Dine Karşı Din - Ali Şeriati

Page 1

T.C AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ

SOSYOLOJİ SEMİNERİ II KİTAP SUNUMU

DİNE KARŞI DİN – ALİ ŞERİATİ

HAZIRLAYAN: BÜŞRA BOZOĞLU 100113041

DANIŞMAN: Öğr. Gör. OSMAN METİN

Afyonkarahisar Bahar 2013


Kitabın Adı: Dine Karşı Din Yazar: ALİ ŞERİATİ Yayınevi: İşaret Yayınları Yılı: 2005 Şehir: İstanbul Sayfa: 95 YAZAR HAKKINDA BİLGİ Ali Şeriati , İranlı düşünür ve sosyologdur. 1933’te Meşhed kenti yakınlarındaki Mezinan’da doğdu. Öğrenimini kendi ülkesinde tamamladıktan sonra doktora öğrenimi için Fransa’ya gitti. O yıllarda konferans ve kitaplarıyla Avrupa’da İslami bir topluluğun oluşum ve gelişimine katkılarda bulundu. Fransa’da bulunduğu yıllarda Cezayir Kurtuluş Savaşı’na yazı ve konuşmalarıyla destek oldu. Emperyalist güçlerin İslam ülkelerine yönelik sömürü faaliyetlerine karşı çıktı ve düşüncelerini bu konu üzerinde yoğunlaştırdı. Doktorasını tamamlayıp ülkesine döndüğünde tutuklandı ve bundan sonraki hayatının büyük bir bölümü hapis ve sürgünde geçti. Londra’da sürgünde bulunduğu sıralarda 1977’de ‘’Savak’’ ajanslarınca şehid edildi. Felsefe, sosyoloji ve dinler tarihi başta olmak üzere çeşitli bilim dallarına ait çoğunluğu konuşma ve konferanslardan oluşan 300’e yakın eseri bulunmaktadır.1 DİNE KARŞI DİN Bu başlıktan dolayı zihinlerde bir tereddüt doğması ve anlamının ilk başta açıkça anlaşılamaması mümkündür. Tarih boyunca savaşlar, din ve dinsizlik arasında olagelmiştir. Bu sebeple başlık biraz garip gelebilir. Oysa bu tez yanlıştır. Çünkü öyle ya da böyle tarihte mutlaka her kesimin inandığı bir din vardır. O halde bu düşüncenin aksine, tarih boyunca her zaman din ile din çarpışmıştır, yoksa hiçbir zaman bizim anladığımız tarzda din ve dinsizlikle ilgili bir savaş görülmemiştir. Tarih boyunca dinin olmadığı bir toplum görülmemiştir. Tarih boyunca dinin olmadığı bir toplum ve dönem görülmüş değildir. Dinsiz bir toplum tarih boyunca var olmamıştır. Tabi ki tanrıyı kabul etmeyen kimseler vardır fakat bunlar hiçbir zaman bir sınıf, bir zümre, bir toplum teşkil etmemiştir. Arap kabileleri ister uygar, ister gelişmiş, ister geri kalmış veya gerilemiş insan ırklarının tümündeki topluluklarda bu dini 1

Bu biyografi Dine Karşı Din kitabından alınmıştır.


ruhu görürüz. Bu sebeple bugün küfr anlamında kullandığımız ve metafizik alemi, ahireti, tanrıyı kabul etmeme diye adlandırdığımız ‘’dinsizlik terimi’’bu dönemlerde yoktur. Din anlayışı toplum bilimlerinde ortaktır. Bugün dinin yokluğu ve dinsizlik anlamına kullandığımız küfr, küfre verilen oldukça yeni bir anlamdır. Batının bir düşünce ürünü olarak Doğu’ya giren bu yeni anlam içeriği nedeniyle küfr, insanın tanrıya, doğa ötesine ve ahirete inanmaması anlamında kullanılamaya başlanmıştır. Oysa İslam da tarih boyunca, her din çevresinde küfr’den söz edildiğinde dinsizlik kastedilmiyordu. Niçin? Çünkü bu anlamda dinsizlik yoktu ve küfrün kendisi de ayrı bir din idi. O halde küfr, ‘’dinsizlik’’ değil, ‘’başka bir din’’ anlamındadır. Bu yargı tarih boyunca insan toplumlarının ve insan hayatını olgulardan, bu gerçeklerin incelenmesinden çıkarılmış bir yargıdır. Bunların ışığında incelememiz gereken 3 kavram vardır. Bunlar; dinlerin birbirleriyle karşılaştırılması sonucunu doğuran küfr, şirk ve putperestlik üzerindedir. Küfr’ün sözcük anlamı örtmektir. Mesela çiftçi tohumu eker ve üzerini toprakla örter. İnsanların gönlünde de bir gerçek vardır; ne var ki bazı sebeple bu gerçeğin üzerine bilgisizliğin, garezin, çıkarcılığın kara perdesi çekilir. Bu sebeple bu olguya küfr adı verilir. Fakat bu küfr’ün anlamı dinin gerçeğinin dinsizlikle örtülmesi demek değildir, aksine bir din anlayışının, bir din gerçeğinin başka bir din ile örtülme biçimidir. Şirk de tanrısızlık demek değildir. Müşriklerin bizden daha çok tanrısı vardır. Bildiğimiz gibi, İsa, Musa, İbrahim peygamberlerin karşısında tanrısızlar değil, müşrikler vardır. Müşrikler kimlerdir? Onların tanrı inancını yok değildir. Yalnız şu var ki, tanrılarının sayısı fazladır, fazladan tanrıya tapmaktadırlar. Şu halde tanrıya inanmayana, din duygusu olamayana müşrik diyemeyiz. Çünkü müşriklerin ma’budu vardır. Kendilerinin bu ma’budların kulları olduklarına inançları vardır. Bu ma’budların hem dünya yazgısında, hem de kendi yazgılarında etkili olduklarına inanırlar. Bizim Allah hakkındaki görüşümüz, onlarda da kendi tanrıları için vardır. Şu halde duyguları açısından müşriklerde dindardır, dini bir bireydir, ne var ki dini ölçüt ve gerçeklikler açısından yanlış yola sapmış birisidir. Yanlış dine sahip olmak dinsizlik demek değildir. Demek oluyor ki şirkte bir dindir. Hatta insan toplumlarındaki en eski din biçimidir. Şirk tarih boyunca insanların mensup olduğu bir din türüdür. Belirli bir aşamada şirkin belirli bir biçimi de puta tapıcılıktır. Puta tapanlar, yani bu tür müşrikler; heykel ya da kutsal nesneler meydana getirerek bunları tanrı benzeri ya da doğrudan doğruya tanrı sayarlar. Tapmakta oldukları tanrılardan birisinin yaşayışlarına veya evren olaylarına etkisi olduğuna inanırlar. Böylece putperestlik; şirk dininin bir alt dini olarak görülebilir. Şirkin, Afrika veya Eski Arap yarımadasında görüldüğü


biçimi ile putperestlik bugünde vardır. Fakat,’’Siz elinizle yontup, yaptıklarınıza mı taparsınız?’’(saffah/95)ayet-i kerimesin de genel bir ilke vardır. Şirk dini bütün tarih boyunca omuz omuza ve adım adım tevhid dini ile birlikte görülmüştür. Mesela Hz.Musa’yı düşünelim. Gerek Musevilik metinleri ve tevtat’ın, gerek kur’an’ı kerim ve hadislerin okunmasından anlaşılır ki, Hz. Musa’ya en şiddetli direnci ve saldırganlığı gösterenlerden birisi Samiri, diğeri ise Bel’am-ı Batur idi. Samiri kimdir? Hz. Musa onca uğraşıp savaştıktan, kavmine tek Allah’ı tanıttıktan, putlara tapmayı, şirkin o dönemdeki izlerini silip giderdikten sonra Samiri, tekrar bir buzağıyı heykel yapmış, Hz. Musa’nın bir süre kavmi içinde bulunmamasını fırsat bilip halkı tekrar buzağıya tapınmaya sevketmiştir. Allah yerine buzağıya tapınmaya teşvik eden bu kişi, tanrısız ve dinsiz bir kişi değildir, dini inancı olan, bir dine çağıran, hatta bir din yöneticisidir. Bel’am-i Batur kimdir? O, dönemin en çok sayılan din adamıdır, dini konularda ona başvurulurdu. Buna rağmen o da Musa’nın dini devriminin karşısına çıkmış, dini konularda halk üzerinde ilk derecede etkin olduğu içinde hakkın ve tevhid dininin karşısına çıkabilmiştir. Tevhid dininin önemli yapısından birisi de onun devrimci ve hamleci olmasıdır. Şirk dininin genel anlamı karşısında bu özellik de onun belirleyici bir özelliğidir. Devrimci oluş ne demektir? Devrimci din, bu dine inanan ve bu dinin öğreti okulunda eğitilen bireye, hayatına, hayatının bütün alan ve yönlerine karşı eleştirel bir görüş kazandırır. Şirk dininin ise hedefi her zaman şu olmuştur: metafizik inançlar aracılığıyla, tanrı veya tanrılarla inanç aracılığıyla, ahiret hayatına inanç aracılığıyla, mukaddesata inanç aracılığıyla, gaybi güçlere inancın saptırılması ve bütün dini inançların saptırılması sayesinde, statükoyu meşru göstermek ve ona gerekçe hazırlamak. Böylece şirk dini, din adına şunu yapmak istediler: halk, olup bitenin, toplumsal durumun zorunlu olduğuna, bunun ilahi irade gereği olduğuna inanmalıdır. Bu yazgıdır, takdirdir! Şirk dini, varlığını tarihte iki biçimde sürdürdü. Tarih boyunca insan toplumlarının soylu-soysuz, efendi-köle, zengin-yoksul zümreler ve ayrıcalıklı sınıflar ötekilerden üstün ve hakim milletler gibi bölünmelere uğramıştır. Üstün soylar gibi ayrım ve ayrıcalıklar, şirk dininin inançlarıyla desteklenir. Bu inançları doğuran etkende bir zümrenin refah içinde olmasına karşı diğerinin mahrum kalması, bu duruma bir gerçek, bir kılıf, gerekçe hazırlanmasıdır. Bu durum, tevhid dini inançların tam karşıtıdır. Tevhid dini bu durumu yok eden bir inanç getirir. Şirk dini şöyle der; ’’yeryüzünde yörelere veya ilahi özellik ve sıfatların her birine göre birkaç tanrı olmalıdır. Yeryüzünde birden çok zümre, sınıf, soy, ırk ve renk ayrımı ancak böylelikle söz konusu olabilir ve varlığını sürdürebilir. Bir topluluk diğerini zorbalıkla yoksun kılabilir ve kendileri için hukuki, iktisadi ve içtimai


ayrıcalıklar kabul ettirebilir. Ancak bu durumun sürdürülmesi kolay değildir. Tarih boyunca zorbalıklar, kaynakların başını tutuyor ve çoğunluğu yoksun bırakıyorlardı. Fakat bu durumun sürekli zorbalıkla sürdürülmesi de mümkün değildir. İşte şirk dini burada devreye girerek önemli bir görev üstlenmiştir. Gaye ve hedefi her şeyden yoksun bırakılan insanların, bu durumlarının tanrı iradesinin bir gereği olduğuna inanmalarını temin etmek suretiyle baş eğmelerini sağlamaktır. Şirk dini diye adlandırdığımız bu dinin kökü iktisattır. Diğer bir deyişle şirk dini bir azınlığın servet sahibi olmasına ve çoğunluğun yoksun kalmalarına dayanır. Bu iktisadi etken, diğer insanlara üstün olma hırsı, hem statükoyu korumak ve meşrulaştırmak hem de onun sürekliliğini sağlayabilmek için dine ihtiyaç duyar. Bunun içinde en

iyi

çare,

çoğunluğu

meydana

getiren

bireylerin

aşağı

durumda

olduklarına

inandırılmalarıdır. Bu görevin gerçekleşmesi de şirk dinine verilmiştir. Dine karşı olanların dini doğuran sebepler olarak gösterdiği etkenler, aslında şirk dinini doğuran sebeplerdir. Bunlar; bilgisizlik, ayrımcılık, mülkiyet ilişkileri, sınıflı toplum olgusu ve bir sınıfın üstünlüğü olarak belirtilebilir. Din, halk yığınlarının afyonudur. Böylece halkın; aşağılanmayı, mutsuzluğu, biçareliği, bilgisizliği bir kötü yazgı olarak benimsemesi, boyun eğmesi sağlanır. Şirk dini, tarihte iki şekilde gelişmiş ve görülmüştür: birincisi, dinler tarihinde gördüğümüz süreçtir. Totem dini, tabu dini, mana dini, atalar dini, çok tanrıcılık, animizm(ruhlara tapma) şeklinde başlar ve gelişir, sonunda da tanrı inancına varılır. Şirkin ikinci biçimi olan gizli şirk ise; diğerinden daha tehlikeli ve zarar verici olanıdır. İnsanlığa ve hakikate, diğer şirk türlerinin hepsinden daha çok zarar vermiştir. 18-19.yy da bu bağlamda dinle ilgili birtakım konumlamalar oluşmuştur. Örneğin; din, insanların bilimsel sebepler karşısındaki bilgisizliklerin ürünüdür. Din, halkın mevhum, boş, kuruntudan ileri gelen korkusunun ürünüdür. Din, feodal dönemin ayrıcalıklarının ve ayrımcılığının, servet sahipliği ve yoksulluk biçiminde beliren iktisadi ilişkilerin bir ürünüdür. Geçmiş tüm toplumlar, her ırktan ve her çağda, sürekli ve istisnasız, bir dini olan toplumlardır. Diğer bir deyişle, her toplumun düşünce kültürünün geçmişteki dayanağı dindir. Öyle ki tarihçi, kültür ve uygarlık tarihini yazmak istediğinde, yahut üniversitede bu konuda ders vermeyi düşündüğünde, kültür ve uygarlık incelemelerine başlayınca çalışma alanının o toplumun dininin incelemesine kaydığını görür. Mesela Hint kültüründen söz etmek isteyen birisinin Vedaları veya Budizm’i bu kültürünün eksen ve temeli olarak görmemesi mümkün müdür? Görüyoruz ki aradan yirmi yıl geçtikten sonra bu devrimin düşmanı olanlar bütün yapıya musallat olabilmişlerdir. Şu halde burada şu sonuca varıyoruz: bu yargının veya tarihe bu açıdan bakışın temelindeki ilke,


tarih ve din hakkındaki bütün yargı ve tasavvurlarımızı değiştirmektedir. Din ve dine karşı oluş, aydınlar, bugünün dinsizleri, geçmişin dindarları, bilim ve uygarlıklar arasındaki ilişkiler, materyalist ve dindarlar arasındaki ilişkiler… Böylece 17 18 ve 19. Yy aydınlarının ‘’dinin halk yığınlarının afyonu’’(Bkz.sayfa:56) olduğu sözüne hak verilebilir. Ancak bu dinin hangi din olduğunu iyi bilmek şartıyla? Feodalite döneminde bu dinin görevi köle ve efendilik durumunu yasallaştırmak oldu. Yalnızca feodal dönemde değil, her dönemde, her sınıfın iktisadi egemenliği sırasında din statükoyu yasallaştırma görevini üstlenmiştir. Bunun örneği çoktur. Tarihin her döneminde, dinin o dönemde ne gibi bir görev üstlendiğini görürüz. Mesela İslamdan önceki İran’ı incelediğimizde, toplumun birkaç kapalı sınıftan oluştuğunu görürüz. Peki bu ne demektir? Sasani döneminde din, doğrudan doğruya toplumda hakim durumdaydı. Sasani hükümdar ve şehzadeleri de Mecusi din adamları ve tapınaklarına bağımlı idiler. Sınıflar birbirinden ayrı ve birbirine karşıt idi. Aşağı tabakadan bir kimsenin bir üst tabakaya geçmesi mümkün değildi. Birinci sınıfta Sasani şehzadeleri ve soyluları vardı. İkinci sınıfta Zerdüşt din adamları bulunuyordu. Her iki sınıfta halkı yöneten ve sömüren konumunda idi. Ne var ki birinci sınıf zorbalıkla, ikinci sınıf ise bunu dini kullanarak yapıyordu. Halkın varı-yoğu bu iki sınıfın elindedir. Kimi zaman ruhani sınıfın serveti prenslerden de fazla olabilir. Albert Malet şöyle der: ‘’kimi zaman servetin %18/20si mabedlerin, Mecusi rahiplerin elinde idi. Üçüncü sınıf, zanaat erbabı, esnaf, askerler ve toprakta çalışanlar olup bu sınıf her türlü rütbe ve onurdan yoksundu. Demek ki artık ırk ve hanedanın önemi kalmayacak ve köle kökenli birisinin toplumun önderlik ve yönetimini ele alabilecektir. İslam’ın bütün bu duvarları-tabuları yıkması sebebiyle İslam’a yöneltilen kötüleme aslında çağımız dünyasında en büyük bir düstur ve övünçtür. Görüyoruz ki, en kutsal dini duygu ve düşünceler, hatta tanrılar dahi söz konusu olduğunda, kullanılan sıfatlar, daima sınıfsal niteliği olan, ırk ve soylarla ilişkisi bulunan sıfatlardır. Böylece ırk, soy ve ayrımlar dinden destek ve dayanak bulmaktadırlar. Çünkü bu dönemlerde bu ayrımlara dayanak bulmak için dine başvurulacaktır, henüz dinden bağımsız bir felsefe düşüncesi doğmamıştır. Felsefi düşünceye gelinceye, Aristoteles ve Eflatunda zaman zaman şöyle diyeceklerdir: Köle, ezelden köledir, efendi de, efendi. Aristoteles der ki: ‘’Kan yönünden soylu olan, bütün yeryüzünde yalnızca yirmi soylu Atinalı ailedir. Bu yirmi ailenin sayısı artmazda, eksilmez de.’’Aristoteles bunları söylediğinde de toplum henüz felsefeden değil, dinden etkilenmekte idi. Bu görüşlerde statükoyu destekleyen görüşlerdi. Bunların akabinde tevhid dininden bakılacak olursa, tevhid dinine karşı tagut dini vardır. Bu din halka ve insanlığa karşıdır. Bu din tarihte her zaman üstün gelmiş, yönetmiş, hakim sınıfın yoksul


sınıfı susturma, kandırma ve bastırma aracı olmuştur. Bu din, tarih sürecinde ve Ortaçağ’da iki biçimde görülmektedir. Biri oldukça açık biçimidir ki, şirk dininin ilk biçimi budur. Bugünlerde Afrika’da şirk dininin ilk biçimlerine rastlanır. Bu din, resmen çok tanrıcılığa inanır. Tabu dinidir, kutsal sayılan bir hayvanı yüceltir, Afrika kabilelerine hala bu dinler mevcuttur. Şu halde 17 ve 18.yy’da ve yakınçağ’ın aydınlarının bu din ile savaşmaları, ona karşı çıkmaları, bu dinin halkın perişanlık ve bedbahtlığına sebep olduğunu, halkın esaret, zillet, zaaf ve sorumsuzluğunu değişmez ve değişmemesi gereken bir durum olarak tespit ettiğini, toplumdaki ırk, sınıf ve zümre ayrımcılığını koruduğunu söylemeleri haksız değildir. Bu dinin ilerleme ile insanın hürriyeti ve eşitliği ile bağdaşmadığını söylemeleri de haklı bir yargı idi. Hürriyet uğruna savaş veren bu aydınlar, insanların bu gibi hurafelerden ve zehirlerden insanın kurtulup, bağımsızlığını kazanması için savaşlar verilmiştir. YAZARIN YÖNTEMİ VE KAVRAMLARIN AÇIKLANMASI Ali Şeriati bu kitabı ele alırken genel bağlamda din olgusunu ve dinin dinle olan münasebetini güncel bağlamda değerlendirmiştir. Bu kitapta sözünü ettiği din ile din olgusunun günümüzdeki görünümleri üzerinde durmuştur. Bu görünümleri birtakım sözlerle teyit etmiştir. Tevhid dini –Ali Şeriati’nin de belirttiği gibi- bütün elçilerin tebliğ ettiği dindir adı İslam’dır (bkz. Al-i İmran/19). Kim bu gerçeği kavrayacak yetenekte olduğu halde inat ve çıkarı yüzünden reddeder, başka bir din veya din sentezi ortaya atmaya çalışırsa, bu dinin Allah katında hiçbir değeri yoktur ve bu kişide ahret hayatında hüsrana uğrayanlardan, akıl almaz yanılgısının bilincine varanlardan olur (bkz. Al-i İmran/85). Şeriati, bu kitapta batılın hakka karşı durma çabasının özellikle bir görünümü üzerine durmuştur. Ve bu yöntemini belirli kavramlar üzerinde de anlatmıştır. Bunlar; KÜFR: Sözcük anlamı örtmektir. Küfrün anlamı dinin gerçeğinin örtülmesi değil, aksine bir din anlayışının başka bir dinle örtülme biçimidir. ŞİRK: Kelime anlamı olarak tanrıya ortak koşmaktır. Fakat bu kitapta genel bağlamda şirk tanrısızlık demek değildir. Çünkü müşriklerin bizden çok tanrısı vardır. Yalnız şu var ki, tanrılarının sayısı fazladır, fazladan tanrıya tapmaktadırlar. Şu halde tanrıya inanmayana, din duygusu olamayana müşrik diyemeyiz. Çünkü müşriklerin ma’budu vardır. Kendilerinin bu ma’budların kulları olduklarına inançları vardır. Bu ma’budların hem dünya yazgısında, hem de kendi yazgılarında etkili olduklarına inanırlar. Demek oluyor ki şirk de bir dindir.


PUTPERESTLİK: Genel anlamda bir nesne, görüntü veya fikre tapım içeren bir dini uygulama, anlayış ve inançtır. Puta tapanlar, yani bu tür müşrikler; heykel ya da kutsal nesneler meydana getirerek bunları tanrı benzeri ya da doğrudan doğruya tanrı sayarlar. Tapmakta oldukları tanrılardan birisinin yaşayışlarına veya evren olaylarına etkisi olduğuna inanırlar. Böylece putperestlik; şirk dininin bir alt dini olarak varlığını sürdürür. STATÜKO: Yürürlükte bulunan antlaşmalara göre olması gereken ya da mevcut süregelen durumdur. ANİMİZM: Ruhlara tapmak anlamına gelmektedir. Çok tanrıcılıkta animizm dinine geniş çapta rastlanır. MA’BUD: Kendisine ibadet edilen, tapılan varlık anlamına gelmektedir. TAĞUT: Putlar, sahne tanrılar ve tanrılık iddasında olan insan gibi, müşrikçe bir tapınma ve bağlanma konusu olan her şey için kullanılır. SONUÇ Ali Şeriati’nin bu kitapta varmak istediği sonuç şudur; tarih boyunca karşı karşıya gelen ve savaşan din ile dinsizlik değil, din ile dindir. Tevhid dini bilinçlik, basiret ve sevgi üzerine, insanın doğuştan(fıtri) ve felsefi bir özlemi, ihtiyacı üzerine kurulmuştur. Bu din şirk dininin karşıtıdır. Şirk dinine gelince o da cehalet ve korkunun ürünüdür. Şirk dinine karşı devrimci tevhid dininden bir peygamber görevlendirildiği her dönemde, bu peygamber insanlığı evren kanunlarına uymaya, yaratılış kanunlarının gerektirdiği çizgi içinde hareket etmeye çağırmıştır. Din, bizim anladığımız anlamda küfr-dinsizlik ile savaşmış değildir. Geçmişte ‘’dinsiz-tanrısız’’ bir toplum var olmamıştır. Tarih ve toplum-bilim, din ve toplum bilimi tarihi araştırma ve belgeler tanıktır ki, insanlar, tarih boyunca toplumsal maceralarına başladıklarından beri bir din mensubu olmuşlardır. İşte Ali Şeriati bu bağlamlar çerçevesinde dini, tarihler boyunca rastladığı pozisyonlarla ele almış, birtakım kelime ve kavramlarla bu olguyu derinleştirmiştir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.