Merak edenler için sayfa 7’de…
Şizofreni hastalarının çalıştığı bir kafe hayal edin… Hadi hep birlikte Mavi At Kafe’ye bir ziyarette bulunalım Sayfa 10-11…
Bilmedikleriniz sayfa 2’de… Duymadıklarınız sayfa 23’te… Sinema ve tiyatrolar sayfa 16-17’de… Şiirler sayfa 18’de… Bulmacalar sayfa 19-22’de…
Keşke aramızda olsaydı… Prof. Dr. Şemsettin USTAÇELEBİ Sayfa 14-16 …
® Tıp okuyom ben ya!
Ücretsiz Tıpçı Gazetesi SAYI: 3
Aralık 2010
Fakültemiz Tıbbi Genetik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Nurten Akarsu ‘nun babası Mehmet Selahi Tarhan vefat etmiştir. Hocamıza başsağlığı ve sabır, babasına Allah’tan rahmet diliyoruz. 1
Söylenenlerin aksine dönem 3’te en zor komitenin enfeksiyon komitesi olmadığını Dönem 3 endokrin komitesinde üst dönemin not ortalamasının 48 olduğunu
Yeni yapılan otoparkın üstüne amfi yapıldığını ve bu amfiye 2'lerin verileceğini
Bodrumda deney hayvanlarının yaşadığı bir yer olduğunu (H kapısından girince merdivenlerden çıkma, aşağıya in, göreceksin)
Yeni dekanımızın Sarp Saraç olduğunu
Dicle Balkancı ve Ersin Fadıllıoğlu'nun profesör olmasıyla Fizyoloji AD’de profesör sayısının sonunda birden üçe yükseldiğini Anatomi AD’den Deniz Demiryürek ve Alp Bayramoğlu'nun profesör olduğunu
Fakültemizin bu sene ilk 100’den 41 kişi aldığını ve eğer Hacettepe İzmir’de olsaydı 100 kişiden 99’unun burayı tercih edeceğini
Devam zorunluluğu geleceğini
biliyor muydunuz?
2
Merhaba, Her komite gibi bunun da çok zor olduğu söylenen endokrin komitesinin ortalarındayız. Bir hayli uzun olan ikinci komitemizden sonra kısa komitelere çalışıp Portakal’ı hazırlamak sanırım giderek zorlaşacak; ama tabiî ki devam ettireceğiz çünkü çok sevdik bu işi Her yeni sayının bir öncekinden daha iyi olmasını hedeflediğimiz Portakal gastenin bu sayısında “şizofreni”yi esas konu olarak belirledik. Neden derseniz, şizofreninin çok yanlış bilinen bir hastalık olduğunu düşünüyoruz ve hiç olmazsa tıp fakültesi öğrencileri olarak bizler önyargıdan kurtulabilelim istedik. Bunun için ilk yaptığımız Mavi At Kafe’ye gitmekti. Belki çoğunuz hiç duymadı burayı, maalesef biz de araştırmalarımız sırasında yani henüz öğrendik. Bu kafe Ankara’da bulunuyor ve çoğu kişinin sandığı gibi at yarışı oynanan bir yer değil. ‘Mavi at’ın, şizofrenlerin özgürlük simgesi olduğu söylemem sanırım yeterli. Evet, Mavi At Kafe, şizofrenlerin çalıştığı, şizofrenlerin de iş hayatının olabildiğini gösterdiği, insanların şizofreni önyargısını kırabileceği çok güzel, samimi bir ortam. Sanırım daha fazla ayrıntıya girmemeliyim, zaten bir tanıtım yazısı ilerleyen sayfalarda okunmayı bekliyor. Şizofreniden başka, bundan önceki iki sayıya koyduğumuz ve bundan sonra da en azından koymayı düşündüğümüz, çok değerli hocalarımızla söyleşilerimiz var. Bu sayı için bize Prof. Dr. A. Dürdal US vakit ayırdı. İlk sayımızı çıkartırken söyleşi için bize vakit ayırabilecek hoca bulmak, o kadar zor olmuştu ki “ Acaba bu gazete işine hiç başlamasak mı?” diyecek kadar hevesimiz kırılmıştı. Ama iyi ki pes etmemişiz ve olumlu yanıtı alana kadar denemeye devam etmişiz. Fark ettik ki bizi kırmayıp söyleşiyi yapacak hocalarımızın sayısı hiç de az değilmiş. Bu sayımıza bir de yeni bölüm ekledik: ‘Kaybettiklerimiz’. Amacımız kaybettiğimiz hocalarımızı hatırlamak ve hatırlatmak. İlk olarak da adını özellikle Dürdal hocamızdan sık sık duyduğumuz, her ne kadar zaten unutulamayacak biri olsa da, Prof. Dr. Şemsettin Ustaçelebi’den bahsetmek istedik. Şemsettin hocamızla biz ne yazık ki tanışamadık; ama farkındayız ki çok şey kaçırdık. Gazetemize hepinizin katkılarınızı bekliyoruz. Portakal gasteyi saklayıp, yıllar yıllar sonra tekrar açıp baktığınızda bu zamanı hatırlamak ve özellikle sizin düşündüğünüz, sizin hatırladığınız, sizin emeğinizin geçtiği bir şeyler görmek hoş olmaz mı?
PORTAKAL Ayda bir meyve verir. ARALIK 2010 Editör Elif Özge Çınar Editör Yardımcıları Halit Bacı Ömer Faruk Turan Tıbbi Haber Sorumlusu Halit Bacı Komik Haber Sorumluları Herkes Yazarlarımız Ebru Cihan Ekim Helhel Tolgahan Kaya Söyleşi Ekibi Ebru Cihan Elif Özge Çınar Kübra Kılınç Bulmaca Hazırlayanlar Elif Özge Çınar Kübra Kılınç Çizerlerimiz Ekin Zeynep Altun Abdullah Onur Kılıç Ülker Shamkhalova
Katkılar kadar önem verdiğimiz bir diğer şey de geribildirimler. Ne yazık ki çok az geribildirim alıyoruz. Her sayıda daha iyi olan bir Portakal için; gazetede nelerin iyi olduğunu, nelerin değiştirilmesi gerektiğini, neyin eksik olduğunu bilmeliyiz.
İletişim Sorumluları Halit Bacı 05362343190 Ömer Faruk Turan 05547389480
Artık sizi 3. sayımızla baş başa bırakıyorum.
portakalgaste@hotmail.com
Elif Özge Çınar
Facebook’ta “Portakal Gaste” sayfasını beğenerek gelişmeleri yakından takip edebilirsiniz.
Tıp sanatı nerede seviliyorsa, orada insan sevgisi de vardır. ---Hipokrat--3
Hayatın kurallardan ibaret olduğu bir ilköğretim dönemi, ardından azalan ama varlığını koruyan değişik yasaklarla lise… ve üniversite… Öğrencilerin okul üniforması giymeyince daha da özgür olacaklarını, fikirlerinin daha çok ciddiye alınacaklarını düşündükleri yer. Yalnızca okul değil artık orası, sosyal ve kişisel gelişimin de sağlanabileceği bir ortam öğrenciler için ya da beklenen böyle en azından. Peki görülen ne? Aslında üst dönemlerden duyduklarımız kadarıyla yılların pek de değiştirdiği bir şey yok uygulamalar konusunda. Evet, herkes duymuştur o meşhur Geyik Kafe’nin kapatılmaması için verilen uğraşları. Hatta çok değil bir yıl önce mekândan vazgeçen öğrenciler, bari çimlerimizi kullanabilelim düşüncesiyle yine eylem yaptılar. Bize ait olan çimlerin sahiplerini hatırlatmak için oturdular; ancak bir öğle arasından ibaret olarak kaldı bu sahipleniş. Yine geçen yılın başlarında sınav sistemimiz değiştirildi, sizi şimdilik(!) ilgilendirmiyor denildi ve açıklamalar bir sene sonraya ertelendi. Arada birkaç kez “İtiraz edebiliyor muymuşuz? Hakkımız olmalıymış sanki” gibi konuşmalar geçse de unutulması pek uzun sürmedi. Ve bu yıl… Yaz tatilinin bitmesiyle birlikte amfi tadilatlarının yapılmasına karar verildi, dönem 1’lerin konferans salonuna sığamayacakları düşünüldü ve olan dönem 3’lere oldu. Derse katılım göstermemeleri gerekçesiyle amfileri ellerinden alındı. Gerekçe dediysem öyle gelip açıklama yapıldığından değil; zira bu mekân değişimi konusunda bırakın gerekçe sunulmasını, bilgilendirme dahi bir gün öncesinde panoya iliştirilmiş bir kağıtla yapıldı. İlk gün amfiden çıkılmadı, ilgili kişilerle de konuşuldu, önerileri dinlenildi; ancak ısrarcı olunmadı. Hem zaten rahattı ki konferans salonunun koltukları, not tutanlar da alsın bir masa, öne geçsindi. Taşınmamızın gerçekleştiği hafta içerisinde, mikroskopların yetersiz sayıda olduğunu bildiren arkadaşlarımıza cevap geldi: Her lab için 10 mikroskop bizden olsun! Sesini çıkaran ilk 10 kişi! Başka türlü nasıl seçilebilirdi ki zaten? Kadavra görmek için önüne geçeni ezmeye kalkan insanların olduğu bu topluluk içinde yarışma düzenleyecek halleri de yoktu hani. Bunca olayın, belki haksızlıkların, haksızlıklara ses çıkarmamanın ardından şimdi yepyeni haberler yayılıyor: Devam zorunluluğu gelecek! Hacettepe büfe özelleştirilecek! Yaptık, olacak! Bir tıpçının temel ihtiyaçlarından biri olan kahvenin daha da pahalı olması nasıl, neden kabul edilir bilinmez. Öğrencilerin yarar göremeyeceği bir değişiklik yapılmasının da gereği yoktur. Ya devam zorunluluğu… Dersi dinlemek istemeyen insanların, dönem tekrarı korkusuyla amfide bulunmalarını sağlamak kime ne katar? Aksine dersi dinlemek isteyenlere de engel olmuş olmaz mı bu uygulama? Bazı kararları öğrencinin kendisine bırakmak gerekiyor ki sorumluluklara sahip çıkılabilsin, okulun verdiği eğitim kıymetlenebilsin. Böylelikle hocaların gördüğü saygıyla birlikte, derse girenlerin aldığı verim de artacaktır. Gelmeyenin de kendi bileceği iştir öyle değil mi? İster kütüphanede ders çalışsın, ister boş versin her şeyi. Sonuçta herkesin girdiği sınav aynı olduğundan, bırakalım da herkes hazırlanma sürecini istediği şekilde, kendi kararları doğrultunda yaşasın. Gerekçeler her ne olursa olsun artık biz öğrencilerin, “Hacettepeli olmak ayrıcalıktır.” deyip Hacettepeli olabilmek için yıllarca dirsek çürütmüş bizlerin, durumumuzdan pek de memnun olmadığımızı göstermenin zamanı gelmiştir. Bu bir eylem değil, başkaldırı değil “haberdar etme”dir. Hacettepe’de duyulan seslerin boş verilmeyeceğini uman bizlerin bu kez sayfalarda yankılanan sesidir.
4
Yoruldum… Hayallerimi unutup bilinmezliklerde Hayat kargaşasında savrulmaktan yoruldum… Dağıldım… Her biri ayrı tarafa çeken düşüncelerimle Bir yapbozun parçaları gibi dağıldım… Sıkıldım… Mutsuzluğun başrolü düşmüşken payıma Mutluyu oynamaktan sıkıldım… Bekledim… Düştüğüm yerden beni kaldırsın diye Zamanın geçmesini bekledim… ……………………………. Sonra ……………………………. Koştum… Bir köşede can çekişen hayallerimi Yeniden hayata döndürmek için koştum… Gördüm… O yapbozun parçalarının aslında birbirlerini tamamladıklarını Birleştiklerinde ortaya çıkan şaheseri gördüm… Buldum… Mutluluğu çok uzaklarda ararken Onu kendi içimde buldum… Doğdum… Öldüğümü sandığım yerden En güçlü halimle yeniden doğdum… Tolgahan KAYA Kar taneleri gibi savruluyorsun içimde Eriyorsun avuçlarımda tutmaya çalıştıkça Kalbimi donduruyor yokluğunun soğukluğu Bembeyaz bir örtü kapladı etrafımı Nereye baksam sen Öylece durdum izliyorum Düşen her taneyle artıyor sanki özlemin En iyisi beklemek sanırım bu fırtına dinene kadar Bir gün doğacaktır elbet güneş Ve silecek yüreğimdeki izlerini. Tolgahan KAYA Kır Çiçeği Belki seni hak etmedim, Belki de hazır değildim. Kendimi sevmekten vazgeçtiğimde, Sanırım ardından koşabilirim; Takılıp düşmekten çekinmediğim gün O gün, Bana yüzünü dön, olur mu? Çünkü sen, Yalnızca benim masalımın prensesisin. Balkabağına dönüşürsün başka masallarda. Yıkıntılarım, yangınlarımsın başka kollarda... Eralp TÜRK (Dönem 3 İngilizce)
Bir mumla kader ortağıymışım haberim yokmuş be arkadaş! İkimizin yolu da sonu da aynıymış. O alevin peşine düşmüş bense sevgilinin. İkimiz de vermişiz neyimiz varsa bu yola. Didinmişiz son bir damla kalana kadar takatimiz. Ama ne fayda! Farkına varamamışız. Sevgiliyi değerli kılan bizim sevdamızmış, Sevdamız olmadan sevgili yokmuş bile ki. Biz getirmişiz onu ete kemiğe. Bak hele aleve mum olmadan o var mı? Muma damla damla gözyaşı döktüren, Onun erimesiyle daha da harlanan alev nerede mumdan önce? Sevdamdan önce neredeydin sevgili! Her geçen saniye yokluğa daha çok meylettiğimi göre göre Niçin alıyorsun beni benden Niçin hapsediyorsun kendine beni? Acımaz mısın ey sevgili? Taştan mıdır senin yüreğin! Bugün isyan günü sevgili Mum aleve haykırıyor bak Sen yandıkça, sen büyüdükçe Ben diyor Ben! … Susuyor Zira sevgilinin bir gülümsemesi bile yetiyor. Ömer Faruk TURAN
Kalbimde her şeyi ile savaşan bir aşkım var Çoktan kaybettiği bir savaşta Yok olacağını bile bile Susturmaya çalıştığım haykırışlarım var İçimde yankılanan çığlıklarım Duyulmasını istemediğim seslenişlerim Harflerimin yetmediği kelimelerim var Noktasız kalmış cümlelerim Yasakladığım düşüncelerim Dönüşü olmayan yollarım var Ardımda bıraktıklarım Kaybolduğum yolculuklarım Hasretine müebbet bir sevgim var Düşlerimle kandırdığım Hayalinle avuttuğum Sonunu göremediğim boşluklarım var Gittiğin zaman bıraktığın Hiçbir şeyin uymadığı Bir ben kaldım bende Artık sen yoksun bu bedende.. Tolgahan KAYA
5
Fakültemiz Hocaları Kas İşlevinde Görevli Olan Yeni Bir Gen Bularak Kas Gelişiminde Kritik Bir Mekanizmayı Açıklamayı Başardılar Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Pervin Dinçer yürütücülüğünde gerçekleşen çalışma ile kas dokusunun yapısal organizasyonunun korunması ve işlevinde kritik rol oynayan yeni bir gen tanımlandı. Bu çalışmada Plektin (PLEC) geni 1f izoformundaki işlev bozukluğunun akraba evliliklerine bağlı olarak ortaya çıkan bir kas hastalığına (Limb-girdle kas distrofisi, LGMD2) yol açtığı saptanmıştır. Çalışma, genetik alanında dünyanın sayılı dergilerinden olan American Journal of Human Genetics (AJHG) dergisinde bugün yayınlanmakta ve basın bildirisi ile dünyaya duyurulmaktadır (http://www.cell.com/AJHG) Bu çalışma kapsamında Prof. Dr. Dinçer ve ekibi şu ana kadar hastalıktan sorumlu mutant genin bulunmamış olduğu çok sayıda LGMD2 ailesinde, genom boyu çip analizleri ve homozigotluk analizi ile gen haritalama çalışmalarını tamamlamışlardır. Bu ailelerin bir kısmında hastalıktan sorumlu genin kromozom üzerindeki yerleşimini saptamışlar ve aday gen yaklaşımı ile Plektin geni exon 1f'de mutasyon olduğunu göstermişlerdir. Ekip, bulgularını Plektin 1f izoformunun işlevini ortaya koymaya yönelik yaptıkları analizler ile güçlendirerek bu izoformun kas hücresinin dış ortamı ile ilişki kurmasında bir bağlaç görevi görerek kas dokusunun yapısal bütünlüğünün korunması ve kas işlevinin yerine getirilebilmesinde son derece önemli olduğunu ortaya çıkarmıştır. Ayrıca, dünyada ilk kez bir genin alternatif bir izoformunun kalıtsal bir hastalık ile ilişkilendirilebileceği bu çalışma ile gösterilmiş ve hastalık patolojilerinin altında yatan etkenlerin aydınlatılmasında insan genlerindeki farklı
yapılanmaların son derece önemli olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu çalışma, etiyolojisi şu ana kadar belirlenemeyen bir grup kas distrofisinde genetik tanı ve doğum öncesi tanı imkanı vermekle birlikte kas hastalıklarının fizyopatolojisine yeni bir bakış açısı getirerek gelecekteki tedavi olasılıklarına yaklaşımı da zenginleştirmektedir. Çalışmanın büyük bir kısmı, yayında ilk isim olarak yer alan Sağlık Bilimleri Enstitümüz doktora öğrencisi Uzm. Bio. Hülya Gündeşli'nin doktora tez çalışmasının ürünüdür. Çalışmada yer alan araştırıcıların tamamı Türk araştırıcılar olup çalışma, Üniversitemiz Tıp Fakültesinin farklı birimlerinin desteği ile hayata geçirilmiş ortak bir çabanın ürünüdür. Çalışma grubunda ayrıca, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Patoloji Ünitesinden Yrd. Doç. Dr. Beril Talim, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı'ndan Prof. Dr. Petek Korkusuz, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalından Dr. Burcu Balcı-Hayta, Tıbbi Genetik Anabilim Dalından Prof. Dr. Nurten Akarsu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Nöroloji Ünitesinden Prof. Dr. Haluk Topaloğlu yeralmıştır. Londra, Çocuk Sağlığı Enstitüsü, Dubowitz Sinir Kas Merkezi'nden Dr. Sebahattin Çırak, çalışmaya önemli katkıda bulunmuştur. Çalışma TÜBİTAK Sağlık Bilimleri Araştırma Grubu tarafından desteklenmiştir. Gündeşli H, Talim B, Korkusuz P. Balcı-Hayta B, Çırak S, Akarsu NA, Topaloğlu H, Dinçer P. Mutation in exon 1f of PLEC, leading to disruption of plectin isoform 1f, causes autosomal recessive limb-girdle muscular dystrophy. Am J Hum Genet, 87, 1-8, Dec 10, 2010. Kaynak: www.tip.hacettepe.edu.tr
Proje ekibi. Soldan sağa: Prof. Dr. Petek Korkusuz, Yrd. Doç. Dr. Beril Talim, Uzm. Bio. Hülya Gündeşli, Prof. Dr. Pervin Dinçer, Prof. Dr. Nurten Akarsu, Prof. Dr. Haluk Topaloğlu, Dr. Burcu Balcı-Hayta.
Kalp enfarktüsüne kemik iliği Fransa'da yapılan bir araştırmada, enfarktüs geçiren hastalara kemik iliği hücresi enjekte edilmesinin 3 ay sonra kalp kasında olumlu etki yarattığı görüldü. ANKARA - The European Heart Journal'da yayımlanan ve 2005 ile 2009 yılları arasında 75 yaşının altında 101 hasta üzerinde yapılan araştırmada, kısa süre önce ve ağır şekilde ilk kez miyokard enfarktüsünden hastaneye kaldırılan deneklerin tamamına lokal anestezi ile anjiyo uygulandı.
Deneklerin yarısına lokal anestezi ile enfarktüsten 9 gün sonra basen kemiklerinden alınan ilik hücreleri zerk edildi. Önce yoğunlaştırılan hücreler sonra doğrudan koroner artere enjekte edildi. Bu tedavinin enfarktüsten 3 ay sonra kalp kası üzerinde olumlu etkisinin görüldüğünün altını çizen hekimler, hücre tedavisi gören hastaların kalp kasının daha çabuk iyileştiğini ve ölü kalp dokusu bölgesinin daha hızlı yenilendiğini tespit ettiler. Kaynak: ntvmsnbc.com
6
Acı yok!... Acı yok!
Sigara zekayı duman ediyor
Araştırmacılar beyinde, vücuttaki yaralanmalardan sonra acıyı ortaya çıkaran bir enzim buldular. Keşfin, kronik ağrı yaşayanlar için yeni bir tedavi geliştirilmesine olanak sağlayacağı açıklandı.
Yeni çalışma, sigaranın beynin korteks bölgesini incelterek hafızaya dayalı işlevleri negatif etkilediğini öne sürüyor.
Science dergisinde yayınlanan çalışmaya göre Toronto Üniversitesi’nden Min Zhuo rehberliğindeki çalışma ekibi, söz konusu enzimin oluşumunu bloke ederek sinir hasarı sonrası oluşacak ağrıyı önlediler. Zhuo ve ekibi, yaralı farelerin beynindeki ön singulat korteks bölgesinde ‘protein kinaz M zeta’ adı verilen enzimin yüksek düzeylere çıktığını saptamışlar. Enzimin işlevinden tam olarak emin olabilmek için de bir başka fare grubunda bu enzimin sentezinden sorumlu olan gen bölgesini devre dışı bırakmışlar. Deney sonucunda gen bölgesi aktif olmayan grubun yaralanma sonrasında acı çektiklerine dair belirtiler göstermedikleri tespit edilmiş. Zhuo deney sonucuna göre, söz konusu enzimin sentezini bloke ederek kanser gibi hastalıklarda acının tedavisinde kullanılabilecek bir dizi yeni ilacın geliştirilebileceğini söylüyor, “Bulgularımız yeni ilaçların geliştirilmesi yanında, neden birçok ağrı kesicinin kronik ağrıyı kontrol etmede yetersiz kaldığını anlamamızı da sağlayacak.” Kaynak: ntvmsnbc.com
Beyindeki serebral korteks bölümü lisan, bilgi işleme ve hafıza gibi bir çok ileri düzey işlevden sorumlu. Bu kısmın kalınlığındaki azalma ise yaşlanma, zeka düşüklüğü ve bilişsel yetilerde azalmayla doğrudan ilişkili. Araştırmacılar, sigara içen ve içmeyen gönüllülerde bu kısmın kalınlığını karşılaştırmışlar. Gönüllüler herhangi bir tıbbi veya psikiyatrik rahatsızlığa sahip olmayan kişiler arasından seçilmiş. Deneyde, sigara kullanan deneklerin sol medial orbitofrontal kortekslerinde belirli bir incelmenin olduğu tespit edilmiş. Bununla birlikte bu kişilerin beyinlerindeki korteks kalınlıklarının, günlük tükettikleri sigara miktarı ve ömürleri süresince maruz kaldıkları duman düzeyiyle ilişkili olarak inceldiği saptanmış. Araştırma ekibinden Simone Kühn, genellikle ilaç bağımlılığıyla ilişkili olduğu düşünülen orbitofrontal korteksteki incelmenin benzer şekilde sigaraya olan bağımlılığı da tetiklediğini öngörüyor. Bu da nikotine olan bağımlılığın nasıl geliştiği sorusunu açıklar nitelikte. Kaynak: ntvmsnbc.com
CERN’de tarihi an!
Bağışıklık Proteini Şizofreni Sebebi mi? California Üniversitesi’nde gerçekleştirilen çalışma, bağışıklık sisteminde kilit görev alan MHC proteinlerinin, şizofreni ve otizm sebebi olabileceğini gösterdi. MHC proteinleri, vücutta, yabancı maddelerin tanınmasında ve beyindeki nöronların birbiri ile doğru şekilde bağlanmasında görev alıyor. Genetiği değiştirilmiş fareler üzerinde yapılan çalışmada, aşırı miktarda MHC üretiminin beyindeki nöron bağlantılarında kritik değişikliklere yol açtığı görülmüş. Bu değişimler, genellikle şizofreni ve otizmde problem yaratan, hafıza, öğrenme ve görüntü işlenmesi ile ilgili alanlarda gerçekleşmiş. Elde edilen bu bilgiler, nöropsikiyatrik hastalıkların kökenine dair önemli bir ipucu veriyor. www.sciencedaily.com
CERN'deki fizikçiler tarihi bir deneye imza attı. Modern bilimin en büyük sırlarından biri olan anti-madde yalıtılmış ortamda üretildi. Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) fizikçilerinin gerçekleştirdikleri ''Alfa'' deneyinde, elde edilen 38 adet antihidrojen atomu, üzerinde yeterince gözlem yapılacak bir süre boyunca, yani saniyenin onda birinde, belirli bir ortamda tutularak (hapsedilerek) incelendi. Nature dergisinde yer alan makaleye göre, hidrojen atomlarının karşıtı olan anti-hidrojen atomlarını vakumlu bir ortamda üretmeyi başaran fizikçiler, bu atomları, üzerinde çalışmayı yetecek süre boyunca yalıtılmış ortamda tutmayı başardılar. Bu anti-madde atomlar üzerinde yapılan gözlemler, evrenin ortaya çıktığı Büyük Patlama'dan sonra anti-maddeye ne olduğunun anlaşılmasını sağlayabilecek. Kaynak: ntvmsnbc.com
7
Şizofreni Nedir? Şizofreni, kronik, ciddi ve kuvvetten düşüren bir beyin hastalığıdır. Nüfusun yaklaşık yüzde 1’inde yaşamlarının bir döneminde şizofreni gelişmektedir. Şizofreninin görülme sıklığı, kadınlarda ve erkeklerde eşit olmakla birlikte, hastalık, erkeklerde çoğunlukla kadınlardan daha erken, genellikle onlu yaşların sonunda veya yirmili yaşların başında ortaya çıkmakta, kadınlarda ise genellikle yirmili yaşlarda veya otuzlu yaşların başında görülmektedir. Şizofrenili kişilerde çoğunlukla başkaları tarafında işitilmeyen seslerin işitilmesi, zihinlerinin başkaları tarafından okunduğuna inanma, düşüncelerinin kontrol edilmesi ya da kendilerine zarar verecek entrikalar kurulması gibi korkutucu semptomlar bulunur. Bu semptomlar onları korkutabilir ve içlerine kapanmalarına neden olabilir. Konuşmaları ve davranışları, başkaları tarafından anlaşılmayacak kadar karmaşık olabilir ya da başkalarını korkutabilir. Mevcut tedaviler birçok semptomu ortadan kaldırabilmektedir, ama çoğu şizofrende bazı semptomlar yaşamları boyunca varlığını sürdürür; tamamıyla iyileşme gösterenlerin oranının beşte birden fazla olmadığı tahmin edilmektedir.
Nasıl Tedavi Edilir? Şizofreninin bilinen tek bir nedeni olamadığı ve hastalığa neden olan birçok etken hala açıklığa kavuşturulamadığı için, bugünkü tedavi yöntemleri hem klinik araştırmalara hem de deneylere dayanan yöntemlerdir. Bu yaklaşımlar, hastalığın semptomlarını hafifletme ve gelecek tekrarlama olasılığını azaltma başarılarına göre belirlenir.
Bir Hastalık Olarak Şizofreni
Şizofreni İlaçları
Şizofreni dünyanın her yerinde görülen bir hastalıktır. Semptomların şiddeti ve şizofreninin uzun süreli, kronik bir hastalık oluşu, genellikle yüksek derecede bir iş göremezliğe neden olmaktadır. Şizofreni ilaçları ve başka tedaviler, düzenli olarak ve reçetelendiği gibi kullanıldıklarında, hastalığın sıkıntı veren semptomlarının azaltılmasına ve kontrol altına alınmasına yardımcı olabilir. Ancak, mevcut tedaviler bazı kişilerde pek fayda sağlayamaz; bazen hoş olmayan yan etkiler ya da başka nedenlerden dolayı tedavi erken kesilebilir. Bazı durumlarda da tedavi etkili olsa bile, hastalığın süre gelen sonuçları –kaybedilen fırsatlar, damgalanma, rezidüel semptomlar ve ilaçların yan etkileri– çok sıkıntı verici olabilir. Amerikan Akıl Sağlığı Enstitüsü tarafından fonla desteklenen araştırmalar yapan gelişim nörobiyologları, şizofreninin, fetal gelişim sırasında nöronların uygun olmayan bağlantılar oluşturmaları sonucunda ortaya çıkan bir bozukluk olabileceğini bulmuşlardır. Bu hatalar ergenliğe kadar örtülü kalabilir ve olgunlaşmanın bu kritik aşamasında, beyindeki normal değişimler ile hatalı bağlantılar arasında ters bir etkileşim meydana gelebilir. Bu araştırma, gelişim anormalliğiyle ilgili bazı prenatal faktörlerin saptanmasına yönelik çabaları teşvik etmiştir. Diğer araştırmalarda, beyin görüntüleme tekniklerini kullanan araştırmacılar, hastalığın başlamasından önce mevcut olabilecek erken biyokimyasal değişimlere ilişkin kanıtlar bulmuşlardır. Bunlar, semptomların ortaya çıkması ile ilgili olması en muhtemel nöral devrelerin incelenmesini hızlandırmıştır. Şimdilerde, bilim insanları moleküler düzeyde çalışarak, beyin gelişimindeki ve beyin fonksiyonunu düzenleyen nörotransmitter sistemlerindeki anormalliklerin genetik temellerini araştırmaktadır.
Şizofreni tedavisi için ilk antipsikotik ilaçlar 1950’lerin ortalarında geliştirilmiştir. Bu ilaçlar hastalara daha olumlu bir gelecek sunmaktadır. İlaçlar hastalığın psikotik semptomlarının tedavisinde yararlı olmakla birlikte, hastanın, hastane dışında kalmasına ve faaliyetlerine devam etmesine imkan vermektedir. Antipsikotik ilaçlar, günümüzde mevcut olan en etkili tedaviyi sağlarlar, ancak şizofreninin tam anlamıyla iyileşmesinde ya da gelecekte yaşanabilecek kriz dönemlerini öncede engellemekte yetersiz kalmaktadırlar. İlaçların çeşidi ve dozajı, sadece, akıl hastalıklarının tedavisi konusunda eğitim almış uzman hekimler tarafından belirlenebilir. Birçok hasta hiçbir yan etki geliştirmeden oldukça farklı dozlarda ilaçla tedavi olabildiğinden, her hasta için ayrı bir doz uygulaması bulunmaktadır. Şizofreni hastalarının büyük çoğunluğu antipsikotik ilaçlarla tedavi edildiklerinde büyük bir düzelme göstermektedirler. Ancak bazı hastalara ilaçlar pek yardımcı olmamakta ve hasta ilaç tedavisine gereksinim duymamaktadır. 1990’dan bu yana birçok yeni antipsikotik ilaç (atipik antipsikotik) piyasaya çıkmaktadır. Bu ilaçların ilki olan klozapin (Clozaril), diğer antipsikotik ilaçlardan daha etkilidir. Fakat, özellikle agranülositoz gibi ciddi yan etkilere neden olabilmektedir. Bu nedenle bu ilacın kullanıldığı süre içerinde hastalara, her hafta ya da iki haftada bir kan testi yaptırılır. Daha yeni antipsikotik ilaçlar olan risperidon (Risperdal) ve olanzepin (Zyprexa), kendilerinden önceki ilaçlardan ve klozapinden daha az yan etkisi olan ve daha iyi tolere edilen ilaçlardır.
8
Antipsikotik ilaçlar genellikle şizofreninin halüsinasyonlar ve delüzyonlar gibi belirli semptomların tedavisinde etkiliyken, duygusal dışavurum ve motivasyon eksikliği gibi semptomların tedavisinde yetersiz kalmaktadırlar. Antipsikotik ilaçlar hakkındaki bir başka yanlış kanı, bunların bir tür zihin kontrolü ya da bir ‘kimyasal deli gömleği’ olarak işlev gördüğüdür. Eğer uygun dozda kullanılırsa, antipsikotik ilaçlar kişileri ‘nakavt’ etmez ya da özgür iradelerini ellerinden almaz. Bu ilaçlar sakinleştirici etkiye sahip olabilseler de ve bu etki tedavinin başında yararlı olabilse de, bu ilaçların yararlılığı sakinleştirici etkisinden değil, bir psikotik atağın varsanılar, ajitasyon, zihin bulanıklığı ve sanrılarını azaltma yeteneğinden kaynaklanmaktadır. Bu şekilde, antipsikotik ilaçlar, sonuçta, şizofreni hastasının dünyayla daha mantıklı olarak başa çıkmasına yardımcı olmaktadır.
Antipsikotik ilaçlar, hemen hemen tüm ilaçlar gibi, yararlı etkilerinin yanında istenmeyen etkilere de sahiptir. İlaç tedavisinin erken dönemlerinde, hastalar, sersemlik, huzursuzluk, kas spazmları, titreme, ağız kuruluğu ya da bulanık görme gibi yan etkilerden sıkıntı yaşayabilir. Bunların çoğu, doz düşürülerek düzeltilebilir ya da diğer ilaçlarla kontrol altına alınabilir. Farklı hastalarda çeşitli antipsikotik ilaçlara farklı tedavi yanıtları ve yan etkiler görülür. Bir hastanın bir ilaçtan aldığı sonuç bir diğerinden daha iyi olabilmektedir. Antipsikotik ilaçların uzun dönemli yan etkileri dikkate değer ölçüde daha ciddi bir sorun yaratabilir. Tardif diskinezi (TD), büyük çoğunlukla ağız, dudaklar ve dili, bazen de gövde ya da kol ve bacakları etkileyen istem dışı hareketlerle belirgin bir bozukluktur. Uzun yıllardır eski antipsikotik ilaçları kullanan hastaların yüzde 15’i ila 20’sinde görülür; ancak TD bu ilaçlarla daha kısa süreyle tedavi edilmiş hastalarda da gelişebilmektedir. Çoğu olguda, TD semptomları hafiftir ve hasta, hareketlerinin farkında olmayabilir. Psikososyal yaklaşımlar akut psikotik hastalar (gerçeklikten kopmuş ya da varsanılar ve sanrıların önde geldiği hastalar) için sınırlı bir değere sahip olmakla birlikte, daha düşük şiddetli semptomları olan hastalar ya da psikotik semptomları kontrol altında olan hastalar için yararlı olabilir. Şizofreni hastaları için birçok psikososyal tedavi şekli mevcuttur, bunların çoğu, hastanın hastanede, toplum içinde, evde ya da işte sosyal işlevselliğinin iyileştirilmesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu bilgiler Amerikan Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü’ nün 02-3517 (1999, 2002) numaralı Ulusal Sağlık Enstitüsü Yayını’ ndan ve çeşitli internet sitelerinden derlenmiştir. (Tıbbi Mucizeler, Dr.Eugene W.Straus, Alex Straus) www.sizofreni.web.tr; www.sizofreniveyasam.com
Şizofreninin Nedenleri Son yirmi yılda yapılan araştırmalarda şizofreninin nedenleri hakkında önemli bulgular elde edilmiştir. Tüm hastalar için geçerli olan tek bir neden bulunmamakla beraber şizofrenin ortaya çıkmasında rol oynayan başlıca etkenleri üç başlık altında toplayabiliriz: 1. Kalıtımsal nedenler 2. Beyindeki yapısal değişikliklerin rolü 3. B eyindeki kimyasal maddelerin rolü Şizofrenide kalıtımın rolü: Şizofrenisi olan her 10 kişiden birinin yakın akrabaları arasında bu hastalık görülür. Şizofreni hastalarının ailelerinde bu hastalığın toplum ortalamasına göre daha sık görülmesi şizofrenide ailesel geçişin rolüne işaret eder. Örneğin, anne ya da babasından biri şizofreni hastası olan çocukta hastalığın görülme olasılığı % 12’dir. Kardeşlerden biri şizofreni hastası ise diğer kardeşlerde hastalık görülme olasılığı %8 dir. Toplumda her 100 kişiden birinde şizofreni görülme riski bulunduğu düşünülürse bu oranların yüksekliği hakkında bir fikir edinilebilir. Ailesel yatkınlığın nedeni anne babanın yetiştirme tarzı değildir. Hastalığın geni tam olarak bilinmiyor. Bir başka deyişle, elde edilen veriler şizofreniden tek bir geni sorumlu tutmak yerine birden fazla genin rolü olduğuna işaret ediyor. Beyin yapısındaki değişikliklerin rolü: Tomografi gibi görüntüleme yöntemlerinde şizofreni hastalarının beyinlerinde normalde görülmeyen bazı değişiklikler olduğu saptanmaktadır. Örneğin beyinde normalde de bulunun boşlukların hasta kişilerde daha geniş olduğu ve bazı beyin bölümlerinin normalden daha küçük olduğu görülüyor. Özellikle, beynin plan yapmak ,sorun çözmek gibi işlevleri de yüklenen ön bölümü ve önceki deneyimleri hatırlayarak o anki duruma uygun bir davranış geliştirmekte rol oynayan hipokampus bölümünün normalden küçük olduğu saptanmıştır. Bu bölgelerin işlevlerindeki aksama sonucunda hastalar günlük hayatta her an karşılaştığımız basit ya da karmaşık sorunları çözmekte zorlanabiliyor. Bu sorunlar örneğin yeni tanıştığımız bir kişiyle neleri konuşabileceğimiz, şehir içinde bir yerden bir yere giderken karşılaştığımız aksaklıkların üstesinden nasıl geleceğimiz gibi bize basit gelen şeyler de olabilir. Beyin yapısındaki değişiklikler hasta kişilerin beyinlerinin normal gelişimden farklı bir yol izlediği şeklinde yorumlanır. Bu değişiklikler doğumdan önce ya da doğum sırasında etkili olan nedenlere bağlanır. Örneğin gebeliğin erken dönemlerinde virüs enfeksiyonları ya da doğum sırasındaki bazı sorunlar gibi. Beyindeki kimyasal maddelerin rolü: Beyinde milyarlarca sinir hücresi bulunur. Bu hücreler bir telefon şebekesi gibi birbiriyle bağlantılıdır. Her hücrenin ucundan salınan bazı kimyasal maddeler komşu hücreye ulaşarak hücreler arası haberleşmeyi sağlar. Haberleşmeyi sağlayan kimyasal maddelere nörotransmitter denir. Adrenalin, dopamin, serotonin gibi… Şizofrenisi olan kişilerde dopaminin aracılık ettiği haberleşmede bir bozukluk olduğu bilinmektedir. Dopamin hastaların beyninde bazı bölgelerde fazla miktarda bulunmaktadır. Dopamin aracılığıyla haberleşmedeki bozukluk hezeyan ve halüsinasyonlar, dağınık davranış ve konuşma gibi hastalık bozukluklarından sorumlu tutulmaktadır.
9
Mavi At Kafe diye bir yer var Beşevler’de: Şizofreni hastalarının çalıştığı bir “kültür yaşam ortamı”… Şizofreni hastalarının çalıştığını söyledim diye hemen gözünüz korkmasın öyle. Sandığınızın aksine hiç de tehlikeli değiller. Hepsinin bizim “normal” kavramımıza uyduğunu söyleyemem belki ama iyileşip bizim gibi olmak, daha doğrusu “iyileşip kendileri gibi olmak” için inanılmaz bir çaba harcıyorlar. Ve Mavi At Kafe, bunu başarabilmeleri için çok önemli bir fırsat sunuyor onlara. Dernekleri de öyle. (O da hemen iki bina ilerde) Recep, Nezih, Gizem, Hidayet, Arif ve Ebru’yla sohbet ettik biz. Ama tanışamadığımız daha bir sürü çalışanı var Mavi At Kafe’nin. Çoğu 5 Haziran 2009’da yapılan açılıştan beri burada. Bazıları dernek aracılığıyla tanıyıp gelmiş, bazıları da doktorunun tavsiyesiyle. Her biri günde dört saat çalışıyor. Ama mesaisi bittiği halde gitmeyenler de var, öylesine memnunlar burada olmaktan. Hatta Nezih müşteri olarak bile takılıyor Mavi At Kafe’de, kafe para kazansın diye. Zaten anladığımız kadarıyla pek fazla müşterisi yok Mavi At Kafe’nin. Gelenler de daha çok bizim gibi bir yerlerden adını duyup da merak edenler. Belki yerinin de payı var bu durumda. (Ankaray’a binip Beşevler’de iniyorsunuz. Fevzi Çakmak Caddesi çıkışından çıkıp karşıya geçip sağa doğru dümdüz yürüyorsunuz. Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi, no:31/8)
Nezih-Ebru-Meral Hanım-Arif-Gizem-Meral Hanım’ın oğlu Volga-Müdire Hanım-Hidayet
Kafedeki kitap sandığından istediğiniz ikinci el kitabı 5 liraya satın alabilirsiniz.
Meral Hanım “ Sonunda çevremizdeki kişilere öğrettik şizofreninin korkulacak bir şey olmadığını. Umarım daha çok kişiye öğretiriz, anlatırız.” diyor. Biz de en azından size anlatabilelim şizofreni hastalarını, şizofreni hastalarının yaşama olan karış karış yolculuğunda onlara biraz olsun katkı sağlayabilelim, geleceğin doktorlarının gözünde şizofreni hastalarına karşı oluşan önyargıyı yıkabilelim diye giriştik bu tanıtım yazısını yazmaya. O yüzden gidip kendi gözlerinizle görün Mavi At Kafe’yi. Herhangi bir kafedeymiş gibi arkadaşlarınızla vakit geçirirken onlara da biraz katkı sağlamış olun, hem maddi hem manevi. Çünkü buna gerçekten ihtiyaçları var, özellikle de manevi desteğinize. Yaşama adım adım yaklaşabilmek için, “iyileşip kendileri gibi olabilmek için.”
10
Mavi At Kafe ilk açıldığı zamanlarda karşıdaki bir kadın ganyan bayisi sanmış burayı. Halbuki çok güzel ve anlamlı bir adı var kafenin. Çok güzel bir hikayesi var mavi atın… “Bir şehir bir hekim bir devrim Trieste…
Akdeniz’de İtalya’nın Adriyatik kıyılarındaki bu küçük şehir pek çok insan için farklı çağrışımlar yaratabilir. Bir ruh hekimi için ise Trieste, “toplum psikiyatrisi” kavramının ilk kez yaşama geçirildiği bir devrimin coğrafyası olarak anlam kazanır. Yetmişli yılların başında İtalya’da büyük akıl hastanelerinin kapatılmasını ve toplum içinde tedavi anlayışını amaçlayan bir hareket başlatılmıştı. 1971′de Trieste’deki akıl hastanesinde bin iki yüz hasta ”yatıyor”du. İtalyan sağlık sisteminde o dönemde gerçekleştirilen reformla birlikte, ruh sağlığı bütçesinin %94′ü toplum odaklı merkezlerin kurulmasına, sağlık ve sosyal hizmetlerin entegre edilmesine ayrıldı. Bu dönüşüm sonrasında, hastaların iş edinme oranlarında artış, işlevselliklerinde yükselme ve suç oranlarında azalma gözlendi. 1974 yılına gelindiğinde ise, hastanenin kilitli kapıları açıldı ve hastaların diledikleri zaman dışarı çıkmalarına fırsat verildi. Hastane yıkıldı ve hastane çalışanları ile halk el ele vererek iki buçuk metre yüksekliğinde, ahşaptan mavi bir at yaparak hastanenin girişine yerleştirdiler. Geçmişte hastane faaliyetteyken hastane çalışanlarından başka hiç kimsenin dışarı çıkma hakkının olmadığı kurumdan çıkmasına izin verilen tek canlı, çamaşırhaneden kirli çamaşırları dışarı götüren bir attı. Köklü değişiklikle birlikte bu at bir bakıma özgürlüğün ve toplumdan kopmamanın bir sembolü haline geliyordu.” Mavi At Kafe bir “kültür yaşam ortamı” olmasının yanı sıra şizofreni hastaları için bir iyileştirme merkezi. Şizofreniyle ilgili olsun olmasın, birçok kültürel faaliyete de ev sahipliği yapıyor: kitap okuma günleri, söyleşiler, kermesler, film gösterimleri, imza günleri, ikinci el kitap satışı… Konuştuğumuz çalışanlar, dernekte de bir sürü faaliyetleri olduğunu söylüyorlar. Hatta 15 Aralık’ta ODTÜ’de Mimarlık Fakültesi’nde bir tiyatro gösterisi yapacaklar; başrolde de Recep oynuyor. Şizofreniyi ve Türkiye’de bu hastalığa yapılan damgalamayı anlatacaklar. Oyunun yazarı Erol Bey’in hastalık nedeniyle ikinci sınıfta tıp fakültesinden ayrılmak zorunda kalmış olması biraz daha ilginizi artırır belki. Gitmek isteyenler Mavi At Kafe ve İmge Kitabevi’nden ücretsiz bilet edinebilirler.
11
Bu sayıda, söyleşimizi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. A.Dürdal Us hocamızla yaptık. Hocamız; Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü’nü 1979 yılında bitirdi. Mikrobiyoloji uzmanlığını 1985 yılında aldı. Eylül 1989’da doktorasını tamamlayarak, Ekim 1996’da doçentlik, Nisan 2003 tarihinde de profesörlük unvanlarını aldı. Viroloji, seroloji ve immunoloji konularıyla ilgilenmektedir. Nerelisiniz? Ankara’da doğdum büyüdüm. Ama öyle deyince kimse kabul etmiyor, mutlaka Ankara dışında başka bir yer olmak zorunda. Onun için anne ve babamın da doğum yerlerini söylüyorum. Babam Erzurumlu, annem Adanalı. Ama ben Ankaralıyım. Öğrencilik yıllarınıza gelelim. Hacettepe de okudunuz. Nasıl bir öğrenciydiniz? Son derece inek bir öğrenciydim o zamanda da ‘inek’ ifadesi kullanılıyordu. Fazla sosyal hayatım yoktu. Kendimi tamamen çalışmaya vermiştim. Peki okulumuzun o şartlarından bugüne neler değişti? Çok şey değişti tabi. Benim mezun olduğum yıl 79. En kötü zamanlardı, olayların çok yoğundu. Beytepe zaten yeni açılmıştı. İlk sene burada (Sıhhiye) okuduk. Ondan sonra oraya geçtik. Hem fiziksel şartlar kötüydü hem terör olayları, siyasi olaylar vardı. Son derece kötü bir öğrencilik dönemi geçirdim yani. Hatta bizim yıllığımız bile çıkamadı. Ama ben biyolojiyi çok severek, isteyerek okudum. Ben doktor bir aileden geliyorum. Annem, babam, dayım, amcam hepsi doktor. Annem muayenehane hekimi, kadın doğum uzmanı. Ankara’nın ilk hanım kadın doğumcularından. Tabi takdir edersiniz ki eski yıllarda hanım kadın doğumcular daha çok tercih ediliyordu. Çok yoğun bir iş hayatı vardı. Muayenehanesi evle karşılıklıydı. Kolay çalışabilmesi için o şekilde ayarlamıştı. Dolayısıyla küçüklük zamanımdan itibaren hep hastalarla birlikte büyüdük. Onun için hasta görmekten nefret ettim. Dolayısıyla çocukluğumda öyle bir travma geçirdikten sonra hastalardan uzak ama tıbba yakın bir konu olması açısından biyolojiyi çok isteyerek okudum. Ve mikrobiyoloji de istediğim ve severek çalıştığım bir branş.
Yıl: 1985 (Dürdal Hocamızın asistanlıktaki 4. yılı) Dürdal Hocamızın yanında Yakut hoca, oturan Cumhur hoca
En sevdiğiniz ders hangisiydi? Mikrobiyolojide virolojiyi çok seviyorum. Anlatmayı, araştırmayı seviyorum. Laboratuar yöntemleri nedeniyle, aslında çok zor bir branştır. İhtisasa girdiğim zaman Şemsettin Hoca ile birlikte çalıştım. O gerçekten çok iyi bir hocaydı. İşte onunda etkisiyle ihtisasımı da doktoramı da viroloji ile ilgili olarak yaptım. Şimdi de bu konular üzerine çalışıyorum. Mikrobiyolojinin avantajları, dezavantajları konusunda bir şeyler söyleyebilir misiniz? Klinik ile ilgili olmadığı için hasta görmekten ya da poliklinik hizmeti vermekten hoşlanmayan hekimler seçilebilir. Enfeksiyon hastalıkları ile birlikte bir ihtisas var fakat o da devamlı değişiyor. Bir mikrobiyoloji ve enfeksiyon hastalıkları ihtisası çıkıyor, bir sadece klinik mikrobiyoloji çıkıyor. Yani bizim buraya gelen asistan arkadaşlar da özellikle TUS’la gelenler biraz çaresizlikten geliyorlar. Yani isteyerek gelen çok az. Dolayısıyla şu anda size seçin diyemem. Bu severek ya da isteyerek yapacağınız bir şey. Ya da tamamen ileride öğrenciliğiniz boyunca edineceğiniz bilgilerle veya tecrübelerle olacak diye düşünüyorum. Bizim 4. sınıfta mikrobiyoloji stajımız olmayacak değil mi? Mikrobiyoloji olmayacak ama klinik patoloji var. Hastanenin rutin laboratuarında olacak dönem 5 ve 6’da. Orda hasta örneklerinin işlenmesi, ekilmesi, değerlendirilmesi ile ilgili hem klinik hem pratik kısa bir süre de olsa stajınız olacak. Mikrobiyolojiyi bir yana bırakırsak hobileriniz var mı? Bu yaştan sonra fazla hobi kalmıyor. Vakit bulursam dinleniyorum. Televizyon seyrediyorum.
Yıl: 1975 (Hocamızın öğrenciliğinin ilk yılı) Yer: HÜTF, Sıhhiye kampüsü; şu anda bizim oturduğumuz lab. sıraları (çok da değişmemiş gibi!!)
Önceden var mıydı? Gerçi yaşınız da genç. İşte 52 bitiyor. Yani standartlara göre normal sayılabilir ama ben kendimi yaşlı hissediyorum, yorgun hissediyorum. Önceden vardı tabi. Yüzmeyi çok severdim. Yüzmeyle ilgili ciddi uğraşlarım oldu. Bir ara spor dalı olarak geçici de olsa eskrime merak sarmıştım. Tiyatrolar, konserlere giderdik. Ama işte evlenip çoluk çocuk sahibi olduktan sonra birde böyle bir genel yorgunluk geldikten sonra artık bunlar pek olmuyor.
12
Çocuklarınızdan birazcık bahseder misiniz? Benim bir oğlum var. Bilkent Turizmde okuyor daha doğrusu okumaya çalışıyor. Biraz fazla şımartıldığını görüyorsunuz resimlerden. Şimdi aslında 3. sınıfta ama gireli 5 sene oldu. Yavaş yavaş okuyor. Öğrenciliğin tadını çıkarıyor. Hocam şu anda bir araştırma yapıyor musunuz mikrobiyoloji ile ilgili? Şuanda yeni meşhur olan Batı Nil Virusu ile araştırmalarımız var. Zaten vardı devam ediyor. Kan donörlerinde Batı Nil Virusu seropozitifliğini araştırdık. O, yayın olarak çıktı. Sonra nedeni bilinmeyen menenjitli ensefalitli olgularda araştırdık. Orda da az da olsa bir pozitiflik bulduk. Bunlara ulaşabilirsiniz “pubmed”den. Şuanda da sivrisineklerden izole etmek için Beytepe Biyoloji ile bir ortak çalışma yapıyoruz. Sadece Batı Nil değil onun dışında artropotlarla bulaşan diğer etkenleri de çalışıyoruz Koray Beyle birlikte, o da bu konuda çok heyecanlı. Mikrobiyolojide, bu bölümde ilişkileriniz nasıl? İlişkilerimiz şu ara yok. Ama bir dönem baya ciddi sosyal faaliyetlerimiz vardı. Şemsettin hoca o konuda çok faaldi. Gezilere giderdik birlikte. Akşam çıkar bir iki kadeh bir şeyler içmeye giderdik. Emekli olan hocalarımızın törenlerinde baya ciddi sosyal programlarımız olurdu. Bir dönem Ankara gecelerinin tadını çıkarmıştık ama şu ara pek yok. Size burada nasıl hitap ediyorlar? Asistanlar ‘hocam’ diyor. Benim bir küçüklerim ‘abla’ diyor. Yaşıtlarım da ‘Dürdal’ diyor Ayşe diyen fazla yok. Bazen o şekilde arıyorlar telefonda, burada öyle biri yok filan diye kapatıyorum bazen. Ama yavaş yavaş alışıyorum. Çünkü ismim çok sıkıntılı. Özellikle telefonda ilk söylemede kesinlikle anlaşılmıyor. Şimdiye kadar telefonda ben kendi adımı söylediğimde, bir kerede anlayan hiç kimse ile karşılaşmadım. İsminizin manası ne? İnci dalı demek. Dürdane vardır. Dür, Fasçada inci demekmiş. Dürdane, inci tanesi demek. Dürdal da inci dalı demek oluyor diye babam koymuş ismimi. Babam da radyologdu. Rahmetli oldu. İsmimi çok seviyorum ama anlaşılması çok zor. ‘Gürdal’ diyen var, ‘Dürdane’ diyen var. Hatta bir ara lise yıllarında bana ‘kürdan’ diyen de olmuştu
Yıl: 1979 (Dürdal hocamızın öğrenciliğinin son yılı) Yer: HÜTF, Beytepe kampüsü; fakülte binasının önü (işte burası çok değişmiş..) (Oturan arkadaşımız şimdiki Aksaray Üniversitesi rektörü; Prof.Dr.Necdet Sağlam)
Bize değerli vaktini ayırdığı için Dürdal Hocamıza çok teşekkür ediyoruz.
13
Prof. Dr. A. Dürdal US’un kaleminden Şemsettin hocamız: Şemsettin Ustaçelebi 1944 yılında Ankara’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi, Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Temel Tıp bölümünden mezun oldu. Hacettepe Tıp Fakültesi’nde Mikrobiyoloji asistanlığına başlayan Ustaçelebi, daha sonra Glasgow Üniversitesi’nde Viroloji Doktora eğitimine başlayarak 1973’de mezun oldu. Glasgow Üniversitesi Viroloji Enstitüsü MRC ünitesi, Ruchill infeksiyon hastalıkları hastanesi viroloji bölümlerinde çalışan Ustaçelebi, daha sonra Hacettepe Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak görev yaptı. 1976 yılında
Mikrobiyoloji camiasının değerli bilim adamı,Virolojinin
EMBO bursu ile İsveç Uppsala Üniversitesi Wallenberg
duayeni, çok sevgili hocamız Prof. Dr. Şemsettin Ustaçelebi’yi
laboratuvarlarında araştırmalarını sürdürdü. 1985 yılında
23 Haziran 2008 tarihinde kaybetmenin derin üzüntüsü
Lozan, İsviçre’de bulunan DSÖ Kanser ve İmmünoloji
içindeyiz.
Enstitüsünde görev yapan Ustaçelebi, 1991 yılında Unesco bursu ile Glasgow’da araştırmalarına devam etti. Hacettepe Üniversitesi’nde 1978’de doçent ve 1988’de profesör kadrosuna atandı. Prof.Dr.Ustaçelebi, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanlığı ve Multidisiplin laboratuarları Direktörü olarak da görev yaptı. Prof.
Dr.
Ustaçelebi’nin
adenoviruslar,
viral
genetik,
interferon indüksiyonu, insan papilloma virusları, virus-kanser ilişkisi, virusların replikasyon stratejileri ve hepatit virusları ile ilgili konular başta olmak üzere tıbbi viroloji kapsamında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış 200’ü aşkın makalesi ve 5
Şemsettin hoca, mikrobiyolojiyi seçme nedenlerimden biridir. Çok değerli biriydi. Hep onunla birilikte çalıştım, çok keyifli vakit geçirirdik. Belki şans, belki şansızlık, hastalığının son dönemlerinde ben askerdeydim, Yanında olamıyordum ancak buraya geldikçe gidip görebiliyordum; ama belki son halini görmemem daha iyiydi. Kendine has, çok renkli bir insandı. Kendi farklılıklarını işine ve akademiye yansıtabiliyordu bu da onu özel kılıyordu. Her yönden örnek alınacak bir insandı. Y. Doç. Dr. Koray Ergünay
adet kitabı bulunmaktadır.
14
ANILAR (A.Dürdal Us’un kaleminden) Yaşamdan anısal bir kesit Tam 27 yıl önce başladı onunla çalışmamız; önce hocamdı, sonra ağabeyim, sonra arkadaşım ve sonra da can dostum oldu. Beraber çalıştık, beraber ürettik, beraber yaşadık, beraber gezdik, beraber eğlendik… Uzmanlık ve doktora tezlerimi onun rehberliğinde gerçekleştirmiş olmanın onur ve ayrıcalığını her zaman hissettim.Doktora tezimin bir bölümü,hemaglutinasyonun önlenim testiyle BK virus seroepidemiyolojisinin araştırılmasıydı. Kendisine bu test için “Virusun aglütine ettiği insan 0 grubu eritrositleri nasıl temin edeceğim?” diye danıştığımda cevabı kısa ve netti: “Benden alacaksın!” . Gerçekten onun kanıyla tamamlandı çalışmamız. Virolojinin Şairi: Ustaçelebi Şemsettin hocamız, kıvrak ve yüksek zekası ile mükemmel bir bilim adamı ve araştırıcı kimliğinin yanında, büyük bir eğitimci ve olağanüstü bir hocaydı. Şu anda ülkenin dört bir yanında görev yapan çok değerli öğretim üyeleri, hekimler ve araştırıcılar yetiştirdi. Onun dersleri unutulmazdı. Ders anlatmanın ne kadar “ilahi bir ritüel” olduğunu onda gördüm. Aynı dersi yüzlerce kez dinleyebilir, herbirinden ayrı bir zevk alırdınız. En azından benim için öyleydi… Virusları onunla sevdim, virolojiyi ondan öğrendim, derslerim için ondan feyz aldım…
Şemsettin hoca, çok şahsına münhasır biriydi. Yemeği içmeyi, yedirmeyi içirmeyi çok seven, meslek grubu dışında insanlarla da çok sıcak ilişki kurabilen biriydi. Ona çok değer veren esnaf arkadaşları vardı. Bizleri de toplar onlara götürürdü. Beraber yer içer sohbetler ederdik. Çok neşeli, çok esprili yani kendisiyle son derece barışık bir kişiliği vardı. Kavgayı, huzursuzluğu hiç sevmezdi, çok yapıcıydı. Çok değerliydi. Her fırsatta onu anıyoruz. Aradan ne zaman geçmiş olursa olsun, diyoruz ki ‘Şimdi Şemsettin hoca olsa şöyle derdi’. ‘Allah rahmet eylesin’ değil de ‘kulakları çınlasın’ diyoruz, yaşıyormuş gibi yani hala. Ben buraya başladığımda ilk tanıdığım hocaydı. Otorite sağlayayım, korkutayım gibi bir tavrı asla yoktu. Son derece arkadaşça yaklaşırdı. Araştırmalarını, asla bir hırs konusu yapmadan severek heyecan duyarak yapardı ve bunları sohbet ortamında paylaşmaktan zevk alırdı.. Ben burada oturur çalışırken gelir, sen şaperonları biliyor musun der, anlatırdı şaperonları Uz. Aslı Çakar
En üzüntülü anında bile neşeli olmaya çalışan biriydi. Öğrencilerine ders anlatamayacağı için, ameliyat olmayışı, sesini kaybetmek istemeyişi beni çok etkilemişti. Onun ders anlatışına gıpta ederdim, böyle ders anlatabilsem diye düşünürdüm.
Hastalık ve yaşam tutkusu Hastalığın en zorlu zamanlarında bile hiç aksatmadan işe gelir; gidemeyeceğini bile bile ders ve konuşmalarını hazırlardı. Daha sonra da hazırladıklarını bana getirir “Son
Son derece harika bir insandı, kaybettiğimiz için üzgünüz. Zaman zaman sanki çıkıp geliverecekmiş gibi, içerde kahve içip sohbet ediverecekmişiz gibi gelir. Keşke onun dersine girme fırsatı bulsaydınız.
anda kendimi iyi hissetmezsem sen gidersin.” Diye benim
Prof. Dr. Cumhur Özkuyumcu
kaybedersem, her şeyimi kaybederim, nasıl ders veririm,
de bir ‘göz atmamı’ isterdi. Zaten kendisine önerilen ‘radikal tedavi’yi de , sesini kaybedeceği ve yaşam kalitesi bozulacağı
için
kesinlikle
reddetmişti.
“Sesimi
dostlarımla nasıl sohbet ederim” diye dert yanmıştı bana bir konuşmamızda…
15
Yaşam insanı: Şemsettin Hoca
Şemsettin Hoca ve Safranbolu
Şemsettin Hoca’mız tartışılmaz bilimselliğinin yanı sıra sosyal
Şemsettin Hoca’mız güçlü organizasyon
yönden de son derece renkli bir kişiliğe sahipti. laboratuarda
birçok kongre ve kurs düzenlenmesine öncülük etmiş,
geçirdiğimiz yoğun çalışma günlerinin ardından, hoca kimliğini bir
mikrobiyoloji ve viroloji camiasında gelmiş geçmiş tüm
tarafa bırakıp bölümü toplayarak, bizi ‘yorgunluk atmaya’
nesilleri sevgiyle bir arada tutmayı başarmış nadide bir
götürdüğü Ankara geceleri, unutulmayacak güzel anılardan sadece
insandı. Kongre ve bilimsel toplantılara katılmaları için
bir kısmıydı.
genç araştırıcıları cesaretlendirir, her yönden onlara
yeteneği ile
destek olurdu.Sevgili Hocamız ayrıca, geziler ve partiler Şemsettin hocamızın yeri çok ayrıdır. İnanılmaz yetenekli bir hocaydı. Tanıyabileceğiniz en zarif insanlardan biriydi.
düzenlemeyi de bilimsel toplantılar kadar zevkle ve
Bir anımı anlatayım. Doçentlik sınavına girdim, yedi aylık hamileydim, hamileyken salak oluyor insan biraz, bana kompleman sistmini sordular, anlattım anlattım, ikisini anlattım üçüncüsünü hatırlayamadım bir türlü, bu yüzden gidip ona kızmıştım çünkü o anlatsaydı hatırlardım o kadar etkili bir adamdı. Öğrenciyi çok severdi. Hem tatlıydı hem hocaydı. Derste öğrenir giderdiniz. Sizin ondan ders alamamış olmanız çok büyük bir kayıp.
aksatmadan düzenlediği yılbaşı partilerinde kendi
başarıyla
yapardı.
Düzenlediği
gezilerden
birinde
Safranbolu sokaklarını keşfetmek; her yıl bölümümüzde elleriyle hazırladığı özel ‘punch’ını yudumlamak ayrı bir zevkti. Onunla çalışmaktan başka gezmek, alışveriş yapmak, bol buzlu bir içki içmek anlatılması mümkün olmayan sadece yaşama şansına eriştiğim, hiçbir zaman kalbimden silinmeyecek anılardır. Doğum Günü: 31 Mayıs 2008 Hastalığı sırasında moralini hiçbir zaman bozmadı,
Sosyal yönü de muhteşem olan bir insandı. Punch partileri çok meşhurdu. Puncha başlanırdı, bütün bölümde her iş dururdu. Herkes gelir elini yıkar, temiz önlükler giyer; başlanır portakallar elmalar küçük küçük doğranmaya.
bozmamaya çalıştı. Tam bir yıl direndi hastalığına… Ağır ve yorucu geçen kemoterapi ve radyoterapi seansları bile , bölüme her gün gelmesine, işine dört elle sarılmasına, hatta kitabının ikinci baskısını hazırlamam için beni motive etmesine engel olamadı. Ölümünden
Keşke diyorum, ameliyat olsaydı, sesini kaybetseydi, konuşmayı tekrar öğrenseydi. Ama bunu kendi adıma istiyorum, onun adına isteyemiyorum.
yaklaşık 20 gün önce, 31 Mayıs 2008 günü akşam iş çıkışı
Hüzünle ama gülümseyerek andığımız bir insan olduğu için çok şanslı. Sizler de onu tanıyamadığınız için şanssızsınız. Sizin şansınız; Dürdal, Ahmet, Koray gibi hocalar yetiştirip bırakması size. Ama onun dersini dinlemenizi çok isterdim.
ne ben düşünüyorduk. Hatta bir hafta sonra (1-5
küçük bir pasta alarak doğum gününü kutlamaya gittiğimde, pastanın üstündeki sembolik tek bir mumu güçlükle üflerken bunun son doğum günü olacağını ne o Temmuz 2008) Kapadokya’da yapılacak olan Viroloji Kursuna beraber gitmek için bile randevulaşmıştık. Hepimiz; bütün bölüm çalışanları, meslektaşları, eski çalışma arkadaşları, öğrencileri, dostları, kısacası tüm sevenleri büyük acı çekti onun eriyip gitmesinden… O da
Çok genç bir ölüm oldu daha 62 yaşındaydı. Ben normalde duygularını çok göstermeyen hep neşeli görünen bir insanımdır; ama hastanede Şemsettin hocanın yanından çıkınca hep ağlardım. Prof. Dr. Yakut Akyön Yılmaz
acı çekti bizlerin onu ‘o haliyle’ görmemizden… Büyük ders
aldık
son
ana
kadar
yaşama
ümidini
kaybetmemesinden…Ama yapamadık, engel olamadık bir efsanenin sonsuza gidişine… Prof.Dr.A. Dürdal US’un yazıları için; KAYNAK: MİKROBİYOLOJİ/ TÜRK MİKROBİYOLOJİ CEMİYETİ HABER DERGİSİ
16
Lady Gaga'ya açtığı davanın Portakal’da kendinden izin alınmadan haber yapılması, Alihan'ı Portakal Gazetesi ile de davalık etti…
Bir notun sonunda 28 kıza isimleriyle tek tek aynı anda selam göndererek rekorlar kitabına giren Ebru feminist medyanın yeni gözdesi oldu. (bknz: Dönem 3 enfeksiyon komitesi 13 nolu Neisseria notu)
2. komitelerinin 2. gününde kütüphaneye gelen 2. sınıflar şaşkınlık yaratırken sınavları yaklaşan 3. ve 4. sınıflar oturacak yer bulamadı. bu sebeple ekstra bir 5 kişinin daha dahiliyeden kalacağı, bugün sinir olan 3. sınıfların ilerde gereksiz antibiyotik yazarak tepkilerini gösterecekleri tahmin ediliyor…
Ağlasam sesimi duyar mısınız komite esnasında? Düzeltebilir misiniz yanlışlarımı hoca görmeden? Bilmezdim komitelerin, finallerin bu kadar kazık, Kopya çekmenin bu kadar zor olduğunu tıpa gelmeden önce. Bir kopya var biliyorum, Her bilgiyi bulmak mümkün, Epeyce yaklaşmışım görüyorum. Ama okuyamıyorum; Çünkü gözetmen bakıyor...
Bayram gelmiş geçmiş benim neyime Komitem var uzak dur benden! Konser, sinema, tiyatro, maç kime ne Yığınla notum var uzak dur benden! Yılbaşı sabaha kadar eğlenmek de ne Tıp öğrencisiyim uzak dur benden!
Bu Hafta 1. Harry Potter ve Ölüm Yadigârları Bölüm 1-Aile, aksiyon, dram, fantastik, gizem-8 2. New York’ta Beş Minare-Aksiyon, casusluk, polisiye, dram, politik-7,9 3. Testere 7 (Saw 7)-3 boyutlu, gerilim, gizem, korku, suç, psikolojik-7,8 4. Unstoppable(Durdurulamaz)-Aksiyon, dram, gerilim7,3 5. Av Mevsimi-Dram, polisiye, macera-7,2 6. Git Başımdan (Due Date)-Komedi-7 7. Vay Arkadaş-Aksiyon, komedi-6,6 8. Prensesin Uykusu-Dram, komedi-6,4 9. Memlekette Demokrasi Var-Dram, komedi, politik-6 10. Uçan Melekler-Dans, dram, müzikal-5,9 11. Yine mi Sen (You Again)-Dram, komedi, romantik-5,3 12. Biri Beni Isırdı (Vampires Suck)-Fantastik, gençlik, komedi-3,3 10 Aralıkta Sinemada •Turist (The Tourist)-Aksiyon, casusluk, dram, gerilim, gizem, macera, suç •Narnia Günlükleri: Şafak Yıldızının Yolculuğu-3 boyutlu, aile, fantastik, macera 17 Aralıkta Sinemada •Çakal-Aksiyon, dram •Çakallarla Dans-Komedi, macera, romantik •Sultan’ın Sırrı-Aksiyon, biyografi, gizem, tarih •7 Avlu-Dram, komedi •Ateşle Oynayan Kız: Millenium Üçlemesi 2-Gerilim, gizem, suç 24 Aralıkta Sinemada •Çapkın (Spread)-Komedi, romantik •Karmakarışık(Rapunzel)-3 boyutlu, aile, animasyon •Hırsızlar Şehri(The Town)-Dram, gerilim, suç •Zor Baba 3 (Little Fockers)-Komedi 29 Aralıkta Sinemada •Güliver’in Gezileri-3 boyutlu, aile, fantastik, komedi
17
Kalabalıklar içerisinde yalnız olduğunu hissetmek: Tek Kişilik Şehir Daha önce hiçbir oyunda karşılaşmadığım bir şekilde tanıştım “Tek Kişilik Şehir”le. Salonun kapısından içeriye adımımı attığım anda duyduğum çatal, bıçak sesleri aniden gözlerimi sahneye çevirmeme neden oldu. “Yoksa oyun mu başladı, daha yerimize bile oturmadık.” dedim kendi kendime. Evet, aslında daha kimse içeriye girmeden başlamıştı oyun! Günümüz insanını yalnızlığa iten ve giderek sadece "tek kişilik aileler" haline gelmeye başlayan büyük kent yaşamının mizahi bir eleştirisi yapılıyor oyunda. Behiç Ak’ın büyük ustalıkla yazdığı eser, teknolojinin insan hayatındaki yerini sorgularken, asosyalleşen bireylerin kendisiyle çatışmasına yer veriyor. Birey kavramını sorgulayan oyun, günümüz yaşam biçiminin dayattığı birçok kavram ve ilişkiyi yeniden düşünmemize neden oluyor. Ailecek geçirilecek zamanların azlığını, komşuluk kavramının nasıl da değiştiğini ve ilişkilerimizin teknoloji bağımlı hale geldiğini gösteriyor bize. Sonunda da çok güzel bir mesaj vererek bitiyor. Oyunculuk ise tek kelimeyle mükemmel. Üç başrol oyuncusu var. Üçü de birbirinden iyi oynuyor. Dakikalarca hiç durmadan alkışı hak eden bir iş çıkarıyorlar. Ve hak ettikleri alkışı da alıyorlar. Oyun, dekoruyla da şaşırtıyor. Sahnenin tam arkasına koyulmuş camlı pvc duvar, arasındaki büyük zincirler, yerleştirilen masa düzeni, sonradan masa örtülerini uçuran rüzgar, insanın kanını donduran buhar, kar, yağmur efektleri(zira seyirciye kadar ulaşıyor), binadan atlayan insan figürleri, bir anda sahnenin ortasında beliriveren salıncak. İşte izleyeceğiniz oyunun muhteşem dekoru. Tavsiyem, yer bulabilirseniz önlerden yer almanız. Oyuncularla beraber kar, rüzgar, yağmuru ve en önemlisi duyguları beraber yaşamanız için. Halit Bacı
Kontrabas Yer: Oda Tiyatrosu Yazan: Patrick Süskind Konu: “Koku” romanının yazarı Patrick Süskind'in pek çok dilde oynanan oyunu Kontrabas... Bir müzisyen üzerinden toplumun, bireyin, müziğin cinselliğin, hiyerarşinin ve pek çok şeyin dedikodusunu yapıyor.
Şair Baba ve Damdakiler Yer: Çayyolu Cüneyt Gökçer Sahnesi Yazan: İbrahim Balaban Konu: Nazım Hikmet ve ressam Balaban’ın Bursa cezaevi yıllarını bu toprakların kültür birikimiyle harmanlayarak sahneye aktaran, Türk tiyatrosunun ulusal söylem biçimine zemin oluşturan bir oyun.
Yaban Yer: İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi Yazan: Y. Kadri Karaosmanoğlu Konu: Bu eser benliğimin çok derinliklerinden kendi kendine sökülüp koparak gelmiş bir şeydir. Bir şeydir diyorum zira bu ne bütün manasıyla bir roman, ne bütün manasıyla bir sanat ve edebiyat işidir. Hele politika denilen gündelik davalarla hiç bir alakası yoktur.
Kerbela Yer: Büyük Tiyatro Yazan: Ali Berktay Konu: “Kerbela”, İslamiyetlin kuruluşunda var olan demokratik öğelerin yok edilmesine, Hilafetin saltanatlaşıp Doğu’nun klasik devlet yapılanmasına (nemrutlaşmasına) ve şeriatın bu saltanatdevlet anlayışının resmi doktrini haline gelmesine, din kisvesi arkasında, inançların yerini çıkarların almasına duyulan tepkinin ve direnişin öyküsüdür.
Soğuk Bir Berlin Gecesi Yer: Küçük Tiyatro Yazan: Barış Eren Konu: Bir yanda; Avrupa’nın ortasında uygar bir kentte, uygar insanlar arasında dili, dini ve kültürü farklı olduğu için yabancı konumuna düşen daha doğrusu düşürülen, dışlanan, ötekileştirilen Tarık’ın bu insanlara sorduğu soru. Neyi seversiniz siz? Arabalarınızı seversiniz, köpeklerinizi seversiniz, ha birde biralarınızı yudumlamayı seversiniz. Diğer yanda; yine aynı Tarık’ın kendisini tutkulu bir aşkla seven, çevre baskısına karşı onu kanatları altına alan Katrine, zaman zaman ilkellik boyutuna varabilecek zaafları yüzünden pis kokan bir aşk yaşatan olaylar örgüsü…
Gizler Çarşısı Erkek ve Kadın Yer: Altındağ Tiyatrosu Yazan: Semih Sergen Konu: Cevat ve Nurten’in evlilik ilişkisi zamana yenik düşerek eskimeye başlamıştır. Onlarla aynı evi paylaşan Nurten’in kardeşi İpek ve Cevat arasında bir yakınlaşma vardır. Bu yakınlaşma onları sürekli bir çatışma içinde bırakır. Ve tabi bu iç çatışma daha çok İpek tarafından sürdürülmektedir. Fedakar bir abla ve eş olan Nurten, İpek iki yaşında iken kaybettikleri annelerinin yerine kendisini koymuş ve İpek’e annelik etmiştir. Bir gece yaşanan büyük çatışmadan sonra, İpek ani bir şekilde okuldan bir arkadaşıyla evlenmeye karar verir. Sevgili seyircilerimiz, gelin hep birlikte izleyelim… Kaynak: www.devtiyatro.gov.tr
Yer: Akün Sahnesi Yazan: Turgay Nar Konu: Oyun modern dünyanın ve onun barındırdığı insanlığın alegorisidir. Kendine, insan olma haline bile yabancılaşan umutsuzca maddenin peşinde sürüklenen insanların kendinden ve insanca olan her şeyden uzaklaşması anlatılmaktadır. Hem masalın ve sözlü kültürün, hem de yazılı kültürün varlık alanlarında gezinmektedir. Çoğu arkaik anlamlar taşıyan semboller hem doğunun hem batının dünyasında seçilmiştir.
Rab Şeytana Dedi Ki Yer: Akün Sahnesi Yazan: Nihat Asyalı Konu: Mitolojide ve kutsal kitaplarda yer alan Sysphos ve sabreden Eyüp öykülerinden oluşan müzikli danslı ve şarkılı bir oyun
18
KARE KARALA! Bu oyunda amaç gizli resmi ortaya çıkarmak. Şeklin dışındaki sayılar, satır ve sütunda karalanacak blokların uzunluklarını gösteriyor. Bloklar arasında en az bir kare boşluk bulunmalıdır. Derece:orta-zor
4
3 13 13 10 14 22 27 29 30 14 14
2 8 8 2 1
1 4 14
3 9 3
3 2 2 4
2 1 2 4
1 1 4
2 6
2
2
1
4 7 6 7 8 8 8 10 11 12 8 10-5 9-2-3 7-2 7-2 7-2 12 13 11 14 13 9 9-1 13 5-6 5-5 6-4 6-1 4 5
19 Önceki sayının çözümü
Türkiye'de ilk defa, fakültemizde kurulmuş olan ve tıp eğitiminin planlama, yönetim ve değerlendirme süreçlerine, eğitimin ana paydaşı olarak öğrenci katılımını sağlamayı hedefleyen ve Dekanlığımız, Tıp Eğitimi ve Bilişimi AD ve Eğitim Koordinatörlerimiz tarafından da desteklenen Tıp Eğitimi Öğrenci Kurulu (TEÖK); Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi ÖĞRENCİLERİNİ, MEZUNLARINI ve HOCALARINI bir araya getirerek "Hacettepe'de Tıp Eğitimi"ni enine boyuna tartışmak ve mevcut sorunlara çözüm önerileri üreterek tıp eğitimimizi daha da geliştirmek amacıyla kurulmuştur. İletişim için: teok@hacettepe.edu.tr huteok@gmail.com www.teok.hacettepe.edu.tr Tıp Eğitimi Öğrenci Kurulu odası Tıp Fakültesi, Asma Kat
Dahiliye hocaları ve kalan sayıları Hilmi Özkutlu-Alparslan Kılıçarslan 1 kalan Lütfü Çöplü-Yahya Büyükaşık 3 kalan Altay Şahin-Mustafa Erman 1 kalan Çetin Turgan-Necla Özer 3 kalan Serdar Aksüyek-Bülent Okan Yıldız 0 kalan Yavuz Özışık-Bülent Altun 1 kalan Halis Şimşek-Haluk Demiroğlu 1 kalan İbrahim Güllü-Mustafa Cankurtaran 2 kalan Yunus Erdem-Mine Durusu Tanrıöver 2 kalan Fuat Kalyoncu-Meltem Halil 1 kalan Serap Arslan-Kudret Aytemir 1 kalan Ömrüm Uzun-Gül Öz 2 kalan İbrahim Barışta-Ahmet Uğur Demir 0 kalan Ali Oto-Rahmi Yılmaz 2 kalan Servet Arıoğlu-Toros Selçuk 2 kalan Yusuf Bayraktar-Arzu Topeli İskit 1 kalan Bülent Sivri-İsmail Çelik 2 kalan Ayşe Kars-Selçuk Dağdelen 2 kalan 20 TEÖK - İstatistik
F4 16%
F2 6%
Dahiliye A1 2%
A2 9%
C2 11%
B1 13%
B2 20%
C1 23%
C1 0 0 21 0% 0% 26%
B1 33 40%
B2 23 28%
Dahiliye kızlar F4 3 9% C2 4 12%
F2 2 6%
0 0%
Pediatri kızlar
A1 2 6%
A2 4 12%
C1 B2 7 6 20% 18%
C2 5 10%
F4 10 21%
A1 0 0%
C1 12 25%
C1 7 19%
A1 0 0% B2 10 27%
B1 6 17%
Dahiliye erkekler F2 0 3 0% 6%
A1 A2 0 0 5 0% 0% 6%
Pediatri
A2 4 11%
B1 16 43%
Pediatri erkekler B1 A2 5 3 11% 6%
A1 0 0%
B2 10 21%
Tıp Eğitimi Öğrenci Kurulu – TEÖK - İstatistik
C1 B1 14 17 31% 38%
A2 1 2%
B2 13 29% 21
Mantık Bulmacası
94
78
62
59
33
Mikrop
Ürogenital
Endokrin
Kardiyo
Nöro
Aslı
Deniz
Efe
Su
Mine
5 Hacettepe Tıp öğrencisi Nöroloji, Kardiyoloji, Endokrin, Ürogenital ve Mikrobiyoloji komitelerine farklı farklı yerlerde çalıştılar ve her biri farklı notlar aldılar. İpuçlarından yararlanarak kimin hangi komiteye nerde çalıştığını ve kaç puan aldığını bulabilir misiniz? 1. Aslı yerleşke sınırları içerisinde çalışmıştı ve en yüksek notu almadı. 2. Mine mikrop komitesine çalışmıştı. 3. Evde çalışan en yüksek notu aldı. 4. Kütüphanedekiler C aldılar ve bunlardan biri Efe’ydi. 5. İki sistemin beraber görüldüğü komiteden Deniz en düşük notu aldı. 6. Endokrin komitesine kütüphanede çalışan yurtta çalışan kişiden sonraki notu aldı. 7. Su kütüphanede 3. katta çalıştı ve endokrine çalışmadı. 8. Kardiyodan alınan not nörodan alınan nottan 16 puan fazlaydı.
Amfi Ktphane 1.Kat Ktphane 3.Kat Yurt Ev 33 59 62 78 94 Nöro Kardiyo Endokrin Ürogenital Mikrop
KİŞİ
ŞİRKET Oceanic Pegasus THY Turkuaz Atlasjet
KAÇ ALDI
KİŞİ Locke Sawyer Jack Ben Kate
KOMİTE
GÜN Salı Cumartesi Perşembe Pazar Pazartesi
NERDE ÇALIŞTI
YER Paris Fas Japonya Mısır Montreal
22
Dönem 3 Mikrobiyoloji dersi Konu: Herpes virüsler Hocamız uçuk yapan herpes virüsleri anlatıyor. Öpüşmelerden bulaştığını söylerken slaytlarda Paris Hilton fotoğrafı görülür. “…Paris Hilton’da da uçuk çıkmış gördüğünüz gibi.” Sonra bize dönerek: “Zaten esas onda çıkar diyeceksiniz.”
Dönem 2 Anatomi dersi Konu: Karın kasları “…Karında oluşan baklava görünümünü m.rectus abdominis yapar. ‘rectus’ zaten baklava demek.”
“Benim dersimin sorusunu, derse girenler ‘aaa’ diye hemen işaretler, girmeyenler de ‘ooo’ diye bakar soruya.” Çok değerli bir hocamızın ders arasında söylediği bu cümleyi yazmazsak olmaz: "Evde son sözü hep ben söylerim: Tamam karıcım." Ders: Farmakoloji Konu: İlaç etkileri "Eğer hasta ilacı kullanmazsa ilaç bir işe yaramaz ki!"
Dönem 3 enfeksiyon komitesi Konu: Kan parazitlerinden leişmanya. Diffüz kütanöz leişmanyazisli bir hastayı gösterirken: “…bu kadar şeye rağmen kolyeyi de takmış süslü.”
Dönem 3 enfeksiyon komitesi Konu: amipli dizanteri Hocamız amipli dizanteride kanlı ishal olduğundan sık sık bahsettikten sonra: “…artık şu dışkılayan adamı görmekten bıktık.” Ders: Farmakoloji Konu: İlaç etkileri "...ancak kötü kullanım sonucunda çok tehlikelidir ve ölümle veya daha ciddi rahatsızlıklarla sonuçlanabilir."
Panel dersi "...genus turkus antibiyoticus, doktora gidip antibiyotik isteme genidir. Türklerde bulunuyor."
23
24