianne iç geçirerek yastıklarına geri gömüldü. Alex, onun iddia ettiği kadar iyi hissetmediğini görebiliyordu. Marianne neyse ki bugün dışarı çıkmamıştı. Bunu yapması delilik olurdu, fakat kızı bunu deneyecek kadar inatçıydı. Birkaç dakika sonra, tepsilerde akşam yemeklerini taşıyan Marta, hizmetkârlardan biriyle beraber içeri girdi. Alex, kızının yataktan kalkıp bir battaniyeye sarılı olarak şöminenin yanına oturmasına izin verdi, bu sırada ona avla ilgili her şeyi anlattı. Daha sonra Marianne yatağa döndüğünde yorgun görünüyordu, ama Alex onu yanağından öperken ateşinin olduğunu hissetmedi. Marianne ona tatlı bir şekilde bakarken, “İyi geceler meleğim,” dedi kızına gülümseyerek. “Senin gibi bir babam olduğu için dünyadaki en şanslı kız benim,” dedi Marianne yumuşak bir sesle ve bu sözler Alex’i adeta eritti. O da kızı için aynı şekilde hissediyordu. O sırada Marianne akşam yemeğinde babasına söylemeyi unuttuğu bir şeyi anımsadı. “Bugün radyoyu dinledim, Berlin’de bir tür miting varmış. Kararlılıkla yürüyen askerleri duyabilirdin ve kulağa bir savaşın eşiğindeymişiz gibi gelen bir sürü şarkı söylediler. Führer herkesten kendisine bağlılık yemini etmesini isteyen bir konuşma yaptı. Bu beni kor21
Danielle Steel
kuttu... Savaş olacak mı baba?” Marianne bunu sorarken çok genç ve masum görünüyordu. Hitler, Avusturya’yı işgal etmenin savaşı engelleyeceğine dair herkesi ikna etmişti. Avusturya topraklarının bu “lebensraum*” ilavesi yeterli olacaktı. Hitler’in iki ay önce askeriyeyi harekete geçirmiş olmasına rağmen Alex, “Hayır, sanmıyorum,” dedi rahatlatıcı bir şekilde. “Göründüğü kadar tehlikeli bir durum olduğunu düşünmüyorum. Hem bize burada hiçbir şey zarar veremez. İyi uykular hayatım... Tatlı rüyalar. Umarım sabaha daha iyi hissedersin. Fakat yine de birkaç gün okula gitmeyip evde kalmanı istiyorum. Ahırda bana eşlik edebilirsin.” Babası odadan ayrılırken Marianne gülümsedi. Babasının söylediklerinden sonra daha iyi hissediyordu. Akşamüzeri Führer’in konuşmasını dinlerken tüm dünya değişmek üzereymiş gibi soğuk bir ürperti hissetmişti. Hitler, radyoda böyle olacağını söylemişti. Ama Marianne babasının haklı olduğuna emindi. Liderleri, yalnızca kitleleri heyecanlandırmak ve onlara ilham vermek için o şekilde konuşuyordu. Burada, evlerindeyken bu durum onları bağlamazdı. Marianne verecekleri Noel Balosu’nu ve bunun ne kadar eğlenceli olacağını düşünerek uykuya daldı. Baloyu planlamaya başlasa iyi olurdu çünkü yalnızca iki ay kalmıştı. Ve Nick bu sene ilk kez Toby’nin de gelebileceğini söylemişti. Toby o gün ilk frakını ve silindir şapkasını edineceğini söylediğinde Mari-----------------------------------------------------* Kelime anlamı yaşam alanı olan, Almanya topraklarını genişleterek ülke sınırları içinde Almanlar için yeterli yaşam alanı sağlamayı hedefleyen, daha çok Nazi hükümeti tarafından desteklenen bir politik görüş. (ç.n.)
22
Rüzgârın Şarkısı
anne ona gülmüştü. Toby yakışıklı bir delikanlıydı ama ona göre hâlâ çocuktu. Uykuya dalarken kendini de çocuk gibi hissediyordu. Ahırdaki kömür karası Lipizzan tayını görmek için sabırsızlanıyordu. Bu taylardan birini ilk kez gördüğü zamanı hatırladı; tay beyaz olmadığı için çok şaşırmıştı. Sonra büyüdüğünde, havada dans edermiş gibi görünen diğerleri gibi güzel kar beyazı bir hayvana dönüşmüştü. Uykuya dalarken babasının Lipizzanlarını hayal ediyordu. Onlar kusursuz dünyasındaki sihirli varlıklardı. Kötü hiçbir şeyin ona ulaşamayacağı, tıpkı babasının söylediği gibi daima güvende olacağı dünyasındaki sihirli varlıklar...
23