Poetika E- Dergi Mart Sayısı

Page 1


Kitabın İlk Cümlesi, ‘ -Sevmek istiyorsan okumalısın.’

Ben sana çok alıştım Bilmem işte kitap okur gibi oluyorum senle konuşurken Sonuna yaklaşınca kitabın, ben yazıyorum devamını falan Mutluyum ben senle anlayacağın Mesela hep kitabı okuyacağım saati bekliyorum Bazen geçmiyor zaman, uyuyorum Bildiğin, ben bu kitabı çok sevdim. Öğleyin, kitap biterse ne yapacağımı düşünüyorum Plan üstüne plan yapıyorum, hastayım galiba ben


Öyleyim dimi, bildiğin deliyim ben. Tamam ya haklısın Bir deliyi kim sever, sevme beni. Ya da sev beni ya, En iyisi sen sev beni, Tabi sana kalmış bir şeyde sevmek. Ama güzel olur Düşünsene ya sen ben çay içiyoruz İnan martıları bile getiririm o sahile... UFUK SİLİK


BİR DÜŞ ESİRİ Varlığın Josephine, Zihnimde yas tutan meleklere bir ceza gibi… ‘- Hissediyorum…’ Huzurunda ‘aşk’ dilerken şimdi; Öylece bakmak… ‘- Sessizliğe gömülü bir ruh…’ Susmak, Gerçek olan hislere susamak… ‘- Daha ne kadar katlanabilirdim ki?’ Bir ‘an’ için, inanmak… ‘- Cehennem gibi…’ Ve tüm o aşk senfonisinin, Bir damla gözyaşı ile son bulması…


‘- Oysa…’ Tanrı’nın acımasızlığı mıydı bu? ‘- Tanrı, Bahşetmedi mi beni huzuruna?’ Bir ışıksız cenneti dileyemezdi elbet. ‘- Cennet, saklı değil miydi gözbebeklerinde?’ Hatırlıyorum da, Ne de güzel severdim seni. ‘- Şimdi, tek hissettiğim…’ Yokluğun… ‘- Yaşadığım…’ Acı. ‘- Acı.’

EBRU YENİCEVARDARLI


Kusursuz Cinayet, Hayat Ses ver hayat, Yaşıyor musun merak ediyorum. Mutluluk esirin altında Aşk desen Ferhat ve Şirinde kaldı. Çocukluk gökdelenlerin altında, Gençlik desen, sistem mahkûmu. Diyorum ki hayat, yaşıyor musun? Yaşıyorsan, gülümse maviliğin ardından. Küçük şeylerden mutlu olmak Küçük şeylere üzülmemiz için mükâfatın değil mi? İşte sen bu kadar çıkarcısın hayat. Fakirlerden alıp zenginlere veriyorsun, mutluluğu. Köşe başlarına ön yargıları yerleştirmişsin Tecrübe deyip önümüze sundukların, Senin aklımızın her köşelerine yerleştirdiğin ön yargılarımız. Acizsin hayat, aciz.


Biliyor musun hayat Senin yüzünden sevmeye korkar oldum. Piyasaya sürdüğün, aşk tüccarları Alıp verip aşkın büyüsünü kaçırıyor. Neyse hayat, Üşümeye başladım, biliyorsun tek başıma gelirim Sabah, deniz kenarına… Ben mutluluğu onun Kur’an okuyuşunda bulmaya gidiyorum. UFUK SİLİK


Sırayı Bozma, Vaatler Kıskançlık Ve Sahtekârlık Sahtekârım ben Öyleymişim yani En azından öyle düşünüyorum Ya da öyle düşünüyordum, seni görene kadar. En sahte sevişlere sahipsin kadın, Gözlerinden akıyor, ağlayınca. Boyayı sürünce, gizlemiş olmuyorsun ihaneti yüzünde Güneş balçıkla sıvanmaz diye senin için demiş olmalılar. Sana kızıyor değilim Ya bırak kızıyorum işte, duygusallığa yer yok bu şiirde. Nasıl beni sevdiğini söylerken Başkasının göz rengini bilirsin. Benle konuşurken başkasının kelimelerinde nasıl yer bulursun. Yapma be kadın üç kuruşluk kelimelere sattın beni Gözün doysun kelimelerim yol olmuştu kalbine.


Neydi yani, vaatleri mi etkiledi seni Ne dedi mesela Seni hiç bırakmayacağım, Sensiz ben hiçbir şeyim mi? O bu kadar küçük oynamaz benim bildiğim Senin için ölürüm dedi dimi Yapma be kadın, o anca şiirlerde intihar edebilir. Ben sana en başta bir şey demiştim hatırlıyor musun? Sana tek vaadim, seni sevmek olacak demiştim. Şimdi ben sahtekârım öyle mi? Evet, sen kadar olmasa da öyle? UFUK SİLİK


Azad Bozdun Kafayı Küçük Şeylerle! “Hayat küçük şeylerden oluşur, eğer değer verirsek büyük olurlar” “Küçük şeyleri yazarak, asıl önemli şeyleri kaçırmıyor muyuz?” İki farklı bakış açısı var şimdi Azad, nasıl çıkacağız bunun içinden? Başla yazmaya sen patron, yazı kendi yolunu bulur. Tek başına pasta ne ifade eder Bir demet gül ya da Veya tek başına çay bardağı neyi ifade eder En basitinden, sevgi tek başına ne ifade eder?


Ne zırvalıyorsun diyorsun dimi Azad. Hiçbir şey tek başına bir şey ifade etmez ondan bahsediyorum Azad. Onları anlamlandıran nesneler yada kişilerdir. Tek olup anlamsız gibi görünen nesneler, yanlarına onları tamamlayacak kişi yada nesneleri alırlarsa ortaya anlamlı durumlar yada ilişkiler çıkabilir. Aslında bunu çok kullanılan bir örnekle açıklayabiliriz. Herkesin az çok hayatta kullandığı bir örnektir bu, yap-boz. Küçükken babama bir içecek firmasının promosyon olarak verdiği hediyeyle tanışmıştım, yap-bozla. Bilindiği gibi dağınık halde bulunan parçaları birbirine uygun şekilde tamamlayarak, fotoğrafta olan görseli yapmaya çalışırız. O zamanlara tabi zekâmız gelişsin diye oynardık ama şimdi yukarıda yazıma başlarken ki sözleri açıklamak için kullanacağım yap-bozu. O yap-bozun içindeki parçalar tek başına bir şey ifade etmezler ve ne olursa olsun o parçaları uygun yere koymalısınız ki görseli tamamlayabilesiniz, işte hayatta böyle küçük parçalardan oluşur ve biz bu parçaları hayatımızın akışına düzgün şekilde yerleştirmezsek asıl büyük görseli tamamlayamayız. Onun için ki küçük gibi görünen şeyler yazılmaya değerdir, küçük şeylerden yola çıkıp büyük görseli yazmaya çalışıyoruz diyebilirim sana Azad. Ne kadar yapabiliyorsunuz dersen orası senin varlığın gibi meçhul. Tamam ya espiri yaptım hemen küsme. Daha çok yazı yazacağız senle. Her yazdığımız büyük görselin bir parçası anlayacağın Azad. Pastanın üstündeki mumlar, sevinçtir Bir demet güldeki not, sevgidir Çay bardağının içindeki çay, mutluluktur Sevginin karşılığı ise, aşktır. Mutluluklar ve hüzünler, küçük görünen şeylerde gizlidir. UFUK SİLİK


‘ AŞKIN EN HÂLİ...’ ‘- Günün ilk ışıkları, Silüetini yansıtırken karşıma, Sen, Bir kez daha doğuyorsun…’ Varlığın, Yaşanılası bir yeryüzüne sebebiyet iken, Gözlerimin önüne serili en masum anı yaşıyorum. Öyle ki, Avuçlarımdan süzülüyor karanlık, Ve sen çıka geliyorsun sahneme, Kurtarıyorsun beni, bu harabeden… Duyuyor musun? Melekler fısıldıyorlar birbirlerine ‘aşkı..’ Ve ‘biz’ bir melodiye dönüşüyoruz dudaklarında…


‘- Aşk bu ! Gördüğüm, hissettiğim, yaşadığım ve yazdığım.’ Tanrı en güzel mührünü işlemiş gözlerine.. ‘- Ondan olmalı; bu doyumsuzluk.’ EBRU YENİCEVARDARLI


WULF DORN 20.04.1969 doğumlu Alman, gerilim yazarı. Wulf Dorn, eğitimli bir endüstriyel işçi ve yabancı dil muhabiri. 1994 yılında bir psikiyatri kliniğinin rehabilitasyon bölümünde hastalara destek veren Dorn, bugün serbest bir yazar olarak çalışmaktadır. Ruh sağlığı hizmetleri araştırmalarında üç yıl boyunca çalışan ve mesleki rehabilitasyon konusunda AB çapında araştırma projesine katılan Dorn, insan kaderlerini ve psişik fenomenlerini öykülerinde yansıtmaktadır. Yazar Ulm yakınlarında eşi ve kedileriyle birlikte yaşamını sürdürmektedir. 20 Nisan 1969 doğumlu Alman, gerilim yazarı. Wulf Dorn, Eğitimli bir endüstriyel işçi ve yabancı dil muhabirinin yanı sıra 1994 yılında bir psikiyatri kliniğinin rehabilitasyon bölümünde hastalara destek vermiştir. Dorn, yirmi yıl çalıştığı bu klinikten sonra ruh sağlığı hizmetleri araştırmalarında üç yıl boyunca çalışan ve mesleki rehabilitasyon konusunda AB çapında araştırma projesine katılmıştır. İnsan kaderlerini ve psişik fenomenlerini öykülerine yansıtan yazar şuanda Ulm yakınlarında eşi ve kedileri ile birlikte yaşamını sürdürmektedir.


Yazar覺n kitaplar覺;


Türkçeye çevrilen eserleri;

ŞİZOFREN ‘- Ne kadar zaman geçtiği önemli değil. Ne kadar değiştiğin önemli değil. Sessizlik seni çıldırtmaya devam edecek. Ve dehşetin soğuk pençesini hissedeceksin.’ Psikiyatr Jan Forstner başarısız bir evlilikten ve işini kaybettikten sonra doğduğu yer olan Kahlenberg’e geri döner. Yirmi üç yıl önce, küçük kardeşi iz bırakmadan ortadan olmuş, hemen ardından babası bir araba kazasında ölmüştür. Kardeşinin başına gelenlerle ilgili belirsizlik ve babasının korkunç kaybı Jan’ın ruhsal durumunu belirler ve onu rahat bırakmaz. Kabuslarını geride bırakmayı ve tekrar yaşamaya başlamayı istiyordur ama klinikteki bir hasta intihar edince, Jan kendisini yirmi üç yıldır gizli kalmış korkunç sırrı açığa çıkaracak olan soruşturmanın içinde bulur.


Bu kitaba, Kitapevinde çalışırken, müşterilerin kitaba olan yoğun ilgisi ile yöneldim. Açıkçası, ‘ Gerilim’ adı altında yayınlanan birçok komedi türünün yüzünden beklentim yoktu. Ancak kitabın ilk sayfasını açtığımda, son sayfasına kadar soluk kesen sürükleyici bir anlatım ile karşılaştım. Dorn, her sahneyi okuyucunun gözleri önüne serecek bir biçimde betimleyerek merak duygusunu ön plandan çekmemiş ve her defasında sizi ‘ – Şimdi ne olacak?’ sorusu ile karşı karşıya bırakmaya devam etmiş. Öyle ki kitap kurgulanmamış aksine kurgulamanız için yazılmış bir eser gibi. Her sayfada bir önceki sayfanın soruları ile boğuşmanıza sebep olan yazar, psikolojik açıdan sizi kendi cevaplarınız ile ilk önce baş başa bırakıyor.

‘- Siz, olağandan uzaklaştıkça olağanüstü bir gerçeği karşınıza çıkarıyor.’


PSİKİYATRİ ‘-Kimseye inanma Kendine bile güvenme Gerçeği arama Gerçek seni bulacak.’ O GELDİĞİNDE, BENİ KORUYACAĞINA SÖZ VER! Şiddet mağduru bir kadın hasta, psikiyatrisi Ellen Roth’un kâbusu haline gelir: Kara Adam tarafından izlendiğini iddia eden hasta, gizemli biçimde, iz bırakmadan ortadan kaybolur. Şimdi kendi hayatını da hastasınınkini de tehlikeye atan korkunç bir oyunun ortasındaki Dr Ellen Roth için hiç kimseye güvenemediği umutsuz bir savaş başlamıştır. Şeytani bir yapbozun parçalarını bir araya getirmeye çalışmaktan başka çaresi kalmayan genç psikiyatr, korku, şiddet ve paranoyadan oluşan bu labirentte çıkış yolunu bulabilecek midir?

‘ -Kitabı elinizden bıraktığınız andan itibaren, hayattan soyutlandığınızı hissetmeye başlıyorsanız artık sizde Dorn’un karakterisiniz.’ dedirten bir psikolojik eser.’

EBRU YENİCEVARDARLI





AGATHA CHRİSTİE KİMDİR? Babası Frederick Alvah Miller, Agatha henüz küçük yaştayken öldü. Annesi tarafından evde eğitilen küçük kız, yalnız bir çocukluk geçirdi. Küçük yaşta öyküler yazmaya başladı. 16 yaşında, şan öğrenimi görmek üzere Paris’e yollandıysa da kısa sürede bundan vazgeçti. Ciddi anlamda ilk edebi denemeleri, duygusal konuları ele alan öyküler oldu. 1914’te Albay Archibald Christie adlı bir albay pilot ile evlendi ve yeniden Fransa’ya gitti. Dislektik olmasına rağmen öykü,roman okumayı çok seviyordu. Fransa’dayken vakit geçirmek üzere okuduğu dedektif öykülerinin daha iyilerini yazabileceğini düşünerek ilk polis romanı olan The Mysterous Affair at Styles’ı (Styles’daki Esrarengiz Olay) yazdı. Kitap çeşitli yayınevinlerince geri çevrildikten sonra 1920’de Bodley Head Yayınevi tarafından kabul edildi. Bu roman, Agatha Christie’nin ilk Hercule Poirot’u romanıdır. Agatha Christie 1926’da 11 gün boyunca kaybolur. Bütün aramalara rağmen bulunamaz. Arabası bir göl kenarında bulunur; ağaçlara çarpmış, bavulları dağılmış bir şekilde.… Amaç, bellidir; “Agatha Christie göle düştü” süsü vermektir. Sonra birden ortaya çıkar Agatha Christie. Ama hiçbir açıklama yapmaz. Kimlerine göre Agatha Christie geçici hafıza kaybına uğradı. Kimilerine göre, Agatha Christie kocasının sevgilisini öldürmek planları yapmak için bilmediği bir yere gitti. Sır, hâlâ meçhul. Hercule Poirot, zekası, espri yeteneği, keskin gözlemciliği ve Avrupalı inceliği ile seçkinleşen Belçikalı bir dedektiftir.


Cinayetleri “küçük gri hücreler” dediği beynini kullanarak çözmesi ve bu arada da İngiliz yüksek sınıfının özel yaşamının saklı yönlerini ortaya dökmesi ile tanınır. Agatha Christie’nin arka arkaya yazmaya başladığı polis romanları Poirot tipine uluslararası ün kazandırdı. Yazar ayrıca Miss Marple adının verdiği bir tip daha yarattı. Sevimli bir yaşlı kız olan amatör dedektif Miss Marple da çok tutuldu. 1928’de ilk kocasından boşanıp Max Mallowan’le evlendikten sonra birçok ülke gezip görme fırsatı bulan Christie’nin romanları 1930’larda çoğunlukla uluslararası mekânlarda geçmeye başladı. Hayranlarınca her kitabı beğenilmekle birlikte, Agatha Christie’nin edebi kaygılarla yazdığı bazı romanlar eleştirmenlerin de dikkatini çekti. On Küçük Zenci ise polis romanının klasikleri arasındadır. Agatha Christie, İngiliz töre romanı geleneğinde yazdığı polis romanları ile dünya edebiyatında kendine özgü bir yerin sahibi olmuştur. Christie 1971 yılında, İngiltere’nin en yüksek onur ünvanı olan Britanya İmparatorluğu Kadın Komutanı unvanını almıştır.Yazar, 12 Ocak 1976tarihinde yaşama veda etmiştir.




Şark Ekspresinde Cinayet Christie’nin romanlarında sıkça yer verdiği kahramanı dedektif Hercule Poirot’nun, Ortadoğu’dan kalkan Orient (Şark/Doğu) Ekspres’le yolculuğu sırasında, trende bir cinayet işlenir ve Amerikalı yolculardan biri bıçaklanarak öldürülür. Tren idaresinden sorumlu Bay Bouc, cinayetin aydınlatılması için dedektif Poirot’dan yardım ister, Poirot da bu teklifi kabul eder ve tam yetkili olarak araştırmalarına başlar: yolcuların pasaportlarını inceler, onların ifadelerini alır ve valizlerini arayarak cinayetin suçlu ya da suçlularını ortaya çıkarmaya çalışır. Bu sırada en büyük yardımcısı, Yunanlı doktor Constantine ve tren işletme sorumlusu Bay Bouc’tur. Poirot, planlı işlenen bu cinayeti zekası, bilgisi ve deneyimi sayesinde aydınlatacak ve ortaya çıkan gerçekler okuyucuyu şaşırtacaktır. Christie’nin bu romanı 1933 yılında İstanbul’da, Pera Palas Otel’de yazılmıştır. Daha sonra ise bu romanın bilgisayar oyunu kurgulanmıştır.

EBRU YENİCEVARDARLI



Mona Roza Şiiri Ve Hikâyesi Sezai Karakoç’un gönlündeki muhacir kızına yazdığı Mona Roza şiirinin hikayesi... Sezai, gelecekte başına geleceklerden habersizce üniversiteyi kazanması üzerine Ankara Üniversitesi Siyasi Bilimler Fakültesine gider. Bir zaman sonra başlar dersler ve okula gidip gelmeye başlar Sezai Karakoç. O zamanlar yeni bir üniversite öğrencisi olmanın heyecanını taşımaktadır. Dersler devam ederken neden sonra gönlünü bir muhacir kızına kaptırır. Bu kaptırış rüzgârın önüne atılmış bir tüy gibi hayatını sürükleyecektir. Sonu olmayan bu başlangıç ömrü boyunca sürecek bir aşkın habercisidir. Kısa bir sora sonra aşkına dayanamayıp kıza açılmaya karar verir. Fakat, kızın kendini terslemesini ve ret cevabını alma riskini göze alamamaktadır. Anadolu’nun bağrından gelen genç Sezai Karakoç’un kalbi kırılmıştır. Ama bu kırgınlık fazla uzun sürmez Sezai geri toparlanır ve şansını tekrar denemeyi hedeflediği aşkı yaşamak için elinden geleni yapmaya karar vermiştir. Şairimiz dört yıl boyunca bu aşkı yaşamış gönlünü yakmış. Gün gelmiş sene sonu gelmiştir. Ankara Üniversitesinin öğrencileri dört yılın yorgunluğu ve okulu bitirmenin heyecanıyla mezuniyet gecesinde birleşir. Kalabalık bir mahşer gününü andırır. O kalabalığın içinde olmayanlarda vardır, Sezai Karakoç. Genç aşık, o gün büyük bir istek üzerine şiir yazdığının da bilinmesi üzerine kürsüde bir şiir okumak için bulunur. Ve o an gelir Sezai Karakoç anons edilir. Kürsüye çıkan Sezai, ana baba misafir öğretmen öğrenci deryasına bir bakar. Kalabalığın içinde aşkını arar, gönlünde yer alamadığı kusursuz sevdasını... Ve neden sonra başlar şiirini okumaya...


‘‘Mona roza siyah güler ak güller Geyve’nin gülleri beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah senin yüzünden kana batacak Mona roza siyah güller ak güller’’

Şiir bitene kadar o kalabalıktan hiç bir ses gelmez. Oysa Sezai Karakoç şiirin tamamını sevdiğinin gözlerinden gözlerini hiç ayırmadan okumuştur. Son kıta da başlayan uğultular, kalabalığın şiiri çok beğendiğini mırıldayan dudaklar ve bu aşk kime diye sorular sorular arasında bir kız? O kız ki Sezai’nin gönlünün sahibi dört yıl boyunca nasıl fark edemedim böyle bir aşkı dercesine kalabalıktan sıyrılıp kürsüye yaklaşır. Ve bağırarak seni kabul ediyorum der. Fakat, grur aşkın önüne geçmiştir. Sezai, bu seferde ben seni kabul etmiyorum diyerek arkasını döner. Ne kadar yürekten söylediği tartışılsa da gönül susmuş dudaklar konuşmuştur. Delikanlı şair Sezai Karakoç, o günden sonra bir daha kızı görmemiştir. O kız Muazzez Akkaya’dır. Belki de ilk defa gurur aşkın önüne geçmiştir. Sezai Karakoç tarafından ret edilen Muazzez Akkaya kendi canına kıyarak şiirde de adı geçen Sakarya’nın ilçesi Geyve’ye giderek orada intihar eder. UFUK SİLİK


Mona Roza Mona Roza, siyah güller, ak güller Geyvenin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah, senin yüzünden kana batacak Mona Roza siyah güller, ak güller Ulur aya karşı kirli çakallar Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa Mona Roza, bugün bende bir hal var Yağmur iğri iğri düşer toprağa Ulur aya karşı kirli çakallar Açma pencereni perdeleri çek Mona Roza seni görmemeliyim Bir bakışın ölmem için yetecek Anla Mona Roza, ben bir deliyim Açma pencereni perdeleri çek... Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Bende çıkar güneş aydınlığa Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi Seni hatırlatıyor her zaman bana Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi


Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur Bir mumun ardında bekleyen rüzgar Işıksız ruhumu sallar da durur Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ellerin, ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi Ellerinden belli oluyor bir kadın Denizin dibinde geziyor gibi Ellerin, ellerin ve parmakların Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Saat onikidir söndü lambalar Uyu da turnalar girsin rüyana Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Akşamları gelir incir kuşları Konar bahçenin incirlerine Kiminin rengi ak, kimisi sarı Ahh! beni vursalar bir kuş yerine Akşamları gelir incir kuşları


FOTOĞRAFÇILIĞIN TARİHSEL GELİŞİMİ VE GÜNÜMÜZDE FOTOĞRAFÇILIK

Fotoğraf sözcük anlamı ilk olarak eski yunanca da fotos,fos gibi kelimeler olarak kullanılmıştır.kelime anlamı ‘ışık yansıması’olan fotoğraf binlerce yıl boyunca olduğu gibi günümüzdeki anlamıyla tam olarak tanımlamıştır. Fotoğraf kelime anlamından da anlaşıldığı gibi fotoğrafın temelini oluşturan ışık en önemli birincil faktördür. Işık sayesine cisimleri ,objeleri nesneleri görünenin yanında çekinilenin görünenin yanında görünmeyen ilgi çekici şaşırtıcı unsurların yanında renklerin ışıltısını görmemizi sağlar.Fotoğrafın asıl buluş kaynağıda bu noktada ortaya çıkmaktadır. Çok keyifli bir buluş süreci vardır.Birçok boyutta ve ebatta fotoğraf makineleri kullanırlardı sorunları çekinilen fotoğrafı kayıttı.Kayıtta ilk çalışmaları olan isim Thomas WEDGWOOD ‘u fotoğrafta kayıdı gerçekleşsede ışık faktörünü hesaba katmadığı için fotoğraflar karanlık çıkıyordu erken ölümü sebebiyle icat tam olarak gerçekleşemedi daha sonra ingilterden William Henry Fox Talbot,fransandan Joseph Niepce, Louıs Jacques,Mande Daguerre gibi isimler ışığa duyarlı levha üzerinde sekiz saat boyunca ışıklanır levha sayesinde buluşu gerçekleştirirler ilginç olan ortak çalışmaları sonucu Niepce nin ölümü üzerine buluşa kendi adını Mande Daguerre adını 1839 da fransız bilimler akademisi tarafından resmileştirildi.Fotoğraf bu şekilde bir buluş sergileme süreci geçirmişken fotoğraf makinesi ise italyan olan Saitn VİCTOR tarafından icat edilmiştir işte fotoğrafçılık böyle eğlence ve serüven dolu bir yolculuk sonucu hayatımızda yerini almıştır.


Fotoğrafçılık bir sanat mı değil mi,resim bir sanat ise peki fotoğraf için de bir sanat değeri taşıyıp taşıyamama durumu söz konusu mudur gibi sorular günümüzde sürekli bir tartışma konusu olmuştur.Bu tartışmaya bir açıklamak gerekirse şu şekilde yorumlayabiliriz.Resim için şunu söyleyebilirim kimi insanalara doğuştan gelen bir yetenek kimi için ise hobiy olarak ilgi duyar ve eğitimini alarak geliştirebilir.Bir hayal gücü unusuru olabildiği gibi var olan nesnleride kullanarak bir resme dökebilir resssam kullandığı her fırça darbesiyle sanatını icra eder ve ayrıca güzel bir görsel sanat dallarından biridir.Fotoğrafçılık için ise kimi sanatçılar ve birçok insan tarafından sanat değeri taşımadığnı düşünürler çok basit bir ifadeyle emek unsuru olmadığını düşünürler.Asıl farkında olmadıkları şey ise fotoğrafçılıkın hayatımızın vazgeçilmezlerindendir. Fotoğrafçıklıkta belki klişe bir söz ama fotoğrafta önemli olan görünenin ardındaki güzelliği görmektir.Bu gerçektede budur çünkü bir gün batımı seyredebiliresiniz ,bir manzara bakabilirsiniz ama o güzellikleri vizörden görerek anı yakalayarak kalıcı sağlayabilir yaşantınızda yer edebilirsiniz.Fotoğrafçılık ta resim de olduğu gibi hayal gücü unsurunu bakış açısı olarak değiştirerek hayal gücümüzü kullanırız ve şu bir gerçektir ki çekinilen bir fotoğraf asla tekrar aynısı gibi olmaz yani kişiden kişiye değişebilien farklılıklar söz konusu olur bu yönüylede fotoğrafçılıkın bir sanat olduğnu vurgulayabiliriz ve resim de olduğu gibi fotoğrafçılıktada hak edilen değeri verilmesi dileğiyle.Ünlü bir fotoğraf sanatçısı olan Özcan YURDALAN şu sözleriyle özetleyebiliriz ‘Fotoğrafçıların çektikleri her kare,aynı zamanda onların hayata bakış açısıdır,hayattan ne anladıklarıdır ve gerçekle kurdukları ilişkisinin yansımasır’

SAMET KÖSE



DİJİTAL FOTOĞRAFÇILIK Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle beraber hemen her alanda ilerlemeler ve hayatımızda kolaylıklar sağlamaktadır.Bu gelişmeler fotoğrafçılık alanında önemli rol oynamıştır özellikle reklam ajansları tanıtımı yapılan ürünleri daha kolay ve pratik bir şekilde tanıtmak için genelikle dijital fotoğrafçılığı tercih etmektedirler ve bunun gibi birçok alanda kolaylıklar sağladığını söyleyebilir ve çoğaltabiliriz. Dijital fotoğrafçılık:Fotoğraf makinesinin görüntü algılayıcılarının farkı tonlardaki renklerin makinedeki renk filtresinden geçen ışınları sayısal görüntüleme sayesinde birleştirmesi sonucu görüntünün elde edilmesidir.Kullanım alanlarından bahsedecek olursak çok geniş bir tabana dayanır heralanda kullanıldığı için bu fotoğrafçılığa ilgili kişiler için hep çok pratik ve kolay olmasıyla beraber fotoğrafçılık sanatına ilgisi olanların kendilerinin geliştirmesine elverişlidir.


Bir dijital fotoğraf makinelerinde bulunması gereken özellikler; 1)Çözünürlüğü belirleyen sensörler 2)Odaklamada etkili görüntüler yakalam için ideal Mega pixel çözünürlüğü 3)Çekilecek olan bir fotoğrafın kullanıcı tarafından kolay ayarlanabilir menü ayarları 4)Uzağı yakınlaştırmak için etkili bir zoom 5)Çekilecek olan fotoğraf için gerekli materyaller(tripot,makro lens ,portre çekimleri için gerekli olan mini lensler ... ) Bu fotoğrafçılık türünde makine kadar çekim teknikleride önemlidir bunlar; 1)Macro fotoğraflar:Çok küçük nesneleri daha büyük ve etkili görüntüleyebilmek için kullanılır. 2)Manzara fotoğrafları:Geniş açılı bir fotoğraf makinesinde panoromik fotoğraflar elde edebilmek için tripot ile sıfır titreme sonucu görüntülerde kullanılır. 3)Karanlık yerlerde fotoğraf çekimleri:İlk adım olarak fotoğraf makinesinde flash’a ihtiyaç vardır.Ortamın yerine göre ise ayrı bir flasha sahip olmalısınız makineyi karanlık yerlerde çekim için makineyi gece çekimine ayarlamak gerekir ve bu çekimlerde ISO yani ışık değerini minimum seviyede ayarlanarak çekim yapılabilir.


Dijital fotoğrafçılıkta hayal gücünüzü kullanarak ellde ettiğini fotoğrafları dilediğniz gibi photoshop kullanarakta fotoğraf üzerinde değişiklikler yapmanızada yardımcı olur.Bahsettiğim gibi bir hobi olarak fotoğrafçılığa merak salıp ilgilenenler her çektikleri karelerde kendilerini birkez daha geliiştirler ve bu alanda uzmanlaşmış birer kişi olmalarınada yardımcı olacak bir fotoğrafçılık türüdür. Bence şu söz hiç bir zaman unutulmamalı hiç bir fotoğraf çekildikten sonra asla ama asla aynısı birkez daha çekilemez her sanatın kendine has ayrıcalığı varsa buda fotoğraf sanatının özgünlüğüdür. SAMET KÖSE


Fotoğraf: SAMET KÖSE


Fotoğraf: SAMET KÖSE


‘SICAK’ Bu sayımızın konuğu ‘ SICAK’ Kısa bir özet geçmek gerekirse; ‘‘ - 2007’den günümüze farklı isimler, farklı grup üyeleri ve hatta farklı tarzlarda müzik piyasasında var olan grup son şekliyle yoluna devam etmektedir.Kendi besteleri, Türkçe rock ve pop coverlarıyla enerjik bir repertuara sahiptir.’’

Grup Üyeleri;

Kemal Çetkin Berk Kılıç Taner Öztonbul Emre Arslan



KEMAL ÇETKİN (Vokal,Gitar,Piyano) Grubumuzun geçmişi aslında 2007 yılına dayanıyor aslında birkaç farklı arkadaşla çalıştık ve şu ana dek grup üyelerinden bugüne tek kalan ben oldum.Çeşitli sebeplerden dolayı(İş,güç) ayrılmalar oldu,doğaldır.


MÜZİK SİZİN İÇİN NE İFADE EDİYOR?

Neredeyse birçok müzikle uğraşan insan gibi küçüklüğümden beri müziğin içinde olmamdan dolayı,müzik benim için yemek içmek gibi olmuştur.Sabah akşam 7/24. Bir de üstüne Stüdyo işletmek gibi müzikle daha da iç içe olacağım bir mesleğe sahip olunca (kayıtlar,provalar,aranjeler,beste yapımı için özel zamanlar)bazen uyurken bile rüyamda notaların aklımda dolandığını hatırlarım. Müziğe hangi evrede ne gibi hedefler ile başlangıcınız oldu?

Müziğe hangi hedefle başladığımı hatırlamıyorum çünkü 4 yaşında bir çocuk kendine hedef koyamaz sadece şarkı söyler.En erken 89 Yılında kendimi Sezen Aksu ve Kayahan söylerken hatırlıyorum o kadar.Kısacası neden başladığımı bilmiyorum,sadece devam ediyorum. Şuan kendinizi o evrenin neresinde görüyorsunuz?

Ortalama 24-25 yıldır Müziğin içindeyim neredeyse hergün müzikle yatıp kalkıyorum ama hala emekleme evresindeyim çünkü o kadar çok öğrenilecek şey var ki.Sadece müzik için geçerli değil tabi ki bu söylediğim. İleride kendinizi nerede görmek istediğiniz yer neresi?

İleride kendimi şu anda bulunduğum yerde görmek istemediğim kesin diyebilirim.


BERK KILIÇ (Gitar) Gruba girişim Kemal ile beraber stüdyo açmamızın ardından oldu. Müzik Sizin için ne ifade ediyor?

Benim için müzik hayatın her anında gereken motivasyonu topladığım bir olgu. ‘Dinle mutlu ol, dinle mutsuzluğu unut.’ şeklinde. Müziğe hangi evrede ne gibi hedefler ile başlangıcınız oldu?

Müziğe her gitarist gibi kızları etkilemek için başladım, etkileyemedim. Hangi evreye geldim bilemiyorum.



EMRE ARSLAN (Bas Gitar) MÜZİK SİZİN İÇİN NE İFADE EDİYOR?

Müzik benim hayatımın odak noktası açıkçası. Hayatımdaki birçok şeyden müzik için feragat etmekten zevk alıyorum diyebilirim. Biraz şizofrence gözüküyor belki ama öyle özellikle sahnede olduğum an duyduğum hazzı başka hiç bir şeyden alamayacağım inancındayım. Müzik kendimi en iyi hissettiğim anlardan oluşuyor diyebilirim özetle.. Müziğe hangi evrede ne gibi hedefler ile başlangıcınız oldu?

Müziğe de birçok insan gibi lise döneminde herkesin sosyal aktiviteler için de bulunmasından oluşan hevesle başladım. İlk zamanlarda elektro gitar çaldım elbette çünkü popüler olan oydu belki de bu yüzden. Ama daha sonrasında müziğin ön planda olan kısmından ziyade altyapıyı oluşturan tarafın beni çektiğini farkettim. Altyapıları süslemenin tadını aldım ve müzik tam manasıyla benim için başladı diyebilirim. Şuan kendinizi o evrenin neresinde görüyorsunuz?

Şuanda kendimi başarmak istediğim irili ufaklı birçok hedefin yolu üstünde görüyor ve o yolda ilerliyorum. İleride kendinizi nerede görmek istediğiniz yer neresi?

Ben canlı performans müzisyeni oalrak tanımlarım kendimi, oy üzden kendimi şuan da ilerde de gördüğüm ve görmek isteidiğim yer kalabalık festivaller ve sahneler.




TANER ÖZTONBUL (Davul) MÜZİK SİZİN İÇİN NE İFADE EDİYOR?

Muziğin hayatımdaki yeri son derece önemli. Ruh halime ve planlarıma muzik yön veriyor diyebilirim. Müziğe hangi evrede ne gibi hedefler ile başlangıcınız oldu?

Muziğe lisede önemli bir rock davulcusu olma hedefiyle başladım. Sonrasında bu hedef, davulun enstrümanların en güzeli olduğunu insanlara anlatmak istemek haline geldi. 2013 başlarında Sıcak ile beraber çalmaya başladığımdan beri bu hedefime çok uzak olmadığımı düşünüyorum. İleride kendinizi nerede görmek istediğiniz yer neresi?

İleride daha çok davulcuya ve müzisyene ulaşabilmek istiyorum. Aynı zamanda yazdığım davul partisyonlarıyla bunları dinleyen davulculara faydalı olma planındayım. 10 yılı aşkın süredir davul çalıyorum.


Grubun daha önce çaldığı yerler, Etkinlikler;

-Taksim Mojo -Taksim Mask -Kadıköy Shaft Bar -Kadıköy Sahne -Kadıköy Buddha Bar -Kadıköy WoodStock Bar -Taksim Line Music Club -Taksim OldCity Comedy Club -Taksim Ghetto -Turkcell Sahne -Marmara Üniv. Mezuniyet Törenleri -Marmara Üniv. Rock Günleri -Balcony Tv -Conrad Hotel

EBRU YENİCEVARDARLI





HAKKINDA HER ŞEY !

Metallica , 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde Los Angeles şehrinde kurulmuş bir Heavy Metal grubudur.Mahşerin 4 atlısı(Megadeth,Anthrax,Slayer,Metallica) olarak geçen bu gruplarla birlikte Thrash Metalin kurucularındandır. 2003 yıı itibari ile grupta davulda Lars Ulrich, vokal ve ritim gitarda James Hetfield Lead(solo) gitarda Kirk Hammet bas gitarda ise Robert Trujillo yer almaktadır.Jason Curtis Newsted,Clifford Lee Burton,Dave Mustaine,Ron Mcgovney , Lloyd Grant ve Bob Rock bir zamanlar bu grupta yer almış diğer üyelerdir. İlk albümleri Kill ‘Em All 1983 yılında yayınlandı.1986 yılında ise hem grup için hemde thrash metal adına büyük yankı uyandıran ve grubun tanınmasında yüksek rol oynayan tüm zamanların en iyi albümlerinden Master Of Puppets albümünü cıkardılar.1991 yılında ise Black albüm ile ticari olarakda büyük bir başarı sağladılar.


Grubun Kuruluş Dönemi 1981 yılında Lars Ulrich’in The Recycler gazetesine verdiği ilana Hug Tanner ve James Hetfield’in yanıt vermesiyle grup kurulmuştur.Resmi olarak ise 1981 yılında ekim ayında kurulmuştur. Grubun adı Lars Ulrich’in arkadaşı Ron Quintana’nın önerisiyle Metallica konulmuştur.Grupta Davul,vokal,bas gitarist ve ritim gitarist bulunduktan sonra ana gitarist arayışlarına başlandı.Tekrar The Recycler gazetesine ilan veren grup, ilana cevap veren Dave Mustaine ‘i gruba dail etti.1982 yılında ilk şarkıları olan “Hit The Lighst” şarkısını kaydettiler.Grup ilk konserini 14 haziran 1982’de Anaheim’da bulunan Radio City’de vermiştir.


Gruba yeni katılan Bas gitarist Ron Mcgovney, Ulrich ve Mustine ile iyi anlaşamaması ve şarkılarda katkı saglamaması üzerine 12 Aralık 1982 yılında gruptan ayrılmıştır. Bas gitarist arayışlarına giren gruptaki Hetfield ve Ulrich “ Whiskey A Go Go” adlı mekanda Trauma grubunu izleyip eglencelerine devam ederlerken sahneden bir ses duydular.İlk başta solo gitar zannedilen bu ses aslında Wah Wah pedalını mükemmel kullanan bir bas gitardı.İlerde Metallica efsaneleri arasına girecek olan Cliff Burton’la tanışmaları böyle gerçekleşmişti.Şaşkınlıkla Cliff ’i izleyen ikili hayran oldukları bu gitaristi gruba dahil etmek için teklifte bulundular.Cliff önce teklifi red etsede sonradan grubun San Fransisco’ya taşınması koşuluyla gruba katılmayı kabul etti.Grup , Cliff Burton’ın gruba dahil olmasıyla iyiden iyiye Metal müzik sektöründe boy göstermeye başlamıştı.Grupta Vokal olmak isteyen Dave’in James ile araları bozuktu.Ayrıca alkole olan düşkünlüğü ile grubu kötüye götüren Dave, grubun kararıyla gruptan cıkarıldı. Dave’in çıktığı aynı gün diğer bir efsane olacak olan Exodus’un kurucusu Kirk Hammet gruba solo gitarist olarak katıldı.


Grup 1981’den günümüzde kadar toplamda 10 stüdyo ve 3 konser albümü olmak üzere 12 albüm yayınlamıştır. Toplamda 10 Grammy ödülü bulunan grup Amerikan Bilboard albüm satış listesinde 5 albümü arka arkaya 1. Olan tek gruptur.2008 e kadar çıkardıkları albümlerle 100 milyon albüm satışı elde eden grup dünyanın en iyi metal gruplarından biridir.Ayrıca dünya üzerinde 7 kıtada da konser veren ilk gruptur.


ALBÜMLER Kill ‘Em All (1983) Metallica’nın ilk stüdyo albümü 1983 yılında çıkan Kill’Em ‘All albümüdür.Albüm 10 şarkıdan oluşuyordu ve konserlerde bu albümdeki şarkılar sürekli yer bulmuştur.Seek & Destroy,The Four Horsemen,Hit The Lights ve Cliff Burtonn’ın bas solosu Piling Teeth bu albümde yer almıştır.Grup fazla tanınmadığı için ticari bir başarı yakalayamamışlardır fakat grubun bu albümle tanınma oranı artmaya başlamıştır. Ride the Lightning (1984) Kill’Em All ile büyük bir ticari başarı elde edemesede muzik piyasasında ismini duyuran grup,ikinci albümleri için çalışmalara başladı.Rasmussen prodoktörlüğünde Danimarkada kayıtlara başlayan grup 1984 yılında Ride The Lightning albümünü piyasaya sürmüştür.Grup bu albümle şöhret basamaklarını hızlı hızlı çıkmaya devam eder. Turnulere katılıp imzalar veren grup iyiden iyiye Metal müzik sektöründe isim yapmaya başlar.Kill’Em All albümünde sesi cılıaz kalan James aldığı özel derslerle bunu Ride The Lightning’de telafi etmiş ve sesini geliştirmişti. Creeping Death ve Fade To Black isimli albümdeki 2 par-


çayla konserlerinde hayranlarına muzik keyfi yaşatan Metallica artık ismini ülke çapında duyuran bir metal grubu olmuştu.Albümle birlikte ödüller alan Metallica adını tüm Dünya’ya duyurmak için adım adım ilerliyordu. Master of Puppets (1984-1986) Ride The Lightning albümüyle hız kesmeden yoluna devam eden Metallica’yı Turneler esnasında izleyen ve şaşkınlık içinde kalan Q-Prime firması gruba kontrat teklif eder.Büyük bir sponsor desteği alan Metallica artık 3. Stüdyo albümleri için engelleyen birşey yoktu.Sponsor desteği olan Metallica’dan beklentı çok büyüktü.1986 yılında bu beklentileri karşılayıp hatta üzerine çıkartan Metallica Master Of Puppets albümünü çıkardılar.Çıkardıkları çoğu albümdeki çıkış parçalarını, yavaş başlayıp daha sonra hızlınıp sertleşen Rifflerle yazan Metallica dinleyiler tarafından çok büyük ilgi gördü.Grubun ve dünyanın en iyi albümleri arasında gösterilen bu albüm Metallica’yı Dünya capında tanıtan bir albümdür.Artık Metallica için yep yeni bir dönem başlıyordu.


Cliff Burton’ın Ölümü (1986-1987)[ Grup, 27 Eylül 1986’da Avrupa turnesinde otobüsteyken buzlanma nedeniyle bir kaza geçirirler.Lars, James ve Hammet kazayı ufak sıyrıklarla atlatırken Cliff Burton otobüsün camından fırlıyarak otobüsün altında kalmıştır.Metallica yı bu seviye getirmede önemli rol oynayan Cliff ’in ölümü grubu ciddi derecede sarsmıştır ve grubu dağıtmayı düşünmüşlerdir.Cliff ‘in, yaşasaydı böyle bir şey istemeyeceğini ve ailesinin bunu istememeleri sebebiyle bu karardan vazgeçmişlerdir. Cliff ’in ölümüyle sarsılan grup devam etme kararıyla birlikte zor bir seçim olacak olan yeni bascılarını aramaya başlamışlardır.Secmelere 40’ın üstünde aday gelmesiyle Metallica’nin bütün şarkılarını ezberlemiş olan Jason Newsted gruba dahil edilmişt.1987 yılında Turneyi bitiren grup yeni albümleri için stüdyo ya girmişlerdir.Sadece Coverlardan oluşan Garage Days Re-Revisited isimli Ep’yi yayınlandı.Ayrıca Cliff adına bas soloları , kişisel fotoğraflar , konser görüntülerinin olduğu “Em All’u piyasaya sürmüşlerdir.


And Justice for All (1988-1990)[ Jason ‘ın gruba katılmasıyla bas gitarist eksiğini kapatan Metallica 4.Stüdyo albümleri olan And Justice For All’ı 1988 yılında piyasaya sürdü.Diğer albümlerden birazda sert ve agresif olan bu albüm çok büyük başarı yakaladı ve Billboard 200 ‘de 6. Sıraya yükseldi. Albüm çoğu yönden taktir toplarken bir yandan da eleştirildi.Özellikle Bas gitarın hiç duyulmaması hem grubu hemde albümü oldukça sarstı.Albümde Bas gitar vardı ama sesi çok kısıldığı için duyulamıyordu.Gruba girdiği günden beri yeterince ısınamayan Jason bu durumla birlikte grupla arası daha da açıldı. Daha önceki albümlerde Video Klibi çekmeyen Metallica Bu albümde 4. Şarkıları olan “One” şarkısına video klip çektiler.Johnny Got His Gun filminden bazı sahneleri alan klip çok büyük ilgi gördü.Damaged Justice turnesine çıkan grup hayranlarında tam not aldı.Konserlerde olağan üstü performanslarıyla izleyen ve dinleyenlere sanat anlamında ziyafet veren Metallica artık dünyanın en iyi metal gruplarından biriydi.Bu sene nin tek kötü yanı “One” şarkısının Grammy ödülünü alamamasıydı.Ödülü Jethro Tull’e alınca ödülü kaybeden albüm olarak anıldı.


Metallica (The Black Album)( (1990-1993) Çok iyi bir dönem geçiren Metallica turne bitiminde yeni albümleri için Hollywood’daki One on One stüdyolarına girdi ve çalışmalara başladı.Nirvana,Bon jovi gibi grupların prodüktörlüğünü yapmış olan Bob Rock ile anlaşan Metallica 5.stüdyo albümleriyle büyük bir başarı yaşamak istiyordu.Kötü performansı ile And Justice For All’da eleştirilen Jason hala grup ile arası kötüydü.Cliff ’i unutamayan grup onun yerini doldurmaya çalışan Jason’a alışamamıştı. 1 yıl boyunca sıkı bir şekilde çalışan grup 1991 yılında albümü piyasaya çıkardı.Albüm çıktığı günden bugüne grubun ticari olarak en çok başarı kazandığı albümdür. Çıktığı geceden itibaren büyük bir ilgi gören albümün bir adı yoktu.Siyah bir kapak üzerinde sadece Metallica yazısı vardı.Black Albüm olarak geçen bu albüm gurubun daha da çok hayran kazanmasını sağlamıştı.Farklı bir tarz yapan Metallica bu albümde Thrash metalden uzaklaşmıştı. Albümdeki Enter Sandman’ın Grammy ödülü almasıyla o sene Metallica’nın senesi oldu.İstedikleri herşeye sahip olan grup artık yenibir albüme hazırdı.


Load(1996) The Black albümle çok başarılır bir dönem geçiren Metallica uzun süren turnenin ardından yeni albümleri olacak olan Load için çalışmalara başladılar.Albüm Hard Rock ve Heavy Metaldan oluşan diğer albümlerden farklı olarak piyasaya çıkmıştı.Thrash metalden iyice uzaklaşan Metallica,bazı müzik yazarları tarafından olumlu yönde eleştirilirken bazı yazarlar tarafından olumsuz eleştirildi.Eleştirilere rağemn Albüm Bilboard listesine 1. Sıradan girmeyi başardı.Zamanla sevilen ve dinlenilen albüm en iyi hard rock albümlerden biri kabul edildi. Reload Aradan 1 yıl geçmişti.1997 yılında grup Load albümünde olmayan diğer yeni parçalar üzerinde biraz daha çalışarak Reload albümünü piyasaya sürdü.Load albümü ile birlikte çıkması planlanan albüm bazı aksaklıklar nedeniyle ayrı olarak çıkartıldı.Çıktığı gün Bilboard listesine 1. Sıraya oturan albüm hayranları tarafından beğenilen bir albüm oldu.Albümde en dikkat çekici parça ise Unforgiven II oldu.İlk Unforgivenla aynı girişe sahip olan şarkı biraz daha hareketli ve hızlı bir parçaydı.Bu parçanın klibi de oldukça dikkat çeken bir klip oldu.


Garage Inc. (1998) Reload albümünden sonra grup kendı tarzlarıyla efsane olan şarkılardan oluşan bir cover albümü yayınladı.Killing Joke,The Misfits, Blac Sabbath,Bob Seager,Luke Kelly,Blue Oyster Cult ve birçok eski grupların şarkılarından oluşan bu cover albümü beğenilen bir albüm oldu.2 Cd olarak çıkan albümde, 2.Cd yi oluşturan kısım 1987 yılında yayınladıkları The E.P.: Garage Days Re-Revisited demosundan oluşuyordu. Senfoni&Metallica (1999-2001) 1999 yılına San Francisco Senfoni Orkestrası ile birlikte konser veren grup bu şarkıları Senfoni & Metallica adı altında albüm olarak piyasaya çıkarttı.Yeni olarak bestelenen No Leaf Cover şarkısı beğenilen parça olmuştu.Ayrıca “The Call Ktulu “ coverı 2001 yılında Grammy ödülü kazanmıştır.


St. Anger (2003) Yeni albümleri için stüdyo ya girmeye hazırlanan grup Jason Newsted’ın 2001 yılında kişisel sebebleri nedeniyle gruptan ayrılmasıyla albüme geçici olarak ara verdi.Jason’ın gruptan ayrılmasıyla albüm kayıtlarına başlayamayan grup James’in alkol probemleriyle ikinci darbeyi yedi. Rehabilitasyon merkezine yatan James hem gördüğü tedaviye ve ailesine ayırdığı zaman yüzünden gruba fazla vakit ayıramıyordu. Jason’ın ayrılmasıyla geçici Bas gitarist olarak prodüktörleri olan Bob Rock kayıtlarda yer aldı.Kayıtların zorlu geçmesiyle grup yeni bir basçı bulmak için seçimlere başladı.Yeni ve kalıcı basçıları olacak olan Robert Trujillo yeteneği ve tarzı ile gruba kendını gösterdi ve dahil olmayı başardı.Robert gruba dahil olduğunda kayıtlar bittiği için şarkılarda katkı sağlayamadı.2003 yılında piyasaya çıkan albüm tam bir hayal kırıklığıydı.Buna rağmen Metallica bu albümlerini kendilerini toplamak ve yeniden ayağa kalmak için kullandı.Albümde Gitar soloları olmaması James’in Vokal sorunu Ulrich’in bateri soundu nedeniyle birçok eleştirmen tarafından kötü yönde eleştiri aldı.Grup herşeye rağmen bu albümerini bitirdikleri için mutluydular.Kendilerini toplamaları ve yeniden doğmaları için bu albümün çıkması onlar için bir fırsattı.


Death Magnetic (2008) St.Anger faciasından sonra kendine gelen grup yeni albümleri için çalışmalara başladılar.Thrash metale geri dönmek isteyen grup bu tarzda bir albüm yapmak istiyordu.James ve Ulrich verdiği röportajlarda da St.Anger in onlara bir ders olduğunu, yeni albümün tamamen farklı bir tarzda olacağını belirtmişti. 2005yılında uzun süredir prodüktörleri olan Bob Rock ile yolları ayırmış Rick Rubin ile çalışmaya başlamışlardı. Rick Rubinle çalışmaya başlayan grup Master Of Puppets tarzında bir albüm yapmak istiyordu.Çok zor gibi gözüksede grup St.Anger dan tamamen farklı bir tarz yapmak konusunda kararlıydı.Albüm çıkmadan önce bazı riffleri internet sitesinden yayınlayan grup 12 Eylül 2008 de albümü piyasaya çıkarttı. 10 parçadan oluşan albüm çıktığı gün Abd ve Birleşik krallık listelerine 1 numaradan giriş yaptı.Albümünden çıkan ilk single şarkı 4.parça olan The Day That Never Comes” olmuştur.Ayrıca en çok dikkat çeken şarkı iste Unforgiven III olmuştur.Diğer parçalara göre daha sert olan şarkının tek ortak yönü ballad(Hüzünlü ve melodisi akılda kalıcı olan müzik) olmasıdır.


Lulu Metallica Death Magneticten sonra LouReed ile birlikte “Lulu” albümünü ortaklaşa yapmıştır.Albümde şarkılar metal tarihinde ilk olarak spoken vokal olarak Lou Reed tarafından yapılırken geri vokali James yapmıştır. Konserleri Kuzey Amerika 81 Güney Amerika 10 Avrupa 73 Okyanusya 20 3 Asya olmak üzere 187 konser vermiştir. Belgesel Filmleri Some Kind of Monster Some Kind of Monster, 2004 yılında çekilen, Metallica’yı anlatan belgesel filmdir. Orijinal hali 2003 yılında hazırlanan St. Anger albümü hakkında bir dökümantasyon iken zaman içinde filme çevrilmiştir. Birçok stüdyo röportajı ve konserlerden görüntüler içermektedir. 20 yıllık tarihleri boyunca neredeyse dağılmanın eşiğine geldikleri en calkantılı dönemlerinde, iletişimsizlik, bağımlılıklar, gruptan ayrılışlar, baba olmanın sorumlulukları gibi içsel problemlerle boğuşurken piyasaya çıkmıştır.


Through the never 2013 yılında 3d olarak vizyona giren Metallica nın konser videolarını içeren bir filmdir.Konser sırasında Metallica adına çalışan bir gencin kendisine önemli bir görevin verilmesi üzerine başına gelenlerin anlatıldığı filmde ayrıca grubun 1.400.000 watt gücündeki Tesla Elekrik Kuleleri altında verdiği konserden de sahneler yer almakta. Film ayrıca bir müzik grubu için yapılan ilk 3boyutlu konser filmi olma özelliğini elinde bulunduruyor. Konusu ve eklenen konser parçalarıyla sizlere keyif dolu dakikalar yaşatacak olan bu filmi, metal müzik dinleyen arkadaşlara tavsiye edebilirim.1:30 saat süren bu belgeselde 16 parça bulunmaktadır.

1.The Ectasy of Gold 9.Cyanide 2.Creeping Death 10.And Justice For All 3.For Whom the Bell Tools 11.Master Of Puppets 4.Fuel 12.Battery 5.Ride The Lightning 13.Nothing Else Matters 6.One 14.Enter Sandman 7.The Memory Remains 15.Hit The Lights 8.Wherever I May Roam 16.Orion



Grup Hakkındaki Görüşlerim Metallica benim en çok dinlediğim ve sevdiğim gruptur. Metallica ile tanışmam 4 veya 5 sene öncesi kadardı.Arkadaşımın önerisi üzerine Nothing else matters şarkısını dinlemem le Metallica grubunu tanımış oldum.Şarkıyı okadar çok sevdimki arka arkaya 10-15 kez dinleyebiliryordum.Daha sonra “One” şarkısı ardından “Fade To Black” derken baktımki benim için vazgeçilmez bir hale geldi. Onları bu kadar sevmemin sebebi yaptıkları şarkılar ,yaşadıkları veya yaşanan hikayelerden oluşması belkide.Hayatlarındaki zorlukları,mutlulukları ve üzüntüleri notalarla anlatan bu grup bence dünyanın en iyi müzik grubu. Grup üyelerinin hepsini seviyorum.Yaptıkları müzikler olağanüstü.James vokal olarak mükemmel bir sese sahip,Kirk solo gitarın hakkını şüphesiz veriyor.Thrash metal yapan grupta bateri biraz sade kaldığı için Ulrich kendini fazla gösteremiyor.Robert çok iyi bir bas gitarist.Özellikle konserlerde oturarak çalmasını bayılıyorum.Ama bir efsane varki asla unutamam.Cliff Burton.


Bas gitarla electro gitarı susturabilen dünyanın en iyi bas gitaristiydi o.To live is To die şarkısı, Orion şarkısıyla bana bas gitarı sevdiren kişiydi o.Grupta değişen okadar üyenin aksine yeri doldurulamıyan tek üyeydi o. Yaşasaydı Metallica’yı çok daha iyi yerlere getirebilecek bir yeteneğe sahipti o.Adına şarkılar yapılan,eşsiz bas sololarıyla hayranlıkla dinleten Cliff Burton’ın yeri benim için başkadır. Metallica’nın en çok sevdiğim şarkıları hafif başlayıp daha sonra hızlanan şarkılardır.One,Fade To Black,Turn The Page,Astronomy,Mama said,Notihng Else Matters,Unforgiven ve King Nothing bunlardan bağzılarıdır. St.Anger albümü dışındaki bütün albümlerini dinlerim. Özelikle And Justice For All ve Master Of Puppets albümleri sen sevdiğim albümler arasındadır. Metallica’sadece metal müzik dinleyen kişilere müzik yapmıyor.Her yaştan veya tarzdan insanların dinleyebileceği, zaman zaman hareketli zaman zaman yavaş birçoğu duygusal anlam taşıyan onlarca şarkısı var. “Nothing Else Matters” şarkısı okadar beğenildiki birçok sanatçı ve gruptan tarafından coverlandı ve evrensel bir şarkı haline geldi artık.Müzikle arası çok iyi biri olarak Metallica grubunun yaptığı müzikleri dinlemenizi tavsiye ederim. “Müzik,sadece hissedebiliyorsanız gerçektir.” Metallica’yı hissedin. TANER DEDEOĞLU


Tüm nefretini gerek vokalin haykırarak gerekse de gitarın eşsiz riffleriyle dışarıya atan ve bağlandınmı kopması imkansız olan Metal müziğin en can alıcı dalından biridir. Nasıl ortaya çıkmıştır? Heavy metal müzik türünün bir alt dalı olan Thrash metal 1970’lerin sonlarına 1980lerin başlarına doğru yaygınlaşmaya başlamıştır.Bu dönemde NWOBHM(New Wave Of British Heavy Metal) ve Hardcore Punk müzik akımlarının bazı özelliklerini alarak yeni bir müzik türü orta””ya çıkmıştır.Benzer bir diğer tür olan Speed Metal’e göre çok daha fazla saldırgan özellikler taşır.Bu fark şarkı sözleri ve gitar riffleriyle açıkça anlaşılır.


Bazıları 1981 senesini Thrash Metal için dönüm noktası olarak görse de çoğu insan için hikaye çok daha eskiye dayanıyordu.Black Sabbath’ın “Symptom of the Universe’inde “(1975) ilk Thrash Riffi bulunuyordu .Hatta “İnto The Void” ve “ Children of the Grave”den bile bahsetmek mümkündü.Speed metalin önde gelen gruplarından Judas Priest’in 1978 yılındaki “ Stained Class” çalışmasında da Thrash metal izleri vardı.Grubun bateristi Les Blink’in tempolu ritminin aykrı bir gitar sounduyla birleştiği Tyrant’ın canlı versiyonu da Stüdyo kaydına göre Thrash Metale hayli yakındı.


1980- Thrash Metal 1980 li yılların başında Motörhead in yayınlanan Overkill albümü Thrash Metalin yaygınlaşmasında önemli bir rol oynamıştır.The Beast Within isimli şarkıda Thrash Metalin ilk şarkısı olarak kabul edilebilir.Daha sonra Leather Charm isimli grubun “ Hit the Lights” şarksı sıralamaya eklenebilir.James Herfield’ın bulunduğu bu grubun ömrü çokda uzun sürmemiştir.Aynı zamanda “Hit The Lights” şarkısı Metallica’nın Kill ‘Em All albümünde yer almıştır. 1983 ‘de Metallica Kill ‘em All ve Slayer’ın Show Nor Mercy albümleriyle Thrash Metal artık yükselmeye ve popülaritesini arttırmaya başlamıştı.1984’te Thrash Metal artık iyice yaygınlaşmış ve dünya çapında dinleyici kitlesine sahip olmaya başlamıştı.Metallica’nın Rida The Lighting, Anthrax’ın –Fistful of Metal, Slayer’ın-Hunting the Chapel albümleriyle Thrash Metal daha da yaygınlaşmaya başladı.1985 yılında ise bu türe yenı ortaklar katıldı.İleride en büyük 4 gruptan biri olacak olan Megadeth 1985 senesinde bu türe dahil oldu ve Killing is My Bussiness –And Business Is Good albümlerini çıkarttılar.1986 senesinde en iyi albümlerden biri olan Master Of Puppets piyasaya çıkmıştır.


Dünya çapında Thrash metal olarak en iyi 3 albümden biri olan Master Of Pupets Metallicanın ‘da çıkış sağladığı albümdü. Diğer albümler ise Kreator-Pleasure to Kill ,Dark Angel-Darkness Descends ve Slayer-Reign in Blood’dır.Bu 3 albümün diğer bir özelliği “Lanetli üçlü” ismi takılmasıdır.

1990- Thrash Metal 1990 yıllarda Thrash Metal artık yavaş yavaş ilgisini kaybetmeye başlamıştır.Nirvana’nın Nevermind albümüyle “Alternatif Rock” tarzında yeni bir çağ başlatmasıyla beraber Thrash Metal çok ağır bir yara aldı.90’lı yıllarda Thrash Metal adına sadece Pantera ve Slayer faaliyet gösterebildi. Metallica, Megadeth ve Anthrax grupları tarzlarını değiştirerek farklı türlerde albümler çıkardılar.2000’li yılların başlarına doğru bir silkelenme dönemi başladı ve büyük gruplar tekrar Thrash Metal türünde albümler çıkarmaya başladı.Death Magnetic,The System Has Failed ve Violent Revolution gibi albümlerle Thrash Metal tekrar alevlendi.


Günümüzde 2000’lerin başında yakalaığı enerjiyi korumaya başarmıştır.Gerek eski grupların bu türde çıkardıkları albümler gerek 2000’lerde bu türe katılan yeni gruplar Thrash Metali ayakta tutmayı başarmıştır.Kimine göre Thrash Metalin öldüğü söylensede Heavy Metalin bir alt dalı olan bu tür varlığını sürdürmeye devam etmektedir. TANER DEDEOĞLU





Bu filmde Jason Statham, geçmişini geride bırakıp yeni bir hayat kurmuş ve kızıyla birlikte küçük bir kasabada yaşayan eski bir DEA ajanı olan Phil Broker’ı canlandırıyor. Ajan Broker güllük gülistanlık bir hayat sürerken kızı Maddy Broker’ın (Izabela Vidovic) okulda karıştığı bir kavga sebebiyle yolu bir uyuşturucu kaçakçısıyla kesişir. Geçmişin intikamını almak isteyen bir grup Phil Broker ve kızının hayatını mahveder. 27 Kasım 2013 tarihinde Amerika’da prömiyeri yayınlanan film aksiyon, suç, gerilim tarzında Gary Fleder yönetmenliğinde izleyiciye sunuluyor. 1 saat 40 dakika süren filmin başrollerinde aksiyon ve gerilimin değişmez ismi Jason Statham, 127 saatin yıldızı James Franco, Under the Dome’un Julia Shumway’i Rachelle Lefevre bulunuyor. Filmi Chuck Logan’ın aynı isimli romanından uyarlayanın da Sylvester Stallone olduğunu es geçmeyelim. İzlemeden önce hakkında yapılan birkaç yoruma bakmıştım sadece. Bazıları Jason Statham’ın sadece para için çektiği sıradan filmler gibi görmüş bu filmi. Her sinema seyircisinin zihninde Jason Statham’ın ayrı bir yeri vardır.


Bu filmi sırf bu yüzden izlemek isteyebilirsiniz. Ben de bu yüzden izlemiştim. Senaryo ne olursa olsun Jason Statham her filme yakışıyor ve filmde o olunca gerisinin pek bir önemi kalmıyor. O duruşu o yetenekleri o mimikleri ve tabiki o aksanı. Bu filmde de Jason Statham olayları anlamaya başladıkça gerilim kat kat artmaya başlıyor ve en yüksek seviyede film bitene kadar devam ediyor. Klasik senaryosuna rağmen nefeslerinizi kesecek ve gerilimi bir an olsun azalmayan bir Jason Statham filmi. FURKAN ÖZDEN


86. OSCAR ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU En İyi Film: “12 Years a Slave “ En İyi Erkek Oyuncu: Matthew McConaughey, “Dallas Buyers Club” En İyi Kadın Oyuncu: Cate Blanchett, “Blue Jasmine” En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Jared Leto, “Dallas Buyers Club” En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Lupita Nyong’o, “12 Years a Slave” En İyi Yönetmen: Alfonso Cuaron, “Gravity” En İyi Yabancı Dilde Film: “The Great Beauty,” İtalya En İyi Uyarlama Senaryo: John Ridley, “12 Years a Slave” En İyi Özgün Senaryo: Spike Jonze, “Her” En İyi Animasyon Film: “Frozen” En İyi Prodüksiyon Tasarımı: “The Great Gatsby” En İyi Görüntü Yönetmenliği: “Gravity” En İyi Ses Miksajı: “Gravity” En İyi Ses Kurgusu: “Gravity” En İyi Özgün Film Müziği: “Gravity,” Steven Price En İyi Orijinal Şarkı: “Let It Go” - “Frozen” En İyi Kostüm Tasarımı: “The Great Gatsby” En İyi Saç & Makyaj: “Dallas Buyers Club” En İyi Kısa Animasyon: “Mr. Hublot” En İyi Belgesel: “20 Feet from Stardom” En İyi Kısa Belgesel : “The Lady in Number 6: Music Saved My Life” En İyi Kurgu: “Gravity” En İyi Kısa Film: “Helium” En İyi Görsel Efekt: “Gravity”









BANİSHED Shining Rock Studios’un yeni şehir kurma simülasyonu “Banished” dün akşam 18 Şubat 2014 tarihinde Türkiye saatiyle 20:00’da Steam ve GOG’da $19.99 fiyatla satışa sunuldu. Oyun 32-bit ve 64-bit sürümünün yanında DirectX 9 ve 11 desteğiyle geldi. Oyun harika grafiklerine rağmen her bilgisayarın kaldırabileceği nitelikte tasarlanmış. Performans bakımından bir sorun yaşayacağınızı zannetmiyorum. Banished, adından da anlaşılacağı üzere vatanlarından sürgün edilmiş bir grup insana yaşam alanı bulup onların hayatta kalmasını sağladığımız bir şehir kurma temalı strateji oyunu. Oyun başladığında halkımız sürgün edildiği için sırtlarında bir çantaları yanlarında birkaç küçük yapı bulunuyor. Oyundaki öncelikli amacımız hayatta kalmak. Bu nedenle oyuna tarla yapımıyla başlamak en uygunu oluyor. Oyunun en sevdiğim yanı ise mevsimlerin gelip geçmesi ve birtakım doğal afetlerin görülmesi. Bu da hayatta kalmamızı zorlaştırıyor tabi. Bunun yanında insanlar için ev, hastane, berber ve avcı kulübesi gibi yapılar yapabiliyorsunuz. Hastalık tedavisi için oyunda aktar iş bölümü de bulunuyor. Oyunda aktar gibi tam 19 tane iş bölümü var. Bir süre tarım yaptıktan sonra o bölgedeki tarım alanları birçok farklı sebepten dolayı harap olabiliyor. Bu da bulunduğunuz yerden göç edip aynı harita üzerinde farklı bir şehir kurmanızı zorunlu kılıyor.


Yönettiğiniz şehirdeki her insanın, bir yaşı, bir cinsiyeti ve refah seviyesi var. Oyundaki Event Log kısmından şehirde olup bitenlere göz atabiliyor kaç çocuk doğduğunu, adının ne olduğunu görebiliyorsunuz. Event Log kısmında size bildirilen şeyler bunlarla sınırlı değil. Stoğunuz ile ilgili uyarılar, kimin ölüp kimin doğduğu, halkın mutluluk seviyesi gibi şeyler de size bildiriliyor. Banished’de ağaç, maden ve yiyeceğin yanında bir sürü kaynak var. Eğer bunlar da yetmezse yurt dışı ile limanlarınız sayesinde ticaret yapabiliyorsunuz. Ama dikkat edin! Eğer ticareti yurt dışından yapıyorsanız gelen mallarda salgın hastalık riski olabilir. ‘Bir şehrin başarısı veya başarısızlığı kaynakların uygun yönetimi ve aldığınız risklere bağlı.’ FURKAN ÖZDEN










BATTLEFİELD 4 Hikayemiz 2020 yılında, önceki oyundan 6 yıl sonra geçiyor.Birleşik devletler ile Rusya arasındaki savaşı anlatan bu oyunda bir çok ülke ve şehri geziyoruz.Hikayemizde Admiral Chang adlı karakter Çin hükümetini devirmek için Jin Jie adlı karaktere suikast planları yapıyor.Jin Jie Çin’in gelecekteki lider adayı ve barışın en büyük temsilcisi olarak görülüyor.Eğer bu plan işler ve Jin Jie öldürülürse Rusya ve Çin İttifak olup Amerikaya karşı cephe alacaklar.Amerika’ya olan savaşta böyle bir ortaklıkdan daha korkutucu birşey olamazdı.Hikayede Tombstone bölüğünden, Çavuş Daniel Recker’ı kontrol ediyoruz. Oyundaki amacımız Jin Jie’yi Chang’e karşı korumak ve olası bir savaşın önüne geçmek. Tombstone ekibi olarak gezdiğimiz ülkeler, Baku, Shanghai, South China Sea, Singapore, Kunlun Mountains, Tashgar ve Suez olarak sıralanıyor. Tek kişilik bölümler boyunca ziyaret ettiğimiz her yeni ülke, içerisinde bambaşka haritalara ve savaş alanlarına sahip. Grafik optimizasyonlarının en üst seviye kullanıldığını farklı bölgelerde rahatlıkla görebiliyoruz. Özellikle ufuk çizgisi ve çevreye dağılan detaylar muazzam kalitedeler.


Battlefield 4 de klasik Battlefield serilerinde olan dört farklı silah kategorisi bulunuyor. Özellikle üçüncü oyunda bu sistemin ne kadar efektif olduğunu hep beraber deneyim etmiştik ve açıkçası bizler için de aynı dört sınıfa sadık kalınması çok doğru bir karar oldu. Bilmeyenler için kısaca hatırlatmak gerekirse, Assault; Carbines, DMR, Shotgun, Assault Rifle gibi silahları kullanabilen, düşeni kaldırabilen bir sınıfken, Engineer daha ziyade dost zırhlıları tamir edebilen düşman zırhlılarını havaya uçurabilen bir sınıf. PDW, Carbine, DMR ve Shotgun sınıfın spesifik silahlarını oluşturuyor. Support ise adından da anlaşılabileceği üzere destek sınıfı. Heavy Gunner olarak en ağır silahları sırtlanabilen sınıf, ekibe sağladığı mühimmat ile ön plana çıkıyor. Recon ise Sniper Rifle kullandığı gibi uzak mesafelerden takım arkadaşlarını uyarabilen tek sınıf. Battlefield serileri her ne kadar oynanış şeki ve grafik optimizasyonları en üst seviyede olsa da senaryo bakımından Call Of Duty’nin gölgesinden çıkmayı başaramıyor..Multiplayer moduna daha çok önem verip Singleplayer’da geride kalan Battlefield bu yönden oyuncu kaybettiği söylenebilir.Özellikle Battlefield 4 de oyunun multiplayer modunda helikopterler,jet ucaklar,tanklar vb. Birçok savaş aracı kullanılırken singleplayer modunda yok denecek kadar az.Sadece Kara ve denizde çatışmalar olan oyunda hava savaşları maalesef bulunmamaktadır.


OYUN HAKKINDA Oyun esnasında çeşitli silahlara sahip olabiliyoruz.4 kategoride ayrı ayrı 4 farklı silah taşıyabiliyoruz.Silah kategorisi olarak üst seviye silahları kullanmak için alt seviyedeki silahlarla puan kazanmamız gerekiyor.1 ve 2. Kategorilerde genellikle makinalı veya sniper tarzında silahlar taşıyabiliyoruz.3.kategoride Grenade Launcher tarzında ağır ve AEO hasar verebilen silahlar taşıyabiliyoruz.4. ve son kategorimizde “Tank” ve “Helikopterleri” imha etmek için bazuka türünde ağır patlayıcılar taşıyabiliyoruz. 64 kişilik devasa haritalardan bahsettiğimiz BF4 içerisinde, pek tabii ilk oyunundan beri araçlar eksik olmuyor. Bir dönemin efsane zorluğa sahip olan helikopter kullanımı artık çok daha kolay... Genel kolaylaştırmanın yanı sıra, oyuna yabancı olanların da düşünüldüğü harika bir Test Range ile bizlere el sallıyor BF4 içerisinde. Bu sayede oyuna girmeden önce araçların ne şekilde kontrol edildiklerini deneyip ediyor ve savaşın ortasında etrafa yüzüne ışık tutulmuş tavşan gibi bakmıyoruz. Araçlara kabaca bakacak olursak; uçak olarak AC-130 Gunship ile listeye başlayabiliriz. Akabinde, hücum helikopteri olarak AH-1Z Viper, Mi28 Havoc ve Z-10W ile listeye devam etmemiz mümkün. Ana hücum tankları arasındaysa M1 Abrams, T-90A ve TYPE 99 MBT bulunmakta. Bot kısmındaysa RHIB Boat, hızlı saldırı gemileri arasındaysa DV-15 ve RCB gibi cihazlar bize göz kırpıyorlar. Saldırı Jetleri, görünmez Jetler, Piyade zırhlıları, transport zırhlıları, uçak savar cihazları ve daha niceleri... Anlayacağınız BF4 yine tam takım sahaya inmiş durumda.


MULTİPLAYER MODU BF4 7 farklı multiplayer modda ve 10 adet farklı haritaya sahip.Premium paket ve gelen pactlerde harita sayıları artmış bulunmaktadır.Xbox 360 ve PS3 kullanıcıları için 12’ye 12 şeklinde oyun modları vardır.Pc,PS4 ve Xbox One için 32’ye 32 64 kişilik dev haritalar mevcut.Bu modda seçilebilecek takımlar arasında Amerika, Çin ve Rusya bulunmaktadır. 3 Farklı sunucu modeli bulunmaktadır. Official Yeni oyuncular için hazırlanmış, Defuse game mod esnasında en çok 10 oyuncuya izin veren bir moddur. Ranked Genel geçer sunucu ayarlarından daha farklı kurallara sahip bir mod ve Defuse game mod esnasında en fazla altı oyuncuya izin veriyor. Unranked Defuse game mode için 16 kişiye kadar destek veren sunucu, oyuna göre şekil alan kurallara sahip. Haritalara bakacak olursa: Dawnbreaker Flood Zone Golmud Railway Hainan Resort Lancang Dam Operation Locker Paracel Storm Rogue Transmission Siege of Shanghai Zavod 311 Yukarıda da bahsettiğim gibi indirilebilir içeriklerle yepyeni haritaların oyuna ekleneceği de bir gerçek. TANER DEDEOĞLU


SÜRREALİZM 20. yüzyılın başlarında André Breton tarafından Freud’un görüşlerine (psikanaliz yöntemi) dayanılarak açılan bir sanat akımıdır. Sürrealizmin bilgi ve esin kaynağı olan Freud’a göre, insanoğlunun dış dünyasından edindiği alışkanlıklar, istekler bilinçaltında toplanır. Bu istekler düş (rüya, yarı rüya) durumunda çözülerek ortaya çıkar. Sürrealistler. Freud’un bu görüşünü edebiyata uygulamışlar ve bir anlamda bilinçaltının, bilinç alanına olan egemenliğini savunmuşlardır. André Breton, sürrealizmle ilgili düşüncelerini şu sözlerle açıklar: “Sürrealizm, bugüne kadar ihmal edilmiş olan bazı çağrışım biçimlerinin yüksek gerçekliği, rüyanın büyük kudreti, düşüncenin karşılıksız oyunu hakkındaki inanışa dayanıyor. Sürrealizm, diğer bütün ruhsal mekanizmaları tamamen ortadan kaldırmayı ve hayatın başlıca sorunlarının çözümünde onların yerini almayı amaç edinir. Sürrealizm, 20. yüzyılın en önemli düşünce hareketlerinden biri sayılır. Günümüzün hemen bütün sanat kollarında bu akımın etkisi görülür. Sürrealizmin Akımının Özellikleri Bilinçaltının, bilinç alanına olan egemenliği savunulur. Aynca bilinç ile bilinç dışını birleştirme esas alınır. İçinden geldiği gibi yazmak bu akımın en belirgin özelliğidir. Akılcılığın karşısında olan sürrealistler, geleneksel ve biçime dayalı inanç ve değerleri düşünceden silmişlerdir. Sürrealist şairlerin dizelerindeki sözcükler, mantıksal bir sıra izlemek yerine bilinçdışı psikolojik süreçlerle bir araya gelir.


Sürrealizmin Temsilcileri André Breton Paul Eluard Louis Aragon Türk edebiyatında sürrealizmin temsilcileri: Garip akımı şairleri Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat Horozcu bu akımdan etkilenmişlerdir.


André Breton Kimdir? André Breton; 19 Şubat 1896 tarihinde Normandiya’ da dünyaya gelmiştir. Sürrealizm yani Gerçeküstü akımın lideri olarak da anılmaktadır. Aldığı tıp ve psikiyatri eğitimin yanı sıra otonom yazı tekniğini ortaya çıkararak edebiyat dünyasına bambaşka bir soluk kazandırmıştır. Breton, lideri olduğu Sürrealizm akımının kurallarını Gerçeküstü Manifesto adı altında yayınlayarak kendisini bir teorisyen olduğunu kanıtlamıştır. Fransız şair ve yazar Breton, 1. Dünya Savaşı’nda aldığı psikiyatri ve tıp eğitimi nedeniyle nöroloji koğuşunda hizmet vermiştir. André Breton, henüz 1919 yılında Gerçeküstü akımın temellerini atmaya başlamıştır. 1919 yılında sonradan ortak birçok işe imza atacakları Philippe Soupault, Tristan Tzara ve Louis Aragon ile görüşmeler yapmıştır. Yazın dünyasının önde gelen bu isimleri ile çeşitli etkilenişler yaşayan André Breton, Tristan Tzara ile Dadaizm’i tanımış ve bu akım ile bir nevi Sürrealist akımın da temellerini atmıştır. Yine bu yıllarda Breton, Edebiyat adlı bir dergi de kurmuştur. Edebiyat için son derece önemli olan ve tüm dünyayı etkileyen Gerçeküstü akım 1924 yılında Breton tarafında bir manifesto ile duyurulur. Akımın insanlığa duyurulması ile birlikte dünyanın önde gelen yazarları bir araya gelirler. Bu yazarlar arasında dadaist olarak da bilinen Paul Eluard, Philippe Soupault, Louis Aragon, Antonin Artaud, Benjamin Peret ve daha sonra akımı terk edecek olan Robert Desnos gibi birçok önemli isim bulunmaktadır. Akım, kısa zamanda tüm edebiyatının da ötesinde birçok sanat dalını etkilemiştir. Özellikle de resim sanatında Gerçeküstü sanatçılar giderek artmıştır.


Akım, sanat dallarına yayılırken André Breton, birkaç yıl sonra Fransız Komünist Partisi’ne girer ancak 1933 yılında partiden atılır. 1938 yılında Breton, Meksika’da Ekim Devrimi’’nin ve Rus siyaset tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Lev Troçki ile tanışır. Bu tanışma sonrasında Breton ve Troçki ‘Özgür Bir Sanat İçin’ adı altında bir manifesto yazarlar. Müşterek olarak kaleme aldıkları bu manifesto büyük yankı uyandırır. Meksika’da bir süre yaşayan Breton, daha sonra ülkesine döner ancak iktidar ve Breton bir türlü anlaşamaz ve ABD’ye sığınır. Bir süre Karayip’te yaşayan André Breton, tekrar ülkesine geri dönüş yapar. Ülkesinin emperyalist tutumunu eleştiren ve özellikle de Fransa’nın Cezayir sömürüsünü hedef alan bir manifesto yazan Breton, benzer konularda birçok yazı kaleme alır. 28 Eylül 1966 yılında yaşama veda eden André Breton, geride tüm dünyayı hâlâ etkileyen bir akım miras bırakmıştır. Eserleri *Nadja *Çılgın Aşk adında iki romanı vardır. *Bu iki romanın yanı sıra André Bretonun Poéms yani Şiirler başlığı ile yayımladığı şiir kitabı da bulunmaktadır.


Paul Éluard, Kimdir? Fransız şiirinin en önemli isimlerinden Paul Éluard, 14 Aralık 1985 tarihinde Fransa- Sanit Danies’de dünyaya gelmiştir. Asıl adı “Eguéne Grindel” olan Éluard, Dadaizm’in ve Sürrealizm’in en önemli şairlerindendir. Çocukluk döneminin bir kısmını Saint Danies’de geçiren Éluard, on iki yaşında Paris’e yerleşerek Ecole Cobbert’e kaydolur. Verem hastalığına yakalanan Éluard, 1912 yılında İsviçre- Davos’ta bir sanatoryuma yerleşir. Burada Éluard, akciğerlerinden tedavi görürken Rus bir bayanla tanışır ve bir evlilik gerçekleştirir. Bir yıl bu sanatoryumda tedavi gördükten sonra Éluard, iyileşir ve taburcu olur. Daha sonra Fransız şair, 1. Dünya Savaşı’nın çıkması ile cephede çeşitli görevler alır. Uzun bir müddet cephede kalan Éluard, savaşı her açıdan görmüştür ve yaşadıkları onun ruhunda derin izleri bırakmıştır. Nitekim Fransız şair, savaş ve savaşın yarattığı yaraları yapıtlarında da kaleme almıştır. Bu yıllarda ”Ödev ve Tasa”, ”Barış İçin Şiirler” adlı kitaplarını yayımlamıştır. Her iki kitapta da yer alan şiirleri, Jean Paulhan tarafından fark edilmiştir. O sıralar bir dergide müdürlük yapan Pulhan, Éluard’a ulaşmış ve onu önemli şairler ile tanıştırmıştır. Bu tanışmalar Éluard’ın edebi dünyasını büyük oranda etkilemiştir.


Pulhan’ın müdürlüğünü yaptığı dergide şiirlerini yayımlayan Éluard, edebiyat otoritelerini en önemli isimlerinden Louis Aragon ve André Breton ile tanışır. Sürrealizm akımının önemli temsilcileri arasında sayılan Aragon, Breton ve Éluard’ın yolları bir süre sonra politik farklılıklardan dolayı ayrılır. Éluard, yazdığı Dadaist şiirleri yayımlamaya devam ederken ilk evliliğini nihayete erdirerek Maria Benz adlı bir bayan ile evlenir. Sanat yaşamını yanı sıra politik duruşuyla da kendisini tamamlayan Éluard, 1926 yılında Fransız Komünist Partisi’ne üye olur. Ancak bu üyelik ancak 1933 yılına kadar sürecektir. Söz konusu tarihte Fransız şair, partisinden ihraç edilir. 1936 yılında İspanya İç Savaşı’na katılarak Cumhuriyetçileri destekleyen Éluard, kurucularında biri oluğu Sürrealist akımdan ayrılır. Daha sonra cereyan eden 2. Dünya Savaşı ile Éluard, askere çağrılır ve Fransız direniş hareketinde ciddi bir mücadeleye imza atar. Bu mücadele neticesinde Éluard, yazığı şiirlerle de ününü duyurmaya başlamıştır. Söz konusu günlerde yazdığı şiirlerde büyük bir biçimde özgürlük, hürriyet naraları atan Paul Éluard’ın ‘Özgürlük’ adlı şiiri günümüzde de bestelenmiş ve dile getirilmiştir. Büyük bir şair ve ülkesi için önemli bir direnişçi olan Paul Éluard, 1952 yılında kalp krizi geçirerek yaşama veda etmiştir.


Edebi Kişiliği Paul Éluard, hem Dada akım hem de kurucuları arasında yer aldığı ancak daha sonra ayrıldığı Gerçeküstü akımın özellikleri ile birçok şiir kaleme almıştır. Birbirine paralel bu iki akımın dışında Éluard, büyük bir şair duyarlılığıyla özgürlüğü, savaşı ve bunun yanı sıra farklı bir lirizm ile aşkı işlediği şiirleri de imza atmıştır. Yalın bir şiir anlayışı ile kalemin kullanan Éluard, çok yönlü bir şair olarak gerek yaşadığı çağın gerekse bu çağın önemli şiir adamları olarak sayılmaktadır. Hümanist bir duyguyu rahatça şiirlerine aşılayan, ardından gelen birçok önemli şairin şiir görüşünü de etkilemeyi başarmıştır. 3. Eserleri *Görev ve Kavga *Barış İçin Şiirler *Acının Başkenti *Ölmemekten Ölmek *Dolambaçsız Yaşam *Gala’ya Mektuplar *Halk Gülü *Lekesiz Döllenme *Yaşamın Gerekleri ve Düşlerin Sonuçları *Aşk *Siyasi Şiirler *Alman Bululması *Kesintisiz Şiir


Louis Aragon Kimdir ? Önceleri, Dada akımının öncüleri arasında sayılıyordu, sonradan André Breton ve Philippe Soupault ile birlikte bu yüzyılın en önemli şiir akımı olan Sürrealizm’in kurucularından biri oldu. Bugüne kadar şiir, roman, eleştiri, deneme, çeviri olarak 61 kitabı yayımladı. Aragon’un ünü, öte yandan, II. Dünya Savaşı’nda gizli karşı koyma hareketiyle daha bir büyümüştür. Le Paysan de Paris adlı romanı, gerçeküstücülüğün en güzel örneklerinden biri olarak gösterilmektedir. Charles d’Orléans’dan, Victor Hugo’ya değin uzayan bir şiir çizgisini sürdürür gibidir. Açık yazan ozanlardandır, birçok şiirleri bu yüzden şarkı haline getirilmiştir. Aragon romancı olarak da ün yapmıştır, çağdaş romanında önemli bir yer tutar. Birkaç çevirisi de vardır. 24 Aralık 1982’de Paris’te ölmüştür.

EBRU YENİCEVARDARLI







Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.