Şarkiyatçılık - Edward W. Said

Page 1

T.C. AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ

SOSYOLOJİ SEMİNERİ I KİTAP SUNUMU

ŞARKİYATÇILIK - EDWARD W. SAİD

HAZIRLAYAN MERVE SERT 110110039

DANIŞMAN: Öğr. Gör. OSMAN METİN

Afyonkarahisar Güz 2013


1- Kitabın Künyesi

Kitabın Adı: Şarkiyatçılık Yazar: Edward Wadie Said Yayınevi: Metis Yayınları Yılı: 1999 Şehir: İstanbul Sayfa: 412

1-

Yazarın Biyografisi / Yazar Hakkında Bilgi ve diğer eserleri

Edward Wadie Said Kudüs doğumlu olan Edward W. Said(1935-2003) Kahire Victoria Kolejinde, Massachusetts Mount Hermon School’da ve Princeton ile Harvard Üniversitelerinde eğitim gördü. 1963’te n itibaren Colombia Üniversitesi’nde İngilizce ve karşılaştırmalı edebiyat dersleri verdi. 1974’de Harvard’da Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümünde konuk öğretim üyesi olarak 1975-76’da Stanford Davranış Bilimleri İleri Araştırmalar Merkezinde burslu araştırmacı olarak, 1979’da da Johns Hopkins Üniversitesinde Beşeri Bilimler Bölümünde konuk öğretim üyesi olarak bulundu. Arab Studies Quarterly’de editörlük yaptı; New York’taki Dış İlişkiler Konseyi,Amerikan Sanatlar Akademisi ve PEN yönetim kurulu üyeliklerini yürüttü. 1976 ‘da Harvard Üniversitesi Bowdoin Ödülünü 1994’te de Lionel Trilling Ödülünü aldı. Kitapları arasında, Joseph Conrad and the Fiction of Autobiography; The Question of Palestine ;The World ,The Text and The Critic; Medyada İslam; After the Last Sky; Kültür ve Emperyalizm; Entelektüel; Hümanizm ve Demokratik Eleştiri; Geç Dönem Üslubu; Kış Ruhu; Başlangıçlar: Niyet ve Yöntem ve bir otobiyografi olan Yersiz Yurtsuz sayılabilir. Kaynak: Şarkiyatçılık kitabından alınmıştır.


3-Genel Hatları ile Kitabın İçindekileri Teşekkür Giriş Birinci Bölüm: Şarkiyatçılığın Etkinlik Alanı I. Şarklıyı Bilmek II. İmgesel Coğrafya ve Temsil Biçimleri: Şark'ın Şarklaştırılması III. Tasarılar IV. Bunalım İkinci Bölüm: Şarkiyatçı Yapılar ve Yeniden Yapılandırmalar I. Yeniden Çizilen Sınırlar, Yeniden Tanımlanan Meseleler, Dünyevileşen Din II. Silvestre de Sacy ve Ernest Renan: Akılcı Antropoloji ile Filoloji Laboratuvarı III. Şark'ta İkamet ve Araştırmacılık: Sözlükbilim ile İmgelemin Gerekleri IV. Hacılar ve Hacılık, İngilizler ile Fransızlar Üçüncü Bölüm: Bugünkü Şarkiyatçılık I. Örtük ve Açık Şarkiyatçılık II. Biçem, Uzmanlık, Tasavvur: Şarkiyatçılığın Dünyeviliği III. Modern İngiliz-Fransız Şarkiyatçılığının Olgunluk Çağı IV. Son Evre 1995 Baskısına Sonsöz Notlar Dizin 2- Kitabın Anahatlarına Göre Anlatımı / Özeti Giriş Avrupalılar Şark için neredeyse tümden Avrupa'ya özgü bir buluş olarak bakmışlardır. Amerikalılar Şark için aynı şeyi hissetmeyecektir; onlar Şark için Uzakdoğu’yla bağlantılıdır. Amerikalılardan farklı olarak Fransızlar İngilizlerin yazarın diyeceği köklü bir gelenekleri Şark’la uzlaşma biçimleri vardır. Şark Avrupa’nın (ya da Batı’nın )tanımlanmasına yardımcı olmuştur. Şark, Avrupa’nın maddi uygarlığı ile kültürünün bütünleyici bir parçasıdır. Şarkiyatçılık bu bütünleyici parçayı, kültür, hatta ideoloji düzleminde bir söylem biçimi olarak dile getirir, temsil eder. Amerika’nın Şark anlayışının ise tersine, Avrupa’nın Şark anlayışınınki gibi bir düşünsel yoğunluğu olmayacaktır. Amerika’nın Yakındoğu’daki (Ortadoğu’daki) yaygın siyasal iktisadi etkinliği, Şark anlayışına önemli ölçüde damga vurmuştur. Şarkiyatçılık en kabul gören nitelemeye göre, akademik bir şeydir. Şark hakkında yazan,ders veren ya da Şark’ı araştıran kişi Şarkiyatçıdır,yaptığı iş de Şarkiyatçılıktır. Şarkiyatçılığın akademik gelenekle bağlantılı daha genel anlamı da vardır. Şarkiyat, “Şark” ile “Garp” arasındaki ontolojik ve epistemolojik ayrıma dayanan bir düşünme biçemidir. Şarkiyatçılığın tarihsel, daha somut bir tanım ele almak gerekir. Şark’a egemen olmakta, Şark’ı yeniden yapılandırmakta, Şark üzerinde yetke kurmakta kullanılan bir Batı biçemi olarak


incelenebilir, çözümlenebilir. Yazarın burada savı şu; Şarkiyatçılık bir söylem olarak incelenmedikçe, Aydınlanma sonrasında Avrupa kültürünün Şark’ı siyasal, sosyolojik, askeri, ideolojik, bilimsel olarak çekip çevirebilmesini sağlayan o müthiş sistemli disiplinin anlaşılması olanaksızdır. Dahası Şark’a ilişkin yazan, düşünen, bu işleri Şarkiyatçılığın düşünceyle eleme dayattığı sınırlamaları hesaba katmaksızın yapamazdı. Kısaca Şark, Şarkiyatçılık yüzünden bağımsız bir düşünme ya da eyleme nesne olamadı. Yazara göre Şark hareketsiz bir doğa olgusu değildir. Burada Vico’nun dediği gibi insanın kendi tarihini yaptığı gözleminden hareketle coğrafyaya uygulamak gerekir. Tarihsel varlıklar bir yana coğrafi ve kültürel varlıklarda insan yapımıdır. Dolayısıyla Batı kadar Şark da kendisine gerçeklik kazandıran bir tarih bir düşünme geleneğine, ortak imge ve sözcük dağarcığı geleneğine sahip bir fikirdir. Böylelikle bu iki coğrafi varlık birbirini destekler bir ölçüde birbirini yansıtır.Bununla alakalı birkaç belirleme yapmak gerekir; Şark aslında gerçekte karşılığı olamayan sonradan yaratılan ya da fikir değildir. Mekanları Doğu’da olup da yaşamlarıyla, tarihleriyle, gelenekleriyle Batı’da haklarında söylenenleri aşacak kültürler, uluslar vardı; hala da var.İkinci bir belirleme ise fikirler, kültürler ve tarihlerin gerçekten anlaşılması ve araştırılabilmesi için bunların iktidar yapılarının incelenmesi gerekir. Garp ile Şark arasındaki ilişki bir iktidar ,egemenlik ilişkisidir, derecesi değişen bir hakimiyet ilişkisidir. Üçüncü belirlemede Şarkiyatçılığın yapısının, yalanlarla, söylenenlerle kurulmuş bir yapı olduğu sanılmamalıdır. Şarkiyatçılık, Şark’la alakalı bir Avrupalı hayali değildir, yıllardır parasal yatırımların yapıldığı kuram ve uygulama bütünüdür. Şarkiyatçılık , kültür , araştırmalar ya da kurumlar tarafından yansıtılan siyasal bir konu değildir;Şark hakkındaki yazılan metinlerden oluşan metinler yığını da değildir; Şark “Batı” emperyalizmi tezgahının temsilcisi de değildir.Şarkiyatçılık modern siyasal –düşünsel kültürün sadece temsilcisi değil, önemli bir boyutudur ve biçim ile Şark’tan çok “bizim” dünyamızla ilgilidir.Şarkiyatçılığın temel koşulu dışsallaştırmadır. Şarkiyatçının Şark’ın gizemlerini Batı için, Batı’ya anlaşılır kılmaktır. BİRİNCİ BÖLÜM Şarkiyatçılığın Etkinlik Alanı Ι.Şarklıyı Bilmek Arthur James Balfour’a göre bilgi bir uygarlığı doğuştan yükselişine sonrada çöküşüne kadar incelemektir. Balfour kesinlikle İngilizlerin üstünlüğü ya da Mısırlıların aşağı konumunu kabul etmez. Balfour : İngiltere Mısır’ı biliyor İngiltere Mısır’ın kendi kendini yönetmediğinin farkında ve Mısır’ı işgal ederek bunu somut hale getiriyor. Mısırlılar için Mısır İngiltere’nin işgal ettiği ve yönettiği bir şey haline geliyor. Balfour bir nevi Şarklılar adına konuşuyor. Şarklılara sorulsa yanıt verebilseler kendilerinin bağımlı bir ırk olduğunu, onlar için her şeyin uygun olduğunu kendilerinden daha iyi bilen bir ırkın egemenliğinde olduklarını söylerler. İngiltere’nin Mısır’ı işgal ettiği zamanlarda İngiltere’nin Mısır’daki Temsilcisi Cromer Lordu Mısır’da yaptıklarından ötürü belli bir maddi destek verilmiştir. Cromer Mısır’a yaptıklarıyla toplumsal ve ekonomik alanda en alt basamaktan Şark ulusların içerisinde en üste taşımıştır. Burada asıl önemli olan Şark ülkesi üzerindeki Batı egemenliğidir. İngiltere’nin Mısır ülkesindeki işgali bu işgal sonrası gelen Mısır’ın Şark uygarlığı karşısındaki yükselişi, araştırmalar, misyonerler, iş adamlarından, askerlerden, öğretmenlerden, yükselişi yönlendiren kimi zaman bunun için Mısır’ı buna zorlayan Cromer ve Balfour gibi yüksek görevlilerden


oluşan bir himaye söz konusu olmuştur. İngiltere’nin Mısır’daki başarısına bakıldığında hiçte anlaşılmayan akıl almaz bir şey değildir. Balfour’un Şark uygarlığı hakkındaki görüşleri Cromer’in Mısır’daki günlük işlerin idare edilişindeki bir kurama göre yönetiliyordu. Yirminci yüzyılın ilk on yılında bu kuramın iyi hatta çok iyi işlemesiydi. Bu yüzyıllarda var olan bir görüş vardır. Bu görüş ise; bir Batılılar bir de Şarklılar vardır. Batılılar egemendir, Şarklılar da birinin egemen olması gerekir. Balfour ve Cromer’in böyle düşünmesi kişisel kötülüklerinin göstergesi değil bu daha çok genel bir öğretinin tüm toplumlarda uygun ve geçerli hale geldiğinin göstergesidir. Cromer, Balfour’dan farklı olarak Şarklılara bağımlı ırk demiştir. Cromer’e göre Şarklıların koşulları başka yerlerde değişse bile Şarklılar neredeyse her yerde aynı şekilde çekip çevrilmektedir. Bu Şarklıların hemen her yerde aynı olmasından kaynaklanmaktadır. Cromer için Şarklılar her zaman İngiliz sömürgelerinde yönetilen insan malzemesidir. Balfour ve Cromer Şark İle Avrupa arasındaki farkı dile getirmek için terimler kullanmışlardır. Şarklıyı mantıksız, ahlaksız, çocuksuz olarak nitelendirirken Avrupalıyı aklı başında erdemli , olgun olarak dile getirmişlerdir. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıl boyunca Batı’da Şark ile Şarktaki her şeyin Batı’nın tüm ıslah edici çalışmalarına gereksinim duyduğu kanaatine varıldı. Bu yıllarda Balfour ve Cromer gibi düşünenlerin sözlerini bu şekilde dile getirmelerinin bir nedeni vardır. Bu ve bunun gibi kişiler on dokuzuncu yüzyıl Şarkiyatçılığından daha eskiye dayanan bir Şarkiyatçılık geleneği tarafından mecazlarla doldurulmuş olmalarıdır. Şarkiyatçılığın kurumları ile ilerleme dönemi Avrupa’nın yayılma dönemiyle çakışır. Tüm kıtalar Avrupa’nın yayılımından nasiplerini aldılar. En büyük iki imparatorluk İngilizler ve Fransızlar olmuşlardır. Kimi zaman çıkarlarına uygun aynı safta yer alırken kimi zaman düşmanca rekabete girmişlerdir. Bu iki imparatorluğun Şark’ta, sömürgede, etki alanlarında birbirine komşuydu. Sonunda her iki imparatorluk toprak, kazanç ve yönetimi paylaştılar. Yalnız burada paylaşılan tek bunlar değildi. Şarkiyatçılık denilen düşüncede paylaşıldı. Modern Şarkiyatçılığın başladığı dönem olarak on sekizinci yüzyıl sonu ile on dokuzuncu yüzyılın başıdır. Şarkiyatçı düşünceler on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl boyunca farklı kalıplara girdi. Bir Şark Rönesansı ortaya çıkmıştır. Birdenbire çok farklı türden düşünürlerde, siyasetçilerde Şark’a dair yeni bir bilinç doğdu. Yazara göre bu bilinç Napolyon’un Mısır’ın işgaliyle birlikte oluştu. Napolyon işgaliyle birlikte Batı gibi Şark da modernleşti. Birçok doğa ve toplum bilim gibi Şarkiyatçılığın da araştırma alanları, kendi bilgi kuramları, kendi kurumsallaşması vardı. On dokuzuncu yüzyılda hem Şarkiyatçılığın saygınlığı hem de Asya Derneği, Kraliyet Asya Derneği, Alman Şark Derneği, Amerikan Şark Derneği gibi kurumsallaşmaların ünü ve etkisi olağanüstü şekilde artış göstermiştir. Ne yazık ki Şarkiyatçılık Şark’a ilişkin düşünceye sınırlar dayattığı için bu kurumların çok azı özgürce var olup özgürce geliştiler. Balfour ve Cromer gibi kullanılan kategoriler (Şarklı ile Batılı) ayrımı kutuplaştırmaya Şarklının daha Şarklı Batılının daha Batılı hale gelmesine neden oldu. Bu sadece Batı ile Şarklıyı sınırlandırmak demek değildir, farklı toplumlar arasındaki insanın temasları da sınırlandırmıştır. Kissinger, Cromer’den farklı olarak dünyayı gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler diye ikiye ayırır. Kissingen’in ölçütü, gelişmekte olan ülkelerde yaşanmayan Newton devrimidir. Kissinger’in ayrımı Şarklıları Batılılardan ayıran Şarkiyatçıların geleneksel ayrımıyla aynıdır.


ΙΙ.İmgesel Coğrafya ve Temsil Biçimleri:Şark’ın Şarklaştırılması Şarkiyatçılık kesin bir ifadeyle akademik bir çalışma alanıdır. Şarkiyatçılık 1312’de Viyana’da toplanan Kilise Şûrasının “Paris, Oxford, Bologna, Avignon, Salamanca” üniversitelerinde “Arapça, İbranice, Yunanca ve Süryanice” kürsülerinin kurulmasını kararlaştırmasıyla birlikte başladığı kabul edilir. Şarkiyatçılık söz konusu olduğunda, akademik araştırmaya dayalı ihtisası bir coğrafi “alan” terimiyle dile getirmek gerekir. Şarkiyatçılığın özel, hatta kısmen de aykırı tutumu gözle görülür haldedir. Çünkü birçok bilgi dalı sadece bir noktaya işaret ederken, Şarkiyatçılık bütüncül bir coğrafi konumu ele alır. Bir akademik disiplin olarak Şarkiyatçılığın tarihsel gelişimindeki, daha seçici olmak değil etkinlik alanını daha geniş kılmaktı. On sekizinci yüzyıl ortalarına kadar Şarkiyatçılar genellikle Kutsal Kitap araştırmaları, Sami dilleri incelemesi yapmışlardır. On dokuzuncu yüzyıl ortalarına gelindiğinde Şarkiyatçılık hayal edilebilecek en zengin bilgi hazinesi olmuştur. Bu dönemde ortaya çıkan önemli düşünürlerden biri Raymond Schwab’tır. Eseri Şark Rönesansı ve 1765-1850 yıllarını kapsar. Schwap’a göre “Şarklı” Asya’ya özgün egzotik, gizemli, derinlikli olan şeylerin amatörce ya da profesyonelce dile getirilmesidir. Tıpkı Avrupa’da Rönesans döneminde eski Yunan ve Latin uygarlıkları karşısında duyulan heyecanın bir benzeridir. Tarih ile coğrafya hakkındaki tüm bilgimizin öncelikle imgesel olduğunu iddia etmek gereksizdir. Unutmayalım ki, olgusal tarih ile olgusal coğrafyada mevcuttur. Şark’ı Batı’dan ayıran, temel motifler var olmuştur. Asya ve Avrupa arasına bir hat çekilir. Avrupa’ya güçlü, dillendirilen, Asya bozguna uğrayan, uzakta ve belirsiz olandır.Diğer bir motif ise “Batı’ya sızan tehlike olarak Şark” motifidir.Doğu ile Batı arasındaki farkın simgesi “sertlik” tir. ΙΙΙ.Tasarılar Şarkiyatçılık, Batı’nın Şark’a yaklaşımını betimlemek için kullanılan bir tür terimdir. Şarkiyatçılık, tarihin büyük bir kısmında, Avrupa’nın İslam karşısında sorunlu tutumunu yaşadı. Bu bölümde Şarkiyatçılığın bu hassas noktasında durulmaktadır. İslam birçok noktada gerçek bir kışkırtıcıydı. Coğrafya ve kültür bakımından Hıristiyanlığa çok yakındır. İslam topraklarının kutsal topraklarla bitişik oluşu, hatta kutsal toprakları da kapsaması, İslam’ın etki alanının merkezi Avrupa’ya yakın oluşu Avrupa için hep bir tedirginlik taşımıştır. İslam’ın Roma’yı gölgede bırakması, üstün gelmesi hiçbir Avrupalının zihninden silinmiş değildir. Napolyon’un 1798 Mısır istilası ile Suriye akını, modern Şarkiyatçılık tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Napolyon’dan önceki tüm Şarkiyatçılar tasarıların başarılı olabilmesi için Şark hakkında önceden yapılan bir çalışma olduğu için Şark hakkında yapacakları çalışmanın ne olduğunu, ancak Şark’a gittikten sonra öğrendiler. Oysa Napolyon Mısırın tümünü almak istemiştir. Bunun üç nedeni vardır; birincisi, İngiltere’nin tehdit edici bir güç olması, askeri başarısı Napolyon’un şanını sürdürmek için başka bir alternatif bırakmamıştır. İkincisi, küçüklüğünden itibaren Şark’ın Napolyon’ a çekici gelmesi. Çünkü, strateji, tarih düzlemlerinde ve metinsel düzlemde, hakkında bir şeyler okunan yer olarak görüyordu Mısır’ı. Tüm bunlardan


önemli olan, Napolyon için Mısır önce zihinde aktarılmış düşünceler ve deneyimler aracılığıyla gerçeklik kazanan bir tasarı olmasıydı.

IV.Bunalım İnsanların içinde yaşadıkları kaynaşan, belirsiz, sorunlarla yüklü kargaşanın, kitapların söylediklerine dayanılarak anlaşılabileceğini varsaymak bir hatadır; kitabi bilgiyi gerçekliğe uygulamaya çalışmak, çılgınlığı ya da yıkımı göze almaktır. Metinsel tutumu körükleyen iki durum vardır. Bunlardan birincisi, kişinin yabancı olduğu, tehdit edici, önceleri uzağında olduğu bir şeyle burun buruna gelmesidir. Metinsel tutumu körükleyen ikinci durum ise görünürde elde edilen başarıdır. Eğer kişi aslanların yırtıcı olduğunu bildiren bir kitap okuyup sonrada yırtıcı bir aslanla karşılaşırsa olasılıkla aynı yazarın başka kitaplarını okumaya özenecek, bunlara inanacaktır. Tüm bunlar dikkate alındığında Napolyon’a bakacak olursak. Bunlar için Şark “yırtıcı aslan gibi” karşılaşılacak, başa çıkılacak bir şeydi. Çünkü metinler böyle bir Şark’ı olanaklı kılıyordu. Bu Şark suskun, Avrupa’nın elinin altında ve kendisi için geliştirilen tasarılara direnç gösteremeyen bir biçimdeydi. Şarkiyatçılığın Batı’nın kendi tasarılarının Şark’a yansıtması ve Şark’a hükmetme isteği olarak düşünmeye başladıktan sonra, beklenmedik pek az şey karşımıza çıkar. Çünkü Michelet, Tocqueville gibi tarihçilerin anlatılarını “özel bir tür hikaye olarak örüp kurdukları doğruysa, yüzlerce yıl boyunca Şark tarihini, kimliğini dokuyan Şarkiyatçılar için aynı şey geçerlidir. On dokuzuncu ve yirminci yüzyılda Şarkiyatçılar sayısında ciddi bir artış oldu; çünkü bu arada, imgesel ve gerçek coğrafyanın erimi küçülmüş Şark-Avrupa ilişkisi, piyasa, kaynak, sömürge arayışındaki önlenemez Avrupa yayılmacılığı tarafından belirlenmiş; Şarkiyatçılık bir araştırama söyleminde emperyal bir kuruma dönüşmekle kendi başkalaşımını tamamlamıştı. Yazar’ın burada vurgulamak istediği şey şu; Salt metinsel bir Şark kavrayışından, formülünden ya da tanımlamasından, tüm bunların Şark’ta uygulamaya konulmasına geçilmiştir ve bu geçiş Şarkiyatçılıkla yakından ilgilidir. On dokuzuncu yüzyılda Şarkiyatçılık araştırmacılar yarattı, Şark’la duygudaş Avrupalı öğrenciler çıkardı. Fakat bunlar Şark’ı çiğneyip geçti. Çünkü Şarkiyatçılık özel insanı ayrıntıdan genel insan ötesi ayrıntıya çıktı hep, onuncu yüzyıl Arap şiirine ilişkin bir gözlem katlana katlana, Mısır, Irak ya da Arabistan’daki Şark zihniyetine yönelik kendiliğinden bir siyasa üretti. İKİNCİ BÖLÜM Şarkiyatçı Yapılar ve Yeniden Yapılandırmalar I.Yeniden Çizilen Sınırlar, Yeniden Tanımlanan Meseleler, Dünyevileşen Din Gustave Flaubert’in Bilirbilmezler adlı eserinde umutsuzluk panoramasının sonu için geliştirdiği taslaklardan bizi ilgilendiren iki şey vardır. İki adam insanlığın geleceğini tartışırlar. Pécuchet “insanlığın geleceğine kara” gözlüklerle bakarlar, oysa Bouvard’ın gördüğü “parlak” bir gelecektir. Flaubert’in Bilirbilmezler notlarından on dokuzuncu yüzyıl Avrupa düşüncesinin dünyevi (ve yarı-dinsel) inanışlarından biri olan Şarkiyatçılığın özgül modern yapılarını ortaya koyar.


Şark, İslam topraklarının hayli ötesine açılmaktaydı. Bu niceliksel değişim büyük ölçüde Avrupa’nın dünyanın kalan kısmına yönelik süre giden ve gittikçe yayılan keşiflerin sonucuydu. Şarkiyatçılığın kendisine özgü düşünsel ve kurumsal yapılarının dayandığı on sekizinci yüzyıl düşüncesindeki akılmalar “yayılma, tarihsel yüzleşme, duygudaşlık, sınıflandırma” dır. Bunlar olmaksızın Şarkiyatçılık ortaya çıkamazdı. Üstelik bu öğelerin, genelde Şark’ı, özelde de İslam’ı, o güne değin Hıristiyan Batı tarafından inceledikleri (ve yargıladıkları) dar dini irdeleme çerçevelerinden kurtulmak gibi bir etkisi de vardır. Başka bir değişle, modern şarkiyatçılık, on sekizinci yüzyıl Avrupa kültürünün dünyevileştirici öğelerinden türemiştir. Günümüz Şarkiyatçılığının da kaynağı olan modern Şarkiyatçı kurum ve uygulamanın temek öğeleri, Şark’a ilişkin nesnel bilgiyi aniden ulaşması olarak değil, geçmişten miras alınıp filoloji gibi disiplinler tarafından dünyevileştirilen, yeniden düzenlenen, yeniden biçimlendirilen bir yapılar öbeği olarak anlaşılabilir. II.Silvestre de Sacy ve Ernest Renan:Akılcı Antropoloji ile Filoloji Labaratuvarı Silvestre de Sacy’nın adının modern Şarkiyatçılığın başlangıcını çağrıştırmasının tek nedeni Asya Derneği’nin ilk başkanı olması değildir. Çalışmalarıyla bu mesleğe, sistematik bir metinler bütünü, bir pedagojik uygulamayı, bir araştırma geleneğini, Şark araştırmaları ile kamu siyaseti arasındaki önemli bir bağlantıyı fiilen sunmasıdır. Sacy’nın bu iki ayırıcı özelliği – öğrencilere yönelik didaktik sunum ile revizyon ve özetleme aracılığıyla yineleme niyetinin ikrar edilmesi- belirleyicidir. Sacy Şarkiyatçılıktan bahsederken diğer çalışmalarında da olduğu gibi çapraşık bir malzeme yığınının açığa çıkarılması, aydınlatılması, kurtarılması diye söz eder. Sacy’nın antolojileri Avrupa’da nesiller boyu çok yaygın bir biçimde kullanıldı. Sacy’nın vurguladıkları, çalışmaları bu o zamana kadar dile getirilmeyen şeylerdir. Her Şarkiyatçı, ilk kez Sacy’nın getirdiği ve uyguladığı temel epistemelojik kurala göre kendi Şark’ını yeniden yarattı. Nasıl Şarkiyatçılığın babası olduysa, bu disiplinin ilk kurbanı da o oldu. Çünkü ardından gelen Şarkiyatçılar, yeni metinler yeni fragmanlar, yeni seçilmiş parçalar çevirerek kendi yenilmiş Şarklarını sunmakla kalmayıp, Sacy’nın çalışmalarını da tümden yerinden etmiş oldular. Bununla birlikte onun başlattığı süreç devam ettirilecekti; filoloji, Sacy’nın hiç yararlanmadığı sistematik ve kurumsal bir süreç kazanacaktı. Bu Renan’ın başarısıydı. Renan başta filoloji olmak üzere yeni karşılaştırmalı disiplinlere Şark’ı ilişkilendirecekti. Sacy başlatan Renan ise sürdürendir, aralarındaki fark budur. Renan Şarkiyatçılığın ikinci kuşağındadır. Resmi Şarkiyatçı söylemi kuvvetlendirmek, bu söylemin kavrayış biçimlerini değiştirmek, düşünsel ve nesnel kurumlarını oluşturmak Renan'ın görevi oldu. Renan filolojiden gelmişti Şarkiyata, Şarkiyatçılığın en önemli teknik özellikleriyle donatan da, filolojinin son derece yetkin ve saygın kültürel konumudur. Renan’ın ayırıcı özelliği filoloji hakkında konuşması değil, filoloji düzleminde konuşmasıdır. Renan’ın hedefi kendisi için yeni bir Şark alanı açmaktı, bu alanda Sami Şark’ıydı. Renan’ın planı Sami dillerini odak noktaya taşımak, ayrıca ihmal edilmiş aşağı dillere dair araştırmaları, yeni tin biliminin düzeyine yükseltmekti. Sami dili Renan’ın ilk yaratısıydı, kamusal mevki ve görece duygusunu tatmin etmek üzere filoloji laboratuarlarında geliştirdiği bir kurmacaydı. Unutmamalıyız ki, Renan’ın “ben”liği açısından Sami dili Avrupa’nın (dolayısıyla Renan’ın) Şark ve çağ üzerindeki egemenliğin simgesiydi. Dolayısıyla Şark’ın bir kolu olan Sami dili ne tam anlamıyla doğal bir nesneydi ne de tam anlamıyla doğa dışı ya da ilahi bir nesnedir. Daha çok ortada yer alıyordu.


III.Şark’ta İkamet ve Araştırmacılık:Sözlük Bilim ve İmgelerin Gerekleri Renan’la beraber Şark’a özel bir sözcük dağarcığı gelişti ve Renan Şark’ı karşılaştırmalı bir çerçeveye yerleştirdi. IV.Hacılar ve Hacılık , İngilizler ile Fransızlar Şark’ta seyahat ya da ikamet eden her Avrupalı kendini Şark’ın tedirgin edici etkilerinden korumak zorundaydı. Lane gibi biri çıkıp Şark hakkında yazmaya koyulduğunda, sonuçta Şark’ı yeniden programlayıp yeniden kurumlandırmış oldu. On dokuzuncu yüzyılda gerçek bir Şarkiyatçılığa ait olan her büyük yapıt biçimini, biçemini, yönelimini Şark’a hac yolculuğu yapma fikrinden devşirdi. Öncelikle İngilizce konuşan ile Fransızca konuşan arasındaki farkları ele alalım. İngiliz için Şark Hindistan’dı elbette, gerçek bir İngiliz mülküydü; bundan ötürüde Yakınşark’tan geçmek büyük bir sömürgenin yolu üzerindeki bir yerden geçmek demekti. Fransa’nın hiçbir hakimiyetinin olmadığı bir yerdi. Flaubert’in Şarkiyatçılığında ortaya çıkan belli sayıda temek özellik gereğince betimlenebilir. Gerçekten Şark’a gittiğinde, bu Şark’ın yıpranmışlığı, kocamışlığı derinden etkiledi. Flaubert’i bu nedenle, diğer tüm Şarkiyatçılar gibi Flaubert’inki de yeniden canlandırıcı bir Şarkiyatçılıktı. Şark’ı Flaubert’in hayata döndürmesi gerekir; Şark’ı kendine ve okurlarına aktarması gerekir; kitaplardaki, olay mahallindeki deneyim onun Şark deneyimidir; bu mucizeyi gerçekleştirecek onun kendi Şark dilidir. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Bugünkü Şarkiyatçılık I.Örtük ve Açık Şarkiyatçılık Çalışmanın buraya kadar olan kısmında bir fikir, kavram olan imge olarak Şark sözcüğünün Batı’da yaygın ve ilginç bir kültürel tını kazanmış olduğunu kabul etmekle birlikte, Şarkiyatçılığı tutarlı bir konu kılan düşünsel iktisadı betimlemeye çalışmıştır. Şarkiyatçılık görünüşte Şark’a uygun mecburiyetlerin, bakış açılarının, ideolojik eğilimlerin egemen olduğu düzenlenmiş ( ya da Şark’a özgü kılınmış) bir yazım, tasavvur, araştırma tarzı olarak görülebilir, öğretilir, araştırılır, yönetilir, hükme bağlanır. Şarkiyatçılık, tarihinin herhangi bir anında Batı’da var olan Şark’a ilişkin olgusal bir öğreti değildir sadece; zamanda etkili bir akademik gelenek almanın yanı sıra Şark’ı özel mekanlar, halklar, uygarlıklar hakkındaki özel bir bilgi türü olarak gören hacılar tarafından belirlenmiş bir bilgi alanıdır aynı zamanda . Şark bilgisindeki tüm değişiklikler, neredeyse sadece açık Şarkiyatçılıkta gerçekleşir; örtük Şarkiyatçılıktaki oybirliği, istikrar, süreğenlik büyük ölçüde değişmeden kalır. On


dokuzuncu yüzyıl yazarlarının Şark’a dair fikirleri arasındaki, farklılıklar biçim ve kişisel biçem farklılıklarıyla sınırlıdır, temel içerik farklılıkları yoktur. Şark’ın mevcut yapısı söz konusu olduğunda İngiltere fiilen ordaydı ama Fransa Şarklı baştan çıkan bir fettan olarak oradaydı. İngilizler ile Fransızları Şark rekabeti geleneği öylesine köylüydü ki, Fransa için İngiltere tam anlamıyla bir takıntı olmuştu. Şark’la bağlantılı her konuda İngiltere’ye yetişip onu geçme kaygısı vardı Fransa’da. Burada önemli olan, Şark gibi zayıf ya da az gelişmiş bölgelerin, Fransızların ilgisine, sömürgeleştirmesine davetiye çıkaran bir şey olarak görülmesidir. Neredeyse tüm yüzyıl boyunca sürmüş olan bu rekabet, on dokuzuncu yüzyılın son yirmi yılında Fransa’nın ulus ötesi sorumluluklarını üstlenmesiyle birlikte sona ermek zorunda kaldı. Aralarındaki husumetler bir şekilde devam etmiştir. Bu husumete bir de, ulusların kendi kaderini tayin hakkına sahip olmasını öngören Wilson ilkeleri eklendi. Her iki devletinde aralarındaki farklılıklara rağmen Şark’ı kaderi üzerinde geleneksel özellikleri olduğuna inandıkları coğrafi bir varlık olarak görüyorlardı. Yirminci yüzyılın başlarında Şarkiyatçılığın, Şark’ı Batı’ya sunmak için kullandığı iki yöntem vardı. Bunlardan biri modern eğitimin yaygınlaşma olanaklarından, bilgiye dayalı mesleklerdeki, üniversitelerdeki, meslek derneklerindeki, keşif ve coğrafya kuruluşlarındaki, yayıncılık sanayindeki yayılma düzeneklerinden yararlanmaktı. Böyle bir Şark’ın öğreti düzeyinde açığa çıkması, burada örtük Şarkiyatçılık diye adlandırılan şeydir. Örtük Şarkiyatçılık, Şark’ dair herhangi bir yargısını dile getirmek isteyen kişiye, kullanılabilecek ya da daha ziyade harekete geçirilebilecek, eldeki somut durum için incelikli bir söyleme dönüştürülebilecek bir dillendirme olanağı sağlar. Şarkiyatçılığın Şark’ı Batı’ya sunmasını sağlayan ikinci yöntem ise, kayda değer bir yakınlaşmanın ürünü olmasıdır. Şarkiyatçılar hanedanları, kültürleri, zihniyetleri açıklamışlardı. Şarkiyatçı ile Şark arasındaki ilişki, bir yorumsama ilişkisiydi temelde. Uzaklarda kalmış, zar zor anlaşılabilecek bir uygarlığın ya da kültür anıtının karşısında duran Şarkiyatçı araştırmacı, tercüme ederek, duygudaşça betimlemeler yaparak, ulaşılması güç nesneyi içinden kavrayarak muğlaklığı azalttı. Yine de Şark’ın dışında kaldı; keza Şark’ da anlaşılabilir görünsün diye onca şey yapılmasına karşın, Garp’ın ötelerinde kalmaya devam etti. II.Biçem, Uzmanlık, Tasavvur:Şarkiyatçılığın Dünyeviliği Kipling'in, birçok şiirde, Kim gibi romanlarda kurmaca olarak beliren Beyaz Adam'ı, bir fikir, bir şahsiyet, bir var olma biçemidir. Kipling, Beyaz Adamların sömürgelerinde aldığı "yol"u överken, bu geleneği, bu geleneğin görkemini, güçlüklerini dile getiriyordu. Kipling'e göre Beyaz Adam olmak kendi kendini doğrulama işiydi. Kipling ile Beyaz Adam, on dokuzuncu yüzyıl Şarkiyatçılık tarihiyle büyük bir ortaklık taşır. Birincisi, kültürce onaylanan büyük genellemeler kullanma alışkanlığıdır. Beyaz Adamla Şarkiyatçılık arasındaki diğer ortaklık bunların hükmettikleri alandır. Şarklılardan ancak bir Garplı edebilirdi, beyaz olmayanlardan da ancak Beyaz Adam belirleyip adlandırabilirdi. On dokuzuncu yüzyıl sonu Şarkiyatçılığını biçimlendiren bilimsel kategoriler gibi tasavvurlarda duraldı. Bir disiplin, bir meslek, ihtisaslaşmış bir dil ya da söylem olarak Şarkiyatçılık, Şark'ın ilerlemesine bağlıdır. Dolayısıyla, Şark'a dair, nesnesine uygun verilerin mevcut olduğu varsayımına neden olarak, Şark da Şarkiyatçılığa aittir. III.Modern İngiliz-Fransız Şarkiyatçılığının Olgunluk Çağı Bu kitabın ilk iki bölümünün büyük kısmında, Şarkiyatçı düşünce tarihinin önceki dönemlerine ilişkin uslamlamalar geliştirildi. Burada uğraşılan geç dönem Şarkiyat tarihindeki farklılaşma; Birinci Dünya Savaşının hemen öncesi ile sonrası arasında ortaya çıkan bir


faklılaşmadır. Bu faklılaşma ne olursa olsun, Şark Şarklıdır. Sözü edilen iki dönem arasındaki fark, Şark'ın özündeki Şarklılığı görmek konusunda Şarkiyatçı tarafından gösterilen nedendir. Gibb'e göre Batı'nın, incelenecek bir şey olarak Şark'a gereksinimi vardır.Çünkü Şark, Aşırı bağnazlıktan, milliyetçi benmerkezciliğin getirdiği acıları hafifletir, kültür incelemelerinde gerçekten merkezi nitelik taşıyan meseleleri kavrama gücünü arttırır. Eğer bu yeni, yükselen kültürel öz bilinç diyalektiğinde Şark daha ziyade bir ortak olarak beliriyorsa, bunun ilk nedeni Şark'ın artık eskiye oranla daha güçlü bir karşı çıkış haline gelmiş olması, ikinci nedeni de Batı'nın kısmen dünyanın kalan kısmı üzerindeki hükmünün azalmasından kaynaklanan görece yeni bir kültür bunalımı evresine giriyor olmasıdır. Bu kitapta,Şarkiyatçıların kendi kültürlerinden kökten farklı bir kültürle uğraşır ya da bu kültürü yaşarken hissettikleri yabancılaşmaya değinilmiştir. Burada şu eklenmeli: İslam Şarkiyatçılarının kendilerindeki İslam'a yabancılaşmayı asla hayırlı bir durum ya da kendi kültürlerini daha iyi anlamalarını da sağlayabilecek bir tutum olarak görmemiş olmalarıdır. Tersine, İslam'a yabancılaşmışlıkları, Avrupa kültürüyle ilgili üstünlük duygularını yoğunlaştırıyor da; hatta taşıdıkları hoşlanmama duygusu, İslam'ın geri bir temsilcisi sayıldığı Şark'ın bütününe de yansıyordu. Böylesi eğilimler, tüm on dokuzuncu yüzyıl boyunca Şarkiyatçı araştırma geleneklerinin kurucu öğeleri oldular ve kuşaktan kuşağa aktarıldılar. Tüm bu nedenlerden ötürü, iki savaş arası dönemde İslam Şarkiyatçılığı genel kültürel bunalım havasını taşıdı. İslam Şarkiyatçılığı, baştan beri taşıdığı kendine has polemikçi dini tutumu da koruduğu için, belirli yöntembilimsel hatlara takılı kaldı. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, İslam (ya da Sami) Şarkiyatçılığındaki bu genel kalma halinin farkına varıldı. İlk Şarkiyatçılık kongresi 1873'te Paris'te düzenlenmiştir; kongrenin başından itibaren Sami mütehassısları ile İslam mütehassıslarının düşünsel geriliklerini açıkça görmüşlerdi. Diğer tüm dinlerden farklı olarak İslam her şeydir ya da her şey demektir. Batılıya göre bu din Şark bütünselliğine yönelik bir tecavüzdür. Ancak, "Avrupa uygarlığının bir tamamlayıcısı ve dengeleyicisi" olarak İslam, modern biçimiyle bile kullanışlı bir nesne olarak görüldü. Gibb ile Massignon, Batı'daki Şarkiyatçı yazıların tarihini özetlediler. Şark numunesi; Şark seçkileri; Şark'a dair sözlük maddesi; Şark dizileri; Şark örnekleri; Tüm bunlar Gibb ile Massignon'da denemelerde, kısa makalelerde, inceleme kitaplarında sunulan söylemsel çözümlemenin kaleme alınması tabi kılındı. Gibb ile Massignon'un yetkesi, bir uzmanlık komitesine, hizmet sektörüne ya da diplomasiye değil, sosyoloji, iktisat ya da tarih araştırmalarına hazırlayacak temel ve duygusal aydınlanma alanına yeniden dağıtıldı, yayıldı, saçıldı. Bu iki araştırmacı, Avrupa Şarkiyatçılığının temelde bir Hıristiyanlar birliği kurmaktan gelen yetkesini, gidebildiğince ileri götürdü. Onların arkasından gelen İngiliz-Amerikan biçemi yani Amerikan Sosyal Bilimcesiydi. Bu çerçevede eski Şarkiyatçılık parçalanıp birçok kısma ayrıldı. Fakat bunların hepsi geleneksel Şarkiyatçılık öğretilerine hizmet ediyordu. IV.Son Evre İkinci Dünya Savaşından bu yana, Müslüman Arap, Amerika popüler kültüründe tanınan bir figür haline geldi, akademik dünyada olduğu kadar siyaset ve iş dünyasında da Araplara ciddi bir dikkatle yaklaşılmaya başlandı. Fransa ile İngiltere dünya siyasetinde merkezi bir konum işgal etmiyor artık; bunların yerine Amerika hakimiyeti aldı. İslam ile Arapların da kendilerine has temsil ediliş biçimleri vardır. Şimdi bunlar ele alınacaktır.


1-Popüler imgeler ile sosyal bilimlerdeki temsil biçimleri. Günümüz Arap'ın çoğunlukla nasıl temsil edildiğine ilişkin birkaç tespitte bulunulacaktır. Arap dikkat çekmeye yetecek ölçüde yer işgal etse de, olumsuz bir değer olarak dikkatleri üzerine toplar. Arabın bir tarihi varsa eğer, tarihin ana Şarkiyatçı gelenek ve daha sonrada siyonist gelenek tarafından verilen parçasıdır. Filistin, Lamartine ile ilk siyonistler tarafından bir anda canlanmayı bekleyen boş bir çöl olarak görülmüştür. Araplar türünden çöl sakinlerinin, toprak üzerinde hiçbir hak amacı gütmeyen ve bundan ötürü de hiçbir kültürel gerçekliğe sahip olmayan önemsiz göçebeler oldukları varsayılmıştır. Fakat bugün Arap, Yahudilere musallat olan bir gölge sayılıyor. Bugün bir "kahraman Yahudi" vardır, bir de onun gizemli bir korkutuculuğa sinsi gölgesi olan Arap Şarklı. Arap siyonizm aleyhtarı olmasının yanı sıra bir de petrol kaynağıdır. Sinemada ve televizyonda ise, Arap ya bir şehvet düşkünüdür ya da kana susamış bir namussuzdur. Cinselliğe aşırı düşkün bir ahlaksız, sadist, kalleş, süfli biri olarak çıkar ortaya. Haber filmlerinde, haber fotoğraflarında Arap, kalabalık halinde gösterilir hep. Hiçbir bireysellik, hiçbir kişisel özellik ya da deneyim yoktur bunlarda. Resimlerin büyük kısmı kitlesel öfkeyi, sefaleti ya da akıldışı jestleri gösterir. Tüm bunların ardında saklı olan şey, cihat tehdididir. İslam ve Araplar hakkında makaleler düzenli olarak yayımlanıyordu. Arapların fıtraten cani oldukları, şiddet ile düzenbazlığın Arap genlerinde taşıdığı iddia ediliyordu, bu yazılarda. Bu kaba düşünceler, işi Arap Yakındoğusunu incelemek olan akademisyenler tarafından, eleştirilmek bir yana desteklendi. Princeton sosyoloji ve Yakındoğu Araştırmalarım profesörü olan Morroe Berger dikkat çekmektedir. Berger kendi gibi insanlar olmaksızın Ortadoğu'nun göz ardı edileceği, onun aracılığı, yorumlama işlevi olmaksızın bu mekanda anlaşılamayacağıdır. Söz konusu anlaşılmazlık, kendini yorumlama becerisinden tamamıyla yoksun olan Şark'ı yorumlayabilecek tek kişinin Şarkiyatçı olmasından kaynaklanır. Öte yandan Berger, Şarkiyatçılığın geçirdiği son dönüşümü de temsil eder. Şarkiyatçılığın, temelde filolojik bir disiplin, muğlak, genel bir Şark kavrayışı olmaktan çıkıp bir sosyal bilim mütehassıslığı haline gelmesidir bu dönüşüm.Artık Şarkiyatçı, eğitimli bir sosyal bilimci olarak koyulur işe, bilimini Şark'a uygular. Bu Amerika'nın Şarkiyat tarihine yaptığı özel katkıdır. Başlangıç tarihide, kabaca İkinci Dünya Savaşının hemen ardından gelen, ABD'nin kendini İngiltere ile Fransa'nın yeni terk ettiği konumda buluverdiği döneme denk gelir. ABD içim Şark, Avrupa yönetim meselesi, bir siyaset sorunu haline geldi. Dar omuzlarına Şarkiyat gömleğini geçirecek olan yeni uzman ile sosyal bilimci sahneye çıktı. Bunlar da Şarkiyatçılığı neredeyse tanınmaz hale getiren değişiklikler yaptılar. Ama ne olursa olsun, yeni Şarkiyatçı da kültürel düşmanlık tutumunu benimseyip korudu. Şark'a yönelik, yeni Amerika'ya özgü sosyal bilimsel ilginin çarpıcı yönlerinden biri, yazından özellikle kaçınılmasıdır. Bir yazınsal metin, az çok doğrudan doğruya, yaşayan bir gerçeklikten söz eder. Sosyal bilimler düzeninde dil imcelemesi, yazınsal metinler okumak anlamına gelmez, başka amaçlar için bir araçtır. Yabancı dil bilgisi bu noktada önem taşır. Öğrenilen yabancı dil, halklara yönelik incelikli saldırıların bir parçasını oluşturur; keza Şark gibi yabancı bir bölgenin incelemesi de bir "öngörüyle denetim altına alma" programına dönüşür. Böylesi bir program liberallik düşüncesiyle hareket etmeli, bu iş genellikle akademisyenler, iyi niyetli insanlara, şevkle bu işe aday olanlara kalır. Teşvik gören fikir, "bizim" , Şarklıları Müslümanları ya da Arapları incelemekle, bir başka halkı, yaşam biçimini, düşüncelerini vb. bilebileceğimizdir. Bu amaç açısından en iyisi onların kendi adlarına konuşmalarına, kendilerini temsil etmelerine olanak tanımaktır. Ama bir yere kadar ve özel bir biçimde.


2.Kültürel ilişkiler siyaseti. ABD'nin aslında yirminci yüzyıla değin bir dünya imparatorluğu haline gelmediğini söylemek doğru olur; fakat bu devletin, on dokuzuncu yüzyılda, gelecekteki emperyal kaygılarının yolunu hazırlayacak bir biçimde Şark'a ilgilendiği de doğrudur. 1842'de kurulan Amerikan Şark Derneğini ele alalım. 1843'teki ilk yıllık toplantıda derneğin başkanı John Pickering, Amerika'nın emperyal Avrupa güçleri örneğini izlemek üzere kendi Şark araştırmalarını yapması önerisini açıkça ortaya koymuştu. Pickering'in mesajı, Şark araştırmaları çerçevesinin siyasa olduğuydu. Amerika araştırmacılarından biri olan Gibb 1950'lerin ortalarında Harvard Ortadoğu Araştırmaları Merkezinin başına geçtiği, böyle bir konumda bulunması sayesinde fikirleri ile biçeminin önemli etkiler yarattığı apaçık ortadadır. Gibb, Şarkiyatçılığın daha ziyade kamu siyaseti yönüyle ilgilenir. Şarkiyatçılığı Soğuk Savaş döneminin bölge araştırmaları yaklaşımının odağı haline getirmesi noktasında önem taşır. Gibb'in kendi çalışmaları kültürel söylem dilini açıkça ortaya koymuyordu. Ama bu söylemin düşünsel düzeneği, dogmaları Gustave von Grunebaum'un çalışmalarında çarpıcı bir şekilde mevcuttu. Von Grunebaum faşizmden kaçıran Avrupalı bir bilginlerden biriydi, bu beyin göçünün bir parçası olarak ABD'ye gelmişti. Buraya yerleştikten sonra, İslam üzerinde yoğunlaşan sağlam bir Şarkiyatçı külliyat koydu ortaya; meslek yaşamının başından sonuna kadar, İslam hakkında indirgryici, olumsuz genellemeleri üretmişti. Von Grunebaum İslam karşısında duyduğu nefreti gizlemez. Diğer tüm dinlerden farklı olarak İslam'ın bütünsel bir görüngü olduğunu varsaymakta güçlük çekmez. Von Grunebaum, İslam'ın gayri insaniliğini, gelişme, kendini tanıma ya da nesnel olma becerisinden yoksunluğunu, ayrıca yaratıcılıktan, bilimsellikten uzaklığını, yetkeciliğini göstermeye girişmiştir. Bur da dikkat çeken von Grunebaum'un çalışmalarının eleştirilmeksizin kabul görmesidir. Yalnızca tek bir araştırmacı ciddi bir von Grunebaum eleştirisi yapmayı üstlenmiştir: Faslı tarihçi ve siyaset kuramcısı Abdullah Laroui. Von Grunebaum'un çalışmalarındaki indirgeyici yineleme motifini eleştirel bir Şarkiyatçılık karşıtı incelemenin uygulamadaki aracı olarak kullanan Laroui, temel savlarını bir bütün olarak etkileyici biçimde ortaya koyar. Von Grunebaum'a göre İslam Batı'ya sırt çevirmiştir, çünkü başlangıçtaki anlamına sadıktır. İslam ancak Batı'ya özgü bir bakış açısından bakarak kendini yeniden yorumlamakla modernleşebilir. Von Grunebaum bunun da imkansız olduğunu söyler. Laroui, nasıl kültür ideolojiye, ideoloji ilahiyata indirgenemezse, karmaşık bir olaylar, zamansallıklar, anlamlar düzeni olarak tarihin de böyle bir kültür anlayışına indirgenemeyeceğini savunur. Sonuçta von Grunebaum'un İslam'ı, eski Avrupalı Şarkiyatçıların İslamıdır: Gündelik insan deneyimini hor gören, kaba, indirgeyici, değişmez, bir din. Böyle bir İslam görüşü temelde siyasaldır, örtmeye bile kalkışmadığı bir tarafgirlik güder. Böyle bir kaosun içinde çıkan sonuç, hiddet uyandıracak kadar ideolojik bir "biz" ve "onlar" portresidir. Bu söylenenler yeni Amerikan Şarkiyatçılığındaki "katı" ekolü özetler; "esnek" ekol ise, geleneksel Şarkiyatçıların bize İslam tarihinin, dininin, toplumun ana hatlarını sunmuş olduklarını vurgular. Katı ekol ile esnek ekol arasında kimi zaman yeni kimi zaman eski akademik jargonlar kullanılır. Ancak, bugün Şarkiyatçılığın temel dogmaları, Araplara ve İslam'a dair araştırmalarda en saf biçimleriyle mevcuttur. Bu dogmalara bakacak olursak: İlki, akılcı, gelişkin, insani, üstün, Batı ile sapkın , gelişmemiş, aşağı Şark arasındaki mutlak, sistemleşmiş farklılıktır. Bir diğer dogma, Şark'a dair soyutlamaların, özellikle de "klasik" bir Şark uygarlığını temsil eden metinlere dayalı soyutlamaların daima yeğlenir olmasıdır.Üçüncüsü, Şark'ın ezeli ebedi, tekbiçimli ve kendini tanımlamaktan aciz olduğu dogmasıdır. Dördüncü bir diğer dogma,


Şark'ın eninde sonunda ya korkulması gereken şey ya da edilgenleştirerek, doğrudan doğruya işgal edilerek denetim altına alınması gereken bir şey olduğudur. Tuhaf olan bu düşüncenin ciddi bir itirazla karşılaşmaksızın sürüp gitmesidir. Acıklı olansa, Şarkiyatçılığın dogmalarını tartışan Müslüman ya da Arap araştırmacıların yapıtlarında kayda değer bir etki olmayışıdır. 3.Sadece İslam. Kendi başına, kendinde Şarkiyatçılık, bir inançlar öbeği olarak, bir çözümleme yöntemi olarak Şarkiyatçılık, gelişmeye muktedir değildir. Hatta Şarkiyatçılık "gelişimin" öğretisel karşı tezidir. Merkezde yer alan iddiası, Samilerin gelişiminin kesintiye uğramış olduğu söylemidir. Her biri Sami'nin Batılının karşıtı olduğunu, umursamazca kendi zayıflığının kurbanı olduğunu gösteren diğer söylenenler bu kalıptan türemiştir. Bu tarz söylemler Şarkiyatçı ve Şarklıya dair rolleri belirtir. Şarkiyatçının yazan, Şarklının ise hakkında yazılan olduğudur. Şarklı için biçilen rol edilgenliktir; Şarkiyatçıya biçilen rol ise, gözlemleme, araştırma gücüne ve benzer güçlere sahip olmaktır. 4.Şarklılar Şarklılar Şarklılar. Şarkiyatçılık diye adlandırılan kurmacaların bir takım ciddi yan etkileri vardır. Şarkiyatçılıkta yöntembilimsel hatalar, gerçek Şark'ın Şarkiyatçıların ortaya koyduğu Şark tasvirinden farklı olduğudur. Şarkiyatçıların Şark'ta olup bitenler konusunda bir iç görü sahibi olmalarının beklenemeyeceğidir. Bu önermelerin ikisi de yanlıştır. Bu kitabın, gerçek ya da sahici bir Şark diye bir şey olduğunu öne sürmek gibi bir tezi yoktur. Kitabın başından beri, kendi başına "Şark"ın kurulmuş bir şey olduğunu ileri sürülmüştür. "Onlar" ile "biz" arasında yapılan Şarkiyatçı farklılaştırmayı göz ardı etmek bile, bugün araştırmacılığın bazı etkili siyasal ve sonuçta da ideolojik gerçeklikler tarafından biçimlendirildiği olgusundan kaçış yoktur. Doğu/Batı ayrımı bir yana bırakabilse bile, hiç kimse, Kuzey/Güney, sahip olanlar/ olmayanlar, emperyalist/emperyalizm aleyhtarı, beyaz/renkli ayrımıyla uğraşmaktan kaçınamaz. Olumlu yönden bakılacak olursa: Bugün beşeri bilimlerde yapılmakta olan birçok şeyin, çağdaş araştırmayı, tarihsel yükselişi esnasında Şarkiyatçılığın sunduğu türden ırksal, ideolojik, emperyalist klişeleri bir yana atmasını sağlayacak sezişler, yöntemler, fikirlerle donatmaya yeterli olduğuna yazar gerçekten inanmıştır. Şarkiyatçılığın kusurunun, hem düşünsel hem de insani bir kusur olduğunun kanısındaydı. Çünkü Şarkiyatçılık, dünyanın kendininkine yabancı saydığı bir bölgesi karşısında değişmez bir tutum sergilemesinden ötürü, insan deneyimiyle özdeşleşememe, dahası bunun insani deneyimi olduğunu görememe kusurunu işledi. Tüm bunlarla beraber yazarın okuruna, Şarkiyatçılığa verilecek yanıtın Garbiyatçılık olmadığını göstermiş oluyor. Hiçbir eski "Garplıları" incelemeye yatkın olduğu düşüncesiyle rahatlamamalı. Şarkiyat bilgisinin bir anlamı varsa bu anlam, Şarkiyatçılığın bilgide ortaya çıkabilecek ayartıcı alçalışın bir hatırlatıcı olmasında yatar. Yazarın Yöntemi / Tekniği ve Kavramlar Yazarın yöntemine bakacak olursak bir meseleyi her bakımdan ele aldığı görülmeltedir. Konuyu pekiştirmek ve çalışmasının daha net anlaşılabilmesi için kavramlara ve düşünürlere yer verdiği sıkça görülmektedir. Bu konuyu bir kaos ortamından ziyade konuya bir netlik kazandırmıştır. Bölümlere ayırarak da konunun çerçevesini ve kronolojik sıraya göre düşüncesini ele almıştır. Şark: Doğu


Şarkiyatçılık: Kitabın orijinal ismi Oryantalizm. Yakın ve uzak doğu ülkelerindeki toplum ve kültürleri, dilleri ve halkları incelemeyi amaç edinmiş batı kökenli ve batı merkezli araştırmalardan oluşur. Kısaca Şarkiyatçılık, "doğuyu" inceler. Garp: Batı Açık Şarkiyatçılık: Üzerine konuşulan ve eylemde bulunan şeydir. Doğu hakkında değişen enformasyon ve bilgiyi ve Doğucu düşüncede politik kararları içermektedir. Gizli Şarkiyatçılık: Bilinçsizdir. Doğunun ne olduğu hakkında belirsiz bir kesinliğe sahiptir. Onun temel içeriği statik ve belirsizdir.Doğu ayrı, egzotik, geri, farklı, tensel ve pasif görülür. Despotizme eğilimli ve ilerlemeden uzaktır. Filoloji: Dillerin yapısını, tarihsel gelişimini ve birbirleri ile ilişkilerini inceleyen bilim dalı. Siyonizm: Filistin'de Yahudiler için yeniden bir vatan kurulmasına destek veren uluslararası Yahudi siyasi hareketi. Söz konusu alan, Tevrat' ta bahsi geçen ve İsrail Diyarı adı verilen topraklardır. Siyonist: Siyonizm yanlısı olan kimse. Faşizm: Demokratik idarelerde sosyal sınıfların dengesinin bozulmasında, orta sınıflar arasındaki dayanışmaya dayanan bir dikta rejimi. Emperyalizm: Veya yayılmacılık, bir devletin veya ulusun başka devlet veya uluslar üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etkide bulunmaya çalışmasıdır. Sonuç Bu kitapta en dikkat çekici olay Şarkiyatçılık denen bir durumun tüm yönleriyle ele alınmış olmasıdır. Batının Şark hakkında ki tutumunu tüm imkanlarıyla gün ışığına çıkarmaktadır.Şark üzerinden egemen olan Batı'nın düşünce ve uygulama konusunda neler yaptığını en çarpıcı biçimde dile getirilmiştir. Kaynakça www.turkcesozlukler.com/terimler_sozlugu tr.wikipedia.org/wiki/Oryantalizm tr.wikipedia.org/wiki/Siyonizm faşizm.nedir.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.