Poetika E- Dergi Sayı 7

Page 1



Kalbinde İşe Girebilir miyim?

Saçının teline astım kalbimi Sabah soğuk kurutuyor Geceleyin yalnızlığın. Öğleyin zaten meçhul Ölüm kadar meçhul. Her mevsimi yaşadım bu şehirde Ama en güzel kışı şimdi yaşıyorum. Gözlerine bakarken ellerini özlüyorum Ellerini bakarken gözlerini. Bir elif miktarı uzaksın bana. “Oku” Seni sevdiğimi anlaman için oku şu şiirleri Gözlerinden başlıyorum, Saçlarına geliyorum


İşte orasını yazamıyorum Çünkü orası senin helalin

Geceleri hiç aç kaldın mı? Kalsaydın anlardın, Sevilmeye aç olmanın ne olduğunu. Gönlümde barınan Afrikalı çocuğun Mutluluğa ne kadar aç olduğunu.

Gerçekten gidecek misin? İnan gidersen küserim bu şehre Tüm yollara pusu kurarım Hiç olmadı ateşe veririm tüm otogarları Limanlar zaten gitmene izin vermez.

Korkaklık zor meslek inan Bugün seni sevmeye çalışırken Patron yakaladı beni, yani yalnızlık Mutsuzlukta diyebiliriz, ortaklar zaten. Seviyorum dedim, işten çıkardılar beni. Kalbinde işe girebilir miyim? Para falan istemez, sev beni yeter. Ufuk Silik 27.12.2013 23.32


Mutluluk Kayıp Bir Irk

Mutluluk mu? Dilenci için ekmek parası, Kapıdaki kedi için balık kılçıkları, Anne için şefkat, Baba için saygı, Yaşlılar için kapı zili, Komşu için bir fincan kahve, Madenci için yerin üstü. Benim için ise mutluluk; Gözlerin, Ellerin, Yanakların, Sesin, Yüzün Ve benden bile gizlediğin saçların Yani anlayacağın, sen…

Ufuk Silik


“Mavi” Senin Aşk Dediğin Şey Anca Şiirlerde Olur Beni seviyorsun biliyorum, Gözlerine bakınca anlıyorum bunu. Yanına gelince kelimeler dans ediyor kafanda Cümleler sürünerek çıkıyor ağzından. Hani hep gözlerimden bahsediyorsun ya, Ne var bu gözlerde benim bilmediğim. Ya bu gözler seni ağlatırsa, Ya bu gözler senden önce başka gözlere baktıysa Hiç aklına gelmiyor mu bunlar? Bide kırmızıyı sevdiğimi nerden çıkardın Belki yeşili seviyorum Belli olmaz beklide pembeyi Kırmızı giyiniyorum diye kırmızıyı sevecek değilim. Sen maviyi seviyorsun diye Ben sana mavi diyor muyum? Ama mavi bir şey görünce aklıma geliyorsun be adam. Hiç çıkmıyorsun aslında aklımdan, mavi bahanesi sevmemin.

Bazen yağmur yağıyor bu şehre. -Ağladığımı falan düşünme ben o kadar edebiyat yapamam, bildiğin yağmur yağıyor işteSen geliyorsun aklıma o zaman, Senin kokunu getiriyor damlalar pencereme.


Banklarda oturan çiftleri görünce Onları kaldırıp bizi oturtuyorum banka. Benimki de avuntu işte. Elimize de iki simit tutuşturuyorum. Şiirlerin güzel Ama Edebiyat yapmayı bırak be mavi Mavinin huya dönüştüğü beden. Bırak şu Aşk naralarını Onlar anca romanlarda, şiirlerde, filmlerde oluyor. Biliyorsun ben bu şehirde misafirim Birkaç sene sonra bavulumu toplar giderim. Yani senin deyişinle “Bitmemiş aşklar bırakırım ardımda Senden ve her şeyden kaçarak Sıkıştırırım bavuluma Sevinç ve gözyaşlarımı Giderim beni çağıran yalnızlığa” Beni sevme demeyeceğim Olmuyor çünkü Bende beceremiyorum seni sevmemeyi. Ufuk Silik

02.01.2014 Kırmızı’dan Şiir


Darbenin İzleri Sevmediğin kırılgan apoletlerim. Evet, onlardan vazgeçmiştim. Ruhumdan geriye kalan ne varsa çıkarmaya çalıştıklarımla. Geçmiş pusu gibi bakıyordu yaşananların ardından, ben dudaklarımın hazin kurumuşluğunda, uçurumdan denize bıraktım senin o eylül gülümseyişlerini. Sonra, sana ait ne varsa kopardım attım. Kuşkusuz kolay olmadı bu, ne yana fırlatsam yine bırakmadı peşimi. Kursağımdan çıkartmaya cesaret edemediğim kelimelerim, karanlık gecelere adanırdı. Sen ışıklara veda ettiğin anda ben ölümsüzlüğün olmayışına inat yazardım. Kimse bilmezdi. Beni en iyi tarif eden, odamın loş ışığında dağılıp giden sigara dumanıydı şüphesiz. Çarpışan harflerimin sesleri, gıcırdayan koltuk birbirine karışır kulakları irtica ederdi... Bu sıralar mevsim ayrı bir şık. Efkârlı göz kapaklarımla, nemli odamdan, kirli penceremden simsiyah gözlerimle sonsuzluğa bakarken, hiç bir ideolojik yaptırım yetmiyor bu mevsimin yetimliğini sana bulayarak anlatmaya. Tahammülsüz damlalarla akıtıyorum sözcüklerini kollarının arasından, alnına ansızın bahşedilmiş çizgilerle ben, kahpe bir anarşiye doğru süzülüyorum. Kalbimin ağrısına iyi gelen, aşırı dozda sana ihtiyacım varken, sen düğmesi kırılmış, ilmekle buğulanmış; kırılmış garip dönüşlere adanmaktan uzak ölümlere bahşediyorsun kendini. Biraz daha fazla tarifini yapsam, bozguna uğrar kalan ümit zerreleri. Ben geleceğin olmak isterken, aynı zamanda geçmişinde nadide bir iz olmak istedim. Yakandan tutup yukarı çekmek istedim. Canını acıtmaya niyetim yoktu. İleride defter arası kurutulmuş bir çiçek kalmak istemedim. Sokak suçlarına ortak oldum artık. Artık uçabiliyorum. Evet, evet kısık sesle söyledim biliyorum anlamadın, Aslında sen anlamımdın.

Cemre Bükrük 14.04.2013 00.15


Avuntular Part II Karşımda olmalıydın şuanda, Gözlerimin içine bakıp ' - Sen ne yapıyorsun? ' demeliydin mesela, Öylece izlemeliydim seni. Bağırıp çağırmalarını umursamadan var oluşuna anlam vermeye çalışırdım. Belki söverdin geçmişe, Kadeh tokuştururduk, bende söverdim. Yağmurlu bir sabah, Ocağın son günü, Şubat'ın başlangıcı... İşte bugün yalnızlık, yankılanıyor tüm radyolarda Ve siluetin kaybolduğunda bir yağmur tanesi gibi, Yine sövüyorum yersizce. İsteksizim bugüne; Mezarın ıslanırken bir şemsiyeye sığınmak nasıl adil olurdu ki?

Ebru Yenicevardarlı


RASTGELE PART II Uyandığımda saat 20.16 olmuş, ben kurduğum alarmı duymamıştım. Yüzünü bir defa gördüğüm, bir kez telefonda görüştüğüm kişi ile olan ilk randevuma geç kalmış hatta kaçırmıştım. Panik yaptım ne yapacağımı bilmiyordum. Telefonumda cevapsız arama da yoktu. Belki gelmemişti, belki umursamamıştı. Benim bara gitmem 45 dakikayı bulabilirdi. Yani asıl buluşma saatinden 3 saat sonrası. Tam bir rezillik! Orada olsa bile ne diyecektim ki ona ? “Ben uyuyakaldım kusura bakma.” Saçmalık! Yüzüne bakmaya bile cesaretim yoktu artık. Sanki önceden vardı da! Üzerimi giyindim ve buluşmaya gidemedim madem barda ekstra mesai yapayım düşüncesiyle apar topar çıktım evden. Bara gittiğimde o yoktu. Böyle olması gerekti zaten. Umarım bir daha buraya gelmezdi. Gelmemeliydi. Gelmezdi de zaten. Bar da kalabalıktı reyona geçtim ve içki satışına başladım. Müşteri viski siparişi verdi, arkamdaki raftan viskiyi aldım ve arkamı döndüm ki karşımda belirdi. Şişeyi elimden düşürdüm içimde yangınlar çıktı o an. Kalbimin yanardağından kızgın lavlar tüm vücuduma yayılırken zihnimdeki tüm kadınlar o an kızgın lavdan kaçmak için bedenimi terk ettiler. Sanki o an için her şeyim ona aitmiş gibiydi. Hayatım boyunca uykuyla katlettiğim tüm saliselerime lanet ettim. O alarmı nasıl duymamıştım, o zaman işim zordu şimdi daha da zorlaşmıştı işim. Çok saçma bir psikojideydim. Hiçbir şeyim olmayan birine karşı sadece randevu saatine geç kalmış olduğum için bitkisel hayatta gibiydim. İçimdeki dert, odamdaki sivri sinek gibiydi. Onu öldürebilirdim ve canımı acıtamazdı. Ama ya öldürmezsem? Beni günlerce delik deşik edip günlerce kaşınmama sebep olabilirdi. O derdi çözmeliydim. Ve bunun ilk çözümü konuşmaktı. Ve en iyi anı şu andı. “Bira” dedi ve sessizliğin kızlığını bozdu. Aslında bar olduğunca gürültülüydü. Aramızda olan telepatinin kızlığını bozmuştu. Doldurdum ve önüne koydum. Biraz da çerez verdim. Konuşmadı. Ben de konuşmadım. Sonra bir bira daha istedi. Bir tane daha derken 7. birayı da Zaten yarıya kadar doluydu. Bir dikişte bitirdim hepsini ama ben barmendim ve kadın bana alkol ısmarlamıştı. Saçmaydı. Aynı zamanda yerinde oturamayacak kadar sarhoştu. Şu ana kadar konuşamamıştım. Evime götürüp orda konuşabilirdik. Teklif etmeye fırsat kalmadan kucağıma bayıldı. Eve götürdüm ve yatağa yatırdım. Tüm ihtişamıyla yatakta yatıyordu. İstesem onu şu an çok kolay becerebilirdim. Ama benim yapım bu değildi. Diğer barmenlerin ve erkeklerin aksine duygusal bir yapım vardır. Kitap okurum, şiir yazarım fazla hovardalığı sevmem. Şimdi salonda uyursam sabah kahvaltıdan sonra konuşmamız daha uygun olabilir diye düşünerek uyudum. Sabah erkenden kalktığımda daha uyanmamıştı. Bu sefer onu elimden kaçırma fırsatım olmayacaktı. Güzel bir kahvaltı hazırladım ve uyanmasını bekledim. Öğlen 12 oldu hala uyuyordu. Çok yorulduğunu düşünerek uyandırmadım. İnternette oyalanırken saat 4 olmuştu ve hala ses seda yoktu yatırdığım gibi uyuyordu hiç kıpırdamamıştı bile. Şüphelendim ve yanına gittim. Eline dokunduğumda eli buz gibiydi... Ne yapacağımı şaşırmıştım. Adını bilmediğim. Toplamda 3 cümle bile konuşmadığım harikulade kadın benim yatağımda ölmüştü. Hem de nasıl olduğunu bilmeden, anlamadan. Hem de arkasında milyonlarca soru işareti bırakarak. Adı neydi, ne iş yapardı, bana neden


kartını vermişti, neden benimle buluşmak istemişti ve daha da önemlisi nasıl ölmüştü ? Ne yapmam gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Aşırı doz alkolden ölmüş olma ihtimali vardı. Polise haber versem suçlu ben olabilirdim. Sonuçta benim evimde ölmüştü ve onu kasten öldürmeye çalıştığımı düşünebilirlerdi. Ama başka çarem de yoktu. Belki de böyle olması gerekiyordu. Polisi aradım ekipler ve ambulans geldi. Beni sorguya aldılar. Bir dizi testler ve saatlerce sorgu ardından gözaltına alındım. Burada kalmam halk açısından daha mantıklıydı. Çünkü belki de cinayeti ben işlemiştim ve polis, aynı şeyleri başkalarına da yapma ihtimalimden çekinerek bu hareketi yaptı. Mantıklıydı da aslında. Beklemeye başladım. Bir sonraki sabah gürültüyle uyandım. Bir polis apar topar beni baş komiserin yanına götürdü. Sinirli gibiydi. “Kadın” dedi. Aşırı doz uyuşturucudan ölmüş. Ve aynı uyuşturucudan senin kanında ve yatak odanda var dedi. Resmen şok olmuştum. Anlattıklarına göre onu öldürmek için kullandığım uyuşturucu hap tarzı alkolde çözünebilen cinsten bir maddeydi. Kurdukları komploya göre kadını ayartmak için az dozda kullandım ama olmayınca fazla kaçırdım dozu ve öleceğini tahmin etmemiştim sadece bayıltmaktı amacım. Sonra evime götürüp becerecektim. Eve gelince öldüğünü fark ettim ve hiç bir şey olmamış gibi sonraki gün polisi aradım. Güzel kurguydu aslında. Olmuş olma ihtimali vardı. Çünkü kadının ölme saati biz yoldayken süregelen zamana denk geliyordu. Buna ben bile inanmıştım aslında. Yoksa farkında olmadan içkisine madde katıp ona sahip olmak mı istemiştim? “Ne olacak şimdi” gibi bir cümle süzüldü dudaklarımın arasından. Testler tamamen sonuçlanana kadar nezarette kalacaksın sonra da mahkemeye sevk edeceğiz seni dediler. Eğer kadını böyle öldürdüysem cezamı çekmeliydim. Ama ben hala adını bile bilmiyordum. İnsan adını bile bilmediği birini nasıl ve neden öldürebilirdi? Belki de bilinçaltım beni buna itmişti ve ben farkında bile değildim. Baskı altında tuttuğum hovarda kişiliğim diğer benliğimi yok ederek ve beni de hiçe sayarak yapmış olabilirdi bunları. O zaman benim psikolojik durumum normal değildi. Ama adalet bunu nereden bilecekti? Ben bile bilmiyordum... Sonraki gün nöbetçi mahkemeye sevk ettiler beni ve 7 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldım. Paraya dönüşmüyordu. Zaten dönüşse bile onu karşılayacak kadar param yoktu. Aslında şu an çıksam eve gidecek kadar bile param yoktu. Mahkemede cevap bile vermedim. Susma hakkımı kullandım. Başka şansım yoktu çünkü kendimle bile çatışıyordum hâkimle nasıl diyaloğa girecektim. Yeşil ceketliler aldılar beni mavi gömleklilere teslim ettiler. Onlar da 5 cm aralıklı paralel dizilmiş soğuk demir çubuk yığınının arkasına getirdiler. Çubuk yığınını da üzerime kilitlediler. Ben hala olayın ciddiyetinin farkında değildim. 3 gün önce barda içki oldururken, aklımda o kadın varken, şimdi bilmediğim bir nedenden dolayı o morgda, ben hapisteydim... 2 hafta sonra devlet destekli psikolojik yardım almaya başladım. Öğrendiklerime göre olay daha farklı gelişmişti, polisler olayın üzerine gitmişti ve asıl neden çözülmek üzereydi. Beni burada boşuna tutuyorlardı. Bunu da teyit etmek için, beni iyileştirmek görünümlü bir nevi psikanaliz testine sokuyorlardı. Ne sorsalar en olumlu biçimde ve hatırladığım kadarıyla cevap veriyordum. Yaklaşık 40 soru sorduktan sonra beni tekrar yerime yolladılar. 3 gün sonra tekrar duruşma oldu. Yine ben konuşamadım. Ama psikoloğum konuştu. Avukat tutamadığım için devlet tarafından görevlendirilmiş psikolog benim ruhsal halimin yerinde olduğunu ve kadını benim öldürmediğimi anlatıyordu. Sonra elinde belgelerle bir düzine polis geldi. Hâkim belgelere baktı ve serbest bırakılmamı öngörmüştü. Artık serbesttim. Fakat o kadını kim öldürmüştü? Bütün bunlar neden benim başıma gelmişti? Cemre Bükrük


Semave Nehri

Yahudi’nin biri bağırıyor Haberiniz ola, Ahmed'in yıldızı bu gece doğdu. Ahmed bu gece dünyaya geldi. Bu yıldızı gören Kisrâ utancından durabilir mi yerinde? Sütunları başlıyor tek tek parçalanmaya. Kâbe, hiç o durur mu yerinde? Durabilir mi yerinde söyleyin. Karşılayabilir mi Ahmed’i içinde putlarla. Ahmed in gelişini duyunca. Başlıyor baş aşağı yıkılmaya putlar, İstahrabat’ta bin yıllık Mecusi ateşi yanarmış, Ahmed e saygısından yanabilir mi o ateş? Yanamaz, Yanamaz o ateş, Yanamaz. Semave Nehri duymuş Ahmed in gelişini Dayanamamış olmalı ki Ağlamaya başlamış sevinçten o gece… Hoş geldin ya Ahmed, Hoş geldin Hz. Muhammed, Hoş geldin Muhammedüni’l Emin, Hoş geldin Allahın Resulü. Ufuk Silik 12.01.14


‘FARKLI SURETLER’

O kadar boş hayallerim var ki şimdi, dolduramıyorum artık eskisi gibi. Neydik, ne olduk. Senden biraz uzaklaşabilseydim devam edebilirdim belki de. Ne zaman gitmek istesem ben, hep sen çıkıyorsun karşıma köşe başlarından farklı suretlerinle. Her kız sen oluyorsun belki de öptüğüm her dudaklarda. Her hamlemde öldürüyordum seni, acımasızdım. Nefretimi işliyordum hemcinslerine. Sendin hepsi! Hepsi senin kokundu, senindi o gözler, dokunuşlar... Her anımda gözlerimi ıslak bıraktın, güldüğümde ıslak, ağladığımda daha bir ıslak. Bırakmadın ki beni kendimle, sen gittin mutlu oldun hayallerinle, ben hep yerimde saydım. Yaklaştıramadım sevdama, olamadım senin gibi. Sana sadık kaldım. Ve anladım ki, sana sadakatimin bedeli ihanetin başlangıcıydı. Sonuydu belki de başlamayan ilişkinin ayrılık çanları.

CEMRE BÜKRÜK


‘- Herhangi bir Şubat günü…’ ‘- Bir kadeh daha…’ dedi kadın. Yeryüzündeki mahkûmiyetine söverken… Avuçlarındaki sızıya aldırmadan kadehini kavrayıp ‘- Tanrı’ya…’ dedi. ‘- Vicdan azabı işlendiğinde geceye tüm ruhlar ölümü dilerdi.’ ‘- Tanrı’ya…’ Tanrı’nın huzurundan kovulan kadın Bir gözyaşı eşliğinde ağıt yakıyordu; Yitirilmiş bir düşe… ‘-Ve o gün, tüm melekler yankılanan çanlar eşliğinde karartmıştı geçmişi…’’ Geçmişin perdesi; Dört bir yandan çekilirken şehre… Kadın, Tüm sarhoşluğu ile bir sokak kenarında vals ediyordu. ‘- Geçmiş, Geleceği sömüren en yüce gerçek…’ Ve hepimiz kandırılmadık mı? ‘Gelecek.’ ile…

EBRU YENİCEVARDARLI


‘- Boş bir bekleyiş, Bir kış günü, Ve bir özlem daha…’ İşte sarılıp yakılmayı bekleyen bu üçlü, Benliğimdeki en yüce karmaşa… Bir labirentte yapayalnız kalmış bir ruh gibi Yas tutuyorum, var olmayışına.. ‘- Belki bir dilek hakkım olsa…’ diye başlayan cümlelere sürgün ediyorum seni. Tanrı’ya kızıyorum. Çünkü; ‘’ -Her anı, Her siluette, Farklı bir replik ile aynı sahnede bizi, hem var ediyor hem de yok ediyor..’’ - Neden seni hak etmemiş olabilirim, Josephine? Oysa küçük bir kız çocuğuydum. Ve var olmalıydın. ‘- Seni, seninle yaşamalıydım Josephine.’ Bir uyuşturucu eşliğinde olmamalıydı bu. Ebru Yenicevardarlı


KÜRK MANTOLU MADONNA İki insanın aşk ve ölüm karşısındaki çaresizliğini anlatan bir roman Kürk Mantolu Madonna. Sabahattin Ali bu romanı 1943 yılında yayımlamıştır. İlk olarak Hakikat gazetesinde 18 Aralık 1940 - 8 Şubat 1941 (çıkmadığı günler: 8-10,14,15 Ocak 1941) tarihinde "Büyük Hikâye" başlığı altında 48 bölüm halinde yazı dizisi olarak yayımlanmış. Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna’yı ikinci kez askerlik yaptığı Büyükdere’de çadırda yazmış ve günü gününe gazeteye yetiştirmeye çalışmış, romanı yazdığı günlerde attan düşüp sağ kol bileği çatlayınca, kolunu tenekede ısıtılan suya koyup yazmaya devam etmiş. Raif Efendi'nin Berlin'de bir tabloya dalıp gitmesiyle başlayan eser karşı konulmaz bir aşk hikayesine dönüşüyor. 'Kürk Mantolu Madonna' olarak tasvir edilen Maria Puder, Raif Efendiyle karşılaşıp yaşamının en büyülü anlarını yaşamaya başlıyor. Buradan sonra Maria ve Raif Efendi arasında geçen konuşmalar aşk ve arkadaşlık arasında gidip gelmeler ile birçok soruyu kafamızda irdelememizi sağlıyor. O aciz, o basit insanın böyle bir kadın sayesinde aslında ne kadar harika ne kadar muhteşem bir ruha sahip olduğunu görüyoruz. Maria, yaşamın o karanlık köşesindeyken Raif Efendi sayesinde hayatın güzelliklerinin farkına varıyor. Maria, Raif Efendi ile geçirdiği zaman zarfında "Aşk inanmaktır." fikrini irdeliyor. Bunun yanında betimlemelerin açıklığı ve çekiciliği sayesinde zihnimiz adeta bir ziyafet çekiyor. Hikayenin sonlarına doğru yaklaştıkça boğazım bir nebze daha düğümleniyor. Belki kitabı beş saat gibi bir sürede bir anda okumam bu duygu karmaşıklığını bir anda yaşamama neden oldu. Zaten son sayfalarda ip koptu gitti. Maria iyi güzel kadın... Her erkeğin hayalindeki ideal bir kadın ama kendi duygularını Raif Efendi'ye en katı halde ifade etmeliydi. Aşkın büyüsüne bu kadar kapılıp kendini umursamazlığa vermemeliydi. Belki sürprizini daha önce söylese naz etmese hikaye murlu sonla bitebilirdi. Zaten Raif Efendi'nin de 'İlk görüşte aşk'a tabî olduğuna inanıyorum. O kadına ulaşmak için o kadar çaba sarf et, kendini kanıtla. Türkiye'ye döndükten sonra 10 sene mektupla idare et. Olacak iş değil!

FURKAN ÖZDEN


The Three Musketeers (Üç Silahşörler) 2011 Alexandra Dumas Pere'nin en önemli kitaplarından biri olan The Three Musketeers 2011 yılında Paul W.S. Anderson tarafından yeniden kurgulanmış.

Aksiyon, macera ve komedi türünde gişelerde boy gösteren filmin oyuncu kadrosunda Ölümcül Deney serisinin efsanevi yıldızı Milla Jovovich, yakın geçmişte boy gösteren Logan Lerman, Yüzüklerin Efendisi'nin Legolas'ı Orlando Bloom ve Luke Evans gibi isimler yer alıyor.

Aksiyon, macera ve komedi türünde gişelerde boy gösteren filmin oyuncu kadrosunda Ölümcül Deney serisinin efsanevi yıldızı Milla Jovovich, yakın geçmişte boy gösteren Logan Lerman, Yüzüklerin Efendisi'nin Legolas'ı Orlando Bloom ve Luke Evans gibi isimler yer alıyor. Almanya'da çekilen film asabi bir genç olan D’Artagnan (Logan Lerman) ve üç haydut silahşörün (Matthew Macfadyen, Luke Evans ve Ray Stevenson) şeytani planları olan Richlieu’yu (Christoph Waltz) durdurmak için Buckingham (Orlando Bloom) ve hain Milady (Milla Jovovich) ile karşısında güçlerini birleştirmesini konu alıyor.


Filmdeki karakterlerin o dönemin kültürüne uyum sağlamış olması filmi sıradanlıktan ve yapmacıklıktan kurtarmış. Mekan tasarımları ve arkaplan oyuncuları ise izleyici tam anlamıyla filmin içine çekiyor ve o doğallığa şahit olmasını sağlıyor. Filmde kullanılan müzikler ise yine o dönemin müzik kültürüne bağlı kalınarak Paul Haslinger tarafından bestelenmiş. Müziklere dikkat edildiğinde bir Sherlock Holmes' ve 'Batman' esintisi hissetmek mümkün. Furkan ÖZDEN


Inglourious Basterds (Soysuzlar Çetesi) 2009 Brad Pitt (Teğmen Aldo Raine), Christoph Waltz (Albay Hans Landa), Diane Kruger (Bridget von Hammersmark), Mike Myers (General Ed Fenech) ve Samuel L. Jackson'ın (Anlatıcı) başrolleri paylaştığı film İkinci Dünya Savaşı sırasında geçmektedir. Alman işgalindeki Fransa'da Nazi Albay Hans Landa tarafından ailesinin katliamına şahit olan Shosanna Dreyfus (Melanie Laurent) canını kıl payı kurtarır ve Paris'e kaçar. Burada bir sinema salonu açar ve yeni bir kimlik edinir. Teğmen Aldo Raine komutasındaki yahudi askerler Nazi Almanyasının önde gelenlerine zarar verme görevini yerine getirmek için planlar yapmaktadır. Bu amaçla, Alman sinema oyuncusu ve çifte ajan Bridget Von Hammersmark ile işbirliği yaparlar. Shasoanna’nın kendi intikamını alma planlarını yaptığı bir sinema salonunun çatısı altında hepsinin kaderleri kesişecektir. Oyuncular canlandırdıkları karakterlerle etle tırnak gibi olmuşlar adeta. Bu film sanki olaylar yaşanırken etrafta gezinen bir objektif aracılığı ile olan biteni izliyoruz hissi veriyor. Fakat oyunculardan iki tanesi var ki sormayın. Brad Pitt ve Christoph Waltz. Christoph Waltz ile başlamak istiyorum öncelikle. Filmin ilk sahnesinde Christoph Waltz yer alıyor ve adeta 'Bu burada bitmedi! Dahası var!' diye haykırıyor. Öyle de oluyor. Christoph Waltz'ın olduğu sahnelerde karşısındaki insanın yaşadığı bütün duyguları yaşadım neredeyse. Tarantino'nun tarzından mı bilmem ama karakterlerdeki en ince ayrıntı bile fark edilebiliyor. Christoph Waltz'ın konuşmalarında mimikleri, dudak hareketleri, bakışlarındaki anlam, hissettiği duygular... Ve bir de Brad Pitt var. Brad Pitt'in Snatch veya Kalifornia filmlerini izlediyseniz diyeceklerime hak verebilirsiniz. Tamam farklı filmlerde farklı rollerde ama bunun yanında aksanını da aynı performansla sergileyebiliyor. Bu filmde de


üç aksanı bir konuşmaya çalışıyor. Son bölümdeki İtalyan aksanıyla konuşma çabasını takdir ettim gerçekten. Ayakta alkışlanacak cinstendi. Aslında bu film etrafında bir Yahudi-Nazi çatışması işlendiği apaçık ortada. Okuduğum eleştirilerde gördüm ki birçok kişi sırf bu yüzden filmden çok fazla puan kırmış. Duruma biraz yüzeysel bakarsak senaristin Amerikalı, yapımın da bir Amerikan yapımı olduğunu düşünürsek adamın gidip de Nazileri övecek halinin olmadığını anlayabiliriz. Tabi ki yahudileri övecek. Bence filmden zevk almak istiyorsak bu kısmı bir kenara bırakıp o dönemin yaşantısına, yaşanılan zorluklara, verilen mücadelelere ve senaristin konuyu işleyişine dikkat etmemiz gerekir.

Furkan ÖZDEN



Hikaye Doğum gününün ilk saatlerinde, cordyceps cinsi mantarın sebep olduğu ve bulaştığı kişileri birkaç saat içerisinde insan öldüren yaratıklara çeviren bir hastalık yayılmaya başlar. Joel, kardeşi Tommy ve kızı Sarah ile birlikte oluşan kaos ortamından kaçmaya çalışırken, Sarah bir asker tarafından vurulur ve Joel'un kolları arasında ölür. İşte hikayemizde tam burda başlar.O geceden 20 yıl sonra ile oyuna Joel karakteri ile başlıyoruz.Joel Karantina bölgesinde ortağı Tess ile birlikte kaçakçılık yapmaktadır.Bu yolla elde ettikleri silah ve mühimmatı geri kazanmak için Robert adındaki çete liderinin peşine düşerler.Kısa bir kovalamacanın ardından Robert’ı ele geçirirler.Robert silahları Ateşböcekleri adlı gruba sattığını söyler.


Ateşböcekleri diğer grupların aksine insanlara değer veren ve onları korumaya çalışan bir gruptur.En azından Joel hikayenin başında öyle zanneder.Ateşböcekleri lideri Marlene yi bulan joel ve Tess silahlarını geri ister.Fakat Marlene karşılıksız bir takas yapma taraftarı değildir.Onlara bir teklif önerir.Ellie adlı küçük bir kızı karantina bölgesindeki ateşböcekleri karargahına götürmeleri karşılığında onlara silahlarını vereceklerini söyler ve uzun bir yolculuk başlar. Karanlık çöktüğünde karantina bölgesinin dışına çıktıktan sonra Joel vs Tess Ellie nin hastalıklılar tarafından ısırıldığını öğrenir ve onu ölüdürmek isterler.Normalde 2-3 gun içersinde dönüşüm gerçekleşmesi gerekirken ellie 3 hafta önce ısırıldığını söyler.Buna pekde inanmayan Joel ve Tess şüphede kalırlar.O sırada Karantina bölgesini kontrol eden askerler gelir.Ellie inanmayan joel ve tess mecburen onuda yanlarında götürürler.Askerlerden kaçarken bir binaya sığınan 3’lü ne yapacaklarını bilemez.Daha sonra Tess, Joel ve Ellie nin kaçması için bir fırsat yaratır ve askerleri oyalamak ve zaman kazandırmak için kendini feda eder.Joel ve Ellie binadan sağ kurtulmayı başarırken Tess bu uğurda hayatını kaybeder.


Bu noktadan sonra Ellie ile Joel artık 2 partner olurlar.Joelin amacı Ellie yi karargaha götürmek ve silahları almak.Yolculuk sırasında bir çok tehlike atlatan ikili zamanla çok yakınlaşır ve bir aile gibi olurlar.20 yıl önce kaybetiği kızı Sarah ya benzeyen küçük ellie artık Joel’in hayatının bir parçası olur. Çeşitli tehlikeler atlatıp enfeksiyonlu canavarların arasından sağ sağlim kurtulan ikili sonunda karargaha ulaşmayı başarır.Sonunda başardıklarını ve tehlikenin bittiğini zanneden Joel aslında yanılıyordu.Ateşböceklerinin Ellie yi istemelerinin sebebı hastalığa karşı olan bağışıklılığıydı.Bunu öğrenmek için Elli’yi parçalara ayırıp eksik olanı bulmak istiyorlardı.Bunu öğrenen Joel çılgına döner ve Ellie’yi kurtarmak için bulundukları binada bir savaş başlatır.Savaşı kazanan Joel Ellie alıp kacmaya başlar.Otoparka ulaşan Joel Marlene ile karşılaşır.Marlene ona “Tek umudumuz o.Dünya’yı geri kazanmak için Ellie’ye ihtiyacımız var.Lütfen bunu yapma” der.Joel durumu bir an kabullenecek gibi olsa da bu teklifi kabul etmez ve Marlene ‘i öldürür.Daha önceden şehrin dışında bir barajda yaşayan kardeşinin yanına giderler ve orada yaşamaya devam ederler.


Oyun Hakkında Oyun tarz olarak Fps(First Person Shooter) ve Rpg(Role Playing Game ) birleşimi bir oyundur. Amaç aksiyon ve macera dolu bir haritada verilen görevleri yaparak ilerleme kaydetmektedir.Şu anda Yayında olan Walkink Dead dizisiyle birebir aynı olan bir oyundur. Amerika’nın çeşitli şehirlerinde geçen hikayede şehirden şehre birçok yolculuk gerçekleşir. Bu yolculukta sadece enfeksiyondan etkilenen yaratıklar karşılarına çıkmaz.Aslında yaratıklardan daha tehlikeli olan insanlara karşıda mücadele ederler. Oyunda çeşitli silahlar ve mühimmatlar bulunmaktadır. Tabanca makineli tüfek pompalı tüfek gibi silahlar olmasına rağmen mermi sıkıntısı olduğu için daha çok ilkel silahlar kullanılmaktadır.Ok,Balta Mızrak gibi. Oyun sırasında çeşitli malzemeler toplayarak bu silahları elde edebiliyoruz. Boş cam şişelerden Molotof kokteyli ve çivilerden çivi bombası gibi birçok silah temin edebiliyoruz. Aynı zamanda sargı bezi ve tentürdiyot temin ederek sargı bezi ve sağlık çantaları yapabiliyoruz. Oyun bu yönüyle çok gerçekçi ve akıcı bir hal alıyor.Zaman zaman zorlansanızda çok zevkli bir hale gelebiliyor.


Oyundaki yaratıklar. Oyunda enfeksiyondan etkilenmiş 3 çeşit yaratık vardır.

1-Saldırgan Henüz yeni ısırılmış yaratıklardır. Enfeksiyon sadece sinirsel olarak işlemiştir.Bu yaratık türü sizi duyabilir ve görebilir.Fakat henüz enfeksiyon yeni yayıldığı için bir insan gücündedir.Kolaylıkla alt edilebilir. 2-Tıkırdayan Enfeksiyondan 1 hafta boyunca etkilenmiş yaratıklardır. Bu yaratıklar insan görünümünün dışında vücutlarında çeşitli belirginlikler vardır.Bu yaratıklar sizi duyabilir fakat sizi göremezler.Sessizce yanlarından geçip devam edebilirsiniz.bu yaratıkları öldürmek için yakmanız veya silahla vurmanız gerekiyor.Saldırganlardaki gibi tekme ve yumruk saldırıları bu yaratıklarda işe yaramaz.O yüzden benim size tavsiyem bulaşmadan sessiz sessiz uzaklaşmak  3-Şişman Bu yaratık enfeksiyonun son halini almış ve normal bir insandan daha iri olan bir yaratıktır. Tıkırdayanların aksine yavaş hareket eden bu yaratık size uzaktan Spor taşıyan bombalar atar.Yanına yaklaşmamanız gereken bu türü öldürmek için çivi bombası veya Molotof kokteyli kullanabilirsiniz.


Teknik alanda birkaç ufak sorunu da olsa sağlam bir yama ile giderilmeyecek bir sorunu bulunmayan The Last of Us’ın PS3 kullanıcıları tarafından kaçırılmaması gerektiğini düşünüyorum.Belki tekrar oynama seviyesi yüksek bir oyun değil ancak Joel ve Elli’nin bu macerasına en azından bir defa bakmanızı tavsiye ederim.Nitekim The Last of us bizlere sadece bir virüs yüzünden yok olmuş dünyada iki kişinin yolculuğundan daha fazlasını anlatıyor.Her şeyin kötüye gittiği dünyada insanların kendi çıkarları için ne derecede zalim olup bunu nasıl haklı çıkartmaya çalıştıkları , dün her şey yolunda giderken yüzünüze güle kişilerin söz konusu kendi hayatları olduğunda sizleri nasıl sırtınızdan bıçaklamaya çalıştıkları ve aslında insanoğlunun ne kadar iyi olursa olsun özünde bencil bir varlıktan öte bir şey olmadığını anlatıyor bizlere.Tıpkı The Dark Knight’da Jokerin sözü gibi

“İşler kötüye gitmeye başladığında bu medeni insanlar, birbirlerini yerler.” TANER DEDEOĞLU


Bu yazımda sizlere Tomb Raider oyunu hakkında fikir ve görüşlerimi belirteceğim.Öncelikle oyun hakkında konuşmak istiyorum.Tomb Raider tarz olarak aksiyon,drama ve maceranın yer aldığı bir FPS oyunudur.Oyun genellikle keşfedilmemiş, efsane olarak anlatılan hikayeleri araştırmak için yaşanan maceralardan oluşur.Karakterimiz Lara Croft 10 yaşında bir uçak kazasında annesi Amelia Croft’u kaybettikten sonra bu ölümü araştırmak için babasının incelediği keşiflere katılır.Babasıyla çok yakın olan Lara çok kısa bir süre içersinde onu da kaybeder.Lara babasını çok genç yaşta kaybettiği için geri kalan eğitimini babasının en yakın arkadaşı Werner Von Croy ‘dan alır.Hem filmleri,hem kitapları hem de video oyunları bulunan Tomb raider serisi dünya çapında geniş bir hayran kitlesine sahiptir. Bugün sizlere bahsedeceğim en son çıkan video oyunu Tomb Raider. A Survivor is born. Diğer Tomb Raider serilerine göre daha akıcı, grafikleri gelişmiş aksiyonu bol bir oyun olduğunu söyleyebilirim.Özellikle eski kontrolleri değiştiren ve bir Fps oyun havası katan Square Enix ve Crystal Dynamics’e teşekkürlerimi sunuyorum.Evet oyun çok güzel, grafikler harika, sıkılmadan saatlerce oynuyabiliriz ama oyun içerisindeki gerçeklik payı ciddi anlamda düşük tutulmuş.Ufak tefek detaylarda olsa yeni yapılan oyunlarda gerçeklik payı en önemli özelliklerden biri.


Artık 100 lerce hatta 1.000 lerce oyun yapılıyor ve bu piyasada birilerini etkilemek istiyorsanız böyle hatalara yer vermemek gerekiyor. Neyden mi bahsediyorum? Oyunun başlarında bir meşale elde ediyoruz. Bu meşale ile bazı yerleri yakıp kendimize yol açabiliyoruz. Üzeri tahtalarla kapalı bir kapıyı açmak için meşaleyi kullanıyoruz. Yaktığımız tahta 2 saniyde yanıyor ve kayboluyor. GTA’mı oynuyoruz.Arabayı patlat 5 saniye sonra kaybolsun.Nerede Gerçeklilik?Sadece bu olsa gene iyi.Karakterimiz Lara Craft 21 yaşındaki haliyle karşımıza geliyor.Dağlardan, tepelerden atlıyor azgın akarsularda mücadele veriyor ve tek sıyrık almadan kurtuluyor.Oyun sırasında o kadar yüksek yerlerden düşüyorki! Bu sefer kesin bir yeri kırıldı. Hareket edemez diyorum ama nafile, Lara İron Man gibi kalkıp yoluna devam edebiliyor. Evet arada sakatlık geçirebiliyor ama sadece 2 saniye etkileniyor ve eski haline geliyor.Oyun esnasında edindiğimiz bir çekiç ile bazı yerlerden tırmanabiliyoruz.Tek çekiç ile bu işi yapan Lara Örümcek adam gibi çekici bırakıp tek eliyle duvarda durabiliyor.Bunun gibi daha bir çok madde var ama daha fazla bahsedip canınızı sıkmayacağım.


Az öncede bahsettiğim gibi yepyeni bir Tomb Raider serisi ve yepyeni bir Lara karakterine sahibiz. Eski Lara’nın aksine daha “insan” bir Lara’yı kontrol ediyoruz artık. Nerede o eski, herhangi bir pornografik filmde başrolü şüphesiz kapabilecek Lara; nerede bu yeni, tatlı mı tatlı masum mu masum Lara.Henuz genç yaşlarında olan,tecrübesiz ve masum bir karakterin doğadaki yaşam mücadelesini izliyoruz.


Hikaye Ekibini toparlayan Lara, "Endurance" adlı gemiyle zamanında Yamatai klanının hüküm sürdüğü eski bir Japon adasına doğru uzun bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculuğun temel amacı ise Yamatai klanının kutsal kabul ettiği Güneş Kraliçesi Himiko hakkında detaylı bir araştırma yapmak. Fakat günümüzde bile gizemini koruyan "Bermuda Şeytan Üçgeni"nde bulunan adaya, geminin geçirdiği kaza sonucu hiç olmaması gereken bir şekilde ulaşan Lara'nın macerası apar topar bir şekilde başlıyor. Lara, "Croft" olma yolundaki bu macerasında mürettebatının geri kalanını kurtarmaya çalışıyor, Yamatai klanının kültürünü devam ettirmeyi amaçlayan Solarii Brotherhood ile savaşıyor ve tüm bunların yanında sürekli bir hayatta kalma mücadelesi veriyor. Issız adada hayatta kalabilmek için Lara Croft araç gereç, silah ve yiyecek arar. Lara'nın fiziksel kabiliyeti "yetenek sistemi" ile sınırlıdır ve ilerlemek için gerekli ekipmanları bulmalıdır. Bulunan ekipmanları kombine edip yeni silahlar ortaya çıkaracak ve gemiden yaralı olarak kurtulan Lara iyileştikçe yetenekleri artacaktır.


OYUN HAKKINDA

Oyun esnasında sürekli olarak kamp yerlerine rastlıyoruz.Bu kamp yerlerinde karakterimizin sahip olduğu güclerı arttırmak ve edindiğimiz silahlara takviye yapabiliyoruz.Kamp alanına girdiğimizde karşımıza 3 ana başlık çıkıyor. Skills Fazla belli olmasa da karakterimiz oyun esnasında Xp Kasıp gelişiyor.Bu Xpler sayesinde Skill Pointlerimiz birikiyor.Skill pointler le karakterimizin avcılığını,nişancılığını ve yakın dövüş tekniklerini geliştirebiliyoruz. Gereken Xp yi adada karşımıza çıkan düşmanları öldürerek, çevredeki hayvanları avlayarak(Kurt,Domuz,Ceylan) ve haritada gizli eserleri bularak arttırabiliriz.

Gears Gears, Türkçe karşılığı dişliler. Yani bir nevi silah geliştirmek için gereken parçalar.Bu parçalarla Edindiğimiz oku ve silahlarımızı geliştirebiliyoruz.Geliştirmeden kastım, silahın atış gücünü mermi hızı şarjör kapasitesi gibi bir çok özelliği geliştirebiliyoruz.Dişlileri öldürdüğümüz kişilerin üstünden, cevrede bulunun tahta kasalardan ve gizli sandıklardan bulabiliriz.


Fast Travel Fast Travel adından da anlaşıldığı gibi hızlı seyahat anlamına gelir.Oyun esnasında birçok kamp alanına uğrayacağız. Unuttuğumuz gözümüzden kaçan bir şey olduğunda Fast Travel sayesinde eski kamp alanlarını seyahat edip o bölgeyi tekrar incelememiz için güzel bir seçenek.

Oyunda 4 çeşit silahımız bulunuyor ve bu silahları geliştirebiliyoruz. Çevredeki kasalardan veya sandıklardan bu Silahlar geliştirmek için yeni parçalar toplayabiliyoruz.

Silahlar;

Bow İlk edindiğimiz silahtır. Oyunun büyük bir kısmını bu silah sayesinde geçiyoruz.İleride alevli ok olarak kullanabiliyoruz.Ucuna ip takıp uzun mesafeler arası geçiş sağlayabiliyoruz.

9 MM Tabanca İkinci edindiğimiz silahtır. En azından susturucu takana kadar sadece acil durumlarda kullanmanızı tavsiye ederim


Shotgun Bir sonraki silahımızda shotgun silahıdır.Genellikle güclü ve zırhlı düşmanları alt etmek için kullanılır.Uzun mesafelerde etkisiz ,yakın mesafelerde ölümcül bir silahtır 

Makineli Tüfek Makineli tüfek son silahımızdır. Genellikle düşmanların kalabalık geldiği anlarda kullanılır.İleride grenade launcher özelliği kazanır ve bir bazuka özelliği taşır.


Oyun sırasında tek tuş modu mevcuttur. God of War gibi Call Of Duty gibi düşmanla savaş sırasında istenilen tuşa hata yapmadan basmamız bekleniyor. Hata olduğunda karakterimiz ya kafasına bir mermi yiyor ya da uçurumdan aşağıya uçuyor.

Oyunu zor modda oynamama rağmen fazla zorlanmadığımı belirtmek isterim.Özellikle bir bulmaca oyunu olan Tomb Raider’da maksimum 5 dakika dan fazla düşündüğüm bir yer yoktu.Her ne kadar kullanmasam da Q moduyla nereye gideceğimizi ve ne yapacağımızı gösteren bir oyunda bulmaca aramakta mantıksız olurdu. Oyun sırasında ilk edindiğimiz oku geliştirmeye çalışın.Bütün oyunu okla bitirdim diyebilirim.Olabildiğince sessiz ve gürültüsüz bir kıyım yapmaya çalışın.Unutmayın gözle görünmediğinizde daha korkutucu olabilirsiniz .

TANER DEDEOĞLU


Hayat ve Yaşanılabilirlik Üzerine

Hayatta her şey yarını düşünmek değildir. Kendi deneyimlerime göre yarını çok düşünen insanlar kaybederler. Anın tadını çıkaramayanlar yarında hiç mutlu olamazlar. Yarında umut arayan insanlar bugünlerini ot gibi yaşamaktan başka bir şey yapmazlar. Neden insanoğlu olarak hep bir diken üstündelik var diye düşündünüz mü hiç ? Aileden ve ideallerden kaynaklı sorunlar bunlar. Çekirdekten gelirler. Aileden yetişen insnaların %95 'i bence, küçüklükten başlayan bir serüvene atılırlar. Her anne baba çocukları doğmadan önce onların hayatı hakkında hayal kurmaya başlarlar. Temsil misal oğlum doktor olsun, iki evi olsun birini kiraya versin güzel bir arabası olsun. İdeal eşi olsun. Çok paraları olsun gül gibi yaşasınlar algısı vardır. Genel olarak bunları Türk adetleri olarak çerçevelemek isteseniz de tüm dünyada vardır bu. Ama yanlış algı olduğunu düşünüyorum. Her insan çıplak doğar. Her insan çıplak ölür. Geri kalan her şey soyuttur. İki insan düşünün. Biri para içinde yüzen. Her istediğini yapabiliyor. Ve düşünmeye zamanı ve ilgisi yok. Tamamıyla boş insandır. Diğer yanda da ortalama bir yaşam süren biri düşünün ama kendini geliştiren biri. dünyaya bir cümle bile katmış olsa o cümle asla yok olmaz. Araştırma ve kendini geliştirme en önemli unsurdur. Para bir amaç değil kendini geliştirme ve bilgi edinmede bir araçtır. Sen kendini geliştirdiğin andan itibaren zaten para da paralel olarak gelişir ve gelen parayı aynı şekilde değerlendirmelisin ama. Anı yaşamalısın. Yarını siktir et! Yarın zaten gelecek sen istesen de istemesende. Kendine o andan ne kadar çok şey katabildiğine bak. Gerisi zaten gelecektir...

Cemre BÜKRÜK


Gastronomi Nedir ? Halk arasında "gastronomi" deyince akla ilk önce hastahanelerdeki Gastroentoloji birimi geliyor. Veya az çok bilgisi olan insana denk gelirseniz "aşçı" sıfatı ile karşılaşırsınız. Fakat bilinenden veya olduğu sanılandan çok farklı bir olgu olan "Gastronomi" nedir. "Gastronom" nedir? Nelerle ilgilenir bu yazımda biraz da olsa bahsedeceğim.

Peki nedir bu gastronomi ? Kelime olarak Yunanca “gastros”(mide) ile “nomos”(yasa,kural) sözcüklerinden oluşan gastronomi sözcüğü, “sağlığa uygun, iyi düzenlenmiş, hoş ve lezzetli yemek düzeni ve sistemi”, kısaca “yeme-içme ve sofra kurma bilim ve sanatı” anlamına gelir. “Gastronom”ise yemek pişirmeyen ama yeme-içmeyi iyi bilen kişidir Yenilebilir tüm maddelerin hijyenik olabilen ama sağlığa uygun olması gerekmeyen şekilde, azami damak ve göz zevkini amaçlayarak, yenmeye hazır halde sofraya getirilmesine kadar olan süreç gastronominin içinde yer alır. Gastronominin gelişmesinde ilk önemli adım, yiyeceğini pişirmek için ateşi kullanan tarih öncesi insanla atılmıştı. Eski çağlarda Ortadoğu’da yemeğin seçilmesi, hazırlanması ve tadılması, çok özen gösterilen bir törenle yapılırdı. Batı gastronomisinin temelleri Rönesans’ta atıldı. Catherine de Medicis’in, daha sonra Fransa kralı olan II. Henri’yle evlenmesi, son derece incelikli ve karmaşık italyan mutfağının ilkelerinin Fransa’ya iletilmesini sağladı. XIV., XV. ve XVI. Louis dönemlerinde daha da incelikli bir nitelik kazanan Fransız mutfağı aşağıdaki ustalarla doruğa ulaştı;


Marie-Antoine Careme (1784–1833)

Fransız yüksek mutfağına ait kitapları bugün bile hala yürürlüktedir. Mutfak sanatı tarihinde “Şeflerin kralı ve kralların şefi” olarak tanınan Antonin Carême, uluslararası üne sahip olan ilk şef olarak kabul edilir. careme zamanının önemli bir bölümünü yaptıklarını yazıya dökmeye ayırdığı için elimizde onun yemek anlayışını anlatan zengin bir kitaplık var bugün. hayatını, aşçılık sanatı ve klasik mutfak hakkındaki ince detayları ve birikimlerini gelecek kuşaklara aktarmayı bir görev sayan careme'in kitaplarından birinde ustanın konusuna nasıl hakim olduğuna ve talleyCareme zamanının önemli bir bölümünü yaptıklarını yazıya dökmeye ayırdığı için elimizde onun yemek anlayışını anlatan zengin bir kitaplık var bugün. hayatını, aşçılık sanatı ve klasik mutfak hakkındaki ince detayları ve birikimlerini gelecek kuşaklara aktarmayı bir görev sayan careme'in kitaplarından birinde ustanın konusuna nasıl hakim olduğuna ve talleyrand'ın mutfağının canlı bir betimlemesine tanık oluyoruz: "kendinizi büyük bir şölen sırasında, dışişleri bakanı'nınki gibi devasa bir mutfakta hayal ediniz. 20 tane aşçının bu sıcak mutfakta telaşla sağa sola koşuşturmalarına tanık olursunuz. kömür ateşinin yanıbaşında antre pişiren


gruba, fırınların yanıbaşında ise çorbaların, sosların, yahnilerin, kızartmaların ve bain-marie'lerin başındaki ustalara bakınız. bütün bunlara ortada yanan bir odun ateşi üzerinde dönen dört askılı şişi ekleyiniz. askılardan birinde 20-30 kg.'lık bir kazan, diğerinde 15-20 kg.'lık bir but, diğer ikisinde ise av ve kümes hayvanları asılıdır. bu cehennem sıcağında herkes çok hızlı ve sessiz hareket eder, sesini duyurma hakkına sahip olan tek kişi aşçıbaşıdır, bu sese de kayıtsız şartsız itaat vardır. üstüne üstlük hazırlanan yemeklerin tabaklara servis yapılırken soğumamaları için yarım saat süresince tüm kapı ve pencereler kapatılır, işte bizler hayatımızın en güzel günlerini böyle geçiririz.

emirlere uyarız ve gücümüz kalmasa bile itaat ederiz."

ingiltere'deyken careme'in mutfağı çok daha elverişli ve düzenliydi: ateşin üzerindeki havanın yükselmesiyle kendiliğinden fan gibi dönen askılı şişler, bir duvar boyunca uzanan fırın ve ocaklar, yerden bir metre yükselen havan ve tokmak, pırıl pırıl bakır kapkacakların sıralandığı dizi dizi raflar. "kendinizi büyük bir şölen sırasında, dışişleri bakanı'nınki gibi devasa bir mutfakta hayal ediniz. 20 tane aşçının bu sıcak mutfakta telaşla sağa sola koşuşturmalarına tanık olursunuz. kömür ateşinin yanıbaşında antre pişiren gruba, fırınların yanıbaşında ise çorbaların, sosların, yahnilerin, kızartmaların ve bain-marie'lerin başındaki ustalara bakınız. bütün bunlara ortada yanan bir odun ateşi üzerinde dönen dört askılı şişi ekleyiniz. askılardan birinde 20-30 kg.'lık bir kazan, diğerinde 15-20 kg.'lık bir but, diğer ikisinde ise av ve kümes hayvanları asılıdır. bu cehennem sıcağında herkes çok hızlı ve sessiz hareket eder, sesini duyurma hakkına sahip olan tek kişi aşçıbaşıdır, bu sese de kayıtsız şartsız itaat vardır. üstüne üstlük hazırlanan yemeklerin tabaklara servis yapılırken soğumamaları için yarım saat süresince tüm kapı ve pencereler kapatılır, işte bizler hayatımızın en güzel günlerini böyle geçiririz. emirlere uyarız ve gücümüz kalmasa bile itaat ederiz." ingiltere'deyken careme'in mutfağı çok daha elverişli ve düzenliydi: ateşin üzerindeki havanın yükselmesiyle kendiliğinden fan gibi dönen askılı şişler, bir duvar boyunca uzanan fırın ve ocaklar, yerden bir metre yükselen havan ve tokmak, pırıl pırıl bakır kapkacakların sıralandığı dizi dizi raflar.


Georges-Auguste Escoffier1846-1935

Her biri kesin biçimde belirlenmiş görevler üstlenen uzmanlardan oluşmuş mutfak ekibinin yaratıcısı ve yemeklerin planlı bir düzenle sunulduğu modern mönü anlayışının babası olan Escoffier, mönülerini kontrastlardan oluşan bir senfoni gibi kurguluyordu. Escoffier'in yemek ve servis anlayışını en iyi şekilde çorba için söylediği şu söz özetler: "Çorba, temayı belirleyen üvertürdür. "


Prosper Montagne 1865-1948

Fransız gastronomisinin temel ve dünyanın en büyük mutfak ansiklopedisi Larousse Gastronomique(1938)’in yazarı, Merak edenler için; Türkçesi Larousse Gastronomique, Oğlak Yayıncılık,2005, 2 cilt, 1174 sayfa Fransız ve Çin mutfaklarında sığır, koyun, domuz, her tür kümes hayvanı, balık ve kabuklu deniz hayvanları, otlar, kökler, baklagiller, tahıllar ve başka yerel besin maddeleri gibi çok çeşitli yiyeceklerin kullanılmasına her zaman büyük önem verilmiştir. Pasifik ülkelerinde hindistancevizi ve gölevez (yılanyastığıgiller (Araceae) familyasından bolca potasyum barındıran bir bitki, Türkiye'de sadece Bozyazı ile Anamur arasında yetişir) çoğu yemeğin temelini oluşturur.


Afrika’da ise yerfıstığı çok kullanılır. Yoğurt, patlıcan, zeytin ve koyun Ortadoğu mutfağının temel maddeleridir. Hindistan ve Endonezya mutfaklarının ayırt edici özelliği baharat kullanımıdır. Latin Amerika ülkelerinin çoğunun mutfağında ana hammadde ise mısırdır.

İtalya’da çeşitli biçim ve boyutlardaki makarnanın yanı sıra, birçok yörede pirinç ve bir tür mısır lapası olan polenta önde gelir.

Almanya’da, basit bir tür sucuk olan Weisswurst’tan, geyik, yabandomuzu ve yabani kuşlara kadar uzanan zenginliğiyle av etleri ve sosis çeşitleri çok tüketilir.

Som ve ringa, Avrupa’nın kuzeyindeki ülkelerde çok yaygın iki balık türüdür. Japonya’da da her tür sebzeden başka pek çok balık yenir. Sebzeler, baklagiller ve tahıl dünyadaki bütün mutfaklarda kullanılan başlıca yiyeceklerdir. Kullanılacak malzemelerin seçiminde tazeliğe önem verilmesi, bölgesel farklılıklar ya da yorumların ötesinde, temel bir ilkedir. Besinlerin dondurulması ve hava yoluyla taşınabilmesi, dünyanın pek çok yerinde taze yiyecek çeşitlerinin bulunabilmesini sağlamıştır.


Modern yiyecek işleme teknolojileri (konserveleme, dondurma, kurutma vb) malzeme kullanımını bölgelere ya da mevsimlere bağlı olmaktan kurtarmışsa da, bu yollarla hazırlanmış yiyecekler genellikle taze yiyeceklerin bulunmadığı durumlarda kullanılır. Seçilen malzemenin işlenmesinde ve pişirilmesinde gösterilen özen, bunların seçilmesinde gösterilen özenin devamı niteliğindedir. Burada, ancak çok uygulama yaparak ve deneyim kazanılarak öğrenilen teknikler ve tarifler önem kazanır.

Japonların suşi ve saşimi’sı için çiğbalığın kağıt inceliğinde dilimlenmesi,

Bir çeşit jöleli domuz pirzolası olan Almanların Sulzkoteletten’i için çiçek biçimli garnitürlerin oyulması


Benzer biçimde, örneğin bir devlet şöleni için menü düzenlenmesi ve hazırlanması da genellikle, eğitimli, profesyonel bir kadronun son derece özenle çalışmasını gerektirir. Öte yandan gastronomi sanatı, yemek hazırlama ve pişirmenin karmaşık yöntemleriyle sınırlı değildir. Gastronomi uygulamalarının çoğu, pek çok ailenin olanaklarına ve bütçesine uygundur.

Örneğin, İspanyolların ünlü paella’sı ve Endonezyalıların rijsttafel’i (Hollanda dilinde “pirinç tabağı”; çevresindeki daha küçük tabaklarda çeşitli et yemekleri ve soslar bulunan terbiyeli pirinç yemeği) karmaşık yemekler olmakla birlikte, gene de evlerde hazırlanabilir.

Birbirinden farklı öğeleri çekici bir bütünlük sağlayacak biçimde bir araya getirmeyi başarma duygusu, tatların ayrımına varma duyarlığı, uyum ve dengeyi gerçekleştirebilme becerisi, küçük incelik ve ayrıntıları fark etme ve bunlardan tat alma, bir sofranın sunduğu zevkleri artıran olgulardır.

CEMRE BÜKRÜK



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.