PSİKOMEDYA
3.Işık Üniversitesi Psikoloji Gününe Özel
5
Merhaba PsikoMedya Okurları, Işık Üniversitesi 3. Psikoloji Günü özel sayısıyla ellerinizdeyiz. Bu yılki konumuz: ‘’ Sağlık Psikolojisi ve Stres Yönetimi’’ Bugünün gerçekleşmesini sağlayan Psikoloji Kulübü ekibimize ayrıca teşekkür ediyoruz. Dileriz, sağlık psikolojisi hakkındaki sorularınıza cevaplar bulduğunuz ve öz farkındalığınızın oluştuğu verimli bir gün geçirirsiniz. Bizler de PsikoMedya Ekibi olarak sizlere Sağlık Psikolojisi ışığında çeşitli yazılar yazdık ve önerilerde bulunduk. Psikoloji Günü özel sayımızın oluşmasında emeği geçen yazarlarımıza, ekibimize ve siz değerli okuyucularımıza çok teşekkür ederiz. Bizimle paylaşmak istediğiniz yazılarınızı ve önerilerinizi psikomedya@gmail.com adresine gönderebilirsiniz. Sevgi ve saygıyla kalın, keyifli okumalar. PSİKOMEDYA EKİBİ: İdari Editör: Utku Sena Şişman Dizgi- Tasarım: Çağla Çorbacı İçerik Editörleri: Melis Timur, Sema Hatice Durgut, Dilara Karabulut Danışman: Selin Karaköse YAZARLAR: Seda Uludağ, Görkem Yılmaz, Sümeyye Karagüllüoğlu, Sema Hatice Durgut, Kübra Kaya, Bilge Kaan Kılınç, Şeyma Kara, Berfin Akannaç, Utku Sena Şişman, Meryem Tumba, Ege Öztürk, Dilara Karabulut ‘’ PsikoMedya Dergisi, Işık Psikoloji Kulübü’ nün kendi çabalarıyla oluşturduğu psikoloji dergisidir. Dergimizin basımında emeği geçen İpek Kılıç ve Emel Numanoğlu’na çok teşekkür ediyoruz.’’
2
HADİ SEN DE TAKİP ET ! isikpsikomedya @PsikoMedya
3
SAĞLIK PSİKOLOJİSİ NEDİR? Hasta olduğunuzdaki ruh halinizi ve zihninizin işleyişini bir düşünün… Hastalığınızın nedeni sadece biyolojik faktörler değildir. Şüphesiz biyolojik faktörlerin dışında ruh haliniz ve bilişsel becerileriniz de hasta olma durumunuzdan sorumludur. Şimdi de hasta olduğunuzda ruh halinizi ve bilişsel becerilerinizi düşünün… Birbirlerinden hiç de bağımsız değiller değil mi? Sağlık psikolojisinin amacı, sağlıklı olma durumu, hastalığın nedenleri, hastalığın seyri ve sonuçları üzerinde gerçekleşen psikolojik faktörleri anlamaya çalışmaktır. Bu faktörleri anlamaya çalışırken kuramlar ve testler geliştirerek hastalıkların etiyolojisinde davranışların rolünü değerlendirir. Sağlık Psikolojisi aynı zamanda Biyomedikal Modelin kapsamında olan şu sorulara da cevap aramaktadır: Hastalığa ne neden olur, hastalıktan kim sorumludur, hastalık nasıl tedavi edilmelidir, tedaviden kim sorumludur, sağlık ve hastalık arasındaki ilişki nedir, zihin ve beden arasındaki ilişki nedir, sağlık ve hastalıkta psikolojinin rolü nedir? Sağlık Psikolojisi biriminin ilk başkanı olan Matarazzo Sağlık Psikolojisi’ ni ‘’ Sağlık Psikolojisi, sağlığın geliştirilmesi ve sürdürülmesi, hastalıkların ve ilişkili kayıpların azaltılması ve tedavisi için psikoloji disiplininin kendine özgü eğitimsel, bilimsel ve mesleki katkılarının toplamıdır.’’ (1980) diye tanımlamaktadır. Psikolojinin her dalında olduğu gibi Sağlık Psikolojisi alanı da insanlardan bağımsız değildir. Sağlığımızda olan tüm değişiklikler ruh halimize etki eder bu yüzden Sağlık Psikolojisi’ nin önemi büyüktür. Örneğin grip olduğumuzda biyolojik faktörler bizi yorgun ve halsiz yapar. Bu durumda biyolojik faktörlerden etkilenen psikolojik faktörler, bizi moralsiz, isteksiz vb yapacaktır. Görüldüğü gibi her süreç birbirini etkilemektedir. Dolayısıyla Sağlık Psikolojisi gelişmesini sürdürmeye devam edecektir. Yararlanılan Kaynak: Sağlık Psikolojisi- Jane Ogden ( Nobel Yayınevi)
UTKU SENA ŞİŞMAN
4
Çizim: Utku Sena Şişman
5
...KENDİME İYİ BAK UMUDUM... Geçtiğimiz şubat ayında bir doktor akrabamı ziyaret etmek için hastaneye gitmiştim. Kendisini, hastane bahçesinde sessizliğin büründüğü öğlen sonu saatlerinde oturup beklemeye başladım. Gözüm aniden yönü bana dönük olan genç bir oğlan çocuğuna takıldı. Ilık ılık esen rüzgâr eşliğinde kitap okuyordu. Bir süre kendisini izledim. Daha sonra kitap okumadığını, kitabın ön yüzüne bakıp daha sonra gökyüzüne baktığını ve bu hareketi defalarca tekrar ettiğini fark ettim. O an yanına gidip tanışmak istedim ve dakikalar içerisinde kendimi onun yanında buldum. Sohbet etmek istediğimi ve bunda bir sakınca olup olmadığını sordum. Biraz önce yaptığı gibi önce kitabın ön yüzüne ve daha sonra tekrar gökyüzüne baktıktan sonra gözlerime bakıp uzun uzun gülümsedikten sonra sohbet etmeye başladık. Konuşmayı çok sevdiğimiz belliydi bu yüzden pek yabancılık çekmedik. Neden burada olduğunu ve ne yaptığını sorduğumda çocukluk çağı kanser türlerinden biri olan lösemi yani kan kanseri olduğunu söyledi. Hastalığı konusunda o kadar bilgiliydi ki onu şaşkınlıkla dinliyordum. Tıpkı bir doktor gibiydi, tabii daha sonra doktorlarla arasının çok iyi olmadığını öğrendim… Bir o kadar da çok güzel konuşuyordu. Karşısındaki hiç kimse onu dinlememezlik yapamazdı. Ona okuduğu kitabın adını sordum. Kitabın adı ‘’UMUT’’ ‘tu. İnsana tarifsiz bir huzur veriyordu ve nedensiz bir şekilde gözlerim dolmuştu… Kitabı daha önce birçok kez okuduğunu ve şuan hastalığı süresince kendisine umut kaynağı olduğunu dile getirdi. Büyük bir hayranlıkla dinlemeye devam ettim. Bana bu haftanın hastalığı için bir önemi olduğunu anlattı. ‘’14 Şubat değil 15 Şubat’’ dedi, tebessüm ederek. Merakla bekliyordum ne olduğunu ve ‘’15 Şubat Çocukluk Çağı Kanser Günü’’ dedi. İlk defa duymak beni çok üzmüştü belki kendisi de şaşırmadı benim bilmediğime, insanların bu konuda daha hassas daha duyarlı olmalarını umut ettiğini söyledi. O gün umutlarıyla beraber tanıştığım genç arkadaşım bana kendisinin kanserden daha güçlü olduğunu ispatladı öyleydi de zaten… Vaktimizin sonuna gelmiştik ve kalktık. Yanımdan yavaş yavaş uzaklaşırken arkasından seslenmek zorunda kaldım. Çünkü adını sormayı unutmuştum * Adın nedir? Dedim.Arkasını dönüp koca bir
6
tebessümle **UMUT dedi. UMUT… Yüzümde koca bir gülücük açtı. Minik ellerinizin gönlünüzden hiç eksik olmaması dileğiyle, ***Kendine iyi bak UMUT Kendime iyi bak…
GÖRKEM YILMAZ
7
PLASEBO VE ETKİLERİ “Plasebo”, “hoşnut edeceğim” anlamına gelen latince bir kelimedir. “Tedavi edilen durum için özgül bir etkinlik göstermeyeceğine inanılan ve simgesel etkisi için kullanılan bir tedavi biçimi ya da tıbbi tedaviyi hızlandırmayı amaçlayan bir girişim” olarak tanımlanır. Bir toplum bilimci olan Forrester’a göre plasebo etkisi, kliniğin ya da hekimin muayenehanesinin havasını, hekimin karşılaştığı sorunlar karşısında akıl yürütme tarzını, hastayı yatıştırma çabalarını ve özellikle hekimle hastanın karşılaşmalarının uzun bir geçmişi varsa hekimin yarattığı güven ve anlayışı da içeriyor olmalıdır. Hoşnutluk durumuna yol açan ve cerrahi rahatsızlıklarda dahi ortaya çıktığı saptanan plasebo etkisi hastalıktan hastalığa, bölgeden bölgeye hatta hekimin ona inanıp inanmamasına göre bile değişebilir. Etki etmesi için hasta kendisine yapılanlardan habersiz olmalıdır ve bu da “Hastanın aldatıldığı tedavi biçimi ne kadar etik ve haklıdır?” şeklindeki etik tartışmaları gündeme getirir. Beyin görüntüleme yöntemleriyle plasebonun nörotransmitterler ve hormonlar üzerinde değişiklikler oluşturduğu, aktif ilaçların etkisini taklit ettiği ve beyinde onlarla aynı bölgeleri aktive ettiği tespit edilmiştir. Yan etkilere de yol açabilen plasebonun en sık görülen yan etkileri uykusuzluk, baş ağrısı, sinirlilik ve bulantıdır. Çeşitli Durumlarda Plasebonun Yeri İlk olarak ağrı alanındaki çalışmalarda ortaya çıkan ve günümüzde de halen bununla ilgili çalışmaların devam ettiği plasebo etkisi, deneysel ağrıdansa klinik ağrıda, hafif ağrıya göre şiddetli ağrıda daha etkili bulunmuştur. Cinsiyet, telkine yatkınlık ve zekanın plaseboyla ilişkisi gösterilememiştir. Bu nedenle plasebodan yararlanacak hastaların kimler olduğunu söylemek mümkün değildir. Wagner ve arkadaşları yaptıkları
8
fMRI çalışmasında ön kola elektrik şoku sonrası sürülen plasebo kremle hastaların hissettikleri ağrının ve beynin ağrının hissedilmesiyle ilgili bölgelerindeki aktivasyonun da azaldığını tespit etmişlerdir. Ağrıda olduğu gibi olumlu beklenti parkinson hastalarında da plasebo etkisi dopamin salınımına yol açmakta ve dopamin salınımı özellikle plaseboya cevap veren grupta daha fazla olmaktadır. Beklentinin süresi uzadıkça dopamin salınımı azalmış olup bunun tek doz veya uzun süreli doz uygulaması arasındaki farkı açıkladığı belirtilmiştir. Depresyon tedavisinde uzun süre plasebonun rolüyle ilgili çalışmalar yapan Brown, tedavinin ilk 6 haftasında plasebo verilmesini ciddi olarak önermiştir. Uzun süreli şizofrenide plaseboya yanıt oranları %30-45 arasındayken, bipolardaki yinelemelerin önlenmesinde %30,yaygın anksiyete bozukluğunda %65, panik bozuklukta %22, post travmatik stres bozukluğunda ise yanıt oranının %28 ila %62 arasında olduğu araştırmalar tarafından kanıtlanmıştır. Diğer ruhsal bozuklukların aksine obsesif kompulsif bozuklukta ise plaseboya direnç gösterildiği ve yanıt oranlarının %3 ila %13
9
arasında değiştiği bulgusuna ulaşılmıştır. Plasebo etkisini açıklarken bilimsellikten uzak olan umut ve beklenti gibi kavramların göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Binlerce yıl boyunca insanlara faydalı tedaviler uygulanmadığı, hatta faydadan çok zarar verici yöntemler uygulandığı halde onları iyileştiren şey, bizlere plaseboyu tam olarak açıklayacaktır. Kaynakça Brody, H. (1982). The lie that heals: the ethics of giving placebos. Ann Intern Med , s. 112-118. Forrester, C. (1997). A. Yılmaz içinde, Hakikat Oyunları (s. 83-91). Ayrıntı Yayınları. Gotzsche, P. (1994). Is there logic in the placebo? Lancet , s. 925-926. Spiro, H. (1986). Doctors, Patients and Placebos. Yale University Press. Göka E. Plasebo kavramı ve plasebo etkisi. Turk Psikiyatri Derg 2002; 13:58-64 Erdem M. ve ark.Plasebo Etkinin Nörobiyolojisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar 2013;5(3):299-312 Haour F. Mechanisms of the placebo effect and of conditioning. Neuroimmunomodulation 2005; 12:195200. News (1994) Role of placebo effects is underestimated, literature surveys shows. Am J Hosp Pharm 51(16):1995-1996. Beecher HK. The powerful placebo. JAMA 1955; 159:1602-1606 Oh WMS (1994) The placebo effect: Can we use it better? Br Med J 309/6947 July: 69-70. Sokolik A, Casey KL, Davidson RJ, Kosslyn SM, Rose RM, Cohen JD. Placeboinduced changes in fMRI in the anticipation and experience of pain. Science 2004; 303:1162-1167. de la Fuente-Fernandez R, Ruth TJ, Sossi V, Schulzer M, Calne DB, Stoessl AJ. Expectation and dopamine release: mechanism of the placebo effect in Parkinson’s disease. Science 2001; 293:1164-1166. Faria V. Mind really does matter: the neurobiology of placebo-induced anxiety relief in social anxiety disorder (Doctoral thesis). Uppsala, Uppsala University, 2012. Brown WA (1994) Placebo as treatment of depression. Neuropsychopharmacology 10(4): 265-269. Greist JH, Jefferson JW, Rosenfeld R ve ark. (1990) Clomipramine and obsessive compulsive disorder: a placebo controlled double-blind study of 32 patients. J Clin Psychiatry 51(7): 292-297.
10
DİLARA KARABULUT
KİTAP ÖNERİSİ: AKLINDAN BİR SAYI TUT
Muhteşem serinin ilk kitabı ve olmazsa olmazı Aklından bir sayı tut, kalınlığıyla ters orantılı, hızla okuyacağınız bir başyapıt. Polisiye romanların usta kalemlerinden biri olan John Verdon, Aklından bir sayı tut ile okurlara etkileyici bir gizem sunuyor. Korkunç bir durumun içine hapsolmuş Bay 658 ile başlayan kitap, çocukluktan itibaren bastırılmış psikolojinin etkilerini barındıran bir seri katil ve katilin ardında bıraktığı izleri takip eden Sherlock misali, dahi emekli polis Dave Gurney ile okuyucuyu mantık yürütmeye zorluyor. Görmek ve bakmak arasındaki farkı anlatan bu güncel kitap size herkesin aynı şeye bakarken çok az kişinin gerçekleri ve ötesini gördüğünü kanıtlayacak. Dikkatinizi ve ilginizi bölümlerin kısa, olayların net ve tasvirlerin detaylı oluşu ile konuda tutmayı başaran Verdon, bir yandan ne olacak diye merak ettirirken diğer yandan bitmesin dedirtecek. Çözümün kolay tahmin edilemez ve sıradan bir şekilde işlenmemiş olması, bana kendisinin basit bir aklın ürünü olmadığını ve övgüyü sonuna kadar hak ettiğini savundurtan zirve bir kitap. Keskin virajlı ve beyin fırtınalı bu kitabı okurken Grange’nin kitaplarındaki mükemmel kurguyu sürekli hatırlayacak, Agatha’nın gerilimini hissedeceksiniz. Haftasonu sinemaya gitmek yerine tercih edilebilecek başarılı bir best seller olduğunu düşünüyorum, iyi seyirler okuyucum. Ve Sayın Leyla ROSENBERGER, kelimeler size olan minnettarlığımı ifade etmek için yetersiz kalıyor. Yardım elini en çok ihtiyaç duyduğum anda uzattığınız için, hep destekleyici ve sarsılmaz bir inanca sahip olduğunuz için, umutlarımı ve hayallerimi bana geri kazandırdığınız için lütfen teşekkürlerimi kabul edin.
KÜBRA KAYA
11
KİTAP ÖNERİSİ: SUÇ VE CEZA Klasik romanları okurken onları özel kılanın neler olduğunu düşünür müsünüz? Birçok insan klasikleri klasik olduğu için okur oysa türlerinin neden önde gelenleri olduklarına pek odaklanmazlar. Suç ve Ceza büyüktür peki ama neden? Genelleme yaparak herkesin tattığı tadı bir tutamasak da benim kuşkusuz en hayran kaldığım yanı o dönemin Rusya’sının toplumsal tabakalarının her birinden karakterleri analiz etmesiydi. Bu analizin bizi götürdüğü nokta da, farkındalık kazanmış bir sosyal eşitsizlik oluyor. Bu eşitsizlik aslında ana karakter Raskolnikov’un çıkış noktasıdır. Raskolnikov, her insanın içgüdüsel olarak benimsediği hayat amacını kavrayamamıştır. Hayatında açık olarak hedef aldığı planları ya da ruhsal inançları yoktur. Rusya’da o dönemde üst tabakanın benimsediği Nihilizm’e yakın bir tavır sergiliyordu. Nihilizm, 19. yy’ın ortalarında Rusya’da özellikle genç entelektüel kesim arasında yaygınlaşarak yükselmiş ve bu nedenle büyük felsefi akımlar arasında da yer edinmiştir. Her şeyin her anlamdan yoksun olduğunu savunan bu görüş Tanrı’nın varlığını, insan iradesinin özgürlüğünü, bilginin işe yararlılığını, sonuç olarak da ahlakı reddetmektedir. Nitekim Raskolnikov’un yazdığı makalede anlattığı ve tefeci kadın cinayetini işlemesine sebep olan bu görüştür. İnanç sistemini ve aslında tüm hayatı eleştiren bir yapıya sahiptir. Hayatını irdelediğinde gördüğü olumsuzluklar ve tutarsız noktalar, onu şimdiye kadar benimsediklerini tekrar tekrar yargılamaya zorlamış ve kişisel amacını oluşturamamış olmak hiçliğe ve anlamsızlığa sürüklemiştir. Tanrı’nın güçsüzler tarafından güçlükleri unutmak için yaratıldığını düşünmektedir. Bu bağlam da onu tekrar ve tekrar hiçlik döngüsüne sokmakta ve bir amaç yaratmaya yöneltmektedir. Nietzsche köle ve efendi ahlakı olarak iki ahlaktan bahseder. Ona göre toplumdaki tüm bireylerin var oluş nedeni “üst insan” olmak ve onun amacına hizmet etmektir. Raskolnikov da üst insan olmak adına amacını oluşturmak istiyor ve böyle görülmüş insanları irdeliyor. Buraya kadar görüşlerini kısmen benimsediğim Raskolnikov’un hatası soyut teorisine güvenerek toplumdaki “bitlerin” temizlenmesi için insan hayatını önemsemeyerek cinayet işlemesiydi. Ona göre, büyük devrimlere giden her yol meşruydu ve bir kötü insanın canı on binlerce in san karşısın karşısında önemsizdi. Her ne kadar böyle düşünüldüğünde
12
13
mantık çerçevesinde görünüyor olsa da Raskolnikov’un hesap edemediği, bir insanın canını almasının onu etkilemeyeceğini ve bunun toplumsal bir zorunluluk olduğunu varsaymasıydı. Bir bakıma bir suçu önlemek için başka bir suç işleyerek karakterinde çatışmalara sebep olmuştur. Kafasına ekilen düşünce tohumları onda hayatının anlamsızlığında hissedemediği merak ve çözüm yolu bulmuş olma hislerini yaşattı ve o an için tek bir tefecinin öldürülmesiyle suçun önüne geçemeyeceğini ve insanlara bu şekilde fayda sağlayamayacağını düşünemedi. Bu düşüncelerle cinayetten sonra burun buruna gelen Raskolnikov, şiddetli buhranlar yaşadı ve ideolojisindeki çatlakları aramaya başlayıp, Tanrı’nın varlığını sorgulamaya başladı. Bu dönem Rodya için vicdan azabından pişmanlık değil aradığı şeyi bulamama, farklı hayal etme, Tanrı’nın varlığını hesaba katmamaktı. Yine de insanın alışkanlıklarından vazgeçemeyişi gibi bir süre daha Tanrı’nın varlığını yok saydı. Sonya ile bunu daha derin sorgulamaya ve günahını ona itiraf etmeye başladı. Sonya’ya yaptığı baskılarda aslında kendi kafa karışıklığını ve kendini haklı çıkarma çabasını görüyoruz. Ancak Sonya’nın hayatındaki tüm olumsuzluklara rağmen diri tuttuğu imanı, işlediği cinayetin sadece suç değil aynı zamanda günah da olduğunun farkına vardığında vicdan azabı çekmeye başladı. Bu sebeple Raskolnikov işlediği cinayet için kendisinin hür olmasını sağlayabilecek tüm şartlara sahip olduğu halde işlediği günah Dostoyevski açısından tabiata ve Tanrı’ya ters düşmektedir. Yazar vicdanın hükümlerinin, hukukun hükümlerinden daha tavizsiz olduğunu vurgulamaktadır. Suçun cezasından kaçmak mümkün olduğu halde vicdan azabından kurtulmak mümkün değildir. Öte yandan Raskolnikov’un çevresinden saygı gören biri olması zekasıyla insanları çekmesi, insan zekasının derinliğine büyük saygısı olan yazarın gözünde ahlaksız bir zekanın yıkıcılığını ifade eder.
ŞEYMA KARA
14
15
BAĞIMLILIK: BİR DEMET KARANLIĞIN İÇİMİZE SIZIŞI İnsanlar evrimin getirdiği süreçte sıkıntılarından uzaklaşmak için bazı arayışlara girmişlerdir. Kişiler bu arayışta genetik kodlarının taşıdığı nörobiyolojik yatkınlığa, yetiştirildiği çevreye ve kendini gerçekleştirme tarzına göre farklı seçimlerde bulunmuşlar ve böylece bir takım şeylere bağlılık ve bağımlılık geliştirmişlerdir. Bağımlılık; bağımlı olunan maddenin yoksunluğu durumunda fiziksel ve psikolojik tepkilerin ortaya çıkması ile kişinin o maddeye duyduğu istek ve aşırı arzulama halidir. Kimi sigara ile oluşturduğu bağımlılığı nikotin ihtiyacı ile arzular kimi alkol, kimi eroin, kimi de internet bağımlısı olabilir. Bağımlılık yaratan maddeleri şöyle sıralayabiliriz: Halisinojenler, afyonlar, depresanlar ve çeşitli uyarıcılar... Madde kullanım bozuklukları DSM-IV-TR’de “Madde kötüye kullanımı” ve “Madde bağımlılığı “şeklinde yer alırken DSM-5’te “Madde kullanım bozuklukları” şeklinde tek tanı başlığı altında yer alır. Özellikle günlük hayatında sıkıntı yaşayan insanlar uyarıcılara karşı pozitif yaklaşırlar. Nasıl ki bir ortamda daraldığımızda ellerimizle oynamaya, alnımızı kaşımaya başlayarak sıkıntımızı beden diline aktarıp farkında olmaksızın ifade ediyorsak, madde kullanan insanlarda belli sıkıntılarını o maddeye yükleyerek rahatlama ihtiyacı güdüyorlar. Ancak insanlar zaman içinde kendilerini iyi hissetmek için madde kullanmazlar. Bağımlılık geliştirdikten bir süre sonra madde yoksunluğu ile ortaya çıkan hoşnutsuzluktan kaçınmak içinde maddeyi kullanmaya devam ederler.(KRING,JOHNSON,&NEAE,2017) Yani beynimiz madde ile ilişkili olan nesneleri birbiri ile eşleyerek, madde kullanma düşüncesi ile şırınga ve sigara gibi objelere duyduğu isteği ve arzuyu tetikliyor.
16
17
Sonuç olarak her “bağımlılık” bir “bağlılık” sonucu belli bir süreçle ortaya çıkarak gelişim gösteriyor.Bu bağlılık kurma arayışı bazen doğa yürüyüşünden sonra gelen rahatlama ile son bulurken bazen de maddenin etkisi ile titreyen vücut içindeki bağımlı ruh ile son buluyor. KAYNAKÇA (KRING,A.M.,JOHNSON,S.L.,DAVISON,G.,&NEALE,J.(2007).Anormal Psikoloji.Nobel Yayıncılık.
SEDA ULUDAĞ
18
19
YAŞAM VE ÖLÜM GİBİ BİR ŞEYDİ ‘’Yataktan dışarı çıkması güçtü. İyi değildi ve asla iyi olamazdı. Büyük bir kayıp vermişti. Ciğeri parçalansa yeriydi ama ciğerinde bile parçalanacak güçte bir şey yoktu. Yaşam savaşlarla ve yenilgilerle doluydu. Bir söz geldi aklına : ‘’Yenilginin olduğu yerde kazanan yoktur’’ Bir ölümü sindirmek ne kadar kolay olabilirdi bilemedi. Dedesinin arkasından kalan çoğu kişiye öfkeliydi ve üstelik çok haklıydı. Herkesin biraz hatırı olmalıydı. Kimse dedesini gömmemeliydi. Ne yapılabilirdi diye düşündü? Saklasalardı işte evin bir köşesinde. Bir beden ne kadar kalabilirse o kadar kalsaydı dedesi. Ama gömmeselerdi. Kendi elleriyle dedesinden vazgeçmek zorunda bırakmasalardı. Dedesi kayıptı, üstelik yaşadığı hayat da savaş! Dedesi her şeyden önce bir ölüden çok savaşçıydı. Bu savaşı dedesi kaybetmiş miydi? Sanmam. Bazı insanlar için kayıp görünen şey, büyük bir kazanç oluyor biliyoruz. Bunları düşündükçe yatağa gömülüyordu. İnsanlar gittiklerinde değere binerlerdi. İnsanların hep gidişleri hatırlanırdı. Dedesini gidişiyle hatırlamak istemiyordu. Gözlerini kapattı hemen. Bilinir; hayal gerçeklerden kaçış yoludur. Acının şefkatidir bazen...’’ Danışanıyla ilgili bunları düşündü. Yas süreci ve depresyon arasındaki ince çizgideydi, danışanı.
20
Neyse mesai saatleri bittiğine göre bunları düşünmemeliydi artık. Fakat danışanı çıkmazdaydı, ölüm herkesin çıkmaz sokağıydı. Fakat Mina başarılı bir terapistti. Kimseyi çıkmazda bırakmamak için elinden geleni yapacağına dair bir sözü vardı kendisine. O sözü her daim tutardı. Yine tutmak için elinden geleni yapacaktı ama şuan daha acil olan bir randevusu vardı. Saat sekizde bostancıda olmalıydı. Klinikten çıktı. Evine doğru yürüdü. Evi kliniğe yürüyerek on dakikalık mesafedeydi. Yürürken kaldırım taşlarındaki çizgilere asla basmazdı. Bu sebeple gözü hep ayaklarındaydı. Yine çizgilere basmadan eve gelmeyi başarmıştı. Evin kapısını açtı. Kapı açıldıktan sonra içeri girdi ve içeriden kapıyı üç kere kilitleyip kilidi açarak, sonunda kapıyı kilitledi. Bunu yapmazsa kendini güvende hissetmezdi. Aceleyle üzerini değiştirmeden banyoya koştu. Ellerini üç farklı sabunla üç defa üst üste yıkadı. Yoksa mikrop kapabilirdi. Ellerini yıkadığı üç sabunu da daha sonra çöpe attı. Üzerini değiştirdi. Hafif bir makyaj yaptı ve randevusuna yetişmek için hızla evden çıktı. Hep yere bakarak yürüdü. Sonunda hastaneden içeri girerek randevu alanına kavuşmuş oldu. Bekleme salonundaydı. Bekle-
21
meye devam ederken sekreterin sesiyle irkildi: Merhaba Mina Hanım; buyurun Ömer Bey müsait sizi bekliyor. Ömer Bey; Mina’ nın terapistiydi. Mina Obsesif Kompulsif Bozukluğuna sahip bir danışandı. Obsesyon; Mina’yı kaygılandıran, rahatsız edici, kontrol edilemeyen ve süreğenleşmiş düşüncelerdi. Kompülsiyonlar ise; obsesyonların sonucunda ortaya çıkan rahatsız edici hislerden kurtulmak için yapılan davranışlardı. Mina çizgilere basamazdı, kapıyı üç defa kilitleyip açmazsa kendini güvende hissedemezdi, elini üç defa yıkamak zorundaydı, her danışanı için yeni bir kalemle seansa başlardı. Bu davranışların tek amacı vardı, obsesyonların yani rahatsız edici düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak. Mina elini üç defa yıkamazsa mikrop kapacağını, her danışanıyla yeni kalemle seansa başlamazsa seansının kötü geçeceğini, çizgilere basarsa o gün başına kötü bir şeyin geleceğini düşünüyordu. Tüm bu düşünceler obsesyonlarıydı Mina’nın. Ve Mina yıllardır bunlarla yaşıyordu. Bu davranışların ve düşüncelerin hepsi süreğendi. Ve Mina bunları asla engelleyemiyordu. Mina bir psikolog olarak bunun bir bozukluk olduğuna üç şeye bakarak karar verdi : 1) Sağlıksız olduğunu bildiğine rağmen tüm bu olanları engelleyemiyordu. 2) Bu durum
22
gündelik hayatında işlevselliğini olumsuz yönde etkiliyordu. Kaç defa yeni kalemi olmadığı için danışanıyla olan seansını iptal etmişti. 3) Ve tüm bunlar başka bir tıbbi durumun yarattığı sonuçlar değildi. Mina bunları düşünerek kendine bir terapist buldu. İçinden: ‘’Terzi kendi söküğünü dikemezmiş’’diyerek gülüyordu her seferinde bu bekleme odasında. Mina’nın bu bozukluktan kurtulması için terapiye geliyor olması gerekecekti. Aynı zamanda bir psikiyatristin gözetimi altında ilaç tedavisi görüyordu. Mina’nın uygun şekilde tedavi edilmesini sağlamak için ikisinin eş zamanlı ilerlemesi gerekecekti. Mina tüm bunları yaşarken düşünülecek tek şey vardı belki; bir kalp cerrahının kalp krizi geçirmesi kadar hakkı vardı Minanın. Bir beyin cerrahının beyninde çıkan tümör kadar haklıydı Mina. Hayatın adaleti sorgulanmazdı. Sorgulansa danışanının dedesi, neden ölmüş olsun ki? Hayatın adaleti olsaydı, Mina değil eli kana bulaşmış savaş liderleri ellerini üç defa yıkamak zorunda hissederdi. Mina yavaş adımlarla Ömer Bey’in odasına doğru yürürken bugünkü danışanını aklından geçirdi. Danışanına, kendini yataktan kaldıracak gücü bulmadığın için haklısın demek geçti içinden. Bunu yapamadığı için kendini dürüst
hissetmedi. Ama Mina’nın görevi başkaydı, Mina hep yaşam için vardı. Yas, yaşamın bir parçasıydı. Mina danışanına, düşse de kalkacağını hatırlatacaktı. Çünkü tanırdı danışanını, bunu daha önce defalarla başarmıştı. Bu defa danışanı; dedesinin hatırına, psikoloğu Mina’nın elinden tutarak ayağa kalkacaktı. Mina danışanlarına hep Franz Kafka’nın sözünü esas alarak yaklaşırdı: ‘’ Milena, yardım et bana. Söyleyebildiklerimden daha fazlasını anla. ‘’ Şimdi aynı sözü
esas alarak kendine yaklaşacağına inandığı terapisti Ömer Bey vardı. Anlaşılmayı bekleyen Mina’nın, anlaması gereken danışanları vardı. Hayat bu kadardı işte. Ölüm için yaşamak gibi acayip bir şeydi.
BERFİN AKANNAÇ
KAYNAKÇA Şamiloğlu, S. (2017). Obsesif Kompülsif Bozukluk Çocukluk Çağı Dikkat Eksikliği Hiperaktivitesi Ve Anne Baba Tutumları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Yüksek Lisans Tezi, Üsküdar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Klinik Psikoloji Anabilim Dalı. Aydın, İclal. (2015). Psikopatolojiler Ve Sıkıntıya Dayanamama İle İlgili İnançlar Arasındaki İlişki: Yaygın Anksiyete Bozukluğu İle Obsesif Kompülsif Bozukluk Karşılaştırması. Yüksek Lisans Tezi, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Klinik Psikoloji Anabilim Dalı.
23
SPOR PSİKOLOJİSİ NEDİR?
Spor psikolojisi nedir diye araştırdığınızda bu alan ile ilgili, net olarak ne olduğu konusunda geniş çaplı bilimsel makale ve yazılara ulaşabilirsiniz. Şimdi bu bilimsel ve derin nefes aldıran bilgileri bir kenara bırakıp en basit hali ile bu alanı inceleyelim. Avrupa’da ve özellikle Amerika’da hızla gelişmiş bu alan profesyonel sporculuğun vazgeçilmez en önemli adımlarından biri haline gelmiştir. Sporcunun teknik, taktik, fiziksel beceriklilik, kuvvet gibi etmenlerin yanı sıra sporcuların zihinsel mentalitesini en üst seviyeye çıkarmak, sporcunun ulaşabileceği maksimum potansiyeli kullanmasına yarımcı olmak bu alanın nihai amacıdır. Spor psikologları işte tam burada devreye girmektedir. Spor psikolojisi, sporun zihinsel boyutuna odaklanır. Türkiye’de spor psikolojisi denilince akla ilk gelen futbolcuları gaza getirme teknikleri olarak düşünebilirsiniz ancak spor psikolojisi 100 yıllık bir geçmişe sahip ve 1987 yılından itibaren APA tarafından psikolojinin 37’nci alt alanı olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de henüz pek bilinmeyen bir alan olması yaygınlaşmamış olması anlamına gelmemektedir. Bu alanda profesyonel olarak çalışan bir çok kurum ve kişiler mevcuttur. Ancak spor psikologluğunu sadece sporcuyu motive etmek olarak düşünürsek yanılgıya düşmüş oluruz. Bu alanda en çok verimin bireysel yapılan sporlarda alındığı bilinse de, takım olarak da oldukça verim alındığı biliniyor. Spor Psikolojisi’ nin Yüksek Lisans Programının ülkemizde sadece tek bir üniversitede olması oldukça üzücü bir durum. Gün geçtikçe diğer üniversitelerde de bu programın açılıp, ülkemizi en iyi şekilde temsil edecek sporcuların yetişmesi dileğiyle bu yazının sonuna
24
EGE ÖZTÜRK
FİLM ANALİZİ: STONEHEARST ASYLUM “Duyduğunuz hiçbir şeye inanmayın, gördüklerinizin ise sadece yarısına inanın.” Eski adıyla Eliza Grevs filmi, Edgar Allan Poe’nun bir öyküsünden uyarlanmıştır. Yazarın popüler öyküsü, Zindan Adası’nın gölgesinde kaldığı için adını pek fazla duyuramamış olsa da bence izlenilmesi gereken çok güzel bir film. Her şey, akıl sağlığı hakkında eğitim görmüş genç bir doktorun acemiliğini atmak için gittiği ‘’Stonehearst Akıl Hastanesi’’ nde başlıyor. Stonehearst Akıl Hastanesi, ünlü ve zengin insanların utanç kaynağı olarak gördüğü tanıdıkların ve çeşit çeşit vakaların olduğu ünlü bir akıl hastanesidir. Doktor hastaneye ilk geldiğinde her şey normal görünmektedir ancak sonra aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını fark eder. Aslında hastane, hiçbir modern tedavinin kullanılmadığı, teorilerin hiçe sayıldığı bir yerdir. Bütün bunların yerine vakaların artışını daha da tetikleyecek yöntemler hatta işkenceler uygulanmaktadır. Başrolümüzün bunu anlaması tamamen şans eseri gerçekleşir. Odasında otururken gelen sesten şüphelenerek bodrum katına inmesiyle başlar. Birçok seyircinin ilk yarım saatte olayı çözdüğünü düşündüğü bu film bizi oldukça şaşırtacak bir son ile bitiyor. Başarılı kadrosu ve güzel replikleriyle bu filmin psikolojiye ilgisi olan özellikle de klinik ortamdaki vakaları merak eden insanların dikkatini oldukça çekeceğini düşünüyorum. Son sahneleriyle kafanızı karıştıracak bu filmi izlemenizi tavsiye ediyorum!
SÜMEYYE KARAMEHMETOĞLU
25
FİLM ANALİZİ: THREE BILLBOARDS OUTSIDE EBBING, MISSOURI
“ÖLÜRKEN TECAVÜZ EDİLDİ” , “..VE HALA KİMSE TUTUKLANMADI”, “NASIL OLUR ŞEF WILLOUGHBY?”… Bir anne ve üç billboard, faili meçhul bir cinayeti aydınlatabilir mi? En azından bunu denemek isteyen Mildred Hayes artık neredeyse hiç kullanılmayan bir yolda art arda duran üç billboardu kiralar. Kızını vahşi bir cinayete kurban veren Hayes, bu billboardların onun için büyük bir umut ışığı olduğunun farkındadır. Aylar geçtiği halde şüphelilere dair tek bir iz yokken ve ortalık durulmuşken billboardlar bir anda gündem olur ve polis departmanını ayağa kaldırır. Aslında Mildred Hayes’in de asıl istediği şey budur. Panoların kaldırılması için yapılan tüm baskılara rağmen Hayes mücadelesini sürdürür. Bu arada Mildred Hayes’i canlandıran Frances McDormand’ın da neredeyse film boyunca donuk olan ve seyircinin duygu yoğunluğu beklentisini tepkisiz görüntüsüyle ters köşede bırakan bu karakterin üstesinden büyük bir ustalıkla geldiğini vurgulamak gerekir. Filmde yer yer kara mizah parıltılarını ve in-yer-face akımının görüldüğünü söyleyebiliriz. Öte yandan ırkçı ve ana kuzusu diyebileceğimiz polis Dixon, bu gündem yoğunluğunda saldırgan ve edilgen öfke patlamalarıyla karakterini arama serüvenine dalar. Şef Willoughby ise ömrü kum saati gibi hızla azalan, ılımlı, kanser hastası bir adamdır ve
26
veda mektuplarıyla filmin kırılma noktasını belirleyecektir. Karakterler ise genel olarak filmin başından sonuna şaşırtıcı bir dönüşüme imza atar. Film ve karakterlerin, acı olaylarda herkesin kendisini korumaya alıp bencilleştiğine değinmesini belirtmek gerekir. Ne yazık ki insanların hayatta sadece kendi acısını acı olarak adlandırması bir gerçek. Suni meselelerle uğraşanlar; tecavüzleri, kıyımları görmezden gelip üç maymunu oynayabiliyor. Toplumdaki bu suistimale açık konuları gereksiz romantizm ve abartılı oyunculuk ile boğabilme tehlikesi varken yönetmen Martin McDonagh belki de sadece McDormand’ın yüz ifadeleriyle hatta ifadesizliğiyle anlatmayı başarıyor. Verdiği mesaj ve anlatma şekliyle Three Bilboards Outside Ebbing, Missouri için sessiz bir çığlık demek, sanıyorum ki bu noktada yanlış olmayacaktır. Filmin kadrosuna gelecek olursak daha önce Fargo filmiyle de Oscar’ı kucaklayan Frances McDormand ve Sam Rockwell bu filmle en iyi kadın oyuncu ve en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscar’ını kaptılar. Üç Oscar adaylığı bulunan Woody Harrelson da ekipte yer alıyor. Oscar ödüllü yönetmen Martin McDonagh bu filmde de açık açık göstermeye devam ediyor. Umuyorum ki izleyenlerin aklına sorular bırakan bu film sizi de etkileyecek.
BİLGE KAAN KILINÇ
27
YEME BOZUKLUKLARI~BULİMİA NEVROZA
Bu başlık altındaki yazıma; yemek yemekten aldığım mutluluktan bahsederek başlamak istiyorum. Yani yemek yemenin mutluluk gibi bir duyguyu aktifleştirebildiğini söylüyorum. Pavlov’un köpeğinin de her zil çaldığında serotonin hormonun da bir artış olmuş mudur dersiniz? Yalnız yemek yemek beni mutlu etmesinin aksine, insanları kaygılandıran, mutsuz eden, pişmanlık uyandıran ve ‘’dikkat
28
tehlike var’’ tabelası kadar tehlikeli duran bir eylem de olabiliyor. Yani yemek yemek, sadece yaşamda kalmayı sağlayan bir ihtiyacın dışında durumlar da yaratabiliyor. Bir kere söylemek isterim ki; yemek yemenin duygularla bir bağı olduğundan bahsetmek mümkün. Özellikle duygusal açlığın çekildiği dönemlerde, duygu durumunu kontrol etmek için yemek yemek kontrol aracı olarak kullanılabilir. Yani
yemek yemek bazen duyguları beslemek, bastırmak, gizlemek ve bazen de sorunlardan kaçış yöntemi olarak kullanılır. Bu bilgiyi sizinle, sadece yeme bozukluklarının sebebi olduğu için paylaşmıyorum. Gündelik hayatta da cebinizde durabilecek ve kendinize farkındalık yaratabilecek bir bilgi olabileceğini düşündüğüm için yazıyorum. Çok üzgün hissettiğimizde çikolataya sığınırız algısı, bir geyik-
ten çok, olması muhtemel bir olgudur. Tüm bu bahsettiklerimin yanı sıra yeme bozukluklarından kısaca bahsetmek isterim. Bir hocam Yeme Bozukluklarından şöyle bahsetmişti : ‘’Yeme Bozuklukları’ nın kökeni genetik, duygusal ve çevresel sebeplere dayanan, kişiyi fiziksel, psikolojik ve sosyal olarak olumsuz etkileyen yeme davranışındaki bozulmaları ifade eder. ‘’ Yeme Bozuklukları, genelde görünen-
29
den daha fazlasıdır. Sadece bir kilo problemi olarak algılamak büyük bir yanılgıdır. Duygularla bağdaştırarak başladığım bu yazıma Bulimia Nevroza dan bahsederek devam edeceğim. Bulimia Nevroza Yeme Bozukluklarından yalnızca bir tanesidir. Bulimia Nevroza Bütün ruhsal bozukluklar gibi, halk arasında bilindiğinin aksine daha hassastır. Bulimia Nevroza, kilo almaya karşı aşırı hassasiyeti barındırır. Kişinin gözü içten içe hep kilosundadır. Bulimia Nevroza’ ya sahip bireyler; yeme atakları dediğimiz tıkınırcasına yeme epizodları gösterirler. Aralıklarla yineleyen sürelerde aşırı düzeyde yeme davranışı gösterirler. Bunu genellikle gizli yapmayı tercih ederler. Bu davranışın çevresindekiler tarafından biliniyor olması, kişiye utanç verir. Kişi bu yeme atakları sonrasında; kilosunda bir artış olmasını engellemek için kendini kusturmaya çalışır ve bunu çoğunlukla başarır. Bu durum kişinin hayatında artık tekrarlanıp duran bir döngüye dönüşür. Bu atakların ve kusma davranışının haricinde bireyler genelde diyet yapmaya özen gösterir ve
30
gündelik yaşantılarında kalorisi düşük yiyecekleri tercih ederler. Gündelik hayatta diyet yapmayı tercih ettikleri ve tıkınırcasına yeme ataklarından sonra kendilerini kusturdukları için kiloları dışarıdan bakıldığında normal görünebilmektedir. Bulimia nevrozanın sık görüldüğü dönemler; geç ergenlik ve erken yetişkinlik dönemleridir. DSM’5 yani Ruhsal Bozuklukların Tanısal Ve İstatiksel El Kitabına göre Bulimia Nevroza’nın tanımı aşağıda mevcuttur. DSM 5 (2013) Tanı Ölçütlerine Göre Bulimia Nevroza A. Yineleyici tıkınırcasına yeme ataklarının olması aşağıdaki iki maddeyle belirlenir: 1) Belli başlı zaman dilimlerinde (örn. herhangi iki saatlik vakitte) , insanların çoğunun yediğinden daha fazla yiyecek yemek. 2) Epizod (yani tıkınırcasına yeme davranışı ) sırasında, yeme ile alakalı kontrol duyumunun olması (ör. Bireyin yemek yemeyi durduramadığı veya ne kadar yediğini kontrol edemediği duygusu) B. Kilo alışını engellemek için kendini kusturması, laksatif, idrar söktürmeye yarayan (diüretik) ilaçları veya başka ilaçları yanlış sebeple kullanması, hiç yemek yememesi ya da aşırıya kaçan
egzersiz gibi uygunsuz dengeleyici davranışların sürekli hale gelmesi. C. Yineleyen hale gelen uygunsuz dengeleyici davranışların ikisi de ortalama olarak 3 ay süreyle en az haftada bir kez ortaya çıkmaktadır. D. Kendini değerlendirme sırasında gereksiz şekilde bedeninin biçimi ve ağırlığından etkilenir. E. Bu bozukluk yalnızca anoreksiya nevroza sırasında var olmamaktadır. Tüm bu belirtilerin var oluyor olması Bulimia Nevroza için kriterdir. Peki, bu yeme bozukluğuna sahip bireyin nasıl bir yardı-
ma ihtiyacı var? Öncelikle fiziksel rahatsızlıklar ortaya çıkmışsa gerekli hastane birimine başvurmalı ve çıkan rahatsızlığa yönelik gerekli tedavinin uygulanması sağlanmalıdır. Fiziksel rahatsızlıklar ortaya çıkmamış ise ilk başvurması gereken yer psikolojik yardım verebilecek yetkinlikte olan psikolog ve-veya psikiyatristlerdir. Bulimia Nevroza için Bilişsel
31
Davranışçı Terapi ve Psikodinamik yaklaşımlar gayet iyileştirici güçtedir. Terapinin yanı sıra uzmanın gerekli görmesi halinde ilaca da ihtiyaç duyulabilmektedir. Ruhsal Bozukluk ların her birine eşlik eden başka ruhsal bozuklukların olduğu bilinmektedir. Eşlik eden diğer ruhsal bozukluklar var ise ilaca başvurmak gerekli olabilmektedir. Atlamak istemediğim bir detay daha var: Bu yeme bozukluğuna biz sahip olmaya biliriz fakat ya çevremizde bu bozukluğa sahip olduğunu bildiğimiz veya düşündüğümüz biri varsa? Söyleyeceğim bireysel fikirlerim sadece Bulimia Nevroza için olmamakla birlikte şöyledir: Çevremizde herhangi ruhsal bozukluğa sahip olduğunu düşündüğümüz biri varsa; vicdani ve ahlaki etik ilkeleri esas alarak yani kişiye yardım etmeyi
amaçlarken sınırına girmemeye özen göstererek : ‘’ İyi misin’’ diye sormak ve bunu laf olsun diye sormadığınızı belli ederek ‘’yardıma hazırım ve yanındayım ‘’ sinyalini vermelisiniz. Eğer düşünme kısmını geçmiş ve kişinin ruhsal bozukluğunu biliyor olduğunuz durumda ise: Yine sınırı aşmayacak şekilde kendisine yardım etmek için gönüllü olduğunuzu belirtin ve bunu söylerken gerçekten yardım etmeye hazır olduğunuzdan emin olun. Dilerim ki; hayatınızda ‘’nasılsın’’ sorusu daha anlamlı hale gelsin. Bir kelimelik olan bu sorunun gerçekten öneminin farkına vardığımız günler diliyorum. Ve son olarak: ‘’ Bir çocuk neden korkar ?, Yaşayamamaktan. Bir kadın, çocuğun başını okşayamamaktan.’’ demiş Turgut Uyar. Yardım aramaktan ve yardım etmekten korkmayın.
BERFİN AKANNAÇ KAYNAKÇA - Sesverir, S. (2015). Bulimiya Nevroza’da İlk Nesneyle İlişkinin Rorschach Testiyle Değerlendirilmesi. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Psikoloji Anabilim Dalı. - Kuyu, Ş.İ. (2016). Gençlerde Görülen Toplumsal Kaygı Bozukluğu Ve Bulimiya Nevroza Belirtileri Üzerinde Ebeveyn Psikolojik Kontrolünün Etkisi: Yalnızlık Ve Öfke Faktörlerinin Aracı Rolü.Yüksek Lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı - Ağırman, A - F Maner: Yeme bozuklukları ve duygusal istismar: Olgu sunumu . Düşünen Adam:Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi 2010; 23(2):121-127.
32
ORTOREKSİYA NERVOZA: Umut, kendini sağlıklı beslenmeye adamış bir gençtir. Sürekli sağlıklı besinler tüketmeye çalışır, ne yiyeceğine daha önceden karar verip öyle beslenmeye çalışırdı. Durmaksızın yeni diyet listeleri araştırıyordu. Bitkilerle haşır neşir olmuştu. Umut’un annesi, yemek hazırlarken gıdaları iyi yıkamadığında Umut, sürekli annesine kızardı ve bundan rahatsızlık duyardı. Ailesi ve arkadaşları çoğu zaman fast food tüketirdi. Umut, bu yüzden onların yanında bulunmak istemiyordu. Mükemmeliyetçi ve aşırı kontrollü biri olduğu için çoğu şeyi de beğenmezdi. Annesi, onun istediği yemeği hazırlamayınca ortada büyük bir kavga sebebi oluşuyordu. Umut’un annesi, Umut’un eskiden normal bir şekilde beslenirken hayatında çok daha mutlu olduğunu söylüyordu. Bu durum günden güne onun ailesini ve arkadaşlarını oldukça rahatsız etmeye başlamıştı. Bu zamanlarda annesi, televizyonda yeme bozukluklarından bahseden bir programa rastlamıştı. Ortoreksiya yemek bozukluğunun kişiye etkilerini iyice dinlemiş ve Umut’un bu etkilerin çoğunu yaşadığını fark etmiş. Öncelikle oğluna bu durumdan bahsedip daha sonra da uzmana görünmek gerektiğini düşünmüş. Umut, başlarda asi davranıp, kabul etmemiş ama annesini kırmamak için uzmana görünmeyi kabul etmiş. Uzman, teşhis koyabilmek için bir süre Umut ile iletişime geçmiş. Daha sonra Ortoreksiya olduğu teşhisini koymuş. Ortoreksiya,hemen hemen yeni bir yeme bozukluğu olduğu için psikolog, yavaş bir süreç işlemiş. Psikolog,Umut’a geçerli beslenme bilgileri hakkında görüşme yapıyormuş ve bu sayede yanlış beslenme inanışlarından kurtarılmaya çalışılıyormuş. Sonunda zor olsa da Umut, bu bozukluktan sıyrılıp, geçerli yeme alışkanlığını tekrar kazanıyor. Bundan sonraki süreçte ailesi ve arkadaşları ile ilişkisi daha samimi, güzel olmaya başlıyor.
Kaynak:diyetz.com,xprodoksit.com
MERYEM TUMBA
33
RÖPORTAJ: FEMİNİZM Bu sayımızda okulumuzun İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’ nden olan Doç. Dr. Maral Erol Jamieson öğretmenimiz ile ‘’ Feminizm’’ konulu bir röportaj hazırladık. Bizi yoğun temposuna rağmen kırmayıp, röportaj yapma isteğimizi kabul ettiği için kendisine tekrar çok teşekkür ediyoruz. Sema Hatice Durgut: ‘’Feminizm nedir ? ‘’ Maral Erol Jamieson: ‘’Feminizmin bir sürü tanımı vardır. Bu tanımın farklılığı kime sorduğunuza bağlıdır. Çünkü feminizm uzun zamandır ortalıktadır. Bu yüzden kimine göre ideoloji kimine göre ise bir yaklaşım tarzıdır. Kısacası kadınların ve erkeklerin eşit şekilde davranılan yurttaşlar, insanlar olabilmesi için mücadele eden bir akımdır. Feminizmi esprili bir şekilde anlatan slogan vardır: ‘’Feminizm, kadınların da insan olduğunu savunan radikal bir ideolojidir.’’ Feminizm temelde, kadınlar ve erkeklerin yasal olarak aynı haklara sahip olmasını amaçlar. En başta kadınların, seçme ve seçilme hakkına sahip olmaları, miras hakları, aynı zamanda erkeklerle aynı işleri yapabiliyor olmaları ve o işleri yaparken de aynı eşit ücreti alabiliyor olmaları gibi sorunlara değinir. Bunların dışında feminizmin bir başka amacı da kadınların, erkek egemen olan toplumsal bir eşitsizlik içerisinde ekonomik, duygusal ve fiziksel şiddete uğramalarının önüne geçilmesini sağlamaktır.’’ S.H.D.: ‘’Feminizm nasıl ortaya çıkmıştır ?’’ M.E. J. ‘’Hangi kategorideki feminizmden bahsettiğinize göre değişir çünkü örneğin ‘’Liberal Feminizm’’ denilen bir akım var. Genellikle feminizmin başlangıcı olarak süfrajetleri (radikal kadın hakları savunucuları) gösterirler. İngiltere’deki ve Amerika’daki seçme hakkı için mücadele eden kadınların bunu oluşturduğu söyleniyor. Yani genelde eşit haklar mücadelesiyle başlıyor sonra ikinci dalga denilen feminizm akımı var. Bu akım 1960’larda daha çok ‘’Radikal Feminizm’’ olarak da geçiyor. Radikal Feminizm eşit hakların ötesinde toplum-
34
sal hayattaki bazı düzenlemeler, beklentiler ve toplumsal cinsiyet rolleri yüzünden kadınların ne kadar haksız bir şekilde sömürüldüğü ya da kötü durumlara düşürüldüğünden bahsediyor. Radikal Feminizm’ den sonra üçüncü dalga olduğu iddia edilen kadınların güçlenmesi, birbirinden farklı feminizmler olduğu düşünceleri vardır. Bunlar genelde 70’lerde ve 80’lerde diğer ırklardan ve ülkelerden Batı’daki feministlere gelen eleştirilerle ortaya çıkıyor. Feministlerden ve kadınlardan bahsettiğimiz zaman kategori olarak beyaz ve heteroseksüel kadınların bir araya gelip oluşturduğu Avrupalıların, Amerikalıların ortaya attığı bir takım teoriler ve ‘’İşte biz bütün kadınları kurtarıyoruz’’ teması vardı. Amerika’nın Avrupa’nın kolonisi olan Hindistan, Mısır, Tunus gibi ülkelerden çıkan feministlerin, ‘’Bizim kendi şartlarımız içerisinde sadece kadın olmanın ötesinde başka eşitsizliklere uğramadan ve kendi özel konumumuzdan dolayı başka kaygılarımız, başka dertlerimiz ve başka mücadelelerimiz var siz bunu görmüyorsunuz’’ diye ortaya çıkan başka bir feminizm daha var. Bu arada ekoloji ve feminizmi bir araya getiren yeşil hareketle Ekolojik Feminizm’ ler de var. Ekolojik Feminizmler çevre mücadelesiyle, kadın hakları mücadelesini bir araya getirir. Feminizm hakkındaki sorulara net bir cevap vermek zordur. Çünkü feminizmden bahsettiğimizde tek bir şeyden bahsetmiyoruz. Feminizm, çok dallıdır ve bazen içerisinde birbirlerinin bile anlaşamadığı ama cinsiyet temelli eşitsizliklere karşı hepsinin mücadele etmesi ve ortak bir paydası olan bir topluluktur.’’ S.H.D.: ‘’Feminizm hakkında yanlış bildiklerimiz nelerdir?’’ M.E.J.: ‘’Genelde feminizmi erkek düşmanlığı olarak tanımlarlar ancak böyle bir şey yok. Feministler olarak erkeklerden nefret etmiyoruz ya da erkekleri dışlamaya ve ezmeye çalışmıyoruz. Feminizm erkeklerin egemen olduğu bir toplumdan kadınların egemen olduğu bir topluma gelmek istemeyi amaçlayan bir akım değildir. Feminizm tek tek erkeklerle değil erkeklikle ve rejimle derdi olan bir akımdır. Çoğu feministlerin söylediği gibi, eşitsiz toplumsal cinsiyet sistemi varsa bu hem ezileni hem de ezeni eziyor. Feminizm sadece eşitsiz olan yapıyı ortadan kaldırmak istiyor.’’ S.H.D.: ‘’Feminizmde sadece kadınlar mı rol oynar?’’
35
M.E.J.: ‘’Evet daha çok kadınlar rol oynuyor. Bu durum kadınlık deneyiminden, kadın olma deneyiminden çıkan bir durum, bu yüzden kadınlar başı çekiyor ama bu erkekler feminizm düşüncesiyle ilgilenemez demek değildir. Genelde feminist düşünceyle feminist hareketlerle bağlantılı erkekler kendilerine ‘Pro Feminist’ diyorlar.’’ S.H.D.: ‘’Neden erkeklere pro feminist deniliyor?’’ M.E.J.: ‘’Ben feministim demek ‘Ben sizin ne yapacağınızı sizin adınıza karar verip sizin dertlerinizi size anlatırım’ iddiası gibi oluyor. Erkeklerin feminizmle ilgilenmesi mümkün fakat sözün büyük kısmını kadınlara bırakmaları tercih ediliyor. Çünkü asıl mevzu çoğunlukla kadınların deneyimi, bedeni ve hayatı üzerinedir. Sürekli söz söyleyenin erkekler ol-
36
ması ve kendilerine feminist demelerinin sanki ‘’Feminizm yapılacaksa dur bak onu da biz yaparız’’ iddiası yaratmasından dolayı feminist hareketi destekleyen erkelere ‘Pro Feminist’ denir.’’ S.H.D.: ’’Feminizmin seks işçiliğine bakış açısı nedir?’’ M.E.J.: ‘’Bazı feministler bu durumu, kadının kendi cinselliğine sahip çıkarak o cinsellik üzerinden bedenlerini ve üremeye dair kararlarını elinde bulundurarak kendi bedenlerine ve cinsiyetlerine sahip çıkması ve bundan iktidar bir güç elde etmesi olarak görüyor. Bunun karşıtı olarak ahlakçı bir tavırla, bu kadınlara cinsellikleri ve kendi bedenleriyle ilgili ne yapacaklarını söyleyemezsiniz. Seks işçiliği daha çok Hollanda gibi bu tarz kuralların ve yapının ortaya konabildiği yasal bir düzenlemenin ve destek sistem-
37
38
lerinin olabildiği bir yerde tercih edilebilen bir iş oluyor. Bu yerlerde seks işçilerinin sigortası olması durumundan dolayı kadınlar bu işi tercih edebiliyorlar. Kadınların illaki sömürüldüğü bir durum olması zorunda değil. Öte yandan bazı feministler diyor ki: Böyle olsa bile siz yine de kadınların nesneleştirildiği bir sistemi yeniden üretiyorsunuz. Sen kendini orda güçlenmiş hissedebiliyor olabilirsin ama senin yaptığın şey yine de neticede bedeninin sömürülmesi, senin nesneleştirilmen ve dolayısıyla senin kadın bedenini nesneleştirildiği sistemi yeniden üretiyor olmandır. Bu güçlendirici bir şey olarak görülüyor olsa bile kadınların çoğu bunu tercih ederek yapmıyorlar. Bu durumu bütün yapı olarak düşünmeliyiz. Güçten bahsediyor ancak tabii ki bir sürü kadın seks işçiliğini zorla yaptığında buna sıcak bakmıyorlar.’’ S.H.D.: ‘’Bay/bayan, insanoğlu gibi eşitsizlik barındıran kelimelerin kullanılmasını feminizm nasıl karşılıyor?’’ M.E.J: ‘’Dil önemli bir kriterdir ve nasıl düşündüğümüzü de belirtir. Düşündüğümüz şeyler dile sızıyor ve dili kullanırken kafamızdaki imgeler ona dönüşüyor. Mesela ‘ İnsanoğlu ’ kelimesi, burada sorun kelimenin kendisi değil yüklediğimiz anlamdır ve genellikle erkeğe özgü kelimelerin insanlığın tamamına atfedilmesidir. Bunun altında, insan sanki erkeklerden oluşuyormuş, sanki normal olan erkek olmak ve kadının zaten oraya ait olmaması gibi sebepler yatmaktadır. Yine ‘Kadınlar Çiçektir’ örneğinde olduğu gibi
39
ithamlar iyi de olsa kötü de olsa sorun, kadınların bir türlü insan değilmiş gibi insan kategorisine alınmamasıdır. Bugün çiçek olan kadın başında insan kategorisi olmadığı için yarın öbür gün başına kötü şeyler gelecek bir kategoride de görülebiliyor. Bay-bayan örneğine gelecek olursam, bay ve bayan hitap şekilleridir. Kimse bana bay ya da bayan denilmesin demiyor tabii ki. Burada karşı çıkılan konu şu: kadın kelimesi sanki kirli, ayıp bir kelimeymiş gibi bunun bir şekilde kullanılmamaya çalışılması ve bu gayret içerisinde bayan, hanım, hanımefendi kullanılmasıdır. En basiti, erkekler tuvaletine ‘Erkekler Tuvaleti’ deniliyor da ‘Kadınlar Tuvaleti’ ne neden ‘Bayanlar Tuvaleti’ deniyor? Ya da bilimle uğraşan kişi, başbakan dediğimde hemen akla erkek geliyor. Burada sorun, kadın kelimesine olumsuz anlamlar yüklenmesidir. Yani kendimizi ifade ederken kullandığımız dilin zihniyete dönüşme etkisi olduğu için kelimelerin kullanımlarına ve dile dikkat etmek ihtiyacı hissediyorlar.’’
SEMA HATİCE DURGUT.
40
41
üz lübüm u k a m lir a rünebi 2 senedir bu ö g i b i u. Bu pg ir kulü çocuğumuzd uk duydum. b e c e ir u sad lul ulübü üttüğümüz b urur ve mut , ardından b K i j o l g ım üy iko rsi Işık Ps ek vererek b an her zaman olarak başlad n Işık Ünive ki i t m el k iç ri bizim e parçası olma ner ekip lide ttim. Benim m boyunca b i e n de atı kulübü geçen yıl sem larak devam niversite hay yal merkezin ü . ıo os ne serüve lübün başkan şkanı olmak, ulumuzun s izle başladık u ok im m ba yıl da k loji Kulübü u. Bu seneye nışma yemeğ k çünkü aile : ik ko ld ta du tesi Psi yük şansım o uluşması ve ular. Mutluy i değild ş i k 5 e c ü ld f ab de en b ız ön tanışm emize dahil o i olarak sade z değerli akti b i l i s i m da k yaptığı i üyelerimiz a iz yönetim e elerimizle ve azımın başın Y n üy .B Yeni ye e büyüyordu etim kurulu k bir ekiptik. ili kç en iz gitti rlerimizle, d laşık 300 kiş ak de Ekip li izle birlikte y m üyeleri
42
Veda Ederken…
43
da söylediğim gibi sadece bir kulüp değildik, güzel arkadaşlıklar, dostluklar ve bazen de anlaşmazlıklar oldu ama hepsinden önemlisi aynı amacı paylaşmak ve aynı çatı altında toplanıp orta yolu bulmaktı. Sene boyunca seminerlerimizle, organizasyonlarımızla, film analizlerimizle ve daha birçok etkinliklerimizle okulumuzun en büyük kulübüne yakışacak şekilde, dinamik olmaya çalıştık. Bu yolculuğumda önümde örnek alacağım iki harika başkan vardı; Nazlı Hatipoğlu ve Dilan Tosun. 3 yıl önce okula geldiğimde kulübün başkanı Nazlı’ydı. Kendisiyle birlikte çalışmadık fakat düzenledikleri etkinlere aktif üye olarak katılıyordum. Kendi kendime ‘Acaba bu etkinlikleri nasıl düzenliyorlar? ’ diye soruyordum. Geçen yılın başında Dilan’ın başkanlığında mükemmel bir yönetimle birlikte çalıştık. Ben ve yönetim arkadaşlarım sizden çok şey öğrendik. Şimdi teşekkür kısmına geçiyorum. :) Benimle birlikte çalışan tüm yönetim kurulu arkadaşlarıma: Fırat Aslan, Simge Güney, Burcu Kahraman ve Merve Yavru hepinize emekleriniz, çabalarınız ve en önemlisi ekip ruhunu yaşattığınız için sonsuz teşekkürler. Seminer, organizasyon ve yaratıcı ekip liderlerimiz, sene boyunca siz de bizimle özveriyle çalıştınız ve birlikte güzel etkinliklere imza attık, hepinize teşekkür ediyorum. Kulüp danışmanımız Ezgi Deveci Hocamıza her zaman bize yardımcı olduğu için çok teşekkür ederim. Bu yazıyı yazmamı sağlayan Psiko Medya ekibine de teşekkür ederim. Sizlerle çalışmak çok güzeldi. Son
44
teşekkürlerim de bize kulübün işleyişini öğreten ve üzerimizde emekleri olan geçen yıl yönetim ve bu yılki denetim kurulu üyelerimize… Dilan Tosun, Mader Bilgen, Mervenur Akıl, Çağrı Pek ve Atahan Karadağ. Bize bir ekibin nasıl olacağını öğrettiğiniz için ve her zaman arkamızda durup bize yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim. En büyük teşekkür Dilan başkanıma gelsin. Geçen yıl bana güvenip başkanlığı bana emanet ettiğin için ve her zaman yanımda durup her başım sıkıştığında asla geri çevirmediğin için çoook teşekkür ederim. Seneye yönetim olacak arkadaşlarım, sizlerin kulübü daha ileriye taşıyacağınıza gönülden inanıyorum. Hepinize şimdiden başarılar diliyorum. Işık psikoloji kulübünün yeni etkinliklerinde görüşmek üzere.. Sevgiyle kalın…
Işık Psikoloji Kulübü Başkanı Arda TUTKUN
45