Rüya Proje Burak KANTUR, Emirhan ÇAKIR, Ebubekir KARAMUSTAFA
TaSaRIM Ebubekir KARAMUSTAFA, Emirhan ÇAKIR
EDİTÖR Dilara KESGİN
çİZİM D lara KESGİN, Beste BOZKURT, Barış Arman KARAKAŞ
YaZaRLaR Burak KANTUR, Emirhan ÇAKIR, Ilgıt UYGUR, Elif Sena YALÇIN, İpek ŞALMANLI, Nur Ece DURAK, Yusuf ALTUN, Yasemen MISIR, Selinay ARIK
Ağustos 2018 Sayı: 1 - Edebiyat Dergisi İletişim: ruyadergi@gmail.com
@ruyadergi Bu dergide yer alan yazı,espri ve çizimler, yazar veya çizerin izni alınmaksızın sanal ortam da dahil hiçbir görsel ve yazılı yayın organında kullanılamaz.
BİZ KİMİZ ? Kısa, yorucu, sıkıcı hayattan kaçarak hayallerin sonsuzluğunda kaybolduk. Buradan size RÜYA'yı bırakıyoruz. Gerçek aşkı, dostluğu, özgürlüğü aradığımız yolculuğumuzda yeni bir maceraya da çıktık. 2 ayda bir edebiyat dergisi olarak sizlerle buluşacak olan RÜYA, yüreğinin içindeki heyecanı bedenine sığmayan... Düşünmekten, konuşmaktan, yazmaktan korkmayan... Biz gençler tarafından çıkarıldı. Yürüyeceğimiz yollar, göreceğimiz günbatımları, tanıyacağımız insanlar var. Bizle beraber gelişecek olan RÜYA, ilk sayısıyla sizlerle. Burak KANTUR
ÖMRÜN SONU GÖRÜNÜR OLDU Dostlar gelip geçmiş Ayrılıklar nice can biçmiş Aşıklar söz bırakıp gitmiş Ömür kuş gibi uçar olmuş Muzaffer edalar geride kaldı Yerini çökmüş bir ihtiyar aldı Takat kalmadı gayrı Gönül Azrail'i bekler oldu Ilgıt silemez gözünün yaşını Bilemedi ömrünün kıymetini Dünyalar yansa vakit dönmez geri Ölüm onu çağırır oldu
Ilgıt UYGUR
Beste BOZKURT
JACK KEROUAC Burak KANTUR Jean-Lou s "Jack" Kerouac gen ş v zyonu ve etk l çalışmasıyla tanınan b r Amer kalı romancı ve şa rd . Jack Kerouac, tüm edeb gelenekler yıkmış b r romancıdır. K tapları 1960'lar karşı- kültürünün katal zörü olarak kabul ed l r. O, hayatı gördüğü ve deney m ett ğ şek lde yazdı. Doğaçlama üslubuyla harmanlanmış Bud zm, caz, yoksulluk, uyuşturucu, manev yat ve seyahat g b çok farklı konularda eserler yazmıştır. Aynı zamanda Beat Generat on'ın W ll am S. Burroughs ve Allen G nsberg le b rl kte öncüsü olarak kabul ed l r. 1950'lerden başlayarak, Beat Generat on, Amer ka'da bel rg nleşt ve sosyal kültürde devr m yarattı. "Beat Generat on" bares , 1948'de Jack Kerouac tarafından yaratıldı. Bu fade, 1952'de, Kerouac'ın arkadaşı John Clellon Holmes'un New York T mes Derg s ç n “Bu Beat Generat on” adlı yazdığı b r makale le tanıtıldı. “Beat” sözcüğü metel ks z, yers z yurtsuz, başıboş, b tk n, umarsız, uykusuz, uyumayan, her şey der nlemes ne algılayan, aşırı duyarlı, kend başına, dışlanmış g b anlamlara geleb l yor. Ancak Jack
Jack Kerouac kel men n b r başka anlamına daha d kkat çekmekteyd : “Beat fic” yan kutsal veya kutsanmış. Kerouac'ın bu anlama d kkat çekmekle; ez lenler n, dışlanmışların g zl kutsallığını vurgulamak sted ğ söylen r. Jack Kerouac 12 Mart 1922'de Lowell, Massachusetts'te Leo ve Gabr elle Kerouac'ın çocuğu olarak doğmuştur. Massachusetts' n büyük b r Fransız- Kanadalı nüfusu vardı. Kerouac'ın anne ve babası Amer ka'ya daha y yaşam koşullarına sah p olmak ç n gelm ş Fransız-Kanadalı göçmenlerd r. İng l zcey beş yaşına gelene kadar konuşmadı, bunun yer ne New England'a yerleşm ş b rçok Fransız-Kanadalı tarafından kullanılan Fransızca ve İng l zce komb nasyonlu b r Fransız lehçes olan Joual konuştu. B r Amer kalı olmasına rağmen ülkes n yabancı g b görüyordu. 1926 yazında Jack' n sevg l ağabey Gerard, 9 yaşında romat zmal ateş sonucu hayatını kaybett . Kerouac bu olayın zler n romanlarında da yansıttı. Jack, Gerard'ın koruyucu meleğ olarak onu zled ğ n söylerd . Kerouac'ın k çocukluk eğlences vardı. Okumak ve spor yapmak. Kerouac, romancı olmayı, büyük Amer kan romanını yazmayı hayal ederd . Kerouac a les , Katol k nancını daha der nden yaşıyordu. Kerouac'ın yazısı, çocukken k l seye katılmanın canlı hatıralarıyla doludur. Kerouac altı yaşındayken Tanrı'nın kend s ne y b r ruha sah p olduğunu söyled ğ n söyler, hayatında acı çekeceğ n , acı ve dehşet ç nde öleceğ n ancak sonunda kurtuluşa sah p olacağını düşünürdü. Büyük Buhran'ın başlangıcıyla b rl kte, Kerouac a les madd sıkıntılar yaşamaya başlamıştı. Tanınmış b r ş adamı olan Kerouac'ın babası, alkol ve hane halkına refahı yen den kazandırma umuduyla kumar oynamaya başladı. Annes , a le gel r n arttırmak ç n b r ayakkabı fabr kasında şe başladı. Jack' n hayatında en öneml rol oynayan k ş annes yd . Kerouac daha sonra annes n n âşık olduğu tek kadın olduğunu söylem şt r. 1936'da, Merr mack Nehr , bankalarını sular altında bıraktı ve babasının sah p olduğu matbaasını yıkarak, onu kötüleşen alkol zm sarmalına soktu ve a ley yoksulluğa mahkûm ett . Jack, ün vers tey futbol bursuyla kazanmayı ve şe g rerek a ley kurtarmayı umuyordu. L sedeyken b r yıldızdı. Takımına tek başına muc zev zaferler kazandırırdı. Yıldız oyuncunun bu performansı kend s ne New York'tak Columb a Ün vers tes 'nden burs kazandırdı. Böylece, 17 yaşında, Kerouac çantalarını topladı ve New York'a taşındı. Burada büyük şeh r yaşamının sınırsız deney mler yle tanıştı. Kerouac'ın New York'ta keşfett ğ ve belk de hayatını etk leyen en öneml şeylerden b r olan caz oldu. Y rm l yaşlarında
d nled ğ müz k, Amer ka'da çılgınlığa dönüşmüş olan “bebop” dur. Bebop, melod k değ l ama harmon k b r yapı üzer nde, hızlı tempo le doğaçlama olarak fade ed lmekted r. Bu müz k, gençler n geceler n n de ses ne dönüşmüştür. Aynı yıl okulun edeb derg s Horace Mann Quarterly'de kısa öyküler ve Columb a Da ly Spectator ç n spor makaleler yayımlamaya başladı. A les de onu tak p ederek Ozone Park'a yerleşt . Ertes yıla futbolcu ve Columb a Ün vers tes 'nde yazar adayı olarak başladı. Ancak sezonun başında bacağını kırdı ve sezonun ger kalanında oynayamadı. Sakatlığından sonra gerçek tutkusu olan edeb yatı tak p etmeye başladı. Bacağının y leşmes ne rağmen, Kerouac'ın koçu oynamasına z n vermed ve takımdan ayrıldı. Columb a'dak futbol kar yer tükend ğ nde, Kerouac ün vers teden ayrıldı. B rkaç yılını farklı şlerde çalışarak geç rd ve hayatında ne yapacağını anlamaya çalıştı. Kerouac b r benz n stasyonunda ve Lowell'dek b r gazetede spor muhab r olarak çalıştı. Daha sonra Greenland ç n SS Dorchester gem s nde çalışmaya başladı. Bu yolculuktan sonra Kerouac kısa b r konaklama ç n Columb a'ya döndü. 1943'te donanmaya katıldı, ancak altı ay sonra onurlu b r şek lde taburcu ed ld . Kerouac savaş yıllarında tüccar den zc olarak çalışıyordu.
Asker yeye uyum sağlamaya çalıştı ama başarısız oldu. Kerouac SS Dorchester'da b r tüccar den zc olarak yaptığı lk ve tek turun ardından ger döndüğünde, lk roman denemes olan Den z Ben m Kardeş m' yazdı. Kerouac'ın lk kayıp romanı Den z Ben m Kardeş m dostluk, kardeşl k, nsan ve den z arasındak l şk n n h kâyes d r. Ayrıca Yolda'da yoğun olarak gel şt r len b rçok konuyu da çer r. Konusuna yaklaştığı sam m yet ve özgünlük takd re şayan. Kerouac b ld kler n yazdı, deney mler nden yazdı, sıradan gördüğü ş r yazdı. Den z Ben m Kardeş m, b r ön taslak, daha büyük v zyonları detaylandırmada b r egzers z g b . K tap, Jack' n yaşamı boyunca h çb r yerde yayımlanmadı. Den z Ben m Kardeş m, Jack öldükten yıllar sonra edeb dedekt fl k sonrası ortaya çıktı. 1940'ların sonlarında New York'ta yaşayan Kerouac, New York şeh r sokaklarında genç Columb a öğrenc ler Allen G nsberg, Luc en Carr, gar p ama parlak esk şeh r arkadaşı W ll am S. Burroughs (Kerouac ve Burroughs 1944'te tanıştığı zaman, Kerouac ş md den b r m lyon kel me yazmıştı.) ve neşel b r sokak kovboyu Neal Cassady le takılıyordu. 1944'te W ll am S. Burroughs ve Kerouac'ın arkadaşı Luc en Carr, zc bıçağıyla Dav d Kammerer adında b r adamı bıçakladı ve vücudunu Hudson Nehr 'ne bıraktı. Kerouac ve Burroughs, Dav d Kammerer'ın öldürülmes n pol se b ld rmed ğ ç n tutuklandı. Daha sonraları Jack, Burroughs'la beraber yaşadıkları bu olayı romanlaştırmaya karar verd ler. W ll Den son bölümler Burroughs, M ke Ryko bölümler Jack Kerouac tarafından yazılan “Ve H popotamlar Tanklarında Haşlandılar” romanı Beat Kuşağının lk romanı sayılab l r. Kerouac, k tabın sm n d nled kler b r radyo yayınında haber sp ker n n söyled ğ “Londra hayvanat bahçes nde büyük b r yangın çıktı, alevler hızla araz lere yayıldı 've h popotamlar tanklarında haşlandılar!'. Herkese y geceler.” haber nden es nlenerek koyduklarını söyled . K tap yazıldığı dönemde yayımlanmasa da 60 yıla yakın b r süre sonra yayımlandı. Kerouac ayrıca bu yıl Ed e Parker'la evlend ancak evl l kler sadece b rkaç ay sonra boşanma le sona erd . Kerouac'ın çocukluk arkadaşı Sebast an Sampas 1944'te, 1946'da da babası Leo öldü. Kerouac, Thomas Wolfe'y st l st k b r şek lde anımsatan, vahş dünya yaşamını esk dünya a le değerler le dengelemeye çalıştığı, çekt ğ acılar hakkında oldukça otob yografik b r roman yazmaya başlamıştı. G nsberg, Columb a profesörler nden onun b r yayıncı bulmasına yardım etmeler n sted . Kerouac'ın lk ve en geleneksel romanı "The Town and the C ty(Kasaba ve Şeh r)" arkadaşının da yardımıyla 1950 yılında yayımlandı. Bu onu meşhur kılmasa da ona
saygı ve yazar olarak tanınırlık kazandırdı. Kerouac, Neal Cassady le b rçok yolculuğa çıktı. Jack, anın hoş h sler n ve k ş sel anlamlar aramıştır. Sürekl taşınıp durduğu ç n de b r yere a t olma duygusuna sah p olamamıştır. Bu huzursuzluk ve a t olmama duyguları Jack Kerouac'ın eserler nde öneml b r yer tutmuş ve kend tarzlarında huzur bulamamış okuyucularıyla –kend kuşağı ve b r sonrak yle- arasında b r bağ kurmasında yardımcı olmuştur. Ateşl b r yazar olan Kerouac, yanında her zaman b r defter taşırdı. Arkadaşlarına uzun mektuplar yazar ya da düşünceler n ortaya koyardı. Bu süre zarfında yayımlanmamış, b rb r ardına romanlar yazdı. 1950'de Kerouac, tek kızı Jan Kerouac'ı doğuran Joan Haverty le evlend , ancak bu k nc evl l k de b r yıldan az b r süre sonra boşanma le sona erd . Yaşadığı yolu yazmak sted . B r kez ve h çb r düzenleme olmadan. N san 1951'de Kerouac, dakt lolarına çok büyük b r kâğıt parçası koydu ve üç haftalık b r patlamayla "On The Road(Yolda)" olan 175.000 kel mel k romanı yazdı. Ancak 7 yıl boyunca yayımlanmadı. 1957 yılının Eylül ayında V k ng Yayınları, Yolda'yı yayımladı. Yolda, Beat Kuşağı'nı d ğer pek çok eserden daha y bet mlem şt . K tap 1950'ler n öncü eserler nden olmuştu ve Kerouac'ın gel şt rd ğ yen b r tarz olan “spontane düzyazı” tekn ğ yle yazılmıştı. Yolda, k adamın, Sal Parad se(Jack Kerouac) ve Dean Mor arty(Neal Cassady)'n n g derek artan dostluğunu ve Amer ka kıtasındak karşılıklı seyahatler n anlatıyor. Daha der n b r düzeyde, anlatıcının d nsel hak kat
arayışının ve 20. yüzyılın ortalarındak Amer ka'nın çoğu tarafından ben msenen değerlerden daha der n değerler n öyküsüdür. Yolda, pek çok nsana kend ler n ve dünyayı keşfetmeler ç n yola çıkmaları konusunda lham verd . Bu Kerouac'ın bekled ğ b r şey değ ld . O kend n bulmak ç n yazıyordu, başkalarına lham vermek ç n değ l. Yolda, Kerouac'ı ulusal b l nc n ç ne doğru tt . Kerouac bu sayede c dd b r yazar olarak değ l, Beat Kuşağı'nın sözcüsü olarak ün yaptı. Beatler b r grup as ve n h l st genç olarak, Jack Kerouac da onların Kralı olarak görülüyordu. Fakat bu onun h ç stemed ğ b r sonuçtur. Bu kuşağı doğru düzgün tanımlamak ç n Kerouac, Beatler hakkında pek çok makale yazdı. Jack Kerouac'ın eserler Beatlere ve bunun sonucunda 1960'ların karşı kültür hareket ne lham verm şt r. Medya bu k akımın yüksel ş n Kerouc'a atfetm ş, Beat Kuşağı'nı yen ve geç c b r moda olarak algılamıştı. Pek çok gazetec Kerouac'la k tabı hakkında değ l Beatler hakkında konuşmak st yordu. Beatler neyd ? Neye nanıyorlardı? Medya onların heps n bedensel ht yaçlarını g dermek ve toplumun kurallarına karşı koymaktan başka b r şeyle lg lenmeyen genç suçlular olarak görüyordu. Fakat Kerouac, Beat Kuşağı'nın kend kend s n tanımlaması n yet ndeyd . Yolda'nın kompoz syonu ve yayını arasında geçen altı yılda, Kerouac kapsamlı b r şek lde seyahat ett . B r sonrak yayımlanan romanı The Dharma Bums (1958), Kerouac'ın b r Zen şa r Gary Snyder le b r dağ tırmanışında manev
aydınlanmaya doğru attığı tuhaf adımları anlattı. Zen Kaçıkları da genç b r nesle lham verd , fakat farklı b r şek lde. Zen Kaçıkları doğanın üstün olduğu b r rol oynadığı daha ruhan b r çalışmadır. Kerouac ayrıca, daha sonrak yıllarda, çoğunlukla uzun b ç ml serbest ayet ve Japon ha ku formunun kend vers yonunu oluşturan ş rler yazdı. 1960'larda başlayan karşı kültür hareket ABD'y kutuplaştırdı. Beatler pol t kayla lg lenmezlerken bu yen kuşak özell kle pol t kayla lg l yd . Onlar V etnam Savaşı'nı protesto ett ler ve kend ler n uyuşturucu, seks ve rock müz ğe verd ler. Beatler g b onlar da toplumun normlarının kend ler ne ney n doğru olup olmadığını anlatmasına rağmen kend ler n özgür b r şek lde fade etmek sted ler. Beatler n aks ne pol t k b r duruşa sah pt ler ve toplumu değ şt rmeye çalıştılar. Bu Kerouac'ın müdahale etmeme konusundak düşünceler ne zıt düşüyordu. Bu yen gençl k hareket Jack Kerouac'ı tekrardan ön sıraya get rd . Kerouac h pp eler n as duruşları sebeb yle suçlandı. O, Amer ka'dak bu yen belayı başlatandı. Onun k taplarında yer verd ğ c nsell k ve uyuşturucu kullanımı bu yen nesle Amer kan gelenekler ne karşı çıkmak ç n lham verm şt . 1960'larda, özell kle k k tap, topluma lham kaynağı olmuştu: Yolda ve Zen Kaçıkları. Düşünceler ve kavramlar, tamamıyla Kerouac'ın değ ld . Ama bu kavramları toplu tüket m ç n toplumun önüne koyan Kerouac'tı. Çünkü onun Beatler n Kralı olarak anılmasına sebep olan k tapları yazmıştı ve sonuç olarak H pp ler n Büyükbabası olarak anılmaya başlanmıştı. Fakat onun okuyucu k tles onu ve hakkında yazdığı karakterler b rb r nden ayırt edemed . G nsberg, Burroughs ve Cassady 1960'ların karşı kültür hareket n her yönden ben mserken Jack Kerouac arada b r yerlerde kalmıştır. Kerouac asla lham verd ğ kuşağı tamamıyla destekleyemem ş ya da dışlayamamıştır. Çünkü Kerouac, Beat Kuşağı'nı çağdaşlarından farklı algılamıştır. Beat Kuşağı'nın d ğer üyeler neye nanırsa nansın Kerouac'ın neye nandığı açıktır. Beat Kuşağı doğası gereğ nançlı, pol t kayla alakasız ve toplumun sınırlamalarından özgürdü. Bu Jack Kerouac'ın gelecek nes llere m rasıydı.
Onun an şöhret muhtemelen onun başına geleb lecek en kötü şeyd , çünkü önümüzdek b rkaç yıl ç nde ahlak ve manev düşüş yaşadı. 1962'de yayımlanan "B g Sur" büyük yetenekle kutsanmış ve kend n mha etme steğ yle lanetl b r adam olan Jack Duluoz'un h kâyes d r. Jack, B g Sur'da kent yaşamının ve alkol zm n n stres nden sıyrılmak ç n yaptığı z yaretler anlatıyor. Ancak Jack ülkede yaşamın tecr d yle başa çıkmakta başarısız oluyor ve bu yüzden her zaman hevesle şehr n stres ne ger dönüyor. B g Sur, Kerouac'ın en zor ve en nsancıl çalışması, son büyük romanında tüm ürpert c deney m n ortaya koydu 1960'ların k nc yarısında Kerouac, Beatler ve H pp eler hakkındak sorulardan bıkmıştı. Kerouac onların pol t kalarından ve varklıklarının sebeb n n kend s ne atfed lmes nden sıkılmıştı. Röportajlarda ve yazdığı makalelerde sık sık kend s n onlardan ayrı tutmaya çalışıyordu. Yen lenm ş ve yalnız, Kal forn ya'yı Long Island'dak annes yle b rl kte yaşamak ç n terk ett ve hayatının ger kalanında annes nden ayrılmayacaktı. Yayımlamaya devam edecek, z h nsel olarak uyanık ve farkında olmaya devam edecekt r (her zaman sarhoş olsa da). Ama 'B g Sur'dan sonra yaptığı çalışmalar, kend akıl almaz yanılsamalarına kapılmış b r nsanın kopuk b r ruhunu gösterd . Kerouac 1966'da Stella Sampas le evlend . 21 Ek m 1969'da 47 yaşındayken, mas f m de kanamasından el nde b r kalemle öldü. Lowell yakınlarındak a len n ger kalanıyla b rl kte gömüldü. Eserler yle “60'ların açık sözlülük, sam m yet ve dürüstlüğüne öncü olmuş, daha önceden nsanların arasındak yakınlığa engel olan resm yet ve sam m yets zl ğ n çoğunu yok etm şt r.” Jack Kerouac, yol göster c ve syankâr gençl ğ n hayal gücünü yakalamaya devam ed yor. Kerouac'ın d ğer eserler nden bazıları: The Subterraneans(1958), Magg e Cass dy(1959) Dr. Sax(1959), Tr stessa(1960) V s ons of Cody(1960), Sator n Par s(1966)
Gökyüzü geniş, hayat kısa, hayaller sonsuzken yol özgürlüktü. Yol dostluktu, maceraydı; sonsuz olasılığın toplamı, yaşamın kaynağıydı.
Hızla giden bir arabanın dikiz aynasına yansıyordu hayatın anlamı...
Gecenin ortasında bir şeye karar vermeye çalışan ve önlerindeki karanlıkta geçmiş yüzyılların tüm ağırlığını taşıyan üç yeryüzü çocuğuyduk biz.
Hepimiz aynı yolun yolcusuyuz. Hiçliğin altüst olmuş gölünde ufak dalgalarız.
JACK KEROUAC
Çünkü benim ilgimi çeken insanlar deli olanlardır, yaşamak için deli olan, konuşmak için deli olan, her şeye aynı anda ihtiras duyan, hiçbir zaman esnemeyen ya da sıradan bir şey söylemeyen...
Ben düşünmekten yoruldum, benim yerime de düşünür müsün? Benim yerime ilgilenir misin insanlarla, yalanla, ihanetle, yalnızlıkla? Geceleri birdenbire bastıran sağanak yağışlı korkuları alır mısın yamacımdan? Gündüz gözüyle sevemiyorum kimseyi. Yüreğimdeki bu düğümü çözebilir misin ?
Sırtüstü uzanmış, gözlerimiz tavanda yatıyor ve Tanrı'nın hayatı bu kadar acıklı kılarken ne planladığını düşünüyorduk.
Huzur aniden gelecek ve geldiğini fark etmeyeceğiz.
“SEYFÈ” DÈYE BÈRÈ Elif Sena YALÇIN Seyfi ağabey var b z m mahallede. Vardı, daha doğrusu. Y rm küsür yaşlarında, tem z kalpl , tem z yüzlüydü. Babası o küçücükken çekm ş, g tm ş. Annes ortada kalmış karnı burnunda, k çocukla. B rkaç kere çaya çağırmıştı annem, o zaman anlatmıştı başından geçenler . Lat fe teyze çok güçlüydü. Dürüsttü, mütevazıydı. Anası babası okutmamış zamanında, o yüzden elle tutulur b r mesleğ yoktu. B r sürü şte çalıştı. Bulaşıkçılık, garsonluk, tem zl kç l k. En büyük avantajı ehl yet yd belk . Zeng n b r a len n kızına şoförlük yaptı. Kızın a les aşırı korumacı olduğundan erkek şoför stemem şler. Lat fe teyze kızın şımarık hareketler ne ayar olunca fabr kada ş bulduğu g b verm ş st fasını. B r ara barda çalışıyordu barmen olarak. İşten çıktığı b r gece yorgun argın eve yürürken kansızın b r atlamış üzer ne. Orada tecavüz etm ş Lat fe teyzeye. Saat gecen n üçü, kadın koşa koşa b ze gelm şt . Annem tek arkadaşıydı onun. Öyle acılı ağlıyordu k ... Bu olay sonrası Gülsüm doğdu. Kadıncağızın omuzlarına b r yük daha eklenm şt . Gülsüm b r yaşına bastığı ay Lat fe teyze yolda yürürken devr l verd yere. Ambulansı çağırdık ama araç gelmeden ölmüştü orda. Doktorlar kalp kr z dem şt . Neredeyse bütün mahalle, cenazes ne katkıda bulunmuştu. Mezar taşını falan yaptırmışlardı. Hayattayken yardım etmek ayıp mıydı acaba? Seyfi ağabey on altısında kardeşler ne baba olmak zorundaydı artık. Gülsüm'e bakmaya çalıştı ama yapamayacağını anlayınca b r gece cam n n önüne bırakmış. Ne yapsın? Al ve Selma'ya bakmak, onları okutmak ç n okulu bıraktı. B r sürü şte çalıştı anası g b . Ödeyemed ğ ç n lk önce elektr ğ , sonra suyu kes ld evler n n. Defalarca ödemey tekl f etm şt k oysa. B r k ay sonra da evden çıkmak
zorunda kaldılar. Al ve Selma da okula g tm yorlardı artık. B r hafta b z m evde kaldılar ama Seyfi ağabey yed remed gururuna. B z m evden de çıktılar. Allah'tan o günlerde hava sıcaktı. Artık sokaklarda yaşamaya başlamışlardı. Seyfi ağabey ne kadar kızsa da Selma arada d len yordu. B z ve b rkaç esnaf arada para yardımı yapıyorduk. Mahallen n ger kalanı kör müydü acaba? B r gece b r parka g d p bankın b r ne oturmuşlar. B rb rler ne sarılıp doya doya ağlamışlar. Hem günün hem de hayatın yorgunluğundan uyuyakalmışlar sarmaş dolaş. O gece Selma ve Al 'y kaçırmış b rkaç şeref yoksunu. Muhtemelen bayıltmışlar çocukları yoksa Seyfi ağabey durmazdı. Uyanınca çıldırmıştı Seyfi ağabey. Hemen pol se g tt k annemlerle. Pol s ararken mahallel de b rleşm ş, kend çapında arama kurtarma çalışması yapmıştı. Seyfi ağabey b ze davet ett k. ''En azından kend n toparlayana kadar kal.'' ded k. Üç gece kaldı, dördüncü gece haber vermeden g tm ş. Yaklaşık k ay görmed m Seyfi ağabey . Okulun lk günü, ders saatler b tt kten sonra arkadaşlarımla parka g tm şt k. B r baktım banka Seyfi ağabey yatıyor. Saçı sakalı uzamış, kıyafetler k rlenm ş, yüzünde yorgun b r fade. Uyandırmak stemed m ama yanına yaklaştığım anda açtı gözler n . Gözler ş şm ş, adeta kan çanağı olmuş. Göz altları mosmor, nefes ölüm kadar kötü kokuyordu. Ben görünce savunmaya geçecekt ama tanıdığını bell eder şek lde yüz hatları gevşed . Mahcup b r tavırla eğd boynunu. Yanına oturdum, el m dostça omzuna attım. ''Özlett n yahu.'' ded m buruk gülümsemes ne cevaben. ''Had , gel b ze g del m.'' dey nce gurur t msal adam h ç ses etmeden kalktı ayağa.
Öyles ne zayıflamıştı k , kazağı babasının kazağını g ym ş b r çocukta durduğu g b duruyordu üzer nde. Pantolonunu kemer n yet ne kullandığı k rl b r ple sab tlem şt yer ne. Yol boyunca sess z kaldı. Zaten yorgunluğunu anlatması ç n cümlelere ht yaç duymuyordu. Herkes şaşkınca b ze bakıyordu. Daha doğrusu Seyfi ağabeye bakıyorlardı. Onlara göre d ğer fak r nsanlardan sadece b r yd Seyfi ağabey. Onun h kayes dost mecl sler nde anlatacakları b r sohbet konusuydu sadece. Eve geld ğ m zde annem şaşırdı ama b r yandan da hayatta olduğuna sev nd . Her namazdan sonra Seyfi ağabey katardı dualarına. Tem zlenmes ç n banyoya soktuk, karnını doyurduk falan filan. Babam akşam onu görünce çok sev nm şt . Çay ç p telev zyon zled ğ m z akşam vak tler ne kadar neredeyse h ç konuşmadı. Gözler hep yerdeyd , eller t tr yordu. Programın ortasında ağlamaya başlamıştı. Sak nleşene kadar tek kel me etmed k. Ne d yeb l rd k k ? Sonra başından geçenler anlattı. Ortadan kaybolduğu k ay boyunca her yerde ş aramış. Bulab ld ğ her yerde çalışmış. Ama patronlar deney ml eleman st yor ya, kolay olmamış ş bulmak. Banklar, harabeler yatağı olmuş her gece.
Kazanab ld ğ para ancak yemeğ ne yet yormuş. Parası artsa b le kalacak b r yere ya da kıyafete yetm yormuş. Ceb nde b r m ktar artan paraları da defalarca çalmışlar. Günlerce aç kalmış,tac ze uğramış. Sarsıla sarsıla anlatmıştı her şey .Annem sess zce ağlamıştı. B r hafta kadar kaldı b z mle. Sonra gururu ağır geld y ne. Tekrardan esk hal ne dönmüştü.Yardımları kabul etm yordu. İnsanlar parayı o uyurken ceb ne koyuyordu. Sonra öğrend k k uyuşturucuya ver yormuş parayı. B r süre ortadan kayboldu sonra duyduk k kıymış canına. B r b nanın tepes nden ncec k beden n bırakıverm ş.
GÜLCEMAL
Nur Ece DURAK
Ser n ve yağmurlu b r günün ardından nihayet akşama ermişti güzel Cunda. Toprak kokusu, Remziye ninenin peksimetinin kokusuyla harmanlanmış ve tüm sokağa yayılmıştı. Sokakta oynayan çocukların şirin sesleri duyuluyordu: ''Evli evine,köylü köyüne,evi olmayan fare deliğine.''. Ayşe de onlarla birlikte tutturmuştu bir ritim, o da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Birden Ayşe, Remziye ninenin peksimet kokusunu aldı, başladı koşmaya. Ayakkabıları ıslak taşların üzerinde kayıyordu ama şu an onu ilgilendiren Remziye ninenin Girit peksimetiydi. Büyük bir hızla yaşlı ninenin kapısını vurmaya başladı ''pat,pat,pat''. Cevap gelmeyince elini kızarıncaya kadar kapıya son hızla çarptı ''patt,patt,patt''. Remziye ninenin gözleri kapının aralığından gözüktü. Şaşırmıştı Remziye nine. Ayşe'ye sordu: ''Ne oldu kopelyamu?''. Ayşe birden atıldı: ''Peksimet kokusu aldım da ondan geldim.''. Remziye nine kapıyı sonuna kadar açtı. Ayşe içeri sabırsızlıkla girdi, mutfağa doğru koştu. Remziye ninenin göçük, biraz da küf kokan koltuğuna oturdu. Remziye nine ayaklarını sürüye sürüye eskimiş bir tabak aldı. İçine mis kokulu, biraz da sert olan peksimeti koydu. Ayşe ağzını şaplata şaplata, büyük bir zevkle peksimetleri yemeye başladı. Teşekkür etmesi gerektiğini unutmuştu, birden yanakları bir elma gibi kızardı. İki kelime ağzından bal gibi damladı: ''Teşekkür ederim.''. Remziye nine bir hoş olmuştu ama hoşluğu kısa sürdü. Çünkü ayakları yine büyük bir acıyla
ağrımaya başlamıştı. Ayşe yaşlı ninenin huzurluğunu fark etti. Merakla sordu: ''Ne oldu Remziye nine ne oldu?''. Remziye nine belinin arkasına bir yastık aldı. Acının verdiği huzursuzlukla ''Romatizma, toninefçimu, romatizma...'' dedi. Derken bile sanki ağzı da acıyormuş gibi zor konuşuyordu. İçerisini büyük bir sessizlik kapladı. Ayşe maviş gözlerini etrafta gezdirmeye başladı. Gözü masanın üzerindeki siyah beyaz fotoğrafa takılmıştı. Fotoğrafın üzerinde, koca bir geminin önünde resim çektirmiş üç tebessüm eden yüz vardı. Geminin adı ise Ayşe'nin dikkatini çekmişti. Adını mırıldanarak söyledi ''Gülcemal''. Remziye nine aniden irkildi ve sordu: ''Ne oldu kopelyamu?''. Ayşe fotoğrafı küçük parmaklarının arasına alarak ''Remziye nine, bu resimdekiler kim? Siz burada neredeydiniz? Şu geminin adı neden Gülcamal?'' diye arkası kesilmeyen sorular sormaya başladı. Remziye ninenin asık ve huzursuz suratı, yerini tebessüm eden bir yüze bıraktı. Ayşe birden sustu. Çünkü çok konuştuğunu anlamıştı. Remziye nine acının verdiği zorlukla ''Ortadaki benim, sağımdaki uzun boylu babam, solumdaki ise vefakar anam. Arkamızdaki büyük gemi ise mübadillerin 'Kurtuluş' gemisi 'Gülcemal' toninefçimu.'' ded . Ayşe meraklı gözlerle nineye bakmaya devam etti. Remziye nine ''Tabi sen nereden bileceksin mübadilleri? Ben sana anlatayım güzel yavrum.'' dedi. Ayağa kalktı ve ayaklarını sürüye sürüye eski bir rafın üzerinden büyük bir kutu aldı. Tekrar ayaklarını sürüyerek göçük koltuğa ağır bedenini bıraktı. Kutunun kapağını dikkatle açtı. İçinde daha birçok fotoğraf vardı. Fotoğraları Ayşe'nin kucağına koydu ve başladı Lozan'ın mübadillerini anlatmaya: "Yıl 30 Ocak 1923. Lozan antlaşmasın imzalandığı ve binlerce insanın yaşamını değiştirecek olan o tarih... Bu tarihi duyan mübad ller n gözlerin yaşartan bir muamma. Biz de o muammanın çocuklarıyız yavrum. Bu antlaşmada verilen karara göre Türkiye'deki Rumlar Yunanistan'a, Yunanistan'daki Türkler Türkiye'ye yerleştirilecekti. İşte ben ve ailem bu antlaşmanın kader arkadaşlarıyız.
Bu kararı ailemden önce ben öğrenmiştim ve aileme nasıl açıklayacağımı bilmiyordum.Biz Girit'te kıt kanaat geçinen, bir küçük evi ve iki ineği olan Girit'li Türklerdik. Bunları bırakıp nereye giderdik? Anneme anlattığımda baygınlık geçirdi ve onu zor uyandırdık. Dolayısıyla babam da bu acı haberi annem uyanınca öğrendi. Sadece bana güvenmeyip, önüne kim gelse kolundan tutuyor ve ağlayarak 'Bu doğru mu? Biz buralardan gidecek miyiz? Lozan imzalandı mı? Ne olacak bizim halimiz?' diye ardı arkası kesilmeyen sorular soruyordu. Yolda onu bu halde görenler deli sanıyorlardı. Babamı elinden tutup bir kenara çektim. Babamın ağlaması kes ld ğ nde eve geri döndük. Yavaş yavaş hazırlıklara başladık. İki ineğimizi çok cüzi bir fiyata sattık. İçim acımıştı, onları özleyecektim. Çünkü tüm gelirimizi bu iki inekten sağlıyorduk. Onların ak, tertemiz sütünden peynir, tereyağı, yoğurt yapıyor ve satıyorduk. Acaba Türkiye'de nasıl geçinecektik? Mübadiller kafileler halinde Türkiye'ye götürülüyordu. Bir gemi vardı ki adı ile ün yapmıştı. Mübadiller onu 'Kurtuluş' gemisi olarak anıyorlardı ve her mübadilin hayali o gemi ile Türkiye'ye gitmekti. İşte bizim bu hayalimiz gerçek olmuştu. Biz 'Kurtuluş' gemisi 'Gülcemal' ile karşı kıyıya geçecektik. Ben ve ailem hazırlığımızı tamamladık. Son kez eve bakıp dönmemek üzere kapıyı sıkıca kilitledik. Ben bu sokaklarda büyümüştüm, bu sokakların çocuğuydum. Ben düştüğümde onlar avuturdu beni. Şimdi kim avutacak beni? İşte ben bu düşüncelerle ayrıldım çocuğu olduğum sokaklardan. Kafile toplanıyordu. Dediklerine göre en kalabalık kafile bizim kafilemizdi. Gülcemal'i gördüğümde gözlerim kamaşmıştı. Hayatımda bu kadar büyük bir gemi görmemiştim. Gemi suyun üzerinde tüm asaletiyle yüzüyordu. Ama beni çok korkutan bir şey vardı ki, o da gemide çok yaygın bir hastalık olan veba idi. Sadece benim değil, tüm kafilenin korktuğu bir illetti bu. İnsanı ölüme kadar götüren bir illet. Ben bunları aklımdan geçirirken biri beni kolumdan büyük bir hızla çekti ve kollarının arasına aldı. Sonradan babam olduğunu anlamıştım. Babam 'Fotoğraf çektireceğiz çocuğum' dedi. Üçümüz de tebessüm ettik asil Gülcemal'in önünde. Ama bu tebessümün içinde büyük bir hüzün ve ayrılık acısı vardı. Kafile yavaş yavaş 'Kurtuluş' gemisine binmeye başladı. Biz gemiye bindiğimizde oturacak yer bulamamıştık. Gemiyi pis bir koku kaplamıştı ve bu pek hoşuma gitmemişti. Ben bir sağıma bir soluma bakıyordum. Gemiyi ve insanları tek tek inceliyordum. Babamı ve annemi unuttuğum aklıma gelmişti. Yanıma baktığımda ve babamı göremediğimde paniğe kapılmıştım. Artık gemi ve insanlar umurumda bile değildi. Ben babamı kaybetm şt m. Onu bulduğumda burnundan
kan akıyordu ve tir tir titriyordu. Korkmuştum, acaba deniz mi etki etmişti yoksa –en korktuğum- vebaya mı yakalanmıştı? Gemi hareket ettiğinde yer bulmuş ve babamı da kuytu bir köşeye oturtmuştuk. Bayağı yol kat ettik. Acıkmış ve susamıştık. Annem bohçadan, yaptığı peksimetleri çıkarmıştı ama peksimete katık edecek yemek yoktu. Kuru kuru peksimet yedik. Gemi tüm asilliğiyle suları yarıyor ve sanki 'Çekilin, mübadiller geliyor, çekilin!' diyordu. Ben uykuya dalmıştım. Kalktığımda babamı daha da titrer buldum. Bir tayfa yanımızdan geçerken ona seslendim ve durumu anlattım. Babamın en yakın sağlık merkezine götürülmesi gerektiğini söyledim. Tayfa buraya deniz yoluyla en yakın yerin Cunda olduğunu söyledi. Ben 'Çabuk bir sandal indirin, Cunda'ya gideceğiz anne.' dedim. O cesareti bir anda kendimde bulmuş ve anneme de babama da ben sahip çıkmaya başlamıştım. Bizi sandala bindirdiler ve sandala da bir kürekçi verdiler. Bizi o yetiştirecekti imdad-ı sıhhiyeye. Kürekçi küreklere tüm gücüyle asılıyordu. Babamın ateşi artmıştı. Ben ve annem endişeleniyorduk. 'Baba dayan, az kaldı, dayan.' ded m. Babam elimi acıtarak sıkmaya başladı. Acı çektiği çok belliydi. Babam 'Kızım, bu ülkeye ve vatana siz sahip çıkacaksınız. Ben bunları göremeyebilirim yavrum.' dedi. Sözünü keserek 'Öyle deme baba, göreceksin, göreceksin.' dedim ama babam çoktan son nefesini vermiş ve gözlerini sonsuza dek yummuştu. Ben ağlayamıyordum. Çünkü bu yaşadıklarımın hepsi bana ağır gelmişti. Üzüntüden bende ne bir gözyaşı ne de bir belirti kalmıştı. Cunda'ya vardığımızda babamı Cunda'nın bereketli toprağına gömmüştük. Ama babam hayatta olsaydı, buraya değil de hayatının geçtiği Girit'e gömülmek isteyeceğinden emindim. Bizi küçük bir çadıra yerleştirdiler. Orada tam iki ay kaldık. Yavaş yavaş Türkçe öğreniyor ve bir derdimiz olduğunda anlatabiliyorduk. İki ayın sonunda şu an oturduğum eve bizi yerleştirdiler. Bu ev Girit'teki evimizin sıcaklığını vermiyordu ama barınacak bir yere ihtiyacımız vardı. Geçimimizi yine hayvancılıktan sağladık. Türk komşularımız b ze iki inek aldılar ve hediye ettiler. Ah Ayşe ahh! İşte mübadillerin hikayesi ve çektiği zorluklar... Eğer ülkeni korur, kollar ve sahip çıkarsan bizim halimize düşmezsin. Unutma, canın pahasına bile olsa bu ülke topraklarını düşmana satma güzel yavrum."
EKONOLOJÈ Emirhan ÇAKIR Ekonoloj ,ekonom ve teknoloj kel meler n b rleşt rerek oluşturduğum b r kel med r.Neden m ekonoloj ? Hayatımızı kolaylaştırmak ç n g ren teknoloj , artık hayatımıza yön ver yor. Ekonom , teknoloj y etk ley nce (lekeley nce), bazı güzel şeyler k rleteb l yor.İnsanoğlu buna dur d yecek m ?Yoksa cüzdanlarının ş ş k durması ç n sey rc m kalacak? S h rbazların b r eşyayı kaybetmek ç n kullandıkları keseler vardır. Bu s h rl keseye sah p olduğunuzu düşünün. Bu s h rl kesede her şey var ve sted ğ n z şey ç nden alab l yorsunuz, hayatınızı kolaylaştırıyor. Bu kesey bırakmak ster m yd n z?Her şeye sah p olmak s zce y b r şey m yoksa kötü b r şey m ? Sert kayalar b le dış etk ler yüzünden aşınıp küçük parçacıklara dönüşüyor, yan değ ş yor. İnsan da b r madde olduğuna göre değ şmes gayet normal. İnsanda sah p olma duygusu se kaya g b ufalanmıyor, büyüyor. İlk nsanların kullandığı eşyaları düşünün, sınırlı değ l m ? B z m kul-landığımız eşyaları düşünün. Sah p olduğumuz eşyalar gün geçt kçe artıyor.Çok eşya le daha mı mutluyuz? Refah sev yem z arttı mı? Çoğu k ş n n en büyük sorunu mutsuzluk, hayattan bekled ğ n alamama. Çok eşyamız olduğu ç n m mutsuzuz? Pek sınırsız şeye sah p olmak s zce hala korkutucu değ l m ? Sınırsızlık aslında yaşa-dığımız gezegende mantık hatalarına sebep olab l yor çünkü yaşadığımız yer sınırlı. Sınırsız şeye sah p olacaksınız d yorum ama lk akla gelen, somut varlıklar. Aslında soyut varlıkları unutmamak lazım. Mutluluk, korku, üzüntü... Bunların ç ne b lg y de katab l r z. Kesen n ç nden mutluluk da çekeb l rs n z, korku da, b lg de. Had bu kesey kullandığınızı varsayalım ve neler olab leceğ n görel m. Bu kesey b r haftadır kullanıyorsunuz ve arkadaşlarınız s zdek değ ş m fark ed yor. Artık daha b lges n z ve daha mutlusunuz. En yakın arkadaşınız se s zdek bu değ ş m n kaynağını soruyor ve s z kesey göster yorsunuz. Çok şaşırıyor ve o da kullanmak st yor. S z de b r gecel ğ ne ona ver yorsunuz. Onun geces b r masal g b geç yor ama s z ızdırap çek yorsunuz. Aklınıza parlak b r fik r gel yor. Hemen arkadaşınızla buluşuyorsunuz ve o kesen n ç nden b r
kese daha çıkarıyorsunuz. Keseden kese çıkararak mutluluk ve b lg yayıyorsunuz dünyaya. Bu s z n sayen zde oldu, s z n aklınıza geld keseden kese çıkarmak. Sınırsız b lg , nsanlarda kontrolsüzlüğe yol açıyor çünkü nsanlar artık her şeye sah p. Mutluluğu o kesen n ç nden alab l yorlar, b lg y oradan alab l yorlar. Artık nsanlar b rb r yle esk s kadar konuşmuyor çünkü sohbetten duyduğu mutluluğu keseden alab l yorlar. İnsanlar kütüphanelere g tm yor artık çünkü keseden b lg y alab l yorlar. B r gün b r bu keseden çıkan mutluğun az olduğunu düşünüyor ve daha fazlasını st yor keseden. Kese bunu ancak kend s le daha fazla zaman harcarsa vereb leceğ n söylüyor.Mutsuz k ş n n ş se keseyle lg lenmes ne engel oluyor ve o da ş nden çıkıyor daha fazla mutluluk ç n.Mutluluğu alıyor, kullanıyor ama ş n kaybett ğ ç n üzülüyor. Sonra üzüntüsünü geç rmek ç n mutluluk alıyor keseden ama bunun, kend nden b r şey ver p aldığı mutluluk kadar güzel olmadığını fark ed yor. Sonra o, en y mutluluktan almak ç n arkadaşlarından vazgeç yor.Sürekl b r şeyden vazgeç yor. En sonunda vazgeçeb leceğ tek şey kalıyor:Vücudu. Zaten karak-ter nden vazgeçm şt . Vü-cudundan da vazgeçt sonunda ve kostüm g ymek zorunda kaldı. Çünkü artık onun vücudu kend s ne a t değ l. İnsanlar onu kend vücuduyla görmemel . Bu kostümlü k ş de başkalarına benzemeye çalışıyor, onlar g b yürüyor, onlar g b g y n yor, onlar g b konuşuyor.Kostümlü k ş kostümlüler takl t ed yor. Belk de s ze masal g b gelm şt r anlattıklarım ama bunlar gerçek. S h rl kesem z yok ama teknoloj d ye b r kavramımız var. Ne güzel başladı değ l m masal? Mutluluk ve b lgel kle başladı, üzüntü ve takl tle b tt . Teknoloj de böyle başlamadı mı? İlk zamanlarda ateş nsanlara gerçekten de büyük yararlar sağladı ancak daha fazla toprağa sah p olmak steyen(daha fazla mutluluk) nsanlar ateşle b rb r n öldürdü. Daha kolay öldürmek ç n se toplan, tüfekler , bombaları yaptı. Ateş lk zamanlarda nsanların hayatını uzatırken, daha sonra
b rb r n n hayatını b t rmek ç n kullanıldı. Teknoloj n lk zamanlarda yararlıydı,hayatımızı kolaylaştırıyordu,zor şler onlara yaptırab l yorduk. Zaman alan şeyler daha kısa sürede yapab l yorduk. Kend m ze ayırab leceğ m z zamanımız kalıyordu. Ateş keşfet-t ğ m zde hayatımız hem uzamamış hem de kolay-laşmıştı.Ateş, keseden alınan lk karşılıksız mutluluktu. B ze teknoloj masaldak g b lk olarak mutluluğun küçüğünü verd ama b z bunla yet nmed k. Zor olan şler artık başkalarına yaptırmamız gerek yordu b z de bunları mak nelere yaptırmaya karar verd k.B z de bell kısmın şler n eller nden alıp keseye verd k.(Masaldak karakter n ş nden çıkması) Mak neler şs zl ğ artırdı ama bu kötü b r şey değ ld çünkü şs zl k düzelt leb l rd . Mak neleşme yüzünden dünya b r tokat yed ama bu küçük b r darbeyd , daha yılan küçüktü. Mak neleşmeden sonra teknoloj daha hızlı büyüdü ve b lg sayarlar ortaya çıktı. B lg ye artık kolayca er şeb lecekt k.Bu da kütüphanelere g denler n sayısını azalttı.B lg sayarla b rl kte sosyal medya ortaya çıktı.Artık sosyalleşeceğ m z (daha fazla mutluluk) b r platform vardı ama daha fazla sosyalleşmek ç n kend m zden b r şey vermem z gerek rd . Sosyal medyada ünlü olmak(daha mutlu olmak) ç n bell kısım zamanını, karakter n , eğ t m n , değerler n h çe saydı. En sonunda kend vücudunu beğenmed ve s h rl keseden vücudunu yen den tasarlaması ç n amel yat sted .Pek bu k ş amel yattan sonra mutlu olacak mı?Kostümü artık g yd m ?
Belk de teknoloj y yermem n yanlış olduğunu savu-nuyorsunuzdur ama b z teknoloj y b l m,sanat g b dallara yönel k gel şt receğ m ze,ekonom ye göre gel şt rd k. Tasarım-cılar sanat ç n tasarlamadı daha fazla ürünün satışı yapılsın d ye tasarladı.Müz kle uğraşanlar da daha fazla zlenmek ç n kl p çekt , d nlenmek ç n değ l.Sosyal medyada çer k üret c ler daha fazla zlens n d ye yürüyüşler n , konuşmasını, davranışlarmı, vücudunu değ şt rd .Sosyal medyanın gücünü se geçt ğ m z aylarda gördük(Facebook). Teknoloj y ben eleşt rm yorum ben teknoloj n n daha fazla para kazanmak ç n kullanılmasını eleşt r yorum. Herkes n el nde artık s h rl kese var.Bence s h rl kesey atmak artık aptalca.Yapılması gereken kend m zden b r şey vermeden mutlu olab lmek. Saatlerce oyun oynayarak, aptalca v deolar zleyerek,boş boş nternette gez nerek mutlu olmayalım. Mutluluğumuzu gerçek yaşantımızdan alalım. Kend m z ç n yaşayalım, lg toplamak ç n paylaşımlarda bulunmayalım.İnsan olduğumuz ç n paylaşalım ama paylaşım yaparken kend m ze "Neden paylaşıyorum?" sorusunu soralım. Kend m z yargılayalım. "Üne m ,paraya mı, mutluluğa mı sah p olmak ç n paylaşıyorum?" d yeb lel m. Ne kadar evr mleşsek de b r şeylere sah p olma özell ğ n köreltem yoruz.Bazen paraya sah p olmak st yoruz, bazen üne,bazen se köleye.İnsanlar keseden doğru mutluluğu stemed kçe daha çok mutsuzlaşacak.B lg stemed kçe cah lleşecek.Cah lleşt kçe köleleş cek. Neden çoğu nsan sanat ve b l me değ l de sosyal medyada harcıyor zamanını? Neden sanatçılar sanat ç n değ l ün ç n sanatçı oluyor? Neden müz ğ zlen lmes ç n çeker şarkıcılar? Neden bu saçma davranışlar?Ünlenmek m st yoruz, zeng n olmak mı, zlenmek m ?Ne st yoruz b z?İşte en büyük soru bu.İnsanoğlu ne st yor?
DÖNÜN BATIRDIK
“Benim aklımın özgürlüğü vurabileceğiniz hiçbir kilit hiçbir kapı, hiçbir sürgü yo Virginia W
üne t, oktur.” Woolf
ÇIĞLIK NUR ECE DURAK Çığlık atıyorlar. Duyuyor musun? 'Yardım ed n,k mse yok mu?' d ye bağırıyor t z b r ses. Duyan yok. Beyaz yakalı haber sunucusunun otuz san yede sunduğu haberlerde görüyoruz onları. Bazısı açlıktan ölüyor,bazısı şkenceden. Çığlık atıyorlar. Duyuyor musun? Her sess z kalışımızda çığlıkları daha da artıyor. Kulağımıza kadar gelem yor. Çünkü b z sağır oluyoruz solan ç çeklere. Artık farkına varmamız gerek. Çözüm bulmamız gerek. Solan ç çekler n üzer ne b r kürek toprak daha atmamamız gerek. Çığlık atamıyorlar. Duyuyor musun? Herkes duyuyor. Çığlıkları hala semada. Sadece d nley n.Sosyal medyada kuru b r mesajla paylaşılıyor. Üzgün olduğumuz söylen yor. Ama çığlık atamıyor Özgecanlar, Eylüller. Bağıramıyor semaya. Çünkü onlar artık b r melek!!!
Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve onların yerini, milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı alacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk
Tüm insanların uyum içinde birlikte yaşadıkları ve eşit haklara sahip oldukları demokratik ve özgür bir toplum hayali hiç aklımdan çıkmıyor. Bu ideal uğrunda yaşıyorum ama gerekirse bunun için ölmeye de hazırım.
Nelson Mandela
Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.
Malcom X
Bu hayatı olağanüstü bir mutluluk serüvenine çevirecek olan sizlersiniz. Öyleyse, insanlık ve demokrasi adına bu gücü kullanalım ve milliyetçilik hastalığına karşı birleştirelim. Din, dil, ulus ayrımcılığı olmayan yeni bir dünya yaratalım.
Charlie Chaplin
MACERA Küçüktüm, küçücüktüm, Oltayı attım denize; Bir üşüşüverdi balıklar, Denizi gördüm. Bir uçurtma yaptım, telli duvaklı; Kuyruğu ebemkuşağı renginde; Bir salıverdim gökyüzüne; Gökyüzünü gördüm. Büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım; Para kazanmak gerekti; Girdim insanların içine, İnsanları gördüm. Ne yardan geçerim, ne serden; Ne denizden, ne gökyüzünden ama... Bırakmıyor son gördüğüm, Bırakmıyor geçim derdi. Oymuş, diyorum, zavallı şairin Görüp göreceği.
Orhan Veli Kanık
Dilara KESGÄ°N
CEE-EE 18 Yasemen MISIR
Her nsan s nd r lm ş duygularını lla dışarı çıkarır, geç veya erken. “Ahh nerede o günler...", "Ben şu kadarcık olsaydım, vaktim varken değerlendirirdim.", "Sonra çok ararsın bu günleri.", "Keşke yapsaydım diyeceksin.” Bu sözler böyle zincirlemesine gider. Hayatınızda sizi yönlendiren, şekil veren birileri vardır hep. Bireyler hata yapmadan işin gerçekliğini fark edemezler. Minimal derecede anlar s z ebeveynler. Anlamak istemediğinden mi? Tabii ki de hayır, şimdi size bunu okuyun ve anarşist ruhunuzu ortaya atın falan demem. Siz kreşe giderken anne babanız minik kafanızda neler geçtiğini bilmez, tahmin de edemez. Oysa ki sizin tonlarca derdiniz, akşam yattığınızda kafanızdan geçirdiğiniz bir sürü düşünceniz vardır. Belki bir oyuncak, belki de minik bir arkadaş. Küçük şeylerdir, ama unutulmaması gereken büyük şey, herkesin derdinin kendine ağır olduğudur. Bunu baştan söyleyelim de örnek verdiğimiz betimlemeler göze batmasın. Küçük b r çocukken annem ve babam tarafından koruma altında olduğumu düşünürdüm, benden daha yetkili olduklarını ve benim için yaptıkları her seçimin doğru olduğunu... Onların yanında hiçbir felaket beni bulamazdı. Bir yandan bir filmin baş rolünün ben olduğuma inandırmıştım kendimi, aslında bir kısmı doğruydu.
Kreş b ter, hep büyümek isteriz... Büyüdüğümüzde bu dertlerin, kafamızdaki dertlerin geçeceğine, daha mutlu olacağımıza inanırız. Ya geçmişten yakınırız ya da geleceği planlarız. Şimdi bir deniz düşünün, (yazım boyunca bu denizden bahsedeceğim) şu an kumluk tarafta yüzmekteyiz ve gördüğümüz sadece küçük, yeşil, aralıklı yosunlar... O zamannnn, gels n lkokul, daha fazla kend n seven çocuk ve yalnızca b r öğretmen. Aile ile geçen zaman gittikçe azalıyor. Beynin köşelerinde şu düşünce beliriyor: "Niye insanlar benim yerime karar veriyor? Kimse benden güçlü değil ki." Başlasın anneyle anlaşmazlıklar, babaya yapılan cesur başkaldırmalar. İçimizdeki asilik kabarıyor, etrafımız daha da karanlıklaşıyor. Denizimizde derin yerlere gittik artık, kendimizi okyanusta sanıyoruz. Bu dönem bayağı uzun. Osmanlı'nın çöküş yılları gibi düşünün, uzun ve sancılı ama kendi içimizde devrimlerin ilk adımı bu dönemde atılıyor, küçük düşünce tohumlarıyla ve biraz da güneşin yardımıyla etrafımızı görmeye başlıyoruz. Sorumluluk duygusu eşeğe b nd r lm ş yük gibi çünkü şu ana kadar bizim için düşünen, kararlar veren birileri vardı. Şimdi ise kendimizi yalnız hissediyoruz, kendi tembelliğimiz olduğunu kabullenmeyerek. Den zde b r den z kabuğu gördük. Almak için dibe gitmemiz lazım, öhh şimdi bir deniz kabuğu için değer m ki? Basıncın yarattığı etki desen, oksijensiz kalmak desen... Deme böyle ya. Eğer bir kelebek etkisi yaratmak istiyorsak bazı şeyleri göze almamız ve zorluklarla savaşmamız lazım ne yazık ki. Okyanusa ulaşmak çin millerce yolumuz var. Sanmayın ki okyanus dupduru bir güzellik. Tehlikesiyle, acılarıyla, verdiği muhteşemliklerle bir bütün. Yıllar geçiyor, büyüdüğünüzü anlamak zor geliyor, ne ara geldik buralara İsmail abi? Ehh geçip giden zamanı siz durdurun o zaman. Bol bol hatalarla, inişlerle çıkışlarla... Kolay gelsin.
Dilara KESGİN
YENÈ ZELANDA Selinay ARIK
Yen Zelanda, Okyanusya Kıtası'nda yer alan b r ada ülkes d r. Bu yazımda s ze bu ülke le lg l olab ld ğ nce şey anlatmaya çalışacağım. Key fl okumalar. Yen Zelanda para b r m olarak Yen Zelanda doları kullanıyor. B r Yen Zelanda doları 3,32 Türk l rasına denk gel yor. Şu ank başbakan Jac nda Ardern ve başkent Well ngton. Güncel nüfus se 4.693 m lyon. Ülke hakkında temel b lg ler verd ğ me göre ülken n öneml noktalarını ve kültürünün tanıtmaya başlayab l r m. Ülkede en çok konuşulan d l İng l zce'd r fakat k nc resm d l yerl halka a t olan Maor 'd r. Yen Zelanda halkı genel olarak sıcak ve sam m nsanlar olarak anlatılır. Teşekkür etmek ve lütfen demek bu ülkede oldukça öneml d r. Onların s ze gösterd ğ nezaket ve saygıyı s z n de kend ler ne göstermen z beklerler Ülkedek fest vallerden kısaca bahsedecek olursak, en öneml fest val olarak kabul ed len Artsplash Fest val 'n söyleyeb l r z. Bu fest val 1986 yılından ber yapılmakta ve her yıl yaklaşık 18.000 k ş katılıp göster serg lemekted r. Müz k, dans, koro ve t yatro göster ler serg len r. Başka b r fest val olarak Hok t ka W ldfood Fest val 'n söyleyeb l r z. Bu fest val, halkın normal günlerde yemed ğ farklı şeyler n tadıldığı b r fest val olarak tanımlanab l r. Kuzu kuyruğu, koyun beyn , tatlı ekmek g b farklı ve değ ş k y yecekler tadılır. Ülken n görülmes gereken doğal güzell kler nden bahsedecek olursak F ordland Nat onal Park'dan başlayab l r z. Bu park der n buzulların er mes le ortaya çıkmış muhteşem b r doğal parktır.
Ülken n şeh rler nden olan Queenstown şehr se ülken n macera kent olarak tanımlanab l r. Bu şeh rde bungeejump ng, shotover jet, sürat motorları le kanyon nehr nde heyecan ve aks yon dolu b r gez , skyd v ng, raft ng g b b r çok maceraya atılab l rs n z. Ayrıca Queenstown, ülken n en popüler kayak merkez olarak kabul ed l yor çünkü Güney Alp Dağları le çevr l b r şeh r. Bahsedeceğ m d ğer b r şeh r se Rotorua. Yerl ler olan Maor ler ç n, sp r tüel merkezlerden b r olarak kabul ed l yor. Bölge volkan k hareketler sayes nde oluşmuş. Bu yüzden bolca gayzer, kaplıca ve çamur havuzlarıyla ünlü. Ülkede, r l ufaklı 144 adanın bulunduğu Körfez bölges ne The Bay of Island den yor. Maceraperest yazar Zane Gray burası ç n "dünyanın kenarı" dem şt r. Anlayacağınız üzere ülkedek doğal güzell kler büyük b r t t zl kle korunuyor. Ş md de ülken n yemekler nden bahsedel m. Yen Zelanda mutfağı, İng l z mutfağına oldukça benzemekted r. Kuzu et , b ftek ve domuz et vazgeç lmezler arasındadır. Ayrıca kırlangıç balığı, ofloz g b okyanus balıkları çok tüket lmekted r. Kumara, yan ülkeye özgü tatlı patates, mutfağın dem rbaşı kabul ed l r. K v , fet joa g b meyveler n sıkça tüket ld ğ ülkede Fransız peyn r de oldukça sık yapılmaktadır. Ülken n hava durumunu tahm n etmek se çok zordur. Kışları ılık ve yumuşak, ağustos ve kasım arası çok rüzgarlıdır. Ülkede ortalama sıcaklık 18-19 dereced r. S ze el mden geld ğ nce Yen Zelanda'ya tanıtmaya çalıştım. Umarım key fle okumuşsunuzdur.
bi’ kuple mi
izah
Barış Arman KARAKAŞ
ALTERNATÈF GELECEK İpek ŞALMANLI “Sen n kazanacağından em n m.” d yordu kend ne Çınar. Bu resim yarışması için o kadar çok çalışmıştı ki kazanamazsa ne olacağını aklına getiremiyor, getirse de hemen başka şeyler düşünmeye çalışıyordu. Evden çıkmadan önce gerginlikle ensesindeki çipi yokladı. Kendisini motive etmek için ortaya birkaç cümle sarf edip evden çıktı. Resim yarışmasının olduğu yere vardığında heyecanı daha da çok artmıştı ve tek istediğinin, sonucu öğrenip eve gitmek olduğunu düşünmeye başlamıştı. Binaya doğru yürümeye başladı. “Kimliğinizi görebilir miyim?” dedi binadaki güvenlik görevlisi. Çınar çipini etkinleştirdi ve görevliye baktı. Lise mezunu olduğunu, güvenlik görevlisi olarak çalıştığını ve üç yıl önce boşandığını gördü. Daha sonra görevliye döndü ve kimliğini uzattı. “Teşekkürler, iyi günler.” Bu çipin dünyadaki tüm gelişmelerden daha muhteşem olduğunu düşünüyordu Çınar. Çünkü insanlar çipleri sayesinde karşısındaki kişilerin geçmişlerinde kayda geçen olayları görebiliyorlardı. Böylelikle hukuk gibi birçok sistemin düzeni değişmiş ve suç oranları da iyice düşmüştü. Hükümet herkesin bu çipe uyum sağlaması için çok uğraşıyordu. Çünkü uyum sağlayamayan bireylerin geçmişi görüntülenemiyor ve o bireyler dünyayı çok daha farklı görüyorlardı: Tüm renkleriyle, canlı ve saf. Oysa ki çip takıldıktan sonra herkes dünyayı siyah- beyaz görmek zorundaydı. Tıpkı Çınar ve çipe uyum sağlayan diğer %96.3'lük kesim gibi. Çınar, birincinin açıklanacağı salonda yerini aldı. Sunucunun yaptığı sıkıcı konuşmaların hızlıca geçmesini umarak dinlemeye başladı. Sıra birincinin açıklanmasına gelince tüm vücudunu sıktı ve sunucunun her kelimesine odaklanmaya çalıştı. Sunucu birinciyi açıkladığında kafasından ayaklarına kadar her yerinde büyük bir acı hissetti. Birinci kendisi değildi, gri tonlarının zar zor ayrıldığı ve neyin ne olduğu bile belli olmayan berbat bir tabloydu. “Bu mu yani birinci? Bu kadar iğrenç bir şeyi mi birinci yaptınız? Bu tablo benim ancak müsveddem olabilir!” diye bağırmaya çalıştı. Fakat alkışlardan sesini duyuramadı. O sırada başının dönmeye başladığını ve vücudunu kontrol
edemediğini hissetti. Bir anlığına dünyayı renkli gördüğünü düşündü fakat daha sonra gözleri karardı ve bilincini yitirdi. Gözlerini açtığında bir hastane odasındaydı. “Çınar Bey, çabuk uyandınız.” dedi doktor olduğunu düşündüğü adam. Çınar, doktorun yüzüne baktı ve geçmişini göremedi. Fakat dünya hala siyah-beyazdı. “Çipim…” diyebildi ancak. “Evet, çipinizle alakalı bir sorun var. Yine de daha sonra konuşabiliriz. Daha yeni uyandınız ve yorgunsunuz.” dedi doktor. Çınar'ın aklına onun da çipe uyum sağlayamayan insanlardan biri olma olasılığı geldi ve çabucak sinirlendi. “Hayır. Sorun değil. Duymak istiyorum.” “Pekala…” dedi. “Çipinizle bir uyum sorunu yaşıyorsunuz. Korkarım ki müdahale edilmezse yaşamaya devam edeceksiniz.” Çınar'ın duymaya katlanamadığı sözcükler doktorun ağzından hızlıca çıkıyordu. “İki seçeneğimiz var. Çipinizi değiştirerek yaşadığınız nöbetlerin önüne geçilebilir fakat bu kesin bir çözüm değil. Diğer seçenek ise, kolay bir ameliyatla çipi almak. Bunu bir düşünün, bir daha asla böyle bir olay yaşamak zorunda kalmayacaksınız.” dedi doktor. Çınar bunun üzerine bir an bile düşünmedi. “Çipi değiştirin!” “Sakin olun, çipi değiştireceğiz. Fakat unutmayın ki çipsiz bambaşka bir dünya da var.” “Başka bir dünya istemiyorum. Çipi değiştirmenizi istiyorum.” Çınar, hastaneden çıktı ve evine gitti. Saat geç olmuştu ve uykusu vardı. Yatağına uzandı, bugün yaşadıklarını gözden geçirdi. Çipini çıkartma düşüncesi bile onu çıldırtmaya yeterken o hadsiz doktorun böyle bir seçeneği nasıl sunduğunu bile anlayamıyordu. Sabah kalktığında ilk işi çipini yoklamak oldu. Daha sonra doktorun önerdiği gibi yürüyüş yapmak için hazırlanıp evden çıktı. Aslında yürümek gerçekten de iyi geliyordu. Dün yaşamış olduğu hayal kırıklığını biraz olsun unutabilmişti. Fakat ne zaman o iğrenç tabloyu birinci seçtiklerini hatırlasa, siniri bozuluyor ve kendini adımlarını hızlandırmış olarak buluyordu. Tek kendi tablosu değil, gördüğü birçok tablo birincininkinden daha
güzeldi. Bu sonucu kabullenmeye çalışmak tam anlamıyla zaman kaybıydı. Yolun sonuna geldiğinde kavga eden iki adam ve polisi arayan birkaç insan gördü. Çınar koştu ve adamları ayırmaya çalıştı. Çok geçmeden polisin gelmesiyle birlikte ayırma çabasından vazgeçti. Adamlara baktı. Birinci adam iyi giyimli, eli yüzü düzgün bir adamdı. Çipini etkinleştirdi ve büyük bir şirkette iş adamı olarak çalıştığını, iyi bir maaş aldığını gördü. Diğer adam ise sabıkalıydı ve oldukça yoksuldu. “Kesin düzgün giyimli olan adam haklıdır.” diye içinden geçirdi. Çınar polislere bakarken düzgün giyimli olan adam Çınar'ın yanına geldi. Kulağına bir şeyler fısıldadı ve polisin kendisini çağırmasıyla geri gitti. Daha sonra başka bir polis memuru, Çınar'ın yanına geldi. “Merhaba bayım, bize ne gördüğünüzü anlatabilir misiniz?” dedi polis memuru. Çınar'ın aklı hala o iş adamının dediklerindeydi ve ne yapması gerektiğini tam olarak bilmiyordu. İş adamı zengindi, eğer onunlehine ifade verirse Çınar'ı gerçekten de zengin edebilirdi. Fakat bunun yanlış olduğunu, yaşanan hiçbir şeyi görmediğini söylemesi gerektiğini biliyordu. Yine de zihnini kurcalayan bir başka durum daha vardı. İş adamının kavga ettiği adam zaten sabıkalıydı ve muhtemelen iş adamının parasını çalmaya kalkışmıştı. Yani iş adamını savunmasının, zaten asıl olan olayı savunması olduğunu düşünmüştü. O yüzden ifade vermeye karar verdi. “Yolda yürüyordum.” dedi ve fakir adamı gösterdi. “Şuradaki adam beyefendinin parasını almaya kalkıştı. Daha sonra olay büyüdü ve kavga çıktı. Ben de ayırmaya çalıştım.” “Anlattıklarınız için teşekkür ederiz.” Hep beraber karakola gittiler, gerekli işlemler tamamlandıktan sonra iş adamını serbest bıraktılar. Çınar doğru şeyi yapıp yapmadığı konusunda biraz tedirgindi. Olayı görmemişti fakat olayın başka türlü gerçekleştiğini de hiç sanmıyordu. Ne de olsa savunduğu adam, hiç isteyerek kavga edecek bir tipe benzemiyordu. Düşüncelere dalmışken o adamın kendisine doğru geldiğini gördü. “Merhaba.” dedi iş adamı elini uzatarak. “Ben Bülent.” “Ben Çınar, memnun oldum.” dedi ve adamın elini sıktı. Neden iş adamının onunla konuşmak istediğini merak etmişti. “Az önce beni savunduğun için teşekkür ederim. Sen olmasan haksız yere tutuklanacaktım belki de.” “Sadece gördüğümü söyledim, bunun için teşekkür etmenize gerek yok.” “Öyle mi?” dedi adam. “Yine de söylemeyebilirdiniz. Minnettarlığımı göstermek için sizinle biraz vakit geçirmek isterim.” Çınar duraksadı. Yalancı tanıklık yaptığından bu kavga olayıyla ilişiğini kesmek istiyordu.
Fakat daha sonra bu adamın onunla niçin konuşmak istediğiyle alakalı bir fikir geldi. Belki de adam ona para teklif edecekti ve bu fırsatı kaçırmak hayatında yapacağı en büyük hata olabilirdi. Üstelik olan olmuştu, değiştirebileceği bir şey yoktu. “Neden olmasın?” dedi Çınar gülümseyerek. Biraz vakit geçirmek için karakolun yakınlarındaki kafeye oturdular, içecek bir şeyler söylediler. Fakat ikisinin arasında büyük bir soğukluk ve sessizlik vardı. Bundan rahatsız olan Çınar ortadaki sessizliği bölmek istedi. “Güne böyle bir olayla başlamak gerçekten garip.” “Evet. Gerçekten öyle.” dedi adam. Yine garip bir sessizlik başlamıştı aralarında ama Çınar diyecek bir şey bulamadı. Bu durumdan oldukça rahatsızdı. Çınar, tam sandalyesini oynatırken üstüne dökülen sıcak bir sıvı hissetti. Her yeri bir kadının döktüğü çay yüzünden yanıyordu. Canı çok yanıyor, gözleri kararıyordu. Arada kadının özür dileyişlerini duyuyordu. Bülent, Çınar'a yardım etmeye çalışıyor, seri bir şekilde iyi olup olmadığını soruyordu. Acının etkisi geçip üzerindeki çay soğuyunca etrafına bakındı. “Beyefendi, her şey yolunda mı?” diyordu kaynağı belirsiz bir sürü ses. Etrafına bakınırken üzerine çay döken kadını gördü Çınar. Çipini etkinleştirip kadına baktığında onun iki yıl önce felç olduğunu öğrendi. “Felç bir kadını kim garson yapar ki? Böyle hatalar oluyor sonunda tabii.” dedi Çınar bağırarak. Kadına birkaç hoş olmayan cümle daha sarf ettikten sonra kalabalık dağıldı ve hiçbir şey olmamış gibi devam edildi. “Sanırım sizinle ne zaman karşılaşsak bir olay çıkmak zorunda.” dedi iş adamı gülerek. Çınar da güldü ve bir süre konuştular. İş adamı onun hakkında endişeli görünüyordu ve Çınar böyle bir “arkadaş” edindiği için mutluydu. Fakat asıl istediği şey, muhabbetlerinin para konusuna gelmesiydi.Sonra da evine gidecek ve tüm gün evde tembellik yapacaktı. Fakat olaylar hiç onun beklediği gibi gelişmedi. Bülent aniden ayağa kalktı, telefon numarasını verdi ve tekrar görüşmeyi umduğunu söyledi. “Tabii ki, görüşmek üzere.” Çınar neye uğradığını şaşırmıştı. Hiç beklediği gibi bir son değildi ve hayal kırıklığına uğramıştı. Boşu boşuna yalancı şahitlik mi yapmıştı? Hesabı ödeyip dışarı çıktı. Çıktığında hala adama söyleniyor, yaptığı yüzünden pişmanlık duyuyordu. “Fakat son görüşmemiz bu değil elbette.” diye içinden geçirdi. Aniden vücuduna bir ağırlık çöktü, resim yarışmasında olduğu gibi başı dönmeye ve dengesini kaybetmeye başladı. Yeniden nöbet geçireceğini anladığından insanlardan yardım istemeye çalıştı. Çipini etkinleştirdi ve insanlara baktı. Ama yardım isteyebileceği niteliklere sahip kimseyi
bulamadı, çaresizce gözlerinin kararmasına izin verdi ve bilincini yitirdi. Gözlerini açtığında yine aynı hastanedeydi ve yine aynı doktor başucunda duruyordu. O doktoru gördüğü an yine sinirlenmişti. Neden olduğunu tam anlayamasa da bu doktora karşı büyük bir nefret besliyordu. Belki de Çınar'a çipi çıkartmak gibi bir seçenek sunduğu için… “Yeniden karşılaştık. Merhaba Çınar Bey.” dedi ve gülümsedi sinir bozucu doktor. “Merhaba. Eğer tekrar soracaksanız, çipimin değişimini istiyorum.” “Aksini diyeceğinizi düşünmemiştim zaten.Fakat çipinizi tekrar değiştirmek bu nöbetleri geçirmeyecek artık.” “Umurumda bile değil. Çipsiz diğer insanlar gibi yaşayamam. Bu çok aşağılık.” “Sizin tercihiniz.” Çınar, çipinin değiştirilmesinden sonra sinirle hastaneden çıktı. Artık çipinin sürekli bozulmasından bıkmıştı. Bir daha tekrarlanırsa ne yapacağı hakkında bir fikri yoktu ve bu onun sinirlerine yenilmesi için oldukça yeterli bir sebepti. Doktordan çıktı ve neden bu kadar kızgın olduğunu, niçin hiç gerçek anlamda mutlu olamadığı sorguladı. Hem boş yere yalan ifade vermişti hem de çipi hiçbir zaman rahat durmuyordu. “Belki de birilerinden bu konu hakkında yardım almalıyım.” diye düşündü. Eve vardığında bugün çıkarken evin anahtarını evde unuttuğunu anladı. “Bugün ne kadar da garip bir gün böyle, neyse ki komşumda bir yedek anahtar vardı.” diye düşündü ve komşusundan yedek anahtarını aldı. İçeri girdiğinde bir şeylerin garip olduğunu sezdi. Odaları yokladı ve eksik olan bir şeyler olduğunu fark etti. Odalarda dolaştıkça içi daha da kararıyor ve midesi bulanıyordu. Uzun bir yoklama sürecinden sonra evine hırsız girdiğini kabullendi ve başka bir soruyu alevlendirdi: “Nasıl?” Bunun cevabı için biraz düşündükten sonra aklına “Anahtarları evde mi bıraktım yoksa bugün buluştuğum birileri tarafından çalındı mı?” sorusu geldi. Evin her köşesine baktıysa da anahtarı bulamayınca çalındığını anladı. Aklına gelen ilk kişi bugün tanıdığı iş adamıydı. Telefonu aldı ve düşüncesinin doğruluğunu teyit etmek için onu aradı. “Bülent…” “Merhaba Çınar, ne oldu?” “Sendin değil mi?” “Ne açıdan?” “Evime giren kişi sendin diyorum.” “Yani, adresini konuşurken vermen bunu kolaylaştırdı diyebilirim.” “Nasıl?” “Üzgünüm. Ama sen ilk hatayı hiçbir şey
görmediğin halde beni sırf zengin biriyim diye savunmakla yaptın.İşin aslını, o masum insanı nasıl tutuklattığnı duymak ister misin? Bundan emin değilim ama bu senin en büyük hatandı. Ön yargın seni bitirdi.” “Seni polise şikayet ettiğimde de böyle konuşursun sen.” “Bu sabah yalan ifade verdiğin polislere mi? İzin ver de ön yargılarını yüzüne vurayım. Gittiğimiz kafedeki garsonun hatalı olduğunu söylemiştin.” dedi. “İki yıl önce felç geçiren,sonrasında atlatan zavallı bir kadına bağırıp durdun. Bu, evine açılan o anahtarı almak için bir fırsat değil de neydi? Sen kendi kendini bitirdin. Ben hiçbir şey yapmadım.” Çınar daha fazla konuşacak gücü bulamayıp telefonu kapattı. Midesi şiddetle bulanıyor, yaptığını sindirecek kadar bile güç bulamıyordu kendinde. “Her şeyimi böyle kolay bir şekilde şekilde nasıl kaybederim?” diye içinden geçirdi. Birden bacakları onu taşıyamayacak kadar zayıfladı ve kendini yere bıraktı. Vücudunu kontrol edemiyor ve başı şiddetle dönüyordu. Geçirdiği en kötü nöbet bu olabilirdi. Gözlerinden bir sıvı aktı ve gözleri ağrımaya başladı. Ağrı o kadar çoğaldı ki saçlarını yolmaya başladı. Acının yoğunluğunun onu soktuğu hal ile tek istediği acısız bir ölüm oldu. O an ölmek için her şeyi verirdi. Fakat acı gittikçe azaldı ve gözlerini açtı. Açtığında dünya rengarenkti. Basit bir çipe bile uyum sağlayamadığı için kendine kızsa da bu rengarenk dünya ona çok garip geliyordu. Evinden dışarı çıktı ve dünyayı izledi. Sahip olduklarını bir günde yitirmesine rağmen bu onu artık üzmüyor, dünyanın renklerle sağladığı uyum tarafından büyülenmişçesine etrafa bakınıyordu. Ten rengine baktı, gökyüzüne, ağaçlara, kuşlara baktı. Renklerin güzelliğinin onun tüm bedenini ele geçirmesine izin verdi. O sırada yanından bir adam geçti. Alışkanlık olarak elini ensesine götürüp çipini etkinleştirmek istedi fakat artık ortada çipi yoktu. O adamın geçmişini hiçbir zaman öğrenemeyecekti ve bu ona o kadar sıra dışı geliyordu ki uzun süredir yapmak için bir sebep bulamadığı bir şeyi yaptırdı. İçten, tüm anlamıyla ve mutlulukla gülümsetti. Etrafına bakınırken bir pankart gördü. Pankartta resim yarışmasını kazanan adam ve onun tablosu vardı. Tabloya yakından baktı. Onlarca rengin özenle kullanılmış, tablonun her köşesine apayrı bir anlam katmış olduğunu gördü ve şu ana kadar o resme ne kadar haksızlık yapmış olduğunu fark etti. Yeterince ön yargılı davranmıştı, şimdi biraz öz eleştiri yapmaya karar verdi.
Unutulmaz Sahneler “Tüm umudunu kaybetmek özgürlüktür”
“Şeytanın yapmış olduğu en büyük hile, tüm dünyaya yaşamadığına inandırmaktır” Vertal Kint
Usual Suspects
Tyler Durden Fight Club
“En zengin insan en güçlü arkadaşlara sahip olan insandır”
- Hayat her zaman zor mu yoksa sadece çocukken mi? - Hep böyledir
Don Vito Corleone The Godfather
Mathilda&Léon Léon
“Ben tüccar değilim EĞİTİMCİYİM” Mahmut Hoca Hababam Sınıfı
“Schopenhauer der ki ‘Eğer gerçekten istersen her istediğini yapabilirsin’”
Guido Orefice La Vita é Bella
FUTBOL SADECE FUTBOL DEĞİLDİR
Burak KANTUR
FUTBOLDA ÈNSANLARIN ZENGÈNLÈKLERÈ YA DA SOSYAL STATÜLERÈ NE OLURSA OLSUN, ONLARIN NEREDEN GELDÈKLERÈ YA DA NEREYE GÈDEBÈLECEKLERÈ ÖNEMLÈ DEĞÈLDÈR. FUTBOL ULUSUN BÜTÜN SOSYAL VE IRKSAL SINIRLARINDA BÈRLEŞMESÈ SAĞLAYABÈLECEK AZ SAYIDAKÈ SOSYAL AKTÈVÈTELERDEN BÈRÈDÈR. Bununla b rl kte, her zaman böyle değ ld . Brez lya'da Charles M ller tarafından ülkeye tanıtılan futbol, başlangıçta varlıklı, beyaz b r el t tarafından İng l z, Alman ve Amer kan göçmen topluluklarının spor kulüpler nde oynandı. Seçk n b rkaç sosyal duruş ç n seçk n b r eğlenceyd . Oyunun b rleşt r c b r akt v teye dönüşmes nde b r adam hayat önemde b r rol oynadı. Brez lya futbolunun k lometre taşı Arthur Fr edenre ch 1892'de V ctor a (zafer) ve Tr unfo (zafer) caddeler n n köşes nde doğdu. Böyle sembol k b r yerde doğduktan sonra nasıl başarısız olab l rd ? Babası Oscar, b r Alman ş adamı ve annes Math lde, Afro-Brez lyalıydı. 1900'ler n başlarında Brez lya'da da “s yahların” futbol oynamasına z n ver lm yordu. Futbol, üst sınıf beyazların oynadığı b r oyundu.S yah sporcuların yetenekler , ne olursa sporcu olması sıklıkla redded l yordu. Ancak
Fr edenre ch' n oynamasına z n ver l yordu çünkü babası alman olan Fr edenre ch beyaz özell kler taşıyordu. Bununla b rl kte, her maçtan önce saçlarını düzleşt rmek ç n br yant n sürüp, file takıyordu. Maçtan önce yüzünü daha da beyazlaştırmak ç n p r nç lapası sürüyordu. Fr edenre ch lk olarak 1909'da Alman göçmenlerden oluşan b r ek p olan German a ç n oynamaya başladı. Sadece 17 yaşında olan Fr edenre ch, yetenekler , hızı, gücü, top sürme becer ler ve tekn ğ le göz doldurdu. Ancak ırkçılık yeş l sahalarda da fazlasıyla görülüyordu. S yah lere atılan tekmeler faul sayılmıyordu. Tr bünlerde de ğrenç ırkçı tezahüratlar vardı. Fr edenre ch beyazların tekmeler nden kaçmak ç n çalım atmayı gel şt rd . Tekmelerden kaçmak ç n attığı çalımlar onu futbola çalımı get ren s m olarak futbol tar h ne yazdırdı.Yeteneğ yle daha sonra Brez lya tar h nde profesyonel l gde oynayan lk s yah futbolcu oldu. São Paulo,
Flemengo, Yp ranga, Atlét co M ne ro v Paul stano ç n oynadı. Brez lya'nın lk uluslararası maçında oynadı ve onun goller yle maçı Brez lya 2-0 kazandı. İlk Güney Amer ka Şamp yona ş md Copa Amér ca olarak b l nen turnu 1916'da düzenlend ve Fr edenre ch tekr Brez lya'yı tems l etmek ç n çağrıldı. Brez lya, Arjant n, Uruguay ve Ş l takımları Buenos A res'e g tt . Turnuvay Uruguay kazandı. Ancak onun önüne ge b r olay yaşandı. Takımdak Fr edenre ch ve d ğe s yah futbolcuların varlığı neden yle Arjant n basını sürekl olarak Brez lyalıl 'maymunlar' olarak adlandırdı ve yen kurulan Brez lyalı Futbol Federasyonu b sonrak yılk turnuva ç n Buenos A res'e beyaz b r takım gönderecekler n açıklad
L
È ÈNÈ
ve
ası, uva, rar
yı eçen
er
ları
br e dı.
Bu, Fr edenre ch' n kar yer nde yaşadığı doğrudan ırkçılığın en y kayded lm ş olayı olmasına rağmen, kes nl kle ne lk ne de sonuncuydu. 1919'da Copa Amér ca lk kez Brez lya'da düzenlend ve tüm maçlar R o'dak Laranje ras Stadyumu'nda gerçekleşt r ld . Bu sefer Fr edenre ch, daha önce ten reng neden yle takımdan çıkartılan d ğer futbolcularla b rl kte takımdak yer n aldı. Brez lya finalde Uruguay le kupayı k m n alacağına karar vermek ç n b r final maçı yaptı. Y rm b n k ş ç n nşa ed len b r stadyumda otuz beş b n k ş bu maçı zl yordu, etrafındak yamaçlarda ve R o'nun meydanlarında b nlerce k ş bu maçı tak p ed yordu. 90 dak ka sonunda maçta golsüz eş tl k bozulmamıştı, bu yüzden maçın süres ne 30 dak ka daha eklend . Maçı get ren golü Uruguay'a karşı 122. dak kada Arthur Fr edenre ch attı ve Güney Amer ka'nın şamp yonluğunu lk kez Brez lya'ya taşıdı. O gol, taraftarlar tarafından R o de Jane ro'nun sokaklarında Fr edenre ch' n görkeml ayağından geld ğ yönünde konuşuluyordu. Fr edenre ch maçtan sonra R o'nun sokaklarında taraftarların omuzlarında taşındı. Ayrıca turnuvanın gol kralı olmuştu. Asla vazgeçmeyen ve her zaman b r hedefe sah p olan muazzam b r sporcuydu. Şöhret hem Güney Amer ka hem de Avrupa'yı gezd kten sonra 1920 yılının başlarında, gezegendek en y futbol oyuncusu olarak kabul ed l yordu 1921'de Copa Amér ca tekrar Arjant n'de yapıldı; k yıl öncek başarısına rağmen Brez lya Futbol Federasyonu yetk l ler b r kez daha s yah futbolcu göndermey reddett . Açıkça, Fr edenre ch' n mesajı futbol federasyonunun en yüksek saflarına henüz ulaşmamıştı. Bazılarına göre bu mesaj hâlâ ulaşamadı çünkü Brez lya Futbol Federasyonu'nun h ç beyaz olmayan başkanı olmadı. Copa Amér ca her yıl düzenlenen b r turnuvaydı, bu yüzden Fr edenre ch ç n b r şans daha çok uzakta değ ld . 1922'de Brez lya'nın bağımsızlığının 100. yıl kutlamalarının b r parçası olarak turnuva y ne R o'da düzenlend . Evde, s yah futbolcularının oynamasına z n ver ld ve Brez lya b r kez daha Laranje ras'da zafer kazandı. Aynı yıl, Paul stano takımıyla b rl kte Avrupa turuna katıldı. Belk de, 33 yaşında b r futbolcu olarak en y yıllarındaydı. Paul stano, Fransa'da k , İsv çre'de dört ve b r tanes Portek z'de olmak üzere yed maç oynadı. Yolculuğun taçlandıran zafer , Fransa'da oynanan maçı 7-2'l k b r skorla kazanmaları oldu ve sonrasında Fransız basınında kend s nde övgüyle bahsed ld . Futbolcular Brez lya'ya döndükler nde büyük b r kalabalık ve cumhurbaşkanı tarafından karşılandılar.
1930'ların lk b rkaç yılı, Brez lya s yaset nde çalkantılı b r dönemd ve bu karmaşanın etk ler toplumun her yer nde h ssed ld . 1930'da Getúl o Vargas, cumhurbaşkanlığını ülken n ordusu tarafından desteklenen kansız b r darbeyle ele geç rd .Vargas, Avrupa'nın faş st d ktatörler n n tek l otor tes nce yönet lerek, Brez lya'nın modernleşmes n ve sanay leşmes n destekled . Dem r yumruklu yönet m , São Paulo el tler tarafından redded ld . Sanay leşmen n mal ve mülk üzer nde yarattığı etk den korkarak kahve ve kırsal toprak sah pl ğ n n üret m ne dayanıyordu. 1932'de seç len devlet başkanlarının Vargas tarafından doğrudan görevlend r len yetk l lerle değ şt r lmes , k tlesel protestolara ve daha sonra s lahlı b r syana dönüştü. İsyan, Brez lya anayasasının onaylanmasını ve demokrat k seç mler n b r kez daha çağrılmasını steyen São Paulo'nun orta ve üst sınıfları tarafından başlatıldı. Fr edenre ch, farklı etn k grupların ve arka planların yaklaşık b n beş yüz d ğer sporcunun yanı sıra Vargas rej m ne karşı s lah aldı. Bu açıdan başrol oyuncuları arasında yer aldı ve devr m n finanse ed lmes ne yardımcı oldu. Spor taburu 2 Ağustos'ta savaşa g tt ve mücadelede yaklaşık b r ay geç rd . Kısa b r süre sonra Fr edenre ch' n savaşta öldüğü b ld r ld . O zamanlar Brez lya'nın en büyük spor dolü olduğu ç n, h kâye basında hayal ed lemez b r soruna neden oldu, ama neyse k sadece b r söylent olduğu kanıtlandı. Sayısal olarak daha üstün ve daha y s lahlı hükümet güçler tarafından d ren ş bastırıldı. Anayasa yanlısı ordu 2 Ek m'de tesl m oldu ve l derler karşı darbe g r ş m yle tutuklandı, ancak tek b r sporcu aralarında değ ld . 1933'te, bu başarısız asker harekâtın kes lmes nden ger döndükten sonra, Brez lya futbolu g derek artan baskıya kapıldı ve resm olarak profesyonelleşt . Tab k , Fr edenre ch, adını b r kez daha tar h k taplarına yazma fırsatını reddedemezd . Brez lya Profesyonel Futbol L g 'n n lk golü Fr edenre ch tarafından atıldı. 1935'te 43 yaşında Flemengo'da emekl oldu. 6 Eylül 1969'da São Paulo'da, Park nson hastalığından muzdar p ve Brez lyalı futbol dünyası tarafından b r şek lde unutulmuş olarak 77 yaşında vefat ett . Onun en nanılmaz başarılarından b r de attığı goller n sayısı olacaktır k bu maalesef b r g zem olarak kalacaktır. B rçok k ş resm sayımı 1239 maçta 1329 gol olarak görürken kes nl k kazanmış değ ld r. Fr edenre ch lk Brez lyalı futbol süperstarıydı ve oyuna yen b r patlayıcı üslup get rd . Kar yer boyunca çok sayıda gol attı. Yapmak sted ğ şey ç n ayağa kalkıp b r ülken n futbol tar h n n tüm yüzünü değ şt rd . Fr edenre ch' n h kâyes , ten reng nden dolayı aldığı sürekl tac zle başa çıkmak ç n uğraştığı, suçluluk h ssederek, "daha fazla beyaz" görünmek ç n yaptıklarıyla geçt . O, ülken n lk s yah futbol kahramanı oldu. Bu başarı le sadece Brez lya futbolunu değ şt rmekle kalmamış, aynı zamanda Brez lya'dak Afr ka kökenl nsanların algılarını değ şt rmeye başlamış ve ülkes n n gurur duyacağı ırksal çeş tl l kte Brez lya majını oluşturmada rol oynamıştır. Ancak, sadece Brez lya'da değ l, dünyanın dört b r yanındak s yah sporcuların kabulünü get rmede büyük b r rol oynamıştı. K msen n üstes nden gelmek zorunda kalmadığı, benzer b r saldırganlık ve nefretten muzdar p olmamasını sağlamaya çalıştı.
PULÈTZER ÖDÜLLÜ FOTOĞRAFLAR “Sanat olmasına gerek yoktur fotoğrafın. Fotoğraf tarih olayıdır. Tarihi zaptediyorsun. Bir makina ile tarihi durduruyorsun” ARA GÜLER
J
ack Thornell'e 1967'de Pul tzer Ödülü kazandıran bu fotoğraf 6 Haz ran 1966'da çek lm şt r.İlk bakışta b r s yah Amer ka vatandaşının yerde acı le kıvrandığını görüyorsunuz. Yerde kıvranan k ş s yah Amer kalıların oy kullanma hakkı olmasını savunan akt v st James Mered th't r.Yerde acıyla kıvranırken Jack Thornell'dan yardım ster ama Thornell kend ş n yapmaya devam eder. Mered th hastaneye g tt ğ nde vücudundan 63 tane saçma çıkar ama bu 63 saçma onu öldüremez.James Mered th M ss ss pp Ün vers tes 'nde okumaya hak kazanan lk s yah öğrenc d r ve ırkçı beyaz m l tanlar buna öfkel d r.James Mered th se s yah ler nde eş t haklara sah p olduğunu göstermek ç n s lahsız b r şek lde bel rl b r rota üzer nde yürüyerecekt r.Irkçı b r beyaz m l tan Mered th' vurur ve yürüyüşünü engeller. Evet, Mered th hastaneye kaldırılmıştır ama bu s yah ler haklarını aramak ç n güzel b r fırsattır.Mered th hastanede can çek ş rken,onun g b düşünenler Mered th adında eylemler yaparlar.Mered th amacına b r şek lde ulaşırken Jack Thornell kend ş n yapmaya devam ederek 1967'de en prest jl ödüllerden olan Pul tzer Ödülünü alır.
K
ev n Carter'ın çekt ğ bu fotoğrafı görmeyen yoktur ama fotoğrafın h kayes n b lmeyen b nlerce k ş var.Bu fotoğrafın h kayes , fotoğrafın kend s kadar gar pt r.Kev n Carter BM'ye a t nsan yardım gem s yle Güney Sudan'a g der.BM yetk l ler yardım ç n b r kamp kurarken Kev n Carter kamptan uzaklaşır.1 km uzaklaştıktan sonra yorgunluktan yere yıkılmış,zayıflıktan kem kler gözüken bu çocuğun ölmes n bekleyen akbabayı ve çocuğu görür.Akbabayı korkutmamak ç n yavaşca yaklaşır ve deklanşörüne basar.Sudan'dak açlığı gözler önüne seren bu fotoğraf New York T mes gazetes nde yayınlanır ve Sudan'a yardım kampanyasında patlama yaşanır.Kev n Carter 1994'te Pul tzer Ödülünü alır ama ödülü almasıyla b r soru ortaya çıkar “Çocuğa noldu?”.Bazıları yaşıyor annes gel p aldı der,bazıları se kampa ulaştığını söyler.Tab bazıları se çocuğun akbabaya yem olduğunu söyler. Kev n Carter se “Yardım görevl s değ l m sadece fotoğrafçıyım üstel k bulaşıcı hastalıklar neden yle h ç k mseye dokunmamız konusunda uyarılmıştık” açıklamasında bulunur.Kev n Carter ruhsal bunalıma g rer ve 27 Temmuz 1994'de çocukların oynadığı eğ t m merkez ne kamyonet n yanaştırır.Egzozu çer vererek nt har eder.Kev n Carter ç n şarkılar,filmler,k taplar yazılır ama bu tartışmanın b t remez.
Rüya’dan Öneriler Kitap Kitap
V
etnam’da çek şmeler çatışmalara dönüşmüştü. Kısa süre sonra k y bölünen ülkede çatışmalar cephe savaşları hal n aldı. Komün st deoloj ye güvenenler üstünlüğü elde ed nce Amer ka B rleş k Devletler V etnam’a müdahalede bulundu. İk kutupta kend taraftarı olan devletlerden gelen yardım le desteklen yordu. Çatışmalar artıkça cephe y ce gen şled . Toplam 3 m lyon s v l n ve 2 m lyon asker n öldüğü savaş boyunca bölgede b r çok gazetec görev yaptı. Bunlardan b r de Assoc ated Press adına çalışan Alman asıllı Horst Faas d . Sıcak çatışmaların yaşandığı bölgede b r baba ölen çocuğunu askerlere göster p sadece neden d ye soruyor. Bu anı fotoğraflayan Horst Faas, 1965 yılında Why s ml çalışmasıyla Pul tzer Fotoğrafçılık Ödülü’ne layık görüldü.
Hayvan Çiftliği– George - George Hayvan Çiftliği Orwell Kuşlar Da gitti – Yaşar Kemal Orwell Aylak adam –Gitti Yusuf-Atılgan Kuşlar Da Yaşar Utopia – Thomas More Kemal Suç ve Ceza – Dostoyevski Aylak Adam - Yusuf Atılgan Utopia - Thomas More Suç ve Ceza - Dostoyevski
Film
İnto the Wild, Whiplash Sil Baştan, Hayat Güzeldir Ölü Ozanlar Derneği
Dizi
S
ergey Ponomarev çekt ğ bu fotoğraf b r yıl sonra 2016 da ödül aldı.2016 da özell kle mültec konusu ön plandaydı.Türk ye'den yola çıkan mültec ler Yunan stan'ın Lesbos adasında bulunan Skala köyüne varıyorlar. Teknen n sah b 150 k ş y Yunan stan'a kaçırdıktan sonra ger dönüş yolunda Türk ye karasularında gözaltına alınmış.
Black Mirror, Rick and Morty, Seinfeld True Detective The Bigbang Theory
TAXI DRIVER Yusuf ALTUN
İNSANIN KENDİ İLE SAVAŞI * Dört dalda Oscar'a aday olan film, bunlardan h ç b r n kazanamadı. * F lm n başroller n paylaşan Robert De N ro ve Jod e Foster en y erkek ve en y yardımcı kadın oyuncu Oscar'larına aday göster ld ama her k s de sonuç alamadı. * Robert De N ro film çek ld ğ nde 33, Jod e Foster se sadece 14 yaşında d . Buna karşılık Robert De N ro filmde 26 yaşındak Trav s B ckle karakter n , Foster se 12 yaşındak Ir s karakter n canlandırmıştır. * F lm ek b ndek herkes o kadar gençt k , yönetmen Mart n Scorsese b le sadece 34 yaşındaydı. * Amer kan s nemasının klas kler nden ve kült filmler n n en y ler nden olan bu film b r nsanın kend le savaşını anlatır. * V etnam savaşında savaşıp o zamank savaşın kend nde bıraktığı zler üzer nden atamayan, hem ruhsal hem de fiz ksel olarak zarar görmüş, geceler taks c l k yapan b r adamın h kâyes olan bu film, en çok da Trav s Beckle'ı canlandıran Robert De N ro'ya ün kazandırmıştır ve şöhret n kapılarını aralamıştır . * Trav s Beckle karakter çoğu k ş n n dolü ken, çoğu k ş n n se yargıladığı b r karakter olmuştur. Ünlü saç st l , karakter kend ne özgü yapan şeylerden b r yd .
* Robert De N ro ve onun eşs z oyunculuğu b rleş nce, ortaya müth ş b r şaheser olan bu efsane film çıkıyor.
İZLENİM * O zamank Amer ka'nın savaş ps koloj s n ve savaştan dönen askerler n seksüel hayatını ele alan b r klas k. * Robert De N ro'nun bu filme adapte olmasını sağlayan şey yönetmen le aralarının çok y olmasıdır. * Taks c ler n yaşadığı sorunları ele alıp, onları o dönem le b rleşt ren b r başyapıt. * Sosyal hayatı berbat, ps koloj s yer nde olmayan esk b r asker. En öneml s de nsanlar le d yalogları zayıf olan b r taks c ve bu taks c n n en nefret ett ğ şey se sokak p sl kler . Tek amacı, sokak p sl kler n (ırkçılar, kend n satanlar, uyuşturucu kaçakçıları) tem zlemek. * ”B r gün b r yağmur yağacak ve tüm p sl kler tem zlenecek.” * El ne s lahı alıp kend n , sokaklara refahı get rmeye adayan b r adam ve onun hayatını alt üst eden küçük yaştak b r eskort. Bu eskorta hayatını adayan, kend le savaşan b r taks c . * F lm bütünleyen klas k kült b r senaryo, zayıf olan b r oyuncu kadrosu ve Robert'ın başarısı... * Para Avcısı, Sıkı Dostlar, Kızgın Boğa g b filmler yapan usta b r yönetmen “Mart n Scorsese”. * Asla unutulmayacak olan b r film.
OYUNCULARIN FİLME ADAPTE SÜRECİ * Robert De N ro, bu filme hazırlık ç n b r ay boyunca, günde 12 saat taks şoförlüğü yapmıştır. * Harvey Ke tel de filmdek kadın satıcısı rolü ç n gerçek kadın satıcıları le prat k yapmıştır.
* Robert De N ro, akıl sağlığı konusuna çalışmıştır. * F lmde gerçek kadın satıcıları kullanılmıştır. * Robert De N ro, V etnam savaşında savaşanlar le sohbet etm şt r.
FİLMİN VERDİĞİ MESAJLAR * Trav s B ckle, V etnam gaz s olduğu ç n filmde şled ğ c nayetlerden dolayı kahraman olarak gözüktü, bu da "Toplum ç n yapılan her c nayet ç n hüküm g ymezs n z." anlamındadır. Çoğu eleşt rmen bunu eleşt rse de bazıları buna katılırlar. * V etnam savaşındak gaz ler şs z kalmıştır. * O zamanlarda çocuk eskortlar çoğalmıştır. * Askerler n savaş sonrası ps koloj k sıkıntıları vardır.
DEĞERLENDİRME * Bu karakter n en güzel yanı, zley c y kend ne bağlamasıdır. Bunun en büyük neden se o dönem n ps koloj k sorunlarını yaşayan Amer kan askerler nden b r n canlandırmasıdır. * Bazı eleşt rmenlere göre bu film bolca ırkçılık çer yor. F lmde s yah lere yönel k kötü yargılar ve davranışlar bulunuyor. * Saç model , ortama olan bakış açısı ve yürekler ağıza get ren son sahne... * F lm n yönetmen Mart n Scorsese'n n ded ğ ne göre "B z zl yorduk Robert yaşıyordu.". Çoğu eleşt rmene göre De N ro'nun yaşayarak oynaması da film n güzell ğ n vurgular. * Ps koloj s bozuk, kadınlar le arası berbat, her gün erot k film zlemeye g den, kend le barışık olmayan, hayattan darbe almış, savaştan gelen b r taks c hayal ed n. O adamın mafyavar b r kurguda olduğunu düşünün. Aklınıza lk k m gel rd ? Levent Ülgen olacak hal yok. Tab k hayatının baharında olan Robert De N ro ve onun b r yan karakterken, ana karakter olduğu efsane film. * Eğer dram ve suç b rleş m b r kült film stersen z bu film s ze çok uygun. * F lm n unutulmaz sahnes se aynanın karşısına geç p ''Bana mı söylüyorsun?'' ded ğ sahne. Akıllara kazınan efsane b r sahned r. * Küçük b r kız ç n her şey göze alan b r adam ve bunları canlandıran muhteşem b r aktör le olayları akışkan hale get ren usta b r yönetmen. Sevg l okuyucular, bu başyapıtı zlemen z öner r m.