PSİKOMEDYA 4. ışık psikoloji gününe özel sayı
7
4. ışık psikoloji günü notlarım..
Merhaba Değerli Psikomedya Okuru, Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; ilk editörlük deneyimimle çıkan dergimizin 7.sayısında sana “merhaba” demekten büyük mutluluk duyuyorum. Dergimizin bu sayısında kendini biraz bilimle iç içe biraz duygusal hissedeceğin anlara hazır ol çünkü nörobilimin, sahip olduğun psikolojiyle bağlantılı olduğunu kendin keşfedecek, ilgili olduğunu görürsen farkındalığını arttırmak için okumaya ve araştırmaya devam edeceksin. 7. sayımızın çıkış hikayesinde emeği geçen yazarlara ve ekibime seslenmeden önce derginin bugünkü halini almasını sağlayan geçmiş ekiplere ve yazarlara teşekkür etmek istiyorum. Dergi çıkarmanın büyük bir emek işi olduğuna inanan biri olarak her yeni gelen ekibin dergiyi yukarı taşıyacağına ve okuyucuda farkındalık yaratacağına eminim. Ayrıca bir yenilikten söz etmek istiyorum, derginin oluşum sürecinde okulumuzda sosyal sorumluluk projesi adı altında birkaç aileye maddi destekte bulunan bir topluluk için dergimizinde katkısı olması adına bu sayımıza reklam almaya karar verdik. Reklam gelirinin ihtiyaç sahiplerine teslim edildiğini belirtirken bu isteğimize kayıtsız kalmayan Ali SANDAL’a, tüm yazarlar ve ekip adına ayrıca teşekkür ederim. Hatam olduysa hoşgörünüze sığınırken bana ve ekibime bu süreçte büyük destek olan tasarım editörümüz Utku Sena Şişman’a ve danışmanımız Esin SEZGİN’e sonsuz teşekkürler. Son olarak tabii ki en büyük teşekkürüm dergide en çok emeği geçen yazarlarıma… Ayırdığınız zamana, araştırdığınız konuya olan saygım sonsuz, bir sonraki sayıda görüşmek dileğiyle, sevgiyle kalın. KÜBRA KAYA PSİKOMEDYA EKİBİ İDARİ EDİTÖR Kübra KAYA İÇERİK EDİTÖRLERİ Melisa ARSLAN R.Gülcan KÖSE Sevinç Nisa Abay DİZGİ- TASARIM Utku Sena Şişman YAZARLAR Şeyma KARA, Utku Sena ŞİŞMAN, Sevinç Nisa ABAY, Edanur PARLAK, Sevcan SİZER, Yiğit ÖZYAPAN, Berfin AKANNAÇ, Ekin BARDAKÇIOĞLU, Nida ASIL, Meryem TUMBA, Gamze Seher ÖZCANER, Yiğit BARESEL, Koray KARA, Denizhan TAŞCI, Işık CHARGERS, Kübra KAYA
AŞK BEYNİN HANGİ BÖLGESİNİ AKTİVE EDER? Yıllardır platonik aşka yüksek doz maruz kalmış bir insan, aşkı nasıl tanımlar? Onlarca çelişkiyle debelenmiştir en başta. Derdini dinleyenlerin hepsi, yaşadıklarının sadece bir takıntıdan ibaret olduğunu, yaşadığı tüm duyguları hiçe sayarak acımasızca yüzüne vurur. Hem aşkından karşılık alamıyorsun hem de dinlediğin tesellilere bak. Aşık olanın işini sormayın gitsin. Herkesin kendine göre bir aşk tanımı vardır. Ya hayalimizdeki aşık olma senaryosunu yazarız ya başkalarının hikayelerine aldanırız ya da bir şeyler yaşamışızdır ve onları aşk sanarız. Peki, bir insan nasıl aşık olur? Yıllardır süregelen araştırmalar vücuttaki psikolojik ve fizyolojik değişimlerden bize kanıtlar sunmaktadır. Aşk duygusu beyinde serebral korteks(gri madde) ve limbik merkezde oluşuyor. Ve beyin fütursuzca emirler yağdırmaya başlıyor canlanmayı bekleyen hormonlar için; hipotalamus, korteks, ve adrenal medullaya. Çoğu zaman yaşamsal faaliyetlerimizi sürdüren hormonlar dışında ekstra bir duygu yoğunluğuna tahammülümüz olmaz. Fakat aşık olduğumuzda onlarca hormonumuz aynı anda sabırsızca yükselişe geçer. Dopamin, oksitosin, seratonin, vazopressin, noradrenalin, protein yapılı olan hormonlar… Sentezlendiği bezdeki sentez oranı veya ondan salgılanış oranları, bazı hallerde gerekli olan plazma içindeki özel transport sistemleri, hücre zarındaki reseptör sayıları, karaciğer ve böbrekler tarafından parçalanma hızlarıyla doğru orantılı olarak etkilerini vücutta hissettirirler. Yani, yok benim aşık olmaya ihtiyacım var, yok ilk görüşte tutulmalıyım düşüncelerini savunmamı beklemeyin. İlk görüş sadece önyargı oluşturmaktan ibarettir, bir kişiyi tanımadan, onunla konuşmadan, neyi sevip neyi sevmediğini bilmeden, ona dokunmadan, en savunmasız anında yanında olmadan nasıl kalbin pırpır eder de midende kelebekler dolaşır? Her kadının ya da erkeğin bir sevgili hayali vardır, bir partner, bir eş, bir arkadaş… Belli kriterler barındırır bu hayaller, kimi için uzun, kaslı, sarışın, zayıf, balık etli, kısa saçlı, kaşı gözü kara, yanağında bir beni mutlaka olan. Peki aşkın dünyası gerçekten bir kuruyemişçi veya bir bit pazarı gibi midir ? Aşık olacağın insanı seçmek mümkün mü ki bu kriterle diretmek niye? Aşk önce kör eder, sonra hislerle yaşamaya, yürütmeye alıştırır. Ne bir kusur buldurur ne bir bahane. O senin için dünyanın en mükemmel insanı olur bir anda. E nerde kaldı kriterler; yok sarışın yok uzun boylu. Öyle biri denk gelir ki karşına ne gözün kaşını, boyunu posunu görür ne de hayallerin aklını kurcalayıp durur. “Sevmek için güzele mi bakmalı? Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?” (Victor hugo), hem de öyle bir bağlanırsın ki yapamayacağın fedakarlık, kalbini kırabilecek cesaretin kalmaz. Kolunu ister, verirsin ve der ki hayır diğer kolunu istemiştim, düşünmeden onu da veririsin. Çünkü bilirsin kolun da kanadın da o olmuştur ve beraber uçarsınız. “Aşkın ilk soluğu, mantığın son soluğudur” der Antoine Bret. O son soluğunla yaşamaya başlarsın. Sevdikçe, sevildikçe yaş almazsın. Bazen ne konuşursun ne hissedersin nefesini derinliklerinde, ama yine de seni hayata bağlayan ona sarılabilme hayalindir cesaret vücuduna işlediğinde. EKİN BARDAKÇIOĞLU Yararlanılan Kaynaklar: Canan, Sinan. (2013). “Aşk beyinde mi kalpte mi?”. Sigmund Freud. (2015). “Bilim Çağında Bir Trajedi Yazarı”. Yapı Kredi Yayınları.
Röportaj: ‘Öget Öktem Tanör’ Bu sayımızda Türkiye’de nöropsikolojinin kurucu anası olarak tanınan Öget Öktem Tanör ile röportaj yaptık. Öget Öktem Tanör, 1954 yılında Bursa Kız lisesinden mezun oldu. “İnsan bir şeye dikkat ettiği zaman beyninde ne oluyor? Bir şeyi öğrenip hafızamıza kaydettiğimizde beynimizde ne oluyor? Ben bunları öğrenmek istiyorum.” sözleriyle alanına olan merakını küçük yaşlarda ifade etmeye başlamıştı fakat çevresinin yönlendirmesiyle İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne gitti. Daha sonra Psikoloji Doktora programına başladı. Ardından Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin doktora programına katıldı ve doktorasını burada tamamladı. Çapa Nöroloji’de çalışmaya başladı ve orada Türkiye’nin ilk Klinik Nöroloji Laboratuarını kurdu. Şu anda Çapa Tıp Fakültesi’nde hem ders vermekte hem de hasta görmektedir. 1) Günümüzde sinirbilim, nörobilim kavramlarına olan ilginin fazla olduğunu düşünüyorum. Sizce bu durumu gelişen teknolojinin bir getirisi olarak görebilir miyiz? Yani, gelişen teknoloji ile birlikte beyin ve sinirbilim hakkında fikir edinmemiz daha da kolaylaştı, böylece bu kavramlar günlük hayatımızda daha çok yer etmeye başladı diyebilir miyiz? İnsan beyni çalışmaktayken yani koşarken ya da elini sallarken, hareket ederken, bu zaten biliniyordu. Yeni beyin görüntüleme aletleriyle örneğin “subjektif duyulara örnek olan kıskançlık hissederken beynin neresinde faaliyet var ya da başka bir şey düşünürken beynin neresi faal, alzheimer hastalığı başladığında beynin neresi çalışmamaya başladı ya da parkinson hastalığı gelişmesiyle beynin nereleri çalışmamaya başladı” gibi soruların cevaplarına ulaşılabiliyor. Düşünürken, aritmetik çarpma işlemi yaparken, ezberlediğin şiiri aklından geçirirken, aşık olduğun kişiyi düşlerken beyinde neler olup bittiğini, beyinde hangi yapıların aktif olduğunu, hangi yapıların aktivasyonunu bitirdiğini bilmek, bunları görebiliyor olmak elbette merakımızı çok gıcıklayıcı bir şey, dolayısıyla nörobilime olan ilgi de fazlalaşıyor. 2) Popüler bir konu olarak beyin- bağırsak ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bağırsakta bir takım nöronlar olduğu biliniyor. Burada otonom sinir sisteminden yani parasempatik ve sempatik sinir sistemlerinden bahsediyoruz. Özellikle parasempatik. Bence bundan ibaret, o kadar büyütmemek lazım. W 3) Frontotemporal demans(FTD) hakkında biraz bilgi verir misiniz? Beynimizde 5 büyük bilişsel işlev şebekesi var. Bunlardan bir tanesi belli bütün diğer işlevlerin daha önünde olan yürütücü işlevler, bunun alt yapısını oluşturuyor. Frontal lobun özellikle prefrontal korteks ve frontal lob içinde gidip gelen o şebekenin diğer unsurlarına bağlayan yolların bütününden oluşan bir şebeke. FTD’de frontal ve temporal hücreler dejenere oluyor. FTD’yi iki tipte düşünüyoruz. Biri davranışsal varyans, frontal hücreler en ön planda dejenere oluyor ve bu dediğim yürütücü, yönetici işlevler bozuluyor. Bozulursa ne oluyor? Kişilik değişimleri olabiliyor, çok sert mizaçlı bir insan kuzu gibi olabiliyor, kuzu gibi bir insan çok sert olabiliyor. İç görüsü kaybolabiliyor, yaptığı olayları değerlendiremez, sonuçlarını kestiremez bir hale gelebiliyor. Karmaşık dikkat dediğimiz dikkat şebekesi bozulabiliyor. Dikkatini bir türlü düzgün sürdüremez hale gelebiliyor. Sosyal ilişkileri bozulabiliyor.
4) Hastalığın (FTD) etiyolojisine baktığımızda tedavisini göremiyoruz. Sizce ilerde bir tedavi bulunacak mı? Demansın kesin tedavisi yok fakat eli kulağında, bulunacaktır. 5) Demanslar içinde hangisi en sık görülüyor? Demanslar içinde Alzheimer en sık görülen demans. 6) Hastalık sonucunda kişiliğin değiştiğini söylediniz, bu bize beyin yapımız ve kişiliğimizin ilişkisi hakkında neyi gösterir, beyin yapımız kişiliğimizi ne derece etkiliyor? Kişiliğimiz yönetici, yürütücü işlevler şebekesinin çalışmasıyla ortaya çıkan bir şey yani onun çalışmasıyla bizim kişilik biçimimiz belirleniyor. Herkesin başka türlü çalışıyor, dolayısıyla herkesin kişiliği başka türlü oluyor. 7) Alzheimer patolojisi ve alzheimer tipi demans arasındaki fark nedir? Alzheimer tipi demansta tabi ki alzheimer patolojisi var ama alzheimer tipi demansta bu patoloji bellek kaydı yapan hipokampuslerde başlıyor. Alzheimer demansı hipokampuslerin dejenere olup yeni kayıt yapamamasıyla başlıyor. Ama alzheimer patolojisi alzheimer hastalığı dışında başka hastalıklar yapıyor mu? Evet yapıyor. Mesela frontotemporali ikiye böldüm ya frontal davranışsal varyant dedim bildiğimiz demans için, onun temporal varyantı alzheimer patolojisiyle de olabilir başka tip patolojiyle de olabilir, ama alzheimer patolojisiyle olması çok daha yüksek ihtimal. Primer progresif afazi denen hastalık üçlü sendromdan bir tanesi. Yani akıcı olmayan konuşma, gramerin giderek bozulması, dünya bilgilerinin de giderek kaybolması bu şekilde oluyor. Lögopenik primer progresif afazi var, arka dil bölgelerini tutuyor. Orada hasta akıcı bir şekilde konuşmaya devam ediyor ama kelime bulamıyor, kelime bulması bozuluyor, tekrarlaması bozuluyor ve patoloji alzheimer patolojisi ama hipokampusleri tutmadığı için bellek sorunu yok, halbuki alzheimer demansı hipokampusları tuttuğu için bellek sorunu var. Ya da progresif görsel mekansal işlevler, görsel, uzamsal işlevlerin progresif bozulumu diye bir sendrom var onun patolojisi de alzheimer patolojisi ama tamamen beynin arka bölgelerini; parietal, temporal lobları tuttuğu için görsel uzamsal beceriler de o şebekede bulunduğu için yavaş yavaş onlar bozuluyor. Yani alzheimer patolojisi acayip bir şekilde başka demansların da altında yatabiliyor. Ama alzheimer demansı ise, o patoloji hipokampuslerde oluyor ki en sık gördüğümüz demans şekli de o. w 8) Alzheimer hastalığına diş etinde bulunan gingivalis bakterisinin yol açtığını söyleyen bir görüş var sizin bu konu hakkında görüşünüz nedir? Bilmiyorum yani ben öyle bir araştırma yapmış değilim. 9) Eğer bu bakteriler hastalığa yol açıyorsa bakterinin ağızda fark edilmesi erken tedaviye olanak sağlar mı? Alzheimerın bir genetik biçimi var yani bakteriyle hiç ilgisi olmadan genlerle geçiyor. Alzheimer patolojisi şu, hepimizde olan iki tip protein var tau ve amiloit beta. Bunlar oluşuyor ve biz uygun mekanizmayla onları süpürüyoruz ama süpürülemezse, birikir hale gelirse alzheimer ortaya çıkıyor. Bu genetik olarak hangi kromozom olduğu bilinen bir şekilde ailede varsa beyin omurilik sıvısı denen sıvıdan alıp inceleme yaparak sende o var mı yok mu, yani onun süpürülmesini engelleyecek, bloke edecek şeyler var mı yok mu, ortaya çıkıyor. Yani o diş eti bakterisi şu anda bulunan meşhur olan bir şey, tek neden değil.
10) Hayalet uzuv sendromu nedir? Bir uzuv kesiliyor, alınıyor ama hasta tarafından hala kaşındığını acıdığını duyuyorsun, bu daha çok sol uzuv kaybıyla yaşanan bir şey. Sağdaki uzuvlarımızın sol, soldaki uzuvlarımızın sağ parietal lobda temsil alanları var. Mesela ben sol elimi masaya vurduğum zaman onun dokunma hissini sağ parietalde hissediyorum. Elim kesildiği zaman kesilen uzuvdan onun reseptörlerinden gelmeyen ama gelseydi uzayıp aksonlarla parietal loba gideceği aksonlar var o aksonların anormal bir şekilde elektiriklenmesi o uzvu varmış gibi hissettiriyor.
11) Beyindeki uzuv haritasıyla bağlantılı değil mi? Tabi, yani o harita elden sürekli uyarı almaya ve onu duymaya alışmış yani o el orada temsil ediliyor. O elin yok olması durumunda oraya sinyal gelmese bile gelmiş gibi algılayabilir. Oraya getiren aksonların minik parçasının titreşimi sanki elden geliyormuş gibi algılanacaktır. 12) Temporal lob nöbeti sonrası dinsel yoğunlaşma görülmesini nasıl yorumluyorsunuz? Temporal epilepsi çok geniş varyantları olan bir şeydir. En hafifinden başlayayım, en hafif temporal lob epilepsisi 5-6 saniye sürer. Nöbet sırasında hasta sizi duymaz, ismini söyleseniz algılamaz, ağız şapırdatma gibi hareketler yapar. Nöbet geçer, kendine gelir ve ben ne diyordum diye kaldığı yerden devam eder. En uzun süren temporal lob nöbeti şöyle olabilir: Bir hasta vardı, temporal nöbet başlıyor hasta otogara gidiyor, bir bilet alıyor, Ankara’ya gidiyor, yolda yanındaki yolcuyla konuşarak yolculuk yapıyor, verilen arada terminalde yemek yiyor, yemekte birisiyle konuşuyor, kendi otobüsünü buluyor, tekrar aynı kişinin yanına oturuyor ve kaldığı yerden konuşmaya devam ediyor, Ankara’da bir otele gidiyor, yer ayırtıyor ve gece orda kalıyor. Bu sırada nöbet devam ediyor. Ertesi gün Ankara sokaklarında dolaşırken nöbetten çıkıyor. Etrafına bakıyor tanımadığı bir yer, nerede olduğunu bilmiyor, hiçbir şeyi hatırlamıyor. Ne yanında konuştuğu adamı ne yemeği. Hiçbiri yok çünkü hepsi nöbetin içinde. Yani en küçüğü böyle en büyüğü böyle olabiliyor. Evet temporal epilepsilerde dini şeylerin geliştirildiği söylenir. 13) Son olarak ne ve nerede patikalarının görevlerini anlatır mısınız? Görsel uzamsal iki tane büyük şebekemiz var. İkisi de birer karmaşık görsel algının altyapısını oluşturuyor. Üstteki dorsal yol kendi karmaşık algısına ek olarak bir de yapılandırma işlevinden sorumlu. Mesela çok karmaşık bir şekle bakıyorsunuz, elinizde kalem aynısını çiziyorsunuz ya da küplerle bir desen oluşturulmuş siz de kendi küplerinizle o şekli oluşturuyorsunuz. Dorsal yol bununla da ilgili. Dorsal yol oksipito-parietal, “nerede yolu”, üstten gidiyor. Daha alttan giden oksipito-temporal “ne yolu”, ya da ventral yol, durağan şeylerin algılanmasıyla ilgilidir. Mesela insan yüzlerinin veya durağan eşyaların algılanması. Onun iki yanlı hasarlanmasında prosopagnozi denen bir bozukluk çıkıyor ortaya, tanıdığınız yüzleri artık tanıyamaz oluyorsunuz çünkü onların imajına artık ulaşamıyor oluyorsunuz. Annenizi, babanızı, kendi resminizi, aynada kendinizi görseniz tanıyamıyorsunuz. Ya da çok nadiren nesne agnozisi oluyor, durağan nesne agnozisi. Yani kalemi gösteriyorsunuz ne olduğunu bilmiyor, çizebiliyor, görüntüsünü tarif ediyor, bu ne işe yarar sorusuna bilmiyorum, tanımıyorum diye cevap veriyor. Ama sadece görsel modalitede tanımıyor, eline alıp yokladığında kalem olduğunu biliyor, yani dokunsal modalitede algılıyor. Prosopagnezide de öyle, yüzüne bakarak algılamıyor ama konuşunca kişiyi tanıyor.
Ses modalitesinde de. Bu, “ne yolu”nun hastalığı. “Nerede yolu” yukarı yol, dorsal yol, harekete duyarlı bir yol, hareketin yönünü algılamak örneğin. Sağ hemisfer daha baskın. Nerede yolunun hasarında Balint sendoromu ortaya çıkabilir. Bulgularından bir tanesi; yerini gördüğü bir nesneyi tutamaması, körmüş gibi eliyle uzam içinde arayarak bulabiliyor ancak; buna optik ataksi deniliyor. Bir diğeri, oküler apraksi. Gözünü bir yere diktiği zaman başka bir yeri işaret ettiğinizde hemen o tarafa bakamıyor. Güç bela kafasını çevirip sonra gözlerini o yöne çeviriyor. Üçüncüsü ise simultanagnozi, yani aynı anda hem detayları hem de bütünü algılayamıyor. Detayları algılayan sol hemisferimizdir, bütünü sağ hemisfer algılar. Mesela E harflerinden oluşan bir T harfi çizdiğimiz zaman sağ hemisfer hasarında E harfinden başka bir şey göremiyor. Yani E’lerden oluşan T harfi bütününü göremiyor. Sağ parietal, görsel dikkatin hem sağ mekana hem de sol mekana yöneltilmesini sağlar. Sol ise sadece sol mekana yönlendirir. Sol parietal hasarda görsel dikkat bozulmuyor, çünkü sağ telafi ediyor. Sağ parietal hasarda ihmal sendromu ortaya çıkıyor. Sol mekan yarısını ihmal ediyor. Sol kol ihmali de ortaya çıkabilir; büyük bir sağ parietal hasarında sol kol felç oluyor. Hasta felci de inkar ediyor, sol kolunu kaldır dediğiniz zaman sağı kaldırıyor. Bunu kaldırmadın deyip solu gösterdiğinizde “bu kol benim değil ki” diyor. Bir başka ayrıntı ise sol hemisfer konuşan hemisferdir, sağ ise konuşmayan hemisferdir. Sol konuşur ve bahaneler uydurur. Sağ daha realiteye ayak basar. Sağ hasarlıysa, konuşan sol hemisfer bahane uydurur; örneğin sol kol ihmalinde “bu kol kimin kolu?” sorusuna “Bilmem, bir ölünün ya da hemşirenin kolu olabilir” diye cevap verebilir. Öget Hocamıza sorularımızı cevaplandırdığı için çok teşekkür ederiz. Kaynak: Nöropsikoloji Üzerine Prof. Dr. Öget Öktem İle Söyleşi
SEVİNÇ NİSA ABAY – UTKU SENA ŞİŞMAN
Psikoterapi ve Nörobilimi Buluşturmak Selam Psikomedya okurları; Artık size psikoloji lisansını tamamlamış biri olarak yazıyorum. Nasılsınız? Sanıyorum çoğunuz, birer psikolog adayı veya psikoloji bilimine merakı olan insanlarsınız. Yazıma bu merakın dünyayı kurtarabileceğine dair duyduğum inançla başlamak istiyorum. Bugün psikoterapi ve nörobilim bağlantılarına vurgu yapacağım. Her şeyin yapı taşı beyin deriz, her şeyin beyinde bittiğine dair söylemlerimiz olur. Haksız değiliz bu söylediklerimizde. Bu sebepten nörobilim alanında artık daha bir bilgiliyiz sanıyorum. Beynimiz alt beyin, orta beyin ve ön beyin olmak üzere üç katmandan oluşur. Alt beyin bizi yaşatmayı görev edinmiştir kendine, orta beyin daha duygusal işlemleri içerir. Ön beyin ise mantıksal işlemlemeler için vardır. Hadi bu işlemlemeye bir örnek verelim. Fobiyi ele alalım mesela. Kediden korkan birini gözünüzün önüne getiriniz. Kediyi gördüğü anda uzaklaşması muhtemeldir bu kişinin. Bu kişiyi oradan uzaklaşırken hızlanmasını sağlayan, terleten, kalp atışını hızlandıran yani kısaca ‘’kaç’’ tepkisini verdiren alt beyindir. Çünkü kedi, fobisi olan biri için yaşamsal bir tehtidi yansıtır. Burada kişinin kediye duyduğu korkuyu orta beyin dediğimiz alandaki amigdala aktive eder. Kişinin korkup kaçarken, kediye karşı fobisinin olduğunu bilmesi mantıksal işlemlemedir ve bu bir ön beyin yeteneğidir. Bu örnekten de yola çıkarak beynimizde bir görev ayrımının olduğunu söylemek mümkün. Peki psikoterapi bunun neresinde? Beynin organik bozuklukları için psikoterapi bir tedavi işlemi görmez. Mesela unutkanlığı olan iki kişiyi ele alalım. Bunlardan birinde hipokampüs (beynin bellek alanı) küçük ise unutkanlık için psikoterapinin yapabileceği bir şey yoktur. Fakat diğer kişide fazla kaygı var ise ve bu sebepten odaklanamıyorsa belli başlı şeylere;yani odaklanamıyor olması unutkanlığına sebebiyet vermiş ise psikoterapiye gayet uygun bir bireydir. Bu iki kişi örneği bize şunu söylüyor : ‘’Bozuklukların veya şikayetlerin nedeni farklı olabilir, fakat nedeni ne ise ona göre bir tedavi planı uygulanmalıdır.’’ Psikoterapi ve nörobilimsel müdahalelerin en büyük ayırıcı kriteri bana kalırsa ‘’neden’’ kaynaklandığıdır. Bunun yanı sıra beyinde olan değişimlerinde psikoterapiye ihtiyacı vardır bazı durumlarda. Kişinin yaşam kalitesini düşüren, işlevsiz bazı duyguları, düşünceleri, davranışları var ise bu beyni etkileyebilir. Hayatından hiç zevk almayan bir adam gelsin gözünüzün önüne. Yatağından kalkamıyor, sürekli uyuyor. Kişi bu sebepten işten de kovulmuş. Ve intihar düşüncesi mevcut. Bu belirtiler ve klinik değerlendirmeniz sonucunda kişinin majör depresyonda olduğu kanısına vardınız. Depresyondaki bir kişinin beyinsel aktivasyonunda bir değişim vardır. Serotonin,noradrenalin ve dopamin nörotransmitterlerinde bir azalma mevcuttur. Kişiye uygulanacak tedavide iki yol vardır. 1) Sertonini, noradrenalini ve dopaminini arttırmak. 2)Majör depresyona sebebiyet veren nedenleri tanımlayıp açıklamak, yaşam öyküsündeki bilişsel çarpıtmaları düzeltmek, maladaptive davranışları değerlendirmek, kişiyi işlevsel hale getirmek, uyum ile baş etme stratejilerini tekrar değerlendirerek daha adaptif baş etme stratejileri geliştirmek. Birinci adım sizden tıbbi bir tedavi talep eder, ikinci adım ise sizden psikoterapi talep eder. Okuduğum bir kitapta şuna benzer bir örnek vardı:Ayağı sakat birine verilen baston, ilaçtır. İyileşene kadar kişinin bastona ihtiyacı vardır. Kişinin iyileşene kadar ayağını korumaya yarar. Fakat kişinin ayağını iyileştiren ve ileride tekrar yürümesini sağlayan psikoterapidir. Peki terapiler hangi beyin bölgesine hitap eder?Psikoterapi ekollerinden bdt ve şema gibi ekoller, sizin mantıksal işlemlemeniz ile uğraşır. Amacı sizin işlevselliğinizi bozan kalıplaşmış düşünce ve davranışlarınızdır. Bu sebep ile ön beyininiz ile yani kortikal işlemlemeniz ile alakalıdır. Fakat psikanaliz, dinamik, emdr gibi ekoller ve uygulamalar; daha çok sizin geçmiş deneyimleriniz ile alakalıdır. Bu deneyimlerin saklandığı limbik sistem yani orta beyinle ilgilenirler. Ama tüm psikoterapi ekolleri beyinde belli başlı bilgileri yeniden anlamlandırma, sağlıklı yetişkin şeklinde algılamayı hedefler. Bu hedef beynin yapısında da farklı değişimleri sağlayabilir. Mesela kaygılı birinin psikoterapi sonucunda amigdalasından eski aktivitesini azaltması beklenir.Ayrıca bazı araştırmalar psikoterapi almış bireylerin korteksinde yani mantıksal işlemleme bölgesinde büyüme olduğunu göstermiştir. Demem o ki psikoterapi ile nörobilim arasında bilgi alışverişi, birbirine el uzatma ve birbirinden haberdar olma bana göre oldukça önemlidir.
Didem Madak der ki : ‘’Kalbim neden ben? Sırf sevinsin diye seni bir kere bile Elinden tutup parka götürmedim.’’ Kendini elinden tutup parka götürmediğini hatırlayan Didem Madak bu bilgiyi orta beyninden yani limbik sistemden alır. Kalbinin kendine olan sevgisini ise ön beyni ile sorgular. Bu sorgulama için psikoterapi en güzel yoldur. Bu sorgulama sonucu kendinizi elinizden tutup parka götürdüğünüzde artık hipokampusünüzde elinden tutulmuş bir park hatırası vardır. Psikoterapi, sizin bu hatırayı hipokampusünüze borçlu olduğunuzu anlamanızı sağlar. Buarada kendini elinden tutup parka hiç götürmemiş Didem Madak’ın bir de şöyle dizeleri vardır: ‘’Sevinçli bir kalp, sevinçli bir çocuğa benzer Işıl: Koşmak ister, Salıncağa binmek ister.’’ Belki de Didem Madak’ ta kendini elinden tutup parka götürmüştür sonunda. Yazımı sonlandırırken yorucu hayat telaşınıza bir dilek sıkıştırmak isterim. Dilerim, bize olan sevgisini sorguladığımız bir kalbimiz var ise bir gün biz de ona ‘’sevinçli bir kalp’’ olarak hitap ederiz. Biz de kalbimize borçlu olduğumuz anıları, hediye ederiz.
Kaynakça: - Uzbay, T. (2004). Anksiyete ve depresyonun nörobiyolojisi. Klinik Psikiyatri Dergisi, 4(3), 1-11. - Keleş, E., & Çepni, S. (2006). Beyin ve öğrenme. Türk Fen Eğitimi Dergisi, 3(2), 66-82. - Öztürk, M. O. (1998). Psikanaliz ve psikoterapi. - Madak, D. (2000). Enkaz Kaldırma Çalışmaları. Grapon Kağıtları Şiir Kitabı - Madak, D. (2000). Cevşenü’l-Kebir. Grapon Kağıtları Şiir Kitabı BERFİN AKANNAÇ
KİTAP ÖNERİSİ: ‘MUTFAK’ Normalden daha küçük gözünüze çarpan her şeyin, kolunuzu yasladığınız soğuk mutfak fayanslarının bile sarı ve kahve tonlarında olduğu bir mutfaktasınız. Güneş ışınları kendilerini daha yeni gösteriyor, sabah saatleri. Perdenin açık yerinden içeri girenler, odanın soğuk havasını kırmaya çalışıyor ama çok başarılı oldukları söylenemez. Yine aynı aralıktan bulutsuz bir gökyüzü ve çok uzakta ağaçlar görünüyor oturduğunuz yerden. Etrafta ne bir insan ne de bir ses var. Belki çok çok kısa bir zaman önce kalbiniz kırıldı, belki tüm samimiyetinizle içinizdeki bu acıyı anlatabileceğiniz kimse yok yanınızda. Yalnızsınız. Etrafınızda yalnızca mutfak, mavi ve yeşil var. Kendinizi dile getiremiyorsunuz. Herkesin yürüdüğü o karanlık yolda yalnızca kendi yolunuzu aydınlatmaya çalışmış ve kendinizi burada bulmuşsunuz belki, sessiz ve sakin şekilde yaşıyorsunuz yaşamanız gerekeni. Mutfak, insanı bu odaya sokan ve bu hüzünlü dinginliği kitap boyu sürdüren, o odadan çıkmak istememenizi sağlayan bir eser. Bir noktada bu derinlikten zevk alındığını bile söyleyebilirim. Banana Yoshimoto’nun ilk kitabı olan ve 1988 senesinde çıkan Mutfak, Japonya’da zamanında oldukça ses getirmiş bir çağdaş Japon edebiyatı eseri. Akıcılığı ve kısa olması nedeniyle bir çırpıda okunabilecek bir kitap. İki uzun öyküden oluşan eserin ilk öyküsü Mutfak, ana karakter Mikage Sakurai’nin ağzından anlatılıyor. Büyükannesi öldükten sonra dünyada onunla kan bağı olan kimse kalmamıştır ve Mikage kendini büyük bir yalnızlık içinde bulur. O sırada Tanabe ailesi, büyükannesinin çiçek dükkanından yakını olan Yuici ve onun trans bir kadın olan annesi Erico, onu bu yalnızlık içinde bırakmayıp evlerine alırlar. Bu üç insanın ortak noktası kayıplar yaşamaları ve hayata, acıya rağmen devam etmeye çalışmalarıdır. Öykü boyunca, okura bu durgun hüznün, diğer duyguların, aşkın ve özlemin en samimi hallerini adeta hissettiriyorlar. Diğer öykü Ay Işığı Gölgesi ise yine sevdiği insanı kaybetmiş insanların derin üzüntüsüyle kaplı fakat içindeki gizemli öğelerle insanı başka bir yönden de etkilemeyi başarıyor. Erkek arkadaşı Hithoshi’yi bir kazada kaybeden Satsuki ve aynı kazada kız arkadaşını kaybeden Hithoshi’nin küçük kardeşi olan Hiiragi, aynı acıda buluşmuş iki insan ve birbirlerini derinden anlayıp acılarına saygı duymayı başarabiliyorlar. Hikayeye tesadüf denilebilecek şekilde giren Urara ise Satsuki’ye çok değerli bir şey verecektir. İki hikayenin ortak noktası olan ölüm, hikayelerin içine girebildiğiniz zaman size bu acıyı çok sakin şekilde yaşatmayı başarıyor. Bunu yaparken bir yandan da hayata karşı durdurulamaz bir umut yeşertiyor içinizde. İyi ve kötünün uyumunu garip bir yolla hissediyorsunuz. Yazarın bütün karakterlere eklediği kendilerine has özellikler ise karakterlerle bağ kurmayı kolaylaştırıyor. Yaptığı betimlemelerde kendinizi koşmaktan terlemiş halde bulabiliyorsunuz, bahsettiği kokuyu duyabiliyor, anlattığı yemeğin tadına bakabiliyor ve yemek yapan Mikage’nin mutfağında, masada oturup onu izleyebiliyorsunuz. Kısa ama etkili, bu bahar arefesindeki günlerin durgunluğuna yakışacak bir kitap Mutfak. Japon kültürünün biraz olsun içine girmek ve karakterlerin, mekanların durumlarına ortak olmak isterseniz mutlaka en yakın zamanda temin edip bu dünyanın içine misafir olmalısınız. “Yaşım ilerledikçe, daha ilerledikçe pek çok şey yaşayacağım ve tekrar tekrar sert kayalara çarpacağım. Tekrar tekrar acı çekeceğim ve tekrar tekrar yeniden ayaklarımın üzerinde duracağım. Yenilmeyeceğim. Benliğimin yok olmasına izin vermeyeceğim.” GAMZE SEHER ÖZCANER
BEYİNDEKİ HASAR SONUCU OLUŞABİLECEK KİŞİLİK DEĞİŞİMİ İçinde bulunduğumuz zamanda, endüstriyel gelişim ve sanayileşme sebebiyle oluşan iş kazaları sonucu kafa travmaları ve yaralanmalarda artış olmuştur. Özellikle kafaya alınan darbeler sonucu çeşitli zihinsel fonksiyonlarda bozulmalar olur. Bu bozulmalar insanlar üzerinde olumlu ya da olumsuz kişilik değişikliklerine sebep olabilir. Iowa Üniversitesi’nden psikolog Marcie King’in Neuropsychologia dergisinde yayınladığı araştırmaya göre, beyinlerinde hasar yaşayan 97 hastanın 22’sinde olumlu kişilik değişimi olduğu gözlemlenmiştir. Yaşanan değişimleri anlatmadan önce bu değişimlerin gerçekleştiği organımız olan beynimizi tanıyalım. Beyin, Merkezi Sinir Sistemimiz‘in (CNS) bir parçasını ve ansefalonumuzun en büyük bölümünü oluşturan karmaşık bir organdır. Vücut ve zihinsel fonksiyonların çoğunluğunu kontrol eden ve düzenleyen beynimizi, dört lob meydana getirir. Bunun yanında serebellum(beyincik) ve beyin sapını, beynimizin birer parçası olarak söyleyebiliriz. Konumuzla ilişkili olarak beynin loblarından biri olan frontal lobu kişilik değişiminde en çok pay sahibi bölüm olarak değerlendirebiliriz. Frontal lob, diğer canlılardan çok daha iyi gerçekleştirdiğimiz idari işlevleri kapsayan bölümdür. Örneğin problem çözme becerileri, kişilik, planlama ve duyguları kontrol etme gibi işlevler frontal lobda gerçekleşir. Beynin kontrol merkezi olan frontal lobumuzun önemini ve kişilik değişimindeki etkisini daha iyi kavramak için geçmişte yaşanan vakaları inceleyelim. PHİNEAS GAGE VAKASI 1848 yılında, bir demir yolu şirketinde ustabaşı olarak çalışan 25 yaşındaki Gage’ in hayatı iş esnasında başına gelen bir kaza sonucu değişti. Gage’nin görevi kayaları patlatmaktı, ancak patlayıcı tozların aşırı sıkışması sebebiyle oluşan patlama, Gage’nin elindeki demirin sol yanağından içeriye girip, kafatasını kırarak beynin ön kısmından yüksek bir hızla dışarıya çıkmasına neden oldu. Patlama sonrasında sersemlemiş halde olan Gage’nin bilinci şaşırtıcı bir şekilde hala yerindeydi. İki dakika sonra kendine gelen Gage, kimsenin yardımı olmadan at arabasına binip doktora gitti. Doktordan sonra zamanla vücudu iyileşmiş ancak kendisinde ilginç davranışsal değişimler görülmeye başlanmıştır. Önceleri sevecen, saygın ve zeki bir iş adamı olan Gage, sorumsuz ve agresif bir
adama dönüşmüştü. İnsanlara, Gage’e çok yaklaşmamaları önerilmiş, arkadaşları onu tanımakta güçlük çekmeye başlamıştı. Kendisine yardım etmek isteyenleri tersliyor aynı zamanda algısal problemler yaşıyordu. Farklı bir insana dönüşen Gage, 12 yıl sonra yaralarının sebep olduğu sağlık problemleri yüzünden hayatını kaybetti. Günümüz modern yöntemleri, hasar alınan bölgenin, Gage ‘in prefrontal korteksine ait kısımlarında olduğunu ortaya çıkarmıştır.
EADWEARD MUYBRİDGE VAKASI Benzer bir vaka da 1860 yılında Muybridge’ in başına gelmişti. Muybridge geçirdiği trafik kazası sonucu orbitofrontal kortekste beyin hasarı yaşamıştır. Muybridge, geçirdiği kaza ile ilgili hiçbir şey hatırlamamakla beraber farklı bir kişiliğe bürünmüştü. Agresif ve baskıcı tutumlar sergileyen Muybridge, eşinin kendisini aldattığını öğrendiği adamı silahla öldürmüştür. Avukatı, kendisinde kazadan sonra kişilik değişiminden kaynaklı insanite görüldüğü kapmasında savunma yapmıştır. Mahkemede verilen ifadelerde de görüldüğü üzere, Muybridge ’in farklı bir adam olduğu savunulmuştur. SONUÇ Bu iki vakanın ortak yönü beyindeki hasarın konumunun prefrontal kortekste, daha detayda orbitofrontal kortekste yaşanmasıdır. Prefrontal korteks, davranış yönetimi ve uygun şekilde tepki verilmesinden sorumlu beyin bölgesidir. Sonuç olarak, utanmaz, uygunsuz ve suça yönelik davranışların beynin bu bölümüyle ilişkilendirilmesi gayet mantıklıdır. Beynin bu bölümlerine zarar verilmesinin ciddi kişilik bozukluklarına sebebiyet vermesi günümüzde daha iyi bilinmektedir.
KAYNAK • Bir Beyin Hasarı Kişiliğinizi Değiştirebilir mi? (1 Mayıs 2018) https://bilimfili.com/bir-beyin-hasari-kisiliginizi-degistirebilir-mi/ • Beyin Lobları Kaç Tanedir ve Görevleri Nedir? (31 Ekim 2018) https://sinirbilim.org/beyin-loblari-kac-tanedir/ • Beyin hasarıyla kişilik nasıl olumlu değişiyor? (8 Mart 2018) https://www.bbc.com/turkce/vert-fut-43315739 • Phineas Gage Vakası (18 Mayıs 2012) http://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/phineas-gage-vakasi-1249 • Kafa Travmaları Sonrası Gelişen Mental Bozukluklar (1994) http://onlinemakale.dusunenadamdergisi.org/pdf/dusunenadam/810201014567-3-6.pdf YİĞİT BARESEL
DİZİ ÖNERİSİ:MindHunter ‘’MindHunter‘’ isimli dizi bir FBI ajanı olan Holden Ford (Jonathan Groff)’un ‘‘suçluları değiştirebilecek kimse olmadığı için çaba göstermeye değmez” denmemesi gerektiğini düşünmesiyle başlıyor. ‘’Suçlu bir birey topluma geri kazandırılabilir mi?” gibi sorular yerine, “onları anlarsak suçu da anlamış oluruz. Bu da ya suçu önler, ya da suçun en az zararla sonlanmasını sağlar.” demesiyle kötülüğün psikolojisini anlamaya giriş yapıyoruz. Dizi, 1970’lerin Amerika’sını karşımıza getiriyor. FBI’da Davranış Bilimleri bölümünde çalışan Holden Ford ve Bill Tench’in, seri katillerin iç dünyalarıyla birlikte bu cinayetleri anlamlandırma arayışlarını konu olarak alıyor. Dizide FBI ajanı olan kişiler, araştırma programı dâhilinde bu katillerin motivasyonlarını anlayıp, ileride gerçekleşmesi muhtemel cinayetleri önceden anlama ve çözme çabasındalar. Bu dizi sayesinde FBI ve seri katil ilişkisine farklı bir pencereden bakıyoruz. Onları anlamaya ve yordamaya çalışıyoruz. Bunu yaparken kendinizi seri katillere hak verirken bulabilirsiniz. Dizi, hızlı ilerliyor gibi gözükse de ağırdan gelen bir tempoyla ilerliyor. İzleyicisine sadece aksiyon değil, beraberinde dram ve gerilim de sunuyor. Dizi, seyircisini güçlü diyaloglarla ekranda tutmaya başarabiliyor. MindHunter, sizi hemen içine almıyor. İzleyicisini yavaşça ama sağlam bir şekilde kendisine çekiyor. Bu tür konuları içeren dizileri seviyorsanız ve zihninizde derin düşüncelerle olayları çözümlemek istiyorsanız doğru adres: MindHunter. MERYEM TUMBA
HİPNOTERAPİ Bilincimizin görünen ve sürekli olarak erişebildiğimiz parçalarının dışında erişimimizin kolay olmadığı bir de bilinçaltı bölümü bulunur. Hipnoterapi veya yaygın adıyla hipnoz, hastaların bilinçlerinin bu diğer gizemli parçasını yüzeye çıkarmak için kullanılır. Hasta üzerinde rahatlama, duygularıyla bakış açısında değişim ve hayal kurma etkileri de olduğundan dolayı hipnoz için hastanın hipnoterapist rehberliğinde subjektif bir deneyime çıkması tanımı da kullanılır. Hipnoz teknikleri çok daha eskiye dayansa da (Mısırlılar ile 4.000 yıl önceye ve Yunanlılar ile 2.000 yıl önceye) modern anlamda ilk olarak 18. Yüzyılda Franz Anton Mesmer’in uygulamalarıyla gün yüzüne çıktı. Başlarda küçük magnetler kullanıyordu ancak sonradan bunlara gerek olmadan istenen hipnoterapik etkinin sağlanabildiğini keşfetti. Bu çalışma sonraları Sigmund Freud’u meşhur Anna O. vakasında histeriyi tedavi etmek üzere etkileyecekti. Ancak Freud kendi yöntemlerine kıyasla (serbest çağrışım gibi) hipnozun güvenilmez olduğunu düşündü ve böylece hipnozun tarihsel popülaritesi yıkıma uğradı. Dünya savaşları zamanında ancak nevroz ve ağrılar için kullanılmaya başlandığında eski ününü geri kazanmaya başlayacaktı. Böylece hipnozun hala daha kullanımında en başta rol aldığı kronik ağrılar, bağımlılıklar, medikal ve psikiyatrik bazı hastalıklarda kullanılması oldukça yaygınlaştı (Özellikle akutaniden başlayan- ve prosedürel ağrılar, baş ağrıları, sigara bağımlılığı, bağırsak sendromları, kemoterapi yan etkileri). Günümüzde hipnoz, obezite tedavisinde de bilişsel-davranışsal terapilerin yanında oldukça etkili biçimde kullanılmaya başlandı. Ancak yalnızca kısa vadede kilo kaybında işlevsel olduğu düşünülüyor. Hipnozu, hipnotik çözülme ve belirli bir amaca yönelik tedaviler için verilen telkinlerden oluşan ana iki bileşen oluşturur. Çözülme esnasında hipnoterapist rahatlama sağlamak, dikkat ve konsantrasyonu korumak amacıyla telkinlerde bulunur, belirli bir duyuya veya imgeye odaklanılmasını sağlar. Tedavi genellikle her biri 45 ile 60 dakika arası süren 5 ile 20 seanstan oluşur. Bu sürecin başında danışanın rahatlığı için hipnoz prosedürleri ve mitleri (hipnoz ile beyninin kontrol edilebileceğini sanması gibi) açıklığa kavuştumak iyi bir yoldur. Hipnozun etki etmesindeki en önemli mekanizmalardan biri danışanın hipnozdan olumlu beklentisi, kendisini şartlaması ve artan rahatlık duygusu ile telkinlere açık hale gelmesi olabilir (Bir anlamda placebo etkisi gibi). Bundan dolayı danışanın zihninde zemin oluşması çok önemlidir. Olumlu etkilerinin yanında, yan etkileri oldukça nadir olsa da, hipnozun acı verici anıları yüzeye çıkarması hastanın psikolojisi için risk oluşturabilir. Ancak bu anılar bir yandan hastayı bu konuları tartışmaya da açabilir. Öte yandan hipnoz sırasında yanlış anıların ortaya çıkabileceği de tartışılan konular arasındadır. Yanlış anılar, kişinin daha önce deneyimlemediği anılara karşılık gelir. Bunları önlemek için hipnoz esnasında hastanın dikkatini kaybetmesini engellemek gerekir. Hipnoz uygulamasında belirtilmesi gereken en önemli nokta ise bu uygulamayı yalnızca yeterli ve gerekli tüm eğitimleri almış kişilerin uygulaması gerektiğidir. Aksi takdirde yıkıcı etkilere neden olabilir. KAYNAKLAR: 1. Barnett, J. E., Shale, A. J., Elkins, G., & Fisher, W. (2014). Hypnosis. In J. E. Barnett, A. J. Shale, G. Elkins, & W. Fisher, Complementary and alternative medicine for psychologists: An essential resource (pp. 73-86). Washington, DC, US: American Psychological Association. 2. Milling, L. S., Gover, M. C., & Moriarty, C. L. (2018). The effectiveness of hypnosis as an intervention for obesity: A meta-analytic review. Psychology of Consciousness: Theory, Research, and Practice, 5(1), 29-45. 3. Robin, F., Bonamy, J., & Ménétrier, E. (2018). Hypnosis and false memories. Psychology of Consciousness: Theory, Research, and Practice, 5(4), 358-373. ŞEYMA KARA
DİSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU Disosiyatif kimlik bozukluğu (DKB) 1800’lü yıllarda tanımlanmış olan disosiyatif hastalıklar arasında en ağır ve kronik olanıdır. Çoğul kişilik bozukluğu olarak da bilinen DKB, bir bellek ve kimlik bozukluğu hastalığıdır. Kişinin bilinçli veya bilinçsiz halde bir veya birden fazla alternatif kişilik geliştirmesiyle ortaya çıkan DKB’de zihinsel işlevler sorunsuz bir şekilde çalışmaya devam edebilir; fakat bu işlevlerden bir veya daha fazlası bozulduğunda disosiyatif belirtiler ortaya çıkmaya başlayabilir. 1800’lü yıllara kadar DKB, kötü ruhların ve şeytanın etkisi altında kalma durumu olarak kabul edilirken, 19.yüzyılın başlarında Benjamin Rush ilk kez hastalığın tanımlamasını yapmıştır. DKB’nin, ABD’de 1900’lü yıllarda kazandığı önem, önce şizofreni daha sonra borderline kişilik bozukluğunun tanılarının ortaya konması ile giderek azalmıştır; fakat 1980 yılında DSM-III’te ayrı bir tanı olarak değerlendirilmiş ve tanı ölçütleri daha açık ortaya konmuş olduğundan üzerinde yapılan çalışmalar artmıştır. Semptomlar hafif veya kişinin genel rutininde bozulmalar yaşatacak kadar ciddi olabilir. Hastanın oluşturduğu bir veya birden fazla kişilik “alter” olarak adlandırılır. Her alter farklı kişilik özelliklerine, geçmişe, düşünce yapısına, ilişki tarzına sahip olabilir. Bir alter, asıl kişilikten farklı, cinsiyete, isme, görgü kurallarına, tercihlere hatta alerjilere sahip olabilir. DKB’li kişi alter kontrolü altında iken yaşadığı durumların veya anıların bilincinde olabilir veya olmayabilir. Travma öyküsü, DKB’nin temelinde çok önemlidir. Travma genellikle şiddetli fiziksel, duygusal ve/veya cinsel istismar içerir. Aynı zamanda bir ebeveyn kaybı veya önemli erken bir kayıp DKB’nin oluşmasında etkilidir. Bölünmenin genelde travma anıları ve farkındalığı birbirinden ayırmak için oluşturulan bir savunma mekanizması olduğu düşünülür. DKB vakaları, ufak bir trafik kazası, hastalık, stres gibi hafif olaylar da dahil olmak üzere, gerçek veya sembolik travmalarla da tetiklenebilir. Örneğin; tacize uğramış bir yetişkinin çocuğunun, kendi çocukluğunda tacize uğradığı yaşa gelmesi, tetikleyici olabilir. Örneğin, disosiyatif kimlik bozukluğunun en ünlü vakalarından biri olan ve 2014 yılında vefat eden Billy Milligan’ın, on adet istediği ve on dört adet istemediği olmak üzere toplam yirmi dört farklı karakteri olduğu bilinmektedir. Küçük yaşlardan itibaren çeşitli travmalar yaşayan ve sekiz yaşında üvey babası tarafından cinsel tacize uğrayan Billy Milligan, işitme engelli dört yaşında bir çocuk, on dokuz yaşında kontrolü izinsiz ele geçiren bir lezbiyen, üç yaşında disleksi bir kız çocuğu, dolandırıcı ve yönlendirici, müzisyen, katil, ressam gibi farklı alterleri bünyesinde barındırmaktaydı. Hastalığı yüzünden çocuk kaçırma, soygun, tecavüz gibi birçok suç işlediği bu yüzden uzun süre cezaevinde ve akıl hastanesinde kaldığı bilinmektedir. DKB alterlerinin ortaya çıkmalarının gerekçeli hikayeleri vardır. Alterlerin yaşanılan durumla baş etme amaçlı var olduklarını biliyoruz. Üzülen çocuk hayatına devam edebilmek için neşeli alter, tacize uğrayan çocuk “taciz bana olmadı, ona oldu.” diyerek tacizin yükünü üstlenen başka bir alter üretebilir. Zamanla bu nedenlerden dolayı çoğalan alterler arasında bir iç sistem oluşur. Terapi sürecinde sistemi ve işleyişi anlamak için alterlerin tek tek ortaya çıkarılması ve anlaşılması gerekir. Ayrıca alterlerin yapay zeka kazanma olayı sık görülen bir durumdur. Alterler var oluş amaçlarının yolunda evrimleşerek değişime uğrayabilirler. İçerideki hayatın gerçek olduğunu sanıp dış dünyayla olan etkileşimi saptırabilir veya engelleyebilirler. Örneğin, içerideki çocuk altere bakıcılık yapan başka bir alter, zamanla kendini gerçek anne ve çocuk alteri de gerçek çocuk yerine koyabilir. Zamanında aşık olunup ama uzaklaşılmış bir kişinin içeride kopya alteri veya aşık alteri bulunabilir. Gerçekten ilişkinin hala devam ettiği düşünülebilir. Bu durumda gerçek hayatta başka ilişkilere girilmesi engellenebilir.
İlk bölünme zamanında var olan alterler daha çok başa çıkma, savunma amaçlı iken, ileri dönemlerde oluşan alterler kişinin ilgi alanları, hayal dünyası, uğraşları ile ilgilidir. Bu nedenle ileri dönemlerde oluşan alterler daha fantastik, renkli özellikler gösterebilir. Sistemde gruplaşmalar sıkça görülür. Bu gruplaşmalar aynı kökten gelen alterler veya etkileşimle yakınlaşmalar sonucu oluşabilir. Gruplar birbirleriyle dayanışma veya çatışma içinde olabilirler. Ayrıca alterler arasında güç dağılımı farklı olabilir. Bu sebepten dolayı sistemin işleyişinden ve diğer alterlerden sorumlu olan bir “yönetici alter” oluşabilir. Bedeni kontrol etme ve diğerlerine etki açısından baskın olan “yönetici alter” nedeniyle hiyerarşik bir düzen oluşabilir. Genellikle alterler arasında dayanışma vardır. Birbirlerini teselli edebilirler. Çocuk alterlere diğer alterler bakıcılık yapabilir onlarla oyun oynayabilirler. Ama aynı zamanda kötü roldeki alter diğer alterlere zarar verebilir. Gerçek hayattaki istismarcının içeride kopya alteri oluşabilir ve istismarı içeride devam ettirebilir. Hastaya klinikte uygulanacak tedavinin amacı ise kişinin kendisinin ve çevresindeki kişilerin güvenliğini sağlamak, diğer kişilikleri işlevsel ve sağlıklı tek bir kişiliğe entegre etmektir. Tedavi sürecinde alter sisteminin işleyişini anlamak ve travma öyküsünü göz önünde bulundurmak oldukça önemlidir. Uygulanacak en iyi tedavi yöntemi semptomların ciddiyetine, tetikleyicilere ve kişiye bağlıdır. Tedavi; psikoterapi, bilişsel-davranışçı terapi, göz hareketi duyarsızlaştırma ve yeniden işleme(EMDR), diyalektik davranış terapisi(DBT), aile terapisi, yaratıcı terapiler, meditasyon ve gevşeme teknikleri, klinik hipnoz ve ilaçlar, yöntemlerinin bazı kombinasyonlarını içerecektir. Ayrıca bozukluğun tedavisi oldukça uzun ve zordur. Hipnoz ve otohipnoz tekniklerinin öğretilmesi, hastaların kontrol duygularını güçlendirmektedir. Klinisyenler asıl tedavinin psikodinamik terapi olduğunu söylerler. Psikoterapi sırasında hipnoz ile farklı kimliklerle bağlantı kurarak, ayrışmış kimlikleri bütünleştirme hedeflenir. Bu tedavide psikiyatrist deneyimli ve konusunda uzman olmalıdır. Yazımı bitirmeden önce disosyatif kimlik bozukluğunu ilgi çekici bir şekilde konu alan birçok film içerisinden bazı önerilerde bulunmak isterim: -Ben, Kendim ve Sevgilim/Me, Myself & Irene -Parçalanmış/ Split -Üç Ruhlu Kadın/ Three Faces Of Eve -Dr. Jekyll and Mr. Hyde -Beyza’nın Kadınları KAYNAKÇA: - http://www.antalyapsikiyatri.com/psikoterapist-emine-filiz-uluhan/cogul-kisilik-dissosiyatif-kimlik-bozuklugu - http://libidodergisi.com/disosiyatif-kimlik-bozuklugu-coklu-kisilik-bozuklugu/ - http://www.turkiyeklinikleri.com/article/tr-dissosiyatif-kimlik-bozuklugunun-tedavisi-79903.html - http://www.medaimyanikklinigi.com/disosiyatif-kimlik-bozuklugu-hastalarinda-alter-sistemi/ http://www.dusunenadamdergisi.org/ing/DergiPdf/DUSUNEN_ADAM_DERGISI_56cdb04c24a44ea68d3ee778b4e21e45.pdf YİĞİT ÖZYAPAN
FİLM ÖNERİLERİ
ANTIGONE MOVIE REVIEW
COULD THE BODY BE PROTECTING A GOD?
Antigone is a movie of the type of tragedy that is written by Sophocles. The film is in ancient Greek language and it was written in 441 BC, played in 442 BC. The film takes place in the ancient Greek period, Thebes city and begins with the figures depicting the death of King Oedipus. In this film, we can accept the main theme that punishing the main character who made wrong decisions by using his authority by the gods. The king had two girls (Ismene and Antigone) and two boys (Eteocles and Polyneices). After that death, men (not girls!) fight for the throne and kill each other. After that, Creon who is the first one of our main characters comes to the throne and establishes an edict. According to the edict, Polyneices will not be buried and those who want to bury him will be punished. Antigone who is our second main character stands up to her family and opposes authority. She is caught when burying his brother and the king shuts her in the cave. Another issue discussed in the film is the closure of the Antigone to the cave. The public and Haemon (Creon’s son) support the burning of the dead soldier and the removal of the Antigone from the cave. However the king stands against the gods and people. Towards the end of the film, the Creon (the king) understands his mistake after talking to the blind seer. However he is late, the catastrophes find the Creon. Haemon was mourning for the dead body of Antigone in the cave. Then Haemon kills himself because he was in love with Antigone. Besides, the queen kills herself when she heard that his son is dead. I believe that the movie begins with the superiority of men over women. As in the first scene, Ismene says to Antigone; “Women are helpless in the face of men.” Also the film tell us about the social status of women,it is not just the men’s throne wars. Therefore I can say that gender inequality is noticeable at that time. Also, the concept of love beautifully processed in film. Haemon stands against his father for Antigone. Besides, ultimately he dies for love. With this scene, audience must have increased respect for love. There is also a queen who can’t stand her son’s death and kills herself. I guess the relationship between the mother and the son is associated with the Oedipus Complex. Also “if you do not obey the word of the gods, catastrophes find you.” Message was given to the gods at that time. Lastly, I liked this movie because it is a well-played scenario according to the cinema conditions of the ancient Greek period. . KÜBRA KAYA
MR. CHURCH “Birini bu kadar sevmek çok berbat bir duygu. Böyle olunca seni terk edeceği için ondan nefret ediyorsun. Hem de daha terk etmeden.” Neden en çok kızdığımız kişiler sevdiklerimizdir? Birini ailendenmiş gibi görmek için illa o kişiyle kan bağının mı olması gerekir? Bu yargı gerçek sevgi ile yok edilebilir mi? Mr. Church bizlere gerçek sevginin ne olduğunu ve hayattaki en önemli şeyin aile olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Kahramanlarımızdan birisi olan Charlie ve annesi Marie’yi sıkıntılı bir dönem bekliyor. Kanser hastası olan annenin 6 ayı kalıyor. Bu süreçte eve aşçı olarak Bay Church’ü alıyorlar. Başlangıçta Bay Church’e bir türlü alışamayan küçük Charlie, Bay Church’ün evden gitmesi konusunda fazla ısrarcı oluyor. Kendinden bahsetmeyi pek sevmeyen Bay Church de sadece 6 ay çalışmak için işe giriyor. Fakat beklenmedik bir mucize gerçekleşiyor ve Bay Church aile için çalışmaya devam ediyor. Yemek yapmak gibi birçok konuda usta olan Bay Church küçük Charlie’yi her gün konuşturduğu sanatıyla büyülüyor. Charlie’nin Bay Church’e alışması biraz zaman alsa da zamanla Charlie’nin kırılan önyargısıyla Bay Church, o ve annesi için bir aşçıdan fazlası oluyor. Bay Church sevgi dolu birisi olduğu ve bu ailede gerçek sevgiyi gördüğü için onları kendi ailesi gibi benimsiyor. Ve aileye göre hayat iki döneme ayrılıyor: Bay Church’ten öncesi, Bay Church’ten sonrası. Yani Charlie’nin söyleyişiyle “Bu ailenin kaderi Bay Church’tür.” Dram türünde değerlendireceğimiz bir film olan Mr. Church, Eddie Murphy’ye ve oyunculuğuna tekrardan hayran kalmamızı sağlıyor. Konusunu aile sevgisinden alan ve dramla harmanlanan bu yapıt, hiç sıkmadan kendini birçok kez izlettirebiliyor. Herkesin hayatında mutlaka bir kez izlemesi gereken filmleri listelersek, Bay Church’ü listeye eklemeden geçemeyiz. Nida ASIL
IRON JAMES ANGEL FILM REVIEW AND FIRST WAVE FEMINISM Feminism is an ideology that deals with the social and political dimensions of equality between men and women. Chronology is explained by 3 waves arranged respectively. During the first period of movement, the first wave of women movements began there were hierarchy battles and national independence struggles that dominated the whole world. In the light of these ideas of freedom, of course women also started to seek rights for themselves. . At the end of the 19th century, we will examine this movement in the light of the film Iron James Angels. The film begins in September 1912 with two women speaking in Philadelphia. Even though women’s rights studies were conducted through women’s right to vote by Susan B. Anthony, only 9 states had the right to vote during the 64-year trial. Alice Paul who is the main character of the film, is asked to take a walk that will bring a voice to “women’s right to vote” in Washington. Ms. Paul and her friend Lucy Burns are giving a speech to American women by setting up a meeting with Anna Howard Shaw and Carrie Catt, Women’s president of the suffrage union of women. Executive women in the United States according to the terms of the period said that it is very difficult to give women the right to vote, but Ms. Paul says she wants to take a walk. Executives are convinced, Lucy Burns and Doris Stevens, who are with Alice Paul, arrange the organization of this show on 3 March. These women are trying to expand the invitations of rich businessmen or rich women by giving information about their community. At the end of this invitation, they met with Inez Weissman and thought that they can show her as a symbol on the horse. They go to the confection and say that they should insist on the rights of women and add Ruza Wenclawska to their teams. Alice Paul and her team work indoors while Chicago delegate Ida Wells-Barnett enters. In the political ideas of America at that time, black people were in the background. In the meantime, before all women were given the right to vote, black men were given the right to vote. Ms. Wells told Alice Paul that, in the walk, black women should walk in the same place as white women, otherwise they would not take the walk. Mrs. Paul wanted black women to be on the back of the march because she did not want to involve another political event in the march. However, Mrs. Paul is convinced and decided that black women should walk with them. I want to draw attention to here; it was very difficult for women to enter the constitution. women’s wishes could only be achieved by the unification of all women in the country. When we look at the characteristics of first wave feminism, we can see that these women struggle together for both civil and political reasons as well as against racism. In other words, all women were needed to take the steps of feminism. In the period, there are no fire stairs in factories, there are occupational accidents in which women are burned to death, and women do not take the same price despite working with men. Authorities think that there were no private property rights for women, women’s education was not as unlimited as men, men were smarter than women, there was a big difference between men and women, and there were differences in quality and quantity. It was also clear that women’s voting was seen as a political threat. The law was established by votes and every citizen had the right to vote. I want to remind you of a scene from the movie about it. Emily, the wife of the senator, has been involved in feminism movements and Ms. Paul receives negative reviews from the senator for her financial aid sponsorship and argue one day. In the debate, the senator states that she has no right to property and the prosecutor will not give the children to her if they break up one day. As we understand here, reasons such as the fact that property rights are only male-specific were a reason for men to regard themselves as superior. With this aim, Alice Paul and her friends march on this request. The end of the march of great interest ended badly, the men showed violence to women. However this confusion attracted more attention from the country. In the newspapers, it was began to be published every conversation and sponsorship. We can match this phenomenon in the film to the characteristics of the 1st wave feminism. 1st Wave feminism generally struggles on three demands. These are the right to vote, education and property for women. Then the characters in the film started to protest
in front of the president Wilson building every day to make their voices heard and to be taken seriously. In the meantime, the United States declares war, but women do not stop their protests. After all, the authorities see that even the war cannot stop women, and that every woman carrying a banner is imprisoned on the grounds that the protest impedes traffic. In the meantime, several of Ms. Paul’s friends are trying to make their voices heard in other states. At the request of President Wilson, the prosecutor makes an offer to women. Either you pay $ 10 or you’ll be in prison for 60 days. Women choose the prison because they don’t want to pay one dollar to the state and they go to prison. They continue their protests there. They want prison officials to respect themselves as women. When Alice enters in the prison and starts a hunger strike, she forcibly hooks up with a chair in state Alice Paul to prevent the death of a woman. Notes are left in the cell where Alice Paul is staying by an old woman who is a prison guard. Emily Leighton, the wife of the senator, who is in the national unity of voting for the women, makes the notes to the senator in the prison interview, and the notes are published in the newspapers. Women who are tortured in the country are removed from prison by the order of the president and their requests are voted. Finally, women earn more votes. 19. Amendment 26 August 1920 is taking place in the constitution. Lastly, I like the film. We know that there were countries in Europe where women had the right to vote. However, the lack of voting rights of women in America is described in detail in the film. I liked the movie because the unities of women, their desire for civil and political rights, their resistance to racism are explained in detail. The film provided me to live the events of the period. KÜBRA KAYA
Aşkın Sinirbilimsel Sırrı Mecnun’dan Leyla’ya , Tahir ’den Zühre’ye , efsanelere , uğruna nice kanlar dökülen savaşlara konu olan Aşk … Konu aşksa dillerden düşmeyen , aşkla bağdaştırdığımız, aşkı hissettiğimiz organımızdır Kalp. Merak edilen ‘’Aşk kalpte mi , yoksa beyinde mi?’’ sorusuyla ise kafalar iyice karışıyor. Bu karışıklığa karşın nörobilim alanında yapılan çalışmalara göre bilinen şu ki , aşık oldukları insanların fotoğraflarının gösterildiği kişilerin aktive olan hippokampus ve akkumbens çekirdeği gibi beyin bölgelerinde ciddi değişimler meydana geliyor, bu da aslında aşkın beyin temelindeki gerçekliğini ortaya koyuyor. Diğer yandan ödüllendirme merkezlerini harekete geçiren dopamin , aşkın doğuşuyla artışa geçiyor ve aşık olunan kişiye duyulan bağımlılığı ortaya çıkarıyor. Ayrıca , sadece cinsellik bağlamında sınırlandırılmaması gereken oksitosin hormonu da, her sarılışta, selamlaşmada, tokalaşmada yükselişe geçiyor. Asırlardır süren ‘’Aşkın gözü kördür ’’ sözü de aslında aşkın , sevginin gözle değil , beyinle görüldüğünü söyler. MR taramalarında yanıveren ışıkların sırrı da bu sözü destekler niteliktedir. Aşık olunca kan akışımız beynin zevk merkezi olan nükleus akumbense doğru yükselir ve taramalar sonucu bu gibi birçok bölge aktive olur. Kısacası azalan serotonin , aşkın insana ilaç geldiği hissiyatını yansıtan NGF, aşk için dünyayı yaktıran vazopressin kimyasalları da doğruluyor ki , aşk beyinde . SEVCAN SİZER
YAPAY ZEKA Psikolojinin de yakından takip ettiği yapay zeka, insanoğlunun doğası ile iç içe ilerlemektedir. Yapılan onca çalışmalar bizlere doğal ve yapay zekanın ayrılmaz bir bütün olduğunu göstermiştir. Fakat doğal zekanın seviyesine gelinememiştir. Birileri çıkıp bu ezberi bozduğunda, bizleri neler bekleyecek peki? Soru işaretinin bol olduğu bu yolda zamanın her insanda ayrı işlediği, her insanın farklı alanlarla ilgilenebileceği bir saha olsa da hayat, birileri insanlık için farklı kapıları aralayabiliyor. Şahsım olarak, olaylara farklı bakmamı sağlayan bir kapıyı sizlerle aralamak istiyorum. Bu kapı ‘Alan Turing’ adında bilim insanına açılmakta.. Tarihler 1950’leri gösterdiğinde, dünya çapında ses getiren 2. Dünya Savaşı sıralarında insanların tabularını yıkan kahraman bir matematikçi olan Alan Mathison Turing. Bazen kimsenin hayal bile edemeyeceği şeyleri düşünüp yapabilen insanlar vardır. Turing öyle biri, normal şeyler düşünmeyen , siyasetten uzak duran ve çevresindekiler tarafından pek anlaşılmayan bir adamdır. O normal olmadığı için, dünya yapay zeka alanında daha iyi yerlerde diyebiliriz. 2. Dünya savaşında, Almanya ve Londra savaş halindedir. Şifreli mesajlaşma makinesi olan Enigma’nın insanların yerine düşünebilen, savaş için hızlı hesaplamalar yapan ve kötü kullanımından dolayı insanlara zarar veren bir savaş makinesi olduğunu görmekteyiz. Turing, ‘’İnsanlar ne kadar zeki varlıklar olursa olsun, bir makine kadar hızlı hesaplamalar yapması neredeyse olanaksızdır.’’ mantığı ile hareket etmiştir. Turing geliştirdiği makine Enigma’ya karşı Bombe adı verilen cihazlardır. Turing’in uzun çalışmaları sonucunda, Enigma’nın şifresini kırmış ve ülkeyi savaş halinden kurtarmıştır. Şimdi o kurtarıcı makinelere bakalım.. Bombe adı verilen yapay zeka cihazların, Alman hükümetinin telsizine girip bilgi akışını sağlama gibi getirileri olmuştur. Bu cihazlardan geribildirim alındığını gösteren cümle ise; ‘’Biz kahine bir soru sorar ve kahinden bunun cevabını alırız.’’ Günümüzde ise o devasa büyüklükteki makinelere bilgisayar diyoruz. Şimdilerde yerini diz üstü bilgisayarlara bıraktığını görebiliriz, bu da bizlere zihinsel işlevler yapan makinelerin zamanla geliştiğini ve gelişmekte olduğunu göstermektedir. Yapay zeka sayesinde insanlar bir makinenin gerisinde kalmışlardır. Yapay zeka insanlar tarafından yönlendirilse de, insanlara oranla hata yapma olasılıkları daha azdır diyebiliriz. İnsanlar kadar iyi düşünen, bir şey sorulduğunda cevap verebilen, nöronları içerisinde bulunduran, algıyı taklit etmenin yollarını geliştiren, insan zekasına gereksinim duymadan bazı işleri üstlenebilen fakat yaratıcılık kabileyetini olmadığı için yapay olan zekanın insanlara bağlı olduğunu görebiliriz. Doğal zeka ve Yapay zeka karşılaştırıldığında, ikisinin de avantajlarını ve dezavantajlarını görmekteyiz. Bunlara bakıldığında ilk olarak insan beynine benzeyen birbiriyle bağlantılı bir makine elde edilmiştir. Doğal zekanın içerisinde milyonlarca bilgi akışını sağlayan aksonlar bulunuyor bu şekilde bilgi akışı sağlanıyor, yapay zekada da aynı durum söz konusudur. Fakat bazı yerlerde bu tez çürümektedir. Doğal zekaya bakıldığında, siz birine ‘’seni seviyorum’’ dediğinizde onunla duygusal bir bağ kurabilirsiniz. Fakat bir bilgisayara ‘’seni seviyorum’’ dediğinizde duygusal bir bağ kuramazsınız. Yapay zeka bizden daha hızlı hesaplamalar yapabilir, verileri daha iyi depolayıp saklayabilir, nasıl bizler bir şeyleri belleğimizde tutup gereken zamanda ortaya çıkarabiliyorsak bir bilgisayar da aynı şekilde bizlere sunabilir, hafızasından silinmediği takdirde. Bakınız silinmediğinde diyorum yani insan gücünden ayrılmayan bir bütün olduğunu bu şekilde de görebiliriz. Birçok kişi yapay zeka tabirinden korkar, neden peki? Küçükken robotların dünyayı ele geçireceği söylentisini duyduklarındandır bekli de. Fakat unutulmamalıdır ki ona iyi şeyleri verebilecek kişi de insandır. Bir yapay zeka dünyayı ele geçirmek yerine evrendeki savaşlara son verebilir. Her şeyden önce sevgiyle.. EDANUR PARLAK
MÜZİK ÖNERİLERİ Sizi Heyecanlandırabilecek Müzikler Sizi Dinlendirebilecek Müzikler 1.Biometrix – No one / Kübra Kaya 2.Logic – Everyday / MaviD120 3.Rihanna – Phresh Out the Runway 4.Lil jon ft. Offset & 2 Chainz – Alive 5.Enrique Iglesias – Bailamos 6.Stevie Wonder – Part Time Lover 7.Marian Hill – Mistaken 8.Merk & Kremont – Sushi 9.Fall Out Boy – Hold Me Tight or Don’t 10.Drake – Nonstop 11.Dima Bilan – Derji 12.Daddy Yankee – Sigueme y Te Sigo 13.Dada Life – Do it Till Your Face Hurts 14.Chuckie & LMFAO – Let The Bass Kick in Miami Bitch (Fanatic Sounds Mix) 15.David Guetta & Steve Aoki – Motto / Koray Kara 16.Son Feci Bisiklet – Bikinisinde Astronomi 17.Oscar and the Wolf – Breathing 18.Dynoro & Gigi D’Agostino – In My Mind / Denizhan Taşcı 19.Istanbul (Not Constantinople) – The Four Lads / MaviD124
1.All of Me – John Legend /Damla’ya 2.Ed Sheeran – Shape of You / Işık CHARGERS 3.Konoba, R.O – On Our Knees (feat.R.O) / MaviE123 4.Izzamuzzic – Adventure / BordoD407 5.XXXTentacion – The Remedy for a Broken Heart / MaviD120 6.Tamino – Habibi 7.Damien Rice – 9 Crimes 8.Billie Eilish – Lovely 9.Coldplay – The Scientist / Denizhan Taşcı 10.Coldplay-Viva la Vida / Yiğit Can Özyapan 11.Adele – Million Years Ago 12.Lord Huron – The Night We Met 13.Billie Eilish – Lovely ( with Khalid) 14.Balthazar – Bunker 15.Sertab Erener – L’al (Sertab Goes to the Club) 16.Radiohead – Street Spirit (Fade Out) 17.Oh Land – Wolf & I 18.Hardwell vs Collin Mcloughlin – Call Me a Spaceman (Unplugged Version) 19.Minnie Riperton – Loving Life 20.Lucia – Silence 21.Katie Melua – Wonderful life 22.Isaac Gracie - All in My Mind / Koray Kara