Aykut Şahin Kollektif Çöküş
Aykut Şahin
Kollektif Çöküş
“Kollektif çöküşü sağlamadan kolletif hareket yaratılamaz.”
2
3
Hiçbir hakkı saklı değildir. Bu yayında yer alan görüşler ister kaynak gösterilerek ister gösterilmeyerek bu yazıların hepsi çoğaltılabilir ve her şekil altında kullanılabilir.
4
İsimlerini Bilmediğimiz Devrimcilerin Anısına…
5
İçindekiler 1.Bölüm: Kollektif Çöküş‟ün Nedenleri Üzerine Kitap Arka Kapağındaki Not .............................. 12 Saat Nedir, Ne İşe Yarar? .................................. 13 Yeni Gine, Eski Yeni Gine Değil ........................... 18 Çocukların Oyuncakları Üzerine .......................... 27 “Devrimci Müzik” Saçmalığı Üzerine .................... 32 Avrupa Birliği Ülkelerin, “Sakallı” ve “Başörtülü” İşçileri, İşten Atma Yöntemleri Üzerine .................................. 33 Sanat “İlerici” Veya “Gerici” Olur Mu? .................. 35 Demokrasi Eşitsizliktir. ...................................... 43 İşçilerin Fabrika da 1 Ocak Akşamı Eğlenceleri ..... 45 Yunanistan'daki Seçimleri, Ayrıcalıklı İşçiler Kazandı.. 47 “Hillary Clinton Defol” Demek Irkçılıktır ve Beyaz Adam Gibi Konuşmaktır. ................................................. 50 “Sevgili”si İçin Kopardığı Gül Öldü ...................... 52 “Tasmalı” Köpekler Üzerine ............................... 55 “Komünist Manifesto Eleştirilemez” Diyenlere Açık Mektup ...................................................................... 56 6
1 Mayıs 2012‟de “Leningrad” St. Petersburg‟a Teslim Oldu. ...................................................................... 58 305 Yıl Önce [1] Sir Clowdisley Shovell‟in Ölüm Nedeni Yerli Kadının Yaşamını Tehdit Etmesidir. .................... 60 Ayrıcalıklı Sanatçı Fazıl Say'a Destek Veren Komünistler Üzerine ................................................................ 62 BDP Kadın Meclis‟i Erkek Egemenliğine Saldırıyor. ...................................................................... 64 Bedaş İşçilerin Gazi Barajındaki “Etiği” Zehirlidir 67 Cezayirdeki Operasyonda “Batılı” Öldürülürse ……69 Devekuşu Ayakkabısının "Canlı" Üretilme Tarzı Üzerine ...................................................................... 72 Ezilenlerin İdeoloji‟sinde “Hırsız” ........................ 73 Genel Af Tartışması........................................... 74 Güney Afrika‟da 34 Siyahî İşçiyi Unutmayacağız. 76 Hugo Chavez, İsrail Büyükelçisini Kovduğundan Irkçıdır. 77 İşçilerin İlk Reflekslerinden Protesto, Komünistlerin Refleksi Olamaz. .......................................................... 79 Komünist Ölmüşse, İbadethanelerden Kaldırılamaz. 81 7
Modern Bilim, Ar-Ge ve Patent Üzerine ............... 84 Mültecilerin Evleri Yok, Manchester‟da 193 Yıl Önce İşçilerin Evleri Yoktu. ................................................... 91 Ölümsever “Komünistler” Yaşamaktan Korkandır
92
Papa 16. Benediktus‟a Twitter'da Devrimcilerin Soru Sorması Etiksel Değildir. ............................................... 96 Sınıflı Toplum Öncesi Sınıfsız Toplumlarda “Sanat” 97 Stadyumda Solculuk Dansı ................................ 106 Taksim‟deki İki Bolşevik‟in Heykeli Neden Yıkılmıyor? 108 Üniversite Öğrencileri İle Komünist Gençlerin Talepleri Bir Ve Aynı Olamaz. .................................................. 109 Yaşasın Halkların Kardeşliği Diyen Komünistlerin Unuttuğu; Komünist Siyasi İradedir. .................................. 111 Yoldaş! Yoldaş‟ın Çocuğuna Bakabilir Misin? ........ 112 Komünistlerin Çocukları için "21 Koşul" .............. 113 Yunanistan‟daki Genel Grev, Sınıf Mücadelesi Değildir. 116 “İşçi Kıyımı” Demek, Ekonomist Reformculuktur.
120
"1 Mayıs" Afişi Cinsiyetçidir ................................ 122 Ateistin Gündelik Bakışı .................................... 123 8
Avrupa Birliği, Mültecileri Öldürmek İçin Frontex‟e Milyarlarca Avro Harcıyor. ................................................. 125 Avrupa‟lı Sosyalistler Kadın İşçiler Konusunda Proudhon‟cudurlar ............................................ 129 Beyaz Adam‟ın Sinema Filmlerinde de İşgal Etme ve Yabancılaşma Üzerine ................................................. 130 Bilinçli Heykelin Soyut Canlanması ...................... 132 Devrimci “Şehitler” Ölümsüzdür Üzerine Politik Kültürü Tartışmak ............................................................ 133 Devrimci Dergi Çıkaranlar, Neden Kürtçe Sayı Çıkartmıyorlar? ...................................................................... 136 Fokun Tutuşu ................................................... 137 Kameraman‟ın Kamera İle Kadın Spiker‟i Taciz Etmesi 139 Mahalle Halkı Yani “Sakinlerin” Irkçı Sloganı “Okmeydanı Sulukule Olmayacak” ....................................... 140 Yunanistan‟daki İşçilerin Belediye Bina İşgalleri Siyasi Değildir. ................................................................ 142 Venezuella‟daki Hugo Chavez‟e Destek Veren Komünistler Üzerine ........................................................... 144 Türkiye Solu Oblomovcudur. .............................. 146 Mumia Abu-Jamal'a Mektup Yollayabilseydim. ...... 151 9
2. Bölüm: Kollektif Çöküş‟ün Somut Belirtileri –Solculara Eleştiri“Müjde” Değil Kazanım Yazısına Eleştiri .............. 152 AKP Burjuva Hükümetini Göreve Çağıran UİD-DER‟in “İşçi Ölümlerini Durduralım!” Kampanyası Üzerine ....... 155 ESP'nin Çalışma Bakanının İstifasını İstemesi Sistem Tamirciliğidir. ............................................................. 159 İşçi Mücadele Derneği‟nin 14 Haziran 2012‟de İnternet Sitesinde Yayınlanan “Avrupa‟daki Emekçilerin Keyfi Tıkırında Diyenler” Konu Başlıklı Yazısı Üzerine ................. 160 Kapitalizme Rağmen Okullarda, Üniversitelerde Özerklik İstemi Üzerine ................................................... 163 Kızıl Bayrak‟ın “Emperyalist Savaşın Faturasını Reddedelim” Anti-Komünistliği Üzerine .................................. 168 Yürüyüş Dergisi‟nin Angelina Jolie‟a Yönelik Aşağılayıcı Ve Egemen Dille İfade Ettiği “Emperyalizmin Fahişesi” Üzerine ...................................................................... 170 Sürekli Devrim Hareketi'nin, Pınar Selek'in Mahkeme Kararına 'Yargı Rezaleti' Demesi Üzerine........................... 173 TKP‟nin Patriot Nöbeti: Komünist Parti Olmadığının İspatı Üzerine ........................................................... 175
10
11
1.Bölüm: Kollektif Çöküş’ün Nedenleri Üzerine Kitap Arka Kapağındaki Not “Gerçek olan her zaman somuttur” Lenin Diyalektik bir bilgi teorisi, bir bilgi aletidir. Bu teorideki pratikle bağlantılıdır. Pratikteki analizler ve değerlendirmeler, teorinin içerisindeki konuları değiştirme durumlarını oluşturur. Teori-pratikte çöküş durumları da yaşanabilir. Bu durumlar kolektif yeniden düşünülerek ve eleştiri, özeleştiri kültürünün geleneğiyle, somut ve gerçekçi bilgilerin tartışılmasıyla ol unur. Yani Çöküş sağlanmalı ve bu Çöküş‟ün yerine eleştirilen ve tartışılanların konmasıdır. Kollektif Çöküş‟ün nedeni teorinin ve teorilerin bütünselliği ile alakalı yoksa içerisindeki konularla mı alakalı olduğu çözümlenmeli. Kollektif Çöküş aslında bizlere, kopyalamaların geçen zamanda değiştiğini anlamını yitirdiğini göstermektedir. Bu durumda kopyalama yöntemlerle değil, canlı ve heyecanla Kollektif Çöküş‟ün çelişkisinin oluşturulması gerekmektedir. Kollektif Çöküş‟ün temelinde çelişki, hareket, hayat ve varlık vardır.
12
Saat Nedir, Ne İşe Yarar? Gündelik hayatın kapitalist ekonominin işleyebilmesi için saat önemli bir araçtır. Yemek, uyku bir ihtiyaçta saat ihtiyaç mıdır? Saat yeryüzündeki işçilerin uyumasını, uyanmasını, çalışmasını, otobüse koşmasını, servis aracının beklemesini, yemek yemesini, eğlenmesini vs. insan etkinliklerini; kapitalist düzen tarafından “kontrol” altına alınmasını, denetlenmesini ve disiplin edilmesini sağlayan bir araçtır. Kapitalizm Antonio Gramsci‟ye göre salt şiddet, siyasi ve ekonomik zor yoluyla değil aynı zamanda ideolojik olarak burjuva değerlerinin herkesin „ortak düşüncesi‟ haline geldiği egemen kültür yoluyla da yönetiliyordu. Böylece bir uzlaşma kültürü gelişiyor ve işçi sınıfındaki kişiler kendi iyiliklerini burjuvazinin iyiliğiyle özdeşleştiriyor, karşı çıkmak bir yana statüko mevcut durumun devamına yardımcı oluyorlardı [1] Saat Her Mekâna Girdi. Cebimizde veya çantamızda taşıdığımız cep telefonlarında, bilgisayarlarda, otomobillerde, evde, işte, okulda, hastane de, mutfakta, oturma odasında çalar saat ve bir sürü saat çeşidi bulunmaktadır. Saatlerin Üretilmesi ve İcat Edilmesi Günümüzden 642 yıl önce [2] Kral V.Charles, Paris‟in birçok yerine “saat kuleleri” inşa ettirmiştir. 13
Tüm Paris halkının özel, ticari, endüstriyel etkinliklerini bu saat dizgisine göre uydurmaları ve Paris‟teki kiliselerinde çanlarını bu saate göre çalmaları buyrulmuştur. Günümüzden yüzyıllar önce saat kuleleri ile başlayan ve üretilen saatler; günümüzdeki aile de “çalar saat” icat edilmiştir. Bu icadı yapanlar kapitalist sistemin paralı veya “parasız” okullarında yetiştirilmiş mühendisler vs. icat etmiştir. Sabahları saatin çalmasıyla birlikte kapitalist sistemin örgütlediği kurumlar da uyanır. Bu kurumlar aile kurumu, babalık kurumu ve annelik kurumudur. Aile kurumu sınıflı toplumla erkek egemenliği tarafından kadınların silahları elinden alınarak kuruldu. (başka nedenlerde vardır) Kapitalist düzende bu sınıflı toplumun geleneğini, halkın değerlerini savunmaya devam ediyor. Bu sebeple aileyi “kutsuyor” ve oyun başlıyor. Bir kadın ile bir erkek devletin kurumlarında evlenerek, aile kuruyor ve aile sözleşmesi de başlıyor. Bununla birlikte erkek, babalık kurumu ile birlikte “kan bağı” üzerinden baba oluyor, çocuğu ve karısı onun mülkiyetine giriyor. Evlenen kadına ise annelik kurumu veriliyor, anne de “kan bağı” üzerinden “kendi çocuğuna” bakıyor. Anne çalar saatlin çalmasıyla bir saat erken uyanma “özgürlüğüne” kavuşuyor. Kahvaltıyı hazırlayıp, kocasını uyandırıyor ve giydiriyor. Yani “işe hazırlıyor”. Bu da öğretilmiş sevgi ile yapılıyor. Egemen Dildeki Atasözleri ve Deyimler Üzerine 14
Egemen sınıfın kullandığı bir de dil vardır. Bu dili ezilenlerde kullanmaktadır. Atasözleri: Her şeyin bir zamanı vardır. Ne oldum dememeli. Ne olacağım demeli Terazi tartıyla, her şey vaktiyle Zaman sana uymazsa sen zamanı uy Deyimler: Saat bu saat: En uygun zaman, an. Saat tutmak: bir işin ne kadar süreceğini saate bakarak beklemek Sabahın köründe: ortalık aydınlanmadan, erkenden. Yaşadığımız Mekânlardaki Saatleri Kaldıralım Evdeki, salondaki saatleri kaldıralım bir daha duvara saat koymayalım. Vapura binmeden önce vapur iskelesindeki saate bakmayalım. Okuldaki, hastanedeki saatleri de kaldıralım. Sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumlarda Geronimo zengin olmak istiyordu. Apaçi kabilesindeki insanlar Geronimo‟nun bu isteğini reddetti. Apaçi kabilesinin geleneğinde zenginfakir olmak yoktur. Kuzey “Amerika” Apaçi kabilesinde devlette yoktu. 15
Sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumda saatin icat edildiğine dair bir veri yoktur. Yaşamlarını, gündelik hayatlarını saatin hareketin, tik taklarına; sabah beş, öğlen on iki, akşam on olmasına göre ayarlamıyorlardı. Canları istediğinde günde 3 saat çalışıp, üretilenleri günlerce şenliklerde tüketiyorlardı. Yani günlerce ve haftalarca çalışmadan yaşıyorlardı. Yoksulluk nedir bilmiyorlardı. Kapitalist toplumlarda saat ihtiyaç olmadığı halde ihtiyaç olarak gösterilip, bağımlılık olarak araçsallaştırıp içselleştirdiler. Evlenmeyen kadınlar, bir saat erken kalkmak zorunda kalmıyorlar. Devrimci Bürolarda Saat Olmamalı Devrimci büroya işçi, işsiz, güvencesiz, vasıfsız bir insan geldiğinde farklı bir izlenimle karşılaşırlar. Kitapların çok olması, Siyasi dergilerin ve kitapların kitaplıklarda olması, Komünistlerin resimlerinin olması, İşçilerin sınıf mücadelesini anlatan resimlerin olması. Bu farklılıkları “bozan” bir saat var yoldaşlar. Bu saatin kırılması, çöpe atılması gerekmektedir. Bir komünist işin ve çalışmanın işçileri köleleştirdiğini bilip, hatta ücretli köleliği yıkmak isteyip { Kahrolsun İş} diyorlar16
sa. Bürolarında, yaşadıkları mekânlarda saat bulundurmaları politik kültür olarak yanlıştır. Gündelik yaşamın yeniden üretimi belirli bir zamanda ve mekân da olur. Yeniden üretim toplumsal ve doğal yaşam tarafından belirlenir. Sınıfsal yeniden üretimin sürekliliği de kapitalizmin tarihsel istenci ve eylemidir. Kapitalizm emeği ücretli-emek olarak kurgularken, emeğin değerini belirli bir zamandaki artık-değer yaratması biçiminde kurar, kurgular. Zamanın ölçülebilir, değer biçilebilirlilik dönemi kapitalizmle birlikte belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Zaman ölçülür, kurgulanır, düzenlenirdir artık kapitalizmle birlikte. Bu düzenleme sürecini, sermaye kendini yeniden birikim biçiminde üretmektedir. Kapitalizm evrensel bir sistem olmasında da zamanı kurgulaması, kâr hırsının doğal sonucudur. Üretim, dolaşım, tüketim sürecinin daha hızlı işleyebilmesi için üretim araçlarının ve ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi gerekir. Sermayenin düzenlenme süreci sermaye içi çatışmalardan dolayı ve sınıflar arası biçiminde olabilir. Bu haliyle zaman, kapitalizm de artık-değer yaratma, biçimdir. O halde komünistler yeryüzündeki bütün saatleri kaldırmalı ve Kahrolsun İş diyebiliyorlarsa o vakit ücretli köleliği de karşıdırlar. Açıklayıcı Notlar [1] Antonio Gramsci- Vikipedi internet 17
[2] 2012 yılı, Beyaz adamın zaman ölçüsüne göre Yeni Gine, Eski Yeni Gine Değil [1] Ölüm ve yaşam, sömürgeciler Yeni Gine‟deki insanları tüfekleri, mikropları ve çelikleri ile öldürdüler. Ölüm ve yaşam, Yeni Gine‟de oranın Yerlileri yine yaşıyor. Ölüm ve yaşam, Yeni Gine‟ye giden Batılı sömürgeciler, sıtma ve tropik hastalıklardan öldüler, sonrakiler hastalığın tedavisini bulduğundu 1960 [2] yılına gelinmiş oldu Ölüm ve yaşam, Batılı sömürgeciler Yeni Gine‟deki „zenginlikleri‟ Batıya taşıdılar. 1)Yeni Gine’ye Batılı Sömürgeciler Nasıl Yerleşti? 1511 yılına, yani Portekizlilerin Moluccas'a geldiği ve Endonezya‟nın ilerlemeler kervanının önünü kestiği zamana kadar böyle bir şey olmadı. Bundan kısa bir süre sonra Avrupalılar Yeni Gine'ye geldiğinde oradaki insanlar hâlâ obalar ya da tamamen bağımsız küçük köyler halinde yaşıyor, hâlâ yontma taş aletler kullanıyorlardı [3] Yeni Gine'yi Portekizli bir gemici 1526'da "keşfetti". Hollanda 1828'de batı yarısı üzerinde hak iddia etti, Britanya ile Almanya 1884'te doğu yarısını bölüştüler. İlk gelen Avrupalılar kıyıya yerleşti, iç bölgelere yayılmaları uzun zaman aldı, ama 1960'ta Avrupa yönetimleri Yeni Gine'nin büyük bir bölümünü siyasal denetimleri altına aldılar.
18
Avrupalılar 1930'larda uçakla yüksek bölgelerin üstünde ilk uçtuklarında aşağıda Hollanda manzarasına benzer bir manzara görünce çok şaşırmışlardı. Ormanları tamamıyla yok edilmiş geniş vadilerde benek benek köyler vardı, bütün vadii tabanı yoğun yiyecek üretimi için kullanılan, suyu kurutulmuş ve çevresine çit çekilmiş tarlalarla kaplıydı. Bu manzara yontma taş aletlere sahip çiftçilerin yüksek bölgelerde yoğun nüfus düzeyine ulaştıklarının bir kanıtıdır [4] 2)46 Bin Yıllık Geçmişi Olan Yeni Gine Yeni Gine ve Avustralya topraklarındaki yerleşimin ilk olarak sallar ve kanolarla Asya‟dan Endonezya Adaları üzerinde doğuya doğru hareket eden insanlar tarafından bundan 46 bin yıl önce oluşmaya başladığı ortaya çıkmıştır. Avustralya'nın hemen kuzeyinde büyük bir ada olan Yeni Gine'nin toprakları ekvator boyunca uzanmaktadır, bu nedenle düzlük arazileri sıcak tropik yağmur ormanları ile kaplıdır, ancak dağlık iç kesimler beş kilometre yüksekliği olan buzul kaplı dağlarla sonlanan küçük tepeler ve vadilerden oluşmaktadır. Birkaç ağaç kümeleriyle dolu açık vadiler, sulama ve drenaj arklarıyla birbirinden ayrılmış göz alabildiğince uzanan düzenli şeklide planlanmış bahçeler sıra halinde dizilmiş ve dik yamaçlar ve koruma amaçlı çitlerle çevrili köyler. Burada yaşayanların taro, muz, Hint yer elması, şeker kamışı, tatlı patates yetiştirip, tavuk ve domuz besleyen çiftçiler olduğunu öğrendiler. 19
Bu büyük birliklerin (ve diğer küçük) ilk dört tanesinin Yenii Gine'nin içindeki yerliler olduğunu, Yeni Gine tepelerinin dünyada yalnızca dokuz tane olan bağımsız bitki ehlileştirme merkezlerinden biri olduğunu ve 7 bin yıldan bu yana bu topraklarda tarım yapıldığını ve bunun sürdürülebilir gıda üretimi alanında dünyanın en uzun süreli deneyimi olduğunu artık biliniyor. Üstü sazdan yapılmış kulübelerde yaşıyorlar, birbirleriyle kronik olarak savaşıyorlardı, başlarında herhangi bir kral, hatta şef bile yoktu, okuma yazma bilmiyorlar, ağır yağmur altında soğuk koşullarda bile çok az veya hiç kıyafet giymiyorlardı. Hemen hemen hiç metal kullanmıyorlar ve aletlerini metal yerine taştan, tahtadan ve kemikten yapıyorlardı. Örneğin ağaçları taş baltalarla kesiyor, bahçeleri ve olukları ahşap sopalarla kazıyor ve birbirleriyle ahşap mızraklar ve oklar ve bambu bıçaklar kullanarak savaşıyorlardı. [5] 3)Yeni Gine’de Karşılıklılık ve Akrabalığa Dayalı Toplumsal Mevki Toplumsal mevkinin ve liderliğin başlatıcısı bir mekanizma olarak ekonomik dengesizlik, cömertliğin ve genelleşmiş karşılıklılığın oluşmasında kilit önem taşır. Henüz karşılığı verilmemiş bir hediye, öncelikle “kişiler arasında bir şeyler” yaratır: En azından karşılık verme zorunluluğu ortadan kalkana dek, ilişkide bir süreklilik ve dayanışma meydana getirir. İkincisi, hediyeyi alan kişi, üzerine “borçluluk gölgesinin düşmesiyle” birlikte veren kişiyle ilişkilerinde belirli kısıtlamalara maruz kalır. 20
Kendisine fayda sağlanan kişi, bu faydayı sağlamış olan kişiyle ilişkilerinde barışçı, ihtiyatlı ve duyarlı bir tutum içine girer. Gouldner, “karşılıklılık normunun… Birbiriyle ilişkili iki asgari talep oluşturduğuna” dikkat çeker: “ (1) insanlar kendilerine yardım etmiş olanlara yardım etmelidir, (2) insanlar kendilerine yardım etmiş olanlara zarar vermemelidir” (1960, s.171) Bu talepler Yeni Gine‟nin dağlık bölgelerinde, Peoria ovaları nda olduğu kadar zorlayıcıdır: “[Gahuka-Gama halkı arasında] hediyelerin karşılığı verilmelidir. Hediyelere bir borç oluşturur ve bu borç ödenene kadar sürece dahil olan bireyler arasındaki ilişkiler dengesiz bir durumdadır. Borçlu, kendi üzerinde böylesi bir avantaja sahip olanlara karşı ihtiyatlı davranmak zorundadır, aksi halde gülünç duruma düşme riskiyle karşı karşıya kalır” (Read, 1959, s.429) Cömert adamın payına düşen saygınlığı bir yana bırakırsak, cömertlik yararlı bir şekilde liderliği başlatan bir mekanizma olarak işlev görür, çünkü yandaşlık yaratır. Denig, yükselme arzusu içindeki Asinibo hakkında yazarken, “zenginlik… Tıpkı başka vesilelerle her yerde olduğu gibi burada da ona arkadaşlar kazandırır”der (Denig, 1928-29, s.525) [6] 4)Yeni Gine’de Biriken Yiyecek Şenliklerle Herkese Dağıtılırdı. Sahlins, Büyük Adam'ın karakteristiklerini kişisel güç, edinilmiş statü, sadık bir yandaş grubunu cezp etme yetisi ve nutuk çekerek yandaşlarına istediklerini yaptırabilmek olarak 21
özetlemektedir; bir kahraman olarak liderlik özelliği yoktur, savaşta, büyücülükte, kâhinlikte ve bahçecilikte maharetlidir. Buna doğallığında becerikli bir arabulucu olmasını da ekleyebiliriz. Ekonomik ve siyasi manipülasyonlarının amacı mal birikti rmek, bunu ayin ve ziyafetlerle dağıtmak, böylece cömert bir adam olarak prestij kazanmaktır. [7] 5)Toprağı Verimleştirme Yöntemi Bu yeni Ginelilerin yılda 10 metre yağmur alan, sık sık depremlerin oluştuğu, toprak kayması ve (daha yükseklerde) don görülen topraklarında binlerce yılda deneme yanılma yöntemiyle geliştirdikleri tekniklerden sadece biridir. Özellikle yeterince gıda üretebilmek için çok kısa nadas dönemi hatta sürekli ekim gerektiren yüksek nüfus yoğunluğuna sahip topraklarda toprağın verimliliğini sürdürebilmek için her 0,4 hektar toprağa 16 tona kadar yabani ot, çim, eski üzüm asmaları ve diğer organik maddeler ekliyorlardı. Toprağın yüzeyinde gübre olarak, nadasa bırakılmış topraklardan kesilmiş sebzeleri, yangınlardan toplanmış kül ve çöpü, çürük kütükleri ve tavuk gübresi kullanıyorlardı. Su seviyesini alçaltmak ve suyun birikmesini engellemek için tarlal arın etrafına arklar kazıyor ve kazdıkları bu arklardan çıkan organik gübre artıklarını toprak yüzeyine taşıyorlardı. Fasulye gibi atmosferik nitrojenle birleşen baklagil türünden gıda ürünleri, diğer ürünlerle birlikte dönüşümlü olarak ekiliyordu. 6)Kasuarinalar (Demir Ağaçları) 22
Binlerce yıllık boyunca yapılan tarım ile birlikte birçok bölgede ağaçlar yok edildi. Bu ağaç grubunun Yeni Gine tepelerine has bir türü de, dağlık arazide bulunan birkaç milyon ağacın doğal yollardan dere kenarları boyunca yayılan tohumlarını naklederek yetiştirdikleri kasuarina oligodondu. Bu bölgede yaşayan dağlılar birkaç başka ağaç türünü de aynı şekilde yetiştiriyordu, ancak kasuarina en çok kullandı kları türdü. Kasuarinaların dağlık bölgelere taşınarak ekilmesi öylesine geniş ölçüde yapılan bir uygulamaydı ki, artık tarlalarda geleneksel tarımda olduğu gibi mahsuller yerine ağaçların yetiştirilmesi anlamına gelen (Latince‟de sırasıyla ormanlık alan, tarla ve ekim anlamına gelen silva, ager ve cultura kelimel erinden türetilmiş) “silvikültür” olarak adlandırılmaktaydı. Bu tür hızla büyür. Ahşabı ise kereste ve yakıt olarak bir verime sahiptir. Nitrojen bağlaması yapan kök nodülleri ve bol miktarda yaprak dökmesi toprağa bol miktarda nitrojen ve karbon katkısı sağlamaktadır. 7)Sulama Kanalları 7 bin yıl öncesine ait sulama kanalların görülmesi dağlık bölge tarımının kökenine ilişkin işaretler göstermektedir. Birbirinden 804 km uzakta iki vadi olan batıdaki Bailem Vadisi ve doğudaki Wahgi Vadisi‟nde neredeyse aynı anda çok sayıda Kasuarina poleninin ortaya çıktığı yaklaşık 1200 yıl önce23
sinden bu yana orman polenlerinin sayısı ormanlara ait olmayan polenlerle karşılaştırıldığında düşmeye devam etmektedir. 8)Batılıların Yeni Gine Tarımına Müdahalesi ve Tarımın Yıkıma Uğraması Örneğin Avrupalı tarım danışmanlarından biri ıslak bir alandaki dik yamaçlardan birinin üzerinde kurulu bir Yeni Gine tatlı patates tarlasında yamaçtan aşağıya doğru dümdüz akan dikey drenaj olukları olduğunu gördüğünde gerçekten dehşete kapılmıştı. Köylüleri yaptıkları bu büyük hatayı düzeltmeleri ve bunun yerine Avrupai uygulamalara uygun şeklide sınırlar boyunca yatay olarak devam eden oluklar yapmaları konusunda ikna ettiler. Köylüler yaptıkları olukların yönünü değiştirince, bunun sonucu olarak olukların arkasında suyun biriktiğini ve bir sonraki yoğun yağmur yağışında oluşan toprak kaymasının bütün bahçeyi yamaçtan aşağı kaydırarak nehrin içine taşıdığını gördüklerinde şaşkına uğradılar. İşte tam da bu sondan kaçınmak için, Yeni Gineli çiftçiler Avrupalıların gelişinden çok önce, tepelerde oluşan yağmur ve toprak koşullarında dikey oluklar kullanmalarının ne denli faydalı olduğunu öğrenmi şlerdi. Batılıların gelmesi ve nüfus oranını artması ile çocukların öldürülmesi arasında bir ilişki var mıdır? Batılılar, sınıflı topluma geçmemiş kabileler ve diğer oluşumlara yönelik yaptıkları iğrenç deneyleri de anlatan olacak mı? 24
Bu deneylerde ilaçlar kullanılıp, kabilede yaşayan insanlar öldürülüyor, sakat bırakılıyor. “Avrupalı olası göçmenleri engelleyen son bir şey de Avrupa tarım bitkilerinin, hayvan varlığının, geçim yöntemlerini, Yeni Gine'nin doğal çevresi ve iklimi içinde her yerde başarısız olmasıdır. Balkabağı, mısır, domates gibi Amerika'dan gelen tropik tarım bitkileri bugün küçük miktarlarda yeti ştiriliyor, kahve ve çay tarımı işletmeleri Papua Yeni Gine'nin yüksek bölgelerinde iyice benimsenmiş durumda ama buğday, arpa, bezelye gibi Avrupalıların temel tarım bitkileri burada tutunamadı. Yeni Gine'ye sokulmuş olan sığır ve keçi az sayıda üretiliyor ve tıpkı Avrupalı insanlar gibi tropik hastalıklardan zarar görüyor. Yeni Gine'deki yiyecek üretimine Yeni Ginelilerin yüz binlerce yıl içinde kusursuzlaştırdıkları tarım bitkileri ve tarım yöntemleri egemen” [8] 9)Sömürgeciler Yeni Gine’ye Tatlı Patates Getirdi. İspanyollar tarafından Filipinler üzerinden Yeni Gine‟ye ulaşan ve Güney Amerika‟dan getirilen tatlı patates Yeni Gine‟nin yüksek bölgelerinde baş ürünü olan taronun yerini aldı. Çünkü daha kısa zamanda yetişiyor, dönüm başına daha fazla ürün veriyor olmasıdır. 10)“Batılı Keşif” Kavramı Bir kelimenin önüne batılı koyarsanız, mutlaka burada bir pisliğin ve bir pislik bir şeyin oluştuğunun kokusudur.
25
“batılı keşif”lerde amaç yeni sömürgelerin, yeni talanların, yeni soykırımların, yeni ticari alanların açılmasıdır. Yer altı, yer üstü ve insan emeğinin ürettiği artıkdeğerlerin batıya taşınarak, zenginliğin batıda birikmesidir. 11)Batılı Sömürgecilerin Yeni Gine’deki Belası: Sıtma 1880‟lerde Fransız Marki ile Rays‟in yakın adalardan New Ireland‟e yerleşmesi ile üç yılda 1000 sömürgeciden 930‟u sıtma ve öteki tropik hastalıklardan dolayı öldüler. 12) Açıklayıcı Notlar [1] Yeni Gine'deki insanların yaşamı ve gündelik hayatına Batılı emperyalistler, kapitalistler müdahale etmiştir. Bu müdahale sonucu Yeni Gine, Eski Gine değildi artık. [2] Beyaz adamın zaman ölçüsüne göre [3] Tüfek, Mikrop ve Çelik- Jared Diamond – Sayfa 411 [4] Aynı kitap- sayfa 401 [5] Çöküş, Jared Diamond, sayfa 345 [6] Taş Devri ekonomisi, Marshall Sahlins sayfa 204, 205 [7] Efendisiz Halklar, Harold Barclay, sayfa 94 [8] Tüfek, Mikrop ve Çelik- Jared Diamond – Sayfa 424 Çocukların Oyuncakları Üzerine
26
Parkta dedesi ile gezen erkek çocuğunun gündelik hayatından bir kesit anlatmaya çalışacağız. Bir gözlemle bir nedeni bulup sonuçları üzerine düşünmek ve yazmak kolay değildir fakat toplumsal konularla ilgili kitaplar, siyasi dergiler, makaleler okunduğunda durum biraz daha somutluk kazandırılabilir. Oyuncak Yaşama Bakışı “Minikleştiriyor” Adınız, yaşadığınız yer neresi olursa olsun. Oyuncaklar ile ilgilenmeye, ilgi duymaya, almaya, oynamaya, saklamaya başladıysanız. Bu sistemin ne olduğunu bilmiyorsanız ve öğrenmek için sorgulamıyorsanız. Günde üç kez yemek yiyen çocuk ile günde bir kez yemek yiyen çocuk arasındaki farkı anlayamazsınız. Günde bir kez yemek bulup, onlarca saat aç kalan çocuğun ne gözüne bakabilir ne de acısını paylaşabili rsiniz. Yaşam kumandanın bir tuşuna basıp hareket eden arabanın ötesinde “muazzam” bir şeydir. Sahip olma duygun ile birlikte kopardığın çiçeğin “acısını” hissedebildiniz mi? Yüzleri morarmış dilenci çocukların yüzlerine baktınız mı? Bir lira para dilenebilmek için soğukta, sıcakta insanların peşi nden koşan (bunlar insan olsaydı çocuklar yalvarmazdı) çocukların neden gözlerinin morardığını sordunuz mu? Tinerci çocukların neden tiner içtiğini, neden zulümcü babal arından, annelerinden, ağabeylerinden, dayılarından kaçtığını sordunuz mu? Polisten, zabıtadan, korumadan neden kaçtı klarını.
27
Mini etek giydirilip otomobil parklarında ve duraklarında dil enen genç kadınların neden dilendiklerini, neden mini etek giydiklerini sordunuz mu? Oyuncağı olan çocuklar, gençler. Siz daha “büyümediniz” ama her şeyi görmektesiniz ve bu görüş açınızla da olsa suç ortağısınız. Oyuncakları olan çocuklar şimdi bunları duyduktan sonra “banane, anne babaları yok mu?” deyip suç ortağı olmadığınızı söyleyeceksiniz. Hadi o zaman aç çocuk ile ekmeğinizi paylaşın, paylaşabilir misiniz? Ellerinden tutun gözü morartılmış çocuğun, dayak yemelerine izin vermeyin yoksul çocukların ki. Onların acılarını “paylaşın” ki suç ortağı olmayın yetişkinlerin, zalimlerin, düzenin…
Oyuncağı Olanlar İle Oyuncağı Olmayanlar Erkek çocuğun elinde olan oyuncağına, elindeki kumanda ile basıp bir ileri geri hareket ettirmesine kimse ilgi göstermezse o erkek elindeki oyuncağın bir “ilgi” yaratmadığını anlayacaktır. Sürekli ağlayıp istediği yerine getirilmeyen çocuk gibi. Yaşadığımız toplumda böyle bir “ilgi”nin olmadığını söylemek mümkün değil. Çocukla ilgilenmek yerine elindeki oyuncakla ilgilenen çocuklar olacaktır.
İhtiyacın Bağımlısı Olmak 28
Kumandalı oyuncak arabanın elinden alınacağı korkusu ile yatağının altına, dolabının içine saklayacaktır. Kardeşi varsa onunla kavga edip, ona vermemek için direnecektir. Sahi plenme ile birlikte oyuncağın sahibi olan çocuk bir zaman sonra ona bağımlısı olacaktır. Bu bağımlılık erkek olması ile bi rlikte “erkeklik”, “baba gibi” ve “güç” elde etme isteklerini yaşı ilerledikçe öğrenecek ve bunlara sahip olmak için uğraşacaktır. Kumandalı araba bir zaman sonra onun yaşamını “yönlendirecektir” bu da ailesinin çocuk yetiştirme işini kolaylaştıracaktır. Çocuk bilmese de bilinen bir şey var o da kumandalı arabanın kumandası ellerinin “işlevsizleştirilmesi” ve “kelepçelenmesi” görevlerini yerine getirecektir. Çünkü çocuk elindeki kumandayı bırakmak isteyecek dedesi buna izin vermeyecektir. Bu sebeple başka çocuklarla oynamak, yerlerde yuvarlanmak, koşmak, yürümek, düşünmek vs. “işlevsizleştirilmiş” olacaktır. Bu hem dedenin çocuk üzerindeki “kontrolünü” sağlamış olacak hem de ailenin, toplumun “adamı” olma yolunda ilerleyecektir. Bu ilerleyiş ile birlikte doğaya, kendisine ve diğer çocuklara yabancılaşarak olacaktır. Oyuncaklar Yabancılaşma Araçlarıdır. Bir mahalle düşünelim. Bu mahalle de hiçbir çocuğun oyuncağı yok ve bir çocuk kumandalı arabası ile gelip oynamaya başlıyor. Onunla arkadaş ve oyuncağı ile oynama “fırsatı” bulmak isteyen bazı çocuklar kavgalar yapıyor. Kumandalı oyuncağı olan çocukta bu oyuncağın vermiş olduğu imtiyaz ile arkadaşlarını seçip, oyun oynamaya başlıyor. 29
Başka bir mahalle düşünelim. Bu mahalle de hiçbir çocuğun oyuncağı yok ve bir çocuk kumandalı arabası ile gelip, oynamaya başlıyor. Bunu gören çocuklar onunla oynamak için kavga etmiyor hatta oyuncağı ile hiç ilgilenmiyorlar. Kumandalı arabası olan çocuk “sizlerle oynayabilir miyim?” diyor, çocuklar “bizimle oynamak için kumandalı arabanı kırmak gerekiyor” diyorlar. İmtiyaz (ayrıcalık) elde edemeyen çocuk ya tek başına oynayacak ya da oyuncağını kıracaktır. Kumandalı arabası olan çocuk “sizinle oynamak istiyorum fakat oyuncağımı kırmakta istemiyorum” dedi, çocukların cevabı “oyuncak araban seni bağımlı kılıyor ve sende ondan ayrılmadan hareket edemiyorsun. Bak bize yanımız da oyuncaklarımız yok hepsini kırdık. Şimdi birbirimizle oyuncak yüzünden kavga etmiyoruz. Eğleniyoruz, geziyoruz” Oyuncakları olan bütün çocuklar! Oyuncaklarınızı kırınız, parçalayınız, parçaladıktan sonra çöpe atıp yenisi de almayınız. Kendinizi yetişkinlerin kontrolünden kurtarmak istiyorsanız, dışarı çıkmak istiyorsanız, doyasıya koşup yuvarlanmak istiyorsanız. Yavru köpekleri besleyip onları sevmek istiyorsanız (yavru canların boyunlarına ip, tasma gibi “iğrenç” şeyle takmadan) Oyuncaklar size evlerinize, okullarınıza hapseden araçlardır. Ve…
30
Dilenci, tinerci, yoksul çocukların (insanların) yanında olmakla “çocukluktan” çıkıp insan olmak istiyorsanız.
31
“Devrimci Müzik” Saçmalığı Üzerine Devrimciler kendi aralarındaki dili yaygın ve genel tutmak için müzik alanında “devrimci müzik” gibi bir saçmalık üretmişlerdir. Müziğin bir ideolojik alana hapsetmek ne kadar anlamlıdır? Müziği “daraltma” ve devrimcilerin müzik dilini de “monotonlaştıran” bir konuma getirmektedir. Müziğe evrensel, „enternasyonal‟, „dünya‟, „yerküre‟, „herkesin dili‟ olmasını nasıl sağlayacağız. Farklı dillerdeki müziği nasıl kolektif anlayışın bir unsuru haline getireceğiz. “Devrimci Müzik” kendini “daraltıp” yerel coğrafya ya hapsedilmektedir. Bir yandan da kapitalistlerin değirmenine su taşıyorlar. Çünkü farklı dilde farklı renkte müzikleri dinlemeyip, kapitalistlere milliyetçilik dilini kullanmasına kolaylık tanınmış oluyor. Bir devrimci sürekli aynı müzikleri dinlemesi ile onu dinleyen kişi veya kişilerin canının sıkılmasına neden olur. Devrimcinin müzik dili, “monoton” kalmış olur, Çin‟deki müziğin hakkında bilgi sahibi değilse Çin‟deki işçilerin müzik dilini nasıl anlayacağız. “Devrimci Müzik” Yoktur Evrensel Müzik Vardır. “Devrimci” müzik dersek, enternasyonal dilin oluşumunu ve ortak mücadeleyi örgütlemek de zorlaşacaktır. Onun için “devrimci müzik” tanımını reddetmemiz gerekmektedir. 32
Politik kültürümüzde de bunu uygulamamız gerekmektedir. Sürekli bir etkinlikte aynı marşı çaldığımızı düşünsenize Avrupa Birliği Ülkelerin, “Sakallı” ve “Başörtülü” İşçileri, İşten Atma Yöntemleri Üzerine “Af Örgütü'nün ayrımcılık uzmanı Marco Perolini "Müslüman kadınlar işe alınmıyor, kızlar geleneksel giysilerle, örneğin baş örtüsü takarak okula gittikleri zaman sınıflarına giremiyorlar. Erkeklerin iş başvuruları sakalları yüzünden reddedil ebiliyor" diyor” (BBC Türkçe Haber sitesi, Nisan 2012) Avrupa Birliği ülkeleri, Yüce! Avrupa Uygarlığı ve Demokrasi‟si çıldırmıştır. Ayrıcalıklı Batılı işçilerin ayrıcalığını korumak için göçmenlerin gemilerini batırıp yüzlerce yoksul Afrikalı‟nın öldürülmesine neden olmaktadır. Ayrıcalıklı Batılı işçiler ve „sosyalist‟lerde bunu desteklemektedir. Avrupa Birliği Sömürü ve Talan “Uygarlığı”dır. Afrika, Asya, Latin “Amerika”, Kuzey “Amerika”yı vahşice sömüren bir uygarlık insanlığın uygarlığı olamaz. Yüz milyonlarca insanın kanını akıtan Batı Uygarlığı ve Demokrasi‟si yıkılmalıdır. “Müslüman” İşçilerin İşten Atılması Bir işçi, iş başvurusunda işe alınmaması nedeni, sakalının olması veya baş örtüsü var diye almıyorsa, bu işçiye ayrımcılık yapıldığının kanıtıdır. Bir işçi din anlayışı üzerinden mahkûm edilmektedir. Bir işçi, işçi alınması veya alınmaması onun işçi kimliği üzerinden ifadesidir. Yani bir işçi ile kapitalist 33
arasındaki pazarlık sonucunda işe girer ve emeğini satar. İşe alınmazsa kapitalist düzende işsizler ordusuna katılır. Batılı Kapitalistlerin İşten Atma Oyunu “Müslüman” olduğu için işe alınmıyorlar, Batılı Kapitalistler bunu sürekli yapıyor. Yüzyıllarca Afrika‟lı işçileri köleleştirdiler ve açlıktan öldürdüler. Sonra da Afrika‟dan Batı Uygarlığına gitmek isteyenlerin gemilerini batırmaya başladılar. Batılı kapitalistler, bunları hep yapıyor. Göçmenleri, mültecileri en iğrenç koşullarda hapis ediyor, en aşağılık işleri yaptırıyor. Müslümanlar yıllardır fabrikalarda, iş yerlerinde çalışıyordu da şimdi ne oldu; neden Müslüman kimliği üzerinden işçileri işe almıyorlar? Batılı kapitalistler bunları yapar da buradan Batılı ayrıcalıklı işçileri ve „sosyalistleri‟ sorgulamak gerekmektedir. Neden Batılı „sosyalistler‟ sakallı da işçilerin çalışmasını sağlamıyor, baş örtülü işçilerin işe alınmasını sağlamıyor. Batılı „sosyalistler‟ bunu yapmayacaktır çünkü Batılı „sosyalistler‟ kendi ayrıcalıklı Batılı beyaz işçilerin hakları korumaktadır. Bu hakları kapitalistler verdi, onu geri almak isteyen kapitalistler pazarlık yapıyorlar.
Göçmen İşçileri Fabrikalara Almayanlar, Sakallı İşçileri De Almıyorlar 34
Batılı işçiler ve Batılı „sosyalistler‟ Göçmen işçilerin fabrikalarda çalışmasını engellemek için yollara barikatlar kurdular. Şimdiler de sakallı işçileri, baş örtülü işçilerin fabrikalara gi rmesini engelliyorlar. Ne yapmalı? İşçilerin serbest dolaşımı için mücadele etmeliyiz ki, bunlar bir daha yaşanmasın. Mısırlı bir işçi nasıl Mısır‟da iş bulup çalışabiliyorsa, Avrupa Birliği ülkelerinde de çalışabilmelidir. Sanat “İlerici” Veya “Gerici” Olur Mu? Platon der ki: “Sanat ideal olanın taklididir”, Aristoteles der ki: “ Sanat gerçeğin taklididir”, Kant der ki: “Sanatın kendi dışında, hiçbir amacı yoktur. Onun tek amacı kendisidir. Güzel Sanatı ancak deha yaratabilir”, Hegel der ki: “Sanattaki güzellik doğadaki güzellikten üstündür. Sanat, insan aklının ürünüdür. Kendisine doğanın taklidinden başka amaç bulmadır”, Karl Marx der ki: “Yaratıcı eylem, insanın ve doğanın karşılıklı etkileşiminin bir aşamasıdır. Bu, toplumsal bir karakter taşır. Sanat, yaşamı insanileştiren bir olgudur. Araştırıcı, yaratıcı, çok yönlü tümel insana ulaşma çabası içinde sanatlar gelişebilir” Benedetto Croce der ki: “Güzelliğin yerine anlatımı öne çıkarır. Sanat, sezginin ve anlatımın birliğidir. Bireysel ve teorik bir etkinliktir. Doğa, sanatçının yorumu ile güzel olabilir”. “Marx, << Ekonomi Politiğin Eleştirilmesine Giriş>>te, bilimsel ve teknik açıdan, 19.yüzyıldaki gelişme düzeyinin, antik köleci düzendeki gelişme düzeyini fersah fersah geçtiğini; 35
oysa, antik sanat yapıtlarının, 19.yüzyılda hâlâ, <<bir bakıma bir norma ve erişilmez bir örnek oluşturduğunu>> nu yazar. Peki, o halde, Karl Marx‟ın bu sözleriyle, Antik yaratımlara karşıt, kişinin manevi dünyasına kıyaslanmayacak derinlikte inen Shakespeare‟in daha önce değindiğimiz görüşleri arasında bir çelişme yok mudur burda? Yani, Marx‟ın bu sözleri, önünde sonunda, insanoğlunun sanatsal gelişmesinin ilerici değil, gerici bir süreç olduğunu bize burda göstermiyor mu? Hiç kuşkusuz, böyle bir anlam taşımaz Marx‟ın sözleri. Marx‟a göre, sanat alanında ilerleme, mutlak değil, görece‟dir; <<…ilerleme kavramını, alışılageldik bir soyutlama içinde ele almamak>> gerekmektedir. Aslında, sanatın tüm kendi gelişme süreci içinde, olanakları sadece genişlememiş, daralmıştır da. Sanat, hep bir şeyler keşfetmiş, bir şeyler kazanmış, ama kaçınılmaz bir şekilde, bir şeyler de yitirmiştir. İşte bu kaçınılmaz, üstesinden gelinmez çelişme nedeniyledir ki, insanoğlunun sanatsal gelişmesi ile bilimsel ve teknik gelişmesi birbirinden temelde ayrılır.” [1] “İlerlemeci ideolojinin “kaderci iyimserliği” denen şeyden esinlenen Marks ve Engels, burjuvazinin düşüşünü ve proletaryanın zaferini “eşit derecede kaçınılmaz” şekilde hiç tereddütsüz ilan ettiler, Tarihi, sonuçları bilim tarafından, tarihin yasaları tarafından ya da sistemin çelişkileri tarafından garantilenmiş bir süreç olara gören yaklaşımın siyasal sonuçları üzerinde fazlaca durmaya gerek yok. Böyle bir yaklaşım kendi mantıksal sonuçlarına vardırılacak olsa – Manifesto‟nun yazarları tabii ki bunu yapmadı- devrimci bilince, örgütlenme ve inisiyatife yani öznel etmenlere hiç gerek kalmazdı, 36
Plekhanov‟un da belirttiği gibi eğer “programın zaferi, güneşin yarın doğacak olması kadar kaçınılmaz”sa, neden siyasi bir parti, kurulsun, bir gösteriş için insanların hayatları, tehlikeye atılsın? Yarın güneşin doğmasını garantilemek için bir hareket örgütlemeyi kimse hayal etmeyecektir” [2] “Kapitalizmden ileriye doğru geçiş çağında, sanatsal kültürün demokratikleştirilmesiyle, sanatsal değerleri tüketecek genel yüksek düzeyde bir kitlenin estetiksel olarak varlığının hemen kurulamayacağı arasında bir çelişme vardır, ki buna gözleri kapalı kalamıyacağımız gibi, amaçlardan biri de bu çelişmeyi ortadan kaldırmaktır. Kafa ve kol işçiliği arasında kopukluk sürdükçe, toplumun bütün üyeleri aydın düzeyine ulaşmadı kça, sanat yapıtı tüketiminin nitel ve nicel yanları arasındaki ayrılıklarda kaçınılmazdır. Ama geçici mahiyette‟dir bunlar. İlerde bu tür ayrılıklar da ortadan silinecektir. İnsanoğlunun sanatsal gelişmesi, herkesin, bütün sanat hazinelerine özgürce el atabileceği, herkesin estetik kültürünün maksimum derecede gelişeceği bir aşamaya ulaşacaktır. O zaman, insanoğlunun sanatsal gelişmesinin ilerici karakteri, bütün sonuçl arıyla ve doluluğuyla insanoğluna kucak açmış olacaktır” [3] “Dünya sanatsal kültür tarihi birçok önemli farklar gösteren, bir takım tiplere ayrımlanabilir. Ne var ki, bütün bu farklılıklar, yine o sanatsal kültür tipi‟nin üstünde yükseldiği ekonomik alt yapının özelliklerine dayanır” [4] “Bu tiplerden ilki, ilkel toplum kolektif kültürüdür. Bu sanatın asli çizgilerini folklor korumuştur. İlkel toplum sanatında, profesyonel olarak yürütülen, hemen hemen hiçbir sanatsal faaliyet olmamıştır; bu kültürün kendiliğinden bir karakteri 37
olup, üretim sürecine katılan herkesi içine alıyordu. Av ve savaş dansı, çalışma türküleri ve dansları, herkesce yapılıyordu. Mithos, efsane ve menkıbeler kadar, el işlerinin de söylenip yapılışına herkes katılıyor, onu devam ettiriyordu. Sanatın, toplumsal yaşam faaliyetinin en önemli biçimleri nden biri haline gelmesini sağlayacak şekilde, toplumun bütün üyelerinin yaratıcılık yeteneği bu yoldan gelişmiş bulunuyordu. Sanat, geneli ilgilendiren ve toplumsal önemde bir içeri kle doluydu.” [5] “ilkel toplum” yerine “sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplum” denmelidir. Bu toplumlar da devlet, bürokrasi, işbölümü, şef, lider yoktu. Aşamalı bir mantıkla „birinci tip sanatsal kültür‟, „ikinci tip sanatsal kültür‟, „üçüncü tip sanatsal kültür‟ hareket edilmiş olmaktadır. Böyle anlatmak yerine sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumda sanat nasıldı ve sanat var mıydı? “Toplumsal iş bölümünün ortaya çıkışıyla birlikte, toplumdaki sanatsal gelişme de altüst olmuştu. İkinci tip sanatsal kültür başlamıştı. Sanatsal yaratımın, toplumsal iş bölümü çerçevesi içinde yer alışı; meslekî, özel bir insan faaliyeti alanına dönüşmüş olması ve bu arada, toplumun üyelerinin büyük bir bölümünün, sanatsal değer tüketicileri durumuna düşmüş, <<müstehlik>> haline gelmiş olması, bu sanatsal kültürün özelliklerindendi. Bu arada, Marx ve Engels‟in belirttikleri gibi, <<sanatsal yetinin tek tek kişilerde yoğalımı ve bununla birlikte, geniş kitlelerin ezilmesi>> olayı ortaya çıkmıştı; öyle ki, bu kişiler, yaşamca gerekli malların üretimiyle uğraşmakta, gördükleri bu işle, profesyonel sanatçıların varoluşunu güvence altına almaktaydılar. 38
Maddi ve sanatsal üretimin kökenindeki birliğin bu şekilde, bozularak parçalanması, ki bu sanat –tarihsel gelişmedeki diyalektik mantığın bir başka yönüdür, sanatın gelişmesi üstünde yalnız olumsuz değil, ama aynı zamanda olumlu bir etki de yaratmıştır. Şöyle ki, sanatsal yaratımın meslekî olarak yürütülüşü, sanatın ileriye doğru gelişmesinin de bir itici gücü olmuştur. Doğal istidata sahip kişilerin, sanatsal faaliyetle baş başa kalarak, maddi üretime katılmaktan kurtulmaları, sanatsal yaratımın gittikçe yetkinleşmesi için gerekli koşulları da birlikte getirmişti. Böylesine bir sanatsal yaratım, gittikçe meslekten usta sanatçı olmaya başlayan, tüm faaliyetini buna ayırabilen yetili insanların gücünü ve enerjisini soğurmuş; kitlelere kapalı duran uygarlığın başarılarını tanıyıp öğrenme olanağına sahip sanatçıların yüksek düzeyde kültürel ve entelektüel bir gelişme göstermelerini sağlamıştı.” [6] Aydın – entelektüel – sanatçı olarak kabul görenler, tam da görmüş oldukları bu özel eğitim nedeniyle içinde bulundukları toplumlarda statüleri bakımından itibarlı bir pozisyona sahip olmuşlar ve hemen her bakımdan ayrıcalıklı bir yaşam sürmüşler, sürmektedirler. “İsimlerin önünde profesör, doçent, doktor, mühendis, mimar, gazeteci, yazar, araştırmacı, şair, edebiyatçı, sanatçı, tarihçi, uzman, bilirkişi vs. vs. gibi çeşitli unvanların olması, ayrıcalıklı parçası oldukları düzene toplumsal bir meşruiyet kazandırmak, ezilen ve sömürülenlerin bilinçlerini dumura uğratarak egemenlere biat etmelerini sağlamak ve egemenl e39
rin düzeni için gerekli olan asıl işlevlerini gizlemek, dahası yalanı gizlemek içindir. Ne zaman haksız bir durum yaşanmışsa, o zaman mutlaka bir yalana da ihtiyaç duyulmuştur. İnsanlığın sınıflı tarihi, egemen sınıfın çıkarlarını gözeten, amaçlı ve sistemli yalanının da tarihidir. Ama tüm toplumu ilgilendiren meselelerde yalancılık öyle herkesin yapabileceği bir iş değil, özel bir iştir. Zira kapitalist kültürle ve ahlakla biçimlenmiş bugünkü toplumda özel itibarı olmayan herhangi birinin söylediği yalana inanılmaz, dahası rasgele birinin söylediği yalan inandırıcı olmaz. Yalanı söyleyenin inandırıcı olabilmesi için, dahası yalanın toplum üzerinde etkili olabilmesi için, onun söyleyenin öncelikle içinde bulunduğu toplumda, o topluma egemen olan değerlerle itibar ve ayrıcalık kazanmış birisi olması gerektir. Kısacası, sınıflı toplumlarda toplumu ilgilendiren şeylerle ilgili yalan işi, özel nitelikler kazanmışların, uzmanlaşmışların işidir. Bu nedenle kapitalizm yalan üreten uzmanlar, yalanı organize eden ve yaygınlaştıran mekanizmalar olmadan kendisini var edemez. Bunlar kapitalizmin ideologları ve ideolojik aygıtlarıdır.” [7] “Özetlersek, sanatsal üretimin toplumsal işbölümü ve mübadele sistemi içindeki yeri, sanatı, ayrıcalıklı kesimlerin siyasal, dinsel, etiksel ve estetiksel taleplerine göre bağlı kılıyordu” [8] “Toplumsal üretim sisteminin toplumca düzende uğradığı değişim, sanatsal üretimin tarihsel yazgısı üstünde geniş bir etki bulunmuştur. Böylece, yeni, üçüncü bir sanatsal kültür tipi 40
oluşmaya başlamıştır. Bunu ana çizgileriyle şöylece gösterebiliriz. Birincisi: Toplumcu üretimde başlıca amaç, artıdeğer‟in elde edilmesi değil, toplumun bütün üyelerinin maddi ve manevi gereksinimlerinin karşılanması olduğu için, sanatsal üretim, nesnelde, aynı başlıca amacı, yani, tüm topl umun fikirsel-estetiksel gereksinimlerinin karşılanması amacını üstlenir. İkincisi: Toplumcu düzende, sanatçı, piyasadan bağımsız olup, sanatçının emeği, kâr getirme ölçüsüne göre değil, yaratılan ürünün fikirsel – sanatsal nitelikleri‟ne, göre ölçülür. Üçüncüsü: emeğin yeni toplumsal örgütlenişinden doğan ideoloji, sanatçı aydınları, uzun yıllardır yitip gitmiş olan, toplumla birlik bilincini yeniden edinmeye; sanatta, toplumun fiilen neyi harekete geçirdiğinden, neyin acısını çektiğinden ve ne gibi özlemler içinde olduğundan söz etmeye götürür. Dördüncüsü: Halk sanatlarında ve amatörce yaratımlardaki atılımlar, meslekten sanat ile halk kitlesi arasında salt tüketim çıkarlarına dayanan ilişki düzeyini, ortak-yaratıcı sanat algısı ve alımı ile kendinde etkin yaratım arasında yer alan bir ilişki düzeyine çıkaracak şekilde, meslekten sanat ile halk kitlesi arasında büyük bir yakınlaşmanın doğması‟na yol açar.” [9]
Sanatta Ne Demeli? İnsanlık tarihinde, sınıflı toplumda ve kapitalizmde sanatı araştırırken “ilerici” ve “gerici” kavramlarını kullanmamalıyız. Bunlar aşamacı ve ilerlemeci, Batı Merkezli ideolojinin ve kül41
türün etkilerini taşımaktadır. Bunlarla ezilenlerin hikâyeleri anlatılamaz ve onların yaptıkları şeyleri net bir şekilde ortaya koyamaz. Kapitalist düzen de sanatçılar kapitalizmin değerlerini korumak üzerine faaliyet yürütürler. Onu aşmak ve yerine başka bir şey koymak için değil. Sınıftı toplum da sanat kimin için üretiliyordu, kime hizmet ediyordu. Sınıfsız toplumda nasıl olacaktır şeklinde ifade edilebilirdi ve bu konu da bilgi verilebilirdi. İlerlemeci anlayış insanlık tarihi tarafından mahkûm edilmiş ama ifadelerde, analizlerde ve açıklamalarda yine de ilerlemeci, aşamacı, evrimci, kendiliğindenci, Batı merkezli, Batı merkezli ideoloji, Batı merkezli kültür bulunmaktadır. Yapılması gereken bunları eleştirip yerine anti ilerlemeci, anti aşamacı, anti evrimci, anti kendiliğindenci, anti Batı merkezli, anti Batı merkezli ideoloji, anti batı merkezli kültür ve bütün kültürler sorgulanmalı ve eleştirilmelidir. Sanat kendi başına soyut bir şey değildir. İdeoloji ile bağlantılıdır, toplumun sınıflı yapısı ile alakalıdır. Sanat kimin için yapılıyor, egemen sınıfın ihtiyaçları veya dönemsel çıkarları için üretiliyor veya yok sayılıp başka şeylere geçiyorlar. Amacı kitleleri kandırmak, korkutmak, entegre etmektir. Açıklayıcı Notlar [1] Güzellik bilimi olarak estetik ve sanat – Moissej Kagan – Altın kitapları yayınları – sayfa 506 [2] Küreselleşme ve Enternasyonalizm – Michael Löwy 42
[3] Aynı kitap sayfa 511, 512 [4] Aynı kitap sayfa 515 [5] Aynı kitap sayfa 515 [6] Aynı kitap sayfa 517 [7] Komünist Zemin Dergisi, sayı 13, sayfa 20 [8] Aynı kitap sayfa 518 [9] Aynı kitap sayfa 521, 522
Demokrasi Eşitsizliktir. İnsanların sınıflı toplumda eşit, özgür olması mümkün değildir. Bunu bir örnekle ifade edeceğiz. Demokrasinin, adaletin, insan haklarının nasıl bir şey olduğunu göstereceğiz. “Özellikle 1990‟lı yıllarda çok sayıda operasyona katılan ve gözaltına alınan kişilere yaptığı işkenceler nedeniyle Türkiye mahkemelerinde hüküm giyen ve üstelik bir de Avrupa İnsan Hakları mahkemesinde Türkiye‟nin mahkûm olmasına yol açan polis şefi Sedat Selim Ay‟a amirlerinden destek geldi” Yukarıdaki haberin ana teması demokrasi ve adaletin ne olduğunu anlatmaktadır. Demokrasi egemenlerin yönetme biçimlerinden biridir. İlle devlet demokratik, ileri demokrasi 43
oldu diye kendi geleneğinden vazgeçmez. İşkencelerden, katliamlardan, tecavüzlerden vazgeçmez bu devletin var eden geleneğidir. Devletler bu şekilde var oldu ve bu şekilde devam ediyorlar. Demokrasi ve adalette bir devlet geleneğidir. Komünistler polis şefinin “görevden alınsın” veya “yargılansın” demeleri karşı devrimci politikalarının bir sonucudur. Diyelim ki devlet polis şefini görevden aldı ve hapise attı. Diğer bütün polis şefleri bu olaydan etkilenip veya “korkup” ezilenlere, Kürtlere, devrimcilere işkence yapmayacak mı? Bu mümkün mü? Hayır. O zaman neden demokrasi, insan hakları, demokratik haklar, Avrupa insan hakları mahkemesine gidilip, devrimci mücadeleyi “ayaklar altına aldırıyorlar” bu devrimciler. Demokrasi eşitsizliktir, demokrasi işkencedir, demokrasi tecavüzdür, demokrasi soykırımdır. Demokratik talepler isteyip, devletin anti-demokratik olduğunu söyleyen devrimciler şunu bilmeli ki, “demokrasi” egemenlerin yönetme biçimi buna “anti-demokratik” demekle “demokratik” demek arasında pek bir fark yoktur. Bunla işçileri oyalamaya dönüktür, yani köyünüze içme suyu, sağlık ocağı, ormanlık alan açılacaktır diyip arada “bunlar sizin demokratik haklarınızdır” diyen milletvekillerine inanmaya devam ederseniz, köyünüzdeki dereden, sudanda olursunuz.
44
Bugün HES‟lerle birlikte yüzlerce köy boşaltıldı. Bu boşaltma silah, bombalama ile yapılmadı. Kapitalizmin doğası budur insana ve doğaya yıkım getirmeden gelişemez, yenilenemez. Demokrasi eşitsizliktir, demokrasiye inanmaya ve istemeye devam etmek yarın parasız olan havayı da parayla almanıza neden olacaktır. İşçilerin Fabrika da 1 Ocak Akşamı Eğlenceleri Facebook‟ta izlenilen bir video da işçiler halay çekmekte ve kapitalist de onları seyretmektedir. Kapitalist ve işçiler birlikte 1 Ocak yılbaşı eğlencesini birlikte kutluyorlardı. Pastalar, kolalar, içkiler, müzik, dans akşama kadar eğlendiler ve kapitalizmin tüketim kültürünü yerine getirdiler. Bu işçilerde tüketiyor, tüketirken mutlu oluyorlardı. İşçiler eğlenirken birbirleri ile hiçbir şey paylaşmıyorlardı. Roma İ mparatoru Jül Sezar tarafından Mısırlı astronomi bilgini Sosigenes‟e hazırlattığı ve Sezar‟ın adını taşıyan takvim Güneş takvimidir ve binlerce yıldır Mısırlılar ve Mayalar tarafından kullanılmaktaydı. Batı Uygarlığı [Avrupa Birliği] ve Demokrasisinin çaldığı bir icattır. Aynı fabrika da beş ay sonra kapitalist araç servislerini kaldırma kararı aldı. 1 Ocak akşamı birlikte yılbaşı kutladıkları, yiyip, eğlendikleri kapitalist servislerini elinden aldı. Video da dans eden kadın artık işi gidip gelebilmek için 4 kez otobüse binecek ve bunların parasını cebinden ödeyecekti. Video da içkisini içen erkek de işe gidip gelebilmek için 6 kez otobüse binmek yerine kendi arabasıyla gidecekti. 45
Kapitalist düzenin tüketim kültürünü uygulayanlar ile suç ortaklığı yaptıkları düzenle; düzenin yaratmış olduğu bedeli de ödüyorlardı. 12 saat çalışarak bu yaparken bir de yıllardır var olan servisleri ellerinden alındı. Servisleri elinden alınan işçiler 1 Ocak‟taki yaratmış oldukları videoyu izlemeliler, kiminle eğlendiklerini ve kimin kültüründe eğlendiklerini, neden o gün tükettiklerini ve çok tükettiklerini sorgulamalılar. Yılbaşı, sevgililer günü, anneler günü, babalar günü gibi kapitalizmin tüketim kültüründe neden böyle davranışlar sergilediklerini okuyup, araştırmalılardır. 1 Ocak akşamı işçiler gülüyordu şimdi neden gülmüyorlar. 1 Ocak akşamı gülmelerinin nedeni eğlendikleri kültür de şimdi gülmemelerinin nedeni araç servislerinin alınması mı? Gelecek yılki 1 Ocak akşamı aynı eğlenceyi yapacaklar mı? Tüketmek için aynı mekân da kapitalistle buluşacaklar mı? Ya da gelecek yılki 1 Ocak‟ı kutlamayacaklarını söyleyecekler mi? Bu bizim kültürümüz değildir diyecekler mi?
46
Yunanistan'daki Seçimleri, Ayrıcalıklı İşçiler Kazandı. Yunanistandaki gelişmeler bizlere yanıltacak durumlarla dol udur. Bunlardan birincisi, "iktidar" boşluğunun olduğu yanılgısıdır, bu seçimlerinden sonra iktidara kurma girişimi, ulusl ararası kapitalizmin ihtiyacını karşılayacak bir partinin veya koalisyonun gelmesi gerekliliğidir ondandır ki partiler kemer sıkma, Avrupa birliği, IMF karşıtı olduğunu söyleyip, ayrıcalıkları ve sömürgeciliği kabul eden aşırı solun hükümet kurmasına izin verilmedi. "iktidar" kurumama, sistemin iktidarının olmadığı anlamına gelmez ki. Zaten kapitalistler ülkeleri yönetendir, istisna olan ülkelerde vardır. İkinci yanılgı "iktidar" boşluğunun sonucunda işçiler vs. devrime gidecektir deyip tek eksiliğinin devrimci parti olmasıdır. Bu da yanılgıdır çünkü işçilerin üye olduğu 'sosyalist' partiler, sendikalar vardır. Asıl soru nasıl bir parti olmalıdır programı ne olmalıdır. Fakat devrimci bir mücadelenin olmazsa olmazını sadece partinin olmamasına bağlamak "gerçekleri" gizleme "girişimidir" çünkü Yunanistan‟daki işçiler, emekçiler diğer Avrupa Birliği ülkelerindeki işçiler ve emekçiler gibi bal gibi de sömürgecilikten, talandan pay alıyorlar. Bunları anlatın da insanlara sadece bir partinin olmadığı üzerinden devrimin gelmediği yalancılığına düşmeyiniz. Üçüncü yanılgı kemer sıkma politikalarına karşı yüz binlerce işçinin ve emekçinin sokaklarda barikat kurması bir yanılgıdır çünkü "barikatı" ayrıcalıklarının alınmaması üzerine kuruyorlar. Sömürgecilikten gelen paraların, maaşların sorgulanmadığı bir toplumda (işçiler, sosyalistler) nasıl oluyorsa kapitalizmi tehdit edemiyorlar. Örneğin, Kolombiya'da işçiler eylem 47
yaptığında devlet anında tepki, şiddet uyguluyor çünkü bu ülke kapitalistlerinin sömürdüğü bir ülke, talan ettiği bir yer bulunmamaktadır ki ondan işçilerin maaş arttırma, iş saatlerinin kısaltılması isteği sert biçimde bastırılıyor. Kolombiya'da bir maaş artırımı ile Yunanistan, Almanya'daki işçilerin maaşların aratırımı taleplerinin karşılanmasında Yunanistan, Almanya'daki işçilerin maaşı artabiliyor, yüksek maaşlar, kaliteli sağlık ve eğitim imkânları, ayrıcalıklı işçinin çocuğu doğmadan bankada biriken paralar vs. Bu imkânlar neden Kolombiya, Afrika'daki işçilerde yok çünkü oralar kapitalizm tarafından sömürülüyor, talan ediliyorsa ondan. Kapitalizm bu şekilde işlediği içindir ki böyle oluyor. "Yunan siyasi yaşamının son 40 yılındaki başlıca parti olan Pasok, 300 üyeli parlamentoda sadece 41 sandalye kazanarak büyük bir oy kaybı yaşadı. Hükümet arayışları Samaras'ın Yeni Demokrasi Partisi,108 sandalye alarak birinci parti oldu. Ancak Samaras, hükümet kuramadı. Radikal sol blok Syriza'nın lideri Alexis Tsipras ise, AB ve IMF'nin talep ettiği kemer sıkma önlemlerinin reddi konusunda ısrarcı olduğu için hükümet kurmayı başaramadı. Pasok ve Yeni Demokrasi'nin toplam sandalye 149. İki partinin hükümet kurabilmek için gereken çoğunluğa ulaşmak için iki milletvekiline daha ihtiyacı var." [ABHaber sitesi, Mayıs 2012] Syriza Ayrıcalıklı İşçilerin Kuyrukçusudur. Radikal sol blok Syriza şimdi garip bir söylem içindeler kendileri bunun farkındalar mı bilinmez. Hem kemer sıkma politi48
kalarına karşılar hem de ayrıcalıklı işçilere sömürgelerden, talandan verilen ayrıcalıkları korumaya kalkıyorlar bu sayede seçimlerde yüksek oy alıyorlardı. Bu bir çelişkidir hem kapitalist sistemin işçinin sömürülmesine karşı çıkacaksın hem de başka coğrafyalardaki işçilerin sömürülmesine ses çıkarmayacaksın. İkinci çelişki, Avrupa Birliğine ve IMF'ye karşı bir söylem takınmalarıdır, birinci çelişkinin ikinci çelişkisini oluşturuyor. Avrupa Birliği ve IMF sayesindedir ki, Yunanistan'daki ayrıcalıklı işçiler oluşmakta, oluşturulmaktadır. Oy aldığın kitle, ayrıcalıklı işçi sınıfıdır bunların oyunu almak için söylenen bir söylemden öte değildir. Hatta ayrıcalıklı işçiler bile buna "inanmamışlardır" bu inançsız oldukları anlamına gelmez. İnandıkları tek şey ayrıcalıklarının korunmasıdır. Syriza'yı yükselten kuyrukçuluğunu yaptığı ayrıcalıklı işçiler ve onların talepleridir. Syriza'yı indiren de ayrıcalıkları olan işçilerin kuyrukçuluğundan vazgeçtikleri gün olacaktır. Kim "kemer sıkma" politikalarına karşı çıkarsa, artık ne düşündüğüne, ne program yaptığına bakılmaksızın seçimleri kazanıyor olsa da uluslararası kapitalistlerin ihtiyaçları doğrultusunda hükümetlerin başa geçmesi sağlanır. Bunun yapılması için de her türlü yolu denerler. Burada önemli olan "kemer sıkma" nedir, nedir değildiri açıklamak gerekmektedir. "Kemer sıkma" nedir, ne değildir? Batılı kapitalistler devrimci bir durumun şimdilik kalmaması ndan dolayı önlerinde engel olmadığı için Batılı işçilere verdik49
leri ayrıcalıkları, "hakları" geri almaya başlıyor. Buna da "kemer sıkma" politikaları adı veriliyor. Batılı kapitalistlerin verdiği ayrıcalıkları geri almasına karşı çıktığı için sokağa çıkılıyor, eylem yapılıyordu. Yoksa geçinememe durumundan değil, hatta Kolombiyalı işçiler gibi değil durum. Kolombiyalı işçiler ile Yunanistan'daki işçilerin mücadelesini bir ve aynı gösterip ona göre hareket edilirse. Bütün hatalar ortaya çıkar ve çıkmaktadır. Burada bir başka belirtilmesi gereken durum da sınıf mücadelesidir. Kapitalizme karşı veya onun sınıf karakterine, değerlerine karşı mücadele edenler ile etmeyenleri bir ve aynı göstermekte doğru değildir. Kolombiyalı işçilerin verdikleri mücadele sınıf mücadelesidir bunun gideceği durum kapitalist değerlere saldırıya dönüşecektir. Yunanistan'daki böyle olmayacaktır ve olmuyorsa. Batılı işçilerin "hayranı" olmanın da anlamı yoktur. Yunani stan'daki, Fransa'daki seçimlerde "kazanan" ayrıcalıklı batılı işçiler olmuştur. “Hillary Clinton Defol” Demek Irkçılıktır ve Beyaz Adam Gibi Konuşmaktır. Batı Uygarlığı yeryüzüne kendi yüzünü “giydirmeye” devam ediyor. Beyaz (ayrıcalıklı) Adam‟ın yarattığı ırkçılık, ırkçı dil devrimci partilerin, kurumların beyin hücrelerinde de biri kmiştir ve bu birikme yaptıkları eylemlerde ortaya çıkmaktadır. “Hillary Clinton Defol” bu defol egemen sınıfa hizmet eden bir Bakan‟a söylendiğinde çoğu devrimci bunun devrimci bir ifade olduğunu söylemektedir. Bu dil Beyaz Adam‟ın dilidir. Beyaz 50
Adam‟ın dili zaten ırkçıdır. Hillary Clinton Beyaz Adam‟ın yüzünü giyenlerdendir bunu teşhir ederken yine Beyaz Adam‟ın diliyle bu yapılmaz. “Hillary Clinton Defol” demek ulusalcı devrimcilerin (bir devrimci asla ulusalcı olamaz) söylediği sözlerdir. Ulusalcılık yanında bir sınır içine giren başka birine karşı söylenen sözlerdir. Şimdi konuyu başka örnekle devam edeceğiz. Türk işçileri şöyle bir şey dedi “Göçmenler Türkiye‟den Defol” dedikl erinde Türk işçileri gibi ırkçı ve ulusalcı diğer yandan da Türk işçi sınıfının kuyrukçusu oluyorlar sonra da kapitalizmi yani yıkmak istedikleri sistemi “en güzel” şekilde yeniden güçlenmesine hizmet ediyor bu devrimciler. Sadece Türk işçilerinin refahı ve mutluluğu için, yeryüzünü yok saymak gibi bir şey oluyor. Ama bu ulusalcı solcular cümlenin sonuna da “bütün ülkelerin işçileri birleşin” ile bitiyor da bunu Komünist Manifesto‟dan almışlar belli diğerlerini yanı “defol” demeyi Türk Devletinin okullarında, liselerinde, üniversitelerinde öğrenip devrimci mücadelelerine “mantolamışlar” Devrimci olanlar, birinin bir yerden başka bir yere gelirken “defol” diyemez. Devimci olanlar kapitalizmi yıkmak için mücadele ederler. Bu “defol”la ancak ırkçı, şovenist ve antienternasyonalist Türk işçilerinin linç kültürü hareket geçirebilir bunla da gidip Kürtleri, Alevileri, Eşcinselleri dövüp, öldürürler. Bu sonucu ulaşması bu ulusalcı devrimcilerin Türk Devletinden daha “Devletçi” olduklarının ispatı ve devrimci olmadıklarının kanıtı olur. 51
“Sevgili”si İçin Kopardığı Gül Öldü Yazları, Metin sevgilisine çiçek almayı hiç sevmez. Hep şunu der “Paramı niye ziyan edeyim” gidip güllerin büyüdüğü bahçelere, parklara, saksılara el atıp bir tane gül koparırdı. Nilay‟ın gülü sevdiğini bilir ve gül koparmayı alışkanlık haline getirmişti. Metin lise son sınıfta okumaktaydı, Nilay tekstil atölyesinde çalışmaktaydı. Cumartesi akşamları buluşabiliyorlardı, Pazar günleri Nilay‟ın ailesi dışarıya çıkmasına izin vermiyordu. Metin elinde bir gülle, Nilay‟ın önüne geçip, gülü uzattı. Nilay gülümsedi ve gülü aldı. Nilay, Metin‟in mavi gözlerine vurgundu. Onun gözlerine aşık olmuştu. Metin‟de Nilay‟ın bacaklarına dokunma aşkına vurulmuştu. Nilay‟ın yanına oturduğunda bacaklarını okşuyordu; Nilay‟da Metin‟in mavi gözlerine bakıyordu. Metin yıllar sonra kopardığı güllerin öldüğünü diyalektik olarak anlayacaktı. Bayram günü Nilay Metin‟i arayarak evine çağırdı. Bir saat on dakika sonra Metin zile bastı. Nilay otomatiğe basarak kapıyı açtı. Metin üçüncü kata çıktı ve Nilay evin kapısını açtı. Nilay -Hoş geldin Metin‟ciğim. Metin -Hoş bulduk Nilay‟cığım. 52
Nilay -Yatağı hazırladım, soyunda sevişelim dedi. Metin acele ile soyundu ve ilk kez bir kadınla ilişkiye girecekti. Korkuyordu ve heyecan içindeydi. Nilay üzerindeki havluyu çıkardı ve yatağa girdi, Metin‟de yatağa girdi. Beş dakika sonra Nilay -Cinsel ilişkiye girdik ve ilişkimiz bitmiştir. Artık beni arama ve sorma yoksa canını yakarım dedi. Metin -Devam edelim, bu kadar kısa sürmemeli Nilay -Hayır, kopardığın gülleri hatırladın mı? Metin, ilişkinin devam edeceğini anladı. -Evet, senin için kopardığım ve senin sevdiğin çiçekti. Nilay -Beni sevdiğim çiçek koparılmayan çiçekti. Metin -Sen istediğin için kopardım. Nilay 53
-Ben sana demedim ki, git gülü kopar, sen gittin kopardın. Şöyle diyebilirdin; ben senin sevdiğin çiçeği koparmak istemiyorum çünkü koparırsam ölür demedin. Metin -Doğru söylüyorsun Nilay, sen demedin ben kopardım. Nilay -Neden bu davranışı yaptın çevrendeki erkeklerde bu davranışı yaptığı için ya gülü parayla aldılar ya da çiçekleri kopardılar. Sen ikincisini denedin ama paran olsaydı birincisini de yapacaktın. Metin düşünceli düşünceli üzerini giydi. Nilay -Sevgili değiliz, aşık değiliz, sadece sen istediğini aldın bende istediğimi aldım. Birbirimizin yaşamına karışmadan gündelik yaşantımıza devam edelim. Metin -Doğru, bende seni evlenelim diye yalan söyleyip cinsel ilişkiye zorlamaya çalıştım ama sen benden daha aceleci çıktın. Yani yalan söylemeye de gerek kalmadı. Nilay -Demin ki söylediklerim de doğrulandı, iyi akşamlar… 54
“Tasmalı” Köpekler Üzerine İnsanlar sahilde, caddede, yolda, sabah veya akşam yürüyüşlerinde elinde tasmayı tutan iplerler gezerler ve bu iple tasmaya takılan canlı köpeklerdir. Çocuklar, yaşlılar, genç kadınlar, genç erkeklerin yanında bir köpek türü var ve bu köpeklerin hepsinde tasma ve tasmaya ip takılmış bu ipi tutanlardır. Bu iple köpeğin her hareketine bir müdahale yapılmaktadır. Köpeğin yaşamına müdahaledir. Bu köpekler kendi doğalarında yaşarken, doğal yaşamın içi nde insan müdahalesi olmadan yaşıyorlardı. Köylerde köpekler şehir köpeklerine göre daha geniş bir hareket alanı vardır, köylerde köpekler akşamları ipe bağlanmaktadır. Şehirdeki köpekler kafeslerde, barınaklarda, tasmalı tamamıyla insana bağımlı halde yaşamaktadırlar. Kendi yaşam alanları olan ormanlar, ovalar, bahçeler insanların apartmanları ile dolmuştur. Sokakta yaşayan bir köpeği kuyumcunun görmesiyle yüzüne göz yaşartıcı bir sprey sıkılmakta ve bu acıyla köpek inlemektedir. Çocukların köpeklere taş atması bir gelenek haline gelmiştir. Nerede köpek görseler taş atıyorlar. Yaşlılar köpeklere bastonlarıyla vurmaktadırlar. Bunlar doğalarına yabancılaşmış insanlardır. Bilgisayar tamircisi sokaktaki köpeklere yemek vermekte, su vermekte ve başka insanların köpeklere vurmasına karşı çı kmaktadır. Parkta çocukların yavru köpeğe ip takmasına kızan genç erkek, bu ipi çözmek için uğraşmaktadır. Uydu montajı 55
yapan işçi köpeklere taş atan çocukları uyarmaktadır. Bunlar doğalarına yabancılaşmamış insanlardır. Ayrıca insanlara saldırı yapmayacak köpeklere, yavru köpeklere “tasma” takan insanlarda doğalarına yabancılaşmıştır. Köpeklere demir sopalarla vuranlar, kurşunlarla vuranlar aynı kategoridedir. Hepsi bir bütün ve aynı değildir. “Tasma” takan köpeğin bütün yaşamına müdahale etmektedir. Kurşunla öldüren ise vahşet uygulamaktadır. İnsanda olsan başka canlıların doğal yaşamına müdahale edilmemesi gereken durumlarda edilmemelidir. Kafeste yaşatılan kediler, akvaryuma konan balıklar, kafese konan kuşlar ve diğer yaşam alanları insan tarafından yeniden “mekânlara” hapsedilen bütün canlılar içinde geçerlidir. Köpeklerin “tasmalı” gezmediği bir dünya umuduyla… “Komünist Mektup
Manifesto
Eleştirilemez”
Diyenlere
Açık
Başka Devrimci kurumdan olan arkadaşımın ifade ettiği “Komünist Manifesto Eleştirilemez” açıklamasını değerlendireceğim. Komünist Manifesto‟nun yazarlarının yanlış belirlemelerinden biri ise, “işçilerin refah düzeylerinin artması ve boz zamanl arının fazlalaşmasına paralel olarak, işçi sınıfının kendisi için sınıf olma bilincine daha kolay ulaşacağı” bilimindeki belirl emedir.
56
Bu belirlemeye iki nokta da itiraz edilecektir. Birincisi, ne yazık ki yaşamın acımasız pratiği bize bunun tam tersini göstermiştir. İşçilerin refah düzeylerinin arttığı bölgelere baktığımızda görürüz ki, buralardaki işçi sınıfı, adeta dünya prol eter devrimin önünde fren işlevi görmüş ve bu işlevini sürdürmeye devam etmektedir. Refah düzeyi artmış olan işçiler, adeta burjuvazinin dünya işçi sınıfının içindeki kolu olarak işlev görmektedir. İkincisi; bu yaklaşım ekonomist bir yaklaşımdır. Kapitalizmin egemenliği altında işçi sınıfının kültürü ve bilinci de kapitalizmin yarattığı kültür ve bilinçtir. Bu egemen kültür ve bilinçle, kapitalizmin egemenliği altında işçi sınıfının refah düzeyinin artması, işçi sınıfını, bir tüketim toplumu olan kapitalist düzende kapitalizmin kendisini yeniden ve yeniden üretebilmesine, yaşam kaynaklarının aşırı tüketimine, dolayısıyla da kapitalizmin yeryüzü yaşamına karşı işlediği suçlara ortak eder. Refah düzeyi artmış Batılı işçilere baktığımızda, boş zamanlarında tüketmekten, seyahat etmekten ve eğlenmekten başka bir şey düşünmedikleri görülmektedir. Komünist Manifesto‟daki bu anlayış; devrimci gelenekte de ekonomist, dolayısıyla da reformist bir anlayışın gelenekselleşmesine hizmet etmiş, devrimci hareketin önemli bir kesiminin işçi mücadelelerinde kendilerini ücret ve hak talepleri yle sınırlamalarına, dolayısıyla da sendikalizmin batağına saplanmalarına yol açmıştır.
57
Sevgili arkadaş, bu eleştiri sadece sana değil. “Komünist Manifesto eleştirilemez” olduğunu söyleyen bütün devrimcileredir. Bir yandan eleştiri yaparken, diğer yandan kendimin bu hatalara düşmemem için özeleştiri de oluyor. Yani başka bir kurumdan bir devrimci ile konuşurken ondan öğrendim bilgilerin olduğunu, tartışmayı politik alanda tutmaya çalıştığımı, bilgim olmadığı alanda konuşmadığımı, egemen kültürün bir etkeni olan yenmek ve yarışmak davranışlarını sergilemediğimi belirterek özeleştiri de yapmış oluyorum. Bir devrimcinin kendisine (kendi kurumuna) eleştirel yaklaşmalı ayrıca kendisini de eleştirerek özeleştirisini de yapmalıdır. Sevgili arkadaşın Komünist Manifesto eleştirilemez demesi “dinci” bir yaklaşımdır. Dinler de sorgulanmaz ve eleştirilemez ifadeleri bulunmaktadır. Komünistler, Komünist Manifesto‟yu eleştirebilir hatta kendi devrimci kurumlarını da eleştirebilir yeter ki bu yönde iradeye sahip olsun. Komünist Manifesto eleştirilemez demek, onun kutsanması anlamına da gelmektedir. Komünistler, Komünist Manifesto‟yu hak ettiği zemin üzerinde yeniden ayağa kaldırmak zorundadırlar. 1 Mayıs 2012’de “Leningrad” St. Petersburg’a Teslim Oldu. “St. Petersburg (eski Leningrad) 1 Mayıs özgürlük yürüyüşüne katılan 11 homofobi karşıtı gökkuşağı bayrağı taşıdığı için Rus polisince tutuklandı. Şehir yönetimi tarafından izin veril58
miş olan bu yılki 1 Mayıs yürüyüşünün barışçıl bir gösteriden ibaret olması bekleniyordu. LGBT aktivistleri yürüyüşte St. Petersburg‟un çeşitli sivil toplum gruplarının da aralarında bulunduğu demokratik ve insan hakları grupları bölümünde yer aldı. Yürüyüş başladıktan 5 dakika sonra polis gökkuşağı bayraklarının kaldırılmasını istedi. Aktivistler reddedince zorla gözaltına alındılar ve şu an “eşcinsellik propagandası” ve polise direnme suçlaması ile karşı karşıyalar. Diğer bir aktivist ise “homofobi yasal değildir” pankartı taşıdığı için gözaltına alındı.” [1] Ezilenlerin 1 Mayıs‟ta egemenlerin polisi tarafından tutuklanması trajik değil komiktir çünkü bu olayı gören komünistler, Bolşevikler yok muydu? Yoksa buna bir şey denmez fakat komünistler, Bolşevikler eşcinsellerin polis tarafından tutuklanmasını görüp, sessiz kalmışlarsa “Leningrad”ı unuttunuz mu? 1917‟de yoldaşlarınızın yaptıklarını unuttunuz mu? “Hepimizi birimiz, birimiz hepimiz içindir” sloganını yaşama geçirecek, komünistler nerede? Bolşevikler nerede? Enternasyonalistler nerede? 1 Mayıs‟ta eşcinsellerin tutuklanmasına karşı çıkmayıp olayı gören yüzlerce işçi neden bu olaya müdahale etmedi, 1 Mayıs‟ın anlamını mı unuttular yoksa. Ayrıca 1917‟te işçilerin, emekçilerin yaptıklarını da mı unuttunuz? Ezilenlerin ortak kurtuluşunu somutlaştıran sizlerin (hepimizin) yoldaşları değil miydi? 11 eşcinselin gözleriniz önünde tutuklanması 1 Mayıs‟ı bayram mı sanmanızdan kaynaklandı eğer bayram olarak gördüyseniz bir şey denmez fakat 1 Ma59
yıs bayram değil “sınıf savaşı” diyorsanız, eşcinsellerin tutuklanmasına neden göz yumdunuz? Korkak mısınız yoksa ihtiyaçlarınızın bağımlısı mı oldunuz? Komünistler ayrımcılığa karşı çıkar da neden eşcinsellerin tutuklanmasına göz yumdu? Paris Komün‟ünden ders alıp Ekim Devrimi‟nde “devrim ateşini” yakan yoldaşlarımıza komünist selamlarımızı yolluyoruz. Onların yolunda yürüyenlere de. Açıklayıcı Not [1] Pembe Hayat internet sitesi, Mayıs 2012
305 Yıl Önce [1] Sir Clowdisley Shovell’in Ölüm Nedeni Yerli Kadının Yaşamını Tehdit Etmesidir. Sir Clowdisley Shovell‟in gemisi Association, 22 Ekim 1707‟de boylam hesaplama hataları veya o günkü cihazların neden olmasıyla battı. Söylendiğine göre Clowdisley Shovell baygın bir şekilde kumsala yığılmış sahili gezmekte olan bir yeri kadın onu bulmuş. Clowdisley Shovell yeri kadının parmağında gördüğü zümrüt yüzüğü almaya çalışırken, baygın bir şekilde olduğundan kadın tarafından öldürülmüş. Yukarıda kısaca anlatılan hikâyenin “kahramanı” Beyaz adam olarak gözükmektedir, çünkü o egemenlerin sınıfında olduğundan egemenlerin hikâyeleri anlatılır. Ezilenlerin, yerli halkların hikâyeleri anlatılmaz. Bura da yerli kadın “suçlu” konumuna itilmiştir. Zümrüt yüzüğü verseydi Sir Clowdisley 60
Shovell öldürmemiş olacaktı. Bir de olasılık üzerinden hareket edersek Sir Clowdisley Shovell baygın veya gemisi batmadan yerli kadının elindeki zümrüt yüzüğü görseydi, yerli kadını öldürecekti. Beyaz Adam bunu yüzyıllardır yaptı/yapıyorda. Sir Clowdisley Shovell gibilerin amacı kendi devletlerine hazine bulmak, hazine getirmek, savaşmak, savaşarak ganimet elde etmek, kendileri de bu ganimetlerden pay almak, gitti kleri coğrafyalarda kadınlara tecavüz etmek, öldürmektir. Sir Clowdisley Shovell neden öldü, aslında onu yerli kadın öldürdü ise de anlatılan hikâye böyle gerçeği nasıl bilinmiyor. Yerli kadın kendi yaşamının tehlikeye girdiğini düşündüğü için öldürmüş olabilir. Karşısında bir Beyaz Adam bu Beyaz Adam‟ın silahı var ama gemisinin batması sonucu baygın bir haldedir. Yerli kadın kendini savunmuştur ve doğru olanı yapmıştır. Eğer Beyaz Adam zümrüt yüzüğü gibi ganimet elde etme bilincinde hareket etmeseydi belki de yaşıyor olacaktı ama bu mümkün değil çünkü o Beyaz Adam, Beyaz Adam‟ın gerçek hikâyelerinde vahşet, zulüm, açlık, savaş, köleleştirme, soykırımlar, sömürme, talan etme, çalma vardır. Bunların hepsine ve daha fazlasını yapan Beyaz Adam‟dır, Beyaz Adam‟lardır. Açıklayıcı Not [1] 2012 yılına göre, günümüzden geçmişe zamanlama yapılmıştır.
61
Ayrıcalıklı Sanatçı Fazıl Say'a Destek Veren Komünistler Üzerine Bu yazı Fazıl Say‟a yönelik bir yazı değildir. Komünistlerin tutumu üzerinden ve Fazıl Say‟ın “sanatçı” mesleği üzerine yazılan bir yazıdır. "İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın iddianamesini ve sanık tarafının taleplerini dinleyen mahkeme heyeti, duruşmayı 18 Şubat 2013'e erteledi. Say'a, çok sayıda sanatçı ile sivil toplum örgütü ve solcu siyasi parti temsilcileri destek veriyor. Türkiye'nin Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış ise Say'ın, "saçmalama özgürlüğünü kullanmış" sayılması gerektiği görüşünde." (bbc türkçe haber, 18 Ekim 2012) Komünistlerin bu konuda ki, iki açmazı vardır. 1- Zaten toplumun çoğunluğu karşısında ayrıcalıklı olan sanatçı bir kez de ceza yasaları karşısında ayrıcalıklı kılınmak istemektedir. 2-Komünistlerin düşünce özgürlüğü tanımı ile burjuvazinin düşünce özgürlüğü tanımı aynı yerde buluşmaktadır. "İnternette Twitter hesabı aracılığıyla paylaştığı ve Ömer Hayyam'a ait olduğunu belirttiği bir rubaide geçen ifadeler nedeniyle hakkında dava açılan Fazıl Say, İstanbul 19. Sulh Ceza Mahkemesi'nde yargılanıyor.
62
Say'ı 25 gönüllü avukatın savunduğu duruşmayı, kalabalık nedeniyle sadece ajans muhabirleri izleyebildi. Ressam Bedri Baykam, müzisyen Edip Akbayram ve İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel de duruşmayı takip etti. "Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama" suçu atfedilen Say hakkında 9 ay ila 1,5 yıl arasında hapis cezası isteniyor. Twitter mesajlarına yer verilen iddianamede, Say'ın kullandığı ifadelerin "kamusal barışı bozmaya elverişli olduğu" iddia edilerek şöyle deniliyor: "Yeryüzünde yaşayanların büyük çoğunluğunun mensubu oldukları üç büyük dinin mensuplarının ortak değerleri olan Allah, cennet ve cehennem gibi kavramlara yönelik hislerini nedensiz yere incitecek ve bu kavramların anlamsız, gereksiz ve değersiz olduğu kanaatini uyandıracak şekilde dini değerleri aşağılamak kastıyla yazıldığı kanaatine varılmıştır." Savcının iddianamesini dinleyen Say, "Hakkımdaki suçlamal arı reddediyorum. Beraatime karar verilmesini istiyorum" diyerek, duruşmalardan izinli sayılmayı talep etti." (bbc türkçe haber, 18 ekim 2012) Bu açıklama bize burjuva devlet hukukunun suçunu kabul eden Fazıl Say, suçlamayı reddetmektedir. Bu duruşmayı teşhir etmek isteyen komünistlere ne demeli yani Fazıl Say ile aynı konuma düşmekte, burjuva hukukunu meşrulaştırmakta ve kabul etmektedir.
63
Ayrıcalıklıları savunarak komünizm gelir mi? Hayır, bin kere hayır. Ayrıcalık ezilenlerin zulüm ve sömürü görmesiyle oluşmaktadır. Komünizm ayrıcalık ve ayrımcılığın olmadığı bir toplumdur. Komünistler sanatçıların, gazetecilerin, yazarların ayrıcalıklı yaşamını yeniden organize ederek kapitalist kültürün suç ortağı olmamalıdır. Komünistler, mahkeme kapısında Fazıl Say‟ın yanında olarak; a-Ayrıcalıklı “sanatçı”yı meşru kılıyorlar. b-Ayrıcalıklı sanatçıyı ikinci kez ceza yasaları karşısında ayrıcalıklı kılıyorlar c-Burjuva devletinin hukukunu meşru kılıyorlar d-Kapitalist kültürün tamirciliğini yapıyorlar. e-Popülistlik yapıyorlar f-İradesiz, ilkesiz komünist olduklarını kanıtlıyorlar. BDP Kadın Meclis’i Erkek Egemenliğine Saldırıyor. “BDP Kadın Meclisi öncülüğünde ev kadınlarının durumuna dikkat çekmek amacıyla Wan, Mêrdîn, İstanbul, İzmir ve Ankara‟da “Ev işçisi kadınlar greve gidiyor” sloganıyla grev çadırları kuruldu. Riha‟da ise ev işçisi kadınların kurmak istediği grev çadırı valilik tarafından engellendi.
64
Kadınlar adına konuşan BDP Kadın Meclisi üyesi Leyla Işık, yaptıkları eylemin 1 Mayıs‟a hazırlık amaçlı olduğunu belirterek, kadınlar olarak sabahtan akşama kadar ev işleri ve yaşam için emek harcadıklarını söyledi. Verdikleri bütün emek ve çabanın önemsiz bırakıldığını söyleyen Işık, işlerini yapmadıkları ve bıraktıklarını, akşama kadar grevde olacaklarını dile getirdi. Işık, tutuklu bulunan bütün kadınların durumuna da dikkat çekti. Işık‟ın ardından konuşan VAKASUM üyesi sosyolog Ceyhan Timur, “Bize bütün üstlenen ev işlerinin rolünün terk ederek, bugün buradayız. Bu emeği daha görülmek için sesimizi yükselteceğiz ve direnişimiz devam edecek” dedi. BDP İstanbul İl Kadın Meclisi, ev kadınlarının 1 Mayıs işçi bayramı‟na katılım sağlamaları için Bakırköy Cumhuriyet Meydanı‟nında grev çadırı kurdu. Çadırın kurulduğu alanda toplanan onlarca BDP‟li kadına, sosyalist kadın kurumlarının yanı sıra yurttaşlarda yoğun ilgi gösterdi” [1] BDP (Barış ve Demokrasi Partisi)‟nin Kadın Meclisi‟nin aldığı kararlar ve uyguladığı eylemler erkek egemenliğini teşhir etmektedir. Erkek egemenliğinin yarattığı zulümün gözler önüne sermektedir. Kadınların görünmeyen emeği, mutfaklar girmeyeceğiz, ev işi yapmayacağız politik bir tavırdır. Bu tavırların gündelik yaşamın her anında uygulanması gerekmektedir. Bu da komünist kadınların yapacağı çalışmalardır. Kadınların bedeninin, emeğinin sömürüsüne karşı BDP Kadın Meclis‟sinin yürüttüğü çalışmalar önemlidir ve desteklenmeli65
dir. Buradaki çalışmalar tartışıp komünistler kendi çalışmalarında evlilik kurumunu yok saymaya, anne, baba yani kendi ailesinin şiddetini, akrabaların şiddetini, toplumun şiddetine karşı kolektif bir çalışma yürütmelidirler. BDP Kadın Meclisi‟nin kadının sömürüsüne karşı yürüttüğü çalışmaları ve eylemleri ile işgalci sermaye partilerinin kadı nlar için yaptıkları karıştırılmamalıdır. İşgalci partiler CHP, AKP, MHP kadınlar için yaptıkları toplantılarda, kadının emeğinin ve bedeninin sömürülmesini yeniden örgütlemektedirler yani kadını aşağılayanlardır. BDP kadınların görünmeyen emeğinden bahsederken, işgalci AKP, CHP ve MHP kadının daha çok eve, aileye “hapsetme” çalışmalarını örgütlemektedirler. BDP kadınların erkek egemenliğine karşı mücadele ederken, işgalci AKP kadınların erkek egemenliğini yeniden örgütleyip, kocalarının “dizleri dibinden” ayrılmamalarını ve kocalarının her sözünü “emrini” yerine getirmelerini buyurur. BDP kadınların mutfaktan çıkmasını isterken, işgalci AKP ürettirdiği reklamlarda kadınlar mutfakta yemek yapıyor, çocuğuna yemek yapıyor, bulaşıkları yıkıyor ve “mutlu” oluyor! (ne saçma ve aşağılayıcı bir reklam) BDP kadınların bedeninin özgür, emeğinin özgür olması için mücadele ederken; işgalci AKP kadınların daha çok kocaları tarafından öldürülmesini destekliyor, daha çok kocasının “emrine” girmesini istiyor. 66
Açıklayıcı Not [1] Özgür Gündem Gazetesi, Nisan 2012, sayfa 2 Bedaş İşçilerin Gazi Barajındaki “Etiği” Zehirlidir. Bedaş işçilerinin direnişinde yani dar zümre çıkarları etkinliğinde yani panayırında bu etkinliğin düzenlenmesi için 10 lira para toplandı. Bu 10 liraların nasıl harcandığı konusu bu yazıda yazılmayacaktır. Bu 10 liraları veren esnaf, işçilerin dramını anlatmaya çalışacağız. Bedaş işçileri, 20 Temmuz 2012 de Gazi barajında düzenlediği panayıra birçok sanatçı geldi ve şarkılar söyledi. Bedaşlı işçiler konuşmalar yaptı. Burada dikkatten kaçan bir konu var. O da 10 lira para veripte gelemeyen esnaflar, işçilerdir. 10 lira parayı veripte panayıra katılamayan esnafların, işçilerin dramını kim anlatacak diye düşünürken, böyle bir yazı yazmaya karar verdim. 10 lira büyük para değil fakat neye hizmet ettiğinden ve neye yol açtığından hareketle politik bir kültürün unsuru olmaktan bu konuyu da politikleştirmek istedim 10 lira parayı veripte gelemeyen esnaflar, işçilerin nasıl mağdur olduğunu göstermek için ve bu insanların gece gündüz iş yerlerinden, cafelerinden, bayilerinden ayrılmadığının bilincinde 10 liranın ne kadar önemli bir para olduğu ortadadır. Politik olarak da bu 10 lira aslında devrimci bir mücadeleye! Verilmiş görünmektedir. Dar zümre çıkarlarına verilen paralar 67
aslında devrimci bir mücadelenin değil, panayırcılığın için verildiği gözlenmektedir. Bu insanlar 10 lirayı verirken ister işl erinin çıkarı için versin, isterse kendi istekleri ile versin. Buradaki 10 liranın alınma davranışı devrimci bir etik değildir. Neden devrimci bir etik değildir, Bedaş direnişçi işçileri mangal yapıp, türkü dinleyip eğlenecek, 10 lira para veren esnaflar ve işçiler bu etkinliğe katılamayacak. Yahu, bu esnafın oraya birkaç saatin için araçlarla götürmek zor muydu? Onlar insan değil mi? Bedaş direnişçi işçileri, lafa gelince sınıf mücadelesi, sınıf dayanışması kelimelerinde maşallah çok iyisiniz. Tabii sizi dinleyenlerin bu sözlerden anl adığı yok ayrıca sizlerinde bu sözlerden bir şey anladığınızdan değil, laf olsun torba boş kalması misali. Neden sizinle parasını şu ya da bu nedenle paylaşan esnafların, işçilerin bu etkinliğe taşımıyorsunuz. Bedaş işçileri asıl sınıf dayanışması siz yapmıyorsunuz. Bedaş işçileri, aslında işçi kavramını da kullanmasa olayın ne kadar vahim, trajik bir şey olduğunu etkinliğe katılan diğer devrimci kurumlardaki devrimcilerde anlayacak ama bu uykudan uyanmak için politik sorgulamaya ve eleştiri kültürünü yaygınlaştırmayla olacaktır. İşçilerin kendi güçleri ile yaptığı veya bazı devrimci kuruml arın katkısı ile düzenlediği etkinlikteki etik tehlikelidir çünkü bu etikle işçilerin birliği sağlanamaz, sınıf mücadelesi sadece lafta kalır somutlaşmaz.
68
Onun içindir ki, Bedaş işçileri yaptıkları bu tehlikeli ve zehirli etikten vazgeçmelidir ya da kendilerini doğru tarif etmelidi rler. Şunu demelidir Bedaşlı işçiler: “Biz kendi dar zümre çıkarlarımız ve cebimizin dolması için mücadele ediyoruz yine işçiyiz yine işçi kalacağız” demelidirler. Bedaş işçileri ya 10 lirasını aldığı esnafı ve işçiyi etkinliğe araçlarla taşıyacak ya da 10 lira almayacaktır. Bu davranış devrimci mücadeleye karşı yapılan zehirli bir davranıştır. Bu konularda, etik anlayışında devrimcilerin neyin devrimci etik neyin devrimci etik olmadığını yeniden gözden geçirmelidir. Bedaş işçilerinin direnişe katılan devrimciler şunu söylemedir. “Ey Bedaş İşçileri, sizin eyleminiz dar zümre çıkarlarına dayanmaktadır bu dar zümre çıkarlarını bırakıp sınıf mücadelesi verelim” denmelidir. Cezayirdeki Operasyonda “Batılı” Öldürülürse… Beyaz Adam‟ın yüzünü giyen Cezayir Devleti de, yüzünü giyindiği Beyaz Adam gibi öldürmekte, vahşice katletmektedir. „Rehin alma‟ durumu Mali‟nin işgali „protestosu‟ ile olduğu açıklandı. Bu açıklamadan sonra „operasyon‟ başlatılacaktı. Bu operasyonda namlunun ucunda gözükenlerin Beyaz tenli olması, Batılıları harekete geçirdi. Operasyonun “Beyazlara zarar vermeden” yapılması istendiği söylenebilir. Operasyon başlatıldı ve Beyazlar da öldürüldü. Beyazlar öldürülmeseydi olay bu kadar süreli burjuva medyasının ve politikacılarının gündeminde kalmayacaktı. 69
Batı buna tepki gösterdi. “Norveç Başbakanı Jens Stoltenberg, rehinelerin can güvenliği nedeniyle Cezayir‟den askeri operasyon düzenlememeleri için resmi başvuru yapıldığını söyledi. Norveç, Cezayirli yetkililerin, devam eden bir operasyon hakkında kendilerine bilgi verdikleri eleştirisinde bulundu. Cezayir hükümeti, ABD Başkanı Barack Obama, Fransa Cumhurbaşkanı Francois Hollande, Japonya ve Norveç başbakanlarıyla telefon görüşmeleri yapan İngiltere Başbakanı David Cameron da, “Bu operasyonla ilgili bize önceden haber verilmedi. Cezayir başbakanı operasyon yapılırken bana haber verdi” dedi.” (Haberler) Batılı kapitalistlerin sözcülerinin yaptıkları açıklamalarda, “operasyonun Batı‟ya sorulmadan” yapıldığı açıklamalarıdır. Bu nasıl bir yalandır ki, Batının yeryüzünde kurduğu ve işlettiği devletlerin böyle bir davranışta cesaret göstereceğidir. Cezayir Devletinin operasyondaki “aceleciliği” Batı‟dan tepki almamaktı. Olmadı. Öldürülenler Beyaz olmasaydı. Batılılar Cezayir Ordusunu “kahraman” ilan edecekti. “Bizim ölülerimizin onun zerrece umurunda değil. Haklı bir yanı var, değil mi? Zira biz, bugün masum rehineler katledildiği için değil, Cezayir ordusunun onları alıkoyanlarla birlikte öldürdüğü rehinelerin çoğu, esmer-kara gözlü değil de beyaz tenli- mavi gözlü adamlar olduğu için öfkeleniyoruz.
70
Tüm „Batılı‟ rehineler kurtarılsaydı da, masum ölüler Cezayirli olsaydı, buralarda „operasyon rezaletinden‟ söz eden olmazdı. Cezayir helikopterlerinin bombardımanında katledilenlerin hepsi Cezayirli olsaydı, operasyonun „trajik sonuçlarını‟ dile getirirdik, ama manşetlere Cezayir ordusunun cesareti ve yetkinliğini çıkarırdık, tabii Batılı ailelerle yapılan röportajlar eşliğinde” [Robert Fisk, Eski Batı Müdahalelerinin Müstehcen Yeniden Yapımı- Radikal gazetesi, 24 Ocak 2012- sayfa 18] Cezayir‟deki operasyonda gündem ne Mali‟deki öldürülenler, ne de Cezayir Devletinin öldürdüğü insanlar vardı. Batı merkezli ideolojinin can damarlarından biri olan Beyaz Adam‟ın “üstün Irkı” yine kendini ortaya çıkardı. Hiçbir zaman da kaybolmamıştı. 500 yıldır yeryüzünde dolaşmakta ve canlar almaktadır. Bu ideoloji ile yoksulların gemileri Batılı açık askeri servislerle gözler önünde batırılmakta ve yüzlerce Dünya Yoksulu öldürülmektedir. Kimse buna tepki göstermemekte. Beyaz Adam‟ın ideolojisinin ve varlığının insanları öldürmeden duramayacağıdır. Her an öldürme davranışına sahiptir. Kapitalist düzen siyah tenli-beyaz tenliyi de öldürerek varlığını sürdürür. Beyaz tenli öldürülünce Batılı, “ırkçı acı” göz yaşları döker. Öldürülen siyah olunca bir damla göz yaşı dökmez, burada „duygusuzlaşır‟. 71
Devekuşu Ayakkabısının "Canlı" Üretilme Tarzı Üzerine Üretim tarzı ve üretim ilişkileri ve bu sistemin bir bütünüyle işlemesini sağlayan şirketler, kurumlar yani Kapitalizm genellemesi yapılmalıdır. Devekuşunun, yılanın, vatoz balığının canlı canlı öldürülmesi olayını kapitalist işletmelerin birlikte çalışması sonucu ortaya çıkan iştir. Bu işte Devekuşu ayakkabısı üretilmekte. Bu üretimin pazarlandığı kişilerde yüksek gelire, maaşa sahip olanlara dönük bir üretim ve pazarlamadır. Yüksek maaşı olanlar böyle bir şeyin üretimine karşı çıksa da, kapitalist üretim de bunlarda olacaktır. Yani Devekuşu ayakkabısı satılmasa da yine de ondan bir tane daha üretilecektir. Kapitalizmde kar ve paraya dönüştürülmeyen her şey "gereksiz" görünmektedir. Bu nedenle Devekuşu ayakkabıları, Ayı Kürkleri ve diğerlerinde öldürülen canlı canlı kesilen hayvanların öldürülmesini durdurmak için kapitalizmi durdurmak gerekmektedir. Bu Devekuşu ayakkabısını alanlara yönelik kızmak yerine teşhir edilebilir. Bu teşhirlerde fiziksel şiddet yanlış bir yöntemdir. Bu olay, bu kişilere anlatılmalı, kapitalist üretimde canlıların ne hale getirildiği söylenmelidir. Bu davranışı sergileyenler "tüketim çılgınlığı" yaşamak isteyenlerdir. Bunların değişmesini beklemek değil, kapitalist 72
kültürün de değişmesine neden olacak, davranışlarda ve kültürlerde bir yaşam organize etmek gerekir. Bunun için "suni" ve ihtiyacımız olmayan şeyleri almamaktan geçmektedir. Cebinden bir cep telefonu varken 3 tane ile gezmek ihtiyaç değil, tüketim ve 'gösteriş' yapmaktır. Ezilenlerin İdeoloji’sinde “Hırsız” Hafta sonu oldu, dışarı çıkıp gazete alacaktım. Kapıyı açtım, ayakkabılarım yoktu. Balkona mı koydum diye düşündüm koymamışım. Diğer ayakkabılarımı giydim ve dışarıya çıktım. Kapıda komşu kadın “ayakkabıları hırsız çaldı” dedi. Ben de benim ayakkabılarımdan mı bahsediyor diye düşündüm. Dedim ki:”Benim ayakkabıları almışlar” komşu kadın “hırsızlar benimkini de almışlar” dedi. Apartmandan iki çift ayakkabı alınmıştı. Dedim ki:”Onlar hırsız değil, sadece izinsiz aldılar” Komşu kadın cevap vermedi, öylece bana baktı. İki gün sonra sohbet edeceğim arkadaşa da ayakkabı meselesini anlattım. O da “hırsızlar almıştır” dedi. Ben de ona “hırsız” olmadıklarını söyledim. Arkadaşım solcu, reformist biriydi. Konuyu biraz daha açtım: “Hırsızlık, burjuva hukukunda yer alan bir gelenek ve anlayı ştır. Örneğin bir işçi kapitalistin makinesini çalarsa “hırsızlık” ile suçlanır. İşçi de yakalandığında egemenleri ideoloji ile düşündüğü için suçunu kabul eder. Eğer ezilenlerin ideoloji ze73
hirli kavramlardan aşılmazsa, işçiler böyle düşünmeye devam edecektir. Komünistler bu zehirli kavramları teşhir etmeleri gerekmektedir. Yoksa gündelik yaşamda işçilerin politik kültür oluşmasını sağlamayacaklardır.” Devamında dedim ki: “Kapitalistlerde “hırsız” değildir” Arkadaş: “neden” diye sordu? “Kapitalistler, işçilerin emeğini satın alırlar yani işçi işe başlamadan önce kapitalist ile pazarlık, uzlaşma yapar ve böyl ece çalışır. Yani hem işçiler hem de kapitalistler “hırsız”, “hı rsızlık” kavramlarını kullanmamalıyız” dedim. Mesela “kız” kavramını da kullanmamalıyız çünkü kadınları aşağılayan ve küfür eden bir kavram. Bir erkek günlük yaşamında bunu hergün söyler ve hergün kadına küfreder. Genel Af Tartışması Devrimci bir kurumdan yoldaşla görüşmem de “Genel affı” reddetmeliyiz dedim. Açıklamamın devamında “Devletin suçla beslendiğini söylemek devrimci bir duruştur. Cezaevine giren yoldaşlarımızın serbest bırakılması için “genel af” talep etmek karşı devrimci bir duruştur.” Devrimci bir kurumdan olan yoldaş 74
“Cezaevinde yoldaşlarımızın çıkması için gerekli olduğunu ve onların yalnız bırakılmaması gerektiğini ve “genel af” isteyerek yoldaşlarımızın çıkmasını sağlamak gereklidir” dedi. Bende “Asıl suçlu egemen iken, egemen olan kendisini, üstelik de kurbanı üzerinden temize çekmiş olur. Devleti meşru görmek oluyor” dedim. Bana “Bunun yanlış olduğunu, serbest bırakılmaları için elimizden geleni yapmamız gerektiğini söyledi, sen rahat rahat evinde otururken, onlar cezaevinde yaşıyor” dedi. Yoldaşa anlatamadığım konu ise şu; ben rahat rahat oturduğum doğrudur fakat cezaevinde yoldaşlarımızın yalnızlığa hapsedilmesine karşı olduğumu ifade edemedim. Cezaevindeki yoldaşlarımızın, bütün ezilenlerin ve cezaevinde olan kapitalistlerin de çıkması için uğraşmalıyız. Cezaevinde olan herkesi hapse, kapitalist hukuk atmıştır. Bizlerde kapitalist hukuka karşı isek onun yaptıkları eylemleri de reddetmeliyiz. Cezaevlerinin bir kısmı yıkılabilir, Dünya Devrimi yapıldıktan sonra hepsi yıkılır.
75
Güney Afrika’da 34 Siyahî İşçiyi Unutmayacağız. “Siyah isyan, beyaz zulmün kalelerini sarsmaya devam ediyor. Siyah isyan, beyaz zulmün zindanlarında boyun eğmeyenlerin şarkısını söylemeye devam ediyor” [1] Güney Afrika‟da Siyahî 34 maden işçilerini Beyaz Adam‟ın polisleri kurşun yağdırdı. Beyaz Adam (ayrıcalıklı) bunu hep yapıyorlar. Zulüm ve katliamlar onun (Beyaz Adam‟ın) varlık nedenidir. “Apartheid (Afrika dilinde "ayrılık" anlamına gelmektedir), Güney Afrika Cumhuriyeti'nde 1948 - 1994 yılları arasında, Ulusal Parti hükümeti tarafından uygulanan ırkçı ayrımcılık sistemidir. Uzun yıllar boyunca beyaz ırkın yönetiminde olan Güney Afrika'da zencilere uygulanan ayrımcılık, 1948 yılı genel seçimlerinden sonra resmileşerek sürdü. 1958 yılından itibaren yasalarla da desteklenen Apartheid sistemi, insanların derilerinin renklerine göre sınıflandırılmaları sonucu, beyaz azınlık dışı nda kalanların vatandaşlık hizmetlerinden daha az yararlanmaları, devletin sağladığı sağlık hizmetleri, eğitim vb.lerinden daha az yararlanmaları gibi ırkçılıklara zemin olmuştur.” [2] Apartheid rejimi, askeri rejimler Beyaz Adam‟ın varlığını ve kapitalist sistemini sürdürmek için devam ediyor. Yukarıdaki açıklamada bittiği söylense de Beyaz Adam‟ın ideoloji yani Avrupa Merkezli İdeoloji devam etmektedir. Avrupa‟nın zenginliği devam ediyor bu zenginliği yaşayan Batılı kapitalistler ve ayrıcalıklı Batılı işçilerdir. Ve bu zenginli76
ği yaşarlarken; 34 Siyahi işçinin ölmesiyle zenginlik korunması ve savunulması sağlanmıştır. Öldürülenler Batının zenginliğinin garantisidir. Ölmeleri Beyaz Adam‟ın refah ve sosyal devletinin teminatıdır. Bu garanti ile „tüketim hastalığına‟ yakalandı Batılı ayrıcalıklı işçiler. Siyah Kıta‟nın yoksullarının payına tükenerek yok olmak düşmüştür. Batılı işçilerin çocuklarına bankalarda kumbara hesapları açılırken, Siyahi işçilerin çocuklarına ölüm, açlık düşmüştür. Devrimci mücadeleyi harekete geçirmek ve Batı işçi sınıfının gerici Beyaz ayrıcalıklarına karşı olmalıyız. Açıklayıcı Notlar [1] Komünist Zemin Dergisi, 1.sayı, sayfa 54 [2] Apartheid internet vikipedi Hugo Chavez, İsrail Büyükelçisini Kovduğundan Irkçıdır. Bu konunun incelenme nedeni, egemenlerin hukuku ile ezilenlerin hukukunun bir olmadığının netleşmesidir. Örneğin “Hillary Clinton Defol” demekte Amerika‟dan Türkiye‟ye gelen birine söylenen sözler devrimci bazı kurumlar tarafından söylenmiştir ve ırkçıdır. Başka örnekte ise Angelina Jolie, Birleşmiş Milletler adına Türkiye‟ye gelip Suriyeli Mültecilerin yaşadığı yere gitmesine “emperyalizmin fahişe” gibi kendisine sosyalist diyen kurumların ve Hugo Chavez‟in Filistin‟i desteklemek adına İsrail Büyükelçisini ve çalışanları koyması da ırkçılıktır. 77
“İsrail Büyükelçisi Sholomo Cohen ve 6 büyükelçilik çalışanı, İsrail Devleti'nin Filistin halkına karşı yürüttüğü asimetrik ve kanlı saldırılardan dolayı Venezüella'dan sınır dışı edildi.” [7 Ocak 2009, haber] Hugo Chavez‟in bu davranışını selamlayan bazı devrimci kurumlar veya muhalefet eden solcular oldu. Bunun temel nedeni ulusalcı olmalarındandır. Birinin bir yerden kovulması ulusalcılıktır ve ırkçılıktır. Bir devletin başka devlet üzerinde bir takım kendi hukukunu veya gücünü uygulayabiliyor fakat bu uygulamada egemenlerin hukukuna göre oluyor. Ezilenlerin ideoloji veya hukukuna göre değil ki. Hugo Chavez‟i “sosyalist” diyorlar, desinler. Sosyalizm öyle tek ülkede olabilecek bir şey değil. Bolşevikler ve Lenin Dünya Devrimi için mücadele etti. Tek ülkede “sosyalizm” demediler. Filistin halkının yanında olmak için, İsrail Büyükelçisini sınır dışı eden Hugo Chavez‟i desteklemekte olmaz. Bolivar‟ı ağzından düşürmeyen biridir Hugo Chavez, Simon Bolivar burjuva karaktere sahiptir Siyonizm, Yahudi halkı ile hiçbir tarihsel, maddi ve manevi ortaklığı yoktur. Siyonizm Yahudi halkının ve onun trajedisini, Siyonizm‟in işgalci azınlık amaçları için kullanmıştır. Dünya Siyonist örgütü kongresi 1933‟te Hitler‟e karşı eylem çağrısına 43‟e karşı 240 oyla geri çevirdi. 78
Nazilerle birlikte kendi Siyonist planlarına uygun olmayan Yahudilerin listesini hazırlayarak onların ölüm kamplarına götürülmesine yardımcı olmuştur. Filistinlilerin yanında olmak için emperyalist ve Siyonist sömürgecilere karşı olmak gerekmektedir. Hugo Chavez burjuva devletinin hukukuna göre bir davranış sergilemiştir. Bu davranış devletlerin yaptığı bir şeydir. Ezilenlerin ideoloji, siyasi bir sınıf bilincini yaratmalıdır, bu yaratım gelenekselleşip işçilerin düşünce fikirlerini genişletecek türden olmalıdır. İşçilerin İlk Reflekslerinden Protesto, Komünistlerin Refleksi Olamaz. 1- Bir davranış, düşünce veya uygulamayı haksız ve gereksiz bularak karşı çıkma, kabul etmeme 2- Bir davranış, düşünce veya uygulamanın gereksiz görül erek onaylanmadığını, karşı çıkıldığını bildiren resmi açıklama anlamına gelmekte protesto yani iki anlamı vardır. İkinci anlamı bize şunu anlatmaya çalışmaktadır, protestoyu devletlerde kendi burjuva hukukları çerçevesinde kullanmaktadırlar. Komünist ile işçi aynı olmadığı gibi, aynı davranışları da sergileyemez. İşçilerin ilk reflekslerinden, işçi sınıfının oluşumunda bu oluşum Batı‟da başladı. Kapitalistlere tepkilerini, eylemliliklerini protesto yoluyla ilettiler.
79
Protesto kültürü, sürekli devrim anlayışı değil, aşamacı devrim anlayışının bir kültürüdür. Mesela komünist kurumun dergisi toplatıldığında, belirlenen bir yerde polis protesto edilir. Burada polis polisliliğini yapmıştır. Polis, polistir yani A; A‟ya eşittir. Bir şey her zaman kendisine eşittir (özdeşlik kanunu) Polis ve komünist bir ve aynı değildir. A; A-olmayan‟dan farklıdır; A hiçbir zaman A-olmayana eşit olamaz (çelişki kanunu) Komünistin kültürü ile işçinin kültürü aynı olamaz. Ya A, ya da A-olmayan vardır; bir şey aynı zamanda hem A hem, hem de A-olmayan olamaz. Mesela işçiler, işten atılıp tekrar işe girmek için eylem ve protesto yaparken, komünistler de orada olurken; işçilerin işçi geri alınması için mücadele etmez. İş saatlerinin düşürülmesi için mücadele eder, o fabrikaya Kürt işçinin, Göçmen işçinin, Mülteci işçinin, Alevi işçinin girmesini ve çalışmasını da sağlar. Komünistler yakın bağ kurdukları işçilere protesto kültüründen vazgeçirmek için uğraşır. Bu kültürün işçilerin ilk reflekslerinden olduğu ve o günlerde pek işe yaramadığını anlatmalıdırlar. İşçilerin mücadelesinde sistem tamirciliğine yol açmaktadır. 80
Komünist Ölmüşse, İbadethanelerden Kaldırılamaz. Komünistler ve komünist kurumlar hala egemenlerin dili ve araçları ile kapitalizmi yıkmayı düşünürken bir anda egemen düşünce ve fikir sistemini kendisi içinde oluşturmakta ve yaymaktadır. Komünist ölmüşse nasıl davranacağız veya bunu dinlerin, inançların o coğrafyadaki yaygın durumuna göre mi veya kendimizin inandığı inancın ibadet mekânlarında da komünistin gömme (komünist nasıl istemişse de) yerine getireceğiz. Komünist kültür ve etik anlayış, kendi geleneğini ve kültürünü oluşturmakta eleştirel ve yeniden düşünme hareketini yerine getirmemektedir. Böyle olunca birinci hata yapılırken (komünistlerde hata yapabilir) ikinci hatayı yapıyor sonra üçüncü şunu demiyoruz üçüncü hatayı neden yaptın sonra ikinci hatayı neden yaptın birinci hatayı neden yaptım. Eleştiri ve özeleştiri kültürünün yaygın olmayışından bürokratik ve merkezileştirmeyi 40 yıl boyunca aynı kişinin eline teslim etmesinin hatalarını eklersek durum bir kar tanesinin dağdan aşağı yuvarlanırken büyüyüp çığ yaratmasına nasıl yol açıyorsa, bir hata (bilinen ve sürekli yapılan hata) yapıldıkça bu hata çığa dönüşüp, kendi önünde barikat oluşturmasına yol açmaktadır. Komünistin “cenazesi” derken cenaze kavramı ölüyü gömmek için yapılan törenlerdir. Komünistler egemenlerin ve on bi nlerce yılda oluşturulmuş yapıların her şeyi eleştirerek yol almalıdır. Bu yaşadıkları coğrafyanın değil bir bütün olarak yeryüzünün “eleştirisini” yaparak olmalıdır. Bir komünist enternasyonal düşünmelidir, enternasyonal düşünürken kendisini 81
kalıplaştırmamalı; düşüncelerini, fikirlerini, teorilerini yeniden ve yeniden gözden geçirmelidir. Müzik dinlerken sadece belli bir yörenin değil bütün tür müzikleri dinleme özelliğini göstermelidir. Film izlerken, sadece toplumsal ve geleneksel devrimci değerleri anlatan değil, başka konularda ve yeryüzündeki birkaç filmi izlemelidir veya izlemeyi düşünmelidir. Komünist ölmüşse bunun “törenini” cemevlerinden, camilerden, kiliselerden veya başka inanç mekânlarından kaldırılmaktadır, bu da o komünistin vasiyeti deniyor veya komünist kurumun kendisinin benimsediği inanç mekânlarında yerine getiriliyor. Bu yapılırken, bu mekânların kendi törenleri de yerine getirilerek, komünist gömülüyor. Konu komünistti gömmek değil nasıl gömüldüğü hangi etik anlayışla yapıldığıdır. Komünist ölmeden önce o istedi diye onu kiliseden, cemevinden, camiden kaldırılamaz. Komünist kurumun kendi etiği bunun yapılmayacağını söylüyorsa o komünist eğer beni ibadethanelerden kaldırın derse, ortak etiği oluştururken ve tartışırken sende vardın ve sende buna uyacağını söyledin açıklamaları yapılmalı ve o komünist diretirse, komünist kurum karar alarak iki seçeneği önüne sunmalıdır. Ya “ortak etiğin” belirttiği şekilde hiçbir ibadethaneden kaldırılmayacağını söylemek ve ona göre hareket edip ya da kendisinin istediği inancın törenleri şekilde olursa komünist kurumu oluşturanlar, komünistin “cenazesine” katılmazlar veya bir gönüllü komünist seçerek katılmasını sağlarlar.
82
Bir komünist diretiyor diye komünist etikten ve gelenekten vazgeçilemez. Bir komünist cemevinden, kiliseden, camiden kaldırılamaz. Komünist kurumun kendi anlayışı böyle ise bu etiğin yanlış olduğu söylemektedir ve tartışma konusu haline veya gündem haline getirilmesini sağlanmalıdır. Komünist ölmüşse ne yapmalıdır. Komünisti hiçbir inanç mekânından kaldırılmaz ve onun törensel değerleri de yerine getirilmemiş olur. Komünist kurum kendi bayrakları ve sl oganları ile mezarlıkta komünisti gömerler. Bu yaparken; dua etmezler. Komünistin hayatı ve verdiği mücadele anlatılır. Komünistin 1. Ölüm yılı, 2.ölüm yılı gibi ifadelerde bulunmamalı o komünist o kurumun içindedir yaşamını ve yaptıkları sözlü olarak yaşatılır ve yazılı olarak birtakım yazılarla ifade edilebilir. Egemenlerin oluşturduğu ölüm törenlerini yerine getirmeden yapmalıdır. Ölüm törenleri de egemenlerin bir kültürüdür. Egemenin ezilenleri kontrol altına aldığı araçlardan biridir. Devletin kültüründe ölen asker camiden kaldırılacaksa camiden kaldırılır. Askerin başka inançtan olmasından dolayı izin verilmez. Devlet bunu yaparken kendi mantığı çerçevesinde doğru olanı yapmaktadır, kendisini vareden araçları yeniden örgütleyerek yerine getirebilir. Komünist kurumlarda kendi anlayışlarını ve etiklerini yaratarak ibadethane, tören, dua etmeden yapmalıdır ve mezarlıkta şu inancın veya bu inancın mezarlığı ise o mezarlıkta gömme olmamalıdır. 83
Mezarlıkta ezilenlerin gömüldüğü yerler olabilir. Komünistler, komünist kavramının uğradığı tahribatı ve yılgınlığı üzerinden kaldırarak komünist olarak hareket etmelidirler. Komünist kavramını “ayakları üzerine” yeniden getirmek için eleştiri ve özeleştiri kültürüne ve esnekliğine sahip olmalıdır Modern Bilim, Ar-Ge ve Patent Üzerine Bilimsel çalışmaların finansmanı da güç ve iktidar sahiplerinin tekeline geçmiştir. Bilimsel araştırmaların, içeriğini, kapsamını, yönünü, v.b. belirleyenler de onlardır. “Modern bilim” -Batı Uygarlığı [Avrupa Birliği] ve Demokrasisi yani Kapitalist Kültür ve Gündelik Yaşamın- oluşturduğu bir değerdir. “Modern bilimin temelleri, Batı uygarlığının kabuk değiştirdiği bir dönemde atılmıştır. Avrupa‟da özellikle 16.yy.dan itibaren başlayan iki önemli gelişme vardır: Modern bilim hareketi ve yükselen kapitalizm. Bir yanda, Newton, Descartes, Galileo gibi bilim hareketinin öncüleri; diğer yanda da feodal engellerden ve kilisenin baskılarından kurtuldukça gelişen ekonomik girişimciler. Bu iki önemli gelişmenin birlikte yol alabilmesinin tarihsel ve sınıfsal temelleri bulunmaktadır. Her ikisi de feodal-aristokratik kurumlardan ve kiliseden özerkleştikçe, ortaçağın kurumlarını toplumdan ve evrenden izole ettikçe genişlemektedir. Bu engeller aşıldıkça yeni bir evren de kendini göstermektedir: Modernite.” [1] “Modern bilimin yükseldiği dönemin Aydınlanma çağı olması, bilim ile ideoloji arasındaki geçişlilikleri kavrayabilmek bakı84
mından önemli ipuçları sağlayabilir. Aydınlanma döneminin karakteristik özellikleri (klasik) liberal ideoloji tarafından biçimlendirilmiştir. Bu özellikleri şöyle özetleyebiliriz: İlerlemeci ve iyimser bir tarih felsefesi, faydacı teorinin sonucu olarak beliren ekonomik liberalizm. Bu özelliklerin her ikisinin meşrulaştırıcı düzlemi ise, akıl ve bilim tarafından kurulmaktadır. İyimser tarih felsefesine göre, insan aklındaki ve bilimdeki „ilerleme‟ler insanlığı yetkin bir geleceğe doğru sürüklemektedir. Yine bu görüşün gerekçelerinden biri olarak, doğadaki mekanik işleyiş gibi ekonominin de kendiliğinden düzeni vardır. Bu kendiliğinden düzenin, doğanın yasaları gibi yasaları ve kendiliğinden işleyişi bulunmaktadır ve bu düzenin öznel eri Descartes‟ın varlığının bilincine -toplumsallığı ve tarihselliğiyle değil de- bireyselliğiyle ulaşan tarihten ve toplumdan soyutlanmış; Newton‟un atomlardan oluşan maddesinde olduğu gibi atomik bir yapı arzeden toplumda yaşayan ve mekanikliğin bir gereği olarak kendi iyisini gerçekleştirince toplumun iyisini de gerçekleştirdiği düşünülen varlıklardır. Aslında, modern bilim ve kapitalizme farklı yerlerden yöneltilen eleştirilerin bir noktada uzlaşması da, bu ikilinin ortak bir dünyanın (modernite) parçaları olduğu yolundaki tezi kuvvetlendirmesi bakımından anlamlıdır. Örneğin, modern bilime yöneltilen Hermenötik eleştiri ile kapitalizme yöneltilen Marksist eleştirilerinin dayandığı noktalardan biri, tarih ve tarihsellik kavramlardır. Hermenötiğin modern bilimi eleştirisinde esas vurgu, özgüllük ve tekilliğe dayanan evrensellik ve tümellik eleştirisi, tarihselliğe dayanan tarih dışılık eleştirisi ve toplumsallığa dayanan soyut birey eleştirisidir. Marksist eleştiri de klasik iktisadın evrensel olduğu yolundaki anlayışa, 85
tarihsellik aracılığıyla yaptığı eleştiri bakımından Hermenötik ile bir yerde buluşmaktadır. Sonuçta, modern bilimin epistemolojisi ile kapitalizmi eleştiren iki yaklaşım, ortak bir düzlem bulabilmektedir” [2] Kapitalizm, kıtalararası sömürü ve talanın sonucu olarak tesadüfi bir olay olarak değil, somut ve tarihsel olguların sonucu olarak Batı‟da ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin ortaya çıkışı da, bugün varlığını sürdürebiliyor olması da, uluslar arası bir sömürüye ve yağmaya dayanmaktadır. Kapitalizmin, her ne kadar da kendisini “ulus” ve “ulus devlet” olgularına dayandırarak örgütlediyse de; hiçbir zaman ulusal bir karakter taşımamıştır. Kapitalizm, doğası gereği uluslar arası davranış içerisindedir. “Felsefi zeminde yer alan iki önemli kavram, akıl ve bilimdir. Bunlar tarih felsefesinde ilerlemeci bir yaklaşım ile uyum içi ndedir. İlerleme fikri, modern bilim ile klasik liberalizm arası nda kurulan bağlantıların bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Zira klasik liberalizmin en önemli ilkesi olan negatif özgürlük ilkesine dayanan birey yaklaşımı, ilerlemenin modern bili mdeki gelişmeler sonucu elde edileceğine de inanan bir evrende, ilerlemenin diğer bir koşulu olarak görülebilmektedir. Bir başka deyişle, „ilerlemenin itici gücü‟nü oluşturan unsurlardan biri, modern bilim olurken diğeri de klasik iktisadın „engellenmemiş bireyi‟ olmaktadır. Bu bireysel özgürlük anlayışının ilerleme fikri ile bağlantısı, klasik iktisadın ve faydacılık akımının varsayımlarıyla birlikte düşünülmektedir. Klasik iktisadın insan ihtiyaçlarının sınırsız, 86
bu ihtiyaçları karşılayacak kaynakların ise kıt olduğu varsayımı faydacılık akımı içinde yer alan ve doğal insan davranışının acıdan kaçınma, zevk ve mutluluk verecek şeylere yönelme olduğu düşüncesiyle birleştiğinde sınırsız ihtiyaçlar ile sınırlı kaynaklar arasındaki dengenin en iyi bir biçimde insanın özgür ve akılcı iradesiyle kurulacağı, yani insana karışılmadığı sürece mutluluğun sürekli artacağı varsayımı ortaya çıkmaktadır. Bu temel varsayım kabul edilince, her bireyin kendi özgür ve akılcı iradesiyle kendi bireysel mutluluğunu arttırması sonucu „en çok sayıda insanın mutluluğu‟nu gerçekleştireceği de insanların ihtiyaçları arasında doğal bir uyumun bulunduğu varsayımının yardımıyla- rahatlıkla benimsenmiş olur. Kısacası, bu anlayışın ağırlık noktası, „bireyin engellenmemiş eyl eminin tüm ilerlemenin itici gücünü oluşturduğu inancı‟dır“ [3] “Rousseau, ilk eserinden sonra yazdığı İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı‟nda tohum halindeki bu düşünceleri geliştirecek ve bir önceki eserinde daha az yer verdiği klasik liberalizm eleştirisini daha sistemli bir hale getirecektir. Burada önemli olan nokta, modern bilim ve klasik iktisadın birbiri nden ayrı olarak düşünülmemesidir. Modern bilim eleştirisi ile başlayan süreci, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı‟nda klasik iktisadın „kutsal‟ olarak nitelediği özel mülkiyetin eleştirisi takip etmektedir: “Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “Bu, bana aittir” diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk i nsan, uygar toplumun gerçek kurucusu oldu” ” [4] 87
“On dokuzuncu. Yy.ın sonlarına doğru, modern bilim ve pozitivizmin temel varsayımlarına karşı „labaratuvarlarda‟ başl ayan bir eleştiri süreci söz konusudur. Modern bilimin nedensellik ve kesinlik ilkesi tarafından oluşturulan genel çerçevesi yine doğa bilimlerindeki bir dizi gelişme sonucunda sorgulanmaya başlamıştır. Özellikle „kuantum teorisindeki gelişmeler‟, atom altı parçacıklara gidildikçe kesinlik ve nedenselliğin arttığını kabul eden modern bilimin varsayımlarını değişti rmiştir” [5] “Modernite evreninin bu (doğa bilimlerinin içinden ya da labaratuvarlardan) sarsılışını sosyal bilimlerdeki eleştirel yaklaşımlar da izlemiştir. Çözülmenin sosyal ve düşünsel ayağı, romantiklerin karamsar düşünceleri, Nietzche‟in biraz da batı medeniyetinin selameti için gerekli gördüğü „süper insan‟ düşüncesi, Spengler‟ın „batının çöküşü‟ne ilişkin düşünceleri, Toynbee‟nin ve bazı tarihçilerin ilerleme felsefesinin dışına çıkan düşünceleri ve diğer bazı gelişmeler sonucunda yavaş yavaş belirginleşmişti.” [6] Modern bilimin eleştiri her alanda yapılmalıdır ki -Batı Uygarlığı [Avrupa Birliği] ve Demokrasisi yani Kapitalist Kültür ve Gündelik Yaşamı- eleştirilip yeni bir kültür yaratılabilsin. Bu kültür içinde biliminde yeri olmalıdır. Patentin Anlamı Nedir? Buluş sahibine, buluşun başkaları tarafından izinsiz olarak kullanılmasını, üretilmesini, satılmasını, satışa sunulmasını veya ithal edilmesini belirli bir süre için engelleme hakkını veren koruma belgesine denir. 88
“Neden patent verilir? Patent sistemi buluş sahiplerine belli bir süre koruma hakkını vermesi yanı sıra, patentte yer alan tüm bilgileri kamuoyuna açarak, aynı konuda çalışan başkal arının aynı buluşu yeniden üretmek için emek, zaman, maliyet vs. harcamasını engellemesi için vardır. Bu özelliğe patentin bilgi işlevi diyoruz” [7] Patent uygulaması kapitalist üretimi ilişkilerinde üretimi engellemeye dönük bir çelişkisi de oluşmaktadır. Tarımda artık genetiği değiştirilmiş ürünler üretime başlandı, bunları birkaç kez tohumları kullanılabilir. Ektiğiniz ürünün tohumunu sürekli almak zorunda kalınacaktır. Bu da üretimin birkaç kişinin elinde servete dönüşmesine katkı sağlamaktadır. “Dünya çapında yapılan Ar-Ge yatırım harcaması 500 milyar euro. En fazla Ar-Ge yatırımını yapan sektörler sıralamasında ilk sırayı bilgisayar- elektronik, ikinci sırada ilaç ve üçüncü sırada ise otomotiv var. Otomotivin toplam yatırımı 85 milyar euro civarında. En çok yatırım yapan marka ise Toyota. Onu VW, BMW ve Mercedes izliyor” [8] Burjuva gazetesindeki alıntı da silah sektöründen ve onun ne kadar Ar-Ge yatırımları yaptığı anlatılmamıştır. Silah sektörüne kapitalist devletin yaptığı yıllık harcamalar 800 milyar dolar ile 1 trilyon dolar arasında olduğu söylenmektedir. Bu yeni silahları uzmanlar, mühendisler üretiyor, tatbikatta, törenlerde, savaşlarda tanıtımı yapılıp, satılıyordu.
89
Modern bilimin yeni yarattığı “icatlar” arasında yer alan, ArGe ve Patent uygulamaları kapitalist kültürün yeniden inşa edilmesine olanak tanımaktadır. Bu yüzden kapitalist kültürün eleştiri her alanda ve her yerde yapılmalıdır. Avrupa Merkezli ideoloji de yer alan „ilerlemeci‟ anlayışında aşılması gerekmektedir. Endüstrinin ve yeniden oluşturulmasının olabilmesi için ormanların, denizlerin, havanın kirletilmesi, yakılması, tahrip edilmesine neden olmaktadır. Bunun nedeni „ilerlemeci‟ anlayış ve insan merkezli düşüncedir. Açıklayıcı Notlar [1] Modern Bilim ve Kapitalizmin Erken Bir Eleştirisi: J. J. Rousseau‟nun Felsefesi adlı yazıdan – Fırat Mollaer [2] aynı yazıdan alıntı. [3] aynı yazıdan alıntı. [4] aynı yazıdan alıntı. [5] aynı yazıdan alıntı. [6] aynı yazıdan alıntı. [7] ArGe dünyası sitesinden alıntıdır. [8] Burjuva gazetesi, 14 Mayıs 2012
90
Mültecilerin Evleri Yok, Manchester’da 193 Yıl Önce İşçilerin Evleri Yoktu. “Fabrika işçileri gözle görünür biçimde yıpranmış ve çökmüştü. En çok rastlanan meslek hastalıkları diz sakatlanması, görme kaybı, omurga eğriliğiyken, birçok kişi de makineler de uzuvlarını kaybetmişti… Nasıl yaşıyorlardı sorusuna gelirsek: Peterloo yakınlarındaki Manchester‟da incelenen 7.000 evden 2.200‟ünün tuvaleti yoktu, 900‟ünün ise oturulamaz durumda olduğuna hükmetmişti” [ Çalışarak Yaşamak Ya da Savaşarak Ölmek- Paul Mason – Çevirenler; Gözde Orhan – Mehmet Ertan –Yordam Yayınları] Hatırlıyoruz, Hatırlayacağız. Manchester‟de 1819‟da [Beyaz Adam‟ın zaman ölçüsüne göre] 193 yıl önce “Peterloo Katliamında” 11 işçi öldürüldü, 140‟ı kılıç darbesiyle olmak üzere 400 işçi yaralandı. Bunu yapan kapitalizmdi. Günümüzde Mültecilerin, Göçmenlerin evlerinin olmamasının nedeni ve yaşadıkları yerlerden göç etme nedeni de kapitalizmdir. Manchester‟de 193 yıl önce çoğunun evleri yoktu ve evlerinde tuvaletleri olmayanlar da vardı. Günümüzün Batılı işçileri ve Batılı sosyalistleri “kendi evimin yangını söndürürüm yanımda yanan işçinin evinin yangınını 91
söndürmem” zehirli mantığından ve bilincinden kurtulması gerekmekte. Bu zehirle mantıktan kurtulmanın en önemli sorumluluğu, Göçmenlere ve Mültecilere yönelik serbest dolaşım hakkının tanınması mücadelesini vermektir ve bu mücadele sınıf mücadelesidir. Ölümsever “Komünistler” Yaşamaktan Korkandır Gündelik yaşamdaki davranışların ve eylemlerin nedenleri vardır. Bu nedenler yapılan davranışın sonuç olduğunu belirler. Yani her eylemin, her davranışın, her rüyanın bir nedeni vardır. İnsan doğasında hiçbir şey kendiliğinden oluşmaz. “Ölümsever Komünistler Yaşamaktan Korkan” diye bir başlık kullandım ve bu başlığın somut deneyini anlatmak zorundayım. Devrimci kurumlar, „şehit‟, „ölümsüzdür‟, „kahraman‟, „şehidin yolundan gitmeli‟, „ölü mitosları‟ bu kavramları zenginleştiren bir hal içindeler. Neden mi? Yaşamaktan korkuyorlar. Yaşam- Ölüm diyalektiğini anlamamışlardır. “Ölümsever” mantığı egemenlerin mantığıdır. Kapitalistler insanların ölmesini ve kanının akmasını isteyen ve ezilenlerin bilincine bunu sınıflı toplumun varlığından bugüne bilinçlerine 92
yerleştirmiştir. Bunu kapitalistlerin istemesi onların kapitalist sisteminin varlığı bu yöndedir. Kapitalist istese de bunu değiştiremez. Böyle bir gücü yoktur. Bir hayvanı canlı canlı derisini yüzüp, bu deriyi giyen Kapitalist Kadınların da ölümsever bir bilinçleri vardır. Yani yaşamaktan korkuyorlar. Yaşamın anlamında değillerdir. Kapitalist kadın, geçmişteki sınıflı toplumdaki egemenlerin ve “ölümsever” komünistleri yansıtmaktadır. Yaşam nedir? Yaşam bir canlı gibi yaşamaktır. Kapitalist toplumda yaşamak nedir? Kapitalist toplumda işçiler ve kapitalistlerin kendi sınıflarıyla aynı çizgide buluşmaktadırlar. Yaşamı aynı şekilde anlamlaştırmakta ve aynı şekilde anlamsızlaştırmaktadırlar. Kapitalist geçmişteki egemen tiplemeleri gibidirler. Ezilenler de geçmi şteki ezilenlerin bilinciyle yaşamaktadır. Kapitalist toplumda komünist olmak nedir? Bu sorunun cevabı kesin olmamakla birlikte, “ölümsever” olmamaktadır. “Ölümsever” yaşamın, kültürü, eylemi reddetmektir diye düşünüyorum. Bir komünistin gözüne baktığınızda yaşamın sevincini görmeniz gerekmektedir. Eğer komünistin gözüne bakıp, yaşama sevincini göremiyorsanız. Yüzüne aynen şunu söylemelisiniz. 93
“Sende yaşama sevinci yok, “ölümsever” gibisin” eğer biraz bu konuda düşünmüşsek “ölümsever komünist olamaz” diye mantıksal hipotezimizi kurup söyleriz. “Ölümsever” komünistler yaşatmak için uğramıyor. Kendi yoldaşlarının üzerinde bomba patlattırıyorlar. Kendi yoldaşlarını gereksiz silahlı çatışmalara yolluyorlar. Bunların nedeni “ölümsever” olmaktır. Komünist yoldaşının üzerine bomba taktıramaz. Komünist yoldaşını „ölüme‟ yollayamaz. Sınıf mücadelesinde yaşamakta oluyor ve ölümde oluyor. Bunu bizi tepki olarak yansıtanların bilinçlerinde ne yatıyorsa o şekilde davranıyorlar. Onların bilincinde bir yoldaşı öldürmek varsa onu öldürmek için tasarı ve harekete geçiyorlar. Biz bu yoldaşımızı saklamak ve yaşaması için mücadele etmeliyiz. Yoldaşımızın yaşaması bizim yaşamdan yana olduğumuz anlamına gelmektedir. Ayrıca yoldaşına bomba takan bir yoldaş duygusuzdur ve yoldaşlığı anlayamamıştır. Ne insanlık kalmıştır ne de insana değer kalmıştır. İnsanın yaşamak gibi bir değeri vardır. Bu değer bütün ezilenler ve egemenler içinde korunması gerekmektedir. 94
Komünist, sınıf mücadelesi ve siyasi mücadelesini verirken; egemenlerin ve ezilenlerin hepsinin yaşamını korumalı ve sahiplenmelidir. Örneğin, kaza yapmış bir kapitalistin olduğunu bilip, onu kurtarmak için uğraşmıyorsak ve onun için ambulansı aramıyorsak, benim bu komüniste tek sözüm vardır. “Sen Komünist değilsin” Benim gözümde ve etiğimde komünist değilsindir. Bizler yaşamda olmalıyız, yaşamak için uğraşmalıyız. Yaşamda mücadele vermek zordur. Bu zorluk yaşamın sevi ncini kavrayıp, “ölümsever” geleneğini yıkıp bir de insan merkezli düşünceyi ve Avrupa Merkezli ideoloji de tahribata uğratıp (bunların hepsi beynimizin içindeki fonksiyonlarda kendimiz değiştireceğiz) bu zorluğu yaşamın kolaylığına çevireceğiz. Yoldaşının yaşaması için kolektif bütün birikimi ve bilinciyle hareket etmelidir. Dünya Partisi‟nin aslında temel ilkesi şu olmalıdır. “Bütün insanların yani ezilenlerin – egemenlerin hepsinin yaşamasını savunacağız. Yaşatmak bizim için en temel ilkedir.” … Bugünün ezilenleri ve kapitalistleri (istisnaları mutlaka vardır) ölüm, ölüm diye bir mantıkla yaşıyorlar. Komünistlerde yaşam, yaşam diye bir mantıkla yaşamalıdır. 95
Çekiç, Orak Umutlu Gelecektir. Komünizm Yaşamaktır. Papa 16. Benediktus’a Twitter'da Devrimcilerin Soru Sorması Etiksel Değildir. “Papa 16. Benediktus, Noel yaklaşırken Katolik Kilisesinin görüşlerini yaygınlaştırmak amacıyla @pontifex adı altında Twitter hesabından mesaj göndermeye başlayacak. Vatikan'dan bir yetkili, Papa'nın,12 Aralık'tan itibaren kendisine sorulan soruları İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Lehçe, Portekizce, İspanyolca ve Arapça dillerinde yanıtlayacağını açıkladı. Papa'nın ilk olarak inançla ilgili soruları yanı tlayacağı belirtildi ve soruların gönderilmesi istendi. Vatikan yetkilisi, "pontifex" sözcüğünün "Papa"yı ifade etmesinin yanı sıra "köprü kurucu" anlamına gelmesi bakımından seçildiğini kaydetti. Açıklama ardından Papa 16. Benediktus'un takipçi sayısı hızla artmaya başladı. Papa'nın Twitter sayfasında çeşitli dillerde 'Hoşgeldiniz" mesajı yer alıyor.” (haberler) Vatikan‟ın Noel‟de insanların aşırı tüketim yapan araştırmaları önemlidir ve kapitalizmin ne olduğunu öğreten bilgileri sunduğundan dolayı teşekkür ederim. Kapitalizm çok değişken bir yapıya sahiptir. Her an, her şekilde biçim değiştirebilir fakat niteliği değişmez. Bir yerde aşırı üretim diğer yanda açlık çeken insanlar vardır. Kapita96
lizm bütün insanları esir almıştır, mülkiyete bağımlılaştırmı ştır. Papa‟nın insanlarla iletişime geçmesi için Twitter‟dan açıkl ama yapması önemlidir. Papa 16. Benediktus olarak bir kişiye temsil ederek mesajları yazılsa da sorumluluk sahibi olduğu inanca inanan insanlar bulunmaktadır. Devrimciler, eğer Papa 16. Benediktus‟a twitter mesajı atacaklarda küfür etmeden, duygularına ve fikirlerini yazarken, inancı sorgulamayan sorular ve cevaplar yazmalıdır. Çünkü karşınızdakinin inancı belli, fikirleri, belli, duruşu bellidir. Papa 16. Benediktus‟a devrimcilerin, komünistlerin soru sorması etiksel değildir. Karşınızdaki din inancı olan biri var, devrimci ateisttir. Bu nedenle etiksel değildir. Devrimciler Papa 16. Benediktus twitter‟dan takip edebilir, yazıların okuyabilir, yazdığı ve yazılan cevapları okuyabilir. Devrimciler; ırkçı değil, dinsel inançlardaki insanlara hakaret etmeyenlerdir. Ezilenlerin umudu, ellerindeki orakta ve çekiçtedir. Sınıflı Toplum Öncesi Sınıfsız Toplumlarda “Sanat” Toplumsal örgütlenme imkânı ve zorunluluğu insandaki bu nitelikler ve yetersizlikler bileşiminden doğar. İnsan ne bireysel olarak hayatta kalabilir ne de türünün diğer üyeleriyle işbirliği dışında geçimini sağlayabilir.
97
Çok az gelişmiş fiziksel organları ona doğrudan doğruya gıda maddelerine erişme imkanı vermez. Onları, bu organları uzatan ve mükemmelleştiren aletler yardımıyla kolektif olarak üretmek zorundadır. Söz konusu üretimi sağlayan bir grup insanın ortaklaşa eylemidir. İnsan çocukları grupla bu kademeli toplumsallaşma sayesinde bütünleşirler ve grup üyeleri olarak hayatta kalmanın kurallarını ve tekniklerini öğrenirler. [1] Alet ağzı ortaya çıkarır ve ağız da dili ve soyutlama yeteneğini mükemmelleştirerek aleti daha üstün nitelikli hale getirir. El beyni geliştirir ve beyin de elin kullanımını mükemmelleştirerek beynin mükemmelleşmesinin koşullarını yaratır [2] “Üretim /iletişim” diyalektiği insanlığın durumuna bütünüyle hakimdir. İnsanın tüm yaptıkları “kafasından geçer”. İnsani üretim, hayvanın gıdasını elde etme biçiminden özellikle i çgüdüsel bir faaliyet olmamasıyla ayrılır. Söz konusu üretim genel olarak öncelikle kafada kurulan bir “tasarım”ın gerçekleştirilmesidir. [3] İnsanlık tarihi bundan yaklaşık 50.000 yıl önce, benim Büyük Sıçrama dediğim şeyle birlikte başladı. Bu sıçramanın ilk kesin işaretini Doğu Afrika‟da, bir örnek taş el aletlerinin ve günümüze kadar ulaşmış ilk süs eşyalarının (deniz kabuğu kolyelerin) bulunduğu yerleşim yerinde görüyoruz. Benzer gelişmeler kısa süre sonra Ortadoğu‟da, Güneydoğu Avrupa‟da, daha sonra (40.000 yıl kadar önce) Güneybatı Avrupa‟da meydana geldi, burada bulunan pek çok sayıda eşya, Cro-Magnon olarak adlandırılan insanların tam anlamıyla bu98
günkü insanlarınkine benzeyen iskeletleriyle ilişkilendirildi. [4] Yazarın “büyük sıçrama” dediği bu konuda tartışılmayacaktır. Özel amaca yönelik süslemeler yaygındı kuşkusuz; ancak bunların tümünün temelinde, belki de çoğu artık yerleşim ve derin bir bağlılıkla yerine getirilen törelere dayalı toplum yapısının kuralları yatıyordu. Chicago Üniversitesi‟nde antropolog Terrence Turner‟in belirtmiş olduğu gibi: “Vücudun yüzeyi toplumsallaşma oyununu oynandığı simgesel bir sahneye …bedensel bezemeler de… bunun anlatım aracını dönüşüyor. Süslenme ve süslenmiş vücutlarını başkalarına sergileme, bireysel açıdan ne denli anlamsız ya da önemsiz görünürse görünsün, toplumsal açıdan ciddi bir olgudur” [5] Fildişi oyulmuş mükemmele yakın minyatür at betimlemeleri, mağara duvarlarına yapılmış, görenleri ürperten, dev boyutlarda renkli bizon, at ve mamut resimleri, rengeyiği boynuzuna işlenmiş ilginç kompozisyonlar (bir fok, bir somon, bir yılan, bir minik çiçek, kimi yapraklar ve başka işaretler), gerdanlık olarak, pek çok etçil hayvan (aslan ve tilki) dişi, mağaralarda gizemli biçimde düzenlenmiş imgeler, yarı insan, yarı hayvan canavar figürleri. Buzul çağı sanatını işte bunlar oluşturuyordu. [6] Atlar, bizonlar ve diğer hayvanlara ilişkin betimlemeler bireysel olarak, kimileyin de kümeler biçiminde görünüyorlar, ama doğaya uygun bir düzenlemeye yaklaşan bir çevrede ender olarak yer alıyorlar. Betimlemeler gerçeğe uygun olmalarına karşın, doğal ortamlarından kopukturlar. (John) Halverson‟a 99
göre bu, Buzul Çağı sanatçılarının, çevrelerinde gözledikleri şeyleri, onlara herhangi bin mitolojik anlam katmadan beti mlediklerini gösteriyordu. Sanatçıların, düşünceye dayanmayan “imgeler üreten otomatlara benzediğini söylüyordu” Halverson. İmgeler yalın, anlatımsallıktan yoksun olup, açıkça “dinsel güdülemelere bağlanabilecek hiçbir şey” içermiyor. Sahip olduğumuz biçimiyle insan bilincinin, tarihöncesi dönemin bu evresinde henüz gelişmemiş olduğunu düşünen Halverson, “Zihinsel gelişmenin bu erken evresinde algı ve kavramın ayırtına varılmamış olabilir” demektedir. [7] İlkel toplum sanatının çözümlenişinde de buna benzer bir duruma rastlanır. Av dansının, daha ava gitmeye hazı rlanıştan av başlayıncaya kadar sürdürülmesi halinde, hayvana büyü yapılabileceğini sanıyordu insanlar. Oysa kendilerine << büyü yapıyorlardı>> aslında; yani, ava her yönden hazırlanıyorlardı, gerek fiziksel ve zihinsel yönden, gerekse pratik ve psikolojik yönden. Bir başka deyişle, büyü dansı, bütün bu dansa katılanlar için bir toplumsal eğitim aracı idi; gerek fiziki ve mesleki eğitimin, gerekse etik ve estetiksel eğitimin aracıydı. [8] Öte yandan, ilkel toplumun dramatikleştirilmiş, cimnastikvari dansının, avcıların üreticilik gücünü arttırdığı da sık sık söylenmiştir. Ne var ki, bu konuda, örneğin, mağaralarda bulunmuş, kilden hayvan çizimleri kalıntılarının, balta ve kargı izleri taşıdığını, ya da üstünde buna benzer izler bulunan mağara resimlerinin bir çeşit <<hedef tahtası>> olabileceğini ve avcıların bu << hedef tahtası>> üstünde <<mesleki eği100
tim>> yaptığını sanan araştırmacıların düşüncelerine burda katılmıyoruz. Boyanmış ya da şekillendirilmiş hayvan çizimleri üstündeki darbeler, hiç kuşkusuz, düpedüz eğitim görmenin bir ifadesi değil, av hayvanı üstünde büyüsel etki uyandırmanın usulen bir biçimidir. Ama bu arada, avcı için gerekli mesleki yeti de etkin bir şekilde gelişmektedir; örneğin, göz keskinliğinin artması, mızrak atma gücünün yükselmesi; sıçrama tekniğinin, sessizce koşmanın mükemmelleşmesi; toplu dansın ri tmine ayak uydurabilmek için, her dansçının kendi yaptığı hareketleri öbür dansçıların yaptığı hareketlerle uyumlu kılabilmesi. İşte bütün bunlar, hayvan postuna giren ya da bu anlamda bir mask takan bir avcının av dansındaki rolüne benzemektedir. Av dansının, dans edenler üzerine uyandırdığı etkinin göze en az görünen ama belki de en önemi yanı, bu kişilerin psişe‟si ve duygular‟ı ile ahlaksal, dinsel ve estetiksel tasarımları üstünde bıraktığı etkiydi. Çünkü dans, katılan her kişiyi kollektiv‟e manen bağlıyordu; her birinin kendisini, örgütlü topluluğun bir parçası olarak duymasına yol açıyor; bir ötekiyle dayanışma duygusunu geliştiriyor, kollektiv‟in gücüne olan inancını pekiştiriyor, vücuduna ustaca hakim olabilme yeteneği karşısında övünme duygularını kamçılıyor, hayvandan duyulan korkuyu yenmesine yardım ederek, zafere olan güvencesini arttırıyordu. [9] İlkel toplum insanı kendi vücudunu ve yüzünü çiziklerle, döğmelerle ya da boyalarla süslediği; sedef kabuklarla, kolye 101
ve bileziklerle, alışılmadık saç tokaları ve kemerlerle kendini bezediği zaman, burda, ilkel toplum insanını çağdaş insandan ayıran şey, bireysel zevkler değil, gens‟in ya da aşiret‟in genel ilkeleri‟dir. Bu bakımdan şu da açığa çıkıyor ki, boyanarak süslenme, ilkel toplum insanını, nerden geldiği belli olmayan , başlı başına bir güzellik duygusunu doyurmak için yapılmış bir şey değil; tam tersine, insanları toplumsal kollektiv‟e bağlamak, soydaşlarına ve kendi aşiret üyelerine bağlılık duygusunu pekiştirmek ve öbür aşiretlerin üyelerinden kendini farklı kılmak için yapılmış bir şeydir. [10] İnsanların kendi yaptıkları nesneler üstüne kendine özgü estetiksel bir fikir edinmesinin kaynağı da burda gelir. Bu fikir bir kez ortaya çıktıktan sonra, yeni nesnelerin üretimi üstünde sürekli etkide bulunur artık; üretim faaliyetindeki yararsal, dinsel, sanatsal değer-yönlendirimini, estetiksel yönlendirme ile bütünleştirir. Bu konuda şöyle yazmaktadır Karl Marx: <<Tüketim, doğal ham tüketim halinden, dolayımsız üretim olmaktan çıktığı zaman (ki bu tüketimin aksaması, tüketimin bu doğal ham haline bağlı üretimin bir sonucudur) bir itki olarak, tüketilecek nesneye geçer. Tüketime duyulan ihtiyaç, tüketilecek nesnenin algısıyla ortaya çıkar. (Bütün öbür ürünler gibi), sanatın nesnesi de sanat duyusuna ve güzellikten haz alabilme yeteneğine sahip bir izleyici kitlesi doğurur.
102
Demek ki, üretim, sadece özne için bir nesne yaratmakla kalmaz, ama aynı zamanda, nesne için bir özne yaratır>> [11] Demek, sanat, gerçek yaşamın sınırlarını aşarak bir tasarım dünyasının içine girmekte, ama insanların davranışlarını kendi yasalarına göre düzenlediğinden, gerçekliğe bağlı olanı kendi içinde korumaktadır. Bu yasalardan en başta geleni ise, gerçek yaşam faaliyetinin çok-yönlülüğünü, çalışmayı, insanların birbiriyle ilişkisini, insanların bütünsel bir sistem üstüne bilgisini ve bu sisteme göre değer – yönlendirişini bir arada içine alır. Bu bakımdan, daha ilk anlarından bu yana, sanatın da bu sisteme göre modellenmesi, hem pratik eylemin özel bir biçimi olarak, hem insanların birbirleriyle ilişkisinin ve birbirl eriyle anlaşmasının bir biçimi olarak, hem de bilginin ve değer – yönlendirmenin özel bir biçimi olarak iş görmesi gerekmi ştir. [12] “İlkel Toplum” Değil Sınıflı Toplum Öncesi Sınıfsız Toplumlar “İlkel” kavramı evrimci bir anlayışın ürünü olarak ifade bulmaktadır. Bu “ilkel” kavramının yerine “sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumlar” demeyi uygun gördük. Evrimci anlayış, Devletin, özel mülkiyetin, yazının olmaması vs. üzerinden “ilkel” kavramının kullanıldığı gözlenmektedir. Burada evrimci anlayışı mahkûm etmiş oluyoruz. Çünkü onlar gibi düşünmüyoruz. 103
Evrimci anlayış toplumları Devletsiz düşünemiyor. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, Devletsiz toplumların var olduğu ve günümüzde de var olanlarının bulunduğunu göstermektedir. Batı‟da “ilkel”, “barbar”, “ileri”, “geri”, “uygarlık” kavramları çok popüler durumdadır. Çünkü Batı‟lı araştırmacılar, bu kavramlar sayesinde gerçekleri gizliyorlar ve herkese inandırıyorlar. Batı Uygarlığı ve Demokrasi‟sinin aslında çalıntı kıtalar, çalıntı zenginlikler, çalıntı buluşlar vs. sayesinde oluşmuştur/oluşturulmuştur. Gizlenenler bunlardır. Farklı iki toplumu karşılaştırırken, bir toplumun tüfeği ile diğer toplumun yayını birbiri ile kıyaslamanın anlamı ve mantığı yoktur. Devlete Karşı Toplum‟da Pierre Clastres‟den aldığımız alıntı da: “İlkel toplum, devletsiz toplum ekonomisinin işleyişinde, zengin-fakir ayrımı yapmayı gerektirecek hiçbir şey yoktur, çünkü hiç kimse komşusundan daha fazla çalışmaya, daha fazlasına sahip olmaya, daha üstün görünmeye istekli değildir. Herkesin, eşit biçimde, kendi maddi ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olması ve zenginliklerin özel mülkiyet yaratacak şekilde birikmesini sürekli engelleyen bir mal ve hizmet mübadelesinin bulunması, aslında güç isteğinden başka bir şey olmayan sahip olma isteğinin doğmasına izin vermez. İlk bolluk toplumu olan ilkel toplum, herhangi bir aşırı bolluk isteğine yer bırakmamaktadır.” Diyor yazar. Bu alıntı da “ilkel toplum” geçmektedir fakat “ilkel toplum” olarak ifade edilen aslında “ilkel” kavramından vazgeçmeyip, 104
“sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumları” çok güzel anlatmaktadır. Burada devletten, özel mülkiyetin olmamasından şikayet duyulmuyor. Yazar “devletsiz toplum” ifadesine kullanmaktadır. Demek ki kabilede kral değil, bir şef –ama devlet önderine benzemeyen bir şef- vardır. Bu ne demektir? Bu, şefin hiçbir otoritesinin olmaması, hiçbir zorlayıcı gücünün bulunmaması, emir vermesini sağlayacak her türlü olanaktan yoksun olması demektir. Şef bir komutan değildir; kabile üyelerinin ona uymak gibi bir yükümlülükleri yoktur. Şeflik makamı, iktidarın uygulandığı yer değildir ve “şef” (hiç de yerinde bir adlandırma olduğu söylenemez) figüründe, geleceğin despotunu çağrıştıracak hiçbir özellik gösterilemez. (Genel olarak devlet aygıtının, ilkel şeflik kurumundan türediğini elbette söyleyemeyiz) [13] Açıklayıcı Notlar [1]Marksizme Giriş – Ernest Mandel – sayfa 186 – Yazın yayınları [2]Marksizme Giriş – Ernest Mandel – sayfa 187 – Yazın yayınları [3]Marksizme Giriş – Ernest Mandel – sayfa 187 – Yazın yayınları [4]Tüfek, Mikrop ve Çelik – Jared Diamond – Sayfa 34 – Tübitak yayınları [5]Modern İnsanın Kökeni – Roger Lewin – sayfa 178 – Tübitak yayınları [6]Modern İnsanın Kökeni – Roger Lewin – sayfa 180 – Tübitak yayınları 105
[7]Modern İnsanın Kökeni – Roger Lewin – sayfa 181– Tübitak yayınları [8]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan – Sayfa 240 – Altın Kitaplar Yayınları [9]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan – Sayfa 241 – Altın Kitaplar Yayınları [10]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan – Sayfa 242 – Altın Kitaplar Yayınları [11]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan – Sayfa 244 – Altın Kitaplar Yayınları [12]Güzellik Bilimi Olarak Estetik Ve Sanat – Moissej Kagan – Sayfa 247 – Altın Kitaplar Yayınları [13]Devlete Karşı Toplum – Pierre Clastres Stadyumda Solculuk Dansı Stadyumlar ve Stad yapımları devam etmekte. Boş arazi parsellerine birbirinden farklı tasarımlarda stadlar yapılmaktadır. Bu stadlar, toplumsal eşitsizlerin yansıtılmasına da büyük hizmetler vermektedir. Irkçı sloganlar attırılarak oyunculara, Halklara hakaretler ettiren Devletler kendi varlıklarının resmini çektirmektedirler. Stadyumlarda yapılan maçlara, oyunlara binlerce emekçi ve kapitalistlerin buluştuğu mekânlardan biridir. Birçok mekânda buluştukları halde burada oyun esnasında buluşuyorlar. Farklı yerlerde oturarak, emekçilerin üzerine yağmur yağıyor, kapitalistlerin kulislerinde yağmur üzerlerine yağmayacak şekilde tasarlanıyor. 106
Bu yazıda mekânsal sosyolojik durumu anlatmak değildi. Stadyumların doğaya verdiği zararı anlatmaya çalışacağım. Boş arazilere, ormanlık alanlara dikilen stadyumlar; onbinlerce ağacın kesilmesi ve canlı türlerinin yok olmasına neden olmaktadır. Bu stadyumların yerine ağaçları hayal ettiğimizde durum daha da somutlaşacaktır. Stadyumlarda solculuk yapanlar, kendince bir popülist anl atımla yer almaktadır. Takımların logolarının bulunduğu bayraklarla 1 Mayıs‟ta siyasi bir mücadeleyi değil; popülist ve eğlence mekanlarına çevirerek onlara teşekkür mü? Etmeliyiz. 1 Mayıs‟ın anlamı siyasi ve işçilerin birliğinin ortak taleplerle devrimci partinin öncülüğünde yapılan sınıf mücadelesidir. Stadyumlar ve bu solculuk yaparken, siyasi bir anlam yüklenmesi ve eylemliliği nasıl sağlanır? Stadyumlara gitmeyerek, stadyumların doğaya zarar verdiğini anlatmakla olunur. Stadyum Solculuğu dağa küsen fare gibidir. Devrimcilikle alakaları yoktur. Onlarla 1 Mayıs‟ta yürürken; Stadyumların doğaya zarar verdiğini ve stadyumlara hayır denilerek yol alınabilir. Stadyum yapmayın, ağaç dikelim.
107
Taksim’deki İki Bolşevik’in Heykeli Neden Yıkılmıyor? Rusya‟da Lenin‟in heykelleri yıkıldı, yıkılması da iyi oldu çünkü Lenin demedi ki benim heykellerimi dikin. Putları, zincirl eri, bir bütün olarak sınıflı toplumu yok etmek isteyen Lenin neden heykelim dikilsin desin ki. Lenin‟in ölüsünden korkan ihanetçiler diktirdi. Taksim‟deki 1928 yılında açılan Taksim Anıtı heykeli günümüze kadar yıkılmadan yerinde kaldı. Bunun nedenleri ne olabilir? Ya da Türk Devletinin böyle bir ihtiyaca gereği kalmadığı halde. İki Bolşevik var heykellerin arasında… Kliment Yefremoviç Voroşilov ve Mihail Vasilyeviç Frunze bu iki Bolşevik kimdir, devrimci ve sınıf mücadelesinde ne yaptılar o konulara girmeyeceğiz. Türk Devletinin ihtiyacı kalmadığı halde, iki Bolşevik‟in heykeli neden yıkılmıyor? Taksim anıtının hepsinin yıkılmasından bahsetmiyoruz sadece iki Bolşevik‟in heykelinin neden yıkılmadığını soruyoruz. Bolşeviğin mirası sınıfsız toplum için mücadele etmektir. Heykeller dikerek sistem tamirciliği yapmak değildir. Kemalizm sınıflı toplumu yeniden örgütlemek için mücadele etti/ediyor. Bolşevizm sınıflı toplumu yıkmak için mücadele etti/ediyorlar. Bu anıtta ki çelişkiyi göstermek için olayı anlatmaya çalışıyoruz. Bolşeviklerle Kemalistler aynı yerde duramaz. 108
Kemalistler devletin varlığı, kapitalist düzen ve emperyalistl erin çıkarları için mücadele eder. Bolşevikler ise işçi sınıfının iktidarını ve Sovyetlerin kurulması için mücadele eder. Bolşevikler, Taksim anıtındaki iki Bolşevik‟in heykelini yıkacaktır. Bu sınıf mücadelesine bir anlam katmasa da devrimci kültür bunu gerektirmektedir. Gereksiz gibi görünen bu olay, büyük bir etki yaratacaktır. Yeryüzündeki bütün Bolşevikler‟e sevgi ve saygılarla… Üniversite Öğrencileri İle Komünist Gençlerin Talepleri Bir Ve Aynı Olamaz. Üniversite Öğrencilerinin parolalarında “Parasız Eğitim İstiyoruz, Harçlara Hayır” şiarı yükselebilir. Bu onlar için anlamlı ve gerçekçi bir durumdur. Bilinçlerinde egemenlerin fikirleri ve bu fikirleri hayata geçi rme alanları üniversitelerden mezun olduktan sonra vasıflı ve yüksek maaşlı bir yaşam kurgulamaktadırlar. Bunlarda onlar için anlamlı ve somut davranıştır. Bu “parasız eğitim” hangi araçlarla ve hangi paralarla sağl anacağını asla bilinçlerine getirmezler üniversite öğrencileri Taksim akşamlarında “parasız eğitim için ileri” sloganı ile dolaşabilirler. Zaten yaptıkları bir durumdur bu. Bu talepler onlar için politik gibi gözükebilir. 109
Geleceklerini tasarlayıp yeniden oluşturmak için üniversite diplomasının gerekli olduğunu artık küçük çocuklar daha bilinçlerinde içselleştirmiş durumdadır. Bu üniversiteye gitmek isteyen ve üniversite de okuyanlar için daha da kuvvetli bir etki yaratmaktadır. Üniversite gençleri diploma aldıktan sonra mutluluk, sevinç, başarı, kazanç gibi anlayış, duygu ve fikirlerde olabilirler. Komünistler gençlerin “parasız eğitim” talebi demeden önce şunu düşünmeleri gerekmektedir. Bu para nasıl sağlanacak. Cevabı çok basit İşçilerin sömürüsünden, işçilerden kesilen vergilerle sağlanacak. Bu somut durum, komünist gençlerin yanlış bir taleple karşı karşıya oldukları ortadadır. Bu taleple sosyalizm değil, ütopik sosyalizm bile kurulamaz. Komünist gençler “parasız eğitim” için ileri değil “parasız eğitimi” teşhir ederek mücadele etmeli. “Parasız eğitim” isteyen Üniversite Öğrencilerinin kuyrukçul uğunu yapmamalıdır.
110
Yaşasın Halkların Kardeşliği Diyen Komünistlerin Unuttuğu; Komünist Siyasi İradedir. Komünist çevrelerden kurumdan veya partiden devrimcilerin eylemlerde kullandıkları sloganlardan biri olan “Yaşasın Hal kların Kardeşliği”nin komünist siyasi bir söylemi yoktur. Komünistler bu sloganı neden söylemektedir. Kürt Özgürlük Hareketinin yarattığı direnç ve savunma bası ncının, egemen ve işgalci kapitalist devletin/ devletlerin paradigmasını etkilemesi ve zamanla da bu paradigmayla ortaklaşma süreçlerinde Kürt Özgürlük Hareketi, bu sloganı atması onların mücadele ve programına aykırı bir durum değildir. Halk sosyolojik ve heterojen bir kavramdır. Komünistler bu sloganı atamaz. Yaşasın Halkların Kardeşliği ne Türkçe ne de Kürtçe söylememelidir. Bu sloganı söylerken, Komünist Siyasi İradelerini terk etmiş ve sadece Kurumlarının bayraklarıyla eylemde imgesel bir konuma gelmiştir. Siyasi yanı gitmiştir. Bu sloganın yerine daha radikal sloganlar üretilebilir ve atılabilir. Böyle uzlaşmacı, barışçı sloganı Komünistler atamaz. Uzlaşmanın olmadığını anlatacak slogan veya pankartlar açabilirler.
111
Yoldaş! Yoldaş’ın Çocuğuna Bakabilir Misin? Evli veya evliliği karşı olupta çocuk yapan (aynı Kurumdan veya farklı kurumdan) yoldaşların doğan çocuklarına bakma veya bakabilme anlayışı komünistler tarafından sorgulanmamıştır. Tarihte yoldaşların çocuğuna bakanlar olmuştu. Günümüzde bu kültürü yeniden yaygınlaştırmak ve esnek fikirlerle sahi plenmek gerekmektedir. Bunun nedenlerinden biri, evlilik kurumunu reddetmemek ikincisi çocuğa bakan kadının analık olgusunu karşı gelmemektir. Bir kadın yoldaşın, doğan çocuğuna sürekli bakması yanlış komünist politik kültürdür. (Kadının ille de yoldaş olması gerekmiyor) Bu çocuk, bütün yoldaşların çocuğudur. Bu fikirle, çocuğun bakımını, gezmesini, hastanesini ve başka ihtiyaçlarını yerine komünistlerin sırayla getirmesi gerekmektedir. Bu çocuğun, kapitalist fikirlerden, ihtiyaçlarından farklı bir bakış açısıyla büyümesinin sorumluluğu komünistlerindir. Bu çocuk kesinlikle okula, anaokuluna gitmemelidir. İleri de bir takım işlerde çalışabilmesi için meslek kurslarına yönlendirilebilir.
112
Kadın yoldaşın annelik veya analık duygusu saçmalığından kurtarmak ancak komünist birlikte sağlanır. Kadın yoldaşın sevgilisinin de işten geldikten sonra mutfak ve temizlik işlerine kesinlikle el atmalıdır. Eğer kadın yoldaş, evliliği reddetmiş ve “evlilik dışı” çocuk yapmışsa. Komünistler kadın yoldaşın yanında, yakınında olmalıdır. Kadın yoldaşın toplumsal ve ailesel baskı ve psikolojik stresten kurtulabilmesi kollektif birlikle ve hareketle mümkündür. Kadın yoldaşta kendi sorularını ve sorunlarını yoldaşlarına anlatması gerekmektedir. Çocuk yapan yoldaşlarının yanında olmak istemeyenler, komünist politik kültür olarak eleştirdikleri ne ve kim varsa onun gerisinde bir anlayışta olduklarını gösterir. Yoldaşlar! Yoldaşın çocuğu aslında bütün komünistlerin çocuğudur. Bu farklı kurumlar arasındaki geçmişteki bir takım olayların etkisinin de kırılıp, bu çocuğa bakmaları gerekir. Günümüzde yeni evlenmeyi düşünen komünistlerin, evlilik kararından kesinlikle vazgeçirilmesi gerekmektedir. Doğacak çocuk kollektifin çocuğudur. Komünistlerin Çocukları için "21 Koşul" 1- Doğan bebeğe (hamilelik ve sonrasında da) komünistlerin kollektif bir bakış açısıyla yaklaşmaları 113
2-Bebeğin yiyeceğini, ihtiyaçlarını, gezisini, hastanesini "bütün komünistlerin birliği" ile kollektif sağlanmalıdır. 3-Bebeğin bakımını erkeklerde yapmalıdır. 4-Bebeği doğuran veya diğer kadınlara bütün iş bırakılmamalıdır. İş bölümüne karşı çıkılarak hareket edilmelidir. 5-Çocuk hiçbir zaman okula, liseye, üniversiteye yollanmamalıdır. 6-Öğrenmesi gereken dili Kürtçeyi, Türkçeyi, İngilizceyi kollektif bir şekilde yapmalıdırlar.Egemenlerin zehirli dilini teşhir ederek öğretilmelidir. 7-Çocuğa yaşamda rekabet etmemeyi, küfür etmemeyi öğretilmelidir. 8-Çocuğa cinsellik konusunda açık ve net konuşulmalıdır. 9-Çocuğun kendi kararlarına saygı gösterilmeli ve uygulanması sağlanmalıdır. 10- Çocuğun yaşamı boyunca Komünistlerin kollektif yaşamındaki mücadelesi hissettirilmelidir. 11- Çocuğa dini değerler öğretilmemeli ve bunların nasıl bir tarihsel süreçten geçtikleri anlatılmalı 12- Evrimin nasıl bir şey olduğu gündelik yaşamda sürekli anlatılması gereken konulardır.
114
13- Diyalektik materyalist düşünce sistemi ve fikirleri kısa hikayeler olarak anlatılmalıdır. 14- Sınıflı toplum anlatılmalı ve onun araştıracağı yöntemler gösterilmelidir. 15- Araştırmacı, kitap okuyan, şüpheci, eleştirici ve özeleştirinin devamlılığı ile yaşamdaki tarafını belli etmelidir. 16- Çocuğun Doğa Merkezli yetiştirilmesi sağlanmalıdır 17- Çocuğun hayvanlara zincir takmayan, kuşları kafese koymayan bir kültür oluşturulmalıdır 18- Çiçekleri koparmayan, gereksiz ağaçların dallarını kesmeyen bir kültür oluşturulmalıdır. 19-Komünistlerin tarihi, neden komünist oldukları ve kimlerin oldukları kısa görsellerle öğretilmeye başlanmalıdır. 20- Okuyacakları kitaplar dikkatle seçilmelidir. Zehirli yüzbinlerce kitap vardır, bunların 'ayıtlanması' gerekli hatta çocuk yazarların, şairlerin, ressamların yetiştirilmesi sağlanmalıdır. 21- Bunların hepsinden önemlisi yüzlerinin gülmesidir (Burada ayrımcılık yapmıyorum diğer emekçi çocukların yüzleri de gülmelidir, bütün emekçi çocuklarına ve sokaklarda, gecekondu mahallelerinde çadırlarda, teneke evlerde yaşayan, ailesinden dayak yiyen çocuklara kolletif yanlarında olmalıdır)
115
Yunanistan’daki Genel Grev, Sınıf Mücadelesi Değildir. Bir çatışmanın ya da eylemin karakterini belirleyen, çatışmanın içinde yer alan kesimlerin sınıf tabiatları değil, bu çatı şmanın stratejik olarak neyi hedeflediğidir. Marksizm‟de üretim ve üretim araçları “kutsaldır” ve ancak bir disiplin dahilinde cereyan eden işçi hareketleri sınıf mücadelesi olarak kabul edilebilir. Komünistlerin bu ön şartı eleştirip değiştirmeleri gerekmektedir. Dünyanın hiçbir yerinde, reel ücretlerde senede 150-200 Euro‟luk bir düşüş olacak, emeklilik yaşı yükseltilecek diye devrim olmaz. Bu Avrupa Birliği ülkeleri ise hiç olmaz. Yunanistan ise hiç hiç olmaz. Söz konusu olan taraflar arasında pay dalaşıdır, bir taraf ortadaki pastadan daha fazla pay almak istiyor, diğer taraf ise, yani pastayı kontrol eden taraf ise karşı tarafa daha az pay vermek istiyor, olan bitenin hepsi bu. Dolayısıyla da pay almak üzerine yapılan bir çatışmayı sınıf mücadelesi ya da sınıf savaşı olarak adlandırmak olacak iş değildir. “18 Ekimde Avrupa Birliği liderleri Brüksel‟de Avrupa‟nın içi nde bulunduğu krizi tartışırken, on binlerce kişi sokaklara çıktı. Başta Atina olmak üzere Yunanistan‟ın pek çok şehrinde protesto gösterileri düzenlendi. Yunanistan Kamu Çalışanları Federasyonu (ADEDY) ve Yunanistan İşçi Sendikaları Konfederasyonu‟nun (GSEE) çağrısıyla yapılan eyleme birçok farklı sektörden işçiler katıldılar. Yalnızca Atina‟da 80 bin işçi 116
Sintagma Meydanı‟nda toplandı. “Yeter Artık Yeter!” diyen işçiler, hükümete “AB ve IMF ile birlikte Defolun!” sloganıyla seslendiler. Yunanistan‟da ulaşım durdu. Tren ve feribot seferleri yapılmazken yüzlerce uçuş ya iptal edildi ya da ertelendi.” [Uluslararası işçi dayanışma derneği, 20 Ekim 2012] “Global finans kapital ve emperyalist hükümetlerce kibirli bir biçimde “PIGS” olarak adlandırılan aşırı borçlu kapitalist ülkelerin işçi sınıfları ve halk kitleleri şu anda kontrol edilemez bir isyan halinde. AB ve IMF tarafından dayatılan sosyal yamyamlık tedbirlerine karşı halk öfkesinin oluşturduğu bir tsunami bütün Güney Avrupa‟yı yalayıp yutuyor. Son birkaç günde Lizbon, Madrid ve Barselona‟dan Atina‟ya, oradan da Roma‟ya, yüz binlerce işçi sokaklara ve meydanlara akın etmiş durumda. 10.5 ila 13.5 milyarı bulan ücret, emeklilik maaşı, sosyal tazminat, sağlık ve eğitim kesintisi, emeklilik yaşının 65‟den 67‟ye çıkarılması, küçük burjuvaziye yönelik yeni vergiler, bütün bunlar iflas etmiş Yunanistan‟ın daha şimdiden perişan edilmiş halkının ardından dolanılarak AB/AMB/IMF troykası ve onun yerel enstrümanı olan yeni seçilmiş koalisyon hükümeti tarafından devreye sokulmakta (Samaras‟ın önderlik ettiği sağcı Yeni Demokrasi, “sosyalist” PASOK artıkları ve 2010 yılında reformist Syriza‟dan ayrılmış, daha önceleri Avrokomünist sağcı bir grup olan Demokratik Sol {DIMAR} tarafından oluşturulmuş bu hükümet, Yunan halkı tarafından gayet isabetli bir biçimde “dahili troyka” olarak adlandırılıyor).
117
Hâkim sınıflar, ikinci kurtarma paketine iliştirilmiş bir kitle imla silahı olan İkinci Muhtıra aracılığıyla resmi rakamlarla 10.5 milyar avroluk (aslında daha fazla, belki 13.5 milyar, hatta Alman kaynaklarına bakılırsa 20 milyar avro!) kesintiye hazırlanırken, patlak veren yeni bir skandal halkı çılgına çevirdi. Yeni Demokrasi‟nin üç eski bakanı, halihazırdaki meclis başkanı Vangelis Meimarakis ile birlikte 2005-2008 yılları arasında (yani Yunanistan‟ın resmen ilan edilmemiş iflasına giden dönemde) 10.5 milyar avroluk bir meblağı aklamakla itham ediliyor – yani neredeyse ücretler, maaşlar ve engelli ödeneklerinde yapılması düşünülen kesintilerle aynı miktarda bir meblağı!!! Yeni seçilmiş hükümet daha şimdiden bütün kredisini ve “Muhtıra koşullarını yeniden müzakere etmek” yolundaki seçim öncesi vaatlerinden cayarak bütün meşruiyetini yitirmiş, skandal üzerine skandala batmış durumda. GSEE ve ADEDY gibi bürokratik konfederasyonlar, Stalinist KKE‟nin sendikal kolu olan PAME, daha militan federasyonlar, sınıf mücadeleci sendikalar, radikal sol örgütler tarafından çağrısı 26 Eylül gibi çok geç bir tarihe ve sadece 24 saat için yapılmış. Genel Grev, işçi sınıfının dostları için olduğu kadar düşmanları için de umulmadık bir zaferle sonuçlandı. Sendika bürokrasilerinin sabotajına – GSEE ve ADEDY önderliğinin teşvik babında tek yaptığı grevin iki gün öncesinde televizyondan reklam yapmak oldu! – ve yaz aylarının görünüşte “sakin” geçmiş olmasına rağmen, ülke baştan başa felce uğrayarak sadece Atina‟da değil, bütün büyük şehirlerde, yani kuzeydeki Selanik‟den merkezdeki Volos‟a, batıdaki Patras‟dan güneydeki Iraklion ve Girit‟e dek her yerde devasa gösterilere sahne oldu. 118
Atina‟daki gösteriye, İngiliz gazetesi Guardian‟a göre iki yüz bin işçi katıldı. En önde, kesintiler nedeniyle perişan edilmiş militan belediye işçileri yer almaktaydı. Onları, özellikle sağlık ve eğitim işkollarında güçlü olan militan federasyonlar, sınıf mücadeleci sendikalar, SYRIZA, ANTARSYA, EEK, diğer radikal sol örgütler ve anarşistler takip ediyordu.” [Gerçek Gazetesi internet sitesi, 28 Eylül 2012] Genel Grev hakkı için mücadele etmek ve daha yüksek ücret talebi, daha kısa ve daha iyi koşullarda çalışma vb. talepler için grev yapmak, Marksizm tarafından sınıf mücadelesi ol arak değerlendirilirken; komünistlerin bunu değiştirip, grev hakkı için mücadele etmeyi ve bu hakkı kullanmayı sınıf mücadelesi zemininde değerlendirirken, daha yüksek ücret tal ebi, daha kısa ve daha iyi koşullarda çalışma vb. talepler sınıf mücadelesi olarak değerlendirilmemelidir. İşçi sınıfının grev hakkı için mücadele etmesiyle, daha iyi yaşam koşulları ve yüksek standart için grev yapması bir ve aynı şey değildir. Birincisi, sınıf mücadelesine denk düşerken, ikincisi hiç de sınıf mücadelesine denk düşmez. Çünkü grev hakkı için mücadele, işçi sınıfının bütününü kapsadığı, burjuva devletin yasağı ve zoru karşısında sınıfın bütünsel çıkarları doğrultusunda burjuvaziye olduğu kadar burjuva devlete karşı da bir mücadeleyi işaret ettiği için devrimcidir. Daha yüksek ücret talebi ve daha kısa ve daha iyi koşullarda çalışma ile sınırlı talepler için mücadele ise, sistem içinde 119
kalmayı ve sistem içinde bir yer edinmeyi hedeflediği ve örgütlediği için devrimci değildir. Eğer bir hareket doğrudan ya da dolaylı olarak emekçilerin evrensel kurtuluşuna hizmet eden ve kapitalizmin varlık nedenlerini hedef alan bir karaktere sahip ise, bu hareket bir sınıf hareketidir ve sınıf mücadelesi zemininde değerlendirilmeyi hak eder. Komünistler, Marksizm‟in eleştirilecek yanlarını eleştirmeli, yüz elli yıl önceki Marksizm‟i günümüze “kopyalayarak” sınıf mücadelesi oluşturamadığı Dünya‟da sınıf hareketinin olmadığından somut bir şekilde gözler önüne serilmektedir. “İşçi Kıyımı” Demek, Ekonomist Reformculuktur. Bursa‟da üretim yapan Tofaş fabrikasındaki üretim vardiyası 3‟ten 2‟ye düşünce 1.000 işçinin de iş “garantisi” bitmiş oldu. 6.000 işçinin çalıştığı bilinen fabrikada şimdi 5.000 işçi çalışıyor. Türk Metal Sendikasının kapitalist örgütlenmesinin bulunmasıyla 1.000 işçinin işten çıkarılması kolaylaştı. Solcu sitelerde olaya bakış açısı ve başlık atma sıkıntıları gözlenmektedir. Birileri “işçi düşmanlığı Koçbaşı” diyor, “işçi kıyımı” diyenler var. Bu kavramlarla teşhircilik yapılamaz. Bu fabrika 750 lira ile 2.000 lira üzerinde farklı maaş alan işçiler bulunmaktadır. Bu maaş “eşitsizliği” yaygın bir kullanımdır. İşçiler arasındaki rekabet araçlarından biridir. 120
Fabrika içinde ve dışında farklı ve eşitsizliklerin ortadan kaldırıcı ve egemenlerin bölmüş oldukları arasındaki ezilenin ezileni yanında olarak devrimci mücadele yürütmek gerekmektedir. Fabrikanın içinde farklı ücretlerin ortadan kaldırılması için uğraşılmalı, işçilerle konuşulmalı. Fabrikanın dışında ise bu fabrikaya çalışılmasına sistemin izin vermediği Kürtlerin, Göçmenlerin, Mültecilerin çalışmasını sağlayacak şekilde çalışma ve vardiya saatlerinin indirilmesi istenebilir. İşten atılanlar için “işçi kıyımı” tanımı teşhirciliğe yol açmayacaktır. Bu açıklama programsız ve plansız devrimcilerin olduğunu göstermektedir. “İşçi kıyımı” diyenler olaya işçilerin maaşları ve geçinmelerini sağladığı insanlar üzerinde böyle bir ifade kullanmıştır bu ifade ekonomik reformculuktur. İşçi birliği sağlamak için işten atılanlar, işsizler ve çalışanlar arasındaki bölünmüşlüğün analizini tespit edip, bunun üzerinden mücadele yürütmelidir. İşten çıkarılanlar ile işsizlerin işe alınması için mücadele edilmeli, çalışma saatlerinin düşürülmesi için mücadele edilmelidir. İşçi ile işsiz arasındaki rekabeti önleyecek taktikler geliştirilmelidir. Mesela işsizlerin verdiği saatlerin düşürülmesi ile işçilerin de daha çok maaşa ve zamanı olacağı ifade edilmelidir. Bu anlatılmalıdır. Solcular “krizin faturasını kapitalistler ödesin” diye ajitasyon yapmaktadırlar. Bu ajitasyon siyasi bir hareket oluşturmaz. Çünkü işlevsiz, pasiflik içeren bir slogandır. Sistem tamircili121
ğidir. Bu diyalektik materyalist bilimsel açıklamalarla da mümkün değildir. "1 Mayıs" Afişi Cinsiyetçidir Afişlerin de anlattığı bir dil vardır. Bu dilin neye hizmet ettiği de önemlidir. 1 Mayıs Afişi diye resimler çizilebilir. Burada bu afişi sorgul amadan, tartışmadan, gündem yapıp eleştirmeden kendi sitelerine koymanın anlamı nedir? Anlamı, anti-eleştirel ve anti-kollektif olduğunun kanıtıdır. Yani birlikte konuşup, tartışmadıklarının ve sadece 'birilerinin' demesi, yazmasına göre hareket ettiklerinin kanıtlarıdır. "1 Mayıs" afişlerinden birinin nasıl cinsiyetçi olduğunu göstereceğim. Bir Dünya üzerine 1 Mayıs yazılmış ve dünyayı elleriyle tutan "erkek elleri"dir. Bu dünyanın kararlarını erkeklerin verdiğini gösterir, bunun Komünist mücadele de böyle olmadığı ve olamayacağı ortadayken, neden bazı Devrimci Kurumlar bunu sitelerine koyuyor. Sorgulamanın, eleştirinin, somut düşüncenin, materyalist anlatımın yaşamda yer edinmemesinden kaynaklanmaktadır.
122
Komünistler Cinsiyetçi, Irkçı, Ayrımcı ve Ayrıcalıklı resimlerden, afişlerden, heykellerden, sanattan, tiyatroyu eleştirmeli ve teşhir etmelidir. Cinsiyetçi afişleri sitelerine koyarak, Emekçi Kadınlar ile Emekçi Erkeklerin enternasyonal mücadelesini oluşturamazlar. Ateistin Gündelik Bakışı "Biz Tanrıya inanmıyoruz ama ona inanların olduğuna inanıyoruz." Karl Marx Kelimenin anlamı bir inancı, mitosu, dine mensupluğu olmayandır. Bir de herkesin farklı yorumladığı ateist kavramı vardır. Atei stin kendisini açıklama ve belirtme durumuna gerek yoktur. Zaten inanca, dine, mitosa inananların yanında kalıp, onlarla aynı kültürü, davranışı sergilemediğinde ateist olduğu ortaya çıkıyor. Bunu direk ifade etmiyorlar. Farklı farklı anlamlarda anlatıyorlar (Ateist olduğunu öğrenmek için yapılan davranı şlar) Samimi oldukça, selamlaştıkça kafasında tasarladığı şeyi yerine getirmek için uygun fırsat bulduğunda sen sucusun, sen bucusun diyerek kendini belirtmeni ve ne olduğunu öğrenmek istiyor. Çünkü onun yaptığı bir takım davranışları, fikirleri, düşünmüyorsun. Herkesin bu ateistleri öğrenme yöntemleri farklıdır. Ateistin karşı tarafa asla kendi fikirlerini dayatmadığı, baskılamadığı 123
bir anlatım tarzı ve yöntemine sahip olmalıdır. Ateist olmak; insanların fikirsel ufuklarının değişmesini ve yaşamlarındaki bir takım fikirlerden, düşüncelerden sıyrılmasını sağlamalıdır. Ateist olduğunu açıklamak veya açıklamamak ateistin kendisine kalmıştır. Gündelik yaşamda bir duruş istiyorsa ateist olduğunu açıklar. Bunun bir bedeli de olabilir; korkutma, dine döndürmeye çalışma. Ben de çalıştığım işyerinde birkaç kişiye ateist olduğumu açıkladım. Beni dine döndürmeye çalıştılar. Kendilerince bir şeyler anlattılar. Ben de “ateist fikirlerle yaşamımın daha iyi olduğunu söyledim”. Ben ise onları dinsiz yapmak için uğraşmadım. Kendi fikirl erimi dayatmadım, korkutmadım. Kendimce yorumladığım ateist ve materyalist fikirlerden bahsettim. Ateist ve dine inanan insanın aynı otobüste olduğunda, dine inanan bir dini kitap okuyorsa, onun hakkında olumsuz düşünceler üretmemelidir. Eğer iki kişi de konuşma durumları olursa konuşmalı, burada ateist kendi fikirlerini somut, maddeci bir anlatımla anlatmalıdır. Yani hem ateist hem de anti-maddeci olması çelişkilerini doğurur. Dini, inançları, mitosları ve efsaneleri anlamaya ve anlatmaya çalışırken, diyalektik tarihsel materyalist bir anlatım dili ile anlatmalıdır. Bilim çalışmaları yapan insanlara baktığımızda bir yandan materyalisttir yöntemleri ve çalışmalarının ve okumalarının bütünü olarak diğer yanda inançları olduklarını dile getirirler. 124
Bu bilim çalışmaları yapanların çelişkileridir fakat bu çelişkiler kapitalist toplumda bir anlam ifade etmemektedir. Ancak devrimciler, ateistler, materyalist düşünenler için durum farklıdır onların gözünde çelişkili bir durumdur. Ateistlerin yaşadıkları kapitalist toplumda taraflı olanları vardır, tarafsız olanları vardır. Tarafsız olanları bir zaman sonra inançsal bir duruma bürünüyor fakat farklı bir şekilde, kendince bir fikirsel küme oluşturuyor, bu kümeye hoşuna gidenleri katarak yaşamı öyle yorumluyor. Taraflı olanları ise kendilerine göre bir yaşamsal ilkeler ve bu ilkelerin gündelik yaşamda uygulandığı bir yaşam tarzı oluşturarak hareket ediyorlar. Örneğin, kuaförde çalışan bir çocuk, kuaförcü erkek tarafından tokat yiyorsa, buna müdahale etmelidir. Her ateistin kendine göre bir yaşam tarzı vardır. Ateist, materyalist ve komünist üç kavramı ve direnişi yan yana getirenlerin de sürekli okumalı, eleştirel ve özeleştirel hareket edilmelidir. Avrupa Birliği, Mültecileri Öldürmek İçin Frontex’e Milyarlarca Avro Harcıyor. Dış sınırlar anlamındaki Frontex, Avrupa Birliği Sınır Güvenliği Birimi'nin resmi adı. AB üyesi ülkelerin komşularıyla olan sınırlarının korunmasını ve güvenliğini sağlamak amacıyla oluşturulmuş bir Avrupa Birliği kurumu. AB'nin birliğe üye olmayan komşu ülkelerle olan sınırlarının güvenliğinin sağlanması, ulusal sınır muhafızları arasında işbirliği yapılması ve sınırlarla 125
ilgili risk analizleri oluşturulması amacıyla kuruldu. 3 Ekim 2005 tarihinde hizmete giren kurumun genel merkezi Polonya'nın başkenti Varşova'da. Avrupa Birliği'nin, bünyesine yeni katılan ülkelerde genel merkezini kurduğu ilk daire olan Frontex'in elinde 20 uçak, 30 helikopter ve 100 gemi var. Mültecileri öldürmek için her türlü araç ve gereçlere sahip. "2009'da Frontex en az 1570 kişiyi kapsayan 32 ”joint return operations” u koordine ve (kısmen) finanse etti. Bu 2007 den beriki toplu sınır dışı etmelerin üç katı anlamına geliyor. Bu uçakların çoğunluğu Nijerya, Kamerun ve Gambia gibi Afrika ülkelerine, bir kısmında Kosova ve Arnavutluk‟a gittiler. İngiltere ve Fransa‟da Irak ve Afganistan‟a birlikte sınır dışı uçuşları düzenlemeye çabaladılar. 2009'da Frontex ”return cooperatıon” (Geri sürme/göndermek için birlikte çalışma) için 5,25 Milyon Avro harcadı. Bu Paranın 1,7 Milyon Avrosu, Göçmenlerin kökenleri ve kimliklerinin belirlenmesi amacıyla ifade alımı ve (göçmenlere) Seyahat belgesi düzenlemek için harcandı. 2010 yılı için bu bütçe 9,341 Milyon Avroya yükseltildi ve Frontex istiyor ki 2009'un iki katı ortaklaşa sınırdışı uçuşlarını organize etsin ve kendi uçaklarını satın alsın." [ Crossing Borders – Movements and Struggles of Migration Uluslarötesi Haber Bülteni 8. Sayı, Mayıs 2010 alıntıdır.] "İnsan Hakları İzleme Örgütü, Avrupa Birliği Sınır Koruma Ajansı Frontex tarafından Türk-Yunan sınırında yakalanan göçmenlerin, Yunan merkezlerinde kötü muameleye maruz kaldıklarını bildirdi. Sivil toplum örgütü uygulanan insanlık dışı gözaltı şartlarının durdurulmasını talep etti.
126
İnsan Hakları İzleme Örgütü yetkilisi Reed Brody şöyle konuştu: “AB Sınırı Koruma Ajansı Frontex göçmenlerin yakalanıp Yunan gözaltı merkezlerine gönderilmesi için görev üstelenmişse, o zaman oradaki standartların yükseltilmesi için de baskı yapmalı. Veya göçmenler diğer ülkelerde tutulabilir. Ancak duruma göz yumularak bu kişiler insanlık dışı koşullarda barındırılamaz. Bütün bunları görmezlikten gelemezler.” İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından yayınlana raporda Frontex‟İn Meriç bölgesindeki faaliyetleri hedef alınıyor. Göçmenlerin aşırı kalabalık ve insanlık dışı koşullarda gözaltında tutulduğu belirtiliyor. Avrupa Komisyonu ise bu durumdan Yunan hükümetini sorumlu tutuyor. Avrupa Komisyonu Sözcüsü Michele Cercone şöyle konuştu: “Açık konuşmalıyız. Yunanistan‟daki operasyonlar sırasında Frontex‟te çalışan görevlilerinin göçmenlere yönelik insan haklarını ihlal ettiğine dair hiç bir kanıt bulunmuyor.” Avrupa içişleri bakanları Frontex‟in sertleştirilmesi için çalışmalar yürütmeye devam ediyor." [ euronews haber sitesi, eylül 2012] "Türkiye dâhil kapitalist devletler, göçmen politikaları aracılığıyla, “yasadışı göçmen” statüsünde gördükleri bu insanlara, ölümlerini “devletin güvenlik zafiyeti” olarak yorumlayıp savaş açıyor. AB, yana yakıla Türkiye‟yi bu politikalar konusundaki uyarılarına uymaya çağırıyor. Emperyalist-militarist düzenin sınır rejiminin uygulayıcısı ise Avrupa Birliği Sınır Güvenliği Birimi Frontex. AB‟nin komşularıyla olan sınırlarının korunmasını –yani “kaçak” işçilere karşı güvenliğini- sağlamak amacıyla oluşturulmuş bir AB kurumu… 2004 yılında 127
kurulan ve AB sınırlarına dair “güvenlik riski ve düzensiz göç raporları” da hazırlayan Frontex, denizlerde tam olarak “kelle avcılığı” ve sınır bekçiliği yapıyor. Göçmenlere karşı askeri operasyonlar düzenliyor, Yunanistan, İtalya ve Fransa sınırl arında yakaladığı göçmenleri, musluklarından lağım akan toplama kamplarına sevk ediyor. Göçmenlere ateş açma konusunda mutlak yetkisi bulunan Frontex ekipleri, Ege Denizi‟nde de icraatlarına devam ediyor. Bu ekiplerden kaçmaya çalışan pek çok tekne batıyor ya da batırılıyor. Tabii genellikle, batınca haber olan göçmen dolu tekneler, Frontex tarafından “avlandıklarında” burjuva medyasında anılmıyor. Oysa durum, 2010‟dan beri Türkiye-Yunanistan sınırında at oynatan bu ölüm timleri bakımından vaka-ı adiyeden sayılır." [Leyla Edip'in Bir Acıdan Bin Acıya Göçenler yazısından alıntıdır, Gerçek Gazetesi Ekim 2012] Yunanistan‟daki mültecilerin öldürülmesi ve yakalanması olaylarına açıklama yapan İnsan Hakları İzleme Örgütü, Frontex‟den farklı düşünmüyor. Mültecilerin geri ülkelerine gönderilmesini istiyor, Frontex‟den onun savunmasını yapıyor zaten. Avrupa merkezli ideoloji böyle bir şey, kendilerini her zaman “üstün ırk” olarak görmeye devam ediyorlar. Bu nedenle sürekli ırkçılık yapmaktadırlar. Yani İnsan Hakları İzl eme Örgütü‟de ırkçılık yapmaktadır. Batı işçi sınıfı, dünyanın talanından elde edilen zenginliğin bir sonucu olan bugünkü refahını daha da yükseltmek, en azı ndan korumak için mücadele ederken; Batı dışında kalan coğrafyaların emekçileri, yaşamda kalabilmek için direniyorlar.
128
Batılı işçiler, zengin Batı‟nın kapılarını yoksullaştırılmış dünyanın yok olmakla yüz yüze bırakılmış emekçilerine kapatan ve onların ölüm rezarvuarlarına kapatılması anlamına gelen NAFTA ve MAASTRİCHT adı verilen savaş stratejilerini ateşli savunucusu iken; Batı dışında kalan coğrafyaların emekçilerin, Maastricht ve Nafta sınırlarını zorlamaktadır. Bu uğurda canlarını insan tacirlerine teslim ederek, zengin Batı‟ya sızmaya çalışmaktadırlar. Ve bunların bir çoğunu taşıyan tekneler, bizzat Batılı devletlerin gizli ve açık servisleri ve askeri güçleri tarafından batırılmakta ve bir çok mülteci daha zengin Batı‟nın sınırlarına ulaşamadan yaşamını yitirmektedir. Avrupa’lı Sosyalistler Proudhon’cudurlar.
Kadın
İşçiler
Konusunda
Pierre Joseph Proudhon, kadınların fabrikalarda çalışmasına izin verilmemesini 1860‟larda söyledi ve şöyle diyordu:”Eylemin gücünü öncelikli olarak erkekler oluşturur, kadınlarsa cazibenin gücüdür” Proudhon‟un açıklamasında görüldüğü gibi kadınlar fabrikalarda çalışmamalı diyor, günümüzde buna benzer ve yakın tutum alan Avrupa‟lı Sosyalistler ve Hareketi devam etmektedir. Belki buna yakın söyledikleri kadın işçiler ile erkek işçilerin eşit olması için mücadele etmiyorlar, uzaklığı ise fabrikalarda çalışmalarına karşı değiller. Kadılar ile erkekler eşit ücret almıyorlar ve bu konuda Batı‟lı Sosyalist Hareket hiçbir adım atmıyor. Vasıflı işlerde erkekler çalıyor ve daha yüksek ücret alıyorlar. 129
Kadınlar, erkeğin yaptığı işlerde yardımcı mesleklerde vasıfsız çalışıyorlar ve ücretleri erkeklere oranla düşüktür. Yani Batı‟da kadın ile erkek eşit değildir. Batı‟da kadın vitrine konup objeleştiriliyor. Her üründe bir kadın mutlaka metalaştırılıyor. Reklam panolarında, internette, televizyonlarda Batı‟lı ayrıcalıklı bir işçi sınıfı vardır. Bunun çoğunluğunu erkekler oluşturmakta, azınlığını da kadınlar oluşturur. Batılı Sosyalistler, Proudhon‟a yakınlaşmakta ısrarcılar ve bu ısrarları ve kararlılıkları onları kadın işçilerin mücadele anlayışında Proudhon‟cu yapmaktadır. Kadın işçiler, feministler, 8 Mart‟ın kadın işçi hareketine gönül verenler; Batılı Sosyalist Hareketi teşhir etmelidirler ve bu sosyalist hareket ile kadınlar ile erkeklerin eşit olamayacağı için “yeni” bir “Batılı” Dünya Sosyalist Hareketi yaratmalıdı rlar. Bu harekette kadınlar, mülteciler, göçmenler mutlaka olmalıdır. Beyaz Adam’ın Sinema Filmlerinde de İşgal Etme ve Yabancılaşma Üzerine Beyaz Adam‟ın sinema sektöründe ürettiği filmler, her yıl çektiği onlarca film; Beyaz Adam‟ın gerçek yüzünü gizlemektedir. Bu filmlerin izleyici kitlesi ayrıcalıklı işçilerdir. Bu üretilen filmler sadece Avrupa Birliğinde, Kuzey “Amerika”da gösterilmiyor. Asya‟dan Afrika‟ya, Afrika‟dan Güney “Amerika”ya kadar kendi sömürdükleri, talan ettikleri ülkelerin işçilerini, emekçilerini, köylülerine de sinema salonları, televizyon, bil130
gisayarlar aracılığıyla izletilmektedir. Bunun nedeni Beyaz Adam‟ın kendi yüzünü gizlemesi, zenginliğini gizlemesidir. Yoksullaştırılmış insanların yaşadığı şehirlerde, köylerde, kasabalarda milyon dolarlık / elli milyon dolarlık filmler çekilmektedir. Yoksulların yaşadığı yerdeki alanları, evleri, ormanları yakıp yıkıyorlar. İşgal ettikleri coğrafyalardaki yaptıklarını sinema filmi ile yapmaktadırlar. Bu üretilen filmleri Kuzey “Amerika”, Avrupa Birliği ülkelerindeki işçiler, emekçiler izlemeye gidiyor ve hâsılatı yüz milyonlarca dolara çıkıyor. Bu filmler kapitalistleri zenginleştirmeye devam ediyor. Yabancılaşma adına da yoksullaştırılmış insanlardan bazıları filmlerde rol almaktadır. Bu rollerde hep “kötü” oluyorlar, “iyi” Beyaz Adam oluyor. Dayak yiyenler yoksullar oluyor, dayak atanlarda Beyaz Adam oluyor. Tecavüz edilen kadınlar yoksullar oluyor, tecavüz eden Beyaz Adam oluyor. Aşağılanan, küfür yiyen yoksullar oluyor, aşağılayan ve küfür eden Beyaz Adam oluyor. Evleri, sokakları yakılan yoksullar oluyor, evleri sokakları yakan Beyaz Adam oluyor
131
Beyaz Adam bir filmde milyonlarca dolar harcıyor, filmin çekildiği yoksullaştırılmış ülkelerde insanlar açlıktan ve açlığın neden olduğu hastalıklardan ölüyor. Beyaz Adam bir filmden yüz milyonlarca dolar kazanıyor, filmin çekildiği yerlerdeki barakalar da yıkılıyor. Beyaz Adam Kimdir? Batı Uygarlığı [Avrupa Birliği] ve Demokrasisi yani Kapitalist Kültür ve Gündelik Yaşamın- ta kendisidir.
Bilinçli Heykelin Soyut Canlanması İnsanlar gündelik cinselliği yaşamak için evlenmeyi düşünüp, evliliğin kadını köleleştirdiği bir sürece doğru gidiyorlar. Kadınların evlenmediği ilişkilerde de erkek kadının sahibi olduğunu söylüyor. İki durumda da kadın köleleştirilmektedir. Yaşamın cinselliğindeki “heykelliliğini” ortadan kaldırmak gerekmekte, bilinçli heykeli soyut canlandırılması gerekmektedir. Sınıflı toplum öncesi sınıfsız toplumlardaki gibi veya benzeri fikirlerle cinsellik oluşturulmalıdır ve bunları günümüzdeki bazı fikirleri de katarak daha da özgür hale getirmeliyiz. Auguste Rodin‟in öpücük adlı mermer heykeli, günümüz toplumlarındaki insanların beklentilerini ve bu beklentilere nasıl cevap vereceklerini söylemektedir. 132
Kadınla erkeğin çıplak olması ve doğal bir yaşamın yansıtılması. Heykeldeki cinsellik hep cinsellik içeren bir yaşamı değil, doğal bir yaşamın görüntüsünü vermektedir. Rudin‟in heykeli canlanmalı soyutluğunun somut yaşama yansıması için insanların birbirleri hayatına karışmayan, bi rbirleri hayatını ekonomik ve egemenlik ilişkilerinde sürdürmeyen bir süreç oluşturmalıdırlar. Kimsenin birbiri üzerinde çıkar ve objeleştirme olmamalıdır Bir an için, heykeli soyut anlamda canlandırdık diyelim, bu insanlar doğal bir yaşamın gününü yaşamaktadır. Devrimci “Şehitler” Ölümsüzdür Üzerine Politik Kültürü Tartışmak Konuyu incelerken, „Devrimci şehitler ölümsüzdür‟, „devrimci şehitleri unutmadık‟, „Devrimci şehitler‟ ifadelerini politik kültürünü kendi kültürü olarak görmeyen devrimci kurumlar makalenin muhatabı değildir. Şehit, kaderci, ölümsever, ölümsüz, klasik Marksizm‟in insan merkezli ifadelerini tartışacağız. Şehit kavramının ne anlama geldiğini bir görelim. Şehitin sözlük anlamı; kutsal bir amaç uğruna ölen kimse diye geçmektedir. Kapitalist devletlerin “şehit” kavramını kullanmasında ise özel mülkiyeti koruyanların çatışmalarda, savaşlarda ölmesine şehitlik makamlığı verilmektedir. Şehiti ölümsüzleştirip, egemenler çıkar rantlarını yaratmaktadır. Irkçılığı, linç kültürünü, şovenizmi harekete 133
geçirmesine hizmet etmektedir. Şehit kavramı egemenlerin çıkarlarına uygun olarak ve bilinçli bir şekilde yapılmaktadır. Şehitlik kavramını kullanan kapitalist devletler ile devrimci kurumları ayırt etmek imkânsızlaşacaktır. Ortak bir politik kültür izlenimi yaratmaktadır. „Devrimci şehit‟ ne demektir? „Devrimci şehit‟ nedir sorusunun cevabı halkın değerleri ile bağlantılı olmasındandır. Halkın değerlerine sahip çıkan bazı devrimci kurumlar şehitlik kavramını tartışmaktan kaçınmaktadır. Halkın değerleri halk denilen kitlenin içindeki ayrıcalıklı kişileri kastedilmektedir. Halk heterojen ve sosyolojiktir; halkın değeri olan şehitlik, ölümsüzlük ifadelerini devrimcilerin kullanması onları politik değil apolitik konuma iter. Devrimcilerin, ölen veya öldürülen yoldaşlarını unutmaması önemlidir ve aynı anlamda etiktir. Ancak iki konunun tartışması sürdürecek birincisi öldürülen devrimcilerin anılması etkinliklerinde „onların yolundan giden gençler‟ ifadesini kullanmak yanlıştır, bu ölümsever bir politik kültürü ve ölümün yaşayan „devrimci gençler‟ içinde olacağını izlemini kaderciliği beslemektedir. Bu söylem gençleri devrimci mücadeleden soğutacak ve apolitik tavır takınmalarını sağlayacaktır. Egemen sınıfın devletlerinde hem şehitlik hem kadercilik hem de ölümseverlik önemli bir anlam yüklenmiştir. Kitleleri zehi rleme araçlarına dönüşmüştür/dönüştürülmüştür. Ölümsüzlük kavramı dinlerin ve egemen sınıfların kullandığı ve kitleler üzerinde büyük bir “tesir” etkisi yaratmış olmasının verdiği egemen sınıfın iktidarını meşrulaştıran araçlardan bir tanesi134
dir. Bazı devrimci kurumların yaptığı diğer zehirli politik kültürlerden biri de Klasik Marksizm‟de “insanın kutlanması” ve merkeze konması yani insan merkezli bir düşünce vardır. Bu düşünce hem dinlerin hem de kapitalist devletin; üretim, tüketim, insanın yeniden üretimi gibi durumlarda ön plana çıkardığı bir diğer değeridir. Klasik Marksizm‟deki bu insan merkezli anlayış Avrupa Merkezli İdeolojinin ürünlerindendir. „Devrimci Şehitler Ölümsüzdür‟ pankartı taşıyan ve sloganını atan „devrimciler‟ politik kültürü ve devrimci sınıf savaşında düşünüldüğünde apolitik ve karşı devrimci bir davranış sergilemektedir. Bu karşı devrimci durum kültürü ve geleneği ile ilgilidir. Sosyalizmin kendi değerleri, kendi kültürü, kendi geleneği olacaktır. 6 bin ila 12 bin yıllık sınıf toplumlardaki değerlerle sosyalizm inşa edilemez, edilse de örneğin bir kültür ve geleneği olan özel mülkiyet fikri hâlâ insanların düşlerinde yer edinir ve onu elde etmek için devrimci konumunu bırakıp, özel mülkiyeti savunanlar konumuna geçer. Şehitlik, Ölümsüzlük, İnsan Merkezli Politik Kültürü Yapan Devrimci Kurumlar Ne Yapmalıdır? Şehitlik, ölümsüzlük, kadercilik, ölümseverlik, insan merkezli kavramları tartışıp yeniden gözden geçirmelidir. Halkın değerlerini tartışmalıdır. Klasik Marksizm‟deki insan merkezli düşünceyi sorgulayıp, yerine Doğa Merkezli düşünceyi nasıl hayata geçireceklerini araştırmalıdır. 135
Egemen sınıfın değerlerinden olan şehitlik, ölümsüzlük, ölümsever, kadercilik kavramları arasına devrimciler keskin ve kalın çizgiler çekmelidir. Politik kültürü yeniden inşa etmelidir. Sosyalizm sınıfsız ve Tanrısızdır. “Dinsiz bir tarihte hiçbir zaman ayin yapılmaz” [1] Açıklayıcı Notlar [1] 1968 Son ve Devam – Daniel Bensaïd, Alain Krivine – Yazın Yayıncılık Devrimci Dergi Çıkaranlar, Neden Kürtçe Sayı Çıkartmıyorlar? Devrimi dergiler, gazeteler, fanzinler çıkaran yoldaşlar. Neden Kürtçe sayı çıkartmıyorsunuz? Mutlaka her devrimci kurumda Kürt vardır. Kürtçe sayı yayınlamak zor mudur? Elbette değil. Bugünün matbaa teknoloji bunun yayınlanma sürecini hızlandırmaktadır. Yani 22. Sayısını Türkçe çıkaranlar 22. Sayısını Kürtçe çıkartmaya çalışacaklar. Hepsi bu. İmkânlar dolayında birkaç sayı Kürtçe çıkarılabilir. Kürtçe sayı çıkarın ki, Kürtlerin devrimcilerin ne demeye, ne yapmaya, ne düşündüklerini bilsin. Bu Kürtlerin bir şeyler 136
bilmedikleri anlamında değil. Kürtlerin kendi dili ile yazılması anlamında böyle bir ifade kullandım. Neden hâlâ Kürtçe sayı veya sayılar çıkmadı. Bunun belki nedenleri vardır. Bu nedenler bunu sesli ifadeyi engelleyemez. Devrimciler, Çin‟de mücadele yürütürken, Türkçe mi sayı çıkaracaklar elbette değil. (Türkçe bilenler için sayı çıkarılabilir) Genel olarak Çinçe sayı çıkaracaklardır. Ya da Almanya‟da işçi sınıfının tümüne seslenirken Almanca sayı çıkaracak (Almanya‟da Türkçe, Kürtçe, İngiliz vs sayılar veya bildiriler çıkartılabilir) Kürt Özgürlük Hareketine nasıl baktığınızı anlatmak istiyorsanız, onların dili ile yazmalısınız. Kürtçe sayılar çıkarmak gerekmektedir. Bu birilerinin dayatması ile değil, devrimcilerin ortak kararı ile olmalıdır. Fokun Tutuşu Resimde gördüğünüz foklardan birini aşırı tüketimci insanlar tarafından yakalanan fok vardır. Diğer fok ise fok „yoldaşını‟ kurtarmak için onu tutuyor. Foku avlayanlar veya onun üzerinde çalışma yapanlar yani foku ister öldürsünler ister öldürmesinler diğer fok bunların suç ortağı olmuyor. Fok burada „yoldaşını‟ teslim etmiyor.
137
Fokun insanın meşru yasalarını tanımadığını da kanıtlıyor. Nedir o yasalar, kapitalist düzende avlama yasaları Sen (insan) olarak beni avlayacaksın. Ben de bunu kabul edeceğim. Kabul etmiyorum. Duydun mu insan Hangi insan Eski insanlar daha yürekliydi, aşırı tüketim çılgınlığı yaratacağı kapitalist sistemleri yoktu. Fok gibi diğer canlılarda “canlı” olmanın verdiği şeyleri korumaya çalışıyorlar. Arabalara kafa atan filler Ormanlarına giren insanların üzerine sıçan kuşlar Yaşam alanları çalınan maymunlar şehirleri basıyor Köpekler zincir takan sahiplerini ısırıyor Kafesteki kuş kafesi dişliyor Hayvanat bahçesinden kaçan pitonlar… Ve diğerleri
138
Hayvanlar doğa merkezli yaşamlarını sürdürmek için ellerinden geleni yapıyor, insanlar ise insan merkezli yaşam için uğraşıyor. Hayvanlar „hayvan‟ merkezli yaşam için uğraşmıyor. İnsanlarda artık doğa merkezli düşünmeye başlamalıdır. Günümüzde bunun örnek toplulukları vardır. Doğa merkezli yaşam, hayvanların, insanların, bitkilerin, diğer cansız maddelerin birlikte milyonlarca yıldır yaşadığı yaşamın yaşamıdır. Beyaz Adam‟ın Kapitalist sistemiyle birlikte ve daha öncelerin sınıflı toplumun insan merkezli fikirleriyle insan doğaya karşı insan merkezli bir yaşam geliştirdi. Bu yaşamın yıkıcılığı kapitalist düzende ortaya çıkmıştır. Kapitalist düzende insanlar aşırı üretim yaparak doğaya zarar vermekte ayrıca bu aşırı üretimle de milyonlarca insanı aç bırakmaktadır. Kameraman’ın Kamera İle Kadın Spiker’i Taciz Etmesi Kadın spikerlerin, televizyon kanalındaki iş hayatının günlük yansımaları ve psikolojik davranışları üzerine düşünürken; kameraman ile arasındaki ilişkiden bahsedeceğiz Bir televizyon kanalında haber izlenmesinde, kameraman (erkek) kadın spikerin haberi vermeye başlaması ile bacakl arından yüzüne doğru bir görüntüleme yapıyor. Kadın spiker ikinci haberine başladığında yine kameraman kamera ile bacaklardan yüzüne doğru görüntülüyor. 139
Aynı kameraman erkek spikeri görüntülerken direk yüzünü görüntülüyor. Kameraman‟ın Kadın Spiker‟i görüntülemesi erkek egemen kültürden mi kaynaklanıyor yoksa televizyon kanalının sahibi, kapitalist böyle istediği için mi yapıyor? Kadın spikerin taciz edilmesinde birinci etken kapitalistin kanalının kâr oranını cinsiyetçi tacizci mantıkla yükseltmeye çalışması, ikincisi izleyici kitlesinin erkekler olması, üçüncüsü erkek egemenliğindeki toplumdaki yansımaların olması, dördüncüsü erkek‟in “üstün” olduğunu belirten cinsiyetçi politikalardır. Kadın spikerler, bu psikolojik tacizden kurtulmak istiyorlarsa mücadelesini vermeliler. Feminist sosyalist kadınlarla da verebilirler. Çalışma saatlerinin kısaltılması, çalışma koşullarının kendi istekleri doğrultusunda hazırlanması, tacizlere karşı birlikte mücadele edebilirler.
Mahalle Halkı Yani “Sakinlerin” Irkçı Sloganı “Okmeydanı Sulukule Olmayacak” Kapitalistler kendi dillerini oluşturmaktadır. Ürettikleri kavramlardan biri de “mahalle sakinleri” kim bu mahalle sakinleri adından da belli olacağı gibi kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre hareket eden kişilere verilen ödüldür. İnsanlara eskiden biz “vatandaşız” diyorlardı. Bundan vazgeçti. Çünkü vatandaşın içini bir türlü taşeron devlet doldurama140
dı. Bunu dolduranlar da yeryüzünde onlarca ülkeyi sömüren Avrupa Birliği emperyalist ülkeleri oldu. “Okmeydanı Sulukule Olmayacak” sloganını dövizine yazanlar, Okmeydanı Tapu ve Plan Takip Komisyonudur. Bu komi syondakilere sormak lazım. Bu ırkçı dille ezilenler olarak bir yere varılabilir mi? Varılsa da bu dil doğru bir dil midir? Devlette uzlaşırken, Devletin diliyle de uzlaşmış bulunmaktadırlar. Sulukule‟de yaşayan ve orada doğup büyüyen insanlar zorla yerlerinden yaşam alanlarından koparıldılar. Bu devletin varlığını gösteren bir durumdur çünkü devlet ezilenlere zulüm yapmadan var olamaz. Bu bütün devletler içi nde geçerlidir. Okmeydanı Tapu ve Plan Takip Komisyonu, bu dövizle sokakta protesto yapması uzlaşmacı olmalarına rağmen etikleri zehirli ve yanlıştır. Başka ezilenlerin üzerinden ve onlara benzemeyecek denilerek, yol yol değildir. “Tapularımızı İstiyoruz” bu slogan tamamıyla devletle uzlaşmacı ve barışçıl bir slogandır. Devlet işine gelir tapu sahibi yapar, işine gelmez tapu sahibi yapmaz. Okmeydanı Tapu ve Plan Takip Komisyonu “tapuları istiyoruz” derken ırkçı dille bu
141
talipte devletin meşruluğunu kabul etmişlerdir. Bununu dışı nda düşünmeleri mümkün değil. Devletin işlediği suçlardan Sulukule “Halkının” ne suçu vardı? Okmeydanı Tapu ve Plan Takip Komisyonu bunu Okmeydanı Halkının elindeki dövizlere yazması ve onlara taşıtması bizlere Halkları Kardeşliğinin yalandan başka bir şey olmadığını göstermektedir. Buradan Yaşasın Halkların Kardeşliği Saçmalığı üzerine birkaç not eklemek istiyorum. Okmeydanı “sakinleri” yani halkı, eğer Sulukule Halkının kardeşi olsaydı. Onun zulüm görmesine izin vermez ve elinden gelen her şeyi yapardı. Buradan da ve slogandan da anlaşılacağı gibi. Yaşasın Halkların Kardeşliği bir saçmalıktır. Halk, heterojen ve sosyolojik bir olgudur. Yunanistan’daki İşçilerin Belediye Bina İşgalleri Siyasi Değildir. Belediye işçileri, 18 Kasımdan bu yana belediye binalarında ve bazı bakanlıklarda oturma eylemi yapıyorlar. İşçiler, eylemlerinin 5. gününde ülke genelinde 330 belediye binasını ve çok sayıda bakanlığı işgal ettiler. Devlet dairesi çalışanı, kreş öğretmeni, bahçıvan, çöp toplayıcısı, polis ve defin işleri çalışanı olarak kamu sektöründe 40 bin işçi var. Bu işçilerden 27 bini işten atılacaklar listesinde yer alıyordu. 142
İşçilerin böyle bir tepkiye etkileri normaldir. Bu siyasi bir eylemlilik değildir. Sadece tepkidir. İşten çıkarılmasalar ve maaşları düşürülmese bu eylemlilikler dahi olmayacaktı. Sadece işten atılıp geri işe getirilme olayı siyasi bir mücadele değildir. Bu mücadelenin siyasi hale gelmesi için önemli iki adım atılması gerekmektedir. Birincisi Göçmenlerin de işçiişsiz olduğu ve Serbest Dolaşımlarının sağlanması için mücadele edilmeli. İkincisi ise ayrıcalıklarında vazgeçip, ayrıcalıkları korumak adına eylemlilikler yapılmamasıdır. Eğer Yunanistan‟daki işçiler, işsizler Göçmenlerin de işe alınması ve aynı saat, aynı maaşları almalarını sağlamaktır siyasi mücadele. Sadece kendi çıkarları veya bir iş kolundaki işçilerin çıkarları için mücadele etmek ve bu mücadeleye destek olmak siyasi değildir. Siyasi özne işçilerdir. İşçilerin birliği işçilerin aralarındaki duvarlar yıkılarak sağlanır. Bu duvarların üzerinden atlayıp işçileri ülke hapishanelerine kapatmak siyasi değildir. Bu ulusalcılık, demokrasi, uygarlık kavramları ile açıklanır. Mesela polislerin Göçmenleri sokakta toplayarak faşizm yaratmasına karşı çıkarak siyasi bir mücadele verebilir Yunanlı işçiler. Göçmenlerin yalnız olmadığını göstererek onların acılarını paylaşarak olur. Yunanistan‟daki işçilerin Avrupa Birliği emperyalist programını sorgulamadan bunu sahiplenmesinin devrimci bir yeri yoktur.
143
Bugünkü koşullar Yunanlı işçilerini sokağa dökmüşse, bu sokağa dökülenlerin bilinçlerindeki ırkçılık, milliyetçilik, ayrıcalıklar gibi anlayışlarla da mücadele etmek gerekmektedir. Göçmenlerin sınır dışı edilmesine karşı çıkarak olur. Göçmenlerin fabrikalarda aynı maaşlarla çalışması sağlanarak olur. Venezuella’daki Hugo Chavez’e Destek Veren Komünistler Üzerine Hugo Chavez 4. Kez başkan ve 14 yıldır iktidarda durmakta burjuva sosyal demokratı. Burjuva karakterine sahip birini neden bazı komünistler, sendikalar destek vermekte? Hugo Chavez‟i seçilmesine neden destek verdiler? Troçki sonrası Troçkistler neden Hugo Chavez‟i seçmiş olabilir? 1-Chavez‟in mevcut düzene darbe girişinde bulundu ve başaramadı. Şimdi iktidar da burjuva sosyal demokratı olarak görevini yapmaktadır. Darbe yaparak sosyalizm gelmez ki. 2- Chavez‟in, askeri darbe ile iktidardan edildiği iki gün boyunca, destekçileri ölümü göze alarak Başkanlık Sarayı‟nı kuşattı. Onun göreve tekrar gelmesini sağladılar. Anti-darbeci olduğundan mı? desteklendi. Birinci ve ikinci maddelerde çelişki var, belki bu çelişkiden dolayı Hugo Chavez‟i desteklemiş olabilirler. 144
3- Chavez ise bağımsız Filistin Devleti‟ni tanıyan ilk ülkel erden oldu. İsrail büyükelçisini ülkelerinden kovdular. Peki Hugo Chavez, burjuva hukukundan ve burjuva devletinden vazgeçti mi? Hayır. Filistin halkının yanında olabilmek için Nazizim, Siyonizm, Avrupa Birliğini karşısına alması gerekir. Bu karşına almayı da devlet adına, burjuva karakter adına yapabilir ancak işçi sınıfı adına yapamaz. Bunları karşısına alması için devletçilikten vazgeçmeli. Bir de İsrail büyükelçisini kovmak hem ulusalcılıktır hem de ırkçılıktır. 4- Chavez iktidara geldiğinde, imtiyazlı ABD şirketlerinin imtiyazlarını elinden aldı. Petrol sektörünü millileştirdi. Onun döneminde Venezuela, Güney Amerika ortak pazarı Mercosur (Merkusor) örgütüne üye oldu. ABD‟nin “ateş püskürmesine” rağmen, Küba‟ya ucuz petrol verdi. Tamamıyla imtiyazları kaldırmadı ve anti-amerikancı olduğu için mi? komünistler seçtiler. 5- Venezuela‟da bir tane NATO üssü bulunmaması için destekledilerse bu ulusalcılıktır. 6- Chavez petrol gelirlerini kullanarak işsizlikle mücadele etti deniyor yani işsizlik bitti mi? hayır. İşsizlik azaldı deniyor, kendinizi kandırmayı bırakınız. 7- Fakirlere yardım programları gerçekleştirdi. Komünistler yoksulluğa, fakirliğe karşı mücadele etmez, zenginliğe karşı mücadele eder. 8-Hugo Chavez devrimci olduğunu söylüyor, CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‟da söylüyor, şimdi bunlar devrimci 145
olduğunu söylediği için mi devrimci oluyor. İkisi de devrimci olamaz. Sermaye partilerinin yöneticileri olabilirler /oluyorlar fakat devrimci olamazlar. 9- Hugo Chavez, “savaş karşıtı” olduğundan desteklendi düşüncesi, Venezuella kapitalistlerinin çıkarı “savaş karşıtı” olmasını gerektiriyorsa, Hugo Chavez‟de öyle olur. Eğer kapitalistler savaş istediğinde Hugo Chavez‟de savaş ister. Troçki sonrası Troçkizm‟i savunanların, Sosyal demokrasinin sol kanadına dönüşerek, gündelik yaşam da burjuva demokratlarının söylemlerini sahiplenmekte ve savunmaktadırlar. Türkiye Solu Oblomovcudur. Türkiye Solu; Sosyalist, Komünist, Bolşevik olduğunu söyler ve bunun üzerinde mücadele yürütür. Yine de ne sosyalist olabilir, ne de komünist ne de Bolşevik. Yine de pankartlarından, isimlerinden bellidir Oblomovculuğu Türk İşçi sınıfına benzeyerek yaşamaktadır. Türk İşçi sınıfının dilinden, geleneğinden, Resmi Tarihinden, Resmi ideolojisinden, ahlakından, inançlarından, ilişkilerinden, sohbetlerinden kurtulmamıştır. Türkiye Solu, Türk İşçi Sınıfına benzemiş ve oblomovcu olmuştur. Türkiye Solu olarak, materyalist ve tarihsel materyalist anl ayıştan uzaklaşmış. Marksizmin “ilerlemeci” anlayışıyla Türk İşçi sınıfını tanımlamaya çalışmış, bunda başarılı olamayınca 146
“kendi içlerine” kapanmış ve konjoktürel süreçlerde hareketlilik sağlamış yine bu hareketlilik oblomovculuk anlayışa nedeniyle sönümlemiştir. Türkiye Solu, Devrimci harekete yön verecek bir sorumluluğu kalmamıştır. Bunun yerine gündelik İşçi hareketlerine, Dünya gündemindeki gelişmeler üzerinden rantçı bir analizle hareket edilmektedir. Nereden iki işçi, nereden bir devrimci militan kazanırım hesaplarına girmiştir. Sürekli bir yerleri “fethetme” anlayışla hareket etmiştir. Sendika bürokratlarının yerine geçmeyi, Meclis‟e milletvekili göndermeyi düşünmüştür. Bu düşünceler zamanla Türkiye Solu‟nu sistem tamircisi, istese de istemese de ulusalcı, Avrupa Birlikçi, barışçı, işçi sınıfına zamanla uzaklaşan zamanla yakınlaşan fakat siyasi bir bağ kurmayan konumda bırakmıştır. Türkiye Solu, kendini bulmuştur. Türkiye Solu Oblomovcudur. Devrimci, Komünist olmaya çalışmışlar her adımlarında her eylemlerinde komünist gelenekten uzaklaşmışlar. Kendilerini Komünist olarak görmeleri Oblomovcu olmalarıyla alakalıdır. Programlarında, tüzüklerinde, gündelik yaşamlarında eleştirel ve özeleştirel bir kültür oluşturmamış. Akraba ilişkileriyle, yöre ve mekân ilişkileriyle siyasi bir mücadele vermeyi onlarca yıl sürdürmektedirler. Türkiye Solundan Komünist hareket olma özelliğini beklemek beyhudedir. 1 Mayıslarda “fethetmek” istedikleri sendikaların 147
bürokratlarıyla aynı alanla yürüyüp, kendilerini dövdürmeye devam etmektedirler. Türk İşçi Sınıfı Da Oblomovcudur. Oblomovculuk; herkesi etkileme yeteneğine sahip, uyuşukluk ve itaat etmekten oluşmaktadır. Türk işçi sınıfı, hareketli bir sınıftır. Bu hareketliliğinin karakteristiği oblomovcudur. Ani atılgan grevler, yürüyüşler, eylemler düzenlemekte. Bunların ikinci adımında iki geri adım atarak, uyuşukluk ve itaat etmeye dönüşmektedir. Türk işçileri kendi aralarında birbirlerini insan yerine koymayan ender işçi sınıflarından biridir. Türk işçileri birbirlerine karşı acımasız, anti-kolektif davranmaktadırlar. Bir işçi iş kazasında yaralandığında, acil kana ihtiyacı olduğunda yol parası olmadığını bahane ederek kan vermeye gitmezler. Türk İşçileri Devletin Linç Kültüründe “Birleşirler” Türk işçileri, kendilerine “Türk” olarak tanımlayanlar veya “Türk ırkından” geldiğini söyleyenlerin birlikte hareket ettikleri alanlardan biridir. “Türk ırkı” yoktur. Irk kavramı günümüzden 300 yıl önce ve bugüne kadar devam eden süreçte hayatımıza girmiştir. Bu kavramın içeriğini dolduranlar kapitalistlerin “ulus” devlet projeleridir. 148
Irk, antropolojik olmadığı gibi, sosyolojik bir olgu da değildir. Çakma bilimsel teoriler yaratılarak, “Türk ırkı” olduğunu yaygınlaştıranlar Türk Resmi Tarih yazıcılarıdır. “Türk ırkı” olmadığının bilimsel kanıtlarından biri, Kazak devlet başkanı Nursultan Nazarbayev‟in Süleyman Demirel‟e “Biz sizi çekik gözlü ve buğday tenli olarak gönderdik, siz mavi gözlü ve beyaz tenli olarak geri geldiniz” demesidir. Türk İşçi sınıfı sokaklarda Devletin “sesini” duymasıyla Kürtleri, Göçmenleri, Romanları, Alevileri, Hristiyanları, Turistleri, futbolcuları, sanatçıları linç ederler, dövlerler, hakaret ederler ve öldürürler. Türk işçi sınıfı linçte “birleşir” linçin dışında birbirlerine de döver, öldürürler. Sokakta bir kadın dövüldüğünde veya bir trafik kazası olduğunda izlerler yani Oblomovculuk yaparlar. Dövülen kadının dayak yemesini engellemezler. Trafik kazasında ilk yardım uygulamazlar. Kendilerini TV yarışma programlarında rezil ederek, izleyicilerin kendileri ile dalga geçmesine olanak tanırlar. Okudukları kitaplar; büyü, macera, fetihçi, dedektif konularına yer veren kitapları okurlar. Sokaklarda çocuklarını ve başkalarının çocuklarını döverler.
149
Sevgileri yapay çiçekler gibidir. Sevgi, aşkları sanal ortamlarda yürütülür. Gerçek konuma gelince kavga ederler, ayrılmaya çalıştıklarında kadınlar ve erkekler biri diğerini döver, öldürür. Türk işçi sınıfı ekonomik gelirleri yükseldiğinde aşırı tüketime doğru yönelirler. Arabalar alırlar, imkânlarını geliştirdikçe ikinci evlerini satın alırlar. İşbitiricilikle paraları ve villaları olur. Ekonomik gelirleri azaldığında dilencilik yaparlar. Linç ettikleri insanların yanında selpak, cep telefonu satarlar. Bu ikiyüzlü yaşamları ve yalancı yaşamları gündelik hayatl arının her alanında vardır. Bunun nedenleri kendilerinin eleştirel, özeleştirel bir kültür oluşturmadıklarıdır. Gelenekler, Resmi Tarih ve Avrupa Birliğinin kapitalist kültürleri arasında dolanıp durmalarındandır. Türk işçi sınıfının yaşamı sadedir; ne bir heyecan vardır ne bir umut. Çocuklarına en çok verdikleri isimlerden biri de Umut‟tur. Türk İşçisi Nasıl Dünya İşçisi Olur? Türk işçisi kendini bir eve, bir dükkâna, bir okula, bir hastaneye, bir askere “kapatmadan” yaşamaya başladığında Dünya işçisi olabilir.
150
Dünya işçisi olabilmesi için Kürtlerin, Göçmenlerin, Alevilerin, Romanların ve diğer insanların sokakta dövülmesini engelleyerek olur. Atatürk posterlerini duvarlarına yapıştırmadığında olur. Resmi Tarihin törenlerine katılmayarak ve o günleri kutlamayarak olur. Mumia Abu-Jamal'a Mektup Yollayabilseydim. Sevgili Mumia Abu-Jamal Seni tanımadığım yıllar da sen siyasi bir mücadele veriyordun. Seni tanıdığım zamanda sen siyasi mücadele veriyorsun. Senin duruşunu, mücadeleni öğrenerek devrimci oluyorum. Kime karşı mücadele ediyorsun; Beyaz Adam'a, Beyaz Adam'ın egemenliğine karşı ve onun saltanatını yıkmaya yönelik. Senin mücadelen siyasi bir mücadeledir, hukuksal bir mücadele değildir. Senin yanında olamadığım için üzgünüm. Beyaz Adam'a inat, onların zindanlarına inat; daha uzun yaşaman dileğiyle... Devrimci selamlarımı iletiyorum Siyah isyan, beyaz zulmün kalelerini sarsmaya devam ediyor.
151
Siyah isyan, beyaz zulmün zindanlarında boyun eğmeyenlerin şarkısını söylemeye devam ediyor.
2. Bölüm: Kollektif Çöküş’ün Somut Belirtileri –Solculara Eleştiri“Müjde” Değil Kazanım Yazısına Eleştiri "Özellikle ikinci öğretimde okuyan öğrencilerin büyük çoğunluğu işçi - emekçi çocuklarıdır. Maaşlarına %4 zam yapılan, kıdem tazminatı hakkı elinden alınmak istenen işçilerin – emekçilerin çocuklarıdır. Gündüz çalışan, akşam iş yorgunluğuyla derslere gelenlerdir ve tüm öğrenciler gibi onların umudu da alacağı diploma sayesinde iyi bir iş sahibi olmaktır. Oysa ki bu umut artık bir efsaneye dönüşmüş durumda. Üniversiteler artan kontenjanlarla olsa olsa işsizliği gizliyorlar. İşçiye “nasıl olsa çalışmak zorunda” diye zam yapmayan patron gibi, Recep Tayyip Erdoğan'ın da yanılgısı, umudunu bir kağıt parçasına bağlayan özellikle de çoğunluğunu işçi – emekçi çocuklarının oluşturduğu, gündüz bir işte çalışan, akşam ise “sözde daha iyi bir iş” için ders çalışmak zorunda olan ikinci öğretim öğrencilerinin isyan etmeyeceğini zannetmesidir.. İşte burjuvazinin sansar psikolojisi! Öğrenciler boğazlanacak tavuklar değildir! Üniversiteler ise gelecekte kanı emilecek tavukların yetiştirildiği yerler hiç değildir!" [1] Üniversiteler emekçi, işçi çocuklarının beyinlerinin kapitalizmin zırvalarıyla doldurulduğu yerlerdir. Buralara giden emekçi çocuklarından devrimci olmaz. Üniversiteyi bitirip ayda 152
2.000 lira maaş alan bir emekçi çocuğu devrimci bir mücadeleye mi katılacak yoksa Taksim gecelerine mi? "Yıllarca mücadele ettik bu uğurda, cop yedik, tekme yedik, gaz yedik, kimilerimiz haklarımız için savaşırken uydurma iddianamelerle tutuklandı; pes etmedik! Ve kısmi olarak kazandık. Ama şimdi sermaye daha da büyük ataklar yapacak. Bizim ise ne yapmamız gerektiğini Şili‟li, Kanada‟lı öğrenciler gösteriyor. Sokaklar bizim! İkinci öğretim ve uzaktan öğretimin de harçlarının kaldırılmasını istiyoruz, hepsinin! Öğrenim kredisi değil karşılıksız burs istiyoruz! Yurtlar, ders araç gereçleri, yemekhane ve kanti nlerin parasız olmasını istiyoruz! Verilecek mücadele sadece üniversite için değildir. Aynı zamanda geleceğimiz içindir." [2] Üniversite öğrencileri yedikleri cop, tekmenin nedeni "biz üniversite okuyup, devrimci olacağız" değil, üniversite okuyup kapitalizmin yaşamını yaşamak için cop yediler. Üniversite gençleri böyle düşünüp hareket edebilir onların başka ne düşünmesini bekleyeceğiz. Üniversiteleri ele geçirip, ücretsiz ve devletten hiçbir katkı almadan yürütülen yerler mi olarak göreceğiz veya hayal edeceğiz. Bırakın saçma şeylerle uğraşmayı da devrimci teorileri hayata geçiriniz. "O yüzden de okuduğumuz bölüme göre insanca bir yaşamı karşılayabilecek bir ücret karşılığında iş güvencesi istiyoruz! Bunların kaynağı nasıl olacak diye mi soruyorlar? İşte onlara kaynak; 153
Ulusal ve uluslararası tefecilere ödenen borçlar reddedilsin! Holdingler ve zenginler artan oranlı vergilerle daha fazla vergilendirilsin! Özel üniversiteler kamulaştırılsın!" [3] Bırakın bu devrimci, enternasyonalist ayaklarını, ulusalcı söylemlerle Dünya Devrimini mi yapacaksınız. "borçlar silinsin" demek ulusalcılıktır. Neyin borcunu siliyorsunuz. işçilerin borcunu mu yoksa devletin borcunu mu bunu biraz daha detaylı anlatın ki, yanlış eleştirilerde bulunmayalım. Şimdi üniversitelerde ve bir bütün olarak bütün okullardaki masrafın parasını kapitalist kendi cebinden vermiyor onun cebi işçilerin sömürülmesiyle oluşan ceptir. Bundan dolayıdır ki, sevgili Enternasyonalistler (ulusalcılar) işçinin cebinden çıkacak para ile öğrenciler ücretsiz eğitim alacaklar yani işçilerin sömürülmesine göz yummak adına ücretsiz eğitim. Zaten ulusalcılar da demiyor mu ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık... Kapitalist düzende paralı ve parasız eğitime hayır Kapitalist sistemin bir bütün olarak eğitimine hayır Açıklayıcı Notlar [1] DİP (Devrimci İşçi Partisi) İstanbul Gençlik Komitesinin “Müjde” Değil Kazanım yazısı üzerine, 28 Ağustos 2012 [2] aynı alıntı 154
[3] aynı alıntı AKP Burjuva Hükümetini Göreve Çağıran UİD-DER’in “İşçi Ölümlerini Durduralım!” Kampanyası Üzerine Alışveriş mağazalarındaki gibi kampanyalar yapılmaz. Devrimci mücadele reformcu, ulusalcı, burjuva partilerini göreve çağırarak yapılmaz. Bunların reddi ile devrimci bir mücadele yürütülebilir. Pahalılığa Son! İşsizliğe Son! Özelleştirmeye Son! Savaşa Hayır! Cinsiyetçiliğe Hayır! Irkçılığa, Ayrımcılığa Hayır! Paralı Eğitime Hayır! Baskıya, İşkenceye Son! İşçi Ölümlerini Durduralım!... Bu liste daha da uzatılabilir ama bu kadarı bile bu hareketlerin karakterini anlamaya yeter. Yukarıda sıralananları talep etmek için devrimci olmak gerekmiyor; bütün bunları pekâlâ bir burjuva partisi de talep edebilir. Hatırlanacak olursa, sosyal demokrat hareketin yükselişi her daim tam da bu talepler üzerinden olmuştu. Bütün bu talepler, ezilenlerden yana ve oldukça masum görülebilir, ilk bakışta öyle de görülmektedir, ama tuzaklarla doludur ve uzun vadede ezilenlerin nihai kurtuluşu mücadelesinin önünde engel teşkil eder. Neden mi? Nedeni çok basit; pahalılık, özelleştirme, işsizlik, savaş, cinsiyetçilik, ırkçılık, paralı eğitim ve da birçok şey, tam da kapitalizmin varlık nedenleridir. Bunlar olmadan kapitalizm var olamaz. Dolayısı ile de kapitalizmin egemenliği 155
altında bunları elde etmeyi tasarlamak; havanda su dövmekten başka bir şey değildir. Tabii ki, kapitalizmin, bu talep edilenlerin bir kısmını bir ülkede gerçekleştirebilmesi mümkündür ama bunu bile kendi iç dinamikleri ile değil, ancak uluslararası bir talana dayanarak yanı başka ülkelerdeki yaşamları talan ederek gerçekleştirebilir. Dolayısı ile de, kapitalist sistemden bütün bunları talep etmek, ondan, onun doğasına aykırı olanı talep etmek; ezilenlerin tamda kapitalistlerin istedikleri yönde bir bilinç edi nmelerine hizmet etmekten başka bir işe yaramaz. Bu konuya uygun kampanyalardan birini de UİD-DER (Uluslar arası İşçi Dayanışması Derneği)nin çalışmalarıdır. UİD-DER‟in kampanyaya ilgili açılmalarından alıntılar yapalım. “Hiç kuşkusuz ki, patronlar ve AKP hükümeti. Çünkü patronlar “masraflı” olduğu gerekçesiyle gerekli iş ve işçi güvenliği önlemlerini almıyorlar. AKP hükümeti ise, gerekli denetimleri yapmıyor ve yaptırım uygulamıyor. Tersine, patronları cesaretlendiriyor. İş kazalarını ve işçi ölümlerini “kader” diyerek açıklayan ve ölümleri geçiştirmeye çalışan bizzat AKP hükümeti değil mi? Gelin hep birlikte soralım: Sürekli olarak işçilerin canını alan bu “kader”, neden bir kere olsun patronların semtine uğramıyor? Kardeşler! 156
İş kazalarında Türkiye‟nin dünyada üçüncü sırada olduğunu biliyor muydunuz? Resmi verilere göre, Türkiye‟de her yıl 77 bin iş kazası gerçekleşiyor. Her sene yüzlerce işçi ölürken, binlercesi yaralanıyor ve sakat kalıyor.” (İşçi Ölümlerini Durduralım! Yazısı UİD-DER‟in internet sitesi) UİD-DER bu açıklamalarında kendilerinin reformist olduklarını diğer yazılarında olduğu gibi beyan etmektedirler. AKP hükümetini göreve çağırmak reformistliktir. AKP hükümetinin kendi burjuva yasalarını istediği şekilde uygular, uygulamaz. AKP hükümeti zaten burjuvaların istediği ve Asıl Devlet partisinin istediği şekillerde yasalar çıkartıyor. İkincisi kapitalizmin doğasında var olan bir şeyi yok etmek imkânsızdır ve anti-materyalist olmaktır. Bu cümleye örnek verirsek; Batılı feodalist imparatorluklarda uçağa binmek gibi bir durumla karşılaşıyoruz. İş kazalarında ülke sıralaması yapmakta ulusalcığa girmektedir. Ulusal kanallardaki programlarda ülke sıralaması bolca söylenmektedir. “UİD-DER, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının son bulması için bir mücadele kampanyası başlatıyor. Bunun bir parçası olarak topladığımız imzaları Türkiye Büyük Millet Meclisi‟ne teslim edecek ve işçilerin ölmesine sessiz kalmayacağımızı haykıracağız! Hükümet harekete geçmelidir. İşyerlerinde iş ve işçi güvenliği önlemlerinin eksiksiz alınması ve uygulanması için gerekli adımlar atılmalı, bu yönde işçilerden yana yasal düzenlemeler yapılmalı ve işçi ölümleri durdurulmalıdır! 157
Tüm emekçi kardeşlerimizi “İş Kazaları Kader Değildir! İşçi Ölümlerini Durduralım!” kampanyasına katılmaya, imza vermeye ve aktif olarak desteklemeye çağırıyoruz! -İşçi ölümlerine sessiz kalmayalım! -İş sağlığı ve güvenliği kurulları tüm işyerlerinde kurulsun ve işçilerin yönetimine verilsin, bu kuruldaki işçi temsilcilerinin işten atılması yasaklansın! -İşyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının ücretleri, sendikaların ve meslek örgütlerinin denetimindeki bir devlet fonundan karşılansın! -Gerekli önlemleri almayan, denetimleri engelleyen patronl ara ağır para ve hapis cezaları getirilsin! -İşçilere, gerekli önlemler alınmadığı takdirde topluca üretimi durdurma hakkı tanınsın! -Ağır ve tehlikeli işlerde gece vardiyaları yasaklansın! -Ücretler yükseltilsin, iş saatleri düşürülsün!” (İşçi Ölümlerini Durduralım! Yazısı UİD-DER‟in internet sitesi) Almanya‟da Yeşiller‟in nasıl Alman kapitalizmini güçlendirdiğini ve yeniden örgütlendiğini gördük. UİD-DER‟in topladıkları imzaları Meclis‟e götürmesi de Türk burjuvazisinin güçlenmesine hizmet edeceğini şimdiden görmekteyiz. Ben bir materyalist olarak geleceği göremem fakat şimdiki davranışların ilerde nelere yol açacağını tahmin edebilirim. 158
UİD-DER‟de tam bu noktada “patronlara ceza verilmesini” istemesi de kapitalizmi güçlendirmektedir. Kapitalist hukukl arı yazanlar kapitalistleri de mahkemelere çağırabiliyor, para cezaları verebiliyor. Kapitalist toplumda, kapitalist üretim ilişkileri ve kapitalizm var olduğu müddetçe işçilerin öldürülmesi, sakat kalması, aç kalması, hastalanması da devam edecektir. Bu kampanyalarla devrimci bir mücadele değil, muhalefet etmenin ötesine geçmeyen bir durum ifade edilebilir. Komünist asla muhalefet etmez, imha etmeyi düşündüğü bir şeyi tamirciliğine soyunmaz. ESP'nin Çalışma Bakanının İstifasını İstemesi Sistem Tamirciliğidir. "Her geçen yıl artan iş kazaları, yaralanmalar, ölümler işçilerin alın yazısı değildir, bunlar bir sistematiğin, politikanın ürünüdür. AKP Hükümeti işçi sınıfının çıkarlarını gözetmekten tamamen uzak yasaları sermayenin çıkarlarına göre yeniden düzenlemeye devam ediyor ve işçi ölümlerini kader veya tekil örnekler olarak adlandırarak sorumluluktan kaçmaya çalışıyor. İş cinayetlerinin asıl sorumlusu AKP Hükümeti ve onun Çalışma Bakanı Faruk Çelik'tir. Gerçek sorumlular ölen işçilerin ruhuna rahmet okumakla kurtulamazlar, halka hesap vermeliler. Çalışma Bakanı iş cinayetlerinin suç ortağıdır ve istifa etmelidir." (Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Ocak 2013)
159
Çalışma Bakanı Faruk Çelik, temsil ettiği kapitalist devletin yasalarını uygulamıştır ve onu görevden alması gereken, onu o göreve atayan güçtür. Emekçiler ve devrimciler, kendileri tarafından seçilmeyen bir Bakanın istifasını isteyerek onun meşruluğunu kabul etmiş olurlar. Çalışma Bakanı Faruk Çelik'i devlete şikayet edip, devletten onun görevden alınmasını talep etmek, Çalışma Bakanlığı ile devlet arasındaki suç ortaklığı bağını koparmak ve devletin Çalışma Bakanlığı üzerinden kendisini temize çekmesine yardımcı olmak demektir. İşçi Mücadele Derneği’nin 14 Haziran 2012’de İnternet Sitesinde Yayınlanan “Avrupa’daki Emekçilerin Keyfi Tıkırında Diyenler” Konu Başlıklı Yazısı Üzerine "Yunanistan‟ın durumu ortada. Yunan işçi sınıfı ülke ekonomisinden öyle rahatsız ki, desteğini almak için sadece lafta sosyalist olmak bile yetmiyor. İspanya geçen Cumartesi günü “borç krizinden ötürü kurtarma paketi” başvurusunda bul unan dördüncü Avrupa Birliği ülkesi oldu. İspanya‟da işçi sınıfı ve gençlik ayakta. Bugün ise burjuvazinin “saygın” ekonomi gazetelerinden Financial Times‟ta İngiltere‟den bazı veriler aktarılıyor. İngiliz Ulusal İstatistik Bürosu'nun 2011 verilerini aktaran gazeteye göre İngiltere'de 1 milyon 410 bin kişi emekli olmak yerine (emeklilik yaşı kadınlarda 61, erkeklerde 65) çalışmaya de-
160
vam ediyor. 1993‟te yüzde 7,6 olan yaşlı nüfusun çalışma oranı 2011‟de yüzde 12'ye çıktı. İşin önemli kısmı, çalışanların % 61'inin kadın olması ve 60 yaş üstü kadınların, daha çok fiziksel iş gücü gerektiren temizlik gibi alanlarda iş bulmalarıdır. Yani “keyifleri yerinde, sağlıkları çok iyi, yerlerinde duramıyorlar” diye çalışmıyorlar. Gazetenin de itiraf ettiği gibi, bu insanlar geçinemedikleri için çalışıyorlar (zaten Mart ayı sonunda emekli maaşlarının kırpılacağı açıklanmıştı). Avrupa‟dakilerin rahatı yerinde diyenlere duyurulur!" İşçi Mücadelesi Derneği sitesinde yazılan yazının kime yazıldığı tam olarak ifade edilmemiş durumda, bir yandan Financial Times‟a gönderme yapıyor diğer yanda Avrupa‟dakilerin yani işçilerin rahatı yerinde diyenlere duyurulur diye açıklama da bulunuyor. Burada Financial Times‟e gönderme yapması pek mümkün değil yazı İngilizce olmadığı ndan ve bu yazının burjuva medyasında tartışılmadığından mümkün değil. “Avrupa‟dakilerin rahatı yerinde diyenlere duyurulur!” ifadesi kime yöneliktir belirtilmemiş, bu yazı önemli bir konuya değinmiştir fakat içeriğini doldurmamıştır. Belki bu sitenin işçilere dönük site olduğundan mıdır kesin açıklamalar konmamış. Eleştireceğin kurumların adını yazmamış, niye böyle bir mantık var? Türkiye‟de Batı işçi sınıfının yanı Avrupa Birliği işçilerinin ayrıcalıklı olduğunu söyleyen Komünist bir kurum var, bu Avrupa 161
Birliği ülkelerindeki emperyalist devletlerin verdiği “hakları” kullanan işçilere dönük ayrıcalıklı ifadesini kullanmaktadır. “Avrupa‟dakilerin rahatı yerinde diyenlere duyurulur!” ifadesini benim politik görüşlerime eleştiri olarak algılayacağım çünkü bu yazı içerik olarak bir kuruma yazılmamış fakat Türkiye‟deki batılı işçilerin ayrıcalıklı olduğunu söyleyen bir kurum var adını vermiyorum çünkü etik olarak yanlış olur. Gerçekten de “Avrupa‟dakilerin rahatı yerinde diyenlere duyurulur!” ifadesinde yer alan Avrupa‟daki ayrıcalıklı batılı işçilerin rahatlarının bozulmasının nedeni kapitalizme yani kapitalistlerle onlarca yıldır yaptıkları uzlaşma kapitalistler tarafından bozulmuş ve kapitalistler Batılı işçi sınıfına verdiği ayrıcalıkların bir kısmını almıştır yani hepsini daha geri almadı eğer batılı işçilerin bütün ayrıcalıkları geri alınsaydı bugün bu yazıda batılı işçilerin ayrıcalıklı olmadığın yazılırdı maalesef bugün bile batılı işçileri ayrıcalıklıdır. Batılı yani Avrupa Birliğinin emperyalist ülkelerinde yaşayan ayrıcalıklı işçilerin yaşamları Afrika‟daki işçilerin yaşamları ile karşılaşıldığında Dünya işçi sınıfının nasıl bölündüğünü ve bu bölünmüşlüğün devam etmesini Avrupa Birliği ülkelerindeki işçilerin istediği ortaya çıkmaktadır. Avrupa Birliği ülkeleri ndeki ayrıcalıklı beyaz işçilerin yaşam ortalaması 80-90‟dır. Afrika, Asya‟daki işçilerin yaşam ortalaması 35-40‟dır. Avrupa birliği ülkelerindeki işçiler aşırı tüketim yapıp „tüketim hastalığı‟ yaşarken, Afrika‟lı çocuklar açlıktan ölmemek için hareket etmiyorlar. Bu düzenin devamlılığını sağlayan kapitalizmdir. Eğer kapitalizmi yok etmek istiyorsak, kapitalizmin 162
yarattığı bütün kurumları, değerleri, yapıları yıkmamız gerekmektedir. Bu esnada Avrupa Birliği yani batılı işçilerin ayrıcalıklı olduğunu teşhir etmeliyiz ayrıca dünyadaki işçilerin serbest dolaşımı propaganda yapmalıyız ki, kapitalizmin oluşturduğu 400 yıllık yapının ayaklarından biri yok olsun.
Kapitalizme Rağmen Okullarda, Üniversitelerde Özerklik İstemi Üzerine Kapitalizme rağmen başka bir dünya mümkün diyenlerin açıklaması yapılmadığı halde okullarda özerklik talebinde ve mücadelesinde bulunan devrimci gençlerin bu fikirleri üzerine tartışma yapılacaktır. Yaşamın değişmesine istekli olmak ile bu yaşamın nasıl ve hangi ilkelerde ve fikirlerle değişeceği de önemlidir. Bir kilo kirazı sol elinizde sattığınız ile sağ eliniz ile sattığınız arasında ki fark, kullandığınız eldir; bu sermayenin dışarı demekle sermayeyi dışarıya değil, varlığını sahiplenmekle alakalıdır. Belki biraz karışık açıklama oldu ama yaptığım alıntıları anlamaya çalışmamdan kaynaklanmaktadır. “Sermaye dışarı” diyor, maaşları devletin ödemesini istiyor bir de özerklik okullar, üniversiteler istiyor bunların hepsi örgütlenmenin fikirleridir, gündelik hayatı değiştirecek ve sosyalist fikirleri yaygınlaştıracak hiçbir şey yok ortada. Gündelik hayat ile örgütlenme arasında bir paralellik yok hatta örgütlenme bile kapitalist sistemi tamir etmekten öteye gitmiyor. Çünkü kendisini okulun komitesi, yürütme komi s163
yonu dese de okulun duvarlarının dışına çıkarmıyor ve çıkamayacakta. Okullarda, üniversitelerde özerklik istemi, kapitalist bir tarl ada ekilen bir domatesin mavi olması gibi bir şey; domates mavi renkte olmayabilir fakat olduğunu düşünelim. “Mavi domates”i yetiştiren kapitalist düzen, sulayan kapitalist düzen, satan kapitalist düzen sadece rengi mavi, renginin mavi olması güzelde, bu rengin mavi olması onu nitelikli kılmıyor ki. “Hepimizin aklında bir sorun; okul müdürlerinin işlevi nedir? Ne işe yararlar? Bir öğrenciler okula kedi imkânlarımızla gidiyoruz ve eve aynı şekilde dönüyoruz. Servisle gidip gelenl erimiz için de aynısı geçerli. Servis şoförlerini sabah erkenden müdür mü arayıp uyandırıyor? Güzergâhı bizim için o mu belirliyor? Yoksa yakıt parasını cebinden mi ödüyor? Öğretmenler derslere giriyorlar, idari işler muhasebe ve sekreterlik bölümünün sorumluluğunda, kol emeği gerektiren işler okul işçilerinin omuzlarında. Herkesin özelinde olan işler ve sorumluluklar, bahsi geçen kimselerin inisiyatifinde, pekiyi müdürler ne yapıyor? Hiç? Özür dileriz, resmi törenlerde ve Cuma günlerinde konuşma yapıyorlar… Tıpkı fabrika patronları gibi, okul patronları da tarihsel miadlarını da çoktan doldurmuşlardır! Politik miladlarını doldurup doldurmayacakları ise bize bağlıdır! Bir diyoruz ki okullar bizler, komitelerimiz aracılığıyla yönetelim! Kendi kendi164
mizi yönetelim! “Okul komiteleri”mizi kuralım ve bu komiteler öğrencilerden, öğretmenlerden ve okul işçilerinden oluşun! Müfredat belirlemede ve eğitim kurumlarında işçi-öğrenci denetimi! Okul işçilerinin maaşını devlet versin. [ Enternasyonalist Öğrenci, sayı 5, eylül 2012] Müdürün niteliğini ve disiplinini çok güzel ifade etmişler ki müdürün başka bir şey yapmasını bekleyemeyiz. Kapitalizmin yasaları varsa bu yasaları disipline eden insanlarda vardır ve bu yasaların uyacağı kişilerde. Kapitalist sistemin Bologna deklarasyonunda karşı olacak bir duruş sergilerken, anti-devrimci bir duruştur. Kapitalizmin fabrikalarda çalışan işçilerden aldığı vergilerle öğretmenlerin maaşını karşılamasına hiç ses çıkarmıyorlar. Yani kapitalistin cebini aslında işçilerin sömürgesi ve emeğini satmasıyla ol uşan bir ceptir. İşçilerin sömürüsüyle ücretsiz eğitim isteyip, Bologna deklarasyonuna karşı geleceksin nasıl olacak. Bologna deklarasyonunda üniversiteler ile sanayi daha da bütünleştirilecektir yani eskinden üniversiteler sanayi için nitelikli işçi yetiştirmiyor muydu? İnsanları öldüren topları üniversite okumuş nitelikli işçiler üretmedi mi, tasarlamadı mı? Üniversite öğrencilerinin yarısı sanayi ve silah sektörüne diğer yarısı ise diğer bütün sektörlerin, işletmelerin ihtiyaçlarına göre eğitim veriyor. Kapitalizm var olacak, devlet var olacak eğitimde müdür, Bologna deklarasyonu, sınavlar olmayacak peki özerlik iste-
165
mek ile enternasyonalist düşünce arasında ne gibi yakınlık var? Hiçbir yakınlık yoktur. Uzakta bir çizgi bile olamazlar. Paralel daha geçemezler. Enternasyonalist düşünce yeryüzünde bütün ayrıcalıkları ortadan kaldırmaya dönük ve ayrımcılığa karşı gelen bir düşünce ve eylem kılavuzudur. “Biz bütün okulların parasız, bilimsel ve anadilde eğitim vermesini talep ediyoruz. Bu, bütün okulların devletleştirilmesini istediğimiz anlamına gelmez. Birbirimizi kandırmaya lüzum yok, hangi devlet okulu gerçekten ücretsiz? Şahsen biz hiç kırtasiye, kitap ve sınav parasını veren bir devlet okulu görmedik. Ya siz? Olayın bir diğer boyutu ise, mevcut sınıflar arası güç dengesi uyarınca, bütün okulların devletleştirilmesinin ne demek olduğudur? Bu, eğitimin devlet tarafından tekeline alınacağı anlamına gelir. Pekiyi, o zaman bu eğitimin içeriği ne olacak? Devlet propagandası! Bizim istediğimiz, eğitim kurumlarına ne sermaye ve para babalarının, ne de burjuva devletinin sahip olmamasıdır. Sermaye ve devlet, dışarı! Bizim talebimiz, eğitim gördüğümüz kurumların, kuracağımız Okul Komitelerinin programı aracılığıyla dönüştürülmeleridir. Bu komiteler öğrencilerden, öğretmenlerden ve okul işçileri nden oluşmaktadır. Sermayenin ve devletin bu komitelerde yeri yoktur!
166
1)okul komiteleri, bağımsız olarak çalışıp kendi inisiyatifini yaratan, gerek devlet merkezince, gerekse belediyelerce özerklik tanınmış, öğrencilerden, öğretmenlerden ve okul işçilerinden oluşmuş yapılanmalardır “[ Enternasyonalist Öğrenci, sayı 5, eylül 2012] Bu meseleyi otomobilin kapitalist düzendeki 110 yıla yakın tarihinde nasıl ölüm makinesi olmuşsa, bu otomobilin “benzinini” bitkilerden karşılayarak ölüm makine olma niteliğini kaybetmez çünkü bu sefer bitkilerin üretildiği toplumlardaki insanlar, köylüler, işçiler bitkilerini, meyvelerini yiyemeyecek konuma gelecekler /geldiler. Diğer yandan da kazalarda ölen insanların sayısında artışın devam edeceğini göstermekte. Kapitalizme rağmen, okullar kalacak yerinde. Okul duvarları, okul binaları, okul disiplini her şeyi, kültürü ve geleneğiyle. Okul, diploma, nitelikli işçi birbirinin tamamı ve birbirini oluşturan unsurlardır. Okulun devletin kontrolünde olmadığını varsaysak bile, okuldaki nitelikli işçi resmi tarih, resmi ideol oji, ırkçılık, şovenizm, militarizm öğrenmese bile hatta dipl omayı ayrıcalık olarak kullanmasa bile, düzenin yasaları yerli yerinde ise içinden bir şeyi değiştirip yani A harfini sola biraz daha eğik olması ile A harfi yine A harfidir. Kısacası kapitalizme rağmen paralı ve parasız eğitim mümkün değildir. Özerklik ile öğrencilerin kendilerine güveni veya sınıf bilinci oluşacak mı derseniz. Bunun oluştuğu ülkelerdeki örnekleri yazmalısınız. Ayrıca üniversitenin ayrıcalık değil de ayrıcalıksızlık olduğunu ve böyle bir yapıya dönüşmek istediğini ifade ettiğinizde, yanınızda bir tane üniversiteli, liseli, öğretmen 167
bulamayacaksınız. Onların kapitalist düzendeki statükosu budur. Ayrıcalık elde etme rekabetidir. Ücretsiz, özerk bir eğitim alan öğrencinin fikirlerini kolektif fikirlerle bir anlayış, gelenek olmayacak; o üniversite gençleri yine Taksim Gecelerine gideceklerdir? Burada bir komedi yazılmadı veya yazılmıyor. Traji komedi yazılıyor, devrimci gençlerin ne halde olduğunu gösteriyor. Bırakın artık Batılı üniversite öğrencileri gibi ayrıcalıklı fikirlerini eğer böyle olmak istiyorsanız. Güney Afrika‟daki maden direnişinde 34 siyahi işçiyi katleden Beyaz Adamın (Kapitalizmin) resimlerini korsunuz fanzinlerinize, dergilerinize. Ellerindeki sopalarla direnen siyahi işçilerin değil.
Kızıl Bayrak’ın “Emperyalist Savaşın Faturasını Reddedelim” Anti-Komünistliği Üzerine Harun Yahya sitesinde Lenin‟in yazılarını okuyanlar bile Komünist olabilirken, Kızıl Bayrak‟ın bu duruşu ile de antikomünist oluyor yaşam böyle bir şey, materyalist. “Bugün işçi sınıfı ve emekçiler, sermaye devletinin kestiği savaş faturasını ödemeyi reddederek, emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı mücadeleyi büyütmediği sürece fatura her geçen gün daha da ağırlaşacaktır. Bir taraftan kardeş halkl arın acıları büyürken öte taraftan Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerinin boyunlarındaki kölelik zincirleri daha da kalınl aşacaktır. 168
Dolayısıyla önümüzdeki günlerde işçi sınıfı ve emekçiler kapitalist krizin ve emperyalist savaşın faturasını ödemeyi reddederek emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı “işçilerin birliği halkların kardeşliği” çizgisinde mücadeleyi büyütmelidirler.” [Şubat, 2013 Kızıl Bayrak sitesi] Fatura ödeme olayı, kapitalist sistemde ezilenler öder, bunun hipotezi böyle. Emekçi emeğini satar ya da iş yeri açar bu iş yerinde günde 15 saatten fazla kalarak geçimin sağlar. Bu iki durumda da emekçiler ve esnaflar vergileri devlete öder. Kapitalist düzende faturayı kapitalistlere ödetmek mümkün değildir. Bu politik bir duruştur. Başka bir politik duruş örneği, internet faturalarını ödemeyin deyin ve milyonlarca emekçi 1 ay internet faturalarını ödemesin böyle bir şey olduğunda internet kullanımı ortadan kalkar, bu kapitalist düzen için bir sorun yaratmaz. Bu internet faturalarını farklı vergilerle alır. Yani fatura almanın bir yolunu bulur, o kadar üniversite okumuş memur ne güne duruyor, onların bilgileri ve yetenekleri ile bu sorun çözülür. Harun Yahya sitesinde anti-komünist propaganda yaptığını sansa da, komünist propaganda yapmaktadır. Devrimcilerin yazılarından alıntılar, devrimcilerin ve devrimci olmak isteyenlerin ufkunu zorlayacaktır. Kızıl Bayrak‟ta komünist olduğunu söyleyip, sistem tamirciliği yaparak anti-komünist konuma düşmektedir. 169
Yaşam Diyalektik Materyalisttir. Yürüyüş Dergisi’nin Angelina Jolie’a Yönelik Aşağılayıcı Ve Egemen Dille İfade Ettiği “Emperyalizmin Fahişesi” Üzerine Angelina Jolie ne kadar kapitalist düzenin yaşamına ve gündelik diline, geleneğine, yaşamına göre hareket ediyorsa, komünistler de egemenlerin, kapitalistlerin dili, gündelik yaşamı, geleneği, ahlakı, kültürü, siyaseti ile hareket edemez. Burada bireysel olarak Angelina Jolie ile komünist aynı ve bir değildir. Eğer böyle değilse neden ikisi de aynı dili konuşuyor. Kapitalizm daha sınıflı toplumların tarihi boyunca sınıf egemenliği ile şekillenmiş dilin egemen yapısı, toplumların sınıflı yapısında niteliksel olarak kökten bir değişim yaşanmadıkça bu egemen içeriği, ezilenler ve sömürülenler üzerindeki baskıcı, uyuşturucu ve zehirleyici özelliğini koruyacaktır. Komünistler ve komünist kurumları kullandıkları dil de nelere dikkat etmesi gerektiğini iki kez veya daha fazla düşünerek ve eleştirel bir şekilde yazıya dökmelidir. Bunları yaparken, insanları aşağılamayan, şiddete, linçe yöneltmeyen bir dil seçmelidir. "yakın zamana kadar su ve temel gıda maddeleri kendil erine yeterince verilmediği için kampta yaşaya Suriyeliler gösteri yaptı. Kadınlara, genç kızlara tecavüz edildi. Bunun gibi daha pek çok olay yaşanırken Angelina Jolie'nin bunlardan bahsetmeyip, kampın ne kadar güzel, konforlu olduğunu söyl e-
170
mesi yalandan, göz boyamadan başka bir şey değildir." (yürüyüş dergisi, Eylül 2012) "AKP'nin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin; sözde muhafazakâr. "BM mülteciler yüksek komiserliği özel temsilcisi" sıfatı yla mülteci kamplarını görmeye gelen emperyalizmin fahişesi Angelina Jolie ile görüşüyor." (yürüyüş dergisi, Eylül 2012) Angelina Jolie, Birleşmiş Milletler adına oraya gidiyor ve Bi rleşmiş Milletlerin kimin ve ne şekilde çalıştığını bilmemesi diye bir şey yoktur. Bildiği için bunu yapıyor veya yapmıyor. Neden mülteci kamplarını dolaştı yaşadığı villa varken. Neden ezilenlerin acısını paylaşmış fotoğrafları çektirdi çünkü komünistler enternasyonal bir sınıf bilincini oluşturamadıkları için, ezilenler kendilerinin evlerini başına yıkan emperyalistlerle, kapitalistlerle kucaklaşması doğaldır. Burada öfkelenecek bir şey varsa o da öfkenin bir bireye, kadına yöneltilip linçe dönüşmemesidir. Yaşadığımız coğrafyanın katil devletin varlığını var ederken, milyonlarca çoğunluğu yok etti, sürdü ve linç etti. Bu nedenle bir bireye, bir gruba veya fikirleri olan insanlara yönelik ifade de bulunurken linç kültürünü, linç dilini kullanmamalı buna dikkat edilmelidir. Angelina Jolie kadındır, bu kadını erkek egemen dille eleştiri, teşhir yapılamaz. Erkek egemen dil, aşağılayıcı, küfürbaz bir dildir. Küfürü üreten erkeklerdir bu küfürleri kadınların da söylemesi bunun kadınların küfürü başlattığı anlamına gelmez. Komünist kurum kadını aşağılayan, küfür eden bir dil kullanmamalı bunu yaparken de komünist kavramını kendi 171
adından ve mücadelesinden çıkarmalıdır. Komünistler kapitalist toplumda kendilerini soyutlayarak yaşayamaz mutlaka bir şekilde bu erkek egemen dili öğrendi/öğreniyordu. Erkek egemen dili, geleneğini öğretildi diye yaşamı boyunca bunu uygulayacağı anlamına gelmez çünkü komünist. “Emperyalizmin fahişesi” derken egemenlerin dilini güçlendirmiş oluyorlar, egemenlerin kültürünü yeniden yapılandı rmış ve tamir etmiş oluyorlar. Fahişe derken yeryüzünde milyonlarca kadının da yaşamak için bedenini kullanmasına ifade edilen bir durumdur. Fahişe kavramını üreten egemenlerdir, egemen erkeklerdir. Kadınlara fahişe, cadı, kız, bayan gibi kavramlar aşağılayıcı kavramlardır; komünist kurumlar bu kavramları kullanmamalı ve işçilere de bu kavramların neye yol açtığını söylemelidir. “Yeni dil” tasarlanırken ve gündelik yaşama uygulanırken, kadınları, eşcinselleri aşağılayan kavramları, kelimeleri kullanmadıkça, kadınların ve eşcinsellerin sizlere bakışları, di nlemeleri değişecektir. Bu dinleme sizler (komünistler) aranı zdaki yabancılaşmayı kaldırmaya ve yıkmaya başlayacaktır. Bu makalede Yürüyüş Dergisini teşhir etmek vardır, kullandığı egemen dile yönelik bir eleştiridir. Yürüyüş Dergisi emperyalizmi teşhir etmeye çalıştığı yazı da kendisi eleştiriye uğramaktadır. Emperyalizmi anlatmak için “aşamacı devrim” anlayışından kurtulup “sürekli devrim” anlayışı ile hareket ederek bu anlatılabilir. Emperyalizm kapitalizmin “taşeronudur” beyin kapitalizmdir.
172
Bunlar olurken, komünist kurum adındaki kurumun ne işe yaradığını sormak gerekir. Kurum birlikte dil, davranış, eylem ve bir yaşam ifade etmektedir. Bu yaşamın nasıl kurgulandığını, tasarlandığını Horlananlar Birliğinden günümüze kadar devam etmektedir. Komünist kurum, kendisini ifade edecek ve kapitalist toplumda yaşayan ezilenlerin zehirlenmiş dilini, kültürünü ortadan kaldırmak için hareket etmek için vardır. Komünist kurumlar varlığı daha başından itibaren kapitalizmin üretim ve mülkiyet ilişkileriyle şekillenmiş olan siyasal, kültürel, ahlaki değerlerinin, toplumsal geleneklerinin, gündelik yaşam alışkanlıklarının ve sınıf aidiyetlerinin reddini olmazsa olmazı olarak kabul eden siyasal bir perspektife dayanmak, eylemin ve mücadelesini bu anlayışla yerine getirmelidir. Sürekli Devrim Hareketi'nin, Pınar Selek'in Mahkeme Kararına 'Yargı Rezaleti' Demesi Üzerine Pınar Selek'i mahkemenin ağırlaştırılmış müebbet cezası vermesi üzerine bir yazı değil, sosyalistlerin Pınar Selek'in mahkeme kararına bakış açıları üzerine yazılan bir yazıdır. Bu yazı Pınar Selek'e yönelik kişisel eleştiri değil, Sosyalistl erin burjuva düşünce özgürlüğü üzerinden Sosyalist düşünce özgürlüğünü yorumlamasıdır. "Bugün de yine bir yargı rezaletine tanıklık ettik. Bir başka siyasi davada yargı bir başka muhalifin darağacını kurdu. Pınar Selek‟in yılan hikâyesine dönen davasının son kararı açıklandı: ağırlaştırılmış müebbet!" [Sürekli Devrim Hareketi, 173
Mahkemeleriniz Yıkılsın, Adaletiniz Batsın! Yazısından alıntıdır. 24 Ocak 2013] Bolşevik olan Sürekli Devrim Hareketi de "sosyologlara" ve "aydınlara" ceza karşısında ayrıcalık tanımak için kolları sıvamış durumdadırlar. Sürekli Devrim Hareketinin başlığı devrimcidir; "Mahkemel eriniz Yıkılsın, Adaletiniz Batsın" fakat yazının içeriğine okuduğumuzda bu başlıkla çeliştiği ortadadır. Çelişkisi bir yandan „mahkemeler yıkılsın‟ derken diğer yandan mahkemenin verdiği karara 'yargı rezaleti' diyebiliyor. İkinci çelişki 'adaletiniz batsın' derken, burjuvanın düşünce özgürlüğünden bahsetmekte ve devrimci bir tanımdır. Yazının içeriğinde ise bu 'ağırlaştırılmış müebbet' diyebiliyor. Bu derken 'adaletiniz batsın'ı meşrulaştırıyor. Yani burjuva hukukunu ve düşünce özgürlüğü ile kendi sosyalist düşünce özgürl üğünün aynı yerden bakmasıdır. Birinci açmaz şudur: Zaten toplumun çoğunluğu karşısında ayrıcalıklı olan gazeteciler, yazarlar ve sanatçılar, bu kez de ceza yasaları karşısında ayrıcalıklı kılınmak istenmektedir. İkinci açmaz ise şudur: Sosyalistlerin düşünce özgürlüğü tanımı ile burjuvazinin düşünce özgürlüğü tanımı aynı yerde buluşmaktadır. Sosyalistlerin nazarında her şeyden önce suçun tanımı farklı olmak durumundadır. Eğer ortada bir suç var ise, bu, kapitalizmin bizatihi kendi varlığıdır. Dolayısıyla da ona ve onun 174
yasalarına karşı yapılan her şey meşrudur. Bu bakımdan ona karşı yazı yazmakta meşrudur. Sosyalistler, suç ve ceza meselesine bu şekilde bakmadıkları sürece, niyetleri ne olursa olsun, isteseler de istemeseler de kaş yaparken göz çıkarmaktan kaçınamayacaklardır. Düşünce özgürlüğü kapsamında bir kısım insanları savunalım derken, diğerlerinin tutuklanmasını ve mahkûm edilmesini üstü örtülü de olsa meşru kabul etmiş, kapitalist devletin suç ve ceza hukukunu onaylamış olacaklardır. TKP’nin Patriot Nöbeti: Komünist Parti Olmadığının İspatı Üzerine TKP‟nin Patriot Nöbetindeki çizgisi ve duruşu, “Bütün Ülkel erin İşçileri, Birleşin!” enternasyonalist sloganına karşı bir duruşu da ifade etmektedir. "Amerikan Uşağı Satılmış Tayyip", "Bu memleket bizim, Kahrolsun Emperyalizm", "Katil ABD, Ülkemizden Defol", "Savaşa Geçit Vermeyeceğiz" Türkiye Komünist Partisi (TKP) ne kapitalizmi, ne „ulus‟ projesini, ne de Devletin ne olduğunu doğru anlayabilmiştir. Kapitalizmi anlasaydı “Amerikan Uşağı Satılmış Tayyip” sloganı atmazdı. Tayyip egemenlerden olsa da bu slogan ırkçı, aşağılayıcı ve küfürbaz bir slogandır. „Ulus‟un egemenlerin sınıfının aracı olduğunu anlasaydı “Bu memleket bizim, Kahrolsun Emperyalizm” slogan birleştirilmesi ve bu sloganı söylemezdi. 175
Türkiye Devletini anlasaydı, “Katil ABD, Ülkemizden Defol” sloganı da olmazdı. Eğer ABD bir kapitalist devlet ise, Katildir; aynı şekilde Türkiye Devleti‟de Devlet ise Katildir. Burada Türkiye Devletinin öldürdüğü milyonlarca ezilenin, Öldürenini meşrulaştırmış olmaktadır. “Savaşa Geçit Vermeyeceğiz” sloganı da ne Enternasyonalist ne de Komünist bir slogandır. Hangi savaş, bu savaş yeni mi başladı? Ezen- Ezilen diyalektiğini anlayamamışsınız. Bu diyalektiği anlamadan ne Devleti, Ne Kapitalizmi ne de „Ulus‟ projelerini anlayabilirsiniz. Burada anlamak derken, bilmediğiniz anlamında değil, Komünist olmadığınız için anlamadığınızı söyl üyorum. Türkiye Komünist Partisi, Komünist Bir Parti Değildir. TKP‟lilerde Komünist Değildir. Yurtsever Cephe örneğiyle TKP‟nin başı çektiği bu coğrafyanın solunun burjuva ulusalcılığı ABD ve AB karşıtlığı üzerinden “antiemperyalizm” maskesinin ardına saklanılarak şekilleniyor. Bunu politik tutumlarını ve taleplerini ifade eden sloganlarıyla ete-kemiğe bürünen duruşlarında görmekteyiz. “IMF defol bu ülke bu halk satılık değil”, “ABD defol bu memleket bizim”, “Ne ABD ne AB bağımsız Türkiye” ve benzer sloganlarını kullanan sol çevrelerin, örgütsel ayrılıklarına ve aynı sloganları kullanırlarken ki aralarındaki nüans farklılıklarına rağmen hepsini aynı zeminde buluşturan ortak payda; 176
ideolojik olarak bu ulusalcı ve yurtsever temele sahip olmaları ve politik olarak bu temel üzerinden hareket etmeleridir. İ şte; siyasal ve sınıfsal kökleri itibariyle burjuva kavramlar olan ulus devlet, yurtseverlik-vatanseverlik, ulusal savunmaanayurdun savunulması, ulusal bağımsızlık gibi argümanların bu coğrafyanın solunun siyaset yöntemine ve diline pelesenk olması, onu burjuva siyasetin ve burjuva demokrasisinin ekseninde tutmakta, bu durum ise kapitalizme nefes aldıracak yeni refleksler kazanmasına hizmet sunmaktadır. Neresinden bakılırsa bakılsın ulusal alan, uluslararası karaktere sahip sermayenin hem en güçlü ve güvende olduğu alandır ve hem de karşıtı olan ve olabilecek olan güçleri içine hapsedip uyuşturan bir tuzaktır. Nasıl ki sınıflı toplumların ortaya çıkışından bu yana din, egemenlerin çıkarları için ezilenleri uyuşturan bir afyonsa, kapitalizmin egemenliği altında da yurtseverlik benzer bir işlev görür. Ezilen-sömürülenler arasında yurtseverlik bilincinin hâkim bilinç olarak örgütlenmesi kapitalistler lehine iki önemli sonuç yaratır. Birincisi; farklı uluslardan ezilen-sömürülenlerin çıkarlarını birbirinden ayrıştırır. Böylece her ulusun kendi çıkarlarını diğerinin üstünde görmesine, gerektiğinde zorla elde edilmesine, dolayısıyla da birbirlerine düşmanlaşmasına yol açar. İkincisi; ulus devletlerin sınırları içine hapsedilmiş, kapitalizmin yarattığı mağduriyet ve yoksulluk altında yaşayan ve birbirlerine karşı yabancılaştırılarak düşmanlaştırılan farklı uluslardan ezilen-sömürülenlerin birbirlerine karşı ortak duyarlılık ve sorumluluk hissetmeleri ve kader birliği yapabilmeleri olanaklı olmaz. 177
Bu durumda; ezilen-sömürülenler arasında ortak düşman burjuvaziye karşı onları birleştirecek sınıf bilincinin ortaya çıkması ve kapitalizmi yıkmayı hedefleyecek enternasyonalist karakterde bir mücadelenin örgütlenebilmesi de olanaklı olmaz. Kapitalizmin egemenliği altında ulusal bilinçle uyuşturulmuş ve bilinçleri zehirlenmiş olan farklı ülkelerin ezilensömürülenleri, ancak kendileri için sınıf olma bilinciyle zehi rlenmiş “bilinçlerinden” kurtulabilir, kendi sınıf çıkarları için birleşerek kader birliği yapabilir ve ortak düşman olan burjuvazinin emperyalist-kapitalist düzenine karşı dövüşebilirler.
178
179
180
181
“Gerçek olan her zaman somuttur” Lenin Diyalektik bir bilgi teorisi, bir bilgi aletidir. Bu teorideki pratikle bağlantılıdır. Pratikteki analizler ve değerlendirmeler, teorinin içerisindeki konuları değiştirme durumlarını oluşturur. Teori-pratikte çöküş durumları da yaşanabilir. Bu durumlar kolektif yeniden düşünülerek ve eleştiri, özeleştiri kültürünün geleneğiyle, somut ve gerçekçi bilgilerin tartışılmasıyla ol unur. Yani Çöküş sağlanmalı ve bu Çöküş‟ün yerine eleştirilen ve tartışılanların konmasıdır. Kollektif Çöküş‟ün nedeni teorinin ve teorilerin bütünselliği ile alakalı yoksa içerisindeki konularla mı alakalı olduğu çözümlenmeli. Kollektif Çöküş aslında bizlere, kopyalamaların geçen zamanda değiştiğini anlamını yitirdiğini göstermektedir. Bu durumda kopyalama yöntemlerle değil, canlı ve heyecanla Kollektif Çöküş‟ün çelişkisinin oluşturulması gerekmektedir. Kollektif Çöküş‟ün temelinde çelişki, hareket, hayat ve varlık vardır.
182