AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ
MODERNİTE VE BİREYSEL-KİMLİK, GEÇ MODERN ÇAĞDA BENLİK VE TOPLUM ANTHONY GIDDENS
SOSYOLOJİ SEMİNERİ -2
ÖĞRENCİ ADI SOYADI : SELEN ÜREGİL ÖĞRENCİ NUMARASI: 090113033
Ders Danışmanı : ÖĞR. GRV. OSMAN METİN
Yazar Hakkında Bilgi: Anthony Giddens, uzun yıllar Cambridge Üniversitesi’nde sosyoloji profesörlüğü görevinde bulunduktan sonra, bir dönem London School of Economics’te başkanlık yapmıştır. Son yirmi yılda temelde sosyoloji odaklı olarak yayımladığı otuzdan fazla kitabı, Anglosakson akademi çerçevelerinde ona büyük ün kazandırmıştır; eserleri yirmi dokuz dile çevrilmiştir. Polity Press’in kurucularından olan Giddens, bir süre İngiltere Başkanı Tony Blair’e danışmanlık yapmıştır. Yapılaşma teorisi, sosyologlar ve siyaset bilimciler tarafından ilgiyle karşılanmış ve tartışılmıştır. Son yıllarda da modernliğin doğası ve insan ilişkilerine getirdiği boyut hakkında bir dizi kitap yayımlamıştır.
GİRİŞ Modernite sonuçları geçmişten günümüze sorun halinde, günümüzde aldığı kurumsal biçimlerle sosyolojik bir problem olarak ortaya çıktı. Modernite gündelik toplumsal hayatın doğasını kökten değiştirir ve yaşantılarımızın en kişisel yanlarını bile etkilemiştir. Moderniteyi kurumsal düzeyde anlamamız gerekir, modern kurumların yol açtığı köklü dönüşümlerin doğrudan bireysel hayatla ve bu yüzden benlikle alakası olduğunu unutmamak gerekir. Modernite bir risk kültürüdür. Bu sözle toplumsal hayatın özü gereği öncekilerden daha riskli olduğunu anlatmak yerine, gelişmiş toplumlardaki çoğu insan için toplumsal hayatın riskli olduğunu anlatmak gerekir. Modernite koşullarında “gelecek” bilgi ortamlarının refleksif organizasyonuna sürekli dahil olur. Deyim yerindeyse, bir alan şekillendirilir ve kolonileştirilir. Ancak bu kolonileştirme doğası gereği asla tam olamaz: Risk terimleriyle düşünmek tasarımların, kendilerinden beklenen sonuçlardan muhtemelen ne kadar farklı olduklarını değerlendirebilmek açısından hayati bir öneme sahiptir. Modernite bir yandan belirli alanlar ve hayat tarzlarının genel riskliliğini azaltırken, öte yandan önceki çağlarda büyük ölçüde veya kesinlikle bilinmeyen yeni risk parametrelerini devreye sokar. Modernitenin kendine has 2 özelliğinden bahsedilebilir, bu da küreselleştirici etkiler ve kişisel ihtiyaçlar arasında giderek artan karşılıklı bağlantıdır. Kitaptaki amaç da bu karşılıklı bağlantıların doğasını analiz etmek ve bu tür konularda düşünmeye yardımcı olabilecek bir terminoloji oluşturmaktır.
ÜST MODERNİTENİN ANA HATLARI Judith Wallerstein ve Sandra Blakeslee’in ikinci şans yani boşanma ve yeniden evlenme üzerine araştırmasını ele alır. Yaklaşık on yıllık bir dönemi kapsayan bu çalışma da evliliğin yıkılmasının altmış ebevyn-çocuk grubu üzerindeki etkisi araştırılır. Boşanma burada yazarlara göre bireylerin kişisel hayatlarındaki, güvenlikleri ve huzurları için tehdit oluşturan, ancak ayrıca benlik gelişimleri ve gelecekteki mutlulukları açısından yeni fırsatlar sunan bir krizdir. Boşanmayla bireyler üzerinde öfke, hırs ve bunun gibi birçok duyguyla beraber
psikolojik sorunlar gözlemlenir. Evliliğin bitiş nedeni istekli yada isteksiz olsun yinede bireyler üzerinde kötü bir etki bırakmaktadır. İki insanın birlikteliği ne kadar uzunsa yas dönemi de uzun sürme eğilimindedir. Yas tutma, önceden paylaşılan hazlar ve yaşantıların artık yokluğundan, ayrıca bir zamanlar ilişkilerin sunduğu umutlardan zorunlu olarak vazgeçmekten kaynaklanır. Wallerstein ve Blakeslee’ye göre boşanmadan sonra bir yas evresinden geçmek “toparlanmanın anahtarıdır”. Eski eşinden başarılı bir şekilde kopan kişi yeni bir benlik algısı, yeni bir kimlik algısı oluşturma göreviyle yüz yüzedir. Uzun süren bir evlilikte tarafların bireysel kimlik algıları ötekine ve gerçekte bizzat evliliğe bağımlı hale gelir. Wallerstein ve Blakeslee boşanmanın çocuklar üzerindeki etkisine de değinir. Onlara göre boşanma çocukları matem çocuklarından daha güç bir görevle yüz yüzedir. Ölüm elde olmayan bir şeydir, ancak boşanma düşüncelerini değiştirebilecek 2 kişi arasında gerçekleşir. Barışma fantezisi çocukların ruhlarını derinden etkiler. Modernitenin diğer kurumlar kadar aile ve evliliği de etkileyerek bireyin dış toplumsal ortamında temel değişimlere yol açtığı söylenebilir. Modernite terimi çok genel anlamda ilk kez feodalizm sonrası Avrupa’da ortaya çıkan, ancak 20.yy da giderek dünya çapında tarihsel etkiye sahip olan kurumlar ve davranış biçimlerini ifade eder. Sanayileşmenin tek kurumsal boyutu olmadığı kabul edilse de modernite kabaca sanayileşmiş dünyaya karşılık gelen bir dönemdir. Aslında sanayileşme modernitenin kurumsal bir eksenidir. İkinci bir boyut, burada hem rekabetçi ürün piyasalarını hem de işgücünün metalaşmasını içeren bir meta üretimi sistemi olarak anlaşılan kapitalizmdir. Modern kurumlar farklı temel hususlarda modern çağ öncesi bütün kültürler ve hayat tarzlarıyla süreksizlik içerisindedir. Modern çağı öncekilerden ayıran en temel özelliklerden biri aşırı dinamizmdir. Toplumsal değişme hızı, önceki sistemlerdekinden daha yüksek olmakla kalmayıp, daha önceki toplumsal pratikler ve davranış biçimlerini etkileme derecesi ve kapsamlılığı da yüksektir. Modern toplumsal hayatın dinamiklerini 3 temel unsurda toplar. İlki zaman ve mekan ayrılması olarak adlandırılır. Bireylerin gelecek, bugün ve geçmiş duygusuna sahip olmadığı hiçbir toplum yoktur. Moderniteyle birlikte kapsamlı haritalar ve mekanik zaman hesaplama araçlarıyla yer boşalması, mekanın boşalması oluşmuştur. Zaman mekanın ayrılmasıyla 2. unsur toplumsal kurumların yerinden çıkarılması gerçekleşir. Burada modern çağ öncesi toplumlarda dağınık biçimde organize edilen faaliyet biçimlerinin modern dönemle birlikte uzmanlaştığı ve daha fazla kesinlik kazandığı vurgulanır. 2 tip yerinden çıkarıcı mekanizma vardır. Bunlar sembolik işaretler ve uzmanlık sistemleridir. Sembolik işaretler standart değerlere sahip olan ve böylece birçok farklı ortamda karşılıklı olarak değiştirilebilen mübadele araçlarıdır. En temel ve en yaygın örneği paradır. 3. unsur ise kurumsal refleksivitedir. Bu da bilginin toplumsal hayat koşullarının organizasyonu ve dönüşümünün kurucu unsuru olarak düzenli şekilde kullanılması anlamına gelir. Modernite kendi kitle iletişim araçları olan basılı metin ve elektronik işaretlerden bağımsız olarak ele alınamaz. Moderniteyle beraber kitle iletişim araçları kullanılarak zamansal ve mekansal sınırlama ortadan kalkmıştır.
BENLİK: VARLIKSAL GÜVENLİK VE VAROLUŞSAL KAYGI Temel güven zaman ve mekanın kişilerarası organizasyonuyla esaslı bir ilişki içindedir. Temel güvenin bebeklikten itibaren başladığını söyler. Ebeveyn kişilerin bağımsız kimliklerinin farkındalığının kaynağında orada bulunmayışı duygusal kabul, yani bebeğin yanı başında olmasa bile bakıcısının geri döneceğine kesin inancı yatar. Temel güven Winnicott’un potansiyel olarak adlandırdığı bebek ve esas bakıcı arasındaki bağlantıyı mümkün kılan, ancak ayrıca aralarında belirli bir mesafe yaratan şey sayesinde güçlenir.
Potansiyel olan gerçekte zamansal-mekansal bir olgudur. Bu dönemde gerçekliğe ulaşır kavramaya başlar. Bu dönemin kötü geçmesi esas bakıcının elindedir. Esas bakıcı gelişimde ne kadar rol oynarsa birey kendini geliştirmeye ve temel güven oturmaya başlar. Bebeğin bakıcıya beslediği güven onu kaygıdan uzaklaştırır. Bireyin alıştığı bildiği rutinlikte hayatının devamı onu kaygıdan ve stresten uzak tutar. Temel güvenin yerleşmesi bireysel kimliğin oluşumunun bir koşuludur. Bebeklerin ilk bağlılık deneyimlerinde olduğu gibi güvenin ve güvenilirliğin sağlanamadığı bir kopuş travmatik sonuçlara yol açabilir. Kaygı duygusu da buna bağlı olarak bireyin dış dünyaya ilişkin bilgisine ve onun karşısındaki güçlülük duygusuna bağlıdır. Varlıksal güven içinde olmak, bilinçdışı ve pratik bilinç düzeyinde, tüm insan hayatının bir şekilde yöneldiği temel varoluşsal sorulara “cevapları” olmak demektir. Kierkegaard’ın ifadesiyle kaygı kesinlikle insan özgürlüğüyle birlikte gelir; genel bir olgu olarak kaygının kaynağında bireyin ileriyi düşünme, mevcut eylemle ilişki içinde muhtemel durumları karşı olgusal olarak tahmin kapasitesi ve gerçekte zorunluluğu yatar. Ancak daha derin bir düzeyde, kaygının kaynağında bir varlıksal güvenlik duygusu içeren kişiler veya nesnelerin bağımsız olarak var oldukları inancı yatar. Bebeğin ilk psikolojik gelişim döneminde cevabını bulmaya çalıştığı temel varoluşsal sorun bizzat varoluşla ilişkilidir. Modern çağ öncesi toplumlarda gelenek eylemler ve ontolojik çerçevelerin birbirine eklemlenmesinde merkezi bir role sahipti; gelenek toplumsal hayatın özellikle ontolojik zorunluluklarına uygun biçimde düzenlenmesini mümkün kılan bir araçtır.1 Psikanalitik teoride, sonluluğun varoluşsal ufku kaygının kaynağında önemli bir yere sahip değildir; veya daha doğrusu, bilinçdışı kendi ölümünü kavrayamaz, bunun nedeni Kierkegaard’ın belirttiği neden değil, bilinçdışının zaman duygusuna sahip olmamasıdır. Freud’un teorisinde ölüm kaygısının kaynağı aslında diğerlerini kaybetme korkusudur ve bu yüzden doğrudan ilk çocukluk döneminde orada bulunmamayla baş etmeyle ilgili bir şeydir. Ölümün farkında olmanın insan aktörler açısından varoluşsal merkeziliğini kabul etmek Kierkegaard ve Heidegger’in bu farkındalık fikri üzerine inşa ettikleri sahicilik felsefesini onaylamayı gerektirmez. Sonluluk, geçici olacak olaylar içindeki ahlaki anlamı ayırt etmemizi sağlayan sonlu ufuklara sahip olmayan varlığın yoksun olduğu bir şeydir. Bireysel-kimlik sadece bireye has bir özellik, hatta özellikler bütünü değildir. Bireyselkimlik kişinin kendi biyografisinden hareket ederek refleksif olarak kavradığı benliktir. Kimlik burada yine de zaman ve mekan da sürekliliği gerektirir; ancak bireysel-kimlik aktör tarafından refleksif olarak yorumlanan türden bir sürekliliktir. Her kültürde kişi fikriyle ilişkili ortak temel unsurlar olsa da, bu kavramdan ne anlaşıldığı kesinlikle kültüre göre değişir. Bilinen her kültürün karakteristik bir özelliği olan “ben” terimini farklı bağlamlarda kullanma yeteneği refleksif kişilik algılarının en temel özelliğidir. Varoluşsal sorular insan hayatının temel parametreleriyle ilgilidir ve toplumsal etkinlik bağlamlarında yer alan herkes tarafından cevaplandırılır ve bazı ontolojik ve epistemolojik unsurları içerir. Bunlar; Varoluş ve varlık: Varoluşun doğası, nesneler ve olayların kimliği. Sonluluk ve insan hayatı: Duygular ve düşüncelere sahip insanların doğaya ait ancak ondan ayrı bir varlık olmalarının yarattığı varoluşsal çelişki. Diğerlerine ilişkin deneyimler: Bireylerin diğer bireylerin özelliklerini ve eylemlerini nasıl yorumladıkları. Bireysel-kimliğin sürekliliği: Kişilikle ilgili duyguların istikrarlı bir beden ve benlik içinde devamlılığı. 2 Diğer varoluşsal alanlarda olduğu gibi, bireysel-kimliğin içeriği toplumsal ve kültürel farklılık sergiler. Bazı açılardan bu yeterince açıktır. Örneğin, kişinin adı biyografisinin temel 1
Anthony Giddens, Modernite ve Bireysel Kimlik- Geç Modern Çağda Benlik ve Toplum ( Çev. Ümit Tatlıcan, Say Yayınları, İstanbul, 2010) 2 Anthony Giddens, Modernite ve Bireysel Kimlik
unsurudur; toplumsal adlandırma pratikleri, isimlerin akrabalık ilişkilerini ne kadar ifade ettiği, hayatın belirli evrelerinde değiştirilip değiştirilmediği kültürler arasında farklılıklar sergiler. Fakat başka daha ince farklılıklarda mevcuttur. Bunlarda biçim ve stiller gibi farklılıklardır. Modern çağın koşulları altında bireysel-kimlik mekanizmalarını değerlendirmek bakımından önemlidir.
KADER,RİSK VE GÜVENLİK Kader ve akıbet kavramları modern toplumlarda kesinlikle ortadan kalkmaz ve onların doğasının araştırılması modernite ve bireysel-kimlik analizi açısından zengin içerimlere sahiptir. Bir kişinin akıbeti hayatının alması gereken yön geleceği içinde barındıran kaderi tarafından belirlenir. Bu iki terim altında gruplandırılabilecek birçok çeşitli inanç olsa da, onlardan çoğunda kader ve akıbet arasındaki bağlantı noktası ölümdür. Kader önceden düzenlenmiş bir determinizm biçimi olarak alınır ve modern bakış açısıyla karşıtlık içindedir. Ancak kader kavramı, bir ölçü de önceden konumlandırılmış bir gelecek anlamına sahip olsa da, tipik olarak ayrıca ahlaki bir akıbet anlayışını ve çok özel bir gündelik olaylar düşüncesini içerir; burada çok özel olayların sadece birbirleriyle nedensel ilişkilerine göre değil evrensel anlamlarına göre de yaşanmasını ifade eder. Kader bu anlamda günümüzde algılandığı şekliyle kadercilikle çok az ilişkilidir. Kadercilik modernitenin reddi, yani olayların gelecekte almaları gereken yönde ilerledikleri görüşü lehine kontrollü bir gelecek yöneliminin reddedilmesidir. Kader konusuyla ilgili önceki mevcut görüşmeler ile Ortaçağa ait fikirler arasındaki temel bağlantı noktası fortunadır; kavramın asıl kaynağı Roma’nın kader tanrıçasının adıdır ve kavram ile egemen Hristiyan inançları arasında bir gerginlik vardır. Akla Mutlak Güven açıkça bir tür kader anlayışıdır ve Weber’in işaret ettiği gibi, Hristiyanlık insanlara bu dünyada daha dinamik bir rol yükler.3 Tanrıça fikri kilise tarafından hoş karşılanmamıştır, fortuna kavramı kişinin dünyada Tanrının kulu olarak çalışmadan da O’nun inayetini kazanabileceğini ima eder. Ancak fortuna karamı önemini sürdürmüştür ve çoğu kez yerel kültürel inancın bir özelliği olarak ölüm sonrası ilahi ödül fikri üstün gelmiştir. Risk kavramı geçmişi, geleneksel davranış biçimlerini terk eden ve kendini bizzat problemli bir geleceğe açan bir toplumda merkezi bir terim haline gelmiştir. Modern toplumsal hayatta riskle meşguliyet doğrudan hayatı tehdit eden tehlikelerin yaygınlığıyla ilişkili bir olgu değildir. Ortalama yaşam süresinin artması ve ciddi hastalıklardan korunma düzeyinin yükselmesine bağlı olarak, gelişmiş toplumlarda yaşayan insanlar önceki çağlarda yaşamış olanlara göre çok daha güvenli bir konumdadır. Hayata yönelik risk azaltıcı şeylerin yapılması da aslında farklı risk öğelerini meydana getirmiştir. Araba kazaları sonucunda ölüm riski veya ciddi yaralanmalar bu dönemin büyük bir bölümünde oldukça hızlı artmıştır. İlaç tüketimi, sigara ve alkol tüketimi, çoğu tıp uzmanının farklı türden rahatsızlıklara yatkınlığı artırdığına inandığı çevre kirliliği yoğun bir biçimde artmıştır ve insanlar hayatlarının büyük bir kısmında katkı maddeleri içeren ve kimyasal işlemlerden geçmiş besinler tüketilmeye başlanmıştır. Temel hayat güvenliği konusundaki risk azaltıcı unsurlar esasen yeni bir dizi riske ağır basar görünmektedir. Kurumsal olarak ortaya çıkan risk ortamları da oluşmuştur, intihar teşebbüsleriyle bunlar örneklendirilebilir. Kurumsal olarak yapılanmış risk ortamları modern toplumlarda daha önceki toplumlardakine göre daha çok belirgindir. Bu tür risk ortamları fiilen herkesi etkiler; rekabetçi ürün, emek-gücü, yatırım veya para piyasaları bunların en önemli örnekleridir. Esas vurgu olarak gündelik hayatın doğası gereği önceki çağlardakinden daha riskli olduğu değildir. Daha ziyade modernite koşullarında belirli alanlardaki uzmanlar kadar sokaktaki insanlarda risk değerlendirmeleri çerçevesinde 3
Max Weber The Sociology of Religion (Boston: Beacon, 1963)
düşünmektedir ve risk değerlendirme neredeyse her yerde mevcut sonuçları bir ölçüde ölçülemeyen bir uygulamadır. Modern kurumların gelişimiyle birlikte uzmanlıklarda artar ve uzmanlık alanlarının sınırlarının daha fazla daralması teknik gelişmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak görülmektedir. Gündelik hayatta birey risk içinde olabilir. Yazar bu konuda Goffman’ın sözünden bahseder. Goffman “Bir beden işleyen bir donanımın parçasıdır ve sahibi onu her zaman tehlikeye atar.” demiştir. Gündelik hayatın rutin koşullarında bedensel ve manevi huzur duygusu büyük bir çaba sonucu elde edilir. Gerçekte eylem bağlamlarımızda olan şeyler çoğu kez daha az kırılgan görünüyorsa bunun nedeni potansiyel tehditlerden kaçınabilmemizi veya onları etkisizleştirebilmemizi sağlayan uzun bir eğitim sürecinden geçmiş olmamızdır. Örneğin, düşmeden nesnelere çarpmadan yürümek, karşıdan karşıya geçmek, çatal-bıçak kullanmak ilk başlarda tehlikeli sayılabilecek koşullarda öğrenilmek zorundadır. Gündelik hayatın büyük bir kısmının olaysız geçmesi sadece uzun bir eğitim döneminin sağladığı bir sonuçtur. Bütün düzenli eylemlerin dayandığı koruyucu koza için merkezi bir öneme sahiptir. Yazarın koruyucu koza olarak bahsettiği yaşanabilir bir muhiti sürdürmeyi mümkün kılan güvenin koruyucu örtüsüdür. Tecrübelerimiz gibi.
BENLİĞİN PROBLEMLERİ Üst modern çağda benlik asgari bir benlik değildir, aksine geniş güvenli alanlar deneyimi, bazen oldukça dolaylı bir tarzda bazen açıkça rahatsız edici biçimlerde, genel rahatlık kaynaklarıyla örtüşür. Huzursuzluk, kötü bir şeyler olacağı hissi ve umutsuzluk, bireysel deneyim içinde, belirli toplumsal ve teknik çerçevelerin güvenilirliğine sıkı inançla iç içe geçebilir. Radikal kuşku gündelik hayatın birçok yanına, en azından arka planda bir olgu olarak sızar. Kuşkunun sokaktaki insanlar açısından en önemli sonucu, rakip soyut sistem tiplerinin çatışan iddiaları karşısında uygun tepkileri verebilme ihtiyacıdır. Ancak kuşku ayrıca muhtemelen daha yaygın kaygılar üretir. Yüksek etkili risklerin farkında olmak çoğu insan için genel bir kaygı kaynağıdır. Temel güven, ayrıca bir bireyin bu tür kaygıları aktif bir biçimde ve tekrar tekrar yaşayıp yaşamayacağını belirleyen bir unsurdur. Hiç kimse ekolojik bir felaket, nükleer savaş veya henüz bilinmeyen felaketlerin insanlığın sonunu getirmesi ihtimalinden daima kaygı duymanın rasyonel olmadığını göstermez. Ancak bu tür ihtimalleri düşünmekten kendini alıkoyamayan insanlar normal olarak görülmez. İnsanların çoğu bu tür ihtimalleri başarılı bir biçimde paranteze alıyor ve gündelik hayatını sürdürebiliyorsa, bunun nedeni, kuşkusuz bir ölçüde ilgili gerçek risk ihtimalinin çok düşük olduğunun farkında olmalarıdır. Bunun nedeni ayrıca, söz konusu risklerin bir tür kaderciliğe yol açmasıdır; geç modern çağda fortunanın dönüşüdür. Kişi bu tür ihtimalleri düşünmemeye çalışabilir ve işlerin daha kötüye gitme ihtimalinin bulunduğunu veya en azından, küresel felaketlerden birinin ortaya çıkacağını ve başka felaketleri azdırabileceğini varsayabilir. Veya aksine, hükümetler veya diğer organizasyonların bu felaketlerin yarattığı tehditlerin etkili bir biçimde üstesinden gelebileceğine güvenebilir. Bir bireysel-kimlik yaratılması ve gündelik hayatın değişen deneyimleri ve modern kurumların parçalayıcı eğilimleri temelinde az çok sürekli olarak yeniden düzenlenmesi gerekir. Ayrıca, bireysel-kimlik anlatısının sürdürülmesi benlik kadar bedeni de doğrudan etkiler ve bir ölçüde yeniden inşa etmeye yardımcı olur. Stresler kişisel hayat alanında doğrudan bir etkiye sahiptir. Saf ilişkiler de tanımlanmıştır. Bu ilişkiler üst modern çağın bir çok yönü gibi, çifte yüzlüdür. İradi bağlılıklara dayalı güven başarıldığında ve nispeten güvence altına alındığında temel güven ile bakıcı kişilere güven arasındaki güçlü bağlantılar nedeniyle, psikolojik açıdan istikrarlaştırıcıdır.
Terapinin ve saf ilişkinin ortaya çıkışı yakından bağlantılıdır, hatta terapi saf ilişkilerin ortaya çıkarabileceği psikolojik hasarları tedavi edebileceği için, sadece ve özünde onunla ilişkilidir. Terapinin merkeziliği, saf ilişkiler egemen hale geldikçe kişinin kendisini mükemmel hissetmesini mümkün kılan derin anlamanın daha merkezi bir unsur haline geldiğini gösterir. Zira, kendine hakimiyet saf ilişkilerde umut ve güvenin üretilmesi yolunu açar. Bir başka konu ise geç modern koşullarda önceki çağlardakinden farklı bir dünyada yaşıyor olmamızdır. Bu dünya içinde yaşamak benlik düzeyinde farklı belirgin gerilimler ve güçlükler içerir. Bunları şüphesiz çözüme kavuşturması gereken ikilemler olarak açıklayabiliriz.
YAŞAM POLİTİKASININ OLUŞUMU Modern çağın ilk gelişme döneminden itibaren modern kurumların dinamizmi insanın özgürleşmesiyle ilgili fikirleri harekete geçirmiş ve bu fikirlerden belirli ölçüde etkilenmiştir. Modern siyaset içinde üç genel yaklaşım radikalizm, liberalizm ve muhafazakarlık olduğunu kabul edersek özgürleşmeci politikanın onların tümünü hakimiyeti altına aldığını söyleyebiliriz. Burada sadece muhafazakarlık özgürleştirmeci olarak liberalizm ve radikalizm düşüncenin reddi ve modernitenin yerinden çıkarıcı unsurlarının eleştirisine yönelir. Özgürleştirmeci politika 2 temel unsur içerir. İlki geçmişin zincirlerinden kurtulmak ve böylece geleceği dönüştürecek bir tutumun yolunu açmak, ikinci olarak bazı bireyler veya grupları diğerlerinin haksızlıklarından kurtarmak. Bu amaçlardan ilki modernitenin dürtüsünü besler. Özgürleşmeci politika; toplumsal hayatın gelenekler ve adetlerin yarattığı sabitliklerden özgürleştirilmesi, sömürü, eşitsizlik ve baskının azaltılması veya ortadan kaldırılması, adalet, eşitlik ve katılım ahlakının ilkelerine bağlılık özelliklerini içerir. Yaşam politikası ise; seçim özgürlüğünün ve üretken gücün sağladığı özgürleşmenin mümkün kıldığı siyasal kararlar, küresel karşılıklı bağımlılık bağlamında daha fazla kendini gerçekleştirmeyi sağlayacak hayat tarzlarını ahlaken haklılaştırma yollarının yaratılması, gelenek ötesi bir düzende “nasıl yaşamamız gerekir?” sorusuyla ilgili varoluşsal sorunlar temelinde bir ahlak geliştirilmesini kapsamaktadır. Feminizm’e değinmiştir. Feminizm daha isabetli bir biçimde yaşam politikaları alanının yolunu açan bir hareket olarak görülebilir ancak kuşkusuz özgürleşmeyle ilgili sorunlar kadın hareketi için merkezi bir önemini sürdürür. Feminizm, en azından çağdaş biçimde bireysel kimlik sorununa belirli ölçüde öncelik tanımak zorunda kalmıştır. Kadınlar daha fazla dışarı çıktıkça özgürleşmeci süreçlerine katkıda bulundular. Ancak feministler çok geçmeden daha fazla özgürleşmiş bir kadın için kimlikle ilgili sorunların büyük önem taşıdığını fark ettiler. Çünkü onlar evden ve ev hayatından özgürleştikçe kapalı toplumsal ortamla yüzleşmeye başladılar. Kadınların kimlikleri büyük ölçüde evle ve aileyle özdeşleştirildiği için, kadınlar mevcut toplumsal ortamların dışına sadece erkek kalıp yargıların sunduğu mevcut kimlikleriyle çıktılar.
Kitapla İlgili Arkadaşların Yorumları Aslıhan Küsdül
İnsanın çocukluğundan yetişkinliğine kadar bireysel kimliğini anlatan yazar bu bireysel kimliğe bağlı olarak moderniteyi anlatmıştır. Yazar bireyselliğin üzerinde durmuş ve insanın çocukluğundan beri yalnız kalmaktan korktuğunu söylemiştir. Kitabın genelinde modernite sonucu doğan kaygı, güven, risk ortamlarından bahsedilmiştir. Modernliğin sorunlarını ve olumlu yönlerini de anlatan kitap okumaya değer diyebilirim.
Zeynepgül Ateş Modernite kavramıyla birlikte modernitenin en belirgin özelliğinin ulus-devlet kurmak olduğunu belirtir. Temel güven duygusunun aslında modern zamanlarda büyük sorun yarattığı anlatılmaktadır. Modern toplumlarda bireysel kimlik üzerinde durulmuştur ve benliğin kırılgan, hassas, bölünmüş ve parçalanmış olduğunu belirtir.
Öznur Koyuncu Modernite toplumsal hayatta bir çok şeyi etkilediği gibi, dünyayı değiştirdiği gibi benlikleri de değiştirmiştir. Modernite benliği üretmiştir. Moderniteyle birlikte kişi seçenekler ve olasılıklar ortasında benliğini gerçekleştirmek zorunda bırakılır. Modernliğin insan hayatına kattığı her şey insanı değiştirmiştir. Bu konu da kitle iletişim araçları çok önemli rol oynamaktadır. Kitle iletişim araçları benlik üzerinde etkilidir. Modernliğin yarattığı değişiklikleri fark edemediğimiz gibi benliğimiz üzerindeki etkileri de fark edemiyoruz. Bize fark ettirmeden kişiliğimiz üzerinde çok büyük rol oynuyor. Kişilerin temel güven oluşturmaları bireyin ileriki yaşamını çok fazla etkiliyor. Modernitenin getirdiği en büyük olgu bireyselliktir.
Selamet Aydın Modernite kimlikle yani benlikle alakalıdır. Modernliğin getirdiği yaşamda evlenen kişiler eşlerinden boşandıklarında hayata yeniden tutunup yeni bir yaşam kurma da başarılı olurlarsa yeni bir kimlik kazanımı ortaya çıkar. Modernite ile beraber risk kavramı ortaya çıkmıştır. Hatta riskler kurumlaşmış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Merve Öztürk Modernite geçmişten günümüze kurumsal biçimlerde de görülen sosyolojik bir sorundur. Moderniteyi anlamak için kurumsal bir biçimde açıklamamız gerekir, modern kurumların yol açtığı köklü dönüşümlerin bireysel hayatla, benlik ve kimlikle alakası olduğu vurgulanmıştır. Kişi modern hayatla beraber risk, güven sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunlar geçmiş çağlara göre psikolojik bir çok sorun meydana getirmiştir. Modern zamanda sağlıkla ilgili riskler azaltılmış olsa da, azaltıcı risklerin karşısında risk yaratan başka sorunlar gündeme gelir. Bireyin moderniteyle kimlik oluşumu oldukça zor ve uzayan bir süreçtir.