Poetika E- Dergi Sayı 10

Page 1


KARMAKARIŞIK Hiçlik Her sabahta bu sabah gibi aynıydı. Bilgisayarım, kitaplarım, telefonum, kalp ağrılarım... Sorun da burada başlıyordu zaten. Hayata çiziktirdiğim karalama kağıtlarında kalmasını istemiyorum bazı şeylerin. Artık inanmıyorum saçmasapan yunan yalanlarına. “Değişmeyen tek şey değişimin kendisi” ‘ymiş. Heraklitosun sadece kendini kandırmasından başka bir zırva olmayan basit bir söz sadece. Sayısız neden arasında yokolmuş olan tabuları yıkamıyorum, benliğime yapışmış olan şeyleri Yalnızlık Yok işte. 5 metre karelik hayallerimde, hiç tanımadığım, asla anlayamadığım ve anlayamayacağım bir ruhun tutaklığında şaircilik oynamaktan başka bir bok yapmıyorum. Hani değişim ? Nerede ? Kiminle ? Hayatın bana sunduklarıyla en baştan başlıyorum mesela. Ne var elimde ? Boşboş


Bir tek pencere, derdimi anlattığım boş kağıtlar, gözümün yalnızlıklarını sildiğim bir tutam peçete. Başka ne var ? Hayatın bana sunduğu şeyleri değerlendirememek midir bu yoksa Hayatın bana ekstra şeyler sunmaması mıdır ? Bilinmezlik Bu sevmek denilen olgu bağımlılık değil. Tüm sevmeler kadınlara ait de değil. Ölüm de sevilebilir mesela. Her kalp atışını dinlediğinde ölüme bir adım daha yaklaştığını düşündün mü hiç ? Ölüm de sevilir. Kurtulmak tüm acılardan ruhunu teslim ettikten sonra. Her adım daha da yaklaştırır seni. Son Saatin her tik tak sesinde kağıtlarıma el sallıyorum. Saatler aslında zamansızdır. Sevmemem de zaten bu yüzden, hafızamdaki bu şişkin düşünceyi sindiremedim. İçim de var mesela. Elimde olmasa da zulamda olan. Ben içerim. Kimseye de sormam. Maske takmam neysem oyum. İnsanların bu maske ticaretine de alet olmadım. İki yüzlülük


Papazın günah çıkarması gibi miğdemi bulandıran kelimeleri kusuyorum adeta sevmek gibi bir günahı işlemişcesine. Kabız bir hayatın sağ kalma düellosundan, geçmişimin trajikomik can kıırntılarını avuçlarımdan aşağı döküyorum. Bundan zevk alıyorum. Zihnimi turmalayan cinayet kokan saatlere sağırdım. Denedim ama başaramadım. Başarının tadını ben hiç alamadım. Başarısızlık Ben hiç değişmedim işte. Kaç tur oynadıysam türlü oyunları, kazanamadım belki de. Vaadettiklerim kimseyi tatmin etmedi. Kalbimin kirini kağıtlara serdim ben, tertemiz duygularla karşınızda oldum, anlamadınız. Anlamsız Yine ben buracıkta susuyorum işte. Değiştirilemeyecek olan geleceğimle. Birazcıkta olsa ümit var, biliyorum. İklim biraz bozdu beni. Sıcağı sevmedim, soğuk sercih ettim. Çırılçıplak düşünceler istedim. Fırıldaksız, çıkarsız, bencil ve savurgan olmayan. Koskoca okyanusta doğrularımla baş başa kalmak artık, en çok sevdiğim şeyler arasında.


Balık kılçığı gibi takıldın boğazıma. İstesen çıkarabilirsin ama ölümümü izler gibisin. İyi niyetimi suistimal etmene ramak kalmışken, hak hukuk aramıyorum artık. Son bir fırtına daha beklerim artık, beni katsın içine diye. Bir an önce CEMRE BÜKRÜK


Aşk Düeti Gönlümü kaptırmışım ben sana Özlemiş dudaklarım dudaklarını Zarara uğramış bedenim yokluğunda Ellerinin içindeki sıcaklığı Renkli kişiliğini İncecik kaşlarını özlemişim Kalbimin inmiş ücra köşelerini aşk. Ağlamış kalbim hasretine Garip kalmış sol yanım Lüle lüle saçlarını okşamayı özlemiş ellerim Aramış sesini kulaklarım Maruz kalmış yüreğim aşk seline Islanmış senin yağmurunla kalbim Şahit olmuş gözlerim aşk düetine

UFUK SİLİK


Dayan Bu Acıya Kalbim

Dayan kalbim üstüne tuz basan acılara Ağlayıp yorma kendini, sonu gelmez acılar için Yalvarma senin canını yakanlara Avazın çıktığı kadar bağır kaderine N’olur dayan kalbim seni yakan acılara. Ağlama kalbim N’olur ağlama Cevap verme seni bu hale sokanlara Yavaş yavaş kalk ayağa, ant iç Karşı koy acılara Lanet oku yüzlerine İnan sileceksin onları defterinden N’olur dayan kalbim seni yakan acılara.

UFUK SİLİK


SEVİYOR / SEVMİYOR Yine perşembeydi günlerden Hüzün doluydu içim Yanımda duran papatyadan Bir tane kopardım Başlamıştım her âşık gibi Seviyor sevmiyor masalına İlk yaprağı kopardım. Seviyor Gözlerimin içindeki maviliği Sevmiyor Sağ tarafımdan kalkışımı Seviyor Ona gülümseyişimi Sevmiyor Ona kızdığım zaman yüzüne bakmayışımı Seviyor Deniz kenarında boynuna sarılışımı Sevmiyor Hüzün dolu zamanlarımı Seviyor Ona aşkım dediğim anları.... UFUK SİLİK



YAS Fısıldayışlar arasından bir çığlık, Sükût-u hayal ile sarsılmış bir ruhun Yerle bir oluş ağıtı... Tanrı’nın gözlerinden düşen bir melek, Bir meleğin gözlerinden düşen bir umut Ve umut ederek unutulan bir ışıksızın dirilişi gibi... Dudaklarında inkâr var ! En sert notalara basarak isyanı evrene taşıyan bir piyanist misali haykırırken onlara Sessizce dinlerlerdi. Zamanında köleliği doğru sayan bir toplum O ânda da sessizce dilendirilmedi mi? “- Konuşun, bağırın, fısıldamayın, sessiz kalmayın. Özgürlük bu.” dedi.


Korku ile kavrulan ruhlar, Bir bir düştü tutsak olduğu yollara... “- Yasalar, kuramlar, kurallar, doğrular.” Barış getirdiği savunulan, Savaş doğuran tüm bu yanılgılar. Çöküşe bir adım kala, Ardına bakmak... Toprak, avuçlarından çekilirken Toprağa sığınmak gibi... “- Ve yeniden var olman için Bir meleğin seni dilemesi...” - İmkansızdı. Var olan tek gerçek ihanet olduğunda, Maskelere bürünürdü saf ve temiz olan... Evrenin bir yasası değildi bu, Yasıydı.

EBRU YENİCEVARDARLI


AŞK ÇOCUK GİBİDİR Azarlanmış bir çocuk gibi ağlıyor aşk Değeri yokmuş gibi hor kullanıyorlar onu Bir bilseler kendisine değer vermeyenlere küstüğünü Dinleseler aşkı, kulak verseler Neler söyleyecek belki. İzliyor gerçekten kendisini arayanları Nasıl izliyor bir görseniz Az kulağı sevgi sözcükleri duysa Sol yanı kıpırdansa Kalkıyor ayağa

Ve aşk biliyor kendisine eziyet edenleri Unutmuyor, ayrılıp gidenleri.

UFUK SİLİK ”



‘‘ - Öyle ki, Teninde notalar barındırırcasına her dokunuşumda kelimeler süzülürdü dudaklarımdan... Ahenk vardı gözbebeklerinde, çorak topraklar filizlenirdi bir bakışı ile... Tasviri yok bunun. O gülümserdi. Bir melek var olurdu Tanrı’nın avuçlarında..”

EBRU YENİCEVARDARLI



‘- SENİ SEVİYORUM DİYEMİYORUM.’

Seni seviyorum demeyi çok istiyorum. Sevgimi anlatmak istiyorum Körelmiş sözcüklerimle Senle konuşmamı engelleyen, İçimdeki utangaçlık diye düşünüyorum Bu yüzden cesaretimi toplayıp Seni seviyorum diyemiyorum

UFUK SİLİK ”-


‘‘-Benliğimde yankılanan sensizlik çanları rüzgar ile fısıldaşırken ‘ aşk’ diye bir meleğin katline daha boyun eğiyorum. Şimdi gözlerini kapat Josephine, Sadece seni diliyorum.” EBRU YENİCEVARDARLI


Ve Hüzün sarmaşıkları saçlarına bir örgü ile işlenmişti. Karanlık, bedenini saran bir geceyi anımsatıyordu. Teninden süzülen gözyaşları ise düş yıldızları misali Avuçlarından bir bir gömülüyorlardı toprağa... Dudaklarında, Anlam veremediğim bir karamaşa.. Buruk bir ton ile intihar ederken kelimeler İçimi sızlatan o masumiyetin çöküşü ! ‘- Jessica, bu sen değilsin.’

EBRU YENİCEVARDARLI





‘‘ -Ben uzayda doğdum. Güneşin yüzüme vurduğunu hiç hissetmedim. Gerçek havayı soluyup suda yüzmedim.’’ 97 yıl önce yaşanan nükleer kıyamet sonucunda insanoğlu kendi kendini yok etmiş, Dünya’nın bir kısmını yaşanmaz hale getirmiş ve medeniyet denilen kavramı yeryüzünden silmiştir. Bu nükleer kıyametten kurtulanlar felaket sırasında 12 uluslararası uzay istasyonuna sığınan 400 kişidir. Yıllar geçtikçe nüfus artmış ve bu insanların sayıları 4000’i bulmuştur. 12 uzay istasyonu artık birbirine bağlıdır ve sadece tek bir amaçları vardır... Hayatta kalmak. Fakat nüfus artışı sebebiyle salgın hastalıklar başlar ve oksijen yetmezliği birçok kişinin kronik hastalıklara yakalanmasına sebep olur. Yönetim buna bir çare bulabilmek için istasyondaki 100 genç mahkumu yaşanabilir olup olmadığını test etmek için Dünya’ya yollarlar. Dizimizin ana senaryosu bu. Evet, ben de ilk başta okuduğumda çok çekici bulmuştum. Kıyamet senaryolarına sahip diziler listemde her zaman bir numaradadırlar. Fakat izlemeye başladıktan sonra bir sürü mantık hatası ve klişeler beraberinde geldi. Sanırım hayata pozitif bakan biri olduğum halde bu dizi hakkında olumlu pek fazla bir şey yazamayacağım.


*Bu satırdan sonra anlattıklarım izlemeyenler için ileriye dönük bilgi (spoiler) içermektedir. Şu televizyonlarda akşam 8’den sonra başlayan filmleri bilirsiniz. Genelde izleyicisi az olan kanalların yayınladığı filmlerde yer alırlar. Doğru bildiniz. Kendi başlarına birşeyler yapmak isteyen ıssız bir ormana kamp yapmaya gidip bir psikopatın pençesinde yaşamla boğuşan gençlerden bahsediyorum. Uzaydan Dünya’ya gelene kadar iyiydi. Ta ki Octavia (Marie Avgeropoulos) o yeşil çime basana dek. O dakikadan sonra kamera herkesi objektife alarak bir çekim yaptı. ‘Yapma be!’ dedim içimden. O kadar adam nasıl eksilecek de bir grup öne çıkacak. Çünkü sayı ne kadar fazla olursa senaryo o kadar dağılır kanımca. Bu yazıyı diziden beş bölüm izledikten sonra yazıyorum ve şu an sanırım 80 civarı kişi kaldı.


Fakat şöyle de bir şey var. Diziyi tutsa tutsa şu başta Finn’in (Thomas McDonell) ‘Grounders’ diye hitap ettiği felaketten bir yolunu bulup sağ çıkmış insanlar ayakta tutar. İlk bölümde Jasper’a (Devon Bostick) saplanan devasa mızrak bunların radyasyonun etkisiyle mutasyona uğramış etçil yaratık türünde bir ırk zannetmeme neden oldu. Fakat kendilerini beşinci bölümün sonunda gösterdiler. Zaten diziye dahil olduklarından beri ne zaman çıkacaklar diye bakıyorduk. Kadro her ne kadar kamp yapmaya giden ergen grubunu çağrıştırsa da bence başroldeki oyuncular bu tabuyu yıkıyor. Öyle ki grubun yaş ortalaması araştırdığım kadarıyla 23 civarında. Bu da onları genç yetişkin grubuna sokar. Sergiledikleri davranışlara bir şey diyemeyeceğim. Özellikle ilk iki bölümde Bellamy’nin (Bob Morley) ‘Asarım! keserim!’ muhabbeti canımı sıkmıştı. Şu ana kadarki gözlemlerim neticesinde diziyi iki karakterin götüreceğini düşünüyorum. Clarke Griffin (Eliza Taylor) ve Bellamy Blake (Bob Morley). Finn’i sorarsanız, bu iki karakterin gölgesinde kalacağını düşünüyorum. Raven’in (Lindsey Morgan) Dünya’ya iniş yapmasıyla ne kadar arkadaşça tavır sergilese de Clarke ile aralarındaki bir mesafe olacaktır.


Bir de kafamı karıştıran bir durum var. İlk bölümde birbirine güvenmeyenler şimdi sıkı fıkı oldular. Bunun olması için 3 bölüm bence çok az. Ya olaylar çabuk gelişiyor ya da yönetmen izleyici kapmaya çalışıyor. Belki de ortak düşmanları nedeniyle birbirlerine güvenmek zorundalar. Ama olaya bir de olumlu yanından bakın. Dizi Kass Morgan’ın ‘The Hundred’ isimli kitap serisine dayanıyor. Yani elde hazır senaryo var. Umarım senarist bunu mahvetmez. FURKAN ÖZDEN


BAK BİZİM ŞARKIMIZI ÇALIYORLAR

Oyunda ünlü ve başarılı bir besteci olan Vernon Gersch ile henüz kimsenin tanımadığı beş parasız söz yazarı Sonia Walsk arasındaki imkânsız aşk anlatılıyor. Birbirine zıt iki insanın bir araya gelme çabalarını ve bu yolda seyircinin kendi şarkısını söyleyip imkânsız aşka tanıklık edeceği oyun Türkçemize Yeşim Gökçe tarafından çevrilmiş.


Outer Critics ve Theatre World ödülüne hak kazanmış olan bu yapım yaşayan en önemli tiyatro yazarlarından Neil Simon tarafından yazılmış. Oyunda besteci Marvin Hamlisch ile söz yazarı Carole Bayer Sager arasındaki aşkın gerçek hayattan hikayesini anlatıyor. Bu müzikli oyunun şarkıları da tahmin edersiniz ki tanınmış besteci Marvin Hamlisch tarafından bestelenmiş ve sözleri Carole Bayer Sager tarafından kaleme alınmış. Yönetmenliğini İskender Altın’ın yaptığı oyunun minik bir oyuncu kadrosu var: Vernon Gersch rolünde Niyazi Özgün Çoban, Sonia Walsk rolünde ise Gonca Coşkun. Bu da bir oyunu sadece kadronun ayakta tuttuğunu değil kadro ve senaryonun beraberce ayakta tuttuğunun kanıtı niteliğinde.



Öyle ki oyuncular az olsa bile senaryonun bu denli sizi içine çekişi kendinizi bambaşka bir dünyada bulmanıza neden oluyor. Oyunun kostüm tasarımlarını yapan Funda Karasaç’ı tebrik etmek isterim. Vernon’un kıyafetleri için fazla uğraşmağa değmez ama Sonia karakterinin kıyafetlerini tam anlamıyla üstüne oturmuş. Böyle samimi ve çocuksu karakterini önplana çıkaran kıyafetler kullanılmış oyuncunun üstünde. Mekâna gelecek olursak, bu yazıyı yazmadan önce yaptığım araştırmalar neticesinde bazı şehirlerde mekân tasarımının seyirciyi hayal kırıklığına uğrattığını düşünüyorum. Benim izlediğim sahnede arkaplan kocamandı. Boydan boya sahneyi kaplıyordu. Bunun sonucunda sahnedeki oyuncuların arkasında dev pencereler ve dev duvarlar oluşuyordu. Diğer şehirlerde de tam tersi olmuş sanırım. Mekân tasarımını bu yüzden pek sevemedim. Bu eksiği sebebiyle çok dikkat dağıtıyordu. Oyunun müziklerinde dikkat ettiğim kadarıyla orjinaline sadık kalınmaya çalışılmış. Çünkü şarkıyı Türkçe söylerken bazı kısımlar kulağa batıyordu. Oyunculardan iksine de diyecek lafım yok ama bana göre öne çıkan oyuncu Gonca Coşkun’du. Belki hiperaktif bir genç kızı canlandırdığı için böyle düşünüyor olabilirim ama en azından Niyazi Özgün Çoban’ı gölgede bırakmamış. 8 yaş üstü için uygun olan bu oyunu şehrinize geldiğinde kaçırmamanızı öneririm. FURKAN ÖZDEN


GEZİ FOTOĞRAFÇILIĞI VE ÇEKİM TEKNİKLERİ Gezi fotoğrafçılığı: Bireylerin özel gün veya tatillerinde planladıkları anılarını kalıcı olmasını sağlamak için belgelemek ve başkalarıyla paylaşmak için sergilediği bir anlayıştır. Gezilerde birçoğumuz anların kalıcılığnı sağlamak üzere ellerimiz fotoğraf makinelerine kayar peki bu gezilerde elde ettiğimiz görüntüleri nasıl etkili ve dikkat çekici bir hale getirebiliriz bu sayımızda da sizlere gezi fotoğrafçılığı çekimleri hakkında tüyolar vereceğim. Öncelikle gezi yapılacak coğrafi bölgenin özellikleri ,tarihi dokusu ,örf adet gelenek ve görenekleri hakkında küçük bilgilere sahip olmamız kompozisyon oluşturmada önemli bir unsur olduğunu unutmamalıyız.Bu bilgiler ölçüsünde fotoğraf makinemizin ekipmanlarını hazırlar ve çekimler için ortama hazır oluruz. Gezi fotoğrafçılığını daha elverişli hale getirmek için türlere ayırarak çekim tekniklerinden şu şekilde bahsedebiliriz.


KENT MANZARALARI Kent fotoğraflarında kişisel görüşüm olarak şehre hakim olan yani tüm açıdan fotoğraflama imkanı olan bir yerde konumlanmaktır.Bu özellik sayesinde ince datay yada bütüne hakimlik sağlar.Kent fotoğrafçılığında bence en iyi anlar ve etkili kareler sağlamak istiyorsanız gece çekimlerini tercih etmeniz ve uzun pozlama yaparak müthiş görüntüler elde edebilirsiniz. ESKİ MEKANLAR:Eski mekanlar olarak genelde saraylar ,müzeler,kutsal mekanlar, yönetim binaları tabi bunları çoğaltabileceğimiz mekanlar yer alır.Bu mekanlarda eskinin sosyal,ekonomik,siyasal açıdan bilgiler edinmemize katkı sağlayan mekanlar olarak sayabiliriz.Bu mekanların en etkili fotoğraflarını çekebilmemiz için bir rehber ışığından hareketle o tarihi eserlerin çarpıcı özelliklerini ön plana çıkaran kompozisyon oluşturur ve içeriği hakkında karşımızda ki insanlara çağrışım uyandırır. CADDELER VE SOKAKLAR:Birçoğumuzun yaşam serüvenleri cadde ve sokaklarda geçer çünkü yaşamın kalbi cadde ve sokaklarda atar her türlü sevinç, hüzün oralarda geçer ve bunları çevremizdekilerle paylaştığımız ortak mekanlardır.Her şehirde önemli cadde ve sokaklarda bir çok yaşam öyküsüne şahit oluruz ve nedense o şehirlede yaşayanlar o mekanları benimder ve gezi için gelenlere


önemini vurgular.Cadde fotoğraflarında da yine kompozisyon oluşturmamız etkili unsurdur caddelerde bulunan dükkan,tramvay,insanlar düşünülerek haya gücümüzle bu unsurları bir bütün olarak karelememiz istediğimiz görüntüleri elde edebiliriz. DOĞA:Bu gezilerde etraftaki canlı,cansız her nesne kompozisyonunuz için elverişli unsurlardır örnek verecek olursa ağaçların suya yansıması ,bulutların ova,dağ,deniz gibi doğa harikaları üzerinde gölge yada leke etkisi oluşturabilir.Kompozisyon için çok etkili olan doğa fotoğraflınızda etkili olabilecek unsurları kadraja almanız önemlidir. Önemli bir bilgi olarak şunuda söyleyebilirim kendinizi,fotoğraf makinenizi ve ekipmanlarınızın güvenlik tedbirlerini almayı unutmayınız. Son olarak anlar güzeldir siz fotoğrafladığınız takdirde daha da güzelleşecektir. SAMET KÖSE





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.