Fotogari mayıs

Page 1

Bir Yağmur Telaşesi– İçimizden Biri “Serhat DONDURAN” – Karadeniz Foto-Edebiyat– Akılda Kalanlar – SOMA – Foto-Tarih Ödemiş Fotoğraf Gönüllüleri ücretsiz dergisidir. 2014/6 MAYIS

Fotoğraf:Levent Aybars ÖZDEMİR


“ÖFOG’lu olmak: Küçük Menderes havzasının kültürel mirasını, insan zenginliğini ve doğasını fotoğraf sanatı yoluyla anlatmak; hayatımızı sürdürdüğümüz Ödemiş'i yaşanır kılmak, fotoğraf sanatı anlamında üretmek ve paylaşarak farkındalığı artırmaktır.” Levent Aybars Özdemir

Bu sayıda…  Bir Yağmur Telaşesi  İçimizden biri “Serhat DONDURAN” Yayın Yönetmeni Harun ÖKENEL Yayın Kurulu Levent Aybars ÖZDEMİR Nezihe UZUNKOL Safiye ÖZÇELİK Harun ÖKENEL Ümmühan İNCE

 SOMA!  Foto-Edebiyat  Foto-Tarih – Henri-Cartier Bresson

Özlem ÖZULUS Feral TÜRKYILMAZ Erdal GÖKSENİN

İmtiyaz Sahibi Ödemiş Fotoğraf Gönüllüleri’dir.

 Akılda Kalanlar

 Karadeniz


“Kapkara günler” Her geçen gün daha aydınlık, daha ferah, daha mutlu, daha özgür günlere uyanmaktı tüm hayalimiz. Ama tam tersine kapkara, kömür karası günlere uyandık. Soma’da yaşanan faciayla hayatını kaybeden 301 işçimiz bu memlekette insan hayatının ne denli ucuz olduğunu acı bir tokatla vurdu yüzümüze. Unutkan bir milletiz maalesef, biz bu tokadı da, bu tokadın acısınıda unuturuz da; ya evlerine ateş düşenler! Kocasını, babasını, evladını kaybedenler, onlar nasıl unutacak! Onların karanlık madenlerine, yaşamlarına, ölümlerine ışık tutan Zonguldak’lı Madenci-Fotoğrafçı Kahraman Bekçili’nin fotoğraflarından bir nebze olsun anlamaya çalışacağız madencilerimizi. Ödemiş Fotoğraf Gönüllüleri olarak bu sayıda “yağmur” olarak belirlemiştik konumuzu ancak böylesi elim ve vahim bir olay karşısında bizde duyarsız, tepkisiz kalamazdık. Yine de “yağmur” var bu sayıda, Ümmühan İNCE’nin zarif kaleminden dökülenlerle birlikte. Ayrıca yakın dostum Emin DEMİRCİ’ye de teşekkür ediyorum bu sayıda bize yazdıklarıyla destek olduğu için. Hiç mi iyi, hiç mi güzel bir şey yok diyorsanız, var. Fotogari olarak haziran ayından itibaren TTNETKitap’la anlaştık ve dergimizi daha fazla okura ulaştırma şansımız doğdu, sayenizde…

Harun Ökenel


Soma’da hayatını kaybeden 301 Maden işçisinin acısını yaşarken size verebilecek daha mühim bir haberimiz yok!



Fotoğraf: Levent Aybars ÖZDEMİR


BİR YAĞMUR TELAŞESİ Ümmühan İNCE Hep acelem vardı. İşe gitmek üzere yine koşar adım evden çıkmıştım. Üst baş düzeltmelerim apartmanın önünde de devam ediyordu. Anahtarı çantaya koymaya çalışıp, aynı zamanda da küpeleri takmaya çalışmak gibi birbirinden bağımsız işleri yapabilme gayreti içindeydim. Halimi görenler gülümsüyordu, eminim. Üstüne bir de yağmur eklenince…

Fotoğraf: Nezihe UZUNKOL Yağmur mevsimi denemeyecek bir mevsimdeydik. Toprak kokusu bir anda bütün sokakları sardı. Uyanamamamın rehaveti, geç kalmanın telaşesi, yağmurun sürpriz ziyareti… Biraz öfkelenmedim desem yalan olur. Nerden çıkmıştı bu şimdi, hay aksi. Çantamı kafamın üstüne siper ederek köşedeki dükkânın çatı altına kadar ulaşabildim. Yalnız değilim, söylenmelerim, şikâyetlerim de her zamanki gibi benimle. Sağ olsun, sadık dostlar.

Fotoğraf: Nezihe UZUNKOL

Fotoğraf: Levent Aybars ÖZDEMİR Fotoğraf: Harun ÖKENEL


Çocukların sevinçlerini en doğal halleriyle dışa vuruşlarını izlerken aklımdan geçen bunlardı. Huysuzlanmam yerini belli belirsiz bir tebessüme bıraktı. Bizim yüz çevirdiğimiz her şeye, bütün kötülüklerimize, yok etme hırsımıza rağmen doğa merhametli yüzünü dönmüştü bize. Yağmurdan kaçar adım gidişime de kızdım bu kez. Ben bütün bu düşünce trafiği içinde dalmışken, çocukların kahkahaları ve sayıları artmış, sesleri sokağı yankılamaktaydı. Gülüşleri bana da bulaştı.

Fotoğraf: Nezihe UZUNKOL

Ben sakinleşmeye, üstümü başımı düzeltmeye çalışırken sokağın başından gelen çocukları gördüm. Boyları birbirine yakın, okul çantaları sırtlarında, mucizevî bir şeye koşar gibiydiler. Döne döne, zıplayarak, sevinç çığlıklarıyla… Avuçlarını gökyüzüne çevirmiş, damlaları yakalamak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Merhametli yağmur da çocukları incitmemek için usul usul kendini dünyamıza bırakıyordu. Hoşgörüsüz, acımasız, sevgisiz dünyamıza. Her gün kalplerimizle birlikte daha betonlaştırdığımız dünyamıza. Meşgalelerimizde boğulduğumuz, topraklarımızın çatlayan yanaklarını fark edemediğimiz; rüzgâra, yağmura, sıcağa hep şikâyet ettiğimiz dünyamıza.

Fotoğraf: Harun ÖKENEL

Fotoğraf: Nezihe UZUNKOL


Fotoğraflar: Levent Aybars ÖZDEMİR

Fotoğraf: Levent Aybars ÖZDEMİR

Saate baktığımda işe gidebilmek için daha da acele etmem gerektiğini farkettim. Ama şimdi daha sakindim. Dükkânın çatısının altından sokağa adımımı attım. Kafamın üzerinde çantamı tutmuyordum artık. Adımlarımı yavaşlattım, arada kafamı ve ellerimi gökyüzüne çevirdim. Saçlarımdan kayıp üzerime düşen damlaları hiç rahatsız etmedim, sadece hissettim.

Fotoğraf: Harun ÖKENEL

Unuttuğum güzellikleri hatırlattığı için başımı yukarı kaldırıp yağmura teşekkür ettim. Koşuşan çocukların arasından, sakince, gülümseyerek yürüdüm geçtim.

Ümmühan İNCE Fotoğraf: Nezihe UZUNKOL


www.facebook.com/fotogari

www.fotogari.com


İçimizden biri...

SERHAT DONDURAN Ödemiş’te doğdum. İlk ve Orta Öğrenimimi Ödemiş’te tamamladım. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra yine Ege Üniversitesinde Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlık eğitimimi bitirdim. Balıkesir ve Manisa illerinde çalıştıktan sonra, yolum tekrar doğup büyüdüğüm bu şehirle kesişti. Hekimlik mesleğimle birlikte yürütmeye çalıştığım fotoğrafçılık hobisi, zaman geçtikçe ayrı bir tutkuya dönüştü. Bakmaktan görmeye geçiş sürecimde yavaş yavaş geliştirmeye çalıştığım “fotoğraf farkındalığı” kavramı hem kendimi daha iyi tanımamı, hem de bu hobiye gönül veren herkesin en başta düştüğü, iyi fotoğraf için sadece iyi ekipmanın gerek ve yeter koşul olduğu önyargısını kırmamı sağladı. Ödemiş’te fotoğrafla ilgili bir grubun varlığından haberdardım. Hepsi birbirinden değerli ÖFOG üyesi arkadaşlarımla tanıştıktan sonra dersler, toplantılar, projeler ve gezilerle birlikte benim için gerçek anlamda fotoğrafla dolu günler başlamış oldu, umarım hiç bitmez.





Fotoğraflar Serhat Donduran’ın fotoğrafları arasından karma olarak seçilmiştir.


www.fotogari.com


Nice yıkımlar, ne kahırlar çekti bu eller; dayanağım bu şimşir ağacından başka tanığım var mı ki!

Ömer AKŞAHAN

Fotoğraf: Erdal Göksenin / Lübbey Köyü /Ödemiş / İzmir


SOMA İÇİN… Yazı : Emin DEMİRCİ Fotoğraflar : Kahraman BEKÇİLİ

ön safında bulunan emekçilerdir. Her ne kadar bizim ülkemizde sadece Ramazan ayında sahurlarını yaparken ya da öldüklerinde hatırlansalar da maden işçileri, işçi sınıfının şanlı tarihine adlarını belki de canları pahasına yazdırmışlardır…

Aslında nereden başlamalı, neresinden tutmalı bilmiyorum. Söylenecek çok söz var Soma için… Ama her sözün söylenmesi, başka bir sözü açığa çıkarıyor. Her sorun aslında başka bir sorunun nedeni ve bir diğerinin sonucu olarak çıkıyor karşımıza… Tüm bunların matematiksel sonucu olarak da karşımıza 301 sayısı çıkıyor. Hani ilkokuldaki öğretmenimiz herhangi bir matematik işleminden sonra sorardı ya: ‘2+3=5, ama 5 ne, elma mı, armut mu?’ diye... İşte 301, ama ne sorusunun yanıtı biraz yutkunarak ve utanarak ‘İnsan naaşı’ olarak çıkıyor ağzımızdan...

Maden işçileri, tarihsel süreç boyunca her zaman göz önünde olmuşlardır. Dünya emek tarihine bakıldığında, maden işçileri hem işçi sınıfının en çok çalışan, ezilen ve sömürülen sınıfları olmuşlardır. Hem de dünya emek mücadelesinin her zaman en

Ülkemiz kömür ve maden kelimesini hep Zonguldak ile özdeşleştirdi. Ülkemizdeki en büyük kömür rezervleri oradaydı. Zonguldak adeta kömür demekti. İşte bu yüzdendir ki Zonguldak daima emeğin ve ülkemizdeki işçi sınıfının adeta sembolü olmuştu. Fakat bununla beraber maden kazalarının ve işçi ölümlerinin de sembolüydü...

İşçinin yüzündeki kömürün karası adeta kaderine de yansıyor ve insanlar yıllarca ekmek parasını kazanabilmek için bu ölüm çukurlarına dalmaya devam ediyordu. Üstelik güvencesiz ve karın tokluğuna…



Ama bu sefer acı haber emeğin başkenti Zonguldak’tan değil, belki onun kadar popüler olmamasına rağmen yine ekmeğini toprağın altından çıkaran namuslu ve onurlu insanların yaşadığı bir Ege kentinden, Soma’dan geldi. Ve değil Türkiye, Avrupa ve hatta dünya; antik çağlarda bolluğun ve bereketin sembolü olan güzelim Ege’deki bu şirin kenti bir felaketle tanıdı.

Soma Faciası, aslında bilinen ama bilinmezlikten gelinen birçok problemin sonucudur. Dünyanın en verimli ovalarına ev sahipliği yapan güzelim Ege Bölgesi, hiçbir zaman üzerinde yaşayan insanları aç bırakmamıştır. ‘Ayağını toprağın içinde biraz fazla tut, filiz vermeye başlar!’ diye tarif eder eskiler Ege’nin bereketini. Hal böyle olunca Somalılar da topraktan çıkardılar rızıklarını yıllarca. Tütün, pamuk ve daha nicelerini yetiştirmişler yıllarca. Ancak bu yıllar içinde gelmiş geçmiş hükümetlerin yanlış tarım politikaları, kotaları bölgede tarımı bitirmiş. Ama burası Ege, çareler tükenmez Ege’de… Çünkü Ege cömerttir, Ege bonkördür, Ege’nin eli boldur… Toprağın üstü kar etmeyince, altına girdiler insanlar yine rızıklarını çıkarmaya… Ama toprağın üstünün ırzına geçen kapitalizm, sizce altını bırakır mıydı?

Madenlerdeki süreç aslında özelleştirmeyle başladı. Özel şirketler devletin elindeki madenleri alarak çalıştırmaya başladılar. Madenleri alan şirketler taşeronlaştırma yoluyla madenlere modern kölelik düzenini getirdiler. Elbette ki kömürün maliyeti düştü.


Düştü düşmesine de bedeli ne oldu? Aç kalmak istemeyen bu insanlar bu ölüm çukurlarına karın tokluğuna sistem tarafından itildiler. İşçinin yanında olması gereken sendikalar zaten 12 Eylül’den sonra iyice zayıflamışlardı. İşçinin yüzü ne kadar karardıysa, sendika da o kadar sarılaştı..İşçi toprağın altında ne kadar çok ezildiyse, onlar, lüks otellerin lobilerinde işverenle birlikte taze ve temiz olan işçi kanını içtiler yıllarca…Denetimden sorumlu olan devlet ise madenden çok işverenin tutumunu denetlemek meşguldü..Biat ediyor mu, etmiyor mu?

Sonuç mu? Soma’da 301 madenci hayatını kaybetti. 432 çocuk babasız kaldı. Kadınlar aynı anda eşlerini ve kardeşlerini kaybettiler. Bizler ise yine yaşıyoruz ve yaşayacağız. Yine soğuk kış gecelerinde Soma kömürü yakıp ısınmaya devam edeceğiz. Unutacağız belki hatırlamayacağız bile… Ama Soma’daki faciada babasını kaybeden bir çocuk soğuk bir kış gecesinde sobanın yanında otururken ısınabilecek mi? Belki de Nazım yıllar önce söylenmesi gereken her şeyi söylemiştir, ne dersiniz? ‘’…

Ve sistem patladı… Hem de ne patlama.

Ve bu dünyada, bu zulüm

Kulakları delip geçip, vicdanları sızlatan bir patlamayla patladı Soma…

senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, — demeğe de dilim varmıyor ama — kabahatin çoğu senin, canım kardeşim! ‘’

Emin DEMİRCİ 25.05.2014 Denizli


Fotoğraflar: Kahraman BEKÇİLİ 1986 Zonguldak doğumluyum. Fotoğrafa ilgim amatörce ortaokuldayken başladı. Babam yurtdışından geldikten sonra Bursa’ya yerleştik hemen arkadaş çevresi edinemedim ve tek başıma kompakt makineyle fotoğrafa daha fazla sarıldım. Askerdeyken devamlı arkadaşlarımın fotoğrafını çekerdim. Asker dönüşünden sonra kendime profesyonel bir makine aldım. Kendim bir şeyler yapmaya çalıştım babam emekli olduktan sonra Zonguldak’a geri yerleştik. Ben Türkiye taşkömüründe işe başladım hala kamuda işçi statüsünde çalışıyorum. Çeşitli Ulusal ve uluslararası yarışmalarda dereceye girdim. Zaman zaman madenci sergisi yapmadığım için eleştiriliyorum 6 yıldır madencileri fotoğraflıyorum. Çektikten sonra depoladığım o kadar çok fotoğraf var ki ben bile sayısını kestiremiyorum. Bende daha önce yeraltında çalıştığım için o ortamı biliyorum. İki gün gelip kararmış madenci yüzü çekip biz emekten iyi anlıyoruz diyenler gibi yapmaktansa yapacağım işin bu insanlara bir yarar getireceğini anladığım anda fotoğraf sergimi ortaya çıkaracağım.

Ödemiş Fotoğraf Gönüllüleri olarak Soma’daki maden kazasında hayatını kaybeden tüm işçilerimize Allah’tan rahmet, geride kalan ailelerine sabır diliyoruz.


www.ofogder.com


Daha çocukluğunda sahip olduğu Brownie marka fotoğraf makinesiyle fotoğrafçılığa adım atan Cartier-Bresson, profesyonel anlamda fotoğrafçılıkla 1930'dan sonra ilgilenmeye başladı. 1931 yılında yanında az bir parayla Afrika'ya gitti ve orada ormanda yaşadıklarını belgeledi. Ancak karasu hummasına yakalanınca Fransa'ya dönmek zorunda kaldı. 1933'te ilk 35 mm'lik Leica'sını aldı. 1937 yılında Ratna Mohini'yle evlendi. Aynı yıl İspanya İç Savaşı'nı konu alan bir belgesel yaptı. Sinemaya olan ilgisiyle birlikte 1936-1939 yılları arasında yönetmen Jean Renoir'ın asistanlığını yaptı ve Une Partie de Compagne (Bir Kır Gezisi) ile La Régle de Jeu (Oyunun Kuralı) adlı filmlerde bulundu.

Henri Cartier-Bresson (d. 22 Ağustos 1908 – ö. 3 Ağustos 2004), Fransız fotoğrafçı. Belge fotoğrafçılığının önemli isimlerinden biri. Paris'te küçük bir köyde dünyaya geldi ve öğrenimini burada yaptı. 1927-1928 yılları arasında Paris'te kübist ressam André Lhote ile birlikte çalıştı. Onun da etkisiyle resme ilgi duydu ve 1929 yılında Cambridge'e giderek resim ve edebiyat öğrenimi gördü.


Fotoğrafları 1933'te New York'ta Julien Levy Galerisi'nde, 1947'de Modern Sanatlar Müzesi'nde sergilendi. Aynı yıl fotoğrafçı Robert Capa ve David Seymour'la birlikte Magnum Photos adlı fotoğraf ajansını kurdu. Daha sonraki yıllarda çeşitli yerlerde bulundu; Hindistan, Endonezya, Çin ve Mısır gibi. Buralarda ve Avrupa'da çektiği fotoğrafları 1952-1956 yılları arasında yayımladığı kitaplarında kullandı. Bunlardan en ünlüsü Images à la Sauvette 'te fotoğrafın anlamı ve tekniği üzerine kapsamlı düşüncelerine yer verdi. Bu kitaplar daha sonraları Cartier-Bresson'un fotoğraf ustası olarak anılmasına yardımcı oldu.

1940'ta II. Dünya Savaşı sırasında askerlik yaptı ve Almanlara esir düştü ancak 1943 yılında kaçmayı başardı ve Almanların geri çekilmesini görüntülemekle görevli bir Fransız yeraltı örgütüne katıldı. 1945 yılında sürgünlerin Fransa'ya dönüşünü anlatan Le Retour (Dönüş) adlı filmi çekti.

*Bu sayfadaki bilgiler internet ansiklopedisi vikipedi’den alınmıştır. tr.wikipedia.org/wiki/Henri_Cartier_Bresson


Fotoğraflar: Ayşe Hülya ÖZDEMİR


Fotoğraflar: Bülent DURTAŞ


Fotoğraf: Bülent DURTAŞ


Fotoğraf: Feral TÜRKYILMAZ

Fotoğraf: Erdem BOYACI


Fotoğraflar: Hakan SELÇUK


Fotoğraf: Hakan SELÇUK


Fotoğraf: Levent Aybars ÖZDEMİR


Fotoğraf: Muzaffer İNANÇ

Köşemizde yer alan fotoğraflar Nisan ayı içerisinde ÖFOG facebook grubuna yüklenen fotoğraflar arasından Safiye ÖZÇELİK tarafından seçilmiştir.

https://www.facebook.com/groups/ofog.35/


EFULİM

de oldu. İnsanla ilişki kurduğumuz,

oluyorsunuz. Mizah anlayışları çok

nereyi

yüksek, keskin zekâlı insanlar.

istersek

mekânın

ruhuna

orada

durup,

dokunabildiğimiz

Karadeniz’e 2012 ve 2013 yıllarında

zamanlardı.

olmak üzere iki defa gittim.

Yollarından

İlk ziyaretimin başlangıç tarihi olan

içmedik sadece, memleket halleri

insanlarla

8 Ağustos 2012 kişisel tarihime

üzerinde

yüzümüze kocaman bir tebessümün

benim

hiçbir okul yoktu ki bir vatandaş

genetik

kucaklaştığım

mirasımla

gün

olarak

geçmedik,

sularından

malumatlandık.

Misal;

tarafından yaptırılmış olmasın.. Bu

geçirilebilir. Zira köklerimi bulmaya

durum

gitmiştim.

zenginliğinden öte, devletin burada

İkincisi Eylül 2013’de gerçekleşti.

ne

Bu

tur

bölgeye elini uzatmada ne kadar

şirketinin program içine dâhil olan

hasis kaldığının göstergesiydi. Ama

bir yerli turisttim. Tenzil-i rütbe

öyle mümbit topraklar ve öyle gönlü

gibi bir durum oldu bu. Benim için

bol insanlar ki, kendilerine sırtını

tabi. Seyyahlıkta renkli bir ruh,

dönen devlete küsmemiş. Bir o kadar

sarmal bir kişilik, çokça hikâye ve

şehit

ciddi bir tortu vardır geriye kalan.

sokaklarda.

Turistlik öyle mi? Olsa olsa bir

Hepimizin

bildiği

tomar fotoğraf kalır geriye. İçinde

Karadeniz

insanının

sen

olmak

defa

ilkinin

varsındır

aksine

ama

bir

var

olduğun

mekâna ait değilsindir.

planları

içinde

illaki

bir

"Karadeniz Turu" mevcuttur. Gidip de dönenler yeşilini anlatır, havasını, suyunu.. Gidip de cismen dönüp, ruhen

dönemeyen

bendenizin

hissettikleri bunların çok ötesinde ve

derininde

öğrenmişliğin

oldu. ve

Yılların,

tüketmişliğin

vermiş olduğu sıkıntıyı alt ettim orada. yeniden

Seneler bir

insanının

kadar

"yok"

ismi

olduğunun,

gördük,

zorunda

gönül

anında

sıkılmadığımız,

konuştuğumuz

her

an

yerleştiği günlerdi. İzmir’den Trabzon’a sürekli uçuşlar mevcut.

Yani ulaşım son derece

kolay. İki geziyi hercümerç ederek yazdığım

ve

görülecek

çok

yer

olduğu için kronolojik bir hikâye anlatmayacağım. Görülmesi gereken yerleri yazacağım.

köprülerde,

pratik

zekâlı

neden kaldığını,

böyle bu

coğrafyayı gören her akıl anlar.

Size iki geziden geriye kalanları bir araya getirerek anlatacağım. Bu memlekette yaşayan herkesin gezi

yöre

Hiçbir

sonra yerlere

ilk

defa

gitmenin

heyecanını yaşamaya başladım. Daha başlangıçta bunun "turistik, yüzeysel, Japon turistin fotoğrafla imtihanı tadında" bir gezi olmamasını temenni ediyordum. İstediğim gibi

Zorlu

coğrafi

sürekli

koşullar

çözüm

ve iklim,

üretmek

zorunda

bırakmış insanları. Söylenmemişler, ağlamamışlar, Karşılarını Bunu

şikâyet

çıkan

etmemişler.

engeli

yaparken

aşmışlar.

koşullara

uygun,

doğayla iç içe çözümler üretmişler. Meslek icabı çok köy görmüş bir insan

olarak

kesin

bir

yapabileceğim bir başka tespit de şimdiye kadar gördüğüm en temiz köylerle karşılaşmış olmamdı. Çer, çöp, hayvan pisliği ..hiçbiri yoktu. Tertemizdi. Yaylalara çıktık, ıssız yollardan

geçtik

ama

nedense

insanda

güvenlik

endişesi

yaratmayan

bir

gördüm.

ortam

AYASOFYA MÜZESİ

dille

İnsanından kaynaklanan bir hal bu. Mesafeli olamayacağınız insanların diyarı burası. Anında kırk yıllık tanış

Trabzon Ayasofya müzecami..Önceleri kilise, sonraları cami olan, Cumhuriyet Döneminde müze haline getirilen yapının bir kısmı, 2013 yılında tekrar Cami haline getirilmiş.


TRABZON BOZTEPE Trabzon’u kuşbakışı izlerken semaverden nefis çayınızı yudumlayabileceğiniz Boztepe. Karadeniz’de şehri tepeden izleyen mekânlara zannediyorum “Boztepe” ismini koyma geleneği var. Zira benzer bir mekâna Ordu’da da gideceğiz

UZUNGÖL Çaylara ilçesine bağlı köy hakkında uzun söze gerek yok sanırım. Son yıllarda herkesin kafasındaki klişe Karadeniz fotoğrafı sanırım Uzungöl ve beyaz bir camii siluetidir. Naçizane bendenizin tüm turistik mekânlara irrite olmak gibi küçük bir defosu bulunduğundan açıkçası hafif bir endişe ile gittim Uzungöl'e. Hele ki öncesinde Arap turistlerin burayı mesken tuttuğu bilgisi ciğerimi acıtmıştı. Ancak ilk gittiğimde Ramazan nedeniyle gerek Arapların, gerekse yerli turistlerin bu cennet mekândan ellerinini ayaklarını çekmiş olmaları ve biz oraya ulaştığımızda var olan güneşin, hemen sonra bulutların ardında kaybolması neşemi yerine getirdi. Şahane bir hava var. Hafiften tüylerinizi ürperten ama üşütmeyen bir serinlik…

ATATÜRK KÖŞKÜ. Bu köşke hayran olmamak mümkün değil. İnce bir zevkin her köşesinde hissedildiği mekân bahçesiyle de unutulmaz. Mustafa Kemal vasiyetnamesini burada yazmıştır.


SÜMELA Sümela malum. Uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ancak asıl şahane olanın manastırın kendisinden çok LUSTRA VE KARİSTER 1090 m yükseklikteki Uzungöl’den minibüslerle tehlikeli bir yoldan Lustra ve Karaster Yaylalarına çıkılıyor. Ama bu tehlikeyi göze almaya değer. Tırmandıkça sis artıyor. Ama bu durum zihnimize kazınan fotoğrafları masalsı ve unutulmaz kılıyor.

Yaylada bize ikram edilen süt içimizi ısıtıyor.

tabiat olduğunu düşündüğümü itiraf etmem lazım. Gerek araba ile tırmanırken etraftaki manzara gerekse, kısa süren patika yol şahane…


Fırtına Vadisi Görmeden ölmeyin… Türkiye’de yaşayıp da burayı görmeyen, bir gece olsun burada uyumayan çok büyük kayıptadır. Sabah çok erken kalkıp, dere boyu yürüyün ve dönüşte bir fırından alacağınız sıcak ekmeğe nefis tereyağını katık edin... Derenin uğuldayan şarkısı hala kulaklarımda…

AYDER YAYLASI "İsviçre, Alpler" diyen özür dilerim ama halt etmiş.. Burayı kışın göresim var. Kainatın (varsa) ruhuna üflemiş olayım bu isteği.


ARTVIN BORÇKA KARAGÖL

ORDU-BOZTEPE Ordunun tüm güzelliğiyle ayaklarınıza serildiği tepe. Yemeğinizi yiyip, çayınızı yudumlarken dünyanın gamını Bütün bu süreçte benim için en güzel sürpriz burası oldu. “Ölürsem beni

unutabileceğiniz mekana teleferikle de ulaşmak mümkün.

buraya gömün, ruhum huzur içinde sonsuzluğa uzansın” diyebileceğim tek yer. Yine bir masal atmosferi, dağın başında saklı bir cennet. Ama kimse gitmesin, görmesin, kirletmesin Ayder'den ayrılıyor. Zilkaleye doğru

diyecek kadar da kıskancım burası

yola çıkıyoruz. Bu coğrafyada böyle

hususunda.

bir yapıdan habersiziz. Zilkale, Rize’ye bağlı Çamlıhemşin ilçesinin 12 km güneyinde, Fırtına Vadisindeki bir geçide hâkim, yüksekçe bir tepe üzerinde (dere yatağından 100 m denizden 750 metre yükseklikte) konumlanmış 8 burç ve bir gözetleme kulesinden oluşan, savunma hendeği durumundaki Zil deresine merdivenle inilen, bir kale olup, kesin yapım tarihi bilinmiyor. Filmgrofik bir görüntüsü olduğu kesin. Uzaktan Masal şatolarına benziyor.

RİZE-ZİRAAT PARKI Kent merkezine yakın ve hâkim bir

Safiye ÖZÇELİK

tepe üzerinde kurulmuş Rize Ziraat Parkı’na (Botanik Çay Bahçesi) yürüyerek ulaşmak, mümkün. Rize'yi tepeden seyretmeye elverişli, şahane manzaralı bir çay bahçesi. Çay bahçesinde, botanik ekosistemi korumak için onlarca çeşit ağaç ve çiçek bulunmaktadır. Ayrıca bölgede yetişmeyen bitkilerle çayın nasıl üretildiği, buradaki mikro çay üretim tesisinde görülebiliyor.

Yazının devamı Haziran Sayısında…


Bitmeden…

Fotoğraf: Harun ÖKENEL



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.