T.C. AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ
SOSYOLOJİ SEMİNERİ II KİTAP SUNUMU
KİTABIN ADI - YAZARI GÖZÜN VİCDANI – RICHARD SENNETT
HAZIRLAYAN : SONGÜL TUNÇ 100110023
DANIŞMAN: Öğr. Gör. OSMAN METİN
Afyonkarahisar Bahar 2013
Kitabın Künyesi Gözün Vicdanı Kentin Tasarımı ve Toplumsal Yaşam RichartSennett
İngilizceden çevirenler Süha Sertabiboğlu- Can Kurultay
Kitabın özgün adı The Conscience of the Eye The Desing and Social Life of Cities
W. W. Norton &Company/1992 Basımından çevrilmiştir
Ayrıntı Yayınları Birinci basım 1999 İstanbul Sayfa sayısı 295
RİCHARD SENNETT 1943’te Chicago’da doğdu. 1964’de Chicago Üniversitesinden mezun oldu. 1969’da Harvard Üniversitesi’nde doktorasını verdi. New York Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü, İnsan Araştırma Merkezi’nde yönetici ve Politika Araştırmaları Merkezi’nde baş araştırma görevlisi olarak çalıştı. Kentli ailelerin hayatı ve toplumsal psikoloji üzerine bir çok kitap yazmıştır. BAŞLICA YAPITLARI: Kentlerin Kültürü Üzerine Denemeler, 19. Yüzyıl Kentleri, Kent Karşısında Aile: Endüstriyel Chicago’nun Orta Sınıf Evleri, Düzensizliğin Kullanılması, JonathanCobb’la Birlikte, Sınıfın Gizli Yaraları, Toplum Psikolojisi: Bir Antoloji, Bunalım Toplumunun Ötesi, Gözün Vicdanı: Kentin Tasarımı ve Toplumsal Yaşam, Kamusal İnsanın Çöküşü. (Biyografi kitaptan alınmıştır.)
İÇİNDEKİLER
-
GİRİŞ Gözün Vicdanı
Birinci Kısım İç Gölgeler I.
BARINAK A. İç ve dış B. İçeriyle dışarı arasında duvar örmek C. Günümüzün açılma korkusu D. Otorite mekanları
II.
NÖTR KENT A. Hiçbir yer B. Izgara C. Manevi arayış kahramanca bir mücadele değil artık İkinci Kısım Göz Bütünlüğü Arıyor
III.
18. YÜZYILIN AÇIK PENCERESİ A. Vayvay B. Uygarlık ya da kültür C. Doğanın meydanı
IV.
GÖRSEL BÜTÜNLÜĞÜN BEKLENMEDİK SONUÇLARI A. Sempati ve yücelik
B. Bütünlük teknolojisi C. Bir yücelik mimarı D. Sanat dini
Üçüncü kısım İnsancıl Kent V.
AÇILMA A. Farklılıklarla karşı karşıya B. Bir sürgünün inancı C. Yabancının inancı
VI.
YAŞAM DOLU SOKAKLAR A. İcat ve keşif B. V.Sixtus’un dikili taşları C. 14. Cadde
VII.
ZAMAN DOLU MEKANLAR A. Le corbuser ve Leger New York’ta B. Fortuna’nınmakinesi C. Zamanın duvarları ve sınırları
Dördüncü kısım Açılma sanatı VIII.
AÇILMIŞ ŞEYLER YAPMAK A. Ben ve o nesne B. Dönüşüm sanatı
C. Sempati ve empati
IX.
KENDİNİ ODAKLAMA A. Apollon’un iki farklı bedeni B. Mark Rothko’nun şapeli C. Balanchine’inApollon’u
-
DİZİN
Giriş Gözün Vicdanı Eski Yunanlılar yaşamın zorluklarını gözleriyle görebiliyorlardı. Antik kentin tapınakları, pazaryerleri, oyun alanları, toplantı yerleri, duvarların, sokaktaki heykellerin; dinde, politikada ve aile yaşamında kültürel değerleri simgeliyordu. Bunun en güzel örneği kentin kölelik üzerine kurulu olması. Antik Yunanla bugünkü yunan toplumu arasında “iç ve dış” gibi bir ayrım vardı. İç dediği özel yaşantıyla,dış ise fiziksel yaşamdır. Kenti bu şekilde kategorileştirme çok anlamsızdı ve rastlantı da değildi. Aslında bunun derin ve ruhsal bir nedeni vardı. Kentin inşa tarzı insanlar arasında farklılık oluşturduğu duvardır ve bu duvar karşılıklı uyaran, tehdit olması da muhtemeldir. Bu kitapta, açılma korkusunun nasıl ortaya çıktığını, iç ve dış yaşam arasındaki duvarın nasıl örüldüğünü göstermeye çalışır. Aslında bu duvar kısmen bizim dinsel tercihlerimizden kaynaklanıyor. Hıristiyanlık batı kültürünü iç ve dış yaşam arasın da duvar çekerek bir konumu yönetti. Bu duvar bölgesi dünyevi toplumu karartmaya devam ediyor.
Birinci Kısım İç Gölgeler I.
Barınak
A. İÇ VE DIŞ Eski Ahit dönemindeki insanlar manevi yaşamla dünyevi yaşamı birbirinden ayırmazlardı. Ahitler dönemindeki insanlar kendilerini köklerinden koparılmış gezginler olarak görürlerdi. Eski Ahit’in Yehova’sı (Tanrı) da gezgin bir tanrıydı. Yehova’nın On Emiri bir sandığın içindeydi bu sandık Filistinlerin eline geçince İbraniler, Yehova’nın sandığın içinde de olmadığını fark ettiler o halkı ile birlikte başka yere gitmişti. Yehova zaman tanrısıydı ve onu izleyenlere, mutsuz yolculuklar için kutsal hedefler vaat ederdi. Eski Ahit Yahudileri gibi ilk Hristiyanlar da oradan oraya dolaşıp açılmanın inancın sonucu olduğunu hissettiler. Yahudi-Hristiyan kültürü ta kökünden beri, manevi bir yerinden ayrılmışlık ve yaşantısı üzerinedir. Sait Augustinus’unThecity of god adlı yapıtında göz bir vicdan organıydı. Bakma görme, aydınlanma anlamına gelir. Ama bu dinsel görüntü, karanlık bir odada ışığın
düğmesine basmakla sağlanan ani ve birebir aydınlanma değildir. Işık kaynağını bulmak için yaşam boyunca arayışta olmak gerekir. Arayış için bir yaşam denilince dünyadaki eylemler akla gelirdi. Örneğin erkekler hayatları boyunca düşmanın peşinden koşarak ailelerinin onurunu korumaya çalışırlar. Augustinus’a göre imanı bulmak insan oğlunun algılama yeteneklerinde reform yapması gerektirir. Ama Hristiyanlıkta bulmak için metot kişinin kendisini keşfetmesidir. Yani iman etmek için deneyim gerekir. Ama deneyimle din uyuşmaz. Mesela sokak dilenci, öğrenci, satıcı bunlar deneyimle görülür. Ama içselle bir ilgisi yok veya aşkın manevi boyutu nedir bunları bilemeyiz. Aşk deneyim edilmez yani içseldir. Ama buna manevi demek doğru olmaz. İman güvenlik vaat ederdi. Buradan da görüyoruz ki Augustinus’un dinsel bakışının somut bir siyasal sonucu vardı. Koruyup kollamak sana vaat ediliyor yeter ki itaat et piskoposa, krala ya da anne babaya karşı görevini yerine getir. B. İÇERİYLE DIŞARI ARASINA DUVAR ÖRMEK Her çağda olduğu gibi Ortaçağda da kentlere özgü inşa biçimlerinde farklılıklar vardı. Mesela İslamiyet kutsal görüntülerin resmedilmesini yasaklıyordu. Bundan kasıt bu resimlere putperest gibi tapınmayı önlemekti ve bu yasak binaları da kapsadı. Binalarda tanrının görünüşünü taklit etmeye kalkışmamalıydı. Hristiyan inşası ise dinsel bir ressam gibi imanı açıkça görülür kılmaya çalıştı. Her kilisenin haç şeklindeki biçimi elbette İsa’nın çarmıhta çektiği acılara bir öykünmedir; açıkça görünür olan bir başka şey daha vardır bu binayı yüksek tutmak için harcanan olağan üstü çabalarla İsa’nın göğe yükselişini göstermek. İşte bu yapılarda tanrı arandı. Buralarda olanlara kutsallık atfedildi, burada olmayanlar yani dışardakiler ise ahlaksızlıkla suçlandı. Bu yapılarla imanın optiği fizikler yapılar inşa etmişti. Bu fiziksel yapılar dışında insanlar sokakta, pazarda manevi bir yaratıcıyı arama girişimine girmediler. C. GÜNÜMÜZÜN AÇILMA KORKUSU Ortaçağ evlerinde yemek yeme, mutfak, uyma gibi odalar yoktu. Tek bir oda bulunur ve bu odada tüm eşyalar bulunurdu. Tuvalet ihtiyacı dahi bu odalarda karşılanıyordu. Bir nevi üstü kapatılmış sakak gibiydi. 19. Yüzyıla gelindiğinde evin yapısı değişti odalar arttı, uşaklar için ayrı kapılar yapıldı, mutfak, banyo, tuvalet birbirinden ayrıldı. Sanayileşme çağı New York’unun karakteristik özelliği haline gelmiş ev tasarımı, yani sosyal konu tarzındaki apartmanlardaki tren evler bu bölme mantığına uygun evlerdi. Evin 19. Yüzyılda aldığı biçime göre kadın bir nevi bir peçe altına gizlendi. Erkekler sokağa çıkıyor, ev kadınların kapatıldığı yerdi. Çünkü dışarıya göre daha ahlaklıydı. Ama buradan erkeklerin kadını sınırlandırdığı ya da hapsettiği anlamı çıkmaz çünkü kadınlarda da kadın kutsaldır. Durumu düşük olan kasınlar çalışıyor ve erkekler gibi barlara gidip içki içiyorlardı. Bunu orta
tabakadakiler ahlaksız olarak adlandırdı. Sokak didişme, huzursuz ve pisliklerle doluydu. Eve teşvik amacıyla resimler evde yatağın üstünde resmediliyordu. Ama bunlar kültürel gereksinimlerini karşılamaktan uzak olduğu için işlevini yerine getirmeyen iç mekânlar yarattı. Ama sokakların pisliği de açılma korkusunu arttırdı. D. OTORİTE MEKÂNLAR Tarihteki en güzel otorite mekânlar katedrallerdir. Bu otorite mekânları yüksek ve ciddi bir yasaya boyun eğerek ulaşılır. Bu yerlere ancak inananlar girebilir. Girenler otoriteye boyun eğerler. Bu yapılarda kapılar kilitli, perdeler çekilmiş içerde neler olduğu görülmeyen gizemli yerlerdir. Tek insan yok, perdeler opak düz görüntü çirkin olabilir ama ağır ve güven vericidir. Burada kimsenin olmaması da burjuva egemenliğini gösterir. Çünkü kitleler işçi apartmanlarında tıka basa yaşıyorlar. II.
Nötr kent
A. HİÇBİR YER Manevi arayışta olanların kendilerini kilisede güvende ve mutlu hissederlerdi yani bir cemaat yapısı vardı ama daha sonra bu cemaat yapısı boğucu hale geldi. Güvenliği küçümsediler, boş ve bakir alana göz dikmeye başladılar. Bu yüzden 17.yy. sonlarında geleneksel köy biçimi kopmaya başladı köy çekirdeği oluştuktan sonra yerleşenler arazi bölmesinde eskilerin cadde planlarını karakterize eden tutuculuğu bıraktılar. İlk yerleşenler perişan insanlardı, hayatın kontrolünü ele geçirmek için hayatın tümünden kaçmak gibi ikili bir durum vardı. İşte bu ikilik modern toplumun ilk belirtileri idi. Bu fiziksel sığınak arayışı, kendini otoriteye teslim etme isteğini ifade etmiştir. B. IZGARA Tarihçi Joseph Rykwert, kenti gösteren ilk işaretlerden birinin “nywt” işareti olduğunu söyler. Bu işaret çember içinde haçtır. Kentin en basit, en sürekli imajlarından ikisini gösterir. Çember basit, kesintisiz kapalı bir çizgidir. Bir kuşatmayı, bir suru ya da kent meydanı gibi bir alanı gösterir. Bu kuşatmanın içinde yaşam gelişir. Haç ise birbirini kesen çizgiler, caddeleri ızgara şeklinde yaparak sınırları belirlemenin en basit yolunu simgeler. Hippodamus, ızgarayı kültürün ifadesi olarak gören ilk kent inşacısı olarak bilinir. Ona göre ızgara yaşamın mantığını ifade eder. Romalılar savaş yerlerinde bile ızgara kent modelini benimsiyorlar amaç nereye giderlerse gitsinler kendilerini Roma da hissetsinler. Izgara kentler ilk başta manevi bir anlam taşısa da daha sonra bu anlamdan sıyrılmıştır. Izgara kentin temeline bakıldığında Protestanlığı görüyoruz. Yapılan bütün merkezi binalar din açılı alanlarda yapılmıştır. Bu ızgara kentlerin hızlıca büyümesi toprak satışını da çok artırdı yani
direk kapitalizme hizmet etti. Amerikanlar bunu saklamak için şehrin orta yerlerine büyük parklar yaptılar. Ama bu parklar kirden gürültüden kurtulamadı bunu engellemek için yollar yerin altından yapılma yoluna gidildi ama burada doğa için doğanın tahribi tezatlığı görülüyor. C. MANEVİ ARAYIŞ KAHRAMANCA BİR MÜCADELE DEĞİL ARTIK “Güç ve denetim” gibi sözcükler dünyanın sıkıca kavranmasını çağrıştırır. Weber ızgara gücünü özelliklerini “Demir kafes” ile anlatır. Bu benzetmede ancak terbiyecinin de hayvanla aynı kafeste olmasıyla olabileceğini söyler. Buna Henri James örnek verilir. Yazmış olduğu eserinde kendisini bekleyen bir vahşi hayvan olduğunu ve bundan kurtulmaya çalışır. Bunu sadece bir bayana anlatır kadın ölmeden önce o hayvanı anlatmaya çalışır ama buna nefesi yetmez. Henri James kabrini ziyaret etmeye gider orda anlar ki asıl korkması gerektiği şey hayattır ve onunla savaşması gerektiğini öğrenir. İçsel yaşamı ile gerçek yaşamı arasındaki farkı kapatır.
İkinci Kısım Göz bütünlüğü arıyor III.
18. Yüzyılın açık penceresi
A.VAYVAY 18.yy. da Thomas Jefferson, saray yaşamından çok mimariye dikkat etmelerini öğütlemiştir; çünkü nüfus her yılda bir ikiye katlanıyor, evlerimizi de buna göre ikiye katlamalıyız. Ayrıca öyle sahte malzemelerle inşaatlar yapıyoruz ki 20 yıl sonra evlerin yarısını yeniden yapmak gerekir diyor. Ve bu nüfus artışı onu rahatsız etmiyor çünkü her yere ev yapılabilir ama bu ızgara evler yapılırken doğada tahrip ediliyor ve buna da doğanın gereği gibi bakılıyordu. Bu dönemde bahçıvanlar, inşaatçılar çok ileri seviyelere geldiler bunu yapmış oldukları görüntüsü muhteşem olan kanallarda görüyoruz. Buna Vayvay örnek gösterilebilir. B.UYGARLIK YA DA KÜLTÜR
Aydınlanmayla beraber uygarlıkla kültür aynı anlamda kullanılmaya başlandı. Hâlbuki uygarlık farklılığı, kültür ise bütünleşmeyi ifade etmelidir. Aydınlanma
da uygarlıkla
kültürün aynı anlamda kullanılmasına açık pencere bıraktı. C.DOĞANIN MEYDANI Aydınlanmanın açık penceresinden gelen ışık kentlere pek uygun olmayan manzaralar doğurdu çünkü kentteki kişi kendini başkaları ile kıyaslıyordu. Bir doyumsuzluk söz konusuydu. Adam Smith kentlerin cesaret kırıcı bir yer olduğu aynı şekilde Jefferson, aydınlanmayla kentlerin gelişeceğin den umutsuzdu çünkü kent fiziksel olduğu gibi ahlaken de sağlıksız yerlerdi. Sosyal farklılığı doğal farklılığa dönüştürmek için büyük meydanlar yapıldı. Yürüyüş parkları gibi parklar yapıldı. Ama kitleleri bir arada tutmak oldukça zor. IV.
Görsel bütünlüğün beklenmedik sonuçları
Hristiyan kenti içeriye yani iç yaşantıya olduğu gibi, binaların içindeki sığınağa da büyük önem verir. Aydınlanma kenti ise insanları dışarıya ama kalabalığın olduğu dışarı değil kırlara çıkarmaya çakıştı. Bu farklılık doğal olarak binalarında yapılma tarzına etki ediyor. Binalar daha esnek yapılıyor. Bir fabrika bacası veya elektrik tesisatı binanın kullanım süresine göre yapılıyor daha sonra bir binayı değiştirmek oldukça zordur. Ekleme ya da çıkarmayla binanın bütünlüğü bozuluyor. Bu binalar yapılırken belli kırılgan bir kent tasarımı düşünmediler ama zamanla içeri-dışarı arasındaki bütünlük bozuldu. Çünkü aydınlanma anti sosyal inşaatı miras bıraktı.
A. SEMPATİK VE YÜCELİK Aydınlanma yazarları, bir insanın yalnızca birkaç dakikalığına olsa insanın düşüncelerini, gereksinimlerini ve isteklerini girebiliyorsa bu insan ne kadar farklı olursa olsun buna sempati diyoruz. Bu sempati doğal olarak kentlere yansıdı. 18.yy. gelindiğinde yapılan binalar yani gökdelenler (yüce binalar) kiliseden farklıydı. Kilisede tanrı ile iletişim kurardınız bina sadece bir aracıydı. Ama yüksek binaların ise kendi başına bir deneyim olacağı düşünülmüştü. B. BÜTÜNLÜK TEKNOLOJİSİ İçeriyle dışarının, odayla odanın bütünleşmesi var. Bu bütünleşmeye hizmet eden materyal ise “cam” dır. Büyük binaların duvarları artık büyük çoğunlukla camdan yapılıyor. Camı kullanma sebebi ise dışarıyla içeri arasındaki bahriyeli kaldırmaktır. Camla bütünlük teknolojisi kurmak bence tam bir rezilliktir. Çünkü ahlakilik, mahremiyet kalmıyor. Camla
binanın içi görünür hale gelince dışarıya direk pencere aralıyor. Bu bütünlük teknolojisi zamanla gelişti cam dışarıyı görmeyecek şekilde yalıtılır. C. BİR YÜCELİK MİMARI Cam dünyası sakinlerini yalnızlığa sevkedir. Çünkü ev sakinlerinden biri bir film bile izlese evdeki herkes görüyor. Örneğin film de kötü bir sahne olduğunda ailede ki bireyler rahatsız olabilir. Buda cam mekânda ailenin yaşamasını zorlaştırır. Cam mekânların örneğini Mies veriyor. Mies selin olduğu bir yere uzun sütunlarla bir ev yapıyor sele rağmen eve bir şey olmuyor ama yaptığı ev camdan ve budan dolayı ev kiracı bulamıyor. Kısaca evin yüceliği alıcı bulmasına yetmedi. D. SANAT DİNİ Sanatın din üzerinde etkisi direktir. Sanat mimarisi bireyi toplumdan uzaklaştırdı ve eğer insan toplumdan uzaklaşıyorsa kendini yalnızlığa teslim ediyorsa o kişi sığınağı kutsal kabul etmez. Çünkü camide veya kilisede cemaat olgusu var burada birey kendini yalnız hissetmez.
Üçüncü Kısım İnsancıl Kent V.
Açılma
A. FARKLILIKLARLA KARŞI KARŞIYA Kent sakinleri bir yerden başka bir yere geçerken bukalemun gibi her bir sahnenin rengini alıyor. Bunun en güzel örneği New York’tur. New York dışarıya açılmak için ideal bir kenttir. Çünkü New York dünyanın her yerinden nüfus toplayan karışık bir kenttir. Bu farklılıktan dolayı mimaride oldukça değişkendir. B. BİR SÜRGÜNÜN İNANCI
Aşkın kimlik sakaktaki diğer insanlara yeni bir şekilde bakmamızı sağlıyor, tıpkı bir sürgün gibi sokaktakilerin kim olduğu, onların ne yaptığından daha önemlidir. Örneğin kente yeni gelen biri çok merak edilir hele ki kenttekilerden biraz farklıysa herkesin gözü onda olur. C. YABANCININ İNANCI Siyah Müslümanlar Baldwin’inHarlem kiliselerin de dolaylı olarak doğduğunu açıkça ilan eder; “Tanrı Siyahtır.” Bu teolojik görüşten çıkan ise tümüyle ayrılmayı savunan bir toplumsal görüştür. Siyah Müslümanların inancına göre bütünleşme kölelerin düşüdür; efendiliği suçsuz efendiler olmayı sürdürmek isteyenlerin beslediği bir düş. Siyah Müslüman hareketi küçük davranışı dahi Müslüman ilkelerine göre düzenler. Siyah Müslümanlar günlük yaşamın bu katı, sade ve ücra yuvasında insan olmanın tanımını yaparken; başka bir yuva siyahlar için aldatmadır, zayıflıktır. Beyaz adam içinse buraya giriş yoktur ve beyaz adam bir şeytandır. VI.
Yaşam dolu sokaklar A. İCAT VE KEŞİF
Nasıl oluyor da yaşam dolu sokaklarda icat ve keşifler oluyor? Bunu Kolomp’la açıklayabiliriz. Kolomp yola çıkarken keşif yapmamıştı, yabancı yerler ona kendini keşfettirmişti. Yani anlıyoruz ki icat keşfin anasıdır. Yapılan icatlarla dünya denetim altına alındı, yeni yerler keşfedildi. A. V.SİXTUS’un DİKİLİTAŞLARI Perspektif sanatına göre bir kenti yaratan en ünlü plancı 1585’te papalığa geçer geçmez Roma’yı değiştirmeye başlayan V. Sixtus’tu. bir kardinal olarak uzun süredir tasarladığı planı , papa olur olmaz hemen ilan etti ve işçiler derhal işe başladı. V. Sixtus’un Roma’yı yeniden yapmasının ardındaki gerekçe dinseldi: kenti yedi tane haç ziyareti yerini birleştirmekti. İlk olarak dinle yola başlasa da yapmış olduğu düz caddeleri birleştirmek dinden uzaktı. B. 14. CADDE On dördüncü Cadde bir nehri boylu boyunca kat eder. Manhattan ızgarasının bir parçası olan bu cadde tamamen dümdüz ve çok uzundur. Burada çok uzun bir meydan yer alır buda Sixtus’tan esinlenerek yapılmıştır. Bu yapılan cadde de zenginle yoksullu kaynaştırma yoluna gidildi ama pek etkili olmadı. Meydandaki ağaçlık alanlar uyuşturucu yuvası hale geldi çözüm olarak meydandaki ağaçlar kesildi. Denge için denge bozmak pek akıl karı değil.
VII.
ZAMAN DOLU MEKÂNLAR
A. LE CORBUSIER VE LEGER NEW YORK’TA Le Corbusıer New York’a yaptığı gezide özellikle New Yorkluların makinelere çok önem verdiği değinir ve bununda iyi bir şey olduğu kanısındadır. Amerikan kentleri makinedir, ızgara-cadde makinesi ve gökdelen makinesidir. Bunlar için de bizler temiz, boş ve özgürüzdür. Caddeler birbiriyle dik açı yapar ve bizi özgürleştirir. Leger’nin çalışmalarında zaman olgusu onun makine imajında ortaya çıkar.
Leger
yapıları insan vücuduna benzetiyor. Benzetme sebebi ise ortak yanlarının çok olmasıdır. Örneğin bir tabloda insanla makineyi beraber çizer ve insanın kolunu demirden yapar, insanı yerini makine de alabilir. B. FORTUNA’NIN MAKİNESİ Kentlerde bir şimdiki zaman, birde bölünmüş zaman olgusu uyandıracak makineler ilk olarak Rönesans dönemin de icat olundu ama bu makinalar şimdiki zamanı korkulacak bir hale getirdi. Zamanı parçalayan makineler icat edildi; saat ve sahra topu gibi. 19 yy da kentlerin hızlı büyümesi zaman kavramını da önemli hale getirdi bina büyüklüğünde şehrin ortasına saatler yapıldı. Bu saatler ilk zamanlar dinsel amaçla yapılmış olsa da daha sonra zamanı kontrol altına almaya yarayan disiplin organı haline geldi. Rönesans döneminde saatler herkesin görebileceği yerlere konuldu. Buna Heilbrann belediye saati örnek gösterilebilir. Ortaçağ da zamanla yarışır hale gelmişti. Kentler çoğunlukla artmış eski kentlerin yanına yeni kentler inşa edildi yeni surlarla çevrildi. Bu yeni kentlerle ski kentler arasında sürtüşme yeni icatlar getirdi. Ok artık işe yaramaz surları yıkmak için yeni toplar icat edildi. C. ZAMANIN DUVARLARI VE SINIRLARI Özel mekânların kişileştirilmesi on dokuzuncu yy da doruk noktadaydı. Bu dönemin edebi eserlerine direk yansıdı. Örneğin bir çocuğun üzgün bir şekilde camdan dışarı bakmasıdır. Romanlardaki sınırlar açık alanların kent planlamasın da sınırlara sanki duvarmış gibi yaklaşmakla nelerin kaybedildiğini göstermektedir. Etrafı sıkıca çevirili toplumlarda yaşayanların gelişimi yavaşlamıştır. İnsanlar birbirlerini ancak sınırları aşarken, sanki ilk kez görüyorlarmış gibi görebilir. Bu yerinden çıkış ve direniş deneyimleri sanatta vardır ama kent tasarımından eksik.
Dördüncü Kısım Açılma Sanatı VIII.
Açılmış Şeyler Yapmak
A. BEN VE O NESNE Hiç kimseye ait olmayan bir kentte insanlar sürekli olarak kendilerinden, hayat hikâyelerinden bir iz bırakmaya çalışırlar. New York bu tür imar içinde yüzen kentlerden biridir. Metro vagonlarının hem içinde hem dışında sprey boya yada keçe kalemle yazılmış, yazanı tanıtan bir sürü rakam, baş harf, lakap ve işaretler görünür. Bu yazıların yazılma sebebi
ise duyulan korkudandır. Korku ve yazının sahipleri ise alt tabakadakilerdir bu yazılarla kendilerini somutlaştırmaya çalışırlar yani biz varız, buradayız; siz hiçbir şeysiniz mesajını vermeye çalışırlar. Zamanla bu yazılar değiştiği gibi yazılan yerler artık köprü altı değil, herkesin görebileceği yerlere yazılmaya başlandı. B. DÖNÜŞÜM SANATI Modern ızgara yapılanmasında hiçbir şey değişmez her şey tekrarlayan bir düzenden ibarettir. Aslında ızgaranın mantığı bir imgenin tekrarlanmasıdır. Birçok sanatçı biçimi tekrarlarken onda değişikliklerde yaratmaya çalışarak bu mantığa karşı çıkmıştır. Bu tür sanat dönüşümüne Spencer’in “dönüşebilirlik” düşüncesinin modern versiyonudur. Ama bizim çağımız makine çağıdır. Her şey mutasyonla veya küçük bir değişiklikle seri üretimi yapılıyor. Aynı değişiklik ketlerde de oldu camı veya fayansı değiştirildi küçükte olsa farklılık oldu. C. SEMPATİ VE EMPATİ Buraya kadar anlatılanlara baktığımız da aslında belirli bir kent biçimi düşündürüyor. Bu kente modaya uygun isim verecek olursak buna “Yapı Söküm Kenti” denilebilir. Yapı Söküm mimarinin temel ilkelerine baktığımız da farklılık, kopukluk ve karışıklık gibi ilkelere sahiptir. Geçmişteki yapıları duvarlarında değişiklik yoluna gidilir. Yapı Söküm yapılırken etik duygunun ön planda olması gerektiği yönünde bir kanı var. Yapı Sökümüne göre ayarlanmış bir kent saldırgan nesnelerle dolacaktır. İşte burada sempati ve empati devreye giriyor. Adam Smith’in dediğine göre sanki diğer kişiyle aynıymış gibi başkasının yerine koymayla gerçekleşecektir. Sempati aydınlanma taraftarları tarafından dışlandı çünkü zengin neden fakiri sevsin anlayışı var.
IX.
KENDİNİ ODAKLAMA
Niçe yazdığı ünlü denemesi Trajedinin Doğuşu’ndaApollon ile Diyanizos arasında birbirine zıt kültür biçimlerine öncülük eden tanrılar olarak bir ayrım olduğunu belirtir. Diyanizos, kargaşayı paylaşan, içki içerek rahatlayan, dövüşerek rahatlayan bir insan toplumunun öncüsüdür. Apollon ise daha sakin, kurallı ve dengeli yaşamın öncüsüdür. Açılma ve boşluğa çıkma sanatları Diyanizasyon anlatımlar olarak görülebilir. Ama bunlar daha dengeli olan Apollonyon bir yaşama varmak amacına hizmet edebilir. A. APOLLON’UN İKİ FARKLI BEDENİ Bu kitap Hıristiyan içsel idealinin insanların dünyadaki dengesini nasıl bozduğunu göstererek başlamıştı. İç ve dış boyutlar arasındaki farkın aydınlanmanın yaptığı gibi yok
edilmesinin çözüm olmadığı görüldü. İçsel ve dışsal yaşam, aileyle yabancılar arasın da, toplulukla kent arasında gerçek bir farklılık bulunuyor; dışarısının kendi gerçeği var. Bu koşullara yönelik Apollonyen ideal odaklanmış bir insan idealidir. Modern dünyada bu ideal, bu dünyada yaşamı sürdüren birinin durumunu gösterir. Kişi farklılıklara açılarak dengesini bulabilir. Diyanizos ise hiçbir şey yaratmaz, içki içer ve öldürür. Apollon simgesinin altındakiler yaratmakta özgürdür, çünkü onlar iç güçlerini evcilleştirmişlerdir. B. MARK ROTHKO’NUN ŞAPELİ Modern ızgara ressamlarının en büyüğü kuşkusuz Amerikalı Mark Rothko’dur. Rothko ideal vücudun resmi yerine, ideal ızgaranın resmini yapmaya çalışmıştır. Rothko’nun aklında olan çevre şekli bir kilisedeyken aklına geliyor. Ona göre çevre bir kilise gibi tefekkür yapılabilecek bir yer olması gerektiğini düşünüyor. Yaptığı çalışmalarda “trajik ve insancıl” sözcüklerini bazı duygulanım niteliklerini zihinde canlandırmak için kullanıyor. Bu nitelikler insanlar dışarıya çıktıklarında korunmaları ortadan kalkar. Çünkü kent havası özgür kılar düşüncesi var buda insanın iç dürtülerinden vazgeçmesine neden olur. C. BALANCHİNE’İN APOLLON’U Bu günün eksiltme, eleme ve saflaştırması, klasik geçmişi düşlemenin, antik dönemin saygınlığı ve morfolojisi temelinde daha basit, daha saf biçimler kurma düşüncesinin güçlü eleştirel dürtülerindendir. Kendi Apollon’u yaratan Balanchine, tanrıya müzik veren Stravinsky’nin yaptığı gibi dünyayla ilgili kesinlikle insanca bir inancın uyanmasını sağladı: sükunetin tanrısı, ama sürekliliğin değil; içinde kendi değişim tohumlarını taşıyan bir tanrı. Yaşayan ve yaşlanan bir Apollon’dur bu. Kentin mekanlarına kazımamız gereken tanrı, Hıristiyanlığın ıstırap tanrısı değil, işte bu tanrıdır.
Yazarın Kullandığı Teknik Sennette genel olarak örneklerden yola çıkarak toplumu açıklamaya çalışır ve bu yöntemle anlatılanları zihinde somutlaştırır. Verdiği örnekler günümüzde de görebiliriz. Özellikle New York’un mimarisinde görebiliyoruz. Üzerinde durduğu kavram kenttir. Kent; nüfusun çoğu ticaret, sanayi ya da yönetimle ilgili işlerle uğraşan tarımsal etkinliğin yok denecek kadar az olduğu yerleşim yeridir.
Sonuç Eser de Hıristiyanlığın toplum üzerindeki etkilerinden bahseder. Hıristiyanlık dini toplumu ilk başlarda içeri teşvik eder. Çünkü çıkarları için toplum, içerde oldukça insanları elde tutmak daha kolaydır. Bununla toplumu kontrol etmek daha kolay olacaktı ama kiliseni verdiği güvenlik ve emniyeti sıkmaya başlar. Toplum yavaş yavaş dışarıya açılmaya başlandı. Özellikle kadınların dışarıya, çalışmaya başlaması toplum tarafından hoş karşılanmadı çünkü çalışan kadın kötü, yoldan çıkmış kadındır. Dönemin otorite mekânları da insanı özellikle katedrallere yönlendirdi çünkü insanı elde tutmak, yönetmek kolaydır. Ama kilise de belli yere kadar açılmaya engel olsa da daha sonra insanların hırsı açılmaya engel olmadı. Yeni icatlar yapıldı saat gibi. Bu icatlar genellikle toplumu baskı altına tutmak için yapıldı. Toplum tasarımları da bundan nasibini aldı. Örneğin muhteşem nehirler (vayvay gibi) yapıldı ve bu yapılar daha sonra doğanın tahribini getirdi. Günümüz de yapılan binalara baktığımız da eskiden ormanların olduğu yerlere inşa edilmiş. Hıristiyanlığın toplum üzerinde ki etkilerine geri döndüğümüzde, günümüz binaların şekline baktığımız da bile dinin etkilerini görüyoruz. Yakın bir zamanda İstanbul da binaların üzerine haç işareti konuldu. Başka örneklere baktığımız da takılarda, eşyalarda, kıyafetlerde yansıdığını görüyoruz. Eski önemini kaybetmiş olsa da Hristiyanlığın etkileri devam ediyor.