Sanat ve Arkeoloji Dergisi 4.SAYI ŞUBAT-MART-NİSAN

Page 1

SAYI: 4 ŞUBAT-MART-NİSAN

BİZANSTA GÜNLÜK YAŞAM ANTİOCHİA AD TAURUM VE GERMENİCİA’NIN LOKALİZASYONU ÜZERİNE DEĞERLENDİRME

ANTİK MISIR HAKKINDA BİLİNMEYENLER

Sümerli Şair Yazar LUDİNGİRRA


Sümerli öğretmen, şair, yazar Ludingirra... Günümüze ulaşabilmiş tabletleriyle dünün, bugünden çokta farklı olmadığını bizlere gösteriyor. İşte zamana meydan okuyan o tabletlerde yazanlar. “Ben bir Sümerli öğretmen, şair ve yazarım. Yaşım yetmişbeşi bulduğundan öğretmenliği bıraktım çoktan. Fakat şairlik ve yazarlığım ölünceye kadar sürecek herhalde. Bu yaşam öykümü daha çok gelecek kuşaklar için yazmaya başladım. Bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız, sanatımız unutuluyor artık. Bu güzel ve uygar ülkemize her taraftan göz diktiler.” “Topraklarımıza ilkel geldiler, sayemizde uygar olmaya başladılar. Ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dinden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldızdan haberler vardı. Hepsini bizden öğrendiler. Sonra da “biz yaptık, biz bulduk” diye övünmeye başladılar. Hep korkuyorum, birgün gelecek adımız da, uygarlığımız da unutulacak. Biz ne yaptık, ne başardıysak hepsini onlar üstlenecekler. Bu durum beni yıllardan beri üzüyordu. Ben küçük bir adamım, bunu önlemek elimden gelmez diye yakınıyordum. Bir gün birdenbire aklıma geldi. Ben bir yazar olduğuma göre ulusumuzun bulduklarını, başardıklarını, geçmişimizi, geleneklerimizi, ne kadar uygar olduğumuzu, gerek Sümerliliklerini unutmaya başlayan gençlerimize, gerek daha sonra gelecek kuşaklara neden yazılarımla bildirmeyeyim dedim ve yaşamöykümü yazmaya karar verdim. Böylece her tarafa, herkese, her çağa ulaşacağımı umut ediyorum…”


“Bana gülmezseniz başımdan geçen bir olayı anlatayım size. Ben parkta bir kıza aşık olmuştum, hem de sırılsıklam aşık! Bizim şehrin güneydoğusunda şehir duvarlarına yakın çok büyük, içini ulu ağaçların gölgelendirdiği bir parkımız var. Adı Şaurugişsar, anlamı kentin ortasındaki bahçedir. Bir gün her nasılsa, konuşmayı başarmıştım; başarmıştım ama iş işten geçmişti. Bana nişanlandığını, yakında evleneceğini söyleyivermesin mi; birden beynimden vurulmuşa döndüm. Ne diyeceğimi bilemedim, sanki dilim tutulmuştu. Büyük bir hayal kırıklığıyla yanından ayrıldım. Aslında ben evlenmeyi hiç aklıma getirmemiştim. Hem daha yaşım küçük, hem de okulum vardı. Babam da okuldaki bütün bilgileri öğrenmeden ayrılmama hiç izin vermezdi. Eve büyük bir üzüntü içinde geldim ve hemen onun için yazdığım o güzel şiirlerimi kırıp kırıp toz haline getirdim ve tozlarını da savurdum bahçeye. Hep üzülürüm, o ilk şiirlerimi öyle aptalca kırıp yok ettiğime. İnsanın aynı duygu içinde şiirler yazmasına olanak yok veya ben yapamadım. Üzüntüm o kadar çoktu ki, günlerce parka gidemedim.” “Annemi tanımanızı çok isterdim. O her yönü ile üstün bir kadındı. Koca evin içinde hep bir gölge gibi dolaşır, evin yönetiminin düzenli gidip gitmediğini gözetler dururdu. Köleler, çocuklar veya başkaları arasında ufak bir sürtüşme olsa annem onu nasıl duyardı, nasıl anlardı bilinmez; hemen onların yanında belirir ve orada olan anlaşmazlığı derhal iyi bir sonuca bağlardı. Yaşım büyüdükçe annemi o kadar güzel bulmaya başlamıştım ki… Hiçbir yerde ondan güzeli yok gibi gelirdi bana. Fi-

dan gibi bir boyu, fildişine benzeyen bir rengi, upuzun siyah saçları vardı. Onları bazen omuzlarına düşürür, bazen de bir bağ ile tepesine toplardı. Uzun kirpik kocaman siyah gözlerine bakmaya dayanamazdım. Adının Şatiştar olmasından, zaman zaman bir Akadlı zannederlerdi. Halbuki o tam bir Sümerli idi. Öğretmen olduğum sıralarda başkentimiz İsiıı’e gitmiştim. Amacım oradaki okulları, sarayı görmek, öğretmenlerle tanışmaktı. Orada kaldığım sürece hep annem aklımda idi. Nedense onu bir daha görmeyeceğim gibi gelmişti. O sıralarda bende şiir yazma merakı artmıştı. Kendi kendime, “Anneme olan sevgimi, özlemimi bir şiir halinde açıklayarak, bu işlerimin kalıcı olmasını sağlamalıyım” dedim ve gezmeden kalan zamanımdan yararlanarak, annemi her yönü ile tanıtan tam 53 satırlık mektup şeklinde bir şiir yazdım.” “Evimizde çeşitli eşyalar bulunur. Sundurmada yemek masamızla arkası yüksek, çapraz bacaklı sandalyeler ilk göze çarpan eşyalardır. Odalarda oturmak için minderlikler duvarların etrafına yerleştirilmiştir. Yünle veya saman ve otla doldurulmuş yataklarla yerde veya tahtadan yapılmış karyolada yatarız. Ben, çok sevdiğim yatağımı yıllarca önce evleneceğim zaman marangoza yaptırmıştım. Dört ayak üstüne, içine ipler geçirilmiş tahta bir çerçeve oturtulmuş ve onun üzerinde de yatağım bulunuyor. Ayrıca çiçek ve kuş resimleriyle süslü tahtadan bir baş kısmı var. Bu yatakta sevgili karımla geçirdiğim aşk ve sevgi dolu gecelerin hatırasına sarılarak uyumak zorundayım, ne yazık!”


Konstantinopolis’te Günlük Yaşam


Roma İstanbul’unda da tıpkı Osmanlı dönemindeki gibi sur dipleri, fakir ailelerin yaşadıkları yerlerdi. Bu bölgedeki evler bazı mahallelerde o kadar iç içe geçerdi ki, çıkıntılı çatılar yüzünden güneşin görünmediği anlatılır pek çok kaynakta. Ki İlber Ortaylı ve Haldun Hürel de Edirnekapı civarını bu şekilde anlatırlar. Binalar genelde çift katlı idi. Mese caddesine yani orta yola (bugünkü Divanyolu) yakın oturanlar ekseriyetle soylu kesimdi. Bunlar, iç bahçeleri olan müstakil hanelerdi.


Konstantinopolis’te Giyim ve Eğitim

Dönem kılık kıyafetleri, sosyo-ekonomik durumu da simgeliyordu. Mesela sandalet giymek, sadece özgür erkeklere mahsus bir ayrıcalıktı. Sıradan İstanbullular tunik giyerken, aristokratlar dalmatika adı verilen bir kıyafet giyiyorlardı. İstanbul’un imparatorluğun simgelerinden olan erguvan moru renkte elbiseleri yalnızca üst düzey senato üyeleri ve bürokratlar giyebilirlerdi. Mor pelerini ise yalnızca imparator takabilirdi. Sınırları zorlayanların vatana ihanetle suçlanması işten bile değildi.

Antik Roma’nın aksine İstanbul sokaklarında; hizmetçiler, çiftçiler, keşişler ve yoksullar görmek, tüccarları ve şehirlilleri görmek kadar olağan idi. İstanbul’un eski Roma ile benzer olduğu nokta: Konstantinopolis halkı için de tıpkı antik Roma’da olduğu gibi köleler önemliydi. Köleler, İstanbullu Romalıların da yaşamlarının olağan bir parçasıydı fakat bir Hıristiyan şehri olarak kurulan İstanbul’da, paganizmden kalan bu tür adetler artık terk ediliyordu. Tıpkı gladyatör oyunları gibi…


Şehrin eğlence unsuru olarak meşhur Hipodrom inşa edilmişti. At yolu anlamına gelen bu mekanda artık gladyatör oyunları düzenlenmiyor, at arabası yarışları yapılıyordu. Halkı eğlendirmek için oyunlar yeri geliyor 2 ay bile sürüyordu. Tabii bu süre boyunca Romalı İstanbullular için resmi tatil oluyordu… Tabi sadece çalışanlar için değil, eğitim hayatı devam edenler için de tatil oluyordu. Aslında dönemin İstanbul’unda eğitim ailede başlardı. Konstantinopolis’te çocuklar ortalama 5 yaşında okuma öğreniyorlardı. Sonraki yıllarda bir gramer öğretmeni gelir ve hem Grekçe hem Latince öğretirdi. Eğer durumları müsaitse ve çocuklar isterlerse, 14 – 15 yaşlarında okula giderlerdi. Okullarda müzik, tıp, felsefe ve tarih öğretilirdi.



Devlet ve Halk İlişkisi! İstanbul’da yaşayan Romalılar için Hıristiyanlık en önemli inanç unsuru olsa da, atalarından miras kalan pagan gelenekleri, günlük yaşamlarını etkilemeyi sürdürüyordu. Tabii geleneksel kalıplar da… Bunlardan en önemlisi “devlet” idi. Platon’un dahi çocukları ailelerinden ziyade devlete ait gördüğü bir düşünce sisteminin devamı olan Roma İmparatorluğu’nda devlet, en baskın otoriteydi. Bu devletin bir vatandaşı olmak ise büyük ayrıcalıktı. Çünkü yaşam kalitesini doğrudan etkileyen bir unsurdu: Rahatlığı ve imtiyazı simgeliyordu. Üstelik fakir ya da zengin olmak da önemli değildi. Sınıf ayrımının çok keskin olduğu yıllarda bile alt tabaka yurttaş olmak, Romalılar için sorun değildi. Çünkü her ne kadar bir soylu ile yan yana oturamasa da, fakir bir yurttaş da tiyatro oyunu yahut araba yarışı izleyebilirdi!



Roma İstanbul’unda Ekonomi

retmenler, Bedevi kervanlarının taşıdığı fildişi süs eşyalar ve siyahi köleler, Hindistan’ın bahaRomalılara ait olduğu bilinen tek dünya hari- ratları tasının kapsamı, imparatorluğun sınırlarından Kaynaklar o kadar çoktu ki, İstanbul limanlaibaretti ve sadece yolları gösteriyordu. Grek rında neredeyse gemi bile kalmamıştı artık. düşüncesinin ötesine geçememiş ve impara- Konstantinopol donanması, Afrika’ya hububat torluk sınırlarının ötesini merak etmiyorlardı. taşıyan birkaç kadırgadan ibaretti. Aslında Konstantinopolisliler, dünyanın tek merkezi olarak İstanbul’u görüyorlardı. En iyi Tabi ekonomi yalnızca limanlardan yürümüyorfizikçilerinin kariyerleri, yol mühendisliğinden du. Fetihler ve tarımsal faaliyetler ekonominin can damarlarıydı. Bunun yanı sıra Eminönü liöteye de gidememişti zaten. manı ile Yenikapı limanı da ticaretin önemli Eski İstanbul’da günlük yaşamı belirleyen de dayanak noktalarıydı. Hukukun temeli ise İmyine Roma’nın sınırlarıydı. Bilhassa Akdeniz! parator Jüstinyen’den sonra, onun yayınladığı Akdeniz havzasında var olan hemen her şey İs- Moribus antiques statues Romana idi. tanbul’a akıyordu: Suriye’den gelen ipek, Girit’in balığı, Grek öğ-


Ayşenur PALA Kahramamaraş Sütçü İmam Üniversitesi Arkeolog

ANTİOCHİA AD TAURUM VE GERMENİCİA’NIN LOKALİZASYONU ÜZERİNE DEĞERLENDİRME


Günümüze kadar birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Kahramanmaraş kentinin Hellenistik ve Roma dönemi tarihi ve tarihi coğrafyası hakkında bilgilerimiz kısıtlıdır. Torosların Antiochia’sı anlamına gelen Antiochia Ad Taurum kentinin yapılan çalışmalarda tam olarak yeri tespit edilememiştir. Bunun yanı sıra Germenicia’nın lokalizasyonu hakkında bilgilerimiz sadece birkaç mozaikli yapıdan ibarettir. Büyük İskender’in doğu seferi sonrasında (M.Ö 281-162) birçok yeni Hellenistik kentle aynı isimde Antiochia kenti kurulmuştur. Toroslar’ın Antiochia’ sı anlamına gelen Antiochia ad Taurum kentinin de Kahramanmaraş ve dolaylarında kurulduğu pek çok antik kaynakta geçmektedir. Konumuz kapsamında Antiochia şehirlerinden biri olan Maraş’ı 1835’te Charles Texier incelemiş, Maraş’ın Antiochia Ad Taurum şehirlerinden biri olduğunu ve üzerine yeni bir şehir kurulduğunu söy-

lemiştir. Pek çok araştırmacı yeni kurulan kentin Germenicia olduğunu söylemektedir. Hellenistik dönemin sonlarına doğru Selefkoslar’ın hâkimiyeti son bulmuş ve Kahramanmaraş Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altına girmiştir. Daha sonra ise Kommagene Krallığı’nın hâkimiyetine girip ve dört büyük kentinden biri haline gelen Maraş, krallığın batı ucunda ve yolların kesiştiği noktada konumlandırılmıştır. Kommagene Kralı V.Antiochos, Roma İmparatorlarından biri olan Germanicus’a ithafen kentin ismini Germenicia olarak değiştirmiştir. Bizans döneminde de kent önemli bir piskoposluk merkezi olarak varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Son ortaya çıkarılan arkeolojik veriler ışığında kentin lokalizasyonuna yeni bakış açısıyla açıklama getirilmiştir.


Antik Mısır Hakkında Bilinmeyenler

Antik Mısır, 20. yy’ın başından beri, dünyada en çok konuşulan ve merak edilen uygarlık. Öyle ki, “Yine mi Mısır, sıkılmadınız mı?” diye soranlar, ama yine de merakına engel olamayıp göz ucuyla da olsa bakanlar kadar, “Vay, gene ne keşfedilmiş?” diyerek bu yazının üzerine atlayacak olanların iç seslerini duyar gibiyiz. Antik Mısır Medeniyeti ile ilgili neredeyse her şey merak ediliyor. Örneğin Nat Geo’nun bu uygarlıkla ilgili yapılan her yeni keşifle ilgili yayınları, takipçisi olunan bir film serisi kadar sabırsızlıkla bekleniyor. Ulaştıkları teknoloji, yaptıkları buluşlar, büyük piramitlerin yapımından yaklaşık 4500 yıl sonra yaşayan bizlere hala sihir gibi geliyor.


Medeniyetlerini üzerine kurdukları kültür ve ahlak anlayışları; dünyanın önemli bir kısmında hala ulaşılamayan ve belki de ulaşıldığını bizim ve bizden sonraki birkaç kuşağın göremeyeceği standartlar barındırıyor. Peki, niye bu kadar özeller? Neden Sümer ya da Babil gibi uygarlıkları değil de; özellikle onları bu derece merak ediyoruz? Neden sorusu, çocukların başvurduğu en basit sorudur. Sanırız ki bunun en önemli cevabı: Gizem… Bir diğer cevabı da ihtişam… Etrafı çölle çevrili korunaklı bir alanda, neredeyse dünyanın geri kalanından azade bir bölge olan Nil Deltası’nda, düşünmeyi, deney yapmayı, bilimi, sanatı, barışçıl bir ortamda insani yaşamı geliştirmek için müthiş bir olanağa sahiptiler ve bunu da yarattıkları toplumsal yapı ve sosyal yaşamlarıyla hiç de fena değerlendirmedikleri aşikar.


Tutankamon’un meşhur altın maskesinde betimlendiği üzere; firavunlar bir taç ya da “nemes” adı verilen bir başlık takarlardı ve saçlarının tek bir telinin görünmesine dahi izin vermezlerdi

Firavun Pepi II, sinekleri kendisinden uzak tutmak için, çevresinde vücudu balla sıvanmış bir kaç köle bulundururdu.

Antibiyotik kullanımı, 20. yy’da başlamadı. Erken halk hekimliği, küflü gıdalar ya da enfeksiyonlar için toprak kullanımı dahil antibiyotik kullanımının temeli Mısır’a dayanıyor Eski Mısır’daki tıp bilgisi zamanına göre bir hayli ileriydi. Homeros’un “Odysseia” adlı eserinde tüm sanatlar içinde Mısırlıların en hünerli oldukları alanın tıp olduğu özellikle vurgulanıyor. Nitekim Mısırlıların mumyalama becerileri, insan anatomisini iyi bildiklerini gösteriyor ve tercüme edilen bazı tıp papirüsleri Eski Mısır’daki hastalıkların teşhis ve tedavisi hakkında önemli bilgiler içeriyor. Örneğin Eski Mısır’da enfeksiyonlar, küflü ekmek ile tedavi edilirmiş.


Eski Mısırlılarda temizlik ve görünüm, büyük önem taşıyordu. Çoğunlukla hayvansal yağ ve kireçtaşı tozundan yapılan yumuşak sabunla yıkanıyorlardı. Erkekler temiz kalmak için bıyık ve keçi sakalı dışında tüm bedenlerini traş ediyordu. Her iki cins de kötü kokuları gidermek ve cildi yumuşatmak için kokulu merhem, parfüm ve yağ kullanıyorlardı. İşçilere yağ ve merhem, haftalık ücret gibi veriliyormuş. Ramses III zamanında yağ verilmediği için işçilerin şikayetleri kayda geçirilmiş. Bu derece önemli olmasının nedeni Güneş ve kum rüzgarlarının ciltte yarattığı kuruluk.

Antik Mısırda günlük beslenmenin en önemli kısmı ekmek ve biraydı. Buna ek olarak soğan, sarımsak gibi sebzeler ve hurma, incir gibi meyveler yenilirdi. Balık, et ve kümes hayvanlarının eti, tuzlanmış ya da kurutulmuş olarak tutulur, güveçte pişirilir ya da ızgarada kızartılırdı.

Büyük Ramses II’nin sekiz resmi eşi ve 100 cariyesi vardı; MÖ. 1212’de öldüğünde 90 yaşını aşmıştı. Ramses ’in “Büyük Kraliyet Hanımı” ünvanına sahip iki eşi vardı: Nefertari ve İset… Nefertari ile olan aşkları dillere destandır. Oldukça zengin bir şekilde süslenmiş mezarı, Kraliçeler Vadisi’ndeki en göz alıcı mezarlardan. Ramses, Ebu Simbel’deki kendi anıtının yanına ayrıca Nefertari için de bir tapınak inşa ettirmiş. Nefertari’nin, yaşadığı sürece Mısır’a ışık verdiğine inanılırmış. Ramses’le Nefertari zamanında Mısır, o dönem dünyasının en güçlü ve en zengin ülkesiydi. Ramses, Nefertari’nin ölümünden sonra, genç yaşta kendisine aşık olup hep sadık kalan Güzel İset’i kraliçesi yapmış. Kadeş Savaşı’nda kazandığı başarıya rağmen Ramses, güçlü Hitit imparatorluğu’nu dize getirememiş; savaşmaktansa, karşılıklı görüşmelerle anlaşmazlığı çözmeyi seçmiş. Hitit İmparatoru II. Hattuşili, iki ülke arasındaki barışı korumak adına kızını Ramses’le evlendirerek Büyük Mısır Kraliçesi yapmak istemiş ancak Ramses bu evliliğin mümkün olmadığını, İset’i boşamanın Maat Yasası’na uygun düşmediğini bildirerek Hattuşili’ye ret cevabı vermiş. Bu cevap iki ülke arasında yeni bir gerginliğe yol açmış. Bunun üzerine İset, Ramses’e ve Mısır’a duyduğu sevgi ve bağlılıktan ötürü barışın önündeki engel olmak istemediğini bildirerek, bu evliliği onaylaması için Ramses’e yalvarmış fakat Ramses onu boşamayı kabul etmeyince intihar etmiş. Ancak bu olaydan sonra Hitit kralının kızlarıyla evlenen Ramses’in, Abidos Tapınağı’nda 59′u erkek, 60’ı kız 119 çocuğunun kabartma ve isimleri bulunuyor. Yasal eşlerden doğan çocuklarla cariyelerden doğan çocuklar arasında hiçbir statü farkının bulunmadığı da biliniyor.


Mısır’da deneme evlilikleri oldukça yaygın bir uygulamaydı. Bunlar birkaç yıl sürer ve eşlerin anlaşamaması halinde ayrılmak isteyen tarafın belli bir tazminat ödemesiyle sona ererdi. Eski Mısır’da karı-koca ilişkilerinin diğer eski uygarlıklara oranla oldukça şefkatli ve dostça olduğu söylenebilir. Ailelerin tasvir edildiği duvar resimlerinde ve kabartmalarda, kadın hep kocasının boynuna sarılmış halde. Ancak, Mısır’da kadınlar, evin hanımı, anne ve eş olarak büyük saygı gördükleri halde, kurtizanlar ve fahişelere tehlikeli kişiler olarak bakılırdı. “Dışarıdan gelen, kentimizde tanınmayan kadınlardan korkun”; “akıllı erkek genç yaşta evlenir”; “bir kadını eş olarak aldığınızda onu besleyin ve giydirin, ona mücevherler verin ve çok şefkatli davranın, çünkü kadın bu dünyada kazanabileceğiniz en büyük servettir” türünden deyişler, Mısır’da erotik yaşantının bazı başka eski uygarlıklar kadar gösterişli olmadığı, bedensel hazzın, örneğin Hint ve Japon uygarlıklarındaki kadar önemli bir rol oynamadığı izlenimini veriyor.

Erkek ve kız kardeşlerin birbirleriyle evlenmeleri Mısır’ı, ensest ilişki bakımından cinsel aşırılıklar ülkesi gibi gösterse de bu pek doğru değil. Kardeş evlilikleri sadece üst sınıflarla, hatta esas olarak firavun soyuyla sınırlı bir uygulamadır. Mısır’da ensestin daha çok dinsel ve siyasal nedenleri var. Firavunlar bazan kendilerine varis olarak erkek çocukları değil, kızları seçerlerdi. Kızlarının en sevdikleri eşlerinden ya da kendi firavun soyundan gelen eşlerinden doğmuş olmaları bunun nedeni olabilir. Bu durumda, erkek çocuklardan biri, tahta ortak olabilmek için kraliçe olan kız kardeşiyle evlenirdi. Kardeş evliliklerine, saray aristokrasisi içinde de rastlanırdı. Burada, mirası aynı soy içinde koruma kaygısı büyük rol oynuyor. Irza tecavüz erkeğin iğdiş edilmesiyle cezalandırılıyordu; buna karşılık, bir başka kadının kocasını ya da bir erkek çocuğu baştan çıkaran kadının da burnu kesiliyordu


Yapılan kazılarda ortaya çıkarılan mezarlar, sanılanın aksine piramitleri inşa edenlerin köleler değil, Firavun’un kalıcı olarak istihdam ettiği Mısırlı usta ve işçiler olduğunu gösteriyor.

Piramitleri inşa edenlerin kalıntıları, Giza’daki piramitlerin yanındaki mezarlarda bulununca bu gerçek anlaşıldı. Firavunların yakınında gömülmek en büyük onurdu ve böyle bir şey hiçbir zaman köleler için yapılmamış. Buna ek olarak, Giza’da ortaya çıkarılan büyük sayıda sığır kemikleri inşaat işçilerinin temel gıdasıydı ve sığır, Mısır’da değerli bir hayvan olduğundan, işçilerin ne derece iyi beslendiklerini de gösterir nitelikte. Duvar yazılarından da anlaşıldığı kadarıyla, bu işçilerden bazıları yaptıkları işten son derece gururlanıyorlardı ve kendi ekiplerine, Firavun’a duydukları sadakatin bir nişanesi olarak “Khufu’nun Arkadaşları”, “Menkaure’nin İçki Arkadaşları” gibi isimler vermişlerdi.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.