PSÄ°KOMEDYA 6
BİZİ TAKİP EDİN, isikpsikomedya
PsikoMedya isikpsikomedya.blogspot.com PsikoMedya- Issuu DERGİ TASARIMINDA KULLANILAN FOTOĞRAFLARIN ULAŞILDIĞI ADRESLER AŞAĞIDA LİNK OLARAK VERİLMİŞTİR. KAPAK FOTOĞRAFI: https://tr.pinterest.com/pin/782781978959786016/ FOTOĞRAF 2: https://tr.pinterest.com/pin/782781978959596007/ FOTOĞRAF 3: https://tr.pinterest.com/pin/782781978959626498/ FOTOĞRAF 4: https://tr.pinterest.com/pin/782781978960014154/ FOTOĞRAF 5: https://tr.pinterest.com/pin/782781978960014157/ FOTOĞRAF 6: https://tr.pinterest.com/pin/782781978960014137/ FOTOĞRAF 7: https://tr.pinterest.com/pin/782781978959765766/ FOTOĞRAF 8: https://tr.pinterest.com/pin/782781978960373640/ FOTOĞRAF 9: https://tr.pinterest.com/pin/782781978960373803/ FOTOĞRAF 10: https://tr.pinterest.com/pin/782781978959626470/ FOTOĞRAF 11: https://tr.pinterest.com/pin/782781978959683573/ FOTOĞRAF 12: https://tr.pinterest.com/pin/782781978959683850/ FOTOĞRAF 13: https://tr.pinterest.com/pin/782781978959998558/ FOTOĞRAF 14: https://tr.pinterest.com/pin/851039660811908422/ FOTOĞRAF 15: https://tr.pinterest.com/pin/782781978959690735/ FOTOĞRAF 16: https://tr.pinterest.com/pin/782781978959785915/ FOTOĞRAF 17: https://tr.pinterest.com/pin/782781978959682171/ FOTOĞRAF 18: https://tr.pinterest.com/pin/782781978960015250/ FOTOĞRAF 19: https://tr.pinterest.com/pin/782781978960279027/ FOTOĞRAF 20: https://tr.pinterest.com/pin/782781978960279055/ FOTOĞRAF 21: https://tr.pinterest.com/pin/782781978959682169/ FOTOĞRAF 22: https://tr.pinterest.com/pin/782781978960011818/ FOTOĞRAF 23: https://tr.pinterest.com/pin/782781978960279061/ FOTOĞRAF 24: https://tr.pinterest.com/pin/782781978960279939/
Merhaba Değerli PsikoMedya Okurları, 6. sayımızla karşınızdayız. Yazım hem bir başlangıç hem de bir veda yazısı niteliğinde olacak. Zira, bu sayı ekip olarak çıkarttığımız son sayımız.. Sevgili Tuğçe Demircan ve ekibi PsikoMedya’ yı bize emanet ettiğinde dergimiz yeni yeni büyüyordu. Biz de elimizden geldiğince bu büyümeyi destekleyerek 3 sayı daha oluşturduk. Umuyoruz yaptıklarımızın bir değeri olmuştur.. Yönetimde olduğumuz sürede bizi üzen bazı durumlar da oldu tabii ki. Yeni ekip olarak ilk sayımızı çıkarttığımızda okulun artık derginin basımını gerçekleştiremeyeceğini öğrendik. Daha sonra okulumuzla gerekli görüşmeleri yaptık ve sonucunda, dergimizin basımı konusunda bir gelişme sağlayamadık. Böylece sponsor aramaya başladık.. Bu süreçte bizimle olan tüm Psikoloji Kulübü Yönetimi’ne ve üyelerine çok teşekkür ediyorum. En nihayetinde Psikoloji Kulübü üyesi olan İpek Kılıç, arkadaşı Emel Numanoğlu’ nun aracılığıyla bir basım yeri bulmamızı ve 4. ve 5. sayıların basılmasını sağladı. Her ikisine de hepimizin adına tekrar tekrar teşekkür ederim. Bu yıl ise tekrar okulumuzla dergimizin basımı için iletişime geçtik ve okulun tekrar basım desteğini aldık. Dergimizin oluşum sürecinde emeği olan içerik editörlerimiz Dilara Karabulut, Sema Hatice Durgut ve Melis Timur’a, 4. Ve 5. Sayımızın tasarımını güzel zevkiyle yapan Çağla Çorbacı’ ya ve tüm yazarlarımıza, okuyucularımıza gönülden teşekkür ederim. Yazımı sonlandırırken bizden sonra gelecek yeni PsikoMedya ekibine başarılar diliyorum. Umarım dergi oluşturma ve basım sürecinde hiçbir sorunla karşılaşmazlar. PSİKOMEDYA EKİBİ İDARİ EDİTÖR- TASARIM Utku Sena Şişman İÇERİK EDİTÖRLERİ Dilara Karabulut Sema Hatice Durgut YAZARLAR: Salih Zeki Tunç, Belçim Tublek, Sevinç Nisa Abay, Görkem Yılmaz, Meryem Tumba, Arda Tutkun, Gülcan Köse, Kübra Kaya, Yaren Küçükarabacıoğlu, Kübra Kaya, Melike Tiğle
Fotoğraf 2
PSİKOLOJİ OKUYORUZ AMA BİZİM PSİKOLOJİMİZ NE DURUMDA? Hepimiz bu bölümü seçerken bu soruyu mutlaka kendimize sormuşuzdur. Sormasak bile okurken mutlaka bu soru çevremizden bize gelir. Tam da bu sebepten ötürü kendimize bu soruyu sormamız gerekir. Günümüzde psikologların psikoloğa gitmeleri tuhaf algılanıyor olabilir fakat psikologların psikoloğa gitmesi gayet doğal hatta gerekli bir durumdur. Hayat herkese mutlaka o çirkin yüzünü bir kere de olsa göstermiştir. Maddi ya da manevi açıdan her insan bir kere hayal kırıklığına uğramıştır. Kırılan hayallerimiz sayesinde biz bugünü yaşıyoruzdur. Bugünü bugün yapan bizim dünkü yaşadıklarımızdır. Hepimizin yere düştüğünde asla kalkamayacağını sandığı zamanlar olmuştur. İlk önce var gücümüzle kendimiz kalkmayı denemeliyiz. Eğer kalkamazsak birinin uzattığı o yardım elini tutmalıyız, toplumsal statümüz ne olursa olsun. Sözüm burada biz psikolog adaylarına, biz psikoloji okuyoruz diye kendimizi her durumun üstesinden gelebilecek gibi görmemeliyiz. Aldığımız eğitim bizi geliştirir fakat bizi iyileştirmez. Bu yüzden yüzleşmemiz gereken konuları tek başımıza çözmek yerine bir psikologdan yardım almak bizim için daha iyi olur. Toplumun bizlerin de insan olduğunu ve gerektiğinde bizim de psikoloğa gitmemiz ve terapiye ihtiyacımız olduğunu anlaması dileğiyle… YAREN KÜÇÜKARABACIOĞLU
Fotoğraf 3
Can we empathize enough?
Psychology defines the term empathy as the ability to sense and understand what other people might be feeling after experiencing certain events. Before answering the question (can we empathize enough) we should first know, how this skill develops. Empathy is a natural skill that human starts to learn to use especially in childhood periods and its improvement is simply based on amount and quality of the communication the person gets to observe and participate in early ages, yet it is known that there are different practicing methods being used for children to improve this skill under guidance of some parents. Putting the exceptions aside, it wouldn’t be wrong to say, this skill of human mind is highly affected by the culture which surrounds that. According to the interview I made with mental and neurological specialist Dr. İsmail KOÇ, we can argue that in order to empathize, having an insight is a precondition for the individual, yet this insight could be easily corrupted by the means of various psychiatric disorders. On the other hand, culture and the social norms attached to it, can be a decisive factor for that society’s general emphatic personality. With this information in hand , thinking how emphatic personality of a society would be effected from the limitations caused by patriarchal norms of a culture, brings me to the communication among genders, especially in early ages. It shouldn’t be wrong to say that the interaction between genders may be quite limited for those living inside patriarchal-cultural societies. Adding to that, considering the social norms of patriarchal cultures, how much effect communicating would have had on children’s improvement of empathy skill as they spend time with opposite gender while the communication between them is already taking shape under impacts of social norms , is an another question. Considering all , thinking how we also could have been effected by the cultures we live in, it is time to ask ourselves the question , can we empathize enough? Ruh ve Sinir hastalıkları uzmanı Dr. İsmail KOÇ’a katkılarından dolayı teşekkür ederim.- Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kullandığım araştırma kaynakları: https://greatergood.berkeley.edu https://lesley.edu SALİH ZEKİ TUNÇ
RÖPORTAJ: ÇOCUK PSİKOPATOLOJİSİ Bu sayımızda okulumuzun yüksek lisans ve lisans programlarında ders veren Klinik Çocuk Psikoloğu Deniz Aktan hocamız ile ‘ ÇOCUK PSİKOPATOLOJİSİ’ konulu bir röportaj hazırladık. Deniz Aktan, eş zamanlı olarak Okan Üniversitesi Psikoloji ve Almanca Mütercim Tercümanlık bölümlerinden mezun olduktan sonra uzmanlık eğitimi için İngiltere’ye giderek “Klinik Çocuk Psikolojisi” üzerine uzmanlığını tamamlamıştır. Türkiye’ye döndükten sonra İstanbul Üniversitesi bünyesinde doktora çalışmalarına devam ederken bir yandan da çeşitli üniversitelerin psikoloji ve çocuk gelişimi bölümleri ile tıp fakültelerinde Türkçe ve İngilizce dersler vermiştir. Doktorasını İstanbul Üniversitesinde tamamlayan Aktan, yurt içi ve yurt dışında çeşitli psikoterapi eğitimlerine katılmanın yanı sıra, uzman psikologlar yetiştirmek üzere çocuk ergen odaklı yüksek lisans programlarında da süpervizyon ve ders desteği vermektedir. Akademik çalışmalarını hızla sürdürürken Ulusal ve Uluslararası birçok kongrede de sözlü bildiriler sunan Aktan, İngilizce ve Almanca psikoterapi hizmeti de sunmaktadır. Utku Sena: ‘Çocuk Psikopatolojisi alanında nasıl uzmanlaşılır?’ (Türkiye’ de çocuk psikoloğu olmak) Deniz Aktan: ‘Türkiye’ de klinik çocuk psikolojisi adında bir yüksek lisans programı yok ama bazı klinik psikoloji programları, çocuk-ergen ve yetişkin olarak ikiye ayrılıyor. Örneğin Işık Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi, Uludağ Üniversitesi ve Ankara’da Ted Üniversitesi’ nde yüksek lisans eğitim programları var. Bu programlarda eğitim alarak çocuk psikoloğu olabilirsiniz ama bunun haricinde çocuk psikoloğu olmak üzere ne yapabiliriz derseniz, bu durumda uzmanlık eğitimi almadan ancak çocuk terapisti olmak üzere bir şeyler yapabilirsiniz. Çocuk terapi eğitimlerini süpervizyonlarla birlikte tamamlayabilirsiniz örneğin oyun terapisi, çocuk ergen odaklı bilişsel davranışçı terapi ya da çocuk odaklı şema terapi gibi eğitimlere katılarak süpervizyonlarınızı tamamlayarak çocuklarla çalışan bir terapist olabilirsiniz ama daha fazlası olmayacaktır. Eğer çocuk-ergen odaklı çalışan bir klinik psikolog olmak istiyorsan mutlaka klinik çocuk psikolojisi ya da çocuk-ergen odaklı klinik psikolojisi gibi yüksek lisans programlarına kayıt olmanız gerekmektedir.’ U.S.: ‘Çocuk psikopatolojisinde klinik ön görüşme süreci nasıl işlemeli, bu süreçte dikkat edilmesi gereken noktalar nelerdir? ‘
fotoğraf 4
D.A.: ‘Yetişkinlerde ön değerlendirme genelde 1 seans bazen de çok nadir olarak 2 seans yapılıyor. Genelde yetişkinlerde ön değerlendirmelerin yapıldığı seansların süresi uzatılır, örneğin 50 dakikalık bir psikoterapi süresi varsa psikologlar ön görüşmeyi 1 saat, 1 sa 10 dk gibi normal seanslardan biraz daha uzun tutarlar. Hatta ücretlendirmesi normal seanslara göre biraz daha yüksek şekilde çalışırlar ancak çocuk-ergende böyle bir durum mümkün değildir. Çünkü çocuk-ergende minimum 2 seans görüşme yapmanız gerekiyor. Bu bazen 3, 4, 5’ e çıkabiliyor. Ön görüşme neden bu kadar uzun sürüyor dersek de, bir kere çocuk kendini ifade etmekten yoksun, duygu durumunu, zihninde yaşattıklarını tasvir etmekten ve bunları dile getirmekten yoksun. Çünkü 6 yaşında, 8 yaşında bir çocuğun kelime hazinesi yeterli olmayabilir.
Dolayısıyla bu çocuğun çevresini ve çevresindeki risk faktörlerini değerlendirebilmek için sadece çocukla değil, çocuğun annesi , babası, bakım vereni, anneanne, babaannesi, okuldaki rehberlik birimi, öğretmeni belki doktoru yani birçok kişiyle görüşmeler yapmanız gerekiyor. Gerektiğinde bu kişilerle mektuplar vasıtasıyla ya da telefonla iletişim kurmanız onlardan gelen geri bildirimlere göre çocukla baş başa belki nöropsikolojik bir değerlendirme yapmanız gerekiyor. Bütün bunlar da dediğim gibi minimum 2 seans ki genelde 3 seansla sonlanır. Bazı vakalarda 4’ü 5’i bulduğu olur. Özellikle öğrenme güçlüğü gibi böyle çok kolu olan nörolojik yetersizlikler söz konusu ise o zaman bu 3, 4 seansı bulabiliyor.’ fotoğraf 5
U.S.: ‘Çocukluk döneminde psikopatolojinin ortaya çıkış sebepleri nelerdir? ’ D.A,: ‘Genelde psikolojinin ve tıbbın çok tartıştığı bir konu olan ‘Çevresel Etkiler mi, Genetik Etkiler mi? ’ tartışmasından açıklayabiliriz. Tabi ki genetik etkiler de yani organik kökenli problemler ve organik kökenli psikolojik bozukluklar da söz konusu ama genel olarak baktığımızda çocuğun yaşıyla birlikte çevredeki uyarıcı miktarı değiştiği için çevreyle olan ilişkisi patolojide önemli bir rol oynuyor. Yani 2-6 yaşında okul öncesi dönemdeki bir çocuğun genelde ağırlıklı olarak ailesiyle ilişkiler kurması nedeniyle, patolojisi etrafındaki risk faktörleri aile fertleriyle sınırlı kalırken nadiren arkadaş ilişkileri olabiliyor. Çünkü okul öncesinde henüz net olan bir ders ve başarı beklentisi yok. Okul öncesinde risk faktörleri bu kadarla sınırlı kalırken çocuk okula başladığından itibaren 6-12 yaş arasında başarı, arkadaşlarla yarışmak, karşılaştırılma, öğretmen ilişkisi vb. ekstra uyarıcılar işin içine giriyor. Risk faktörü olarak anne ve baba ilişkisinin yanı sıra, 12 yaşından sonra artık karşı cinse bir yakınlaşma olduğu için sevgililer, karşı cins ya da çocuğun tercihlerine ve eğilimlerine göre belki hemcinsiyle olan romantik yakınlaşmaları vb. şeyler çocuğun hayatına eklenen risk faktörleri oluyor. Dolayısıyla çocuğun yaş aralığına göre psikopatolojinin ortaya çıkışında etken olan risk faktörlerinin miktarı hızla artmaya başlıyor ve değişmeye başlıyor ama diyebiliriz ki özellikle çocukluk döneminde çocuk-ergen olarak değerlendirdiğimiz bireylerde söz konusu patolojinin ortaya çıkışında çevrenin etkisi biraz daha önemli olabiliyor. U.S.: ‘Lisans düzeyinde psikoloji okuyan ve çocuk-ergen alanında çalışmalar yapmak isteyen öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir? D.A.: ‘Lisansta çok yapılabilecek bir şey yok. Çünkü lisansta biz size psikoterapi öğretmiyoruz ancak lisansta çocuk ve ergenlerle ilişkili olan seçmeli alan derslerine çok özen gösterebilirler. Belki zorunlu stajın yanı sıra gönüllü stajlarını hastanelerin çocuk kliniklerinde yapabilirler. Ben şunu çok tavsiye ediyorum, boş zamanlarında birazcık daha gözlem yapabilmek adına anaokullarının psikolojik danışmanlık, rehberlik birimlerine gidip orada gözlem yapmak, yani orada çocuğa dokunmak lazım. Çocukları özellikle okul öncesi dönemde
gözlemleyerek, problemlerle nasıl karşı karşıya kalabiliyorlar, ilişki paternleri nasıl, bütün bunları bir gözlemlemek lazım. Lisans sürecinde ancak bunları yapabilirsiniz.’ U.S.: ‘ Bizlere önereceğiniz kitaplar ve takip etmemiz gereken bir sosyal platform söyleyebilir misiniz? ‘ D.A.: ‘psy-l@yahoogroups.com adresini takip etmenizi öneririm. Kitap olarak, çocuk psikolojisi üzerine Haluk Yavuzer’ in bütün kitaplarını okuyabilirsiniz. Onun haricinde, Allen Carr‘ ın kitabı olan benim kaynak olarak da derslerimde çok kullandığım The Handbook of Child & Adolescent Clinical Psychology. Diğer yandan hem bireysel hem grup terapilerine yönelik çok önemli bilgiler sunan Irvin Yalom’un kitaplarını da tavsiye edebilirim. Kişilik ile ilgili, ‘Kişilik, Vaka İncelemeleri’ adlı kitap, Donna Ashcraft’ a ait. Bir diğer önerim, ‘Çocuk Gelişim Psikolojisi’ isimli kitap, Denise Boyd ve Helen Bee’ ye ait. Rod Plotnik’ e ait olan ‘Psikolojiye Giriş’ adlı kitap çok güzeldir. Çok güzel anlatır, roman okur gibi okursunuz. Bu kitapları gözden geçirin derim. Özellikle yüksek lisansa başvuracağınız süreçte, ‘Yüksek lisansta mülakatta ne sorarlar? ‘ diye sorduğunuzda sizi aydınlatacaktır. Bütün bilgilerinizin üstünden küçük küçük geçmenizi sağlayacak bir kitaptır.
Deniz hocamıza sorularımızı cevapladığı için çok teşekkür ederiz..
fotoğraf 6
UTKU SENA ŞİŞMAN
fotoÄ&#x;raf 7
KİTAP ANALİZİ : AVUCUNUZDAKİ KELEBEK (Ahmet Şerif İzgören) Hayat sizin nereden baktığınıza bağlı olarak değişir. Sizin nasıl baktığınız belirleyicidir. “Dışarıya bakıp hayatı çok kirli gören insanların muhtemelen camı kirlidir”. Düşünceleriniz eylemlerinize,eylemleriniz ise kaderinize dönüşür. Olumlu düşünmeniz kaderinizi olumluya çevirir. Öncelikle bu kitap size kişisel gelişimin ne ve nasıl olması gerektiğini öğretiyor. Hangi konuya hangi bakış açısıyla yaklaşmanız gerektiğini söylüyor. Yani kısacası hayat kılavuzu da diyebiliriz. Bu kitabı okuduktan sonra kendinize sorular sormanız gerekecek sanırım. Bu soruları hocamız kitabında 5 parmak analizi olarak tabir etmektedir. 1. 2. 3. 4. 5.
Ben kimim ? Ne yapmak istiyorum ? Nereye ulaşmayı amaçlıyorum ? Bunu nasıl yapabilirim ? Niçin yapmalıyım ?
Yazarımız Ahmet Şerif İzgören’e göre bu sorulara içten,samimi ve doğru cevaplar verildiği takdirde bu sorular aslında hayat kılavuzu olabilir. Kitabımız temel olarak 3 bölümden oluşmaktadır. • Kendinizi nasıl keşfedersiniz? • Hedeflerinizi nasıl belirlersiniz? • Hedeflerinize giden yolda nasıl ilerlersiniz? Kendinizi keşfetmenize yardımcı olacak bu kitapta tarihi ve güncel birçok yaşanmış olay bulunmaktadır. Bunları okuyunca yeni bakış açıları kazanabilirsiniz. Kendinizi geliştirme (kişisel gelişim) yolundaki en önemli adım, kararlı ve mücadeleci olmaktır. Kitaptan okuyup çok beğendiğim ve etkilendiğim bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. “Ayvalık’tayım, 2003 yazı. Kıyıda, bizi dalışa götürecek tekneyi bekliyoruz. Üç genç kız yanımıza kadar geldi. Kızlardan biri topallıyor, ayağının birini hep sürümek zorunda. Durdular, bize Belediye Plajının olduğu yeri sordular. Biz de gösterdik; bir kilometre ötede bir yer… Kızlardan sağlam olan ikisi: ‘Yaaa hadi geri dönelim, oraya kadar bu sıcakta yürünmez’ diye fısıldandılar. Engelli olan kız, ‘Ne var bunda? Yürürüz’ dedi… Şaka gibi bir şey! Yürüme engelli olan kız, bizim gözümüzün önünde öbür ikisini ikna etti, bize teşekkür etti ve devam ettiler. Biz gözlerimiz dolu dolu onları seyrettik. Sizce hangisi daha engelli? Hayatınızın zor anlarında güçtür mücadele ruhu. Ona sahipseniz hiç korkmayın. Mücadele ruhunuz yoksa anlattığım her şeyi unutun, çünkü boştur sizin için.” [Avucunuzdaki Kelebek,Elma Yayınevi,2010] Sizce de kararlı ve mücadeleci olmak kendinizi geliştirme yolunda en önemli etken değil midir ? Ayrıca bu kitapta okuyuculara hedef kriterleri de sunulmaktadır. Çoğumuz gerçekleştiremeyeceğimiz hedefler koyuyor ve bir zaman sonra sıkılıyoruz. İşte tam bu noktada yazarımız diyor ki ; “Ulaşılamayacak şeyler temenni olur, onun hedef olabilmesi için; • Tatmin edici • Ortak • Mantıklı • Belirgin • Ulaşılabilir •
Limit konulmuş , olmalıdır”
Son olarak kitabımızın en temel amacı okuyucunun hayal gücünü büyülemektir. Öyle bir büyü ki bu kitaba dokunduğunuz anda başka bir dünyanın kapısını aralıyor olmanız gerekir…
MUHAMMED CAN DÜŞÜNÜR
KİTAP ÖNERİSİ: ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK- JOHN BOYNE İkinci Dünya Savaşı’nın en çok etkilenen kitlesi Yahudilerdir. Bunların içinde en çok etkilenen ise kuşkusuz çocuklardır. Çizgili Pijamalı Çocuk adlı eser Nazi sorununun ne boyutlara ulaştığının kısa bir gösterimidir. Gerçekte durum daha şiddetli bir biçimde oluşmuştur. Kitabın içinde bizi neler bekliyor biraz ona göz gezdirelim. Bruno, ailesiyle birlikte Nazi kampının olduğu başka bir yere taşınırlar. Bruno’nun babası bir Nazi komutanıdır ve kampın en üst amiridir. Bruno camdan bu kampı görür ve ablasına anlatır. Fikir yürütür ama ne olduğunu tam bilemezler. Ayrıca bu dönemde kardeşler yeni evlerinden sıkılmakta ve sık sık Berlin’i özleyerek oraya dönmek istemektedirler ancak babalarının söylediğine göre Berlin’e dönülmeyecektir. Bir süre daha günler böyle geçer. Çocuklar oraya alışmaya başlar. Bruno, meraklı bir çocuk olduğu için odasının camından bakar ve içinde çocukların da bulunduğu tel örgülü bir kamp görür. Bir gün Bruno bu kampı çevreleyen tel örgülere kadar gider. Orada gezinirken Shmuel isminde kendisiyle aynı gün doğmuş bir çocukla karşılaşır. Bu çocukla dostluk kurarlar ve hemen hemen her gün beraber vakit geçirirler. Yaşamları boyunca hep birlikte olmak isterler ama ne yazık ki savaş, onların elinden bu bağı koparıp alır. Etrafı tel ile örülü bu kamp neden var? Çocuklar neden bu kampta? Çocukların arasındaki bağ demir tel ile ayrılamaz. Bruno ile Shmuel bunun en güzel kanıtıdır. Kitabın sayfalarında gezinirken karşımızdaki insanlarla hiçbir ayrım gözetmeden de çok güçlü bağ kurulabileceğini göreceksiniz. Bu güçlü bağı Bruno ve Shumel üzerinden anlamak istiyorsanız bir an önce ‘’Çizgili Pijamalı Çocuk’a sahip olun.’’ “Uzakta bir nokta benek oldu, benek damla oldu, damla şekil oldu ve şekil, çizgili pijamalı bir çocuk oldu.” Meryem TUMBA
fotoğraf 8
KİTAP ÖNERİSİ: UÇURTMA AVCISI- KHALED HOSSEINI Khaled Hosseini günümüzde farklı yerlerde aynı şekilde devam eden insanlık zulmünü, insanın içine işleyen karakterlerle karşımıza çıkarıyor. Ana karakterden nefret ettirirken zamanla onu affettirmeyi de amaçlamış olmalı ki kitabın sonunda ancak ısınabiliyorsunuz Emir’e. İçimizdeki dengesiz duyguları düzenlemeyi sessizce başaran yazar, bence ustalığını kalemiyle kanıtlayan bir başyapıt ustası. Sovyetlerin, Afganistan’ ı işgal ettiği kaos-kargaşa dönemlerinde bir çocuğun başka bir çocuğa ailelerinin toplumsal statülerinden dolayı hizmetli görevini üstlenmesiyle başlayan, çocukların acımasız dünyalarındaki şiddet ve istismar ile devam eden, hem yaşamak hem de yaşamamak isteyeceğiniz eskilerin Kabil’ini resmetmiş kuvvetli bir eser Uçurtma Avcısı. Çocukluğundan itibaren her hareketiyle yürekleri dağlayan Hasan, babasından göremediğini düşündüğü sevginin acısını Hasan’dan çıkaran Emir ve her iki çocuğun da yanında bulunan “Baba” ile Rahim Han’ın sarsıcı hikayelerini üstü kapalı bir dille anlatan dramatik, gözü yaşlar içinde bırakan bir roman. “Senin için bin tane olsa yakalarım.” gibi bazı satırlarını ezberlediğim kitabın ilk önce filmini izlemiş ve beğenmiş biri olarak kitabı okuduktan sonra filmin, kitabın yanında toz kaldığını söyleyebilirim. Tüm acılara rağmen bir masal gibi olan akıcı anlatımı öyle saf ki kitaplığımda her gördüğümde bana içini hatırlatır ve içimi acıtır ve daha da acısı belki de yüzlercesi yaşandı o acı topraklarda, belki de duyulması gereken birçok vicdan azabı, ödenmesi gereken birçok borç vardır çocuklara. Ve böylesine yakıcı bir eserle, romanlara olan büyük sevgimi keşfetmemi sağlayan, beni okumaya iten Buse Naz ve Naz’a sonsuz teşekkürler. Son olarak sayın Leyla Rosenberger, kelimeler size olan minnettarlığımı ifade etmek için yetersiz kalıyor. Yardım elini en çok ihtiyaç duyduğum anda uzattığınız için, umutlarımı ve hayallerimi bana geri kazandırdığınız için lütfen teşekkürlerimi kabul edin. KÜBRA KAYA
fotoğraf 9
DİZİ ÖNERİSİ: ATYPİCAL Otizm hakkında neler biliyorsunuz? Hastalık olduğunu düşünüyor olabilirsiniz, toplumdan izole edilmesi gereken insanlar olduğunu, bizimle aynı haklara sahip değillermişcesine özel eğitim görmeleri gerektiğini...Tıpkı dizideki Sam´i olduğu gibi kabul etmeyen diğer ebeveynler gibi yanılıyorsunuz. Çünkü otizm bir ruh hastalığı değil, nörolojik bir bozukluktur. Sam okulda derslerinde başarılı, çizime yeteneği ve penguenlere özel bir ilgisi olan ana karakterimiz. Otizm nedeniyle sosyal etkileşimde sıkıntılar yaşıyor, arkadaşlık kurmakta zorlanıyor. İş yerinden en yakın arkadaşı Zahid ona her konuda tavsiyeler veriyor, bilhassa kızlar konusunda ama okul arkadaşları onu dışlıyor, ezik, spastik gibi etiketler yapıştırıyorlar Sam’e. Onu bu kişilerden kardeşi Casey koruyor. En büyük yardımcısı olan Casey bu durumdan şikâyetçi. Çünkü hayatının odak noktasında abisinin olması, annesi ve babasının Sam’le ilgilenip ona vakit ayırmamaları canını sıkıyor. Annesi Elsa ise burada pilot ebeveyn rolünde, otoriter ve kontrolcü biri. Otizm ile alakalı her etkinliğe katılıyor. Baba, oğlundan utandığı için bu durumların dışında kalıyor. Elsa sorumluklarından uzaklaşmak için kaçamak yapıyor ve olayların seyri burada değişiyor. Tüm bu olanlar Sam ve ailesini nasıl etkileyecek, izleyelim ve görelim. Belçim Tublek fotoğraf 10
ÖYKÜ YAZISI: ‘GÜÇLÜ OLMAK Ağlıyordu Aylin. Geceden beri dinmemişti gözyaşı. Annesini kaybetmişti. Hayatta tek değer verdiği insanın artık olmayacağını bilmek dayanılmaz bir acıydı. Komşuları ve arkadaşları dışında kimseleri yoktu. Yapayalnız hissetti kendini. Üniversite sonuçlarının açıklanmasına bir gün varken, onun heyecanını yaşarken, annesi kayıp gitmişti ellerinden. Akciğer kanseriydi. Yorgun vücudu daha fazla karşı koyamadı olanlara ve hayata gözlerini kapadı. Aradan bir ay geçmişti. Aylin’in ağzını bıçak açmıyordu. Kimseyle görüşmüyor, kimsenin yüzüne bakmıyordu. Herkese karşı cephe almıştı. Aslında onun cephe aldığı onlar değildi, hayattı. Hüznünü yalnızlığı ile paylaşmak, hayatın darbesine karşı isyan etmek istiyordu. Birden kapı çaldı. Açmadı Aylin. Çalmaya devam etti. Bir ses geldi kapıdan. -‘Aylin, ben rehber öğretmenin Selma açar mısın kapıyı?’ Selma öğretmen, çok iyi bir insandı. Aylin her şeyini ona anlatır, onunla paylaşır, birlikte dertleşirlerdi. Küçükken kendisini bırakıp giden babası için herkese öldü derken sadece Selma hocasına gerçeği anlatmıştı. Oturduğu yerden kalktı. Yavaş adımlarla kapıya gitti. Kapıyı açtı. Önce gözleri doldu, sonra gözyaşı aktı ve birden öğretmenine sarılarak ağladı. Koltuğa oturdular. Uzun uzun dertleştiler. Selma öğretmen, üniversiteyi sordu Aylin’e. Aylin unutmuştu, sonuçlara bile bakmamıştı. Beraber baktılar sonuca. Kazanmıştı. Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisiydi artık. Annesini aradı gözleri. ’Ah keşke..’ dedi içinden. ’Keşke annem de görseydi.’ Ertesi gün ilk işi annesinin mezarına gitmek oldu. Güzel çiçeklerini dikti mezara. Suladı çiçekleri ve sanki yıllardır susuyormuşçasına içini boşalttı. -‘Kazandım anne. Ne çok sevinirdin yaşasaydın değil mi? Gurur duyardın benimle. ‘İyi ki varsın kızım’ derdin. Ben de sarılırdım sana. ‘İyi ki varsın annem’ derdim. Peki, neden şimdi yoksun anne? Senin bu kızın çaresiz, yorgun, yalnız. Senin varlığına çok ihtiyacım var. Gözyaşlarım durmak bilmiyor ama biliyorum sen de beni görüyorsun. Okumamı istiyorsun, okuyacağım anne. Senin minik kızın çok iyi bir hukukçu olacak. Gurur duyacaksın güzel annem. Yattığın yerde rahat uyu. Senin kızın sana layık bir evlat olacak.’
Aylin, rehber hocasının da yardımıyla kaydını yaptırdı ve kalacak yerini ayarladı. Aradan biraz zaman geçti ve artık okula başladı. Her şey beklediğinden iyi gidiyordu. Hocalarını çok seviyordu. Özellikle Serhat hocası ilgileniyordu onunla. Aylin başlarda bu ilgiden rahatsız olmadı. Sonuçta o hocasıydı ve onun gözünde sevilen bir öğrenci olmak güzel bir şeydi. Saf ve temiz kalpliydi Aylin. Kimsenin kötü niyetli olacağını düşünemiyordu. Üstelik hayatta kimsesi kalmamıştı. İlgiye muhtaç olduğunu hissediyordu. Bir gün Serhat hoca, Aylin’i yanına çağırdı. -‘Çok önemli bir sempozyumum var. Asistanım olarak gelirsen, ilerde mesleğin için bir katkı sağlamış olursun.’ dedi. Güvendi Aylin ve arabaya bindi. Araba bir anda ana yoldan çıktı, ıssız bir yere doğru gidiyordu. Aylin korkmaya başladı. Ne yapacağını bilemiyordu. Serhat hoca sol eliyle direksiyonu tutarken sağ eliyle Aylin’e dokunmaya çalıştı. Aylin bir anda sırt çantasını adamın kafasına indirdi ve hala çalışmakta olan arabadan atladı. Gözlerini açtığında hastanedeydi. Selma öğretmeni vardı başucunda. Serhat öğretmen, suçluluk psikolojisiyle her şeyi anlatmıştı. -‘Merak etme canım, her şeyi biliyorum. O adi insan itiraf etmiş. Mesleğini bir daha yapabileceğini sanmıyorum, umarım hapishanede çürür’ dedi Selma öğretmen. Aylin sustu, konuşmaya mecali yoktu.’ Aylin bir hafta sonra çıktı hastaneden. Ufak tefek çizikler dışında bir şeyi yoktu. Okula gitmek istemiyordu artık. Ağzını bıçak açmıyordu. Bir lokma bir şey dahi yemiyordu. Selma öğretmeni Aylin’ i bir psikoloğa götürmeye karar verdi. Psikolog, Aylin ile seanslara başladı. Önceleri susan Aylin, artık konuşuyordu. Psikolog işe yaramıştı besbelli. Yarım bıraktığı okuluna geri döndü. İyi bir hukukçu olmak için çabalayacaktı artık. Taciz eden pisliklerin ceza almasına vesile olmak istiyordu ama bundan sonra daha önemli olan bir şey vardı: Annesine verdiği sözü tutarak okumaktı. Her şeye rağmen hayata karşı dik durdu. Annesi öldüğünde intihar eğilimi göstermedi. Tacize uğradığında başını öne eğip gezmedi. Sessiz kaldı, ağladı belki ama sonra hep ayağa kalktı. Güçlü biriydi Aylin. Güçlü olmalıydı. Hayatın bize sunduğu engeller, düşmemize sebep olmamalı. Aksine daha da güçlendirmeli. Aylin gibi... MELİKE TİĞLE fotoğraf 11
fotoÄ&#x;raf 12
PSİKOLOJİ ALT DALI OLARAK: ‘TRAFİK PSİKOLOJİSİ’
Psikolojinin alt dallarından biri olan trafik psikolojisi, trafikteki insanların davranışlarının altında yatan nedenleri, davranışların sonuçlarını ele alır. Yayalar ve sürücüler üzerinde inceleme, araştırma yapan trafik psikologları, trafikteki insanların bilişsel, zihinsel ve psikolojik faaliyetlerini inceler. Başlıca amaçlardan biri trafik kazalarını azaltabilmektir. Sürücü davranışlarını anlamak, güvenliği artırmada büyük rol oynar. Trafik psikolojisi son yıllarda hızla gelişen bir alandır. Trafik kazalarının nedeni çevre, insan ve araçlardır. Trafik psikolojisi insan faktörünü ele almaktadır. Trafik konusu sosyal hayatı bir çok yönden etkilemektedir. Trafik kazaları insanlar üzerinde kalıcı etkiler, psikolojik ve fiziksel bozukluklar bırakabilir. Trafik kazalarına bağlı can kayıpları, tüm dünyada başta gelen ölüm nedenlerindendir. Kazalardaki en büyük pay insandadır ve bu durum toplumsal bir sorun olarak ele alınmalıdır. Bu gibi nedenlerden dolayı trafik psikolojisi, trafikte güvenliği oluşturmayı hedefler. İnsanların günlük hayattaki tutumları ve davranışları araç kullanırken de devam etmektedir. Dikkatsizlik, kurallara karşı ihmalkarlık hayati tehlike yaratmaktadır. Trafikte agresif tavırlar sergileyen saldırgan insanların birçok kazaya karıştığı bilinmektedir. Günlük yaşamında saldırgan tutumlara sahip bireyler, bu tutumlara trafikte de devam ederler. Kişilerin psikolojik durumları da trafikteki davranışlarını önemli ölçüde etkilemektedir. Kaza yapma eğilimi ile depresyon, kaygı düzeyleri arasında yüksek düzeyde ilişki olduğu bulunmuştur. Trafikte güvenliği sağlayan önemli bilişsel süreçlerden biri de sürücünün dikkatidir, trafikte hayati önem taşımaktadır. Örneğin sürücünün araç kullanırken telefonda mesajlaşması fazla dikkat gerektirmektedir. Kaçınılması gereken davranışlardan biridir. R.GÜLCAN KÖSE fotoğraf 14
fotoÄ&#x;raf 15
PSİKODRAMA Benim psikodramaya olan merağım bu bilgileri edinmeme ve bu tekniğe ısınmama vesile oldu. Psikodrama nedir, ne değildir diye araştırırken bana kendi gerçeklerimin ne olup, ne olmadığını sorgulama ve aslolanı keşfetme fırsatını verdi. Kendi kişisel dünyamı irdeleyip ışık tutması da büyük şanslarımdan biri, en azından bunu deneyimleme cesaretini gösterdim ve böylece psikodrama amaçlarına ulaşmaya başladı. Sadece okumakla yetinmeyip, atölyelere katılarak insan kendine yani benliğine daha yakın ve daha hakim olabiliyor. Tarihsel olarak psikodrama 20. yüzyılın başlarında, grup ilişkilerinin gözlenmesiyle de şekillenerek gelişmiştir. En temel unsur, hareket(eylem) ve yaratıcılıktır. Bireylerin elzem hayat hikayeleri hakkında konuşma tekniğinden çok, sürekli aktif olarak rol alma tekniği kullanılan, Grup Terapi Tekniği olarak ifade edilebilir. Djuric’in (2006), psikodramayı şöyle tanımlamaktadır : “Psikodrama, bireylerin hayat durumlarını sahnede grup üyelerinin desteğini alarak sergilediği aktif bir grup terapi formudur.” Günümüzde gittikçe artmakta olan psikodrama grup terapi tekniğine rahatça erişebilirsiniz fakat sadece ve sadece uzmanları olan psikodramatistler tarafından yardım almanızı özellikle rica ederim. Zaman ayırıp yazımı okuduğunuz için çok teşekkür ederim...
Kaynak: P.S.YURTSEVER, ‘Sanat Psikodrama’ (2014). sf.20 GÖRKEM YILMAZ
fotoÄ&#x;raf 16
CİNSELLİK VE CİNSEL TERAPİ Cinsellik, canlılar alemi için kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Soyun devam edebilmesi, dünyadaki yaşam döngüsünün devam edebilmesi demektir. Peki, evren için bu kadar önemli bir konu hakkında ne kadar doğru bilgiye sahibiz? Ne kadar öğrenmeye ve kendimizi geliştirmeye açığız? Çoğu insanın cinsellik ile ilgili bilgileri etraftan duyduklarından ibarettir. Fazlasına da kimse ihtiyaç duymaz, ihtiyaç duysanız bile ayıplanabilirsiniz… Kültür ve büyüdüğümüz ortam cinselliğe bakış açımızı şekillendirir. Çoğu genç birey ve çoğu çocuk cinselliğin gizlenmesi gereken ‘ayıp’ bir konu olduğunu düşünerek yetiştiriliyorlar. Hatta çoğunluk bu konuyu ailesinden değil arkadaş çevresinden öğreniyor ve ister istemez cinselliğe yanlış kalıplardan bakıyor. Oysa cinsellik saklanması gereken değil tam aksine farkında olunması gereken, nefes almak kadar doğal bir biyolojik olaydır. Gerekli yaşlardan itibaren aile içinde eğitimi verilmelidir. Aynı zamanda çeşitli eğitimler, seminerlerle okullarda da cinsel farkındalık kazandırılması oldukça faydalıdır. Cinsel sorun yaşayan çiftler de genellikle bu sorunu önce kimseye söylemeden kendileri halletmeye çalışır sonra yine kimselere duyurmadan alternatif yollarla tedavi olmaya çalışırlar. Doktora gitmek en son adımdır. Cinsel terapi cinsel sorunların çözülmesinde başvurulması gereken ilk çözüm yöntemi olmalıdır. Cinsel terapiye başvurulması gerektiğinde yardımı uzman bireylerden almak çok önemlidir. Cinsel terapi yanlış bilinenin düzeltilmesi ve bunun davranışa yansımasını amaçlar. Cinsel terapi bireysel yapıldığı gibi çift terapisi şeklinde de yapılır. Çift terapisinde bireyler önce teker teker alınır ve sorunu kendi gözlemlerinden yola çıkarak ifade ederler. Daha sonra terapiye beraber katılırlar. Cinsel terapide çiftlerden iyi bir öykü almak çok önemlidir. Çift terapisi bireysel terapiye göre daha etkili bir yöntemdir. Katıldığım bir cinsel terapi seminerinde çiftlere ödevler verildiğinden bahsedilmişti. Çiftler ödevlerini yaparak terapide aktif bir rol oynarlar. Türkiye’de cinsel terapi veren birçok uzman vardır hatta yurtdışından cinsel terapi için ülkemize gelen turistler vardır. Cinsel eğitim ve araştırma derneği (CEDAT) bilimsel anlamda Türkiye’de eğitimler veren önemli bir kuruluştur. CEDAT’A göre cinsel sorunların en önemli sebebi eğitimsizlik ve bilgisizliktir. Yaptıkları bir araştırmada cinsel sorunların %62 si eğitimsizlikten kaynaklanmaktadır. Önyargılar, gelenek ve görenekler ise %40 oranını kapsar. 3. en büyük neden ise psikolojik sorunlar ve strestir. Görünüyor ki okul çağından itibaren cinsellik eğitimi verilmeye başlanırsa toplumun tabuları eğitimle yıkılırsa cinsel sorunların çok büyük bir kısmı da ortadan kalkmış oluyor. KAYNAKÇA http://www.cetad.org.tr/
SEVİNÇ NİSA ABAY
fotoğraf 18
fotoÄ&#x;raf 19
Psiko-onkoloji’ye Dair… Merhaba sevgili PsikoMedya okurları, Psiko-onkoloji kanserin psikolojik, sosyal, davranışsal ve etik yönleriyle ilgilenmektedir. Psiko-onkoloji, kanserin iki ana psikolojik boyutuna hitap eder. Bunlar hastalığın tüm evrelerinde ailelerin ve hastaların psikolojik tepkileri, diğeri ise hastalık sürecini etkileyebilecek psikolojik, davranışsal ve sosyal faktörlerdir. Psiko-onkoloji çocuk ve yetişkin kanser hastalarına psikolojik destek sağlamayı amaçlar. Kanser tanısı her yıl dünya çapında ne yazık ki artmaktadır. Birçok kanser hastası, kemoterapi süreci ve hastalığın vermiş olduğu fiziksel değişimler nedeniyle dış dünyadan soyutlanmakta ve bu süreci depresyonla geçirmektedir. Kanser hastalarının üçte birinden fazlasında anksiyete ve depresyon görülmektedir. Dünyamızda kanserin her alanında eşitsizlik ve farklılıklar vardır. Bireysel düzeyde, bireysel farklılıklar ve kanser deneyiminin etkileri arasında ayrım yaparız. Kanser teşhisi, yalnızca biyolojik düzeyde değil, duygusal, manevi ve sosyal düzeyde de kişiyi etkiler. Psiko-onkoloji, hastalar için destekleyici hizmetler sunmaya çalışmaktadır. Çocuklara, ergenlere ve yetişkinlere hastalıklarıyla ilgili bakım ve eğitimler vererek kişilerin hastalık sürecini daha rahat geçirmelerine yardımcı olur. Kanser hastalığında psikolojik destek neden önemlidir? Kanser ve tedavisi hem hastalar hem de aileleri üzerinde muazzam bir psikolojik ve psikososyal etkiye sahiptir ve buna kanserli kişinin fiziksel, duygusal, ruhsal, kişilerarası ve sosyal boyutlarını içeren bir dizi dramatik değişiklik eşlik eder. Kanser hastalarının yüksek bir yüzdesinin duygusal belirtileri vardır(örneğin, anksiyete, irritable ruh hali ve demoralizasyon). veya psikopatolojik özellik taşırlar(örneğin majör depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu). Psiko-Onkolojinin, kanserle ilişkili sıkıntı ve psikososyal morbiditeyi azaltmada, tedavi sırasında ve sonrasında daha iyi bir yaşam kalitesini geliştirmede ve sonuçta da standart tedavi sürecinin bir parçası olarak hastalara ve ailelere psikososyal kanser bakımının sağlanmasının yararlarına dair bilimsel kanıtları vardır. Referance: Advancing psychosocial care in cancer patients Luigi Grassi, Conceptualization, Methodology, Writing – Original Draft Preparation,a,1,2 David Spiegel, Writing – Review & Editing,3 and Michelle Riba, Writing – Review & Editing4
ARDA TUTKUN fotoğraf 20
MOTİVASYON Motivasyon, insanın davranışını başlatan içsel bir güçtür. Bu alandaki çalışmalar çok fazla insana hitap eder. Motivasyonu yüksek bir kişi hedeflerine ulaşmada büyük başarı gösterebilir. Motivasyon, insanları belirli bir amaca doğru harekete geçirir, çalışmaya teşvik eder. Özellikle okul yaşantısında öğrenciler, iş yaşantısında çalışanlar için önemli bir kavramdır. Verimli ve istekli çalışmaya olanak tanır. Motivasyon göreceli ve özneldir. İnsanları motive eden şeyler farklı olabilir. Motivasyonu içsel ve dışsal etkenler etkileyebilir. Örneğin ödül almak ve olumlu bir geribildirim almak dışsal bir etken olabilir. Kişi çabaları sonucu bir görevi başarıyla tamamladıktan sonra, değerlendirici tarafından olumlu sözler söylenmesi kişinin motivasyonunu arttırabilir. Aynı şekilde olumsuz geribildirimler de yanlış kullanıldığı zaman motivasyon düşüren bir etken olabilir. Düzeltilmesi gereken davranışlar söylenirken olumlu davranışlarla birleştirilmesi önemlidir. Olumsuz geribildirimin yanında olumlu geribildirimin verilmesi motivasyonun kırılmasını engelleyebilir. Sonuç olarak kişiye kendisini geliştirmesi için fırsat verilmeli, kişilik haklarına saldırı niteliğinde cümleler kurulmamalıdır. İçsel etkenler ise kişinin dışarıdan hiçbir güç almadan, kendi başına istekli olduğu durumlardır. Birey amacına ulaşma, başarılı olma gibi istekler sayesinde motive olur ve yaptığı işten, çalışmadan, davranıştan keyif alır. İçsel motivasyonu sağlamak oldukça zordur, yoğun çaba gerektirebilir. İçsel motivasyon olmadan, sürekli dışarıya bağlı kalmak bir süre sonra motivasyonu düşürür, eylemi zorlaştırır. Elbette motivasyon dönem dönem azalıp artabilir. Günlük olaylar, psikolojik durumlar ve insan ilişkileri motivasyonu etkiler. Kişinin motivasyonunu artırmak için yapabileceği bazı davranışların olduğu bilinmektedir. Kendini ödüllendirmek, erteleme alışkanlığından vazgeçmek, kendine amaçlar belirlemek etkili olabilir. Tabiki bu hedeflerde başkalarının baskısının olmaması, kişinin kendi isteklerine hitap etmesi, gerçekçi ve ulaşılabilir, somut hedefler olması gereklidir.
R.GÜLCAN KÖSE
fotoğraf 21
MÜZİK DİNLETİSİ Ed Sheeran- Perfect Arda Tutkun Can Ozan- Öyle Kolay Aşık Olmam (ft.Damla Eker) Meryem Tumba Sıla Gencoğlu- Boş Yere Muhammed Can Düşünür Cigarattes After Sex- Nothing’s Gonna Hurt You Baby Sevinç Nisa Abay Tom Waits- Dead and Lovely Dilara Karabulut John Lennon- Imagine Seda Uludağ David Guetta, Bebe Rexha & J.Balvin- Say My Name Melike Tiğle Low- Lullaby Salih Zeki Tunç Heaven and Hell- Black Sabbath Emir Aksoy Damien Rice- Back to Herman Ayten Gölcü Linkin Park- In the End Hypnogaja- Here Comes The Rain Again Saycan Güleç Little Lies- Jack Drag Utku Sena Şişman