Organik Hayata Önem Verenlerin Dergisi
Organik Bal ile Konvansiyonel Bal Arasındaki Fark Nedir?
ISSN2149-293X
Sayı
#22
Organikte Lider Bjorg’dan Fransız Gurme Lezzetler
Organik Pirinç Patlağı
Organik Yulaf Gevreği
Organik Mısır Patlağı
Organik Mısır Gevreği
Organik Yulaf Kepeği
Organik Şeker Eklenmemiş Müsli
Organik Sürmelik Fındıklı Çikolata
Çok beğenilen organik ürünlerimiz Macrocenter’dan sonra Migros mağazalarında... İlgili mağaza listemizi www.nustil.com sitesinde “Perakende Satış Ağı” menüsünde bulabilirsiniz.
Editör
MEHMET AKİF DİLMEN
‘Organik logosu olmayan ürünleri satın almayın’ Bir ürünün organik olup olmadığının bakarak ya da tadarak kolay kolay anlayamazsınız!
B
ir gıda ürünün organik ürün olduğundan emin olabilmemiz için T.C. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yetkilendirilen ve uluslararası akredite kontrol ve sertifikasyon kuruluşları tarafından üretimin baştan sona denetlenmesi, organik tarıma geçiş sürecinin tamamlanması, organik ürün sertifikasının alınmış ve etiketinde mutlaka ‘organik ürün’ logosunun bulunması gerekiyor. Organik ürünlerle diğer ürünler arasındaki en önemli farklılık, organik ürünlerde insan sağlığını tehdit eden kimyasal ilaç ve kalıntı riskinin bulunmamasıdır. Bir ürünün içindeki kimyasal kalıntı düzeyini ise duyu organlarımızla değil ancak ileri teknoloji laboratuvar analizleriyle belirlenebilir. Bu nedenle bir ürünün organik ürün sayılabilmesi için mutlaka T.C. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından verilen ‘organik ürün’ logosunun bulunması gerekmektedir. Bu tarz sertifikası veya logosu olmayan ürünlerin organik olarak satışı engellenebilmesi için lütfen ALO174 GIDA HATTI’na şikayet ediniz.”
Ma Dilmen
Organik Türkiye Organik Hayata önem verenlerin dergisi Binbir Basın Yayın Danışmanlık Reklam Organizasyon Tic. Ltd. Şti. Adına İmtiyaz Sahibi, Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mehmet Akif Dilmen | Yayın Koordinatörü Eda Zortul EKİM - KASIM 2016 | Haber Merkezi Elif Duru, Duygu Mercan | | Web Teknolojileri Müdürü Sinan Soydan | Tasarım Binbir Basın Yayın | Reklam Yönetmeni Nilüfer Özyiğit | İdare Merkezi Çobanoğlu Sok. No:109 D/28 C Blok Osmanbey / İstanbul 0 212 297 25 63 e-posta: info@1001ajans.com Baskı TOR OFSET SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ Osmangazi Mahallesi 3112 Sokak No: 2 Esenyurt/İstanbul Tel: 0212 886 34 74 Faks: 0212 886 34 80 © OrganikTürkiye Dergisi, T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf ve konuların her hakkı saklıdır. izin alınıp, kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. OrganikTürkiye basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. Ayda bir yayınlanır. Yerel Süreli Yay›n | ISSN 2149-293X
ekim-kasım ‘16
OrganikTürkiye 3
İÇİNDEKİLER
EKİM - KASIM 2016
Röportaj 10
“Hedefimiz her yıl yüzde 25 oranında büyüme” Türkiye’nin ilk ve tek organik fındık kremasını üreten Naturka Organik Gıda Sahibi Hasan Candan’a bazı merak ettiklerimiz sorduk.
06
Organik Bal ile Konvansiyonel Bal Arasındaki Fark Nedir? 16
24
“Tarımda dünyanın butik üreticisi olmalıyız” İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli, ‘Bizim ülke olarak temiz tarımda kalmamız, dünyanın butik üreticisi haline gelmemiz şart. Gelir düzeyi yükseldikçe insanların organik ürünlere yönelmesi, gelecekte de kaçınılmaz olacak.’ dedi.
36 14
TESPİT 28
Görünmez Katil Can Alıyor: ‘Türkiye’de Hava Kirliliğinden Her Yıl 32 Bin Kişi Ölüyor’
4 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
Organik çöpler değerleniyor
12
BÖCEK İLACININ ZARARLARINDAN NASIL KORUNURUZ?
Röportaj
ORGANİK TARIM NEDİR?
şunlar olmadan yetiştirilir
Organik olmayan yemler
Çiftlik hayvanları
Büyüme hormonları
İyi bir gelecek için sağlıklı ve iyi beslenmek gereklidir. Organik tarım size sağlıklı, temiz, güvenilir, GDO’suz ve hormonsuz ürünler sunar. Organik Tarım, hasat, kesim, işleme, tasnif, ambalajlama, etiketleme, muhafaza, depolama, taşıma ile ürünün tüketiciye ulaşmasına kadar olan sürede T.C. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş Kontrol ve Sertifikasyon Kuruluşları tarafından kayıt altına alınarak izlenmekte ve denetlenmektedir. Tüketici aldığı ürüne ait sertifika ile ürünün kim tarafından nerde ve nasıl üretildiğini sorgulayabilir. Laboratuvar analizleri ile ürünün sağlıklı olduğu belgelenmektedir.
Antibiyotikler
NEDEN ORGANİK TÜKETMELİYİZ?
Ürün etiketleri Organik ürün
Organik ürün
Ürün içindeki bileşenlerin organik olması anlamına gelir. Tüm paketleme işlemlerinde T.C. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın logosu kullanılmalıdır.
Ayrıca T.C. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın yetkilendirdiği sertifasyon kuruluşlarının logosunu taşıması zorunludur.
ORGANİK ÜRÜN ALIRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER • •
•
•
Organik ürünler ile ilgili yasa bu ürünlerin ambalajsız satılamayacağını bildirir. Organik ürünlerin üzerinde, T.C. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın “Organik Tarım” logosu ve ürünü denetleyen bağımsız sertifikasyon kuruluşunun logosu olması zorunludur. Organik ürünlerdeki, Organik Tarım Logosu insan ve çevre sağlığını koruyan üretim tekniklerin kullanıldığının garantisidir. “% 100 Doğal, Hormonsuz, Hakiki, Köy ürünü, Saf, gibi tanımlanan ürünler Organik ürün değildir. Tüketiciye ürün hakkında hiçbir garanti vermez. Organik ürünlerin etiketi ve logosu, reklam ve tanıtımı; sahte, yanıltıcı olamaz ve tüketiciyi yanıltacak yazı, resim, şekil ve benzerlerini içeremez. Bu nedenle organik ürün alırken mutlaka ürünlerin etiketi ve logosuna dikkat etmeliyiz.
GIDADAN, KIYAFETE, TEMİZLİKTEN, KOZMETİĞE KADAR YÜZLERCE ORGANİK ÜRÜNE ULAŞABİLİRSİNİZ
İyonlaştırıcı radyasyon
Arıtma çamuru
şunlar olmadan yetiştirilir
Suni gübreler
Meyve ve sebzeler
Genetik modifikasyon
Standartlar
Tarım ilaçları
Dünya’da havayı, suyu ve toprağı kirletmeksizin, erozyonu, toprağın tuzlulaşmasını, diğer hastalık ve zararlıların etkisini en aza indirecek tarımsal tekniklerin geliştirilmesine her geçen gün duyulan ihtiyaç artmaktadır. Bu ihtiyacı karşılayacak, doğaya dost üretim metodu “Organik tarım” olarak nitelendirilmektedir. Organik tarım, insan sağlığına ve çevreye zarar vermeyen ve üretimde kimyasal girdi kullanılmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimidir. Doğal dengeyi koruyarak hava ve su gibi yaşamsal kaynakların ve doğal hayatın korunmasını amaçlayan bir üretim yöntemidir.
Ekilebilir arazinin organiklestirilmesi 1.Yıl
Gelecek 2 sene boyunca arazinin verimliliği arttırılır. Mahsül, organik olarak etiketlenemez.
2.Yıl
İkinci yılda, mahsül “Organikleşme Aşamasında” şeklinde etiketlenebilir.
3.Yıl
Üçüncü yıla kadar, mahsülün tam organik olduğu belirtilemez. Toprağın verimlileştirilmesi ve natürel verimliliğin arttırılması, organik tarımın önemli parçalarıdır.
Organik çiftlikler genellikle geleneksel çiftliklerden daha küçüktür Bu nedenle daha geniş araziye sahip olan yetiştiricilerin
faydalandığı ekonomik tasarruflardan yararlanamazlar.
Organik ürünler neden daha maliyetlidir? Geleneksel yöntemlerle tarım yapan çiftçiler devlet sübvansiyonlarından faydalanırken, organik tarım yapan çiftçiler devlet sübvansiyonlarından faydalanamaz. Bu nedenle organik besinlerin fiyatı, gerçek maliyet masraflarını yansıtmaktadır.
Organik tarım daha yoğun bir emek gerektirir Çünkü gübreleme uygulaması ve toprak erozyonu karşıtı çevre düzenlemesi gibi yöntemler çok yoğun bir çalışma ve emek gerektirir.
ORGANİK ARAŞTIRMA
Organik Bal ile Konvansiyonel Bal Arasındaki Fark Nedir? Bağışıklık sistemimizi güçlendiren, eşsiz şifa kaynağı balın organik olup olmadığını nasıl anlarız? Ekolojik arıcılık yöntemleriyle elde edilen organik balla kimyasal ilaç kalıntılarının olduğu konvansiyonel bal arasındaki farklar nelerdir?
O
rganik bal ile konvansiyonel bal arasındaki farkı anlatmak için isterseniz öncelikle organik balın nasıl üretildiğinden bahsedelim. Organik bal üretmek isteyen arı yetiştiricisi, Tarım Bakanlığının yetkilendirdiği bir organik sertifikasyon firması ile sözleşme yaparak organik bal üretimi için ilk adımı atmış oluyor. Arı yetiştiricisinin daha önce konvansiyonel bal ürettiği kovanlar organik geçiş sürecine alınıyor, bu süreç içerisinde kovanlardaki mumlar/petekler organik mum ile değiştiriliyor, eğer mevcut kovanlar boyalı ve paslı metal aksamlı ise boyasız ahşap ve metal aksamları paslanmaz çelikten üretilmiş yeni kovanlar ile değiştiriliyor. Arıcılıkta geçiş süreci ortalama bir yıl sürüyor, yetkilendirilmiş sertifikasyon firması duruma göre bu süreyi uzatabiliyor. Arı yetiştiricisi organik geçiş süreci ve sonrasında kovanlarının bakımı ve üretimini yürürlükteki organik tarım yönetmeliğine uygun şekilde yapması gerekiyor fakat geçiş sürecindeki ürettiği ürünü organik ürün olarak pazarlayamıyor.
6 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
Yürürlükteki mevzuata göre organik arı yetiştiricisinin uymak zorunda olduğu önemli bazı kurallar; Dört mevsim kovanların bulunduğu arazinin 3km çapında konvansiyonel tarım ve konvansiyonel arıcılık yapılmaması gerekiyor. Tüm arı yetiştiricileri kovanlarını taşıyacakları noktalara önceden ilçe tarım müdürlüğünden oturma izni alarak taşımaktadır. İlçe tarım müdürlüğünün organik arıcılık sahası belirlediği noktalara sadece organik arıcılık yapan işletmelerin kovan koymasına izin vererek, konvansiyonel kovanların organik kovanlara yaklaşmasını önlemektedir.
Kışın kovanlar (arılar) bir önceki yıl aynı kovanların ürettiği organik bal ile besleniyor. İhtiyaç duyulduğunda konvansiyonel veteriner ilaçları kullanılamıyor, organik arıcılığa uygun sertifikasyon firmasının izin verdiği ilaçlar kullanılıyor. Bu mücadele ilaçları Organik Tarımın Esasları ve
Uygulamasına İlişkin Yönetmelikte belirtiliyor. Organik arıcılıkta tüm girdilerin kontrollü ve organik tarıma uygun olması gerektiği için kullanılan petekler de organik sertifikalı veya organik işletmenin kendi kullanımı için ürettiği mumdan üretilmiş olması gerekiyor. Konvansiyonel arıcılıkta kullanılan petekler kanserojen madde olan parafin ve naftalin içerebilmektedir, bu hepsinin içerdiği anlamına gelmez ama kontrol mekanizması organik arıcılığa göre çok hafiftir. Organik işletmelerde, sertifikasyon firmaları tarafından hemen hemen her yıl mum örneği alınarak test edilmektedir. İşletme sahipleri de kendi mumlarını kontrollü olarak kendi işletmelerinde üretmekte veya dışarıdan sertifikalı almaktadır. Organik tarım yönetmeliği uygulanarak, üretilen ürün neredeyse 1000 yıl önce doğada üretilen ürüne çok yakın oluyor. Organik arıcılık metodu ile üretilen ballarda veteriner ilaç kalıntısı, bitkilerin ilaçlamasında kullanılan pestisitlerin kalıntısı bulunmuyor, üretimden sonra
sertifikasyon firması son ürünü kalıntı olup olmadığı anlamak için analiz (Pestisit, naftalin, antibiyotik ve ağır metaller analizleri gibi) yaptırıyor ve ürün temiz ise organik ürün sertifikası veriyor. Ayrıca organik kovanlar ayçiçeği, limon gibi kültür tarım bitkilerinin bulunduğu araziden en az 3km uzakta bulunmak zorunda olduğu için nektar kaynağı sadece yabani çiçekler oluyor. Konumuz olmadığı için burada detaya girmedik ama piyasadaki konvansiyonel balcılıkta Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının da tespit ettiği üzere ciddi biçimde tağşiş söz konusu. Organik ürün logosunu taşıyan ürünler çok sık denetlendiği, tağşişin ötesinde kimyasal kalıntı denetimleri de yapıldığından, tercih edildiğinde tağşişsiz ürün tüketildiğinden emin olunabilir.
Organik Bal Neden Diğer Ballardan Pahalı? Organik tarım yönetmeliğinin uygulanması epeyce pahalı bir yöntem. Özellikle Türkiye’de organik şeker bulunmaması sebebi ile arılar kışın gene ürettiği organik bal ile besleniyor olması (konvansiyonel arıcılıkta kışın arıları beslemek için pancar şekerinin yanında nişasta bazlı çok ucuz mısır şekeri de kullanılabiliyor), üretimde ayçiçeği, narenciye ve pamuk gibi ballı tarım bitkilerinden faydalanılamaması nedeni ile kovan başı daha az bal üretimi ve organik
sertifikalı veteriner ilaçlarının genelde ithal ve pahalı olması sebepleri ile üretilen organik bal, konvansiyonel ballara göre daha maliyetli oluyor. Ülkemizde market raflarında satılan konvansiyonel balların birçoğunun ayçiçeği gibi ballı kültür bitkilerinden üretiliyor veya bu bitkilerden elde edilen ballar ile harmanlanıyor olması sebebi ile organik bal biraz pahalı
kalıyor, ancak organik sertifikalı bal tüketerek hem doğaya sahip çıkıyorsunuz, hem de kırlarda dağlarda üretim yapan arı yetiştiricilerini sosyal sorumluluk alarak desteklemiş oluyorsunuz. Organik bal tüketimi ile lezzetin yanında kimyasal ilaç kalıntısız, sadece şifalı yaban kır çiçeklerinden üretilmiş bal tüketerek sağlığınızı da desteklemiş oluyorsunuz.
ekim-kasım ‘16
OrganikTürkiye 7
ORGANİK ÜRÜN
‘Organik Balın farklı çeşitleri üretilecek Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü, Bayburt Üniversitesi ve Bayburt Arı Yetiştiricileri Birliği’nin ortaklaşa yürüttükleri ‘Organik Arı Yetiştiriciliği Projesi’ kapsamında üretilen ‘Organik Bal’ın hasat sezonu dolayısıyla kahvaltı programı düzenlendi.
G
ıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü, Bayburt Üniversitesi ve Bayburt Arı Yetiştiricileri Birliği’nin ortaklaşa yürüttükleri ‘Organik Arı Yetiştiriciliği Projesi’ kapsamında üretilen ‘Organik Bal’ın hasat sezonu dolayısıyla kahvaltı programı düzenlendi. Projeyle ilgili açıklamalarda bulunan Vali İsmail Ustaoğlu, Anzer Yaylası’nın güney yakasında ‘Orsor Vadisi’ olarak tabir edilen ve beş köyü kapsayan geniş bir alanda ‘Organik Bal’ üretimi gerçekleştirildiğini belirterek, “Üretilen organik ballar, organik arıcılık eğitimi verilmiş arıcılar tarafından tamamen organik koşullarda yetkili Kontrol Sertifikasyon Kuruluşu’nun denetimi altında üretilmiştir.” dedi. Proje kapsamında Yoncalı, Darıca, Taşburun, Aslandede ve Yazyurdu köylerini içerisine alan bölgenin pilot bölge ilan edilerek organik arıcılık çalışmaları gerçekleştirildiğini ifade eden Vali İsmail Ustaoğlu, “Bu bölge bizim için bu bakımdan çok önemli. Hem ilimiz hem de ülkemiz için hayırlı olmasını diliyoruz.” diye konuştu.
8 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
Vali İsmail Ustaoğlu, ‘Orsor Vadisi’nden süzülen organik lezzet’ sloganıyla tanıtım çalışmalarının da alt yapısının hazırlandığı ‘Organik Bal’ın tanıtım ve pazarlama olmadan hedeflenen başarıyı elde edemeyeceğine dikkat çekti. İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü Abdulkadir Karabulut ise ilerleyen zamanlarda marka genişleme stratejileriyle ‘Organik Bal’ı farklı ürün grupları halinde üreteceklerini kaydederek, “Bu balımız Orsor serisi bal. Farklı renklerde, farklı ambalajlarla bunun Pulur, Çimağıl gibi beş ayrı bölgede yapmayı düşünüyoruz. Bu şekilde ilimizde üretilen ‘Organik Bal’ı markalaştırmak istiyoruz.” ifadelerini kullandı. Programa Vali İsmail Ustaoğlu’nun yanı sıra, Garnizon Komutanı Jandarma Albay İbrahim Ayhan Vural, Belediye Başkan Vekili Nevzat Köse, Cumhuriyet Başsavcısı Hasan Uğurlu, Bayburt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Selçuk Coşkun, İl Emniyet Müdürü İsa Bülent Kaya, Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı İbrahim Yumak, Ziraat Odası Başkanı Abuzer Yıldırımtepe ve bal üreticileri katıldı.
HİPP'ten bebeklere özel yepyeni bir ek gıda 'Organik Bebek Ekmeği' HiPP’ten bebek ve çocuklara özel, yüksek B1 vitaminli yepyeni bir öğün. HiPP Organik Bebek Ekmeği zengin vitamin içeriğiyle bebeklere kahvaltıda, öğle ve akşam öğünlerinde yedirilebilir.
6
. ay itibariyle bebekler için vitamin kaynağı olan HiPP Organik Bebek Ekmeği, aynı zamanda içinde bulunan tahıllar sayesinde kaliteli tahıl alımına yardımcı oluyor. HiPP Organik Bebek Ekmeği organik içerikli olup, gluten içermektedir. Bebeklerde doktor kontrolünde ek gıdaya geçişte uygun bir alternatif olan HiPP Organik Bebek Ekmeği, özellikle kahvaltı öğünlerinde bebeklerin menüsüne eklenebilir. Ara öğünlerde de HİPP Doğal kaynak suyu, HiPP Organik Meyve Suyu ve meyve püreleri gibi gıdalar ile yumuşatılarak, ufalanarak kullanılabilir. BIO sertifikalı, GDO’suz ve sanayi bölgelerinden uzak özel organik çiftliklerde yetiştirilen ürünleriyle HiPP; Joker, Ebebek, Tesco Kipa, Rossman, Migros, Carrefour, yerel marketler ve eczanelerde satılıyor.
ORGANİK GÜNDEM
Doğan: “Dubai’de organik tavuk pazarının %50’sine hakim olacağız” Türk organik markası Orvital Organik Gıda organik tavuk, yumurta ve makarna ürün grubunda ihracat atağına kalktı.
K
onteyner bazında ilk ihracatını Dubai’ye gerçekleştiren Orvital Organik Kurucu Ortağı Muharrem Doğan “Dubai’de 2 sene içinde Fransa tekelindeki organik tavuk pazarının %50’sine hakim olacağız. Danimarka, Fransa ve yerel üreticilerin olduğu organik yumurta pazarında ise lider olma hedefindeyiz. Hedefimiz Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt gibi diğer körfez ülkelerine yönelik ihracatı geliştirmek. Eş zamanlı diğer ihracatımızı da Almanya’ya organik makarna ihracat ederek gerçekleştiriyoruz. İtalyanlar’la organik makarna pazarında işimiz biraz daha zor. Ciddi bir fiyat ve kalite rekabetine gireceğiz. 2018 yılı sonunda ihracatın genel ciromuzdaki payının %50 olması, ihracat yaptığımız ülke sayısının ise 15’e çıkması hedefleniyor” dedi. Orvital Organik Gıda 2009 yılında kurulduğunda organik tavuk pazarı diye bir şey yoktu. Birçok profesyonelin vazgeç dediği organik pazarda 7 yılda tüm ürün gruplarında 8 kat organik tavukta 15 kat büyüme elde eden Orvital Organik Gıda, en büyük gücünü Türk üreticisinden aldığının da her fırsatta altını çiziyor. Bugün ürün çeşitlilği kadar istikrarlı büyümesi ile de dikkat çeken Orvital Organik
Gıda, Türk organik pazarı adına dünyaya açılan bir atağa kalktı ve ciddi bir marka yatırımı yaptı.
Doğan “BAE organik tavuk pazarını sıfırdan yapılandıracağız” Dubai’deki tavuk tüketiminin %85’I donuk ve Amerika ile Brezilya’nın tekelinde. Organik tavuk söz konusu olduğunda; piyasada sadece taze organik tavuk var ve bu pazar, Fransızlar’ın tekelinde. Türk markalarına gösterilen ilgi ve güvenin dikkat çekici olduğuna vurgu yapan Orvital Organik Gıda Kurucu Ortağı Muharrem Doğan “Yaptığımız organik tavuk ve yumurta ihracatı ile Körfez ülkelerinde ciddi bir atağa kalkıyoruz. Bölgenin ilk donuk organik tavuk markasıyız. Bu çok önemli bir başlangıç ancak Türk organik tavuk ve yumurta pazarı için bir milat da olabilir. Rakamsal olarak organik tavuk pazarının Dubai’de Türkiye’nin gerisinde olduğunu ancak hızla büyüdüğüne dikkat çeken Doğan “Bölgede yaşayan ve her geçen gün artan Amerikalı ve Avrupalı expatların artan sayısı organiğe olan talebi de
tetikliyor. Türkiye olarak organik pazar hakkında çok ciddi bir know-how’a sahibiz. Bu birikimle BAE organik tavuk pazarını sıfırdan yapılandıracağız” dedi.
“Organik beslenmenin lokomotifi Türkiye’de de dünyada da yumurta ve makarna olacak” Organik gıda hiçbir zaman ucuz olmayacak, olamaz da ama “erişilebilir” olacak diyen ve aile çiftliklerine cesaret veren Orvital Organik Gıda Kurucu Ortağı ve Gıda Mühendisi Muharrem Doğan “Bugün organik makarna ve yumurtada kuruşlarla ifade edilen fiyat farklarından söz ediyoruz. Sağlıklı beslenmeye inanan kişiler gelir seviyesi ne olursa olsun bu farkı çocuklarının geleceği söz konusu olduğu için vermeye çekinmiyorlar” dedi. Organiğin her geçen gün daha da erişilebilir olduğuna indirim mağazalarına giren ve her geçen gün artan organik ürünleri örnek gösteren Doğan “Migros, Carrefour ve Metro gibi büyük zincirlerin yanı sıra bugün çok farklı satış kanallarına verdiğimiz ürünlerin artması ve Türkiye’nin dört bir yanında tüketicilerin organik ürünlere ulaşabiliyor olması bizi heyecanlandırıyor. Sadece organik üretim yapan bir marka olarak bu işe gönül veren girişimcilere destek vermeye hazırız. “Sabırlı olun” ve “pes etmeyin” dedi.
ekim-kasım ‘16
OrganikTürkiye 9
ORGANİK RÖPORTAJ
“Hedefimiz her yıl yüzde 25 oranında büyüme” Türkiye’nin ilk ve tek organik fındık kremasını üreten Naturka Organik Gıda Sahibi Hasan Candan’a bazı merak ettiklerimiz sorduk. Naturka organik hakkında bilgi verir misiniz? Naturka Organik Gıda; Organik sektörde fındık kremasının olmadığını görerek eşim ve ben Türkiye’nin ilk organik pekmezli fındık kremasını 2008 yılında üretmeye başladık.Ürün Ar-Ge çalışması sonucu üretilmeye başlamış ve grünn markalı olarak organik raflarda yerini almıştır. Kahvaltılık klasik çikolatalar ile rekabet içinde olan üründe GDO’suz soya lesitini kullanılmaktadır. İçerisinde; palm yağı, şeker, süt ve kakao kullanılmamaktadır.Pekmezli fındık kreması fındığın kendi yağı ve şeker yerine, pekmezin yapıldığı meyvenin kendi şekerini içermektedir. Ürün sertifikasyonu dünyada tanınmış ve uluslararası piyasada geçerliliği olan Ecocert-IMO firması tarafından gerçekleştirilmektedir. Hedef piyasasını her yıl organik pazarı yaklaşık yüzde 25 oranında büyüyen Almanya olarak belirleyen Naturka, iç piyasada da organik ürün satan marketler, şarküteriler, organik ürün pazarları ve kurumsal bebek mağazalarında satışa sunulmaktadır. Firma olarak yurtiçi ve yurtdışı fuarlarda stant açarak ürünlerimizi yakından tanıtma fırsatımız olmaktadır. En son Şubat 2016 tarihinde Almanya’nın Nürnberg şehrinde stant açarak katılmış olduğumuz dünyanın en büyük organik ürünler fuarı olan Biofach Messe firmamız açısından olumlu geçmiştir. Şeker yerine kullandığımız
10 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
Hasan candan kimdir? 1972 yılında Ordu’da doğdum.İ.T.Ü. bitirdikten
sonra 1995-1996 yıllarında Almanya’da lisan eğitimi aldım.Daha sonra aile firmasında fındık ticareti ve ihracatı yaptıktan sonra 2008 yılında organik sektöre girmeye karar verdim.
pekmezli ürünler fuarda büyük ilgi ile karşılanmıştır. Fuar sonrasında ihracat yaptığımız ülkeler arasına Polonya’yı da eklemiş bulunmaktayız.
Tüketiciler organik ürün alırken nelere dikkat etmeli? Türkiye’de Organik ürünler; T.C.5262 numaralı organik tarım kanunu ve 18.08.2010 tarih ve 27676 sayılı organik tarım esasları ve uygulamasına ilişkin yönetmelik ve eklerine uygun olarak üretim yapılmaktadır. T.C. Gıda Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığı’nın yetki vermiş olduğu sertifika şirketleri denetimlerinde ve bunun sonucunda sertikalandırma yapılarak organik üretim yapılmaktadır.Ürünün organik olduğunu paketli ürünlerde etiket üzerinde tarım bakanlığı ve bakanlığın yetki vermiş olduğu firmanın sözleşme yaparak çalıştığı sertifika şirketinin logosu olmak olmak zorundadır. Etiket üzerindeki iki logo ürünün organik olduğunun kanıtıdır. Yine etiket üzerinde o ürüne ait hasat yılı ve ürün sertifika numarası yazmaktadır.Dökme sebze ve meyve ürünlerin de ise satış
Gelişmiş ülkelerde konvansiyonel ürün ile organik ürün arasındaki fiyat farkı en fazla yüzde 30 kadar. Bizde de iç tüketim için üretimi artırırsak maliyetler düşecek ve fiyatlar ucuzlayıp daha fazla kişi organik ürünlere ulaşabilecektir. yerinde o ürünün kimlik bilgileri olmak zorundadır. Bu bilgiler ürünün üreticisi, yöresi, analiz raporları, ürün sertifikası ve sertifka şirketinin vermiş olduğu üretici sertifikası olması gerekmektedir. Bu ürünler sadece ekolojik pazarlar ve organik ürün satan mağazalarda olabilir. Semt pazarlarında bu tür ürünler satılmaz, satılsa bile yukarıdaki belgelerle ürün yanında olmalıdır. Satılan ürünün doğal olması, yöresinden gelmesi veya köy ürünü tabiri ile satılan ürünlerin hiçbiri organik ürün değildir. Bu şekli ile satanların da cezai sorumlulukları vardır.
Organik sertifikalarınız nelerdir? TR ve EU sertifikalarımız mevcuttur. Tüm Avrupa birliği ülkelerine ihracat yapabilecek sertifikaya sahibiz.
Organik ürün gamınız nelerdir? Türkiye’nin ilk ve tek organik fındık kreması ilk üretimimizdir.Organik fındık ezmesi, organik fındıklı keçiboynuzu kreması, organik kavrulmuş fındık, organik iç fındık, organik pekmez grubu (keçiboynuzu,üzüm,dut) ve organik tahin ürün grupları arasındadır. Farklı ürün çeşitleri için araştırmamız devam etmektedir.
Pekmez alırken nelere dikkat etmeliyiz? Pekmez üretilirken çok yüksek sıcaklıklara maruz kalmamalıdır. Hızlı sonuç elde edebilmek amacıyla çok yüksek derecelerde hazırlanan pekmezlerde kanserojen maddeler
oluşabiliyor. İlla ki evimizde yapmalıyız demiyoruz fakat bir yerden pekmez alırken de oranın veya aldığımız markanın üretimini doğru yapıp yapmadığı çok önemli. Üretimi olduğu kadar üretimden sonra depolanma koşulları da bir hayli önemli. Pekmezler depolanırken direk güneş ışığına maruz bırakılmamalıdır. Evimize aldığımız pekmezleri açtığımız taktirde donar düşüncesinde olmadan buzdolabında güvenli şekilde saklamalıyız. Yoksa pekmezin daha kısa sürede bozulma olasılığı var. Buzdolabında donmaya başlarsa eğer yapmanız gereken benmari usulü denilen şekilde, ocakta içerisinde su bulunan bir küçük tencerenin üzerindeki kapta eritmek.
Ürünlerinizin satış kanalları nereler? Başta İstanbul olmak üzere genellikle büyük şehirlerde organik mağazalar, organik pazarlar, şeçkin şarküteriler, ebebek mağazaları ve kurumsal internet satış sitelerinde ürünlerimiz satıştadır. İzmir’de bayilik sistemi ile ürünlerimiz dağıtılmaktadır. Ulusal zincir mağazalarda ürünlerimiz satılmamaktadır.
Özellikle çocukları dusunerek yaptığınız arge çalışmalarında ilklere imza atıyorsunuz. Organik pekmezli fındık kreması bu ilklerden biri.... yeni ürünleriniz olacak mı? Türkiye dünyanın en kaliteli fındıklarını üretmektedir. Yine bulunduğumuz
Ordu şehri Türkiye fındık üretiminin yaklaşık yüzde 32 olarak en büyük payı almaktadır. Diğer taraftan klasik ürünler hariç fındıkla ilgili fazla ürün çeşidi bulunmamaktadır. Biz organik sektörde yola çıkarken bölgemiz ürünü ve ülkemizin ithal girdisi olmadan en fazla döviz getirisi olan fındığa farklı bir alanda kullanmak, fındık çiftçisinin ürününün daha fazla fiyatına satmasını ve yine geleneksel tatlarımızdan besleyici üzüm pekmezine yeni kullanım alanı oluşturmak için ARGe çalışması sonucu pekmezli fındık kreması geliştirdik. Ürün ve hammadde içeriği olarak sektörde bir ilktir. Klasik fındık kreması ve şeker içerikli ürün tüketmek istemeyen tüketicilerin tercihi olmuştur.Yeni ürün arayışlarımız sektörde olmayan ürünler üzerine olacak. Bununla ilgili yurtdışı fuarları ve ürünleri yakından takip ediyoruz. Ülkemizde damak tadına uygun ve satılabilir bir fiyat politikası ile yeni ürün denemelerimiz devam etmektedir.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey ve Organik TÜRKİYE okuyucularına iletmek istediğiniz birşey varmıdır? Dünyada organik ticareti yaklaşık olarak 80 milyar $ dır.Türkiye’de ise bu rakamın 500 milyon $ olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakamın yüzde 1012’lik gibi az bir kısmı iç ipiyasada tüketilmektedir. Çoğunluğunu ihraç ettiğimiz bu ürünlerin iç piyasada tüketimini arttırabiliriz. Ne kadar organik ürünler pahallı gibi görünse de, aslında sağlık harcamaları yanında çok fazla değil. Organik tüketim belli kişilerin veya ekonomik durumu iyi olan tüketicilerin değil bilinçli kişilerin kullandığı ürünlerdir.
ekim-kasım ‘16
OrganikTürkiye 11
ORGANİK RÖPORTAJ
İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli
Tarımda dünyanın butik üreticisi olmalıyız Tarım sektörünün son 30 yıldır ekonominin genel performansının yarısı kadar bile büyümediğine dikkat çeken İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli, ‘Bizim ülke olarak temiz tarımda kalmamız, dünyanın butik üreticisi haline gelmemiz şart. Gelir düzeyi yükseldikçe insanların organik ürünlere yönelmesi, gelecekte de kaçınılmaz olacak. Bu dönemde hükümetin sektöre desteğinin sürmesi çok önemli’ dedi. Türkiye çoğu sektörüyle değeri yüksek olan ürünleriyle değil de ilk ve ara ürünler üreticisi olarak biliniyor. Bunu neye bağlıyorsunuz? Tüm ekonomide olduğu gibi bizim tarımda da temel sorunumuz, katma değer yaratamama sıkıntısı. Türkiye, dünyanın en büyük 10 tarımsal üreticisinden biri. Bir ara 62 milyar doları bulan tarımsal hasılamızla Avrupa’nın en büyüğü pozisyonundayız. Büyük bir potansiyelimiz var ama temel sorunumuz, sürdürülebilir yüksek büyümeyi sağlayacak bir reform demetinden yoksun oluşumuz. Tarım sektörü son 30 yıldır ekonominin genel performansının yarısı kadar bile büyümüyor. 1980 ile 2014 yılları arasında Türkiye ekonomisi yılda ortalama yüzde 4.2 büyürken, tarım sektörünün büyümesi yüzde 1.6’da kaldı. Üretim potansiyelimizi yeteri kadar değerlendiremediğimiz ve dış pazarlarda bizi kalıcı kılacak enstrüman ve ilişkiler ağı geliştiremediğimiz için dünya tarım ticaretindeki payımız ne yazık ki çok düşük. Esasen Türkiye, pek çok tarımsal üründe mukayeseli üstünlük kurma potansiyeline sahip bir ülke. 20’nin üzerinde ürünün üretiminde ilk üçte, 55 kadar üründe dünyada ilk 10’dayız. Fındık, kayısı, incir ve kiraz dünyada açık ara üretim lideri olduğumuz ürünler. Kuru üzümde dünya üretiminin dörtte birden fazlasını biz sağlıyoruz. Burada temel mesele, üretim gücümüzü küresel ticaret gücüne çevirebilmek. Eğer ticaretin kuralını siz koyamıyorsanız, fiyatı siz belirleyemiyorsanız en büyük üretici olmanızın da bir esprisi kalmıyor. Dünyada en
12 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
çok muz ihraç eden üç ülkenin hiç muz üretimi yok mesela. Türkiye’nin akıllı bir planı sabırla uygulayarak dünyada önce kendi ürettiği ürünlerin trend belirleyicisi olmasını sağlamamız gerekiyor. Üretici ve tüccarın bu yolda ilerlemesini teşvik edecek olan hükümette bu iradenin bulunduğunu bir kez daha duymak, bizi umutlandırdı. Fındığın, incirin, kuru üzümün, kirazın ve iddialı olduğumuz tüm ürünlerin dünyada Türkçe isimlerle anılmasını sağlayana kadar durmadan efor sarf etmemiz lazım.
Sürdürülebilir tarım ve yaşam ile ilgili görüşlerinizi de alabilir miyiz? Araştırmalar, 2050’de eğer her şey aynı kalırsa 2,3 dünyalık bir tüketim talebi olacağını ortaya koyuyor. Tüketim talepleri aynı eğilimde devam ederse sürdürülebilir bir dünya kalmayacak. Dünyanın daha yaşanabilir bir yer olması ancak adaletli bir gelir dağılımının sağlanması ile mümkün. Tarım sektörü
bu açıdan büyük önem taşıyor. Çünkü tarım, gelir adaletsizliğinin düzeltilmesindeki en önemli araçlardan birisi, belki de en önemlisidir. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde nüfusun büyük bir kısmı bu sektörde faaliyet gösteriyor. Bu nedenle tarımsal üretim ve ticaretin gelişmesi yoğun halk kitlelerinin gelirlerinin artmasına imkân sağlıyor. Ülkemizin de tarımda sahip olduğu potansiyeli daha yüksek katma değere dönüştürmesi toplam refahımızın artması açısından büyük önem taşıyor.
‘Bayer’in Monsanto’yu alması sektörü çok etkileyecek’ Son yıllarda tarım ürünlerine katılan ilaçlar, kimyasallara ve genetiği değiştirilmiş ürünlerden organik gıdalara bir yöneliş var. Siz bu yönelimi nasıl yorumluyorsunuz?
Sektörün içinden biri olarak organik ürünlere ne mesafede duruyorsunuz? Sondan başlayayım; organik beslenmeye gayret ediyorum ve İzmir’in organik tarımın merkezi olma potansiyeline inanıyorum. Ancak bu mesele esasen tarımın büyük fotoğrafıyla yakından ilgili. Tarımsal üretimi oluşturan girdilerin ve bu üretimi tüketici ile buluşturan hizmet sürecini göz ardı edemeyiz. Tarladan sofraya kadar olan tüm süreç ve bu süreci destekleyen unsurlar tarım sektörünün yarattığı bir değerdir aslında. Örneğin arka planda tarımsal üretimi ortaya çıkaran tarım kimyasalları, tohumculuk, gübre ve tarım ekipmanlarından oluşan büyük bir sanayi var. 2013 yılı verilerine göre tarımsal üretimin gerçekleştirilmesine imkan sağlayan dört sektörün dünyada pazar büyüklüğü yaklaşık 400 milyar dolar. Bu sektörlerdeki gelişmişlik durumu tarımsal üretimin verimliliğini ve kalitesini de belirleyen unsurlar arasında yer alıyor. Gelecekte tarımsal üretimin gideceği yönü de bu sektörlerdeki gelişmeler belirliyor. Hazırlanan raporlar özellikle gelişmiş ülke orijinli az sayıdaki firmanın bu sektörlerde önemli bir hakimiyetini ortaya koymakta. Nitekim bu dört sektörde faaliyet gösteren ilk üç firma; tohumculuk sektörünün yüzde 55’ine, tarım kimyasalları sektörünün yüzde 51’ine, tarım ekipmanları pazarının yüzde 49’una ve gübre piyasasının yüzde 31’ine sahip. Aynı zamanda bu firmalar ayırdıkları devasa ARGE bütçeleri ile her geçen gün pazar paylarını artırıyor. Geçtiğimiz günlerde yaşanan bir gelişme küresel tarım piyasalarının geleceği açısından büyük önem taşıyor. Dünya zirai ilaç pazarının en büyük iki firmasından birisi olan alman Bayer firması, küresel tohum pazarının en büyük oyuncusu olan Amerikan şirketi Monsanto’yu 66 milyar dolar maliyet ile satın aldı. Bu satın alma ile tek bir firma dünya tarımının geleceği açısından büyük bir güç durumuna yükseldi. Dünyada dördüncü sanayi devrimi yaşanırken, bu firmaların devasa ARGE bütçeleri de tarım sektöründe birçok yeniliği ortaya çıkaracak. Verimlilik artacak, yeni üretim ve iş yapış modelleri ortaya çıkacak. Ancak, Monsanto’nun GDO’lu tohum üretimindeki etkinliği ve oluşan monopol nedeniyle çevresel tehdit ile
GELİR DÜZEYİ YÜKSELDİKÇE ORGANİK ÜRÜNLERE YÖNELİM ARTIYOR Tarım sektörü son 30 yıldır ekonominin genel performansının yarısı kadar bile büyümüyor. 1980 ile 2014 yılları arasında Türkiye ekonomisi yılda ortalama yüzde 4,2 büyürken, tarım sektörünün büyümesi yüzde 1,6’da kaldı. Üretim potansiyelimizi yeterince kullanabildiğimizi söylemek mümkün değildir. Gelişmiş ülkeler, tarım ve hayvancılıkta yüksek verime oynuyorlar. Genetik çalışmalar, yeni bir dönemin kapısında olduğumuzun habercisi. Bir yandan GDO’lu ürünlerin yükselişi, diğer yandan tıp ve tarımı evlendirme amaçlı çalışmalar, sektörü küresel ölçekte yönlendiriyor. Bizim ülke olarak temiz tarımda kalmamız, dünyanın butik üreticisi haline gelmemiz şart. Gelir düzeyi yükseldikçe insanların organik ürünlere yönelmesi, gelecekte de kaçınılmaz olacak. Bu dönemde hükümetin sektöre desteğinin sürmesi çok önemli.
girdi maliyetlerinin yükseleceği beklentileri Avrupa’daki bazı çevrelerin bu satın almayı eleştirmesine neden oldu. Orta ve uzun dönemde birleşmenin Avrupa ve dünya tarımına etkilerini bizzat göreceğimizi düşünüyorum. Yaşanan bu gelişmeler büyük bir tarımsal üretim potansiyeline sahip olan ülkemiz için de çok önemli. Tarımdan çok daha yüksek bir kazanç elde edebilmek ve bu yarışın içinde olmak istiyoruz. Ancak gerçeği söylemek gerekirse sektörümüzün sermaye birikimi ve ARGE çalışmaları yetersiz. Kısa dönemde önemli teknolojik ve bilimsel sıçramalar yaparak yarışa devam edebilme şansımız yok. Bu nedenle, hedeflerimizi doğru tespit etmemiz gerekiyor. Hem kendi insanımız hem de ihracatımızın sürekliliği için sağlıklı üretim önceliğimiz olmalı. Belirli ürün ve lokasyonlarda organik üretimi teşvik etmeli, geri kalan alanlarda ise üretimin tamamını iyi tarım uygulamaları ile gerçekleştirmeyi hedeflemeliyiz. Ticaretimiz için sağlıklı ve etkin işleyen bir tedarik zincirini oluşturmalı, ürünlerimizin katma değerini artıran çalışmalar yapmalıyız. Bu üç temel sorunu kalıcı olarak çözmemizin tarımda büyük bir sıçramaya neden olacağını düşünüyorum.
‘İzmir agro-turizmin başkenti haline gelebilir’ Agro-turizm konusunda İzmir Ticaret Borsası’nın ne gibi çalışmaları var ve Borsa dışından gelecek projelerde birey ve kurumlara ne gibi desteklerde bulunuyor? İzmir; dünyada hızla değişen tarım dengeleri içinde kendine yeni ve güçlü bir kimlik edinebilecek potansiyele sahip. Organik tarımın, agro-turizmin ve fidancılığın başkenti haline gelebiliriz. Bizim agro-turizm alanında yaptığımız, dünyadaki gelişmeleri anı anına takip etmek. Fransa, İtalya gibi bu alanda önemli mesafeler kat etmiş ülkelerle heyetler arası görüşmeler yürütüyoruz; Arnavutluk gibi Avrupa’nın kritik bir noktasında yer alan ve önemli portansiyeli bulunan bir ülke ile ciddi işbirliği içindeyiz. Buradan elde ettiğimiz bilgileri, dünyanın nereye gittiği yönündeki verileri, trendleri, fırsatları üyelerimizle paylaşıyoruz, onlara rehberlik ediyoruz. Bu konuda eğitim ve danışmanlık hizmetlerine de sıcak yaklaşıyoruz.
ekim-kasım ‘16
OrganikTürkiye 13
ORGANİK RÖPORTAJ
Dünya ‘Organik Pazar’a yöneliyor Prof. Dr. H. Hüseyin Hadimli, organik tarım ve hayvancılık konusunda İngiltere’de Zooteknist Newcastle Universitesi’yle bir protokol imzaladıklarını belirterek, orada yaptıkları çalışmaları ve tespitlerini anlattı. Organik tarım ve hayvancılık nedir? Organik Tarım; toprağın sadece doğal gübre ile işlenmesi, kimyasalların ve zirai ilaçların kullanılmaması olarak ifade edilebilir. Organik Hayvancılık ise böyle topraktan elde edilen yem maddeleri ile hayvanların beslenmesi ve hayvanlarda sınırlı ilaç kullanılmasıdır.
Organik tarıma geçiş ilk ne zaman başlamıştır? Organik tarım ve hayvancılık faaliyetleri dünyada 1900’lü yıllarda görülmekte ve 1930’larda Avrupa’da yaygınlaşmaya başlamıştır. Daha sonra, 1972’de Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu (IFOAM) kurulmuştur. Dünyada ilk geniş boyutlu yönetmelik AB tarafından 1991 yılında yayımlanmış ve 1999’da birçok değişiklik yapılarak hayvansal ürünlerle ilgili kısım eklenmiştir. Daha sonra, İsviçre, FAO, ABD ve Japonya’da tarafından organik tarım standartları tüm dünyada küresel pazar hareketlerini etkilemiştir. Şu an dünyada yapılma oranına baktığımızda yüzde 5 oranında gerçekleşiyor. Ülkemizde bu oran çok daha düşük eğer biz gerçekten tüketicileri suiistimal etmeden taleplerini karşılamak istiyorsak bu oranı arttırmamız gerektiğini düşünüyorum.
Ülkemizde organik tarımın izleri ne zaman görülmeye başlandı? Türkiye’de 1970’lerde küçük adımlarla başlayan organik tarımın ticari bir önem kazanması 1990’larda olmuştur. 1992’de ‘Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO)’ kurulmuştur. 1994’de ‘Bitkisel ve Hayvansal Tarım Ürünlerinin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik’, 2002’de ise ‘Organik
14 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
Tarımın Esasları ve Uygulamasına İlişkin Yönetmelik’ yürürlüğe girmiştir. 2004’de Organik Tarım Kanunu kabul edilmiş ve organik üretimin kurallarının belirlenmesi ve kontrol mekanizması oluşturulmuştur.
Türkiye’de bu pazar yeterli ilgiyi görüyor mu? Ülkemizde son yıllarda organik tarım ve hayvancılık ürünlerine karşı tüketici talepleri artmış ve ticari olarak pazar oluşmaya başlamıştır. Bununla birlikte, organik ürünlerin fiyatı organik olmayan ürünlere göre neredeyse 2 kat daha pahalıdır. Ancak, ülkemizde uluslararası düzeyde organik ürün yetiştiren işletmelerin sayısı oldukça azdır.
Organik tarım ve hayvancılık için uygun şartlara sahip miyiz? Türkiye’de organik hayvancılık uygulanabilir mi? Bugün, ülkemizde Ulusal Organik Tarım Enstitüsü veya Organik Tarım Araştırma ve Eğitim Merkezi konumunda bir yapılanma bulunmamaktadır. Ayrıca, organik tarım ve hayvancılık sektöründe çalışabilecek teknik personel sayısı da oldukça yetersizdir. Aslında ülkemiz organik hayvancılık yapmaya oldukça müsaittir ve büyük bir pazar payı vardır. Bununla birlikte yetiştiricilerimizin özellikle hastalıklar konusunda ve beslenme konusunda dikkat etmesi gereken noktalar vardır. Bu konuyla ilgili zaman zaman eğitim çalışmaları da yapılması planlanmaktadır.
Konya tarım ve hayvancılığın yapıldığı önemli şehirler arasında yer alıyor. Bu konuda eksiklikleri giderme anlamında yapılan bir proje var mı?
Bu eksiklikleri gidermek için Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü, Konya Veteriner Hekimler Odası, Konya Önder Çiftçi Derneği ve Mersin İli Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği ortak bir proje hazırlamıştır. Europass+ KA1 Yetişkin Eğitimi kapsamında Dr. Bülent Bülbül ve Dr. Bümin Emre Teke tarafından
Yurt dışındaki izlenimleriniz nelerdir? Yurt dışında organik hayvancılık işletmeler ile klasik işletmeler gezdik. Hatta aynı işletmede her ikisini yapanlar vardı. Ancak bu işlemleri birbirinden ayıran nokta şuydu; tarladan gelen hayvan yemlerinde kesinle kimyasal ve sentetik gübreler dâhil kullanılmıyordu. Klasik yöntem de ise hayvanlarda kullanılan yem maddeleri bildiğimiz gibi özellikle kimyasal ürünlerle besleniyordu. Her ikisini fiyat yönünde karışlaştırdığımızda yaklaşık organik ürünler klasik ürünlere göre en az 2 kat daha fazla pahalıydı. İngiltere’de gördüğümüz en önemli nokta az maliyetle ya da eldeki imkânları azami kullanarak basit işlemlerle verim almak istiyorlardı. Gerçekten de bizim ülkemizden daha çok verim aldıklarını tespit ettik.
“Doğayı Tüketmemek İçin Akıllı Fikirler: Organik Hayvan Yetiştiriciliği” isimli proje (2015-1-TR01-KA104-017669) “Avrupa Birliği Bakanlığı, Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkez Başkanlığı”na sunulmuş ve Türkiye Ulusal Ajansı tarafından desteklenmiştir. Proje kapsamında 24 Veteriner Hekim ve Zooteknist Newcastle Universitesi, Newcastle, İngiltere’de 11-24 Eylül 2016 tarihleri arasında; AB boyutunda organik hayvan yetiştiriciliğinin; tarihçesi, genel ilkeleri, mevzuat ve yönetmelikler, kontrol ve sertifikasyon, organik yem bitkileri yetiştiriciliği, organik hayvansal ürünlerin işlenmesi, muhafazası ve pazarlanması, hayvan sağlığı ve refahı, karşılaşılan sorunlar ve çözüm yolları gibi konularında teorik bir uygulamalı olarak kursa katılmışlardır. Projenin hazırlanmasında ana hedeflerinden birisi de ülkemizde organik tarım ve hayvancılık adına gündem oluşturmaktır. Organik tarım ve hayvancılık yöntemini benimsemiş teknik personeller, kurumları nezdinde projeler üretmek için çalışacak, kazanımlarını anlatacak ve yeni personellerin eğitimi için kurslar düzenleyeceklerdir.
Organik ürünler son zamanlarda yoğun ilgi görüyor. Ancak tüketicinin bunu anlaması oldukça zor, tüketicilere ne tavsiye edersiniz? Bir ürünün organik ürün olup olmadığını tüketici anlayamaz. Çünkü organik ve klasik tarım arasındaki tek fark organik hayvancılıkta kimyasalların ve antibiyotiklerin kullanılmamasıdır. Dolayısıyla aslında bu yetiştirme aşamasında yapılan bir uygulamadır. Eğer üründe antibiyotik kalıntılar varsa bunu çeşitli testlerle laboratuar ortamında ortaya koyabiliriz. Ama antibiyotik kontrolü çok rutin yapılan bir uygulama değildir. Ancak bir şikâyet ya da bir araştırma varsa bu durum söz konusudur. Yetiştirilen ya da tüketilen ürünlerde antibiyotik kalıntı istenmez. Hayvancılıkta da antibiyotik kullanımı oldukça sınırlıdır. Ülkemizde organik tarım ve hayvansal ürünlerin yetiştirilmesi ve pazarlanmasında yanlış uygulamalar ve suistimaller söz konusudur. Tüketiciler mağdur
olmamaları ve sağlıklı ürünlere ulaşabilmek için mutlaka sertifikalı organik ürünleri istemelidir.
Organik tarım pahalı bir yöntem mi? Organik tarım ve klasik tarım birbiriyle karşılaştırıldığı zaman organik hayvancılığın daha az maliyetle yapılacağı bir gerçektir. Aslında organik hayvancılık, 100 yıl önce yapılan bir işlemdir. Klasik hayvancılıkta yoğun olarak kimyasal ürünler, yabani ot ilaçları, hayvanlarda antibiyotik kullanılması, kimyasal dezenfektelerin kullanılmasıyla yapılmaktadır. Bu saydığımız tüm işlemler organik tarım ve hayvancılıkta kullanılmamaktadır. Dolayısıyla organik tarım ve hayvancılık doğanın kendisine yenileme şansının verilmesidir ve doğaya yeniden dönüştür. Son yıllarda organik tarım ve hayvancılık alanında hızlı bir gelişme oldu. Tüketim toplumu ya da tüketiciler organik ürünleri daha tercih etmeye başladı. Organik yetiştirilen sebze, meyve, hayvan sütü, yumurtası ve etinin tercih edilmesinin yanı sıra fiyat olarak da yetiştiricilere bir avantaj sağlamaktadır. Neredeyse klasik yetiştirilen ürünlerin hemen hemen 2 ya da 3 katı bir fiyatla pazarda satabilmektedir. Bununla birlikte organik tarım ve hayvancılık günümüzde suiistimale açık bir konudur. Çünkü tam organik şartlarda yetiştirilmeyen ürünler pazarda organik olarak satılmaktadır ve kısmi olarak üreticiler yanıltılmaktadır.
Konya’da organik hayvancılık hangi bölgelerde yapılabilir? Türkiye’de tüm alanların toprakları ve hayvancılık yapılacak yerleri değerlendirdiğimizde her yerde organik hayvancılığın yapılabileceği gibi bir durum söz konusu değil. Kullanılmayan atıl vaziyette bulunan meralar ve dağlık alanlar özellikle rahatlıkla kullanılabilir. Konya’da organik hayvancılık yapılan bölgeler vardır. Özellikle Beyşehir, Seydişehir, Hadim Bozkır, Akşehir, Ereğli bölgelerinde özellikle yaygın tarım alanı olmayan yerler mayıs ve ekim sonu sürelerinde organik hayvancılıkta kullanılabilir. Sıfır maliyetle doğadan gelecek ürünle hayvanlar yetiştirebilir.
ekim-kasım ‘16
OrganikTürkiye 15
ORGANİK TESPİT
TEMA Vakfı Orman ve Kırsal Kalkınma Bölüm Başkanı Dr. Hikmet Öztürk, CO2 salımında en düşük paya sahip gelişmekte olan ülkelerin tahıl üretiminde en fazla zarar görecek ülkeler olacağını söyledi.
16 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
erozyon ile topraklar giderek daha da verimsizleşecektir. Tüm bunlara dayanarak uzun dönemde verimin daha da düşeceği söylenebilir. Verimin düşmesinin sosyoekonomik maliyeti de olacaktır. Üretici daha az kazanacak, gıda fiyatları son yıllarda olduğu gibi daha da yükselecek. Gıda güvenliği açısından ise bu durum büyük risk oluşturacak” diye konuştu. Dr. Hikmet Öztürk, dünyada ve Türkiye’te toprakta, doğada ve su kaynaklarında yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. Dünya’da her yıl ortalama 13.5 milyon hektar orman alanı tahrip ediliyor. Çölleşme ve arazi bozulumu hızla devam ediyor. 2 milyon hektara yakın alan çölleşme tehlikesi altında. Son 30 yılda tarım alanlarına dönüştürülen orman, çayır ve otlakların miktarı 1700-1850 yılları arasından daha fazla. Su varlıklarından çekilen su miktarı 1960’lı yıllara göre 2 kat, akarsulardaki aktif nitrat ve fosfor kirliliği ise 3 kat arttı. Sulak alanların yarısı kaybedildi. Biyolojik çeşitlilik hızla azalıyor. Tür kayıpları dünya tarihinde tür kayıp oranının 50-100 katına ulaşmış durumda. İklim değişikliği üreticiyi, tarım arazilerini nasıl etkiliyor? Bölgelerden örnekler verebilir misiniz?
O2’in artması yani iklim değişikliği sonucu yağış miktarının artacağı ülkelerde tahıl üretiminde verimin artacağını, buna karşılık yağış azalışı olan ülkelerde de de verimde düşme olacağını belirten Öztürk, “Ükemizde tahıl üretimi yapılan kurak ve yarı kurak alanlarda, özellikle İç Anadolu’da ve Güneydoğu Anadolu’da verim düşüşleri olacağı tahmin ediliyor.”
İklim değişikliğinin üreticiler ve tarım arazileri üzerindeki etkilerini biyofiziksel etkiler ve sosyo-ekonomik etkiler olmak üzere iki temel başlık altında incelemek mümkündür. Biyofiziksel etkiler denilince doğrudan iklim ile yetiştirilen ürün arasındaki etkileşimler anlaşılmalıdır. Bunlar; atmosferde CO2 seviyesindeki artışın bitkilerin yaptıkları fotosentez üzerine etkileri, sıcaklık artışı ve yağış rejimindeki değişikliklerin toprak ve arazi üzerindeki etkileri, ürünün ekim ve hasat zamanlarına etkisi, üretimi yapılan bitkide görülen hastalıklar ile bu bitkiden yararlanan böceklerin populasyonlarında görülen değişimler anlaşılmalıdır. Sonuçta tüm bu etkilerin bileşkesi ürün verimliliği olarak ifade edilir.
İklim değişikliklerinin etkilerinden bir diğeri yağış rejiminde oluşacak değişimler olduğunu bunların başında da sağanak yağışlarda görülecek artışlar geldiğini ifade eden Öztürk, “Bugün tarım alanlarının yüzde 64’ünde erozyon riski bulunmaktadır. Sağanak yağışlar ise erozyonu daha da artırmaktadır. Artan
Bilindiği üzere fotosentezin ana girdisi CO2’dir. Yeterli sıcaklık, ışık ve su olduğunda CO2’in artması ile fotosentezin de artması beklenir. Ancak burada belirleyici diğer bir unsur suyun yeterliliğidir. Bilindiği üzere iklim senaryolarına göre bazı bölgelerde yağış artışı bazı bölgelerde de yağış azalması
C
beklenmektedir. Yapılan modellemelerde atmosferde CO2’in artması iklim değişikliği sonucu yağış miktarı artacak ülkelerde tahıl üretiminde verimi artıracak, buna karşılık yağış azalışı olan ülkelerde de verimde düşme olacağı ifade edilmektedir. Konunun ilginç yanı CO2 salımında en düşük paya sahip gelişmekte olan ülkelerin tahıl üretiminde en fazla zarar görecek ülkeler olmasıdır. Ükemizde ise tahıl üretimi yapılan kurak ve yarı kurak alanlarda, özellikle İç Anadolu’da ve Güneydoğu Anadolu’da, verim düşüşleri olacağı tahmin edilmektedir. Özellikle ülkemizde şiddetli kuraklığın yaşandığı yıllarda yüzde 30-35 oranında düşen tahıl üretimi dikkate alındığında, iklim değişikliği nedeniyle kurak ve yarı kurak alanlarda aynı oranda ürün kayıpları olacağı söylenebilir. Uzun dönemde iklim değişikliğine bağlı olarak kuraklık oluşum sıklığının da artması halinde kayıplar daha da fazla olacaktır. Örneğin; bu yıl aşırı sıcaklar nedeniyle Antepfıstığı’nda karagöz olarak isimlendirilen meyve verecek tomurcuklarda kayıplar yaşanmıştır. Karagözler dökülmüştür. Bu gelecek yıl Antepfıstığı’nda üretimin oldukça düşmesine neden olacaktır. Şunu da belirtmek gerekir ki her ne kadar laboratuvarlarda yapılan deneme sonuçları esas alınarak yapılan tahminlere göre sıcaklık, CO2 ve yağış artışına bağlı olarak verimlilik tahminleri yapılmakla birlikte doğanın bir laboratuvar değil, herşeyin birbirine bağlı olduğu birbirini etkilediği bir ekosistem olduğu unutulmamalıdır. CO2 artışına bağlı olarak sıcaklık, nem ve yağış koşullarındaki değişimler tüm canlıları etkilemektedir. Buna bağlı olarak üründe epidemik olayları da tetiklemesi diğer bir faktör olarak devreye girmektedir. Örneğin; iklim değişikliğinin etkisiyle sıcaklık ve nem artışına bağlı olarak bitki büyüme sezonu uzamaktadır, buna bağlı olarak Kuzey Amerika ve Kanada ormanlarında verim artışı olacağı tahminleri yapılmaktadır. Ancak bu bölgelerde sıcaklık artışı ve buna bağlı olarak büyüme dönemi öngörüleri gerçekleşmekle birlikte ormanlarda büyüme artışı beklentileri gerçekleşmemiştir. Çünkü sıcaklık artışı kabuk böceklerinin daha fazla üremelerine ve ormanlarda büyük kurumalara neden olmuştur ve hala zararları da artmaktadır. Benzer bir örnek ülkemiz için de verilebilir. Son yıllarda yaşanan sıcaklık artışı ve yağışlı dönemin daha da geç gelmesi nedeniyle
ekim-kasım ‘16
OrganikTürkiye 17
ORGANİK TESPİT
buğday ekimi Trakya başta olmak üzere bir çok bölgede ekim ayından kasım ayına kaymıştır. Hatta bu süre kasım sonlarına kadar da uzamaktadır. 2016 yılı baharında sıcaklıkların erken başlaması ve yağışların da ortalamaların üzerinde gerçekleşmesi nedeniyle Trakya’da yetişen buğdaylarda sarı cüce hastalığı ortaya çıkmıştır. Bu hastalığın ortaya çıkması ve verdiği zararlar iklim değişikliği ile ilişkilendirilmektedir.
(tarım arazilerinin yüzde 9’u) tarım arazisi kaybedilmiştir. Üstelik ülkemizde TEMA Vakfı’nın yoğun çabaları ile yasalaşan 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu olmasına rağmen bu kayıp yaşanmıştır. Çünkü şimdiye kadar 5403 sayılı yasada tarım topraklarını koruyacak maddeler yerine tarım topraklarının başka kullanım alanlarına tahsisine ilişkin istisna hükümleri daha fazla uygulanmıştır.
Bilindiği üzere yaşanan iklim değişikliklerinin etkilerinden bir diğeri yağış rejiminde oluşacak değişimlerdir ve bunların başında da sağanak yağışlarda görülecek artışlar gelmektedir. Çünkü ısınan hava daha fazla nem tutmakta ve soğuması ile bir anda yüksek şiddetli sağanak yağışlar oluşmaktadır.
Kurulların gündem maddesi sürekli tarım alanlarının tarım dışı maksatla kullanımına ilişkin izin taleplerinin görüşülmesi olmuştur. Nitekim 5403 sayılı Kanun kapsamında sadece 2006-2012 yıllarında tarım dışı amaçla kullanımına izin verilen tarım alanlarının miktarı 1 milyon hektardan fazla olmuştur.
Bugün uygulanan yaygın tarım uygulamalarında ise yoğun toprak işleme ve bunun sonucunda toprak uzun süre koruyucu örtüden uzak kalmakta ve erozyon oluşmaktadır. Bugün tarım alanlarının yüzde 64’ünde erozyon riski bulunmaktadır. Sağanak yağışlar ise erozyonu daha da artırmaktadır. Sağanak yağışlarda dere ve akarsuların tamamen taşınan toprakla adeta çamur akar hale geldiği görülmektedir. Erozyon ile toprağın verimliliğini belirleyen organik maddece en zengin üst kısmı yok olmaktadır. Nitekim yapılan araştırmalarda toprak ekosisteminin can damarı organik madde bakımından erozyonla taşınan toprağın kalan üst topraktan 4-5 kat fazla organik madde içerdiği bulunmuştur. Bunun anlamı şudur; artan erozyon ile topraklar giderek daha da verimsizleşecektir. Tüm bunlara dayanarak uzun dönemde verimin daha da düşeceği söylenebilir.
Bu olumsuzluklara rağmen iyi gelişmeler de görülmektedir. TEMA Vakfı yıllarca 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 14. maddesinin
organik tarım gibi toprağı koruyan tarım teknikleri ile rüzgar perdesi çalışmaları özendirilmelidir.
Elbette verimin düşmesinin sosyoekonomik maliyeti de olacaktır. Üretici daha az kazanacak, gıda fiyatları son yıllarda olduğu gibi daha da yükselecektir. Gıda güvenliği açısından ise bu durum büyük risk oluşturacaktır. Tarım alanlarının, meraların korunması için neler yapılmalı? Ülkemizde tarım alanlarının yüzde 64’ünde
18 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
erozyon görülmektedir. Türkiye’deki topraklarda birçok kıtadan daha fazla erozyon üretilmektedir. Bu durumda sorunların başında öncelikli olarak erozyonun geldiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle tarım alanlarında erozyonun önlenmesi ve sürdürülebilir tarım uygulamalarının yaygınlaşmasını sağlayacak tedbirler öncelikle ele alınmalıdır. Bilindiği üzere tarım alanlarında erozyonu önlemenin en etkili yollarından biri teraslama, diğeri de toprak korumalı tarım uygulamalarıdır. Tarımsal terasların yapımı teşvik edilmeli, erozyonun yüksek olduğu alanlarda özellikle çapa isteyen bitkiler ile diğer tarla bitkileri yerine alternatif ürünlerin yetiştirilmesi desteklenmelidir. İşlemesiz tarım, minimum toprak işlemeli tarım, şeritsel tarım, ekim nöbeti ve organik tarım gibi toprağı koruyan tarım teknikleri ile rüzgar perdesi çalışmaları özendirilmelidir. Ülkemizde bir diğer önemli sorun ise verimli tarım alanlarının tarım dışı amaçlara tahsis edilmesidir. Türkiye’de tarım arazisi 2001 yılında 26,4 milyon hektar iken, 2014 yılında 24 milyon hektara gerilemiştir. 13 yılda 2,4 milyon hektar
işler hale getirilmesini ve böylelikle Büyük Ovaların koruma altına alınmasını talep etmiştir. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın Büyük Ovaların korunması ve bu alanların Tarımsal SİT statüsüne alınması konusundaki çalışmaları çok önemlidir. Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun hem yazılması hem de yasalaşmasına katkıda bulunmanın ötesinde, bakanlık yetkilileri, uzmanlar, bilim insanlarının katıldığı çalıştaylar düzenledi, yönerge taslakları hazırladı. 2010 ve 2011’de yapılan çalışmalar sonucunda Bakanlık, “Büyük Ova Koruma Teknik Formatını” kabul ederek taşra örgütüne yönelik bir talimat haline getirdi. TEMA Vakfı, Toprak Koruma Kurulları vasıtasıyla, Büyük Ovaların belirlenmesi sürecini izlemeyi sürdürüyor. Aynı şekilde TEMA Vakfı, meraların korunmasına da çok önem vermektedir. Ne yazık ki Cumhuriyetin ilk yıllarında 44 milyon hektar olan mera alanı 14,6 milyon hektara gerilemiştir. Meraların yüzde 70’inde bitki ile kaplı alan yüzde 10-50 arasındadır ve buna bağlı olarak ot verimi düşüktür (20-70 kg/da kuru ot).
2014 verilerine göre Türkiye’de korunan alan ülke yüzölçümünün yüzde 10.14’üdür.
Ayrıca kaliteli yem bitkilerinin botanik kompozisyondaki oranları yüzde 10-20 arasındadır. Bu sonucu yaratan temel etkenler ise meraların taşıma kapasitesi üzerinde, otlatma mevsimi dikkate alınmaksızın otlatılması ve meraların başka kullanım alanlarına dönüştürülmesidir. Bu nedenle yapılması gereken meraların doğal değerlerini ve özellikle biyolojik çeşitliliğini koruyacak fonksiyonel bir yapıya kavuşturacak ıslah çalışmaları yapılmalıdır. Su kaynaklarının giderek azaldığı belirtiliyor. Önümüzdeki dönem bu azalma tarımı ve içilebilir su kaynaklarını etkileyecek düzeyde mi? 2050 yılında dünya nüfusu 9 milyarı geçecek. 2025’ten itibaren 1.8 milyardan fazla insanın su kıtlığına maruz kalacağı tahmin edilmektedir. Hala dünyada su tüketiminin yüzde 71’i, Türkiye’de ise yüzde 73’ü tarım sektöründe gerçekleşmektedir. Buna karşılık iklim değişikliği nedeniyle Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede ortalama yağışlar azalmakta ve yaşanan kuraklıkların sıklığı ve şiddeti artmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin iklim değişikliğinin su varlıkları etkisine kırılganlığı çok yüksektir. Nitekim havzalara ilişkin yapılan bilimsel çalışmalar, havzaların son on yılda kuraklık eğiliminde olduğunu göstermekte ve Türkiye’de 2030 itibarıyla, güneydoğu ve doğu bölgelerinde yüzde 20 ile yüzde 40 arasında, iç ve batı bölgelerinde ise yüzde 40’ı aşan oranlarda su stresi yaşanacağı öngörülmektedir. Doğal olarak bu azalma tarımda kullanılan su oranının yüzde 73’ü olduğundan hareketle oldukça etkileyecek. Öte yandan su kalitesine ilişkin bir diğer tehlike sularda yaşanan tarım, kentsel ve endüstriyel atıklarla yaşanan kirliliktir. Kirlilik doğrudan su kalitesini etkilediği gibi akarsularda ve sulak alanlarda
biyolojik çeşitliliği tehdit etmektedir. Ayrıca Türkiye şu an “su azlığı” çeken ülkeler arasında yer almaktadır. İklim değişikliği projeksiyonlarında öngörülen yağış azalmaları gerçekleşirse Türkiye’nin su potansiyeli düşecek. 2030 yılında nüfusun 90 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Bu iki tahminin gerçekleşmesi halinde Türkiye’de kişi başına düşen su miktarı bin m3’ün altına inecek ve su fakiri ülke olacak. Biyoçeşitlilik açısından Türkiye dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Bunu koruyabiliyor muyuz? Türkiye’de biyolojik çeşitliliğin korunmasına ilişkin en önemli parametrelerin başında korunan alan büyüklüğü gelmektedir. 2014 verilerine göre Avrupa’daki korunan alanların oranı yüzde 13,6; dünya genelinde ise yüzde 14’tür. Antarktika hariç tutulduğunda ise bu oran yüzde 15,4 olmaktadır. Türkiye’de ise 2014 yılı sonuna kadar ülke yüzölçümünün yüzde 10.14’ü koruma altındadır. Sahip olduğumuz biyolojik çeşitliliğin yüzde 85’i ormanlardadır. Ancak üç önemli bitki coğrafyasında bulunan ormanlarda korunan orman alanlarının oranı ise yüzde 5’tir. Bu veriler göstermektedir ki kendisi bir kıta olmamakla birlikte sahip olduğu tür çeşitliliği ile bir kıtanın sahip olduğu sayıda türü barındıran Türkiye’de korunan alan miktarı dünya ortalamasının bile çok çok altındadır. Toprağı korumak için tüketici neler yapmalı? Hem kendi sağlığı hem de toprağı korumak için tüketicilerin yapacağı en önemli şey sağlıklı toprak ve sağlıklı gıda için sürdürülebilir tarım ürünlerini tercih etmek
olmalıdır. Bugün toprak koruma tedbirleri alınmadan uygulanan konvansiyonel tarım erozyon üretmektedir, kullanılan kimyasal gübreler ve pestisitler hem toprak sağlığını hem de insan sağlığını tehdit etmektedir. Bu nedenle erozyonu önlemeyi standartları içine alan organik tarım ve iyi tarım ürünlerini tercih ederek talebin artmasına ve organik tarım ve iyi tarım yapan üreticilerin ekonomik sürdürülebilirliğini sağlamaya katkı yapılabilir. Çok uzak bölgelerden taşınarak gelen ithal ürünler yerine ekolojik pazarlarda üretilen yerel ürünleri tüketerek hem ekolojik ayak izini küçültebilir hem de yerel üreticilerin kazanmasına, aile çiftçiliğinin desteklenmesine katkı yapabilir. Tüketim alışkanlıklarını değiştirerek toprak ayak izinin küçülmesini sağlayabilir. Türkiye’de genel olarak su, tarım kaynakları ve çevre-biyoçeşitliliği azalıyor. Buraya özgü mü? Dünyada durum genel olarak nasıl? Dünya’da her yıl ortalama 13.5 milyon hektar orman alanı tahrip ediliyor. Çölleşme ve arazi bozulumu hızla devam ediyor. 2 milyon hektara yakın alan çölleşme tehlikesi altında. Son 30 yılda tarım alanlarına dönüştürülen orman, çayır ve otlakların miktarı 1700-1850 yılları arasından daha fazla. Su varlıklarından çekilen su miktarı 1960’lı yıllara göre 2 kat, akarsulardaki aktif nitrat ve fosfor kirliliği ise 3 kat arttı. Sulak alanların yarısı kaybedildi. Biyolojik çeşitlilik hızla azalıyor. Tür kayıpları dünya tarihinde tür kayıp oranının 50-100 katına ulaşmış durumda. En büyük tür kayıpları tatlı su ekosistemlerinde. Monokültür ve her yere yayılan homojen tohumluklar nedeniyle coğrafi bölgeler arasında ve tür içinde genetik çeşitlilik azalıyor.
ekim-kasım ‘16
OrganikTürkiye 19
ORGANİK MAKALE
Organik Ta r ı m Türkiye’yi Besler Mi? Ece Elbeyi
Bu sene 4.sü düzenlenen Ekolojik Sosyal Girişimcilik Yaz Okulu deneyimlerime bu sefer Yonca Demir’in sunduğu “Organik Tarım Türkiye’yi Besler Mi?” çalışması ve Mehmet Gürmen tarafından aktarılan “Gıda Toplulukları”hakkında bilgi vererek devam edeceğim.
E
ndüstri Mühendisliği lisans eğitimim boyunca, aldığım derslerin arasından beni en çok etkileyenlerden biri Yöneylem Araştırması olmuştu. En basit şekliyle, bu derste belli kaynaklar ve kısıtlar çerçevesinde, ulaşmak istediğiniz amaca göre size en iyi çözüm yolu ve alternatiflerini sunan bir matematiksel model kurma temel alınıyor. Aslında, bu yöntemle, tüm değişkenleri ve amacınızı matematiksel olarak tanımlayıp ilişkilendirebildiğiniz sürece, gündelik hayata dair de bir çok probleme çözüm getirebilme imkanına sahip oluyorsunuz. Yüksek matematiğin gerçek problemlerin çözümüne yönelik böyle bir kullanımı olması benim üzerimde hayranlık uyandırmış olsa da, karşılaştığım bütün örneklerin nasıl daha fazla kar edilir amacı üzerinden gerçekleştirildiğini görmek hep bir hayal kırıklığı yaratmıştı. tam da bu sebeple,Bulut Arslan ve Yonca Demir’in aklınıza gelebilecek her türlü kısıtı ve değişkeni hesaba katarak, çok büyük bir titizlik ve emekle kurduğu doğrusal programlama modeliyle, “Organik tarım Türkiye’yi beslemek için yeterli mi?” sorusuna yanıt verdiği sunumu beni iki nedenle çok heyecanlandırdı.
20 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
1. Evet, yüksek matematik maddi kaygılardan daha iyi amaçlar için kullanılabilir 2. Evet, ekilebilir alanların %65’inde organik tarım yapılarak tüm Türkiye sağlıklı bir şekilde beslenebilir! Öncelikle bu çalışmanın yapılmış olması aslında, bugüne kadar organik tarım savunucularının karşılaştığı “iyi de organik tarım herkesi besleyebilecek verimlilikte değil” eleştirisine karşı bilimsel bir kanıt olması bakımında çok önemli. Böylece doğaya ve tüm canlılara zarar vermeden de aslında herkesin yeterince beslenebilmesi için hiçbir engel olmadığı kanıtlandı. Basitçe çalışmadan bahsedecek olursam, öncelikle vejetaryen ve hepçil olmak üzere iki çeşit beslenme alışkanlığı tanımlandı. Her ikisi de bireylerin günlük besin ihtiyacı karşılanacak şekilde :
Vejetaryen beslenme için günlük 2.330 kalori, 83 gr protein, 69 gr yağ ve 297 gr karbonhidratı içerecek şekilde menüler hazırlandı.Her bir ildeki ekilebilir arazi, yaşayan insan sayısı, bir insanın yıllık olarak her bir ürüne duyduğu ihtiyaç, organik tarım koşulları altında her bir ilin her bir ürünü üretme verimi ve iller arasındaki mesafe değişkenler olarak belirlendi. Hepçil beslenme için aynı şekilde hayvansal değişken ve kısıtlar da (ırkların verimleri, yem gereksinimleri, otlak miktarları gibi) eklendi. Böylece, öncelikle her ildeki tüketimin o ilden karşılanacağı, ancak kaynak eksikliği varsa, bunun en yakındaki olası ilden ulaştırılacağı şekilde bir model kuruldu. Model çalıştırıldıktan sonra, vejetaryen beslenmeyle Türkiye’deki ekilebilir alanların %65’i, hepçil beslenmede ise %70’i kullanılarak aslında herkesi beslemeye yetecek kadar ürünün organik olarak üretilebileceği hatta fazladan üretim yapılarak ihtiyaç duyan ülkelere ihraç edilebileceği ortaya çıktı. Olabildiğince basitleştirerek anlatmaya çalıştığım, aslında çok daha fazla teknik detaya sahip olan böyle bir model geliştirme niyetleri, emekleri ve sonuçları öyle saygı duyulası ki..
Gıda Toplulukları Gıda demişken, Mehmet Gürmen tarafından anlatılan, aslında dünyada fazlaca örneği olmasına rağmen Türkiye’de yeni yeni gelişmekte olan Gıda Toplulukları’ndan bahsetmeden olmaz. Gıda Topluluğu’nun temel amacı, tüketicilerin bir araya gelerek, belli periyotlarla kendi ihtiyaçlarını belirlemeleri ve anlaştıkları güvenilir üreticilerle düzenli bir iletişim içerisinde olmaları. Böylece tüm üretici ve tüketiciler belirli zaman ve mekanlarda bir araya gelerek bu ürünlerin paylaşabiliyor, tüketiciler kim tarafından ne şekilde üretildiğini bildikleri, güvenilir ürünlere ulaşırken, üreticiler de ürünlerini aracılar nedeniyle ederinin çok daha altında fiyatlara satmaya mecbur kalmıyor. Bazı durumlarda, oluşturmuş oldukları iletişim ve güven sayesinde üreticiler önceden desteklenilebiliyor, bu durumda yeterli sermayesi olmayan girişimcilere de fırsat sağlanmış oluyor. Gıda topluluklarının, yerellik, aracısızlık, küçük ölçek, gönüllülük, şeffaflık ve topluluk gibi belirli prensipleri var. Her birini tek tek açıklamak yerine beni en çok etkileyen “küçük ölçek”ten bahsetmek istiyorum. Zaten yerellik prensibiyle, belirli bir bölgeden daha geniş alana yayılmayan her bir gıda topluluğu, üye sayısı bakımından bir seviyeye ulaştıktan sonra büyümeyi reddediyor ve yine yerellik prensibi çerçevesinde, üretici ve üyelerin bulunduğu yerleşim alanlarına göre bölünüp, ilkinden bağımsız ikinci bir topluluk oluşuyor. Bu şekilde aslında aracısızlık, gönüllülük, şeffaflık ve yerellik gibi prensipler de korunmuş oluyor. Yaygın olan üretim ve tüketim şekline tamamen alternatif bir model olarak Gıda Toplulukları sadece tüketicilerin iyi ürünlere ulaşması ve üreticilerin desteklenmesi için değil, aynı zamanda tüketim biçimimi ve alışkanlıklarımızın gözden geçirilip, topluluk olma bilincinin yeniden oluşturulması bakımından da oldukça önemli. Kendi bölgesinde bir gıda topluluğu olan Bitot’un oluşturulabilmesi ve sorunsuzca işleyebilmesi için oldukça emek vermiş olan Mehmet Gürmen’in, Bilişim Ekolojisi ve Dijital Ayakizi’ni anlattığı bir diğer sunumundan da daha sonra bahsedeceğim.
ekim-kasım ‘16
OrganikTürkiye 21
ORGANİK GÖRÜŞ
Ne kadar organik? ne kadar etik? İşe doğru başlamak, kaliteli ürün yetiştirmek, kalıcı olabilmek önemli konular... Organik tarım tüketicilerden gördüğü rağbet oranında yükselişini hızlandırıyor. Bu yükselişin rüzgarıyla gelen istismarlara aman dikkat... Artan talep karşısında bu işe heveslenen üreticiler ise gün geçtikçe çoğalıyor. Unutmamalı ki; işe doğru başlamak, kaliteli ürün yetiştirmek, kalıcı olabilmek önemli konular...
O
rganik tarım öyle sihirli bir sözcük oldu ki, ürünlerin ambalajlarının üzerine yazıldığında satış garanti. Hatta ne kadar pahalı o kadar organik sanan tüketicilerin sayısı hiç de az değil... Organik tarım tüketicilerden gördüğü rağbet oranında yükselişini hızlandırıyor. Bu yükselişin rüzgarıyla gelen istismarlara aman dikkat... Artan talep karşısında bu işe heveslenen üreticiler ise gün geçtikçe çoğalıyor. Unutmamalı ki; işe doğru başlamak, kaliteli ürün yetiştirmek, kalıcı olabilmek önemli konular... Organik tarımla uğraşmak isteyenlerin izleyebileceği strateji hakkında, konunun uzmanlarının dikkat çektiği noktaları meraklısı için sıralayalım;
Üretim ölçeğini belirleyin Bu işi yapmayı planlayanlar üretimin boyutunu sermaye ve toprak varlığıyla doğru orantılı olarak planlayabilmeli. Küçük bir aile işletmesi mi, eko-turizm mi, daha kurumsal yapıda bir işletme mi istiyorsunuz? İşçi
22 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
istihdamının boyutu ne olmalı?
Romantik olmayın
Küçük ölçekli işletme için iki farklı karar mekanizması söz konusu. Tam bir aile işletmesi isterseniz, dışarıdan istihdam almadan kendi aile fertlerinizle birlikte ayakta kalabileceğiniz bir yapı oluşturmanız lazım. Böylece giderin de gelirin de aynı çatı altında kalabileceği işletme yapısı oluşur. Diğer alternatif kurumsal bir işletme olmak. Bu durumda daha donanımlı bir ekip oluşturmak başarıyı getiriyor.
Bu işe yatırım yapmayı, organik tarım yapmayı isteyen çok sayıda duyarlı, hevesli insan var. Ancak bilinmez iklim koşulları ve tabiatla uğraşacağınız için bu işte romantik olmamak gerçekçi düşünmek çok önemli. İşin içine girmeden önce gerçeklerle yüzleşmek, ciddi fizibilite çalışması yapmak gerekiyor.
Gözlemci olun Bu işe girmeden önce mevcut organik tarım yapan işletmelerde gözlemci olmak hatta staj yapabilmek önemli bir kazanım. İşin içine girmeden önce organik tarım çiftliklerinde bir süre zaman geçirmek ve kendinize uygun bir iş olup olmadığına bakmak iyi olur. Bu işin risklerini, finansal kaynak türleri ve desteklerini öğrenmek, kendinizi yeterli hissetme aşamasını keşfetmek için bu süreci yaşamak önemli bir şans.
Etik değerlere dikkat İşin temel amaçlarından biri tabi ki para kazanmak. Ancak organik tarımın etik değerleri içerisinde kesinlikle bir felsefesi var. Bunu sindirmek ve bu etik değerlere özen göstermek gerekiyor. İşin üretim ve tüketim aşamaları birlikte yürütülebildiği oranda kazancı sürdürülebilir oluyor.
Üretim maliyetlerine dikkat En büyük girdi maliyetleri arasında işçilik ilk sırada. Çünkü genelde insan gücüne dayalı hasat yapılıyor. Hasat yapılırken makine pek yaygın kullanılmıyor. Organik tarımda hedef, konvansiyonel tarımda olduğu gibi birim alandan maksimum verim almak yerine üretimi bütünsel bir yaklaşımla optimize etmek. Temel amaç
Deneyimler gösteriyor ki; organik tarımın başarısında etik yetiştiricilik, sürdürülebilirlik ve markalaşmak başı çekiyor. toprağı zayıflatmadan yeteri kadar ürün almak. Doğada herkesin beslenmeye hakkı olduğunu unutmamak gerek. Kurda, kuşa da yem bırakacaksınız. Çok küçük ölçekli işletmeler için organik tarım yapma maliyeti bazen yüksek olabiliyor. Eğer bölgede birkaç işletme bir araya gelip ortak bir maliyet çıkarabilirse bu daha cazip olur. Ya da sözleşmeli üretim yapmak üzere daha büyük bir üretim yapan kişiye müracaat edilip onlar adına sertifika düzenletilmesini istemek de bir başka yöntem.
Kritik nokta sertifikasyon süreci Organik tarım yapmak isteyenlerin en merak ettiği konulardan biri de sertifikasyon süreci. T.C. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın sertifikasyon kuruluşuna verdiği yetki çerçevesinde sürekli bir denetim altında olan organik tarımda üretimin başlangıcından sonuna kadar toprak, yaprak, su ve ürün analizleri
yapılıyor.Eğer konvansiyonel tarım yapan komşularınız varsa bazı tampon bölgeler oluşturmak zorunlu. Bir ticari anlaşma sonrasında sertifikasyon şirketi organik tarım yapacağınız bölgeye bir kontrolör gönderiyor. Bu arada ciddi bir evrak işlemi süreci oluyor. Başvurduğunuz tarihten iki üç yıl öncesine kadar her türlü bilgi soruluyor, araştırılıyor ve toprak sahibinin bunları bilmesi bekleniyor. Daha sonra iş toprak analizine geliyor, kimyasal, pestisit kalıntı olup olmadığı araştırılıyor. Eğer bir yeraltı su kaynağı varsa ve ürünleri bu kaynaktan sulayacaksa ağır metallere karşı su analizi de gerekiyor. Tüm bu işlemleri titizlik ve sabırla yerine getirmek şart.
İşin görünmeyen zorlukları Bu işe gönül verenler tabiatın cilvelerine de hazır olabilmeli. Gübrenin dekar başına azot miktarını hesaplamak, analizini yapmak gibi. Sulamanın, bitkinin
istediği kadar değil bazen su kaynağınızın gidişatına göre tespit edilmesi gibi. Eğer bitki stres altındaysa bu stres yüzünden verim kaybı yaşanması gibi. Bazen fizibilite çalışmalarında ortaya çıkmayan iklim faktörünü, iklimsel değişimin organik tarım üzerindeki etkilerini de ihmal etmemek gerek.
Pazarlama ve markalaşma sürecine dikkat Bin bir emekle yapılan hasat sonrası organik ürünlerin hak ettiği değerde alıcı bulabilmesi ana hedef. Pazarlama, bu işin en can alıcı aşaması. Ürünü artık herkes bir şekilde üretebiliyor ama pazar bulmak üretmekten daha kritik bir öneme sahip. Tüketicilerin organik ürünlerle ilgili farkındalığı arttıkça, ciddi üreticilerin pazar açısından şansı da yükseliyor. Ancak fizibilite çalışması yaparken, pazarlama ve tanıtım aşamasının risklerini de göz önüne almak önemli. Pazarlamada kritik nokta; katma değerli ürün geliştirebilmek ve markalaşabilmek. Marka olmak her sektörde olduğu gibi sürdürülebilir organik tarımda üretimin vazgeçilmez anahtarı.
ekim-kasım ‘16
OrganikTürkiye 23
ORGANİK TARIM
Organik tarımın
avantajları nelerdir?
Organik tarımın ne olduğundan; sağlıklı bir yaşam için ve doğanın korunması için öneminden kısaca bahsetmiştik. Hepimiz organik tarımı üretimin ve kalitenin yanında doğal yaşamı da gözeten, ekolojik yaşama saygı duyan bir sektör olarak genel hatlarıyla biliriz. Ama organik tarım meselesine daha profesyonel ve daha somut bir şekilde eğilmek istiyorsanız; mutlaka bunun dışında kaynakları da araştırmalı ve okumalısınız.
O
rganik tarım hakkında bilgi ve tecrübe edinmenin, tabiri caizse iş kurabilecek noktaya gelebilmenin kilit noktası; kitaplardan ve araştırmalardan faydalanıp kendinizi teorik anlamnda olabildiğince geliştirmeniz ve somut deneyim açısından organik tarım çiftliklerinde boş zamanlarınızda çalışmanızdır. Çünkü biliyorsunuz ki diğer mesleklerden farklı olarak organik tarımın avantajı; deneyime dayalı ve yılların tecrübesiyle işinizin kalitesini arttırabilecek bir iş kolu olmasıdır. Bu arada; diğer kaynaklara geçmeden önce sitemizde biraz daha vakit geçirip organik tarım hakkında bir şeyler öğrenmek isterseniz; “Organik tarım nedir?” gibi temel kavramları veya “Organik tarım yaparken dikkat edilmesi gerekenler?” gibi uygulamaya yönelik esasları, hatta Raoul France gibi organik tarım tarihine geçmiş bilim insanlarının hayatını bağlantıların üzerine tıklayarak öğrenebilir; sektörün her alanıyla ilgili geniş bir perspektif kazanabilirsiniz. Bu yazımızın ana konusu ise organik tarımın avantajları hakkındadır. Yani evet; bir organik tarımdır, organik ürünlerdir, ürün pazarıdır gibi laflar TV’lerde, sokaklarda dolaşıp duruyor. Peki bunları derleyip sıralayacak olursak organik tarım bizler için ne ifade ediyor? Hayatımızda ve ekonomimizde tam
24 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
olarak hangi alanlarda katkı sağlar? İşte kısa ve öz açıklamalar halinde organik tarımın yararları:
Üreticinin geliri artar Tam miktarı tabii ki ürününe göre değişmektedir. Fakat organik tarıma geçiş yapan bir üreticinin kar değişiminin artı yönde olacağı muhakkaktır. Yüzdelik olarak ise organik tarımın geleneksel yöntemlere göre ekilen aynı ürünlere göre kazancı %10 cıvarında daha fazla olmaktadır. Tabii bunda organik ürünlerin satış fiyatının daha yüksek olması, iç ticarette olduğu kadar ihracatta da epey rağbet gören bir pozisyonunun olması ve kullanılacak zirai ilaçlama maliyetlerini ciddi oranda düşürmesi gibi durumlar da epey etkilidir.
İhracata yönelen üretici; yukarıda bahsedilene ek olarak ihracat piyasasında da daha karlı duruma geçmektedir Bu durum da aynı şekilde yurt dışında organik tarım ürünlerinin daha çok rağbet görmesinden kaynaklanmaktadır.
Buna göre; Organik tarıma geçiş yapan bir çiftçi diğer rakiplerine göre %10 daha fazla kar elde ederken; ihracata yönelik çalışılması halinde bu kar fazlalığı %20’leri dahi zorlayacaktır.
Kimyasal gübre, pestisit, tarım ilaçları, vs. vs. onlarca masraf anında düşmektedir Organik tarımın avantajları arasında en önemlisi belki de budur. Çünkü; siz bir üründen yukarıda söylendiği gibi %10’luk fazlalığı yakalayamadınız da %8’lerde kaldınız diyelim. Buna rağmen; ilaçlama ve kimyasal madde miktarındaki ihtiyacın azalması sebebiyle halihazırda var olan masraflar düşecek ve böylece, giderlerin azalması şeklinde bir karlılık da söz konusu olacaktır.
Ülkemizde organik tarıma geçiş yapmak nispeten daha kolaydır Nedir burada bahsedilen? Ürünün kalitesinin artırılması, daha fazla ürün elde edilmesi gibi kaygılarla sentetik kimyasalların kullanımı gibi şeyler Türkiye’de pek uygulanmamaktadır. Bu da tarımın günümüzde var olan alt yapısını organik tarıma çabucak adapte olmaya uygun bir vaziyette tutmakta, yeni başlayan veya değişim yapan üreticiler pek de zorluk çekmemektedir.
ar-ge gerektiren ve nitelikli ihtiyaç elemanı da bulunan bir alt daldır. Dolayısıyla; organik tarım yapılan her metrekare toprak; tarıma dayalı endüstrilerde ziraat mühendisi gibi nitelikli elemanların istihdamını arttıracak, ayrıca ihracatla beraber iç piyasayı da canlandırarak ekonomiye inanılmaz katkı sağlayacaktır.
Organik tarım sağlıklı, sıhhatli ve uzun bir yaşam demektir Fazla söze gerek var
Organik tarıma yapılan her yatırım; yeni istihdam alanları ve iç piyasanın canlanması demektir Organik tarımın tarihi sürecini inceleyecek olursanız; 1990’lı yıllarda yapılan ilk atılımların ihracata yönelik olduğunu görürsünüz. Yani üretilen ürünler; öz be öz yerlisinden önce elin Avrupalısından talep görmüş; organik tarım sektörü de bunu baz alarak gelişmiştir. Yani anlaşıldığı gibi biraz yeni, sürekli
mı? Hava kirliliğinin, betonlaşmanın, iş stresinin kol gezdiği çağımızda organik tarımın başlıca avantajı; tüketiciye daha sağlıklı olmak ve dengeli beslenmek için imkan tanıyan ürünler sunmasıdır. Şehir yaşantısının stresini biraz olsun dengeleyecek ve vitaminler, mineraller, vs. beslenme yönünden dengeleri vücudunuz lehine değiştirecek olan şeylerin başında organik tarım gelmektedir.
ekim-kasım ‘16
OrganikTürkiye 25
ORGANİK DÖNÜŞÜM
Organik çöpler
değerleniyor
Kompost yapmak, çöp sorununa çözüm sunarken, bir yandan da ürettiği son derece verimli gübre sayesinde en verimsiz toprağı bile canlandırıyor.
B
uğday Derneği, Türkiye’de organik çöplerin (biyo-atık) ayrıştırılarak toplanması ve “siyah altın” tabir edilen kompost elde edilmesi için biri kırsalda, biri belediyelerle birlikte olmak üzere iki projeyi aynı anda yürütüyor. Kompost yapmak, çöp sorununa çözüm sunarken, bir yandan da ürettiği son derece verimli gübre sayesinde en verimsiz toprağı bile canlandırıyor. “Datça’da Organik Atıklardan Kompost Gübresi Elde Edilmesi” projesinde, tarlalardan çıkan atıkların kompost yapılması için bölgeye bir dal öğütücü alındı, kompost ve organik tarım eğitimleri verildi. Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği tarafından Sivil Toplum Diyaloğu IV Programı kapsamında desteklenen, ”Türkiye Çöpünü Dönüştürüyor” projesi ise, belediyelerle birlikte orta ve büyük ölçekli kompost tesislerinin kurulması için Türkiye’ye veri ve tecrübe aktarımı yapmayı amaçlıyor. Proje, Avrupa Birliği ülkelerinden bilgi ve tecrübe aktarımı yaparak, büyük ve orta ölçekli kompost tesislerinin kurulmasını, bu şekilde ciddi çevre sorunlarına yol açan çöp sorununa bir çözüm bulmanın yanı sıra, üretilen kompostla ülke topraklarındaki humus miktarını arttırmayı hedefliyor.
İstanbul’un çöpünün yarısı organik madde Şehirde yaşayan bir kişi günde yaklaşık 1,5 kg çöp çıkarıyor. Araştırmalar, Türkiye’deki atıklarda organik madde oranının yüksekliğini gösteriyor. Örneğin, İstanbul’daki kentsel katı atıklarda, organik madde oranı yüzde 54,09 düzeyinde. Bunu yüzde 15,57 ile kağıt/karton grubu takip ediyor. Bu atıkların küçük bir kısmının bile katı
26 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
atık depolama alanlarına gitmesini engelleyerek komposta dönüşmesi, çevrenin korunması ve küresel iklim değişikliği üzerinde etkisi büyük olacak. Kompostun faydaları ise şöyle sıralanabilir:
Organik atıkları değerlendirir Bir yerde birikerek kirlilik yaratacak veya yakılarak hava kirliliğine yol açacak olan organik atıklar, doğal süreçler sayesinde faydalı ve değerli bir kaynağa dönüşür. Sorun, çözüm olur.
Toprak yapısını iyileştirir •
Agregat (topaklaşma) sağlar. Çok killi veya kumlu topraklardaki organik madde miktarını artırdığı için agregat oluşumunu teşvik eder. Agregat ise, toprağın nefes almasını sağlar.
•
Yağışsız dönemde toprakta nem tutar ve buharlaşmayı azaltır.
•
Fazla suyu sünger gibi emerek yağmurun neden olduğu erozyonu engeller. 100 kg humus, yaklaşık 195 kg su tutabilir.
Toprağın havalanmasını sağlar
Toprağın üst kısmında havadar bir katman yaratarak, çeşitli toprak canlılarının hareket etmesine olanak tanıyan sağlıklı bir yüzey oluşturur. Bu sayede toprağın rahatça havalanmasını sağlar. Örneğin bitki kökleri rahatça hava aldığı zaman, potasyum alımı kolaylaşır
Büyümeyi hızlandırır ve bitkileri güçlendirir
Çok düşük yoğunlukta bile olsa, topraktaki hümik asit sayesinde bitki gelişiminin hızlandığı gözlemlenmiştir.
Bitkilerin ihtiyacı olan zamanda besin sağlar Tuz formundaki sentetik gübreler, suyla karıştığında bitkilerin doğrudan alabileceği bir forma girer ve bitkilere bir nevi ”zorla içirilir”. Fazlasıysa bitkiler tarafından alınamadığı için toprağın altına
sızarak yer altı sularının kirlenmesine yol açar. Kompost ise, bitkilerin istediği zamanda ve formda alabilecekleri besin maddesi içerir, yavaş salınımlıdır. Yalnızca besin kaynağı değildir, aynı zamanda besin deposudur.
Topraktaki toksinleri nötralize eder Toprakta var olan toksik maddeler ve ağır metaller, bitkilerin kökleriyle alamayacağı
bir forma dönüşür ve sabitlenir. Kompost, ciddi oranda kirlenmiş toprakların rehabilitasyonunda da kullanılır.
Toprağın pH dengesini düzenler pH seviyesi fazla yüksek veya düşük olduğunda, toprakta yeterli besin varsa bile bitkilerin bunları kullanması zorlaşabilir. Bol miktarda kompost eklenen topraklarda, bitkilerin ihtiyaç duyduğu pH seviyesi daha geniş bir aralığa yayılır ve daha esnek koşullar sağlanır.
ekim-kasım ‘16
OrganikTürkiye 27
ORGANİK TESPİT
Görünmez Katil Can Alıyor:
‘Türkiye’de Hava Kirliliğinden Her Yıl 32 Bin Kişi Ölüyor’ Hava kirliliği ve iklim değişikliği ile ilgili düzenlenen sempozyumunda hava kirliliği ve sağlık ilişkisi, iç ve dış ortam hava kirliliği nedenleri, fosil yakıt kullanımı ve iklim değişikliğinin sağlığa etkileri tartışıldı. Burada Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre Türkiye’nin 81 ilinden 80 ilin havasının kirli olduğu belirtilerek, Türkiye’de hava kirliliği nedeniyle her yıl 32 bin kişinin hayatını kaybettiği ifade edildi.
28 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
T
ürk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Tabipleri Birliği Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu, Türk Toraks Derneği ve Halk Sağlığı Uzmanları Derneği tarafından 15 Ekim 2006 tarihinde SALT Galata’da “Nefes Alamıyoruz: Hava Kirliliği & İklim Değişikliği & Sağlık” başlıklı sempozyum düzenlendi. Bianet’te yer alan habere göre sempozyumun açılış konuşmasını yapan TTB Merkez Konsey Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, “Dünya Sağlık Örgütü’nün “görünmez katil” olarak kabul ettiği ve dünyada her yıl yedi milyondan fazla kişinin ölümüne yol açan bu sorunu kamuoyunun gündemine getirmek biz hekimlerin temel sorumluluğudur” dedi. TTB ile sempozyumu düzenleyen Türk Toraks Derneği ve Halk Sağlığı Uzmanları Derneği başkanları Prof. Dr. Türkan Günay ve Prof. Dr. Fuat Kalyoncu ise Türkiye’de hava kirliliği nedeniyle her yıl 32 bin kişinin öldüğünü ve 81 ilin 80’inin havasının Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre kirli olduğunu belirtti. Günay ve Kalyoncu “Türkiye’de her yüz bin ölümün 44’ü hava kirliliği nedenli” olduğunu ifade ederek, “Ülkemizde trafik kazaları nedeniyle her yıl dört bin kişinin hayatını kaybettiğini düşünürsek hava kirliliğini Türkiye için de ‘görünmez katil’ olarak tanımlayabiliriz” dediler.
Elbek: Fosil yakıta bağlı iki bin 876 erken ölüm Sempozyumun ilk oturumu Tıbbi Onkoloji ve Türk Kardiyoloji Derneklerinin temsilcilerinin başkanlığında gerçekleşti. Türk Toraks Derneği adına konuşan Doç. Dr. Osman Elbek, Türkiye’de ve dünyada en çok öldüren ve sağlığa en çok olumsuz etki yaratan kalp-damar hastalıklarının, inmenin ve solunum sistemi hastalıklarının hava kirliliği ile doğrudan ilişkili olduğunun altını çizdi. Doç. Dr. Elbek fosil yakıtlarının kullanılmasına bağlı olarak Türkiye’de iki bin 876 erken ölümün, dört bin 311 hastaneye yatışın ve 7 milyon 976 bin 7 günün hasta olarak geçirildiğini belirterek fosil yakıt kullanımının ölümler ve sakat kalmalar dışında yılda üç milyar avroyu aşan bir sağlık maliyetine yol açtığına dikkat çekti. “Bu gerçeklere rağmen Türkiye yakın gelecekte onlarca sayıda kömürlü termik santrali daha faaliyete sokmayı planlıyor. Tabip odaları ve uzmanlık dernekleri, sağlık üzerinde ölümcül yıkıma neden olacak bu adımın gerçekleşmemesi için toplumsal sorumluluk üstlenmeli ve ‘sürdürülebilir kalkınma’ yerine ‘sürdürülebilir gelecek ve yaşam’ın sözcüleri olmalıdır.”
‘81 ilden sadece 43’ü sınırın altında’ Türkiye’deki hava kirliliğinin durumunun ortaya konulduğu ikinci konuşmayı TTB adına Prof. Dr. Kayıhan Pala yaptı. Pala, Türkiye’de 2015 yılında yıllık ortalama PM10 düzeyinin mevzuattaki sınır değerlere göre 81 ilin ancak 43’ünde izin verilen sınır değerin altında kaldığını belirtti. Prof. Dr. Pala, Avrupa Birliği sınır değerine göre 81 ilin 62’sinin; DSÖ sınır değerine göre ise 81 ilden 80’inin sınır değerin üzerinde olduğunu vurguladı: “Yıllık ortalama SO2 düzeyi söz konusu olduğunda ise 2015 yılında ülkemizde Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen sınır değer 24 ilde aşıldı. Avrupa Birliği kriterleri uyarınca partikül madde açısından bir kentin, günlük sınır değeri (50 µg/m3), bir yıl içerisinde en fazla 35 gün geçmesine izin veriliyor. Bu kritere göre ülkemizin 2015 yılını değerlendirdiğimizde; nüfusu 1 milyondan fazla illerin tamamının yılda 35 günden daha fazla bir süre günlük sınır değeri aşmış olduğunu görmekteyiz.”
“Son yıllarda kömürlü termik santrallerden vazgeçilmesi yönünde artan kararlar ve uygulamaların da etkisiyle Avrupa Bölgesi, genel olarak sülfür dioksit ve partiküler madde gibi temel kirleticilerde olumlu bir mesafe katetti. Dünya Bankası’nın verilerine göre dünyada PM2.5 düzeyinin en yüksek olduğu (yıllık ortalama PM2.5 düzeyi 35 mikrogram/ metreküp ve üzeri) ve hava kirliliğine bağlı ölümlerin (yılda 2.3 milyon ölüm) en çok görüldüğü bölge Doğu Asya (özellikle Çin) ve Pasifik bölgesi olurken; Türkiye’nin de içinde bulunduğu Avrupa ve Merkez Asya Bölgesi’nde PM2.5 düzeyi 10-35 mikrogram/metreküp düzeylerinde gerçekleşmekte ve bu bölge hava kirliliğine bağlı ölümler açısından yılda yaklaşık 500 bin ölümle dördüncü sırada yer almaktadır.”
Hava kirliliğine bağlı ölümler Halk Sağlığı Uzmanları Derneği adına bilgi veren Doç. Dr. Çiğdem Çağlayan, son yıllarda gerek Avrupa’da gerekse tüm dünyada hava kirliliğinin artan sağlık etkilerine dikkat çekildiğini ifade etti. “Dünya Bankası ve Avrupa Birliği gibi diğer birçok kuruluş da son yayınladıkları raporlarında hava kirliliğin ölüm nedenleri arasında artan rolüne ve sosyo-ekonomik maliyetlerine dikkat çekiyor. Uluslararası Enerji Birliği ise bu yılın Haziran ayında yayınladığı raporda hava kirliliğinin en önemli kaynağının enerji üretimi olduğunu belirtti.
ekim-kasım ‘16
OrganikTürkiye 29
ORGANİK MAKALE
Böcek ilacının
Zararlarından
nasıl korunuruz?
Araştırmalarda, bazı ürünlerde 60’tan fazla tarım ilacı kalıntısına rastlandı. Aşırı miktarda tarım ilacı içeren yiyecekler tüketmek sinir sisteminizi etkileyebilir, kalp ve karaciğerinize büyük zarar verebilir. Dr. Mehmet Öz’den bu zarardan korunma yollarını sorduk...
ÇEKİRDEKLERİ İŞİ ZORLAŞTIRIYOR ÇİLEK Çoğunlukla tarım ilacı kontrollerinin az yapıldığı ülkelerden ithal ediliyor. İncelenen çileklerin üzerinde 59 kadar tarım ilacı tespit edildi. Dışındaki çekirdekleri çileğin tamamen temizlenmesini zorlaştırır. Mevsiminde tüketin ve yerel olarak yetişenleri tercih edin. Suyun altında yıkayarak temizlemeden önce iki dakika suda bekletin.
PARLAK OLANINI ALMAYIN ELMA Üreticiler elmalara parlak görünmesi ve uzun yola dayanması için mumlama işlemi uyguluyor. Çok parlak olan ve balmumu gibi kokan elmaları almayın.
DONMUŞUNU TERCİH EDEBİLİRSİNİZ ISPANAK Ispanağa fazladan ilaç uygulanıyor çünkü yapraklar, yumurtalarını yaprağın arkasına bırakan, yaprak galeri sineğinin verdiği zararlara karşı özellikle hassas. Daha güvenli bir seçenek olan donmuş ıspanağı tercih edebilirsiniz.
30 OrganikTürkiye ekim-kasım ‘16
Hem daha ucuz olur hem de dondurma işleminden önce yıkanması ve temizlenmesi ilaç kalıntılarını yüzde 90’a kadar yok edebilir.
SUYA TUTMAK YETMEZ ŞEFTALİ Şeftalinin, ilaçları sünger gibi emen, tüylü, ince kabuğunda 62 tarım ilacının kalıntısı bulundu. Suya tutmak yeterli değil, dezenfekte eden spreylerden kullanın.
SAĞLIKLI TEMİZLİK SPREYİ Organik meyve ve sebzeler tüketmek, yediklerinizin zirai ilaç içermediğini garantilemek için en güvenli yoldur. Yiyeceklerinizden tarım ilaçlarını temizlemek için bu uygun maliyetli spreyi deneyin.
Malzemeler: 1 bardak su, 1 bardak damıtılmış beyaz sirke, 1 yemek kaşığı karbonat, yarım limon Hazırlanışı: Bütün malzemeleri büyük bir kapta karıştırın. Bir sprey şişesine doldurun. Ürünün üzerine spreyi sıkın ve beş dakika bekletin. Sonra ovalayın ve durulayın.
Limon Kabuğu Yağı:
Nane Yağı:
Limon yağının dinginlik verici bir kokusu vardır. Ayrıca havadaki asılı mikropların etkisiz hale gelmesinde etkindir. Bu nedenle kışın limon yağını hem evinizde hem de iş yerinizde gün boyu kullanmanız size çok iyi gelir.
Nane yağı ortamı ferahlatır ve canlandırır. Enerjinizi yükseltir. Ayrıca baş ağrılarına karşı iyi gelir. Nane yağından miktarın çok olmamasına dikkat ederek kışın etkin şekilde faydalanabilirsiniz.
Portakal Kabuğu Yağı:
Portakal yağı keyif verir, sizi dinlendirir ve günlük stresten arındırır. Ayrıca ortamın temizlenmesinde etkindir. Portakal yağını da evinizde, hatta çocuklarınızın odasında kullanabilirsiniz.
dan r a l u k Bu ko
nasıl
iz? bilirsin a n a l fayda ları
ku a bu ko r z ortam hava yayıcıla u n u ğ u d li n ik r lu t e u k B Ele ind r sayes ır. irsiniz. verebil amik yakıcıla akt c a ık r ç e ya da s tkileri ortaya unuza e , vücud yağların ı karıştırarak masajlar da ız lar Bu yağ ygulayacağın u n e kısm aktır. ili olac çok etk
www.happymoments.com.tr