Asist - Sayı 01

Page 1

ASiST AYLIK BASKETBOL KÜLTÜRÜ DERGİSİ

Euro League BSL

Büyük Heyecan Başlıyor

Mayıs 2016 / SAYI: 01 / 10 TL (KKTC 13 TL) TIMEOUT

Daniel Gibson Thabo Sefolosha Stephon Marbury Matt Barnes Derek Fisher

GERÇEĞE EN YAKINI

BUYOUT PAZARI

“BEN SALONLARIN İÇİNE DOĞDUM”

YOK PAHASINA GİDİP YILDIZ OLANLAR

SİNAN GÜLER



Kobe Bryant

Bİr Devrİn

SONU

NBA tarihinin en büyük oyuncularından birisi olan Kobe Bryant, bu sezon itibariyle kariyerinin 20. ve son yılına başlıyor. Süper yıldız, sezon sonunda büyük bir sürpriz olmaması halinde profesyonel kariyerine nokta koyacak ve büyük bir devir kapanmış olacak. Yazı Bilgehan Aras

5

şampiyonluk, 2 olimpiyat altın madalyası, sayısız ödül, kırılması güç rekorlar, büyük onurlar… Kısacası NBA tarihinin en görkemli kariyerlerinden birisi… Ancak işler tabii ki kolay olmadı. Kobe Bryant belki de hiçbir NBA yıldızının karşılaşmadığı sorunlarla karşılaştı ve tüm bunlara rağmen ayakta kalmayı başarıp inanılmaz işler başardı. Peki Kobe Bryant buralara nasıl geldi? Basketbolla nasıl tanıştı? Kobe Bryant’ın Kobe Bryant olmasını sağlayan en önemli olaylar neler? Black Mamba’nın kariyerini detaylı bir şekilde ve kendi yaptığı yorumlar eşliğinde inceleyelim. Bölüm 1- Basketbolla Tanışma, Tutulma: “Tüm öfkemi çemberden çıkarttım.” 23 Ağustos 1978 yılında dünyaya gelen Kobe, çocukluk yıllarında basketbolcu olan babası Joe Bryant yüzünden İtalya’da yaşadı. İtalya’da yaşayan “farklı” bir çocuk olan Kobe, kaçışı ise basketbolda buldu. 6 yaşındayken babasının antrenmanlarını izlemeye giden Kobe, ilk gördüğü andan itibaren basketbola adeta tutuldu. Dedesinin kendisine yolladığı video kasetlerden NBA’le tanışan Kobe, daha sonra verdiği röportajlarda bu kasetleri defalarca izlediğini ve ilk gördüğü andan itibaren Lakers’ın kendisini cezbettiğini söyledi: “Basketbolla ilgili olan hayallerimin %100’ünde üzerimde Lakers forması vardı.” Basketbol sahasına yakın olabilmek için babasının takımında “paspasçı çocuk” olarak çalıştı. Orada olmadığı zamanlarda ise

bisikletine atlayıp basketbol sahasına gidiyordu. Basketbol oynamak hayatta en çok keyif aldığı şey olmuştu. 1991 yılında ise babası emekli olunca, Bryant ailesi tekrar Birleşik Devletlere döndü. Genç Kobe’nin de sorunları o zaman başladı. Alışık olduğu ortamdan, arkadaşlarından, okulundan ve çevresinden ayrılan Kobe, içine kapanık bir çocuk olmaya başladı. Yemek masasında tek başına oturup çok az kişiyle konuşuyordu. Zaten uzun süreler İtalya’da kalmasının sonucunda akıcı halde İtalyanca konuşabilse de İngilizcesi gerilemişti. Hatta bir öğretmeni Kobe’nin ailesini çağırıp onun disleksik olduğunu düşündüğünü söylemişti. Kendisini ifade edebildiği tek yer ise basketbol sahasıydı. O günleri “Sanki birisi beni buz dolu kovaya atmıştı. Tüm hayatım yerle bir olmuştu Bütün öfkemi çemberden çıkartmaya karar verdim.” diyerek anlatıyordu. Bu sayede basketbol onun için keyifli bir aktivite olmaktan çıkıp bir tutkuya dönüştü. Bu “öfkeli oyun” tarzına bayılmıştı. Muhteşem bir lise kariyeri geçirdi ve uzun süredir kimsenin başaramadığı şeyler başardı. Lisedeki ilk yılında ilk beş çıkmayı başardı, daha sonra beş farklı pozisyonda oynadığı bir sezon geçirerek Pennsylvania’da yılın oyuncusu seçildi. Bir başka etkileyici lise oyuncusu Kevin Garnett’in 95 yılında koleji pas geçip direkt olarak NBA’e gitmesi sonrasında Kobe’nin de aynı şeyi yapabileceği konuşulmaya başladı. Lise kariyeri bittiğinde Wilt Chamberlain gibi bir efsaneyi geçerek Güney doğu Pennsylvania tarihinin en skorer ismiydi. Ve o beklenen kararı aldı. Kolejde okumayacaktı…


Bölüm 2: NBA’de bir çocuk: “Koleji pas geçip yeteneklerimi NBA’e taşımaya karar verdim.” Kobe o tarihi açıklamayı yaptı: “Ben Kobe Bryant… Koleji pas geçip yeteneklerimi NBA’e taşımaya karar verdim”. Kobe bu kararını ise şöyle açıkladı: “En iyisi olmak istiyorsan en iyilerle mücadele etmek zorundasın”. Tarihin en zengin draftlarından birisi olarak gösterilen 96 draftının 13.sırasında Charlotte Hornets tarafından seçildi. Ancak zamanın Lakers genel menajeri Jerry West, Kobe’deki cevheri Los Angeles’ta yaptığı deneme antrenmanlarında görmüştü. O zamana kadar NBA tarihinde draft olan en genç oyuncu olan Kobe, Vlade Divac karşılığında hayallerinin takımı olan Los Angeles Lakers’a takas oldu. İlk sezonunda süre bulmakta oldukça zorlanmıştı. Yaşıtları kolejdeyken o sahada kaldığı 1-2 dakika içerisinde kendisini göstermeye çalışıyordu. “Zaman zaman arabama atlar UCLA kampüsüne giderdim. Saatlerce orada oturur, üniversitedeki çocukları izleyerek doğru kararı verip vermediğimi düşünürdüm. Sonra basketbol sahasına gider bayılana kadar şut atardım”. Kobe için yılın sonu da kolay olmadı. Jazz’la oynanan playoff mücadelesinin son anlarında tam 4 air ball attı ve Lakers’ın sezonu noktalandı. Shaquille O’Neal yıllar sonra o anda o şutları atabilecek cesaretin sadece Kobe’de olduğunu açıklamıştı. Kobe aynı akşam antrenman tesislerine gidip sabaha kadar şut attı. Çözümü her zaman çalışmakta buldu. Hep daha çok çalıştı. Sonraki 3 yıl içerisinde gelişimini istikrarlı olarak sürdürdü. All-Star tarihinin o zamana kadar ki en genç ilk beş oyuncusu oldu. Eddie Jones’un da takas edilmesi sonucu ilk beşe yerleşen Kobe, 99 senesinin yaz aylarında kendisini 6 yıl boyunca Lakers’ta tutacak bir kontrata imza atarken, ligin en heyecan verici genç oyuncuları listesinin başında yer alıyordu. Ancak Lakers takım olarak bir türlü istenilen başarıyı yakalayamamıştı. Shaq-Kobe ikilisi her ne kadar çok heyecan verici olsa da şampiyonluk için bir parça eksikti. Lakers yönetimi de o eksik parçayı 99-00 sezonunun başlangıcında tamamladı. Chicago Bulls’la 6 şampiyonluk kazanan Phil Jackson, artık Lakers’ın yeni koçuydu. Bölüm 3: Three Peat: “Filmlerdeki gibi bir anda her şey yoluna girdi.” Phil Jackson ve felsefesi gelir gelmez takıma doğrudan etki etti. Phil Jackson’ın en büyük silahı olan üçgen hücuma uyum sağladıkça galibiyetler de peşi sıra geldi. Herkes Lakers için artık zamanın geldiğini düşünüyordu. Kobe ve Shaq da ligin en iyi ikilisi olmuştu. Lakers playofflarda tökezlese de sonunda işleri Batı Konferansı finallerinde 7.maça kadar getirdi. Pippen’lı Portland, muhteşem bir performans sonucu son çeyreğe 13 sayı önde girmişti. Normal sezonun MVP’si Shaq, Portland’ın sertliğinde bunalmış gözüküyordu. O anda bir şeyler yapacak isimse Kobe Bryant’tı. Birbiri ardına kritik işler yapan Kobe, son olarak da Shaq’a verdiği efsaneleşmiş alley-oop pasıyla maça noktayı koydu. Kobe’nin kritik performansları bununla sınırlı değildi. Indiana Pacers ile oynanan


Bir Devrin Sonu: Kobe Bryant



Bir Devrin Sonu: Kobe Bryant

final serisinin 2.maçında bileğini burkan Kobe 3.maçta oynayamamıştı. Indiana’da oynanacak 4.maç öncesi seri 2-1 Lakers lehineydi ve böyle bir durumda Kobe’nin oynamaması imkansızdı. Şiş bileğiyle sahaya çıktı, maçın başlarında zorlandı ancak uzatmaya giden maçta Shaq’ın 6 faulle oyun dışında kalması sonucu tüm gözler yine ona çevrilmişti. O da bu beklentileri boşa çıkartmadı ve en kritik şutları eli titremeden göndererek takımının serinin en kritik galibiyetini almasını sağladı. Sonuç olarak Lakers 5.maçı kaybetse de 6.maçı kazanarak three peat’in ilk şampiyonluğunu kazandı. 00-01 sezonu Kobe-Shaq geriliminin ilk başladığı sezon olarak biliniyor. Yaz dönemi boyunca kendi deyimiyle “çılgınlar” gibi çalışan Kobe, hazırlık kampı ve sezonun ilk bölümünde bomba gibi bir görüntü sergiledi. Yaz dönemini daha çok “dinlenerek” geçiren Shaq, bir anda ikinci plana düşmüştü ve Lakers istikrarsız bir görüntü çiziyordu. Dev oyuncu durumdan rahatsız olduğunu dile getirse de genç yıldız geri adım atmamaya kararlıydı: “Bu kadar çalıştıktan sonra bu seviyeye geldim. Geri adım atamam”. Ancak Kobe daha sonra sakatlandı ve 9 maçta forma giyemedi. Bu da Lakers’ın bir nebze olsun hayrına oldu. Tekrar odak noktası olan Shaq kendini buldu ve takım seri galibiyetler almaya başladı. Kobe de bu olumlu değişikliği fark etti ve geri döndüğünde buna uyum sağladı. Sorun çözülmüş gibi gözüküyordu, Lakers tekrar rakiplerini silindir gibi ezmeye başlamıştı. Asıl yükseliş ise playofflarda gecikti. Önce Portland’ı, sonra Sacramento’yu en son da San Antonio’yu süpüren Lakers, NBA finallerine yükseldi. Sacramento ve San Antonio maçlarında ise Kobe tam anlamıyla geri döndü. O ana kadar oyununu yavaşlatan Kobe, Sacramento serisinin 4., San Antonio serisinin 1. maçında (ikisi de deplasmandı) toplam 93 sayı attı. Shaq ise bu durumu şöyle özetledi: “Bugün Kobe’ye idolüm olduğunu söyledim. Olağanüstü oynuyor. Açık ara ligdeki en iyi oyuncu.” Lakers finallerin ilk maçında, Allen Iverson’ın inanılmaz performansı sonucu Sixers’a mağlup olup kusursuz bir playoff şansını kaçırsa da, sonraki 4 maçı kazanıp 15-1’lik tarihin en iyi playoff derecesiyle ikinci


şampiyonluğunu kazandı. 2001-02 senesinde de Kobe gelişimini sürdürdü. Shaq’la aralarında zaman zaman gerilimler olduğuna dair haberler çıksa da iki tarafla istikrarlı olarak bunu yalanladı. Lakers playofflara yine fırtına gibi girdi. Portland’ı bir kez daha süpürdüler. Kobe kendini “Kobe durdurucu” olarak nitelendiren Ruben Patterson’ı adeta sahadan sildi. Lakers’ın bir sonraki rakibi ise San Antonio’ydu. Lakers evindeki 2.maçı kaybetse de Shaq-Kobe ikilisi sayesinde seriyi 5 maç sonucu kazandı. NBA finalleri öncesinde son engel Sacramento’ydu. Lakers deplasmanda oynanan ilk maçı Kobe’nin 30 sayısı önderliğinde kazandığında bir kez daha kolay bir seri geçireceğini sanmıştı. Öyle ki playofflarda oynadıkları son 12 deplasman maçını kazanmışlardı. Ancak işler hiç de öyle olmadı. Staples Center’da oynanan serinin 4.maçına 2-1 geride gelen Lakers, maç içerisinde bir ara 25 sayı geri düşse de maçın son anlarında farkı 2’ye indirmeyi başarmıştı. Önce Kobe sonra da Shaq kolay atışlardan yararlanamasa da Divac’ın tokatladığı top büyülü bir şekilde üç sayı çizgisinin gerisinde bekleyen Horry’nin eline geldi ve o da üçlüğü gönderip Lakers’ın sezonunu kurtardı. Seri 7.maça uzadı. Arco Arena’da oynanan maç uzatmaya gitse de Kobe ve Lakers bir kez daha NBA finallerine yükselmeyi başardı. Rakip ise Nets’ti. Lakers seriyi hiç zorlanmadan 4-0’la süpürdü ve three peat’i tamamladı. Kobe kariyerinin o dönemleri için şunu söylüyordu: “Filmlerdeki gibi, bir anda her şey yoluna girdi”. Ancak bundan sonra halının altına süpürülen tüm sorunlar, yeni sorunlarla birleşip gün yüzüne çıkmaya başladı… Bölüm 4: Karanlık Çağ, Black Mamba’nın doğuşu: “Bir erkeğin görevi ailesini korumaktır. Feci şekilde başarısız oldum”. 3. Şampiyonluktan sonra Kobe ve Shaq arasındaki ego savaşları iyice büyüdü. İkili artık medya üzerinden de birbirlerini eleştirmeye başlamıştı. Bu da Lakers’ın başarısını doğrudan etkiledi. Takımın temelleri geri dönülemez bir biçimde sarsılmıştı. Kobe, Shaq’ı az çalışmakla suçlarken artık bu takımın lideri olmaya hazır olduğunu söylüyordu. Shaq ise o olduğu sürece takımın başka bir lidere ihtiyaç duymadığını belirtiyordu. Lakers 82 maçta 50 galibiyet alıp Minnesota’yı ilk turda 6 maçta geçse de, San Antonio karışık Lakers’ı 6 maçta geçmeyi başarmıştı. Muhteşem bir serinin ve hanedanlığın da sonu gelmişti… 03-04 sezonu ise Kobe için hem saha içinde hem saha dışında oldukça zorlu geçti. Şampiyonluk için Karl Malone ve Gary Payton’ı kadrosuna katan Lakers, kağıt üzerinde kusursuz duran kadroyu gerçek hayatta bir araya getiremedi. Sakatlık sorunlarının oldukça etkilediği takım, Kobe-Shaq geriliminin iyiden iyiye ayyuka çıkmasıyla büyük sıkıntılar yaşadı. Lakers bir şekilde NBA finallerine gelmeyi başarsa da sürpriz takım Detroit onları 5 maç sonunda eleyip basketbol dünyasını şok etmişti. Saha içindeki tüm bu zorlukların yanı sıra Kobe’nin saha dışındaki hayatı da fazlasıyla karışmıştı. Tecavüz suçlamasıyla karşı karşıya kalan Kobe, kimi zamanlar mahkemeden çıkıp özel uçakla maçlara yetişiyordu. Kobe’nin rap albümüne


Bir Devrin Sonu: Kobe Bryant

klip çektiği sırada tanışıp evlendiği Vanessa’yla evliliği de bu iddialardan dolayı bitme noktasına gelmişti. Daha sonradan öğrenildiği üzere o aralar hamile olan Vanessa, bu dönemdeki sıkıntılardan dolayı düşük yapmıştı. Kobe o anları şöyle anlatıyor: “Bir an, mutlu bir evliliği olan dünyanın zirvesindeki olan bir basketbolcuyken, sonraki anda ise geleceği belli bile olmayan birisiydim. Bir erkeğin görevi ailesini korumaktır. Ve ben de feci şekilde başarısız oldum”. Kobe’nin saha dışında yaşadığı sıkıntılar saha içine de yansımaya başlamıştı. Her gittiği deplasmanda onun aleyhine tezahüratlar yapılıyordu ve bir anda NBA’in en sevilmeyen oyuncusuna dönüşmüştü: “Basketbol hep benim sığınağımdı ve o sığınak dört bir yandan bombalanmaya başladı.” Kobe tüm bu sorunları iki kategoriye ayırarak çözmeye karar verdi. Saha dışındaki sorunlarla “Kobe Bryant” uğraşırken, saha içerisindeki tüm konular bundan böyle “Black Mamba’nın” sorumluluğu altındaydı. Ve böylece sahada bambaşka bir karakter olarak oynamaya başladı. Kızgın ve hırslı bakışları zaman zaman ürkütücü seviyelere ulaşıyordu. 2004 yazında Shaq’ın Miami’ye takas olmasıyla takım tamamen Kobe Bryant’a kalmıştı. Artık her zaman istediği liderlik rolü ondaydı. Ancak Kobe’nin liderlik yapması beklenen oyuncular ise Chucky Atkins, Smush Parker, Brian Cook, Kwame Brown, Chris Mihm, Jumaine Jones gibi ligde aslında yeri olmayan isimlerdi. Nitekim Kobe, bir maçta tam 81 sayı atmak, 4 maç üst üste 50 sayı barajını geçmek, bir sezonu 35.4 sayı ortalamasıyla tamamlamak gibi inanılması güç işler yapsa da Lakers 3 sezon boyunca playoffların ilk turunu aşmayı başaramadı. Bu da Kobe’nin canına tak etti. Suns’a elendikleri 5.maç sonrasında Kobe şu bomba etkisi yaratan sözleri söyledi: “Bir şeyler yapın ve hemen yapın.” Kobe’nin bu isteği hemen o yaz gerçekleşmedi. Lakers yönetimi Kobe’nin en yakın arkadaşlarından biri Derek Fisher’ı kadroya kattı ve adeta kısa süre için Kobe’nin “gazını aldı”. Lakers yönetimini asıl hamlesini ise sezon içerisinde yaptı ve adeta “çöpler” karşılığında Pau Gasol’ü kadroya kattı. Gasol’ün gelişi saha içini olduğu kadar Kobe’yi de doğrudan etkiledi. Kobe ve Gasol ilk andan itibaren çok yakın arkadaş oldular. Kobe gelir gelme Gasol’den “kardeşim” diye bahsetti ve onun takım arkadaşlarıyla olan çalkantılı ve gergin ilişkisi düşünüldüğünde, bu aslında çok büyük bir olaydı. Saha içerisinde de işler yoluna girdi. Kobe sonunda güvenebileceği oyunculara sahipti ve olması gerektiği gibi bir lider olmaya başladı. Takım arkadaşlarını sezon içerisinde 4-5 kez yemeğe çıkardı ki bu neredeyse hiç yapmadığı bir şeydi. Lakers playofflarda da beklentileri aştı ve NBA finallerine yükseldi. Ancak takım şampiyonluğa hazır değildi ve finaldeki rakip, Boston Celtics ise tam tersine fazlasıyla hazırdı. Lakers 6 maç sonunda şampiyonluğu ezeli rakibine kaybederken, Kobe Bryant sahaları gözleri yaşlı terk ettiği andan itibaren intikam için çalışmaya başladı.



Bir Devrin Sonu: Kobe Bryant

Bölüm 5: Zirveye Dönüş: “Shaq’tan bir tane fazla.” Kobe, Boston’ın yaptıklarını unutamadı. Yazın başından itibaren korkunç bir tempoda çalıştı. Takım arkadaşlarını da çalışmaya zorladı. Lakers final serisinde çok yumuşak bir görüntü çizmişti. Bu bir daha tekrarlanmamalıydı, Kobe bir daha kaybetmeye tahammül edemezdi: “Nefret, öfke, sinir gibi karanlık duyguları takım arkadaşlarımı motive etmek için kullandım.” Kobe’nin bu taktiği işe yaradı. Lakers playofflarda özellikle Rockets serisinde zorlansa da NBA finallerine çıkmayı başardı. Rakipse Dwight Howard’lı Magic’ti. Lakers’ın bir sene önce yaşadığı sorunu bu kez Orlando yaşadı. Lakers rakibine oranla çok daha sert, çok daha hazırdı ve 5 maç sonunda şampiyonluğu kazanırken Kobe Bryant da doğal olarak final serisinin MVP’si seçildi. Şampiyonluk kazanılmıştı ama Kobe’nin başarıya açlığı bitecek değildi. Lakers sonraki sezonun normal sezonunda tökezlese de, Kobe ardı ardına kritik basketlerle takımına maçlar kazandırdı. Lakers playofflarda da güçlü Batı Konferansı’ndan Kobe Bryant inanılmaz performansı sayesinde çıkmayı başardı. Kobe’nin Suns serisindeki performansı ve özellikle deplasmanda oynanan 6.maçta yaptıklarıyla basketbol severleri hayran bıraktı. Zamanın Suns koçu Alvin Gentry bu performansı şöyle özetledi: “Oynayan Kobe miydi yoksa Michael mıydı?” Lakers’ın finaldeki rakibi bir kez daha Boston Celtics’ti. Lakers bu kez daha sert ve şampiyonluğa daha çok inanmış bir takımdı. Kobe ise 2008’de yaşanan şeylerin en ufak bir anını daha unutmamıştı. İntikam ateşiyle saatlerce, günlerce, aylarca yanıp tutuşarak çalışmıştı ve şimdi bu intikamı alma şansı vardı. İki muhteşem takım arasındaki muhteşem seri 7.maça gitti ve heyecan 7.maçın son anlarına kadar bitmedi. Kobe kötü bir şut akşamı geçirse de maçı 23 sayı ve tam 15 ribauntla tamamlayarak, Gasol ve Artest’in de yardımlarıyla 5.şampiyonluğunu kazandı. Kobe kendisine göre hayatının en güzel şampiyonluğunu kazandıktan sonra basın toplantısında eski partneri Shaq’a da gönderme yapmayı ihmal etmedi. Şampiyonlukla ilgili ne düşündüğü sorulduğunda süper yıldız gülerek şu yanıtı verdi: “Shaq’tan bir tane fazla. Bu yüzden bankaya koyabilirsiniz”.


Bölüm 6: Yara izi: “Arkadaşlıklar gelip geçici, şampiyonluk flamaları kalıcı.” Kobe’nin kariyerinin sonraki yılları yine takım bazında başarısız geçti. Lakers, şampiyon olduktan sonraki iki sezon konferans finalinde, sonraki bir sezon playoff ilk turunda elendi ve son iki senedir de playoffların fazlasıyla uzağında kalıyor. Özellikle 12-13 sezonu öncesinde kadrosuna Dwight Howard ve Steve Nash gibi iki yıldızı katan Lakers, sezon başlamadan şampiyon ilan edilmişti bile. Kağıt üzerinde kusursuz gözüken bu kadro 03-04 Lakers’ının yaşadığı benzer sorunları yaşadı. Bu kez baş rolde Kobe ve Dwight vardı. İkili sezonun son kısmı hariç bir türlü gerekli kimyayı bulamadı ve sonuçta bu başarısız birliktelik Dwight’ın sene sonu Houston’a gitmesiyle sonuçlandı. Lakers sonraki yıllarda gerekli salary cap boşluğuna sahip olmasına rağmen hiçbir süper yıldızı getirmeyi başaramayınca doğal olarak eleştiri okları Kobe’ye döndü. Kobe’nin iyi bir takım arkadaşı olmadığı ve devasa bir egosu için kimsenin onla oynamak istemediği yazıldı. Bu yorum kısmen doğru kısmen de yanlış. Kobe kariyerinin ilk yıllarında atlet bir oyuncu olarak biliniyordu. Potaya ölümcül drivelar yapıyordu ve etkileyici smaçlarla sayılar buluyordu. Ancak yıllar ilerledikçe Kobe nasıl daha verimli olabileceğini keşfetti. Daha az eforla daha çok sayı üretiyordu. Post oyunlarında ve fade awaylerde adeta uzmanlaşmıştı. Hatta bununla ilgili şöyle ilginç bir açıklama yaptı: “Nasıl geriye çekilerek dengeli atışlar yapabileceğimi çitalardan öğrendim. Hızla koşarlarken dengede kalmak için kuyruklarını kullanıyorlardı. Ben de tek ayağımı dengede kalmak için kullanmaya başladım”. Bu belki de Kobe’nin bu oyuna nasıl tutkuyla bağlı olduğunun en büyük göstergelerinden birisi. Oyunla ilgili olmadığı zamanlardan bile oyunuyla ilgili çok önemli değişim kararları çıkartabiliyor. Belki de NBA tarihinin en iyi oyuncularından birisi olmasını sağlayan en önemli özelliği bu. Tabii ki bitmek tükenmek bilmeyen çalışma isteğini de unutmamak lazım. Kobe muhteşem bir çalışma etiğine sahip bir oyuncu. Her zaman daha fazlasını isteyen, kaybetmeyi asla kabullenmeyen ve her şeyin çözümünün çalışmaktan geçtiğine inanan bir insan. Bu yüzden takım arkadaşlarından da aynı ciddiyeti ve çalışma arzusunu görmek istiyor. Shaq’la aralarındaki sorunların büyümesinin en önemli sebeplerinden biri de buydu. Bu yüzden Kobe’nin gözüne girmek kolay değil. Bu baskıya dayanabilmek de kolay değil. O yüzden Dwight Howard gibi “zayıf” karakterli bir oyuncunun, “takım arkadaşlarımı sözlerimle tokatladım” diyen biriyle iyi anlaşamaması fazlasıyla normal. O yüzden Smush Parker, Kwame Brown gibi oyuncularla oynarken dünyanın en mutsuz insanlarından birisiydi. O yüzden Derek Fisher ve Pau Gasol gibi çok yüksek iş ahlakına sahip iki ismi en yakın takım arkadaşları olarak gösteriyor. Ancak bu konudaki eştiriler Black Mamba’nın pek de umrunda değil: “Arkadaşlar gelip geçici, şampiyonluk flamaları kalıcıdır” diyerek kendisi için kazanmanın ne kadar önemli olduğunu net bir şekilde gösterdi.


Bir Devrin Sonu: Kobe Bryant Tüm bu curcunanın yanında, Kobe bireysel anlamda belki de kariyerinin en şanssız dönemini geçiriyor. Son 3 senelik döneminde 3 çok ağır sakatlık geçirdi ve sezonu erken noktalamak zorunda kaldı. Önce aşil tendonunu koparttı, sonra diz kapağını kırdı ve son olarak da omzundaki bağları koparttı. Bu yaşta bu sakatlıklardan herhangi biri, bir oyuncunun basketbolu bırakması için yeterli. Nitekim Shaq, Charles Barkley, Isiah Thomas gibi NBA tarihine damga vurmuş oyuncular kariyerlerini bu sakatlıklar yüzünden noktaladı. Ancak bunlar 37 yaşına giren “yaşlı” adamın içindeki rekabet ateşini daha da körükledi. Aşilini koparttıktan 45 dakika sonra, Lakers soyunma odasında göz yaşları içerisinde verdiği röportajda “Bunun şimdiden beni beslediğini hissediyorum.” demişti. Bölüm 7: Destanın Sonu: “O masaya ait olduğum için mutluyum” Kobe omuz sakatlığından geri dönmeyi başardı ve Los Angeles Lakers’la 20. ve büyük bir sürpriz olmazsa son sezonuna hazırlanıyor. Hatırı sayılır bir kesim Kobe’nin sağlıklı kalabilmesi durumunda sezon sonunda kariyerini noktalamayacağını da düşünüyor. Kobe ise birkaç kez bunun kariyerindeki son sezonu olduğunu söyledi. Geriye dönüp bakıldığında 5 şampiyonluk yüzüğü, 2 Finaller MVP’si ödülü, 1 normal sezon MVP’si ödülü, 17 kez AllStar seçilme başarısı, 4 All-Star MVP’si ödülü, 11 kez en iyi beşe, 9 kez de en iyi savunma beşine seçilme başarısı ve 2 de Olimpiyat altın madalyası içeren bir kariyer… Ayrıca 2 kez ligin sayı kralı olan Kobe, geçtiğimiz sezon Michael Jordan’ı geride bırakarak toplamda 32.482 sayıyla bu alanda NBA tarihinin 3. Sırasında yer alıyor. Keza NBA tarihinin en başarılı takımı olan ve sayısız efsanenin formasını giydiği Los Angeles Lakers tarihinin en skorer ismi olması da cabası. Hiçbir zaman başarılarıyla yetinmeyen Kobe de yaptığı şeylerin aslında ne kadar büyük şeyler olduğunun farkında: “Bir gün NBA tarihine damga vuran Michael (Jordan), Magic (Johnson) ve Larry (Bird) gibi insanlarla aynı masaya oturduğumda insanlar beni gösterip ‘Bu adam orada ne arıyor’ demeyecek. O masaya ait olduğum için mutluyum”. Kısacası görkemli bir kariyer ve NBA tarihinin en büyük oyuncularından birisi, muhteşem hikayesini bu sezon noktalayacak ve bizler de buna tanık olacağımız için fazlasıyla şanslıyız. Sonuçta en büyük korkusu arılar olan, saha dışında zamanının tamamını kızlarına ayıran, şakayla karışık kızlarının sadece evlenecekleri zaman biriyle çıkabileceğini düşünecek kadar onları sahiplenen, onlarla vakit geçirmekten zevk aldığı için, en sevdiği TV programları Disney Channel programları olan, kendi rap albümünün klibinde tanıştığı ve adeta beraber büyüdüğü eşine aşık olan bir adamın milyonlarca insanın hayatını böylesine etkilemesi alışık olunan bir şey değil. Kobe bir röportajında şunu söylemişti: “8 yaşındaki benle konuşma şansım olsaydı, ona ne söylerdim? Yaşayacağım onca acıyı, stresi ve mücadeleyi düşündüğümde, ailemin yaşadıklarını düşündüğümde, oynamaya devam etmek tüm bunlara değer miydi?” Siz ne dersiniz? Sizce değer miydi?


“işler istemediğiniz gibi giderken basketbol aşkı sizi motive edebiliyor” Spor Sergi ruhunu kendisinden sonra gelen nesillere aktarmayı misyon bilen Sinan Güler’i durdurmak için sakatlıktan çok daha fazlası gerek! Röportaj BİLGEHAN ARAS


SİNAN GÜLER


SİNAN GÜLER

K

ulübün içinde bulunduğu sorunlar herkesin malumu. Buna rağmen Fenerbahçe Ülker ve Beşiktaş Integral Forex’i yenmeyi başardınız. Sizi motive eden şey ne? Herkesi motive eden şey farklı olabiliyor. Takımdaki her oyuncu, sezon boyunca gerekli yerlerde özveride bulundu. Kişisel olarak beni iyi basketbol oynamak ve seyircilere keyif vermek motive ediyor çünkü ben her zaman kendimi sahanın içinde doğmuş biri olarak gördüm ve bunun hakkını vermem gerektiğini düşündüm. Bazen işler beklemediğiniz gibi giderken basketbol sizi çok daha kolay motive eden bir unsur olabiliyor. Artık 32 yaşındasın ve takımın en tecrübeli isimlerinden birisin. Bu süreçte sana da büyük iş düşmüş olmalı… Bu gibi durumlarda Türk oyunculara çok daha fazla görev düşüyor çünkü antrenör, taraftar, yönetici ve basının yerlilerle iletişim kurması daha kolay. Yabancı oyunculara bu tür sıkıntılar pek ulaşmıyor ya da nadiren ulaşıyor. Bu doğrultuda takım içindeki düzeni sağlama konusunda bize her zaman

sorumluluk biniyor. Ben de hem Türk, hem de tecrübeli bir oyuncu olarak özellikle saha dışında daha etkili ve daha vokal olmam gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca İngilizcem diğer yerlilere göre daha iyi olduğundan takım içindeki iletişimi daha etkili sağlayabiliyorum. Tabii bunlar bizim için çok faklı tecrübeler ve ne olursa olsun, daima negatifin içinde pozitif bir şeyler bulmaya çalıştığımı söyleyebilirim. Saha içinde de kendini geliştirdiğini düşünüyor musun? Birçokları bu sezon oyununu başka bir seviyeye çektiğini söylüyor… Açıkçası bu potansiyeli her zaman taşıdığımı düşünüyorum. ABD’de oynadığım dönemlerde de takımın skor yükünü çekebilecek ve savunma yapabilecek konumdaydım. Bugüne kadar her zaman takımım için neleri daha iyi yapabileceğimi düşünerek oynamaya çalıştım. Bulunduğum takımlarda Charles Smith, Igor Rakocevic, Carlos Arroyo gibi isimler vardı. Milli takımlarda Hidayet Türkoğlu gibi, Ersan İlyasova gibi sorumluluğu elinde bulunduran ve takıma ofansif açıdan liderlik yapması beklenen oyuncularla oynadım. Belki de eskiye nazaran daha kontrollü ve akıllı oynadığımı söyleyebilirim. Mesela eskiden daha bodozlama daldığımdan aynı etkiyi yapamıyordum. Ayrıca az önce saydığım isimler hücumda daha fazla top



kullandığından ben başka taraflara yönelmek zorundaydım ve rolümü ona göre değerlendiriyordum. Bugün geldiğim noktaya baktığımda, şut seviyemi daha fazla geliştirmem gerektiğini görüyorum ama olmadı. Ben şut yeteneğinin çok çalışmanın yanı sıra özgüvenle de fazlasıyla alakalı olduğunu düşünüyorum. Hiçbir zaman İbrahim Kutluay ya da Cenk Akyol gibi perdelerden çıkıp şut bulacak oyuncu olmadım çünkü ben oyunun her tarafını iyi oynamak istiyorum. Son dönemde hücumda daha fazla sorumluluk alıyor olmam, savunmada biraz zayıflamama sebep olsa da sahada olduğum sürece takımımın kazanması için ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyorum. Genç oyuncuların geleceğini nasıl görüyorsun? Antrenmanlarda onlarla özel olarak ilgileniyor musun? Onlara her gün anlatacak yeni şeyler çıkabiliyor. Açıkçası profesyonel basketbolcular arasında en şanslılardan biri olduğumu düşünüyorum. Çünkü babamın kariyerini görmüş, abimin kariyerini komple izlemiş biri olarak, ikisinden de hem kariyerleri, hem de basketbola bakış açıları kapsamında ansiklopedik değerde bilgiler öğrendim. Bunun yanı sıra ben de kariyerim boyunca birlikte oynadığım oyunculardan ya da çalıştığım antrenörlerden çok şey aldım ve bunları mümkün olduğunca gençlerle paylaşıyorum. Onlar için çok zor bir süreçten geçiyoruz. Hedefleri olan bir takımda süre almak hiç de kolay bir şey değil. Aldıkları kısıtlı sürede kendilerini kanıtlamak zorundalar. Yine de onlarla tecrübelerimi paylaşmak bana keyif veriyor. Sence bu sezon yürürlüğe giren yabancı kuralı onları nasıl etkiledi? Öncelikle, benim işime yaradığını düşünüyorum çünkü artık oyuncu değiştirirken eskiden olduğu gibi ikişer ikişer girip çıkmıyoruz. Bazen bir yabancıyı sokmak için başka pozisyonda oynayan bir yerli de çıkmak zorunda kalıyordu. Gençler açısından değerlendirecek olursak… Artık Türk oyuncular o forma rekabetinin içine girince ve oynamaya başlayınca bir şeyleri kazandıklarını görüyorlar. Mesela Kartal Özmızrak, belki sezonun başlarında değil ama ilerleyen bölümlerde ciddi süreler almaya başladı ve çok da iyi oynuyor. Durum böyle olunca olay sahip olduğun pasaporttan ziyade, potansiyel ve performansına bakar hale geldi. Yakın gelecekte umarım Türk basketbolcular bu rekabette kendilerini göstermeleri için ne yapmaları gerektiğini görür ve bu doğrultuda oyunlarını geliştirir. Ligimizin durumunu değerlendirir misin? Bu sezon belki de tarihin en çekişmeli sezonunu yaşadığımız söylenebilir mi? Kesinlikle. Bunda yabancı kuralının da büyük payı var. Özellikle bu sezon transfer edilen yabancılarla birlikte ligde ciddi bir kalite artışı oldu. Mesela şu an ne ligden düşecek takımlar belli, ne de play-off’a kalacaklar… Biz de kalan maçlarımızın tamamını kazanıp ligi olabildiğince üst sıralarda bitirmeyi hedefliyoruz. Eurobasket 2015’te İspanya, Sırbistan, Almanya ve İtalya gibi devlerin bulunduğu zorlu bir gruptayız.


instagram.com/baristekinphotography

SİNAN GÜLER


“ San Antonio Spurs hayranıyım ama açıkçası son dönemde pek takip edemiyorum. Yine de Popovich’le çalışmayı çok isterdim”


SİNAN GÜLER

Şansımızı nasıl görüyorsun? Geçen gün milli takımlar sorumlusu Barbaros Akkaş’la konuştum. Bana Berlin’de oynanacak Almanya-Türkiye maçının, biletleri şimdiden tükenen tek maç olduğunu söyledi. Orada bir nevi ev sahibi gibi olacağız. Ergin Ataman’ın göreve gelmesiyle farklı bir hava yakaladık. Mesela Dünya Şampiyonası’nda hiç kimse bize şans vermiyordu ve grupta da inişli çıkışlı bir grafik çizdik ama en nihayetinde başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Bu yaz da ülkemizi en iyi şekilde temsil etmeye çalışacağız. Grupta zorlu rakipler var ama en iyi kadromuzla gidersek bir şey yapabiliriz. Ayrıca turnuvanın favorisi olarak gösterilen birçok ülkede birçok yıldız oyuncu artık son turnuvasını yaşayacak. Bizim arkadan gelen genç ve potansiyelli bir jenerasyonumuz var. Umarım gelecek için de bir şeyler inşa ederiz. Kulüp takımı ile milli takımda aynı koçla çalışmanın avantajları neler? Ergin abi beni uzun yıllardır tanıyor, ben de onun saha içinde neler istediğini çok iyi biliyorum. Böyle olunca işimiz daha da kolaylaşıyor. Ayrıca diğer kulüplerden gelen oyuncularla iletişim kurma açısından da ona yardım ediyorum. Takımdan istediklerini anlatırken kullanabileceği bir ulak görevi gördüğümü söyleyebilirim. NBA’i takip ediyor musun? Taraftarı olduğun bir takım ya da hayranı olduğun bir oyuncu var mı? San Antonio Spurs hayranıyım ama açıkçası son dönemde pek takip edemiyorum. Yine de Gregg Popovich gibi bir basketbol adamıyla çalışmak isterdim. Tony Parker ve Manu Ginobili gibi oyuncuları inanılmaz seviyelere getirdi. Dokunduğu her şeyi altına çeviriyor! Takımın yıllardır NBA’in zirvesinde kalmasında en büyük pay ona ait. Oyunculara gelince… Parker ve Ginobili’nin dışında Stephen Curry’yi çok beğeniyorum. Özellikle şut



SİNAN GÜLER

atarken topu elinden çıkarma süresi çok etkileyici. Michael Jordan’la tanıştığını duyduk. Nasıl bir duyguydu? Harika! 4-5 defa aynı ortamda bulunduk ama aramızda en fazla birer cümlelik konuşma geçmiştir. Meşhur Five Star kamplarına katılıp gençlerle bire bir maç yapardı. Hatta 2/2 serbest atış atanlara ayakkabı hediye edeceğini söylerdi ama tabii heyecandan hiç kimse atamazdı! Bence basketbol tarihinin en iyi oyuncusu. İnsanlar mesela LeBron James’i onunla kıyaslıyorlar ama bunlara gülüp geçiyorum. LeBron o dönem oynasa en fazla Scottie Pippen’ın yaptığı etkiyi yapabilirdi. Başka hangi isimler var senin için? Pete Maravich ve Jason Williams. Williams’ın yaptığı bazı hareketler sihir gibiydi. Zaten top tekniğini geliştirmek için yün eldivenler takıp, tenis toplarıyla antrenman yaptığını duymuştum. Onu izlemek büyüleyiciydi. Ben de küçükken bazı maçlarda topu oyuna sokarken ona özenip bacak aramdan pas atardım ama arkadaşlarım bana hep kızardı. Fenerbahçe Ülker maçında sakat sakat oynayınca Isiah Thomas’a göndermede bulunmuştun. Ona da hayrandın herhalde… Tam olarak öyle değil. Belki de basketbol tarihinin en iyi 10-15 oyuncusu arasında yer alır ama ben pek

sevmezdim çünkü o dönem Michael Jordan’ın rakibi olan herkese mesafeli yaklaşırdım. 1988 NBA final serisinin altıncı maçında bileği burkulmasına rağmen harika oynamıştı. Ben de Fenerbahçe Ülker maçında öyle bir performans sergileyince aklıma o geldi. Onun dışında pek bir sempatim olduğunu söyleyemem. Karşılıklı oynadığın en iyi oyuncu kim? ABD Milli Takımı’na karşı oynadım ama onları saymayalım! Vasilis Spanoulis ve Juan Carlos Navarro diyebilirim. Spanoulis daha ziyade pick&roll oyuncusu olduğundan onu savunmak için ikiye iki oyunlarda etkili olmak gerekiyor. Navarro da perdelemeleri çok iyi kullanıyor. Topla buluşmasına izin verirseniz artık yapacağınız bir şey kalmaz! Tony Parker’la Eurobasket 2009 elemelerinde iki kez karşılaştığımız dönemi hatırlıyorum. İki maçı da kazanmıştık ve herkes onu çok iyi savunduğumu söylüyordu. O iki maçta bize toplam 69 sayı atmıştı! Bugüne kadar birçok üst düzey koçla çalıştın. Tarz olarak seni en çok etkileyen kim oldu? Carroll Koleji’ndeki koçum Gary Turcott. Çok başka bir havası vardı, insan ilişkileri açısından mükemmel biriydi. Yanında sürekli sarı bir top gezdirirdi. O dönem deplasman maçları için yapacağımız yolculuklardan önce havaalanında bize savunma çalıştırdığı bile olurdu! Uçağın kalkmasını beklerken uygun bir yer bulup bizi çalıştırırdı.


SİNAN GÜLER

“ Michael jordan’la 4-5 defa aynı ortamda bulunduk ama aramızda en fazla birer cümlelik konuşma geçmiştir. Meşhur Five Star kamplarına katılıp gençlerle bire bir maç yapardı”


Basketbolu bıraktıktan sonra neler yapmayı düşünüyorsun? Kendini hangi pozisyonda görüyorsun? Gençlerle ilgilenmekten keyif aldığımı söylemiştim. Basketbolu bıraktıktan sonra buna daha fazla yoğunlaşacağım. Antrenörlükten ziyade, Güler Legacy aracılığıyla tecrübelerimi onlara aktarmaya devam edeceğim çünkü küçüklükten bu yana içinde bulunduğum konum itibarıyla böyle bir misyonum olduğunu düşünüyorum. Yaşıtlarım arasında Spor ve Sergi Sarayı’nda basketbol oynamış tek kişi olabilirim. O dönemlerden varlığını benimsediğim bir “Spor Sergi ruhu” söz konusu ve ben de bunun yok olmaması için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Kariyerim boyunca edindiğim tecrübeleri gençlere aktarmak için uğraşacağım. Güler Legacy’den bahsedelim biraz… Nasıl gidiyor proje? Gençlerin ilgisi nasıl? Yeni gelişmeler var mı? Her geçen gün ilgi artıyor. Proje artık çok daha geniş kitlelere yayılıyor ve bu sayede herkes burada ne yapmayı amaçladığımızı daha iyi anlamaya başladı. Yeni dönemle birlikte şehir sayısını da artıracağımızı şimdiden söyleyebilirim. Bu yıl haziran sonu-temmuz başı civarı Özyeğin Üniversitesi’nde iki kampımız olacak. Yakında da birçok yenilikle gençlere hizmet vermeye devam edeceğiz. Gelişmelerden haberdar olmak için sitemize girebilir, sosyal medya hesaplarımızı takip edebilirler. Sporcuların sosyal medyayı kullanmasını faydalı buluyor musun? Elbette. O şekilde kendimizi ifade edebiliyoruz, bizi sevenlerle iletişime geçebiliyoruz, eleştirileri görebiliyoruz… Zaten bu işin güzelliği, tatmin edici tarafı da bu. Yaptıklarınızın nasıl ödüllendirildiğini görmek, hak ettiği değeri bulduğunu hissetmek harika bir duygu. Tabii ki arada hoş olmayan şeylerle de karşılaşılabiliyor ama benim başıma böyle şeyler gelmiyor. Özellikle Fenerbahçe Ülker’i yendiğimiz maçın ardından aldığım mesajlar beni fazlasıyla gururlandırdı. Basketbol dışında neler yapıyorsun? Boş vakitlerini nasıl değerlendiriyorsun? Vaktimin çoğunu Güler Legacy’ye ayırıyorum. Onun dışında arkadaşlarımla Xbox oynamayı seviyorum. Takımdakiler genelde futbol ve basketbol oyunlarını tercih ediyor ama ben onlardan sıkılıyorum. Favori oyunum Call of Duty. Sol bacağında sanırım Flash dövmesi var. Çizgi romanlara meraklı mısın? Çizgi romandan ziyade süper kahraman fikriyle ilgileniyorum. Herkesin öyle bir düşüncesi vardır aslında. Dövme olayına gelince… Bir gün internette güzel bir figür arıyordum ve Flash’a rastladım. Daha iyi bir alternatif bulamayınca da onun dövmesini yaptırdım. Ayrıca sırtımda da Michalengelo’nun meşhur Adem’in Yaratılışı adlı eserinin basketbol topu olan versiyonu var.


Tanrım Beni Baştan Yarat Memphis Grizzlies, hiç kimsenin gelmek istemediği sıkıcı bir şehirden NBA’in en iddialı takımlarından biri haline nasıl geldi? Merak edenler toplansın… YA ZI: Ya şa r A n ı l Ca ntepe



M

emphis Grizzlies, Vancouver dönemlerinden beri NBA’in en düşük profilli takımlarından biri olarak yoluna devam etmiş; gerek yönetimsel sıkıntılar, gerek maddi problemler, gerekse de şehrin bir cazibe merkezi olmaması, takımın başarısız olmasına sebebiyet veren durumlar olmuştu. Tabii, saman alevi misali gelen başarıları (en azından Memphis ölçütündeki bir takım için başarı sayılabilecek sonuçlar) yok değildi. 2009’a kadar, yani Lionel Hollins’in koçluğa gelmesine kadar yaşanan süreçte 3 defa play-off’a kalmayı başarmıştılar. Ancak hiçbir zaman contender bir takıma dönüşemediler, hatta dibi boylamak için ellerinden geleni yaptılar! En güzel örnek Pau Gasol takası. O dönemler bir hiç uğruna NBA’in en kaliteli pota altı oyuncularından birisinden vazgeçmişlerdi. Marc Gasol şu çıkışı göstermese hâlâ Grizzlies için lotaryada hangi sırayı çekeceklerini konuşuyor olurduk. Yönetimsel zafiyetleri saymakla bitiremeyeceğimiz Grizzlies organizasyonunun bir diğer saçmalık ötesindeki hatası ise, 2009 gibi güçlü bir draft havuzunda ikinci sıradan Hasheem Thabeet gibi yürümeyi bile NBA’de öğrenen bir adamı seçmeleriydi. Nelson Mandela ile birlikte siyahi haklarının korunmasında kült haline gelmiş Martin Luther King’in öldürüldüğü yer olan Memphis’in laneti ise (ironik ama) bu seçimden sonra kırılmaya başlıyordu çünkü takım o ana kadar tarihindeki en önemli başarıları yaşatacak koçu başa getirmiş ve de her şeyden önemlisi bir sisteme sahip olmuştu! Memphis Grizzlies’ın hikâyesi şimdi başlıyordu; NBA’in en iyi savunma takımının tohumları Elvis Pressley’nin şehrinde filizleniyordu. LIONEL HOLLINS’İN MİRASI VE DAVE JOERGER Lionel Hollins, 2009’da takımın başına geçtiği andan itibaren oyun felsefesini takımına yansıtmaya başlamıştı. Savunma odaklı oyun planı; arka alan oyuncularına baskı ve içeride iyi yer tutan oyuncuların disiplinine bağlıydı. NBA’de birçok takımın rakip oyun kurucular üzerinde iyi baskı kurduğu söylenir ancak kimse bunu Memphis kadar iyi yapamaz çünkü onlar kadar bu işi uzun süre yapabilecek disipline sahip bir takım yok! Tabii bu tamamen Lionel

Hollins’in takıma kazandırdığı bir özellik; yoksa o gelene kadar NBA’in en lakayıt takımlarından birisi konumundaydılar. Gerek oyuncu yapısı, gerekse de şehrin genel boş vermişlik havası buna müsaitti. Hollins disiplin kontrolünü ve kafasındaki oyun yapısını oturtmaya başladıkça başarı da geldi. Takım 2010-11 sezonundan itibaren Lionel Hollins yönetiminde üç kez play-off’a kalma başarısı gösterirken, bunlardan birinde konferans yarı finali, diğerinde ise konferans finali oynayarak organizasyonun loser gömleğini yırttığını herkese göstermiş oldu. Ancak takım bu denli başarılı olurken Hollins ile yönetimin arası açılmıştı. Önce Rudy Gay takası, daha sonrasında ise sözleşme yenileme aşamasında yaşanan sıkıntılar iki tarafı yol ayrımına getirdi. Her şey bu kadar iyi giderken Hollins’in ayrılması “serbest düşüş” beklentisi yaratsa da, koçluğa gelen Dave Joerger, Hollins’in boşluğunu başarılı bir şekilde doldurabileceğini herkese gösterdi. Hollins’in ayrılışının yarattığı soru işaretlerini gideren Joerger’in problemleri yok değildi. Öncelikle takım her ne kadar savunma yönünde mükemmele yakın bir performans sergilese de, hücum anlamında


Memphis Grizzlies


“ Sezona VInce Carter hamlesi ile giren ve savunma konsantrasyonu her zamanki gibi üst seviyede olan MemphIs her ne kadar sezona 17 maçta 15 galibiyetle başlasa da hücum konusundaki şüpheler tam anlamıyla giderilmemişti”


Memphis Grizzlies tıkanıp kalabiliyordu. Bunun en net örneği, geçtiğimiz senenin play-off ilk tur serisinde Oklahoma City Thunder’a karşı yapılan mücadelede görüldü. Hücum anlamında bir türlü ekstradan adım atacak bir oyuncunun bulunmayışı Memphis’i mücadelenin kaybeden tarafı olmaya mahkûm etti. Joerger’in her şeyden önce çözmesi gereken problem buydu. Oyun sıkıştığında Mike Conley ve Marc Gasol’ün oynayacakları veya oynatacakları pick and roll’lere kalan Memphis hücumu, fazlasıyla tahmin edilebilirdi. Ancak bu sene çözüm en nihayetinde yapılan oyuncu eklemeleriyle bulundu. DAHA ÇOK SAVUNMA, DAHA AKIŞKAN HÜCUM Sezona Vince Carter hamlesi ile giren ve savunma konsantrasyonu her zamanki gibi üst seviyede olan Memphis her ne kadar sezona 17 maçta 15 galibiyetle başlasa da hücum konusundaki şüpheler tam anlamıyla giderilmemişti. Carter hücum yönünde bir akışkanlık kattıysa da, ilerleyen yaşının etkisiyle oyunun savunma kısmında eksik kalması Memphis’i bu noktada sıkıntıya sokuyordu. Geçtiğimiz sezonun neredeyse tamamını kaçıran ancak bu sezona iyi giren Quincy Pondexter, geçen sene kısıtlı sürelerde iyi işler yapan John Leuer, “playmaker” denince Avrupa basketbolunda akla gelen iki önemli oyuncu Beno Udrih-Nick Calathes, savunma uzmanları Tayshaun Prince-Tony Allen, çok iyi bir yedek pivot olan Kosta Koufos, savunmadaki başarısının yanı sıra iyi bir şutör olan Courtney Lee... Yan parçalara ek olarak Marc Gasol, Zach Randolph ve Mike Conley. Kadroya baktığınız zaman gözlerinizi ışıldatacak seviyede olduğunu fark edersiniz. Ancak üstte de belirttiğimiz gibi bu harmanın bir şeyi eksikti, o eksik parça da gayet iyi biliniyordu. O eksik parça, Memphis hücumunu tahmin edilebilir olmaktan çıkaracak parçaydı. O parça Jeff Green’di. Boston Celtics’in “Draft hakkını veya biten sözleşmeyi getir, karşılığında istediğini al” kampanyasından yararlanılarak kadroya katılan Green, Joerger’e hücumda ekstradan bir opsiyon oldu. Geldiği günden itibaren Gasol ve Conley ile iyi anlaşan ve bu iki playmaker’dan olabildiğince yararlanan Green’le birlikte 11 Ocak’tan bu yana oynadıkları 14 maçın 12’sinden galibiyetle ayrılmayı başardılar. Bu süreç içerisinde onları geçen tek takım, ligi bu sezon silip süpüren Atlanta Hawks oldu. Başarılarının ne denli büyük olduğunu ve Green’in ne kattığını görmek için sadece bu istatistiği incelemek yeterli. Green her şeyden önce takıma bir hareketlilik kazandırdı. Hücum sıkıştığı anda bire bir oynayıp sorumluluk alabilecek, yeri geldiğinde sistem içinde Gasol ve Conley’nin yarattığı pozisyonları bitirebilecek bir silahtı. Nitekim şu 14 maçlık süreçte böyle de oldu. Oyun sıkıştığı anda, genelde Conley ve Gasol pick and roll’lerine bakan; o da olmadı B planı Randolph’un bire birlerine kalan Grizzlies için bunlar iyi haberdi. Ekstradan getirisi ise 4 numara oynayabilmesinden ötürü; Randolph- Gasol ikilisinin varlığının yarattığı hantallığı bir şekilde aşabilme vaadini verebiliyor olması. Tüm bunların ışığında Memphis’in hantal ve durdurulabilen hücumunu geliştirme yönünde büyük bir adım attığını ve Green’in de bu açıdan bir X-Factor olduğunu söyleyebiliriz. BENCH VE YAN PARÇALARIN KATKISI Memphis’i rakiplerinden ayıran önemli özelliklerinden birisi ise takımın ana ayakları dışındaki oyuncu kalitesi. Bench oyuncularına baktığımız zaman hepsinin bir şekilde şu sistem içinde katkı verdiğini/verebileceğini söylemek mümkün. Lee kalbur üstü bir şutör olmasının yanı sıra defansif açıdan da


Memphis Grizzlies


“Bu sene NBA’in zİrvesİndekİ ekİplerİ İnceledİğİmİzde çoğunda tek bİr oyuncunun değİl de takımın ön plana çıktığı görülüyor”

önemli bir oyuncu. İçeride Randolph ve Gasol ikilisine alan yaratırken savunma kısmında da kurduğu baskı ile Memphis sisteminin arka alan oyuncusu görev tanımına uyan bir profil. Tony Allen hücumda açık alanda etkili, savunmada ise Lee gibi yaptığı şuursuz baskıyla bu alanda ligin en iyilerinden, hatta belki de en iyisi. Carter, her ne kadar kariyerinin son demini yaşasa da hâlâ belli ölçülerde iyi bir hücumcu ancak hücum yeteneklerinin değerini aşağıya çeken ise savunma zafiyeti. Ancak Joerger’in buna rağmen ondan iyi faydalandığı bir gerçek. Udrih-Calathes ikilisi ise katkısı çoğu zaman göz ardı edilen iki isim. Tamam, Conley çok iyi bir oyuncu ama Udrih ve Calathes de onu yedekleme açısından çok iyiler. Ayrıca her ne kadar savunmaları Conley kadar iyi olmasa da oyun akılları Conley’le eş değer. Koufos mükemmel bir yedek pivot ve Memphis sistemini düşündükçe bu role ondan daha uygun birisini uydurmak zor. Koufos’un yanı sıra diğer bir yedek pota altı oyuncusu John Leuer de bench için önemli bir isim. Yaptığı katkı bakımından fena halde underrated kalsa da, Joerger ona hakkını teslim ediyor. MEMPHIS GASOLERS Abisinin yürüdüğü yoldan yürüyüp şu an itibarıyla ligin en kaliteli pivotlarından birisine dönüşen Marc Gasol için ayrı bir parantez açmak gerek. Herkes pozisyonunu “center” olarak görse de, Memphis sistemi içinde aynı zamanda bir “point guard”. Bu açıdan kendisini “point center” olarak adlandırmak yanlış olmaz. Bu sene Memphis’in hem hücumdaki, hem de defanstaki merkezi olan Gasol, gösterdiği performansla All-Star ilk beşine seçilme başarısını da elde etti. Hatta abisinin de ilk beş seçilmesiyle beraber NBA tarihinde bir ilki yaşayarak, All-Star maçında karşılıklı ilk beşlerde yer alan ilk abi-kardeş oldular. Memphis’te kurulan Gasol hanedanlığının ileride devam edip etmeyeceği bilinmez ancak Marc’ın şimdiden burada abisinin performansının üzerine çıktığını görmek mümkün. Joerger’in

oyun planını onun üzerine kurguladığı bariz bir gerçek. Hücumda yüksek postta aldığı toplarla arkadaşlarına pozisyon hazırlayan, hazırlayamadığı zamanlarda ise kendi hücum eden Gasol’ün son dönemde ise yeni yeni tehlikeli olan bir silahı daha var: Orta mesafeli şutlar. Memphis’in kıt hücumuna bu açıdan iyi bir ekleme olan bu silah, Randolph’un da şut tehdidi düşünülürse içeri kat edecek oyuncular için bir “boş alan” kazanımı; bu kazanımı da değerlendirebilecek Green, Conley gibi iyi penetreci dış oyuncular da takımda mevcut. Randolph’la yakaladığı uyum da buradaki kilit noktalardan birisi. Uzun zamandır birlikte oynayan bu iki oyuncunun eski tip pota altı oyunları oluşu, daha mobil oyuncuları savunmayı alışkanlık haline getiren rakipleri fundamental yetmezliğine sürüklüyor. Özellikle Randolph’un başarısının sırrı kesinlikle Gasol ile yakaladığı uyum. Defanstaki katkısı da kuşkusuz en az hücumda üstlendiği rol kadar büyük. İçeride kapladığı alan ve çember savunmadaki başarısı önde basan guard’ların bir anlamda güvencesi. TAKIM OYUNU Bu sene NBA’in zirvesindeki ekipleri incelediğimizde çoğunda tek bir oyuncunun değil de takımın ön plana çıktığı görülüyor. Atlanta, Golden State, Portland, Dallas, Milwaukee... Memphis de bu takımlardan birisi; gösterişli oyuncular yerine takım içinde uyumlu olabilecek oyuncular seçen bu organizasyonlar şu anki akımın öncüleri. Memphis’i de


K Ü ÜÇL I S I R N TA o n av İ c YA Z I : A l İ K

a n ı s a r a ı r a l a f y sa u l z o t n i h i n r e a t d , r k e l n r u ö t D u ş m k a l ü S üy b n e ş i m ç e g ş i daldı ve gelm c’in saygıyı hak eden hayat Peja Stojakovirar gösterime sundu hikâyesini tek



Peja Stojaković


B

asketbol izlemeye Eurobasket 2001 ile başladım. Ülkemizde düzenlenen bir makul turnuvadan daha iyi bir başlangıç noktası da olamazdı. Türkiye için kesinlikle harika bir turnuvaydı. Ancak turnuvanın mutlak hâkimi Yugoslavya’ydı. Hoş, öyle olmaması da imkânsızdı. Bodiroga, Tomasevic, Gurovic, Jaric, Rakocevic, Scepanovic, Drobnjak ve elbette Stojakovic. Oldukça dengeli ve genç olmasına rağmen olgun ve dominant bir takımdı. Takımın en büyük yıldızı Bodiroga olsa da en önemli skoreri ise Peja Stojakovic’ti. Onun MVP olduğu turnuvada şampiyon Yugoslavya oldu. Peja ve bir diğer idolüm Hidayet turnuvadan sonra Sacramento Kings formasıyla beraber mücadele etmek üzere ABD’ye döndüler. Benim de ilgim o gün onlarla birlikte NBA’e döndü. O günden bu yana bu odak hiç değişmedi. Uluslararası turnuvalar dışında Avrupa basketbolunu hiçbir zaman çok sevmedim. NBA benim için her zaman birkaç adım önde. Avrupalı basketbolcuların, farklı bir basketbol kültüründe ortaya koyduklarını izlemek bana her zaman daha cazip geldi. Bir Avrupalı olarak, Avrupalı basketbolcuların Avrupa normlarındaki mücadelesini izlemek hiçbir zaman çok heyecan verici olmadı. Özel bir skorer Peja için de durum böyleydi. Henüz 20 yaşında 20 sayıyı aşkın bir sayı ortalaması tutturduğu Yunanistan Ligi’nde şampiyonluk yaşamıştı. Aynı performansı Euroleague’de de aynen sürdürürken, Sırbistanlaşan Yugoslavya ile uluslararası basketbolu domine etmeyi de sürdürüyordu ve en nihayetinde olması gereken oldu. Peja, 1998 yılında henüz 21 yaşında NBA’in yolunu tuttu ancak 1998-99 sezonunda yaşanan lokavt, parkelerde sahne almasına engel oldu. Bu süre zarfını da Yunanistan’da geçirdikten sonra NBA’e gidebildi.

Kariyer ortalaması olan yüzde 40 üçlük yüzdesini tutturmayı başarırken sayı ortalamasını 20’nin üstüne çekiyordu. Gerçekten özel, çok özel bir skorerdi. Stojakovic, ilk beş başladığı ilk sezondan itibaren All-Star potansiyeline sahip olduğunu gösteriyordu. Yılın en çok gelişme kaydeden oyuncusu ödülünü Tracy McGrady’ye kaptırsa da en dikkat çekici oyuncular arasında yer almıştı. Eurobasket 2001 ise şüphesiz asıl sıçrama noktası oldu. NBA’e döndükten sonra da arkasına bakmadı. Sayı ortalamasını 21’e çıkararak ilk kez All-Star seçildi. Kariyeri tırmanıyordu ve kafasına koyduğunu yapmaya başlamıştı. Tıpkı çocukken yaptığı gibi… Bir yıldız doğuyor Peja Stojakovic, 1977 yılında Pozega’da doğdu. Bir Sırp olarak Hırvat topraklarında doğmak 1977 yılında büyük bir problem değildi. Ancak kısa bir süre sonra Tito ölecek, Yugoslavya dağılma sürecine girecekti. Stojakovic, ailesine teşekkür etmeli; zira o henüz çocukken Belgrad’a göçtüler. Zaten kısa bir süre sonra da savaş patlak verdi. Pozega’da SırpHırvat çatışmasının ortasında kalmaktan kurtulan Peja, Belgrad’da başka bir savaşa; basketbol mücadelesine çok erken başladı. Kızılyıldız formasıyla henüz 15 yaşında profesyonel oldu. Drazen Petrovic veya Dejan Bodiroga değilseniz bu hiç kolay değil. Peja, bunun üstesinden gelmeyi başardı ve basketbol dünyasında onlar kadar itibarlı bir yer edindi çünkü gerçekten özel bir adamdı. Avrupalı bir oyuncunun NBA’de Peja kadar mühim bir yer edinmesi için kendine has bir stile sahip


Peja Stojaković


olması gerek. Farklı bir fundamental, farklı bir şut stili ve ritmi veya farklı bir pas yeteneği. NBA’de kalıcı olan tüm Avrupalıları inceleyin, bunları görürsünüz. Peja’yı özel kılan şutörlüğüydü. Özgüveni ve basketbol bilgisiyle de ABD’li forvetlere nazaran önemli bir fark yaratıyordu. Tüm kariyeri boyunca şut atmaktan bir an olsun çekinmedi. Büyük dost Divac 2001 yılında All-Star seviyesinde bir oyuncuyken de durum böyleydi; 2011 yılında şampiyonluğa giden bir takımın rol oyuncusuyken de. Ona karşı çok kez oynayan Lakers forveti Rick Fox durumu şöyle özetlemişti: “Peja şut atmaktan bir an olsun çekinmez. Gözünüzü ondan sadece 1 saniye ayırdıysanız başınız belada demektir.” Durum gerçekten de böyleydi. Peja cezayı kesiyordu. Sıradan bir normal sezon maçı, bir Avrupa Şampiyonası finali, play-off’lar... Seviye ne olursa olsun, Peja şutunu buluyor ve rakibi üzüyordu. Peki bunu nasıl başarıyordu? Yüzde 40 isabet oranıyla NBA gibi bir ligde 1.760 üçlük sokmak göründüğü kadar kolay mıydı? Peja verdiği her röportajda çok çalıştığını yineliyordu: “Saha içinde ve dışında bir an olsun durmamaya çalışıyorum. Yüksek bir enerjiyle mücadele ediyorum. Önemli basketbol yeteneklerine sahibim. Bunlara ihanet etmek istemem. Çalışırsam istediklerimi başarabilirim ve hiçbir şeyden korkmama gerek kalmaz.” Elbette bazı korkuları vardı ve bunu açıkça söylüyordu. 1998 yılında bir Avrupalı için 21 yaşında NBA’e gitmek hayalperest bir davranıştı. Kalıcı olmak gerçekten zordu ancak Peja’nın ufak bir şansı vardı; Divac oradaydı. Kendisi de çok kez Divac’ın kariyerindeki yerinden söz etti. Kısa bir süre sonra onlara kendileriyle aynı dili konuşan Hedo da katıldı. Peja böyle olmasaydı işinin zor olacağını daha sonraları kabul ediyor ve kariyerinin sonlarına doğru ESPN’e şöyle söylüyordu: “Divac’ın burada olması harikaydı. İlk yılınızda kendinizi yabancı hissedebilirsiniz ancak Vlade sayesinde ben bu hissiyatı yaşamadım.”

“SevİyePejaneşutunu olursa olsun, buluyor ve rakİbİ üzüyordu”


İşin sırrı çalışmak Stojakovic’in kariyeri boyunca NBA’e yabancılık çektiği söylenemez. Erken gittiği bu ligin dinamiklerini kolaylıkla kavradı. Özel yetenekleriyle kendini kabul ettirdi, bu yeteneklerini çalışkanlığıyla değerli kıldı. Peja’nın özellikle idman sonrası 100 üçlük atmaktan büyük keyif aldığı biliniyordu. Koçu Rick Adelman’a göre kolay kolay 70’ten aşağı atmazdı. Takım arkadaşlarına göre 100 şutun 85’ini soktuğu olurdu. Sırf boyu uzun olduğu için basketbola başlayan birisi için fena olmasa gerek! Stojakovic, Sırp televizyonuyla yaptığı söyleşide bu konu hakkında şöyle konuşmuştu: “Avrupalı tüm gençler gibi benim de ilk tercihim futboldu. 13 yaşına kadar futbolla çok içli dışlıydım. Doğrusu iyi de oynuyordum. Hayalim hep profesyonel bir sporcu olmaktı ve futbolcu olacağıma kesinlikle inanıyordum. Ancak 13 yaşından sonra boyum bir anda uzadı. Gerçekçi bir kararla basketbola yöneldim. Kardeşimle beraber sık sık oynamaya başladık. Kısa bir süre sonra bu işte de iyi olduğumu

fark ettim ve şanslıyız ki Belgrad’da yaşıyorsanız ve iyi basketbol oynuyorsanız keşfedilmeniz genelde kısa sürer.” İç savaş şartları Belgrad’ı çepeçevre sarmış olsa da Peja’nın dediği oldu; Kızılyıldız bu süper çocuğu hemen kaptı. Kısa süre içerisinde Avrupa’nın en büyük potansiyellerinden biri olarak anılmaya başlandı. Bu potansiyeli de büyük oranda parkeye koydu. Üç kez üst üste NBA All-Star, bir NBA şampiyonluğu, iki üçlük yarışması şampiyonluğu, bir Dünya ve Avrupa şampiyonluğu, onlarca bireysel ödül... İşte bir efsanenin anatomisi. Kariyerinin son dönemlerinde her sezon başında “Peja artık bitti. Yürüyecek hali yok” denilse de zirvede bırakma keyfini yaşamış nadir oyunculardan biri olarak adını NBA tarihine yazdırdı. Ayakları çok yavaş olduğundan 2011 finalinde “LeBronsal” sebeplerden tercih edilmese de o sezon takımını finale taşıyan isimlerin başında geliyordu. Özellikle Lakers serisinde yaptıklarıyla yüzüğü sonuna kadar hak etti. Bu ilham verici kariyere de böyle bir son yakışırdı.


Peja Stojaković


Peja Stojaković


Milli takım belirsizliği Peja gibi özel adamlar, gençlere ilham kaynağı olmaya devam edecek. Özellikle Avrupalı bir genç için Peja’dan daha uygun bir rol model aramak gereksiz. Ancak onun gördüğü saygıyı sadece yaşlı kıtayla sınırlandırmayalım. Kings kariyeri bittikten sonra, yakın dostu Divac ile birlikte 16 numaralı forması Kings tarafından emekli edildi. Bu ikili, Kings tarafından forması emekli edilen ilk oyuncular oldu. Bugünlerde basketbol faaliyetlerini Kings bünyesi altında sürdürüyor. Henüz önemli bir resmi görevi yok. Yunanistan merkezli kendi adını taşıyan vakfı vasıtasıyla da sosyal çalışmalarını sürdürüyor. Özellikle Balkan ülkelerindeki ihtiyaç sahibi çocuklara yardım etmeye çalışıyor. Sırp vatandaşlığının yanı sıra Yunan vatandaşlığı da bulunan, hatta askerlik görevini Yunan ordusunda tamamlayan Peja, Glyfada’da Yunan eşi Elaka Kamila ile yaşıyor. Sırbistan olimpiyat komitesi başkanı Vlade Divac ise geçtiğimiz yıl Başbakan Vucic ile yaptığı görüşmede Peja’nın spor bakanı olması konusunda görüş bildirmiş, Yunanistan’da yaşamaktan memnun görünen Stojakovic duruma pek de sıcak yaklaşmamıştı. Doğrusu milliyetçi Sırpların, askerliğini Yunan ordusunda yapan bir isme, o isim Peja Stojakovic bile olsa ılımlı yaklaştığı söylenemez. Zaten Hırvatistan doğumlu olan Peja da Yugoslavya resmi olarak dağıldıktan sonra Sırbistan Milli Takımı’na mesafeliydi ve Sırbistan&Karadağ Milli Takımı formasıyla sadece bir büyük turnuvada yer aldı. Ancak bu problem, görkemli kariyerini hiçbir zaman gölgelemedi. Peja da hiçbir zaman milli takıma yönelik sivri ve sert bir çıkış yapmadı. Onun gibi simge isimlerin koç olarak görev yapması Avrupa basketbolunun gelişimi için büyük önem taşıyor. Peja’nın eski takım arkadaşlarından Chris Webber ise bu konuda ona şaka yollu takılıyor: “Peja oynadığı dönemde ligin en iyi şutörlerinden biriydi. Onun yeni oyunculara katabileceği çok şey var. Onu koç olarak düşünebiliyorum ancak takım elbiseyle pek hayal edemiyorum. Ona parkede olmak çok yakışıyordu, belki de bundandır.”

“Peja gİGENÇLERE bİ özel adamlar, İlham kaynaĞı olmaya devam edecek”


DEVLER SAHNE ALIYOR!

EuroLeague TÜM GRUPLAR VE TAKIMLAR


e


A GRUBU YAZI: Eren Tolga Onur


B

urası A Grubu, Sürprizlere Hazır Olun

Son senenin iki Final Four ekibini kesiştiren bu grup için, kadrolar şekillenmeden önce ‘görece’ kolay diyebilmek mümkündü. İlk iki sıranın belli olduğu, kalanların da gelecek tur elenmek için bilet kovaladığı bir grup görüntüsünü düşünülebilirdi. Fakat geldiğimiz noktada; Real’in çizgisini sürdürüp ipi göğüsleyeceğini, geri kalan kısımda ise bolca kemik sesi çıkacağını söylemek mümkün. Yine de ikincilik için, yakından gözlemleme şansı da bularak rahatça konuşabildiğim Fenerbahçe’yi net aday olarak görüyorum. Takımın birinciliği zorlayabilmesi için oturtması gereken bir iki nokta var. İlk dördün diğer iki adayı için üç önemli takım bekliyor. Khimki orantısız bir dış-iç dengesi kursa da korkutucu bir dış alana sahip. Roller düzgün paylaşılırsa –ki ben buna pek ihtimal vermiyorumbeklenenin yukarısına da çıkabilme potansiyelleri mevcut. Bayern, Pesic önderliğinde beklenen o patlamayı hala yapamamış olsa da ortalama üstü ve mücadele gücü yüksek bir takım oluşturdu. Boban’ı kaybeden Kızılyıldız ise birçok yeni takviye ve bir sene daha gelişmiş genç oyuncularıyla bu noktayı zorlayacaktır. Geçen senenin Fransa normal sezon şampiyonu ve finalisti Strasbourg ise önemli iki oyuncusunu kaybedip, yine de yakın kalibrede bir kadro kurdu. Bu takımların arasında barınması zor olsa da, bu tarz takımların grubun kaderini çok büyük ölçüde değiştirdiklerini her sene tecrübe ediyoruz.

Bizi bilen bilir

Real Madrid sonunda, beklediği o kupayı alabildiği bir sezonu geride bıraktı. Son senelerin hemen hemen hepsinde çok iddialı kadrolarla girdiği bu kulvarda, gerek kadroyu beklendiği gibi kullanamayan koçlar, gerekse bir türlü aradıkları mental sertliğe ulaşamayan kadro yapılarıyla her daim hüsranla biten serüvene dönüşen seneler geçirdiler. Sonunda Laso’ya bir kez daha güvenmeyi seçtikleri bu sezonda mutlu sona ulaştılar. Mejri ve Bourosis gibi geçen sene için beklenen istikrarı sağlayamayan ama büyük beklentiler içeren isimleri pota altından ayrıldı. Slaughter da, son iki senede katkı verememiş olsa da, pota


A GRUBU

altından ayrılan isimlerden. Gelen Thompkins hamlesine ve bir önceki cümlede belirttiğim ‘istikrarı sağlayamayan’ ibaresine rağmen bu kısım Real için sıkıntı oluşturabilecek en önemli alan olarak duruyor. Thompkins’in Nizhny sonrası, daha az topla buluşacağı bir yapıda yapacakları soru işareti. Reyes bir yıl daha yaşlandı ve fiziksel olarak oyunda var olan bir oyuncu için bunun sezonun ilerisinde neler getireceği önemli bir ayrıntı. Keza Nocioni de geçen sene için sadece sezonun son bölümünde beklenen katkıyı verdi. Ek olarak; Top 16 sonrası düzenli verdiği üçlük katkısına rağmen Real için fazla bir şey ifade etmeyen ama benim genel olarak değerini bulamadığını düşündüğüm Rivers’ı da gruptaki Bayern’e göndermeleri bir diğer bahsedilmeye değer hamle olarak gözüküyor. Yazın başlarında Fernandez, Rodriguez ve Lull’u kaybetmenin eşiğine gelen Real Madrid’in bu üç ismi de kadroda tutmuş olması her şeyden önemli. Avrupa’nın en korkutucu dış üçlüsüne sahipler. Pota altı için geçmiş senelerdeki kadar zengin bir rotasyonları olmasa da şampiyonluğun en güçlü adaylarından biri olarak, güvenleri tazelenmiş bu takımı görmek mümkün.

Yine Yeni Yeniden

Fenerbahçe geçen sene Obradovic önderliğinde tarihinin en iyi sezonunu yaşadı. Hickman sakatlanmadan önce Avrupa’nın o dönemdeki en iyi basketbolunu oynayan takımıydı. Mağlubiyetin beklenebilir bir sonuç olarak

gözüktüğü Real Madrid maçında yaşanan hezimet ve sonrasındaki Karşıyaka serisi ise Fenerbahçe’yi bambaşka bir noktaya doğru taşıdı. Obradovic’in Karşıyaka maçı sonrası yaptığı açıklamalardan bir operasyon yapılacağını anlamıştık ama bu kadarını bekliyordum dersem yalan olur. Fenerbahçe bir ara Euroleague’in en az sayı yiyen takımı olsa da, bireysel olarak kolay geçilebilen ve oyunun sadece hücum yönünü oynayabilen oyuncuların

hemen hemen hepsini takımdan gönderdi. Emir, Serhat ve Oğuz Daçka’ya, Goudelock Çin’e, Zoric Cedevita’ya, Bjelica ise NBA’ye doğru yol aldı. Geçen sezenonun sonunda ‘bir iki takviye yapılıp, zirveye oynanır’ fikrine kapılan taraftarlar ise yine ve yeniden yeni bir yapılanmayla karşılaştılar. Datome, Sloukas, Udoh, Kalinic, Antic ve Dixon gibi önemli isimler kadroya katıldı ve tamamen yeni bir yapılanma oluşturuldu. Takımın yeni düzenine bakıldığında; Sloukas’ın sürekli olarak beklediği


–ve bu görüşle daha iyi teklifleri kabul etmeyip Obradovic’in kollarına sarıldığı- o liderlik rolünün verildiği ve rollerin daha keskin bir şekilde belli olduğu, mücadele gücü çok çok yüksek bir takım bizleri bekliyor. Obradovic’in geldiği seneden beri sahadaki liderini aradığı ve kazanan, güçlü karakterleri bulundurmak istediği düşünüldüğünde, Dixon ve Antic transferi de daha anlamlı gözükebilir. Fenerbahçe’nin her şeye rağmen çok düzenli bir kadro kurduğunu düşünüyorum. Sloukas’ın liderliği kotarması, Bogdan’ın bir adım daha öteye gitmesi ve Hickman’ın belirli bir seviyede katkı verebilecek şekilde dönmesi gibi bileşenleri bir arada bulundurmaları gereken riskli bir sezon geçirecekler ama çok çok uçuk beklentiler olarak adlandırmak yanlış olur. Udoh’un adaptasyonunun sonrasında; Vesely’nin evrildiği hale bakılınca, Avrupa’nın en iyi pota altı rotasyonlarından birine de sahip olacaklardır. Yine Final Four için en önemli adaylardan biri olduklarını düşünüyorum.

Yeşil Yol

Avrupa’nın, kaliteli Çin’i olarak adlandırılabilecek Rusya’nın bizlere sunduğu yeni prensi karşımızda. Lig finali ve ardından gelen Eurocup şampiyonluğu ile birlikte burada oynamaya hak kazandılar. Geçen sene oluşturdukları kadronun üzerine bol yeşilli yeni eklemeler yaparak bu senenin dikkat edilmesi gereken takımlarından biri olmayı da başardılar. Yazının girişinde de belirttiğim gibi, Avrupa’nın en potansiyelli kısa rotasyonlarından birine sahipler. Rice ve Koponen önderliğindeki dış alana Dragic ve Shved eklemeleri de gelince iyice korkutucu bir hal aldılar. Yine de, bu dörtlüye ek; Monya, Honeycutt gibi isimler düşünüldüğünde pek parlak bir rotasyon öngöremiyorum. Koponen yıllar boyunca lider oyuncu olarak boy göstermiş ve bulunduğu takımların –milli takım da dahil- en yetkili abisi olmayı seven bir basketbolcu. Saydığımız diğer isimlerin de topun bir kısmını isteyecekleri mutlak. Kurtinatis bu kadroya nasıl bir paylaşım yaptıracak gerçekten merak ediyorum. Claver’in gitmesi sonucu Todorov’u kadrolarına eklediler. Sakatlanmadan önce Avrupa’nın en önü açık oyuncularından birisi olarak gördüğüm Paul Davis ve Augustine ile birlikte pota altını çevirmeleri beklenecek. Özetle, Khimki’nin çok kopuk bir kadro kurduğunu düşünüyorum. Dış rotasyonları çok fazla top isteme potansiyeli olan oyunculardan kurulu. Kenarda bu rotasyonu kusursuz ayarlayabilecek bir koç olduğuna inanmıyorum. Pota altı ve dış alan arasında da yeterlilik ve potansiyel açısından büyük uçurumlar var. Khimki’nin bu gruptan bir şekilde üçüncü çıkacağını düşünsem de, sosyal medyada oluşan kanının aksine, kalan yol için pek umutlu konuşamayacağım.

Pesic’in askerleri

Bayern özellikle Pesic sonrası, potansiyeli yüksek, dirençli ve seviye atlamasını beklediği takımlar kurdu. Yine de hem ligde hem de ülke dışında beklenen istikrar ve patlamayı bir türlü gerçekleştiremedi. Geçen sene yalnızca iki galibiyetle elendikleri Euroleague’in ardından, ligde de finalde havlu attılar. Bu sene yine birçok gelen gidenin olduğu kadronun artık beklenen istikrarı sağlayıp sağlayamayacağını göreceğiz.


A GRUBU


bahsediyoruz. Marcus Williams ve Jenkins’i Milano’ya, Blazic’i ise Laboral’e gönderdiler. Ayrıca takımın önemli parçalarından birisi olan Kalinic’i de aynı gruptaki Fenerbahçe’ye güzel bir buy-out ile bıraktılar. Sezonun en ses getirici transferlerinden birisi olan Schortsanitis transferi ilgi çekici bir hamle oldu. Vücut durumunu ve bulunduğu ruh halini görmek lazım diyerek konudan uzaklaşmayı seçiyorum. Mekel, Nastic, Thompson ve Simonovic gibi giden oyuncuların yerine güzel şekilde oturulabilecek, kapasiteleri takımınkiyle örtüşen oyuncuları da alarak izlenmesi güzel, merak uyandıran bir kadro kurdular. Ayrıca ek olarak; bu sene artık Mitrovic’in sırası geldi diye düşünüyorum. Çok iyi başladığı sezonu, tuğla atarak tamamlamış olsa da bu sene ondan beklentim çok yüksek. Koç Radonjic de Avrupa’nın güzel adamlarından birisi olabilme potansiyeline sahip. Gerek açıklamaları, gerekse elindeki kadroyu kullanabilme yetisiyle dikkat çeken koçlardan. Onun bu yenilenen kadroyla neler yapabileceğini merak ediyorum. Sofo’nun durumu, gençlerin geldiği nokta ve yeni parçalarla birlikte oluşan resim merak uyandırıcı. Dördüncü koltuk için verecekleri mücadeleyi izlemek için sabırsızlanıyorum.

Bizim de normal sezonu lider bitirmişliğimiz var Öncelikle, tüm bu istikrarsızlığa rağmen Pesic’e güvendikleri belli. Bu senenin başında iki yıl daha sözleşmesi uzatıldı. Schaffartzik ve Benzing gibi iki önemli rol oyuncusunu kaybettiler. Sezon ortası alıp, kısa süreli sözleşme imzaladıkları ve beklenen etkiyi yapamayan Bo ile de yeni bir sözleşme imzalamadılar. Deon Thompson, Renfroe ve Kleber gibi önemli etkiler yapabilecek eklemeler yaptılar. Ek olarak da Real’den ayrılan Rivers’ı aldılar. Renfroe ve Rivers eklemeleri takımın dış alan rotasyon genişliğini bir hayli arttırdı. Yine çok büyük yıldızlar barındırmayan ama hatrı sayılır bir harcamayla oluşturulmuş kadro yapıları ile karşımızdalar. Djedovic’in daha dengeli bir karaktere bürünüp takımın liderliğini aldığı, Renfroe’nin direksiyonu yadırgamadığı ve Rivers’ın da beklenen özgürlüğü alması ile birlikte takıma yeni bir hava katacağı bir sezon bekliyorum. Bu tahminin Pesic’e yıllardan beri beslediğim

sempati ile de bir alakası olabilir ama o kadar torpili de hak ediyor diye düşünüyorum.

Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?

Basketbolun en güzel hikayelerinden birisi olan Partizan – Kızılyıldız hikayesinin bir tarafına geldi sıra. Dule, son senelerde çok erken kaptırılan genç oyuncular –ki hepsinin çıkış noktası aynı problem- gibi sıkıntılarla uğraşan Partizan’a nazaran daha huzurlu olan kısım Kızılyıldız. Ellerindeki oyuncularının önemli bir kısmını kaybetmelerine rağmen, yapabilecekleri iyi hamleleri yaptılar, her açıdan kıyaslanmaya mahkum oldukları Partizan’ı geçen sene finallerde süpürdüler ama hala daha kanayan bir yara mevcut: Boban artık yok. Boban artık yok ve bu gerçekten azımsanacak bir şey değil. Geçen senenin verimlilik puanı da dahil birçok alanına ambargo koymuş, tek başına etki edilebilecek her istatistiği ezip geçmiş bir oyuncudan

Strasbourg Son iki sezonun Fransa ligi normal sezon lideri olmasıyla dikkat çekmişti. Geçen sezon toplamda dört mağlubiyet aldıkları ligin sonunda şampiyonluğu finalde kaybettiler. Fransa Ligi’nin kendi içinde çekişmeli, dış sınırlarda yetkisiz görüntüsü içerisinde kaybolup kaybolmayacaklarını göreceğiz. Geçen sezonun önemli parçalarından Ali Traore ve Diot’u kaybederek sezona başlayan Strasbourg, Beaubois, Kyle Weems ve Collins ile dış rotasyonlarını bir hayli güçlendirdi. Ali Traore’nin yerine ise Malaga’dan Golubovic ile doldurdular. Her ne kadar kendi liglerinde ortalama üstü bir başlangıç ile merhaba dese de bu hamlenin onlar için yeterli bir takviye olduğunu düşünmüyorum. Dış oyuncuları tehlikeli ve delici isimlerden oluşuyor. Özellikle son eklemeler ile birlikte, izlemesi zevkli bir dış alanları var. Yine de mevcut pota altı rotasyonu ile bu grupta ve organizasyonda pek fazla barınabileceklerini sanmıyorum.


B GRUBU YAZI: BUĞRA BAYAZİT


T

epe Belli Ama Arkası Savaş!

B Grubu için bu başlığı seçmiş olmamızın sebebi bir yandan Efes-Oly ikilisini barındırması, diğer yandan ise grubu tamamlayan diğer 4 ekibin yakın zamanda yeni koçlarla çalışmaya başlaması (Baskonia, Milano, Cedevita bu yaz; Limoges geçen sezonun sonunda koç değişikliğine gitti). Bütçeler ve geçtiğimiz sezonlardaki konumları bir kenara bırakarak bile koç-oyuncu iskeletinin korunup korunmamasına bakarak bir değerlendirmeye varmak mümkün.

Pire’de Yeni Bir Gün Doğuyor

Mali krizden sonra yönünü ve Avrupa’daki mevkisini kaybetmeyen Olympiacos’un birkaç değişiklikle mayıs ayında tekrar tepede olacağına dair tahmin yürütmek için müneccim olmaya gerek yok. Dunston-Patric Young değişimi sonrası ikili oyun savunmasında kaliteyi korumak bu sezonki en önemli öğe gibi duruyor sezon başı için. Dunston harika ilk sezonun ardından geçtiğimiz sezon Othello Hunter’la rolleri bölüşmüştü, Patric’in yaptığı çıkış buraya yansımasına güveniyor olsa gerek teknik kadro. Belki de bundan daha önemli eksik Kostas Sloukas. Evet Olympiacos’un direksiyonunda son dönem Avrupa’sının en dominant oyuncusu var. Ama hem Spanoulis’in olmadığı/oyundan düştüğü anlarda hem de onunla birlikte topa yön verebilecek ikinci bir isim olarak fazla göz ardı edildiğini düşünüyorum Sloukas’ın. Daniel Hackett’ın o role uyum sağlama süresini minimuma indirmeleri gerek. Solak ve yarı saha hücumuna uygun olabilir ama maalesef bir Euroleague şampiyonluğu adayına uyum sağlamak için bundan fazlası gerekiyor. Spanoulis’i kusursuza yakın tamamlayan parçalar Olympiacos’un yükselişinde büyük pay sahibiydiler. Birkaç değişiklik ve bir sene yaşlanma payıyla Spa’nın daha kompakt olması gerekebilir.

Hasat Zamanı

Anadolu Efes geçtiğimiz sezon Dusan Ivkovic’le zemin etüdü adı altında geçmişti ve esas beklentinin bu sezon için olması gerektiği belirtiliyordu. Sezon ortasında gelen Heurtel’e bu


B GRUBU

yaz, onun stiline uygun iç-dış eklemeleri de yapıldı ve Ivkovic’in Efes’i artık ektiklerini biçmek ve istediği sonucu almak için yola çıktı. Fakat hasat her zaman verimli geçmeyebiliyor. Tüm hücum düzeninin merkezinde olan Thomas Heurtel aynı zamanda savunmada handikap yaratmaya müsait bir oyun kurucu. Bunun takım savunmasına nasıl sirayet ettiğini takıma katıldıktan önce ve sonra rastgele birer maç izleyerek görmek mümkün. En sıcak örneği ise Cumhurbaşkanlığı Kupası maçı. Onu savunmada saklamaya çalışırken veya yardımla rotasyona girerek takım başarı sağlasa da ekstra efor sarf ediliyor. Koç da bu ekstra eforun Heurtel’in hücumdaki etkisini dengeleyebileceğini düşünüyor belli ki. Kuban’dan transfer olan Derrick Brown biraz daha kendi skorunu üretmeye yetkin bir oyuncu olsa da (Karşıyaka’daki değişimine rağmen) Jon Diebler ve Euroleague’in en değerli undersized uzunlarından Bryant Dunston-Alex Tyus hücum anlamında Heurtel’in eline bakar pozisyonda


olacaklar çoğunlukla. Takım için bu kadar mühim 3 ismin performans olarak tek merkezden etkilenebilmesi Heurtel’in form değerini katlıyor. Bir parantez de bir yıldıza dönüşmeye başlayan Cedi’ye olsun. Geçtiğimiz sezonki oyununu bu yaz Milli Takım’la sonraki seviyeye getirmeye başarmıştı. Şimdi Final Four için kurulan bir kadroda yerini sağlamlaştırırken kendini geliştirmeye devam ediyor. Savunmadaki gayreti de, hücumda sorumluluk almak için kendine güveni de artmış gözüküyor. Onun adına Euroleague Rising Star ödülünü konuşmak için erken gözükebilir, aslında değil.

Perasovic Döndü, TAU Da Döner Mi?

Bu yazın en şaşırtıcı gelişmelerinden biri tecrübeli Hırvar koç Velimir Perasovic’in Laboral Kutxa’yla anlaşması idi. 2000’lerde Baskonia’yla özdeşleşen Dusko Ivanovic’in 3 sezonluk Barcelona macerasında 2 sezon Tau’nın antrenörlüğünü yapmış ve Euroleague Final Four gibi başarıları kulübe getiren isim olmuştu Perasovic.Yine Ivanovic sonrası Fetret Devri’ne giren Bask hanedanlığının kurtuluşu için daha uygun kim olabilirdi ki? Kadroda yapılan değişikliklere rağmen Perasovic’in geçen sezonun ortasında takıma katılan guard ikilisi Mike James ve Darius Adams’ı bozmamış olması önemli bir anektod. Biraz hareketli bir yaz geçirdiler ve Toko Shengelia’nın sakatlığı ardından bu aktiflik biraz daha sürecek gibi duruyor. Geçen sezon Ibon Navarro’nun koçluğu devralışıyla oluşan kazançlardan Kim Tillie ve kiradan dönen Adam Hanga ise diğer mevcutlar. Sorun adledilebilecek nokta ise 5 numara rotasyonu. Birkaç sezondur üst seviyede tutunmakta zorluk çeken ve hücum yönü kısıtlı Darko Planinic’le hemen hemen tam zıttı Ioannis Bourousis dakikaların belli bir kısmını bölüşecekler gibi duruyor. Teknolojinin de yaygınlaşmasıyla Bourousis’in yavaş ayakları ve ikili oyundaki savunma zaafı artık herkesin bileceği boyuta geldi. Pota altı sertliği olarak Planinic, ayak çabukluğu ile yardım savunmasında da Ili Diop öne çıkan isimler bu zaafı kotarma konusunda. En son Perasovic-Baskonia koalisyonunda hiç böyle dertler yoktu aslında, Scola-Splitter birlikte başlardı. Geçmiş zaman olur ki...

Gentile’nin Ekip Bu Sefer Sağlam

Luca Banchi’yle inişli çıkışlı grafikte geçen sezonlar ardından Milano’nun Sassari’ye yarı finalde elenmesiyle, yönetim çareyi koç değişikliğinde arama kararı aldı. Milano bench’inin yeni yüzü ise tecrübeli koç Jasmin Repesa. Evet ilk günkü kadar şaşırtıyor insanı bu anektod. Son senelerdeki Repesa takımlarından çok bir farkı olacak gibi durmuyor Milano ilk hafta itibariyle. Savunma eşleşmeleri ve uzun yardımlarının yanı sıra hücumda bu kadar fazla birbirinden izole durmaları henüz sezon başı olmasıyla pek ala açıklanabilir. Fakat alıştığımız Kırmızılardan uzak oldukları tek konu maçın temposu arttığında kontrolün Milano’dan uzaklaşması oldu. Trento biraz da evsahibi avantajıyla yarı sahayı hızlı geçtiği her dakika tarumar etti Milano’nun takım bütünlüğünü. Direkt olarak kadro incelendiğinde de göze çarpması mümkün, hiç olmadığı kadar Gentile’nin


B GRUBU


takımı bu Milano. Krunoslav Simon yine en iyi yardımcı aktör ödülü adaylığını kovalayacak olsa da Ale Gentile’nin psikolojik baskıya cevabı sezonu üç aşağı beş yukarı şekillendirecek gibi. Bir Euroleague takımını omuzlamaya ne kadar hazır olduğunu göreceğiz. Gentile ne kadar yay gerisinde mutlak hakimiyet sahibiyse, boyalı alan canavarı Jamal McLean de içeride aynı tahribat gücüne sahip. Çember seviyesindeki aktifliği ve sırtı dönük oynayabilmesi takıma çok önemli bir opsiyon kazandırıyor. Onun oturduğu dakikaları Gani Lawal ve Stanko Barac paylaşacak. Barac, Lafayette, Simon... Bir tek Roko Ukic’le Slaven Rimac eksik bu kadroda heralde.

Genç Koç, Körpe Umutlar

Hırvatistan’ın mali sorunlardan uzak güzide

basketbol yapılanması Cedevita, son 4 sezondaki 3. Euroleague macerasına yeni antrenörü Veljko Mrsic ile başlıyor (son 2 sezon Repesa’nın yardımcılığından sonra). Halef-selef konumundaki koçların ilk turda karşılaşacak olması da ufak bir tesadüf oldu. Açıkçası koçun mentalitesinin veya kadronun sahada nasıl durduğunu henüz göremedim. Pullen-White-Miro Bilan üçlüsünden ziyade yan rollerde parlamaya aday öncelikle Marko Arapovic, ardından da Karlo Zganec ve Lovro Mazalin göze çarpan yetenekler. Hiçbir şey ilginizi çekmiyorsa bile geleceğe şimdiden tanık olmak için oturup izlemek abes kaçmayacaktır. Fransız Beyefendileri Fark Yaratma Peşinde Fransa Ligi’nin tahmin edilemezliği, elbet ki dengesizliğinden geliyor. Play-Off’lara

nerden girdiğinizin bir önemi yok, sezon sonunda o 8 takımın da şansı neredeyse eşit oluyor. Bu yüzden lig şampiyonları hep bir hor görülmeyle karşılaşmıştır yorumlamalarda mutlaka. Burada itiraz edeceğim nokta ise Play-Off’lara 7 hafta kala gelen koçla kazanılan şampiyonluk. Bu sezonun kadrosu olarak iyi bir uyum sağlamış duruyorlar. Westermann-Schaffartzik birbirini tamamlıyor denebilecek oyun kurucu ikilisi. Randy Culpepper’ın bir yerde kendini kanıtlaması gerekiyor dış skorer olarak fakat Euroleague bunun için doğru ortam mı emin değilim. Fransız Euroleague takımlarının demirbaşı Ali Traore da vaziyet almış durumda. Şampiyon olunan sezondan sonra lig ve Euroleague’de çuvallayan Fransız takımı senaryosu için tüm şartlar uygun.


C GRUBU YAZI: Batuhan Karc覺


G

elenek ile Yenilerin Karışımı!

Barcelona, Panathinaikos, Zalgiris. Kuruluşundan itibaren herhangi bir sezon birazcık Euroleague ile ilgilendiyseniz bu takımların ismini mutlaka duymuşsunuzdur. Bu çok doğal, çünkü bu takımlar 2001’den beri her sezon Euroleague’de boy gösterdiler. Gruptaki diğer 3 takımın ise bu sezondan önce oynadıkları Euroleague sezonu sayısı toplam 2. Yani bu grubu bir nevi tecrübeliler ile tecrübesizlerin çekişmesi olarak görebiliriz. Tecrübeli takımlar kendileri açısından çok da güzel bir sezonu geride bırakmadılar. Barcelona katıldığı hiçbir dalda kupa kaldıramazken Panathinaikos ortalama bir kadronun teselli ödülü olarak Yunanistan Kupası’nı kazandı. Yerel açıdan üçlü arasındaki en başarılı takım olan Zalgiris ise unutmayı isteyeceği bir son 16 serüveni yaşadı. 3 takım da hatalarının farkında ve bu hataları düzeltmek için gerekli hamleleri yaptıklarına inanıyorlar. Kalan 3 takım tecrübesiz olsa da hiç de kötü değiller. Son 3 sezona bir Eurocup şampiyonluğu bir de Euroleague son 16 sığdıran ve iyi yatırımlar yapan Kuban, evinde her takıma korkunç bir gün yaşatabilecek potansiyeli olan Türkiye şampiyonu Karşıyaka ve son 3 sezonda 2 kere Polonya Ligi şampiyonu olan Stelmet Zielona Gora(Tamam, onlar biraz güçsüz olabilir) tecrübeli ekiplere zorluk çıkarmak için çok iştahlılar. Acaba bu 3 takım tecrübelilerden kendilerine kalan tek son 16 bileti için mi kapışacak, yoksa onlardan birini indirebilecekler mi? Bunun cevabını yakın zamanda göreceğiz.

Real’in gölgesinden çıkma zamanı

Barcelona için geçen sezon doğru yoldan gidilip yanlış sonuca varılan bir matematik problemi gibi geçti. İspanya’daki 3 kupada da finale kalıp hepsinde ezeli rakibi Real Madrid’e kaybeden Katalan temsilcisi Euroleague’de de son 8 eşleşmesinde Olimpiakos’a karşı 1-0 önde olduğu seriyi 3 maç üst üste kaybederek Final Four şansını kaçırdı. Mario Hezonja, Tibor Pleiß ve Marcelinho Huertas NBA yolunu tuttular; Edwin Jackson, Bostjan Nachbar ve Maciej Lampe ise takımdan ayrıldı. Bunun üzerine Shane Lawal, Moussa


C GRUBU

Diagne, Samardo Samuels ve Aleksandar Vezenkov’u renklerine bağlayarak uzun rotasyonunu neredeyse baştan aşağı değiştiren Barcelona, oyun kurucu olarak da tecrübeli Carlos Arroyo’yu takıma kattı. Takıma katılan diğer isimler ise Anadolu Efes’ten tanıdığımız Stratos Perperoglou ve Eurobasket’te iyi bir performans sergileyen Pau Ribas. 2014-15 Yunanistan Ligi sezonunun MVP’si olan Vezenkov 2013-14 ACB MVP’si Justin Doellman ile beraber 4 numara pozisyonunda hem içeriden hem dışarıdan tehdit oluşturacaklar. Lawal ve Diagne eklemeleri ise pota altı savunmasını güçlendirmek için birebir. Pota altı demişken, Utah Jazz’in ilgisine rağmen takımda kalan Ante Tomic Lawal ve Diagne’den eksikliğini çekecekleri skor katkısını rahatlıkla verecektir. Kısa rotasyonu ise bu kadar opsiyona sahip değil. Takıma yeni katılan Pau Ribas mevkidaşı Brad Oleson gibi iyi bir şutör ancak kariyerinin sonuna yaklaşan Juan Carlos Navarro’nun sıklaşan sakatlık sorunları sıkıntı


yaratabilir. Arroyo ise muhteşem bir Eurobasket geçiren Tomas Satoransky’nin yanında hücum organizasyonu için iyi bir opsiyon ancak yaşı gereği artık aldığı sürenin sahada vereceği verime göre iyi ayarlanması lazım. 3 numarada ise soğukkanlılığı ve doğru tercihi yapmasıyla bilinen Perperoglou takımın dengesini bozmadan kendisinden beklenenleri yapacaktır. Özetle, kadrosunda derin bir yapılanmaya giden Barcelona’nın bu sezon kaybetmeye tahammülü yok. Final Four harici herhangi bir sonuç onlar için başarısızlık olacaktır.

Efsane geri mi dönüyor?

Barcelona ile benzer bir sezon yaşayan Panathinaikos, geçen sezon ligde final oynayıp Euroleague’de son 8’e kalırken Yunanistan Kupası’nı kazanmayı başardı. Ancak aralarındaki en büyük fark, Panathinaikos üzerinde bu kadar büyük bir beklenti yoktu. Kadro kaliteleri de bunu gösterir seviyedeydi zira Türkiye’den rahatça yollanan Esteban Batista ve James Gist’in zaman zaman yıldızlaştığı maçlar oluyordu. Pana bu durumu değiştirmek için öncelikle koç pozisyonuna el attı. Sırbistan’ı 2014’te dünya ikincisi yapan, bu sezon da çok iyi gittiği turnuvada yarı finalde tökezledikten sonra 4. olan takımın hocası Aleksandar Djordjevic göreve getirildi. Djordjevic Sırp milli takımındayken kendisinin bodyguard’lığını yapan uzunları Miroslav Raduljica ve Ognjen Kuzmic ile beraber Sasha Pavlovic, Nick Calathes ve James Feldeine’i kadroya kattı. Esteban Batista’dan Raduljica’ya geçiş yapmak başlı başına takımın uzun rotasyonu için muhteşem bir hamle. Eurobasket’te nefesi tükenene kadar sahada inanılmaz bir performans veren ve rakip uzunları kelime anlamıyla ezen Raduljica’ya NBA’de geçirdiği süre yaramış gözüküyor. NBA’den gelen bir başka Sırp uzun Kuzmic ise geçen sezon hem D-League hem de NBA şampiyonluğu yaşadı ve bu sezon at nalı olmak dışında da bir katkıda bulunmak isteyecektir. Takımın gözüken en büyük sıkıntısı ise Raduljica double team’lerle uğraşırken düzenli olarak ceza kesecek seviyede bir şutörün bulunmaması. Bu konuda en iyi durumda gözüken James Feldeine geçen sezon Cantu ile maç başına yaklaşık 7 üçlük deneyip %38 isabet tutturmuş. 2013-14 sezonunda Fuenlabrada’da oynarken ACB’nin top çalma kralı olan Feldeine Slaughter’ın gidişiyle açılan boşluğu fazlasıyla dolduracak gibi gözüküyor. Geçen sezonki ortalama kadro üzerinde radikal değişiklikler yapan Pana, çok iyi bir koç ve yerinde transferler ile yine son sekize rahatça kalır gibi. O noktadan sonrasını ise rakip ve bireysel eşleşmeler belirler ancak elinizde Djordjevic ve Raduljica varsa hiçbir zaman kolay lokma değilsinizdir.

WIldcard’ın hakkını vermek

Geçen sezona güçlü bir kadro ve Eurocup şampiyonluğu hedefiyle başlayan Kuban Krasnodar için işler beklendiği gibi gitmedi. Eurocup’ta ilk maçtan çeyrek finalin ikinci maçına kadar 19 maçlık bir galibiyet serisi yakalayan Rus ekibi çeyrek finalin ikinci maçında Unics Kazan’a farklı yenildi ve Eurocup üzerinden Euroleague’e gitme hayalleri suya düştü. Euroleague yönetimi de bu hayali duymuş olacak ki kendilerine bir adet Wildcard verdiler.


C GRUBU


Yazıdaki diğer takımlar gibi Kuban da yaz dönemini bol transferle geçirdi. Chris Singleton, Victor Claver, Kyrylo Fesenko ve geçen sezon ülkemizde oynayan Dontaye Draper-Ryan Broekhoff ikilisi bu transferlerden bazıları. Olimpiakos’tan ayrıldıktan sonra 1 sezonluk bir dinlenme süreci yaşayan Georgios Bartzokas’ı da takımın başına getirdiler. NBA’de tutunamadıktan sonra geçen sezon Kuban’da beklenmedik bir kariyer canlanması yaşayan Anthony Randolph ve Malcolm Delaney geçen sezonki kadronun takımda kalan en önemli parçaları. Randolph’ın fiziksel özelliklerini Avrupa’da kullanabiliyor olması ve daha önce oynamadığı pivot pozisyonunda verimli olması heyecan verici bir gelişme. Draper-DelaneyBroekhoff-Claver-Randolph beşi güzel gözükse de bench’e bakıldığında büyük bir sorun gözüküyor. Fesenko ve Singleton savunmalarıyla bilinen oyuncular ve bu konuda etkili olacaklardır ancak bench’te ortaya çıkan bir skor opsiyonu yok. Koç Bartzokas’ın maç içinde bu dengeyi iyi ayarlaması lazım. Kuban’ın bu kadrosu son 16 için yeterli gözükse de bundan sonrası için işleri oldukça zor olacak.

Litvanya geleneği devam ediyor

Kulüp tarihinin 70. Yılı olan geçen sezonu lig ve kupa şampiyonu olarak kutlayan Zalgiris Kaunas, Euroleague’de ise son 16’da pek varlık gösteremedi. Sezon sonu 8 oyuncusuyla yolları ayıran Litvanya ekibi takıma 7 yeni oyuncu kattı. Bu oyuncular içinde Eurobasket’te yıldızlaşan iki ucu keskin bıçak Mantas Kalnietis, geçen sezonu ülkemizde geçiren Pocius ve Seibutis ve Utah Jazz forması altında yaz ligi oynamış Brock Motum ve Olivier Hanlan bulunuyor. Litvanya milli takımını andıran ilk beşleri Kalnietis’in önderliğinde izlemesi güzel bir basketbol oynayacaktır. Kalnietis-SeibutisPocius-Jankunas-Javtokas beşinde spacing problemi yaşanmayacak gibi görünüyor ki yedeklere bakarsak bu trend’in devam edeceğini söyleyebiliriz. Brock Motum 2,08’lik boyuna göre fazlasıyla iyi bir şutör ve Vougioukas ile iç-dış dengesini iyi bir şekilde sağlayabilir. Kolej kariyeri boyunca maç başına %36 isabetle 5 üçlük denemiş Olivier Hanlan da bu dış şut gücüne katkı sağlayacaktır. Eurobasket’de az da olsa görme şansı yakaladığımız, geçen sezon 24

Euroleague maçında ortalama 19 dakika süre almış genç oyun kurucu Lukas Lekavicius ise artık sadece “genç oyuncu” olarak anılmaktan çıkmaya kararlı. Benzer bir durumu 3 numara oynayan Edgaras Ulanovas için de söyleyebiliriz. 2014 yılında VTB’nin en iyi genç oyuncusu seçilen 23 yaşındaki Ulanovas geçen sezon 24 Euroleague maçında Lekavicius gibi maç başına 19 dakika süre almıştı. Bana kalırsa Zalgiris bu kadro derinliğiyle geçen sezona benzer bir senaryoyla son 16’ya kalır ancak oradan sonrasını göremez.

Oyuncular gitti ancak ruh duruyor

Kullanmayı çok sevdiğimiz “peri masalı” kavramını geçen sezonki oyunları ve hikâyeleriyle sonuna kadar hak eden Karşıyaka, bileğinin hakkıyla katıldığı Euroleague’de tarihinin ilk sezonuna çıkacak. Geçen yılki tarihi başarıda çok katkısı bulunan Bobby Dixon, Jon Diebler ve DJ Strawberry gibi isimler takımdan ayrıldı. Bu isimlerin yerini Josh Carter, Justin Carter ve Joe Ragland ile iyi bir şekilde doldurmuş olsalar da geçen yılki başarının en büyük etkenlerinden biri olan, uzun süre birlikte oynamanın getirdiği takım olma duygusunu şimdilik kaybettiler. Ancak bu takım olma duygusunu yaratan adam, koç Ufuk Sarıca’nın hala takımda olduğunu düşünürsek her şey mümkün. Uzun rotasyonuna Colton Iverson ve Kerem Gönlüm’ü katan İzmir ekibi kısa rotasyonuna da Can Altıntığ ve Kenan Sipahi’yi dahil etti. Karşıyaka’nın transferdeki tercihleri geçen sezonki yüksek tempo oyunlarına devam edeceklerinin bir göstergesi gibi. Ragland kağıt üzerinde Dixon’a kıyasla daha iyi bir şutör gibi gözükse de Dixon’ın geçen sezon yaptığı gibi maç başına 8-9 üçlük denemesine çıkınca ortalamalarının aynı kalıp kalmayacağı meçhul. Carter ikilisi ise üçlük çizgisinin gerisinden Strawberry-Diebler’a göre göreceli şekilde daha kötü. Cemal Nalga’yı benzer bir profil olan Iverson ile değiştiren Kaf-Kaf için Kerem Gönlüm eğer depoda yer kaldıysa çok önemli bir isim olabilir. Geçen sezon başarısı için ilk 5’ine çok bel bağlayan Karşıyaka için bu sezon da benzer bir senaryo olacak gibi görünüyor keza bench’te biraz gelişme olsa da genel olarak Euroleague seviyesinin altında isimlerden oluşuyor. Özellikle geçen sezon yerinde sayan

Kenan Sipahi’nin oyun kurucu olarak sorumluluğu ne kadar kaldırabileceği çok kritik. Sonuç olarak Karşıyaka, seyircisinin de desteğiyle grupta sürpriz sonuçlar alabilir ancak son 16’ya kalmalarına çok da ihtimal vermiyorum.

Hayaller Top 16, hayatlar 3. galibiyet?

Polonya ekibi Stelmet Zielona Gora, 3 sezon içinde 2. kez Euroleague’e boy gösterecek. Geçen sezon başarısız bir Eurocup macerasından sonra ligde şampiyon olan Stelmet Zielona Gora’nin hedefi bir başka Polonya takımı Asseco Prokom’un 2009-10 sezonunda yaptığı gibi son 16’ya kalmak olsa da gerçekçi hedefleri ilk Euroleague maceralarında aldıkları galibiyet sayısını(2) arttırmak olacaktır. Polonya Ligi’nde 2 kere yılın koçu seçilmiş koç Saso Filipovski’nin CSKA’daki asistanlık ve Union Olimpija’daki koçluk döneminden Euroleague tecrübesi mevcut. Stelmet Zielona Gora’nın kadrosunda basketbolla orta-ileri seviyede ilgilendiğini söyleyen bir insanın tanıyabileceği iki isim var: Geçen sezon Trabzonspor’un Eurochallenge macerasının yıldızlarından olan Dee Bost ve bir dönem Royal Halı Gaziantep forması da giymiş Dejan Borovnjak. Bu noktadan sonra sizi Polonya Ligi izlediğime inandıramayacağım için kadroyu Google’ın yardımıyla biraz araştırdım. Kadroda 2003 Draft’inde 35. sıradan seçilmiş bir oyuncu(Szymon Szewczyk ), 2014-15 sezonu Estonya Ligi MVP’si(Vlad Moldoveanu) ve 2014-15 Polonya Ligi en çok gelişme gösteren oyuncusu(Karol Gruszecki) mevcut. Takımın gelecek vadeden oyuncusu ise 1993 doğumlu Mateusz Ponitka. 1,97’lik SG/SF 2010 yılında dünya ikincisi olan Polonya U17 takımının önemli oyuncularından biriydi. Geçen sezonu Belçika ekibi Oostende’de geçiren oyuncu 12.7 sayı ortalaması tutturmuş ve ortalama üzeri bir dış şuta sahip. Bu bilgiler eşliğinde Karşıyaka-Stelmet Zielona Gora maçını izlerken arkadaşlarınıza hava atabilirsiniz.(Çok işe yarayacağını sanmıyorum ama olsun, siz deneyin) Kadrosunun %70’ini Google’dan araştırarak öğrendiğim bir takım için tahmin yapmam doğru olmaz ama muhtemelen sonuncu olurlar. Belki de 3 galibiyet rakamına ulaşıp grupta beklentileri en çok aşan takım olurlar, kimbilir.


D GRUBU YAZI: Bora Türkoğlu


B

urada Şaka Yok!

Klişeler, hayatın her alanında olduğu gibi basketbol parkeleri üzerinde de mevcudiyetlerini koruyorlar. Herhangi bir takıma ya da antrenörüne sorsalar, “Gel kardeşim, seni bu sene Euroleague’e alacağız, hangi grubu istersin?” diye, muhtemelen ilk eleyeceği grup D Grubu olur. Evet, girizgahla yapılan yumuşatmadan sonra artık söyleyebiliriz, Ölüm Grubu’na hoş geldiniz. Yetmedi mi? Bu grupta kolay takım yok. Bu grupta öyle herkesin ezip geçeceği averaj takımı da yok. Peki ne var? Brose Basket var, CSKA Moskova var, Unicaja Malaga var, Dinamo Sassari var, Maccavi Tel Aviv var, bir de Türk var. Yani Darrüşşafaka Doğuş… Grubun favorisi, 2003’ten bu yana sadece bir Final-Four kaçıran Rus temsilcisi CSKA Moskova. Favorisi diyoruz çünkü, en yüksek bütçe onlarda, dolayısıyla da kurdukları kadro kalitesi doğal olarak diğer takımların üzerinde. Tek dertleri, 2009’dan bu yana kıramadıkları o şeytanın bacağı. Geçtiğimiz sezon Fenerbahçe’ye Top 8’de süpürülen Maccabi de ilk 4’ün diğer iddialı adayı. Kalan iki bilet için bir tahmin yürütmek hayli zor. Daçka, tam 11 oyuncusuyla yepyeni bir kadro kurdu fakat takım olabilecekler mi, hep birlikte göreceğiz. Brose Basket Almanya şampiyonu, Sassari ise İtalya. Her ne kadar kadroları önemli ölçüde değişmiş olsa da, kolay deplasman değiller. Malaga, kadroya çok önemli eklemeler yaptı. Özellikle kısa pozisyonda çok alternatifli bir takım yarattılar. Burası Euroleague beyler, burası D Grubu… Burada şaka yok! Her şey gerçek…

Tren, Berlin istikametine gider

Girişte de söylediğimiz gibi, CSKA Moskova, 2003 yılından bu yana sadece tek bir Final-Four kaçırdı. Fakat o tarihten bu yana kazandıkları şampiyonluk sayısı yalnızca üç. 2009’da Panathinakos’a tosladılar, 2012 de ise Olympiakos’a. Bu, onların Olympiakos’tan yediği tek darbe değil. Kurdukları devasa bütçeli kadrolara rağmen bir türlü istedikleri şampiyonluk gelmedi. Fırtına gibi estikleri ve toplamda sadece dört mağlubiyet aldıkları geçtiğimiz sene, bu sefer galiba oluyor mu acaba dedik fakat, dörtlü finalin ilk ayağında yine Olympiakos’a takıldılar.


D GRUBU

Takım rotasyonun önemli diyebileceğimiz parçaları CSKA’ya veda etti. Pota altının gösterişsiz ama etkili ismi Sasha Kaun, Cleveland Cavaliers’ın yolunu tuttu. Daha önce NBA havası solumuş atletik forvet Sonny Weems de, Phoenix Suns’la anlaşarak tekrardan hasretini çektiği topraklara döndü. Geçtiğimiz sezon İtoudis’ten dakika almakta zorlanan Markoishvili ise Daçka ile anlaştı. Rus basketbolunun efsane ismi Kirilenko, formasını çıkarıp takım elbise giymeyi tercih etti ve ülke basketbolunun başına geçti. Gelenler mi? Dimitry Kulagin, Joel Freeland, Nikita Kurbanov, Cory Higgins… Freeland’ın bir süre sahalardan uzak kalacak olmasından dolayı da son olarak Ukraynalı Kravtsov ve Ivan Lazarev. Bu takımda tüm kontrol, EuroBasket 2015’in son döneminde psikolojik olarak hırpalanan Teodosic ve Fransız yıldız Nando De Colo’nun. Oyunun potaya yakın tarafında da, Freeland, Hines, Vorontsevich ve Khryapa ön plana çıkacaktır. Grupta zorlanmazlar. Aksilik olmazsa


Final-Four da yaparlar. Gerisini ise Teodosic’e sorun.

Ayağa Kalkmanın Peşindeler

David Blatt yönetiminde elde ettikleri 2014 şampiyonluğundan sonra takım büyük oranda dağılmıştı. Hal böyle olunca, geçen sene beklenilen ivme bir türlü yakalanamadı ve Top 8’de Fenerbahçe’ye 3-0’la süpürüldüler. Geçen seneki hayal kırıklığının faturası bazı oyunculara çıktı ve o isimlerle yollar ayrıldı. Jeremy Pargo, Schortsanitis, Alex Tyus, Aleks Maric, Joe Alexander takıma veda ettiler. Daha önce sarı formayı giymiş Jordan Farmar ile Niznhy’de geçen sene dikkatleri üstüne çeken Taylor Rochestie kısa rotasyonun en önemli parçaları olarak kadroya dahil edildi. Pota altında oluşan boşluğa ise, Almanya’da isminde sıkça bahsettiren Trevor Mbakwe, NBA’den de Vitor Fevarani, Arinze Onuaku ikilisi monte edildi. Topu elinde tutmayı seven iki kısa, Farmar ve Rochestie’nin kendi aralarında yapacağı paylaşım, takımın hücum potansiyelini ortaya çıkarma açısından kritik rol oynayacaktır. Pota altı da sert ve atletik oyunculardan kurulu. Bir kez daha, eski yıllardan görmeye alışık olduğumuz bir oyun izleyeceğiz muhtemelen. Uyumu yakaladıkları müddetçe play-off’lara kadar yürürler.

Bizi De Hesaba Katın

Malaga için denklem basit: Top 16 olması gereken, Top 8 ise başarı. Geçtiğimiz sezon da çok farklı bir senaryo izlemedik. Fenerbahçe ve Anadolu Efes’in yer aldığı zor bir gruptalardı ve bir süre sonra pes ettiler. Kağıt üstünde bu kez daha iyiler ve bunun sinyallerini İspanya Süper Kupa’sı yari finalinde fazlasıyla gösterdiler. Temsilcimiz Efes’le anlaşan Jayson Granger gibi önemli bir oyuncuları ayrıldı. Fakat Valencia’dan transfer edilen Nemanja Nedovic, gideni pek aratmayacak kalitede. Sadece o da değil, kısa alternatifi olarak Edwin Jackson, Jamar Smith ve Daniel Diez kadronun yeni parçalarından. Pota altına Richard Hendrix gibi enerjisi yüksek, blok tehdidi olan ve takıma sertlik getirebilecek bir isim dahil edildi. Tıpkı Sırbistan Milli Takımı’nda olduğu gibi Stefan Markovic bu takımın sigortası. Süper Kupa’da oynadıkları Real Madrid maçında gördük ki, ritim yakaladıkları takdirde yağmur gibi üçlük atabiliyorlar. Kuzminskas çok yönlü bir joker gibi. Yine de söylemekte yarar var, Vazquez ile Hendrix pota altıda alternatifi yok ve bu ileride Malaga için sorun yaratabilir.

İtalya’nın Sürprizi

İtalya Ligi yarı finalinde Milano’yu, yedi maçlık final serisinde ise Reggio Emilia’yı saf dışı bırakan ve şampiyonluğa uzanan Sassari’nin amacı, bir kez daha kendilerinden beklenilmeyeni gerçekleştirmek. Fakat işler Euroleague’de pek öyle olmuyor. Romeo Sacchetti yönetimindeki ekip, kan değişimine gitti. Kadronun en çok süre alan oyuncularından Jerome Dyson, Rakim Sanders, Edgar Sosa, Shane Lawal ve Jeff Brooks’la vedalaştılar. Yerlerine ise, Maccabi’den MarQuez Haynes ile Joe Alexander, Olympiakos’tan Brent Petway, Roma’dan Rok Stipcevic, gibi oyuncuların yanı sıra Christian Eyenga ve Jarvis Varnado dahil edildi. Kalanlar hanesinde ise neredeyse 30 dakika


D GRUBU


sahada yer alan David Logan var. İlk dörde girmeleri için daha kendilerine göre olan ve diş geçirebilecekleri ekipleri yenmeleri gerekiyor. Brose Basket, Malaga ve Daçka bu tarife uyabilir. Kendi liglerini hücum ederek kazandılar, Euroleague’de ise ancak savunma yaparak ayakta kalabilirler.

Biz Buralarda Biraz Yeniyiz De

Darrüşşafaka Doğuş, Euroleague’den kopardığı Wild Card sayesinde ilk kez bu seviyede mücadele edecek ve maalesef, kendileri adına çok kolay olmayan bir gruba düştüler. Yine de, umutları yüksek tutmak gerek. Zira, oyuncu kalitesi olarak Euroleague’i iyi bilen isimlerden bir yapı oluşturuldu. Takıma 11 yeni oyuncu katıldı. Preldzic, Harangody, Redding, Markoishvili, Bjelica,

Slaughter, Ender Arslan, Semih Erden, Oğuz Savaş, Serhat Çetin ve Samet Geyik… Bu geniş rotasyonlu ve bol alternatifli kadro lig ve Avrupa için avantaj olarak gözükse de, ‘takım’ yaratabilme ve oyuncuların saha içinde ritim bulabilmeleri bakımından bazı sorunlar ortaya çıkaracaktır. Deneyimli koç Mahmuti’ye düşen en zor görev de, belirli liderler üzerinden takımın kontrolü ve saha içi dakikalarının paylaşımı. Doku yakalanırsa ilk dört hayal değil. Kurulan yapı saha içi engellerini aşabilecek kapasitede. Fakat işin bir de saha dışı var. Çalışmak, mücadele etmek ve belirli egolardan vazgeçmek gerek.

Bir Alman’ı Asla Hafife Alma

Sevdiğimiz ağabeylerimizden olan İtalyan koç

Andrea Trinchieri ile birlikte Almanya’da şampiyonluğu Bayern Münih’in elinden tekrardan kapan Brose Basket, geçtiğimiz sezon Euro Cup’ta Lokomotiv Kuban engelini aşamamıştı. Bu kez bir üst leveldeler ve kendilerine yer arıyorlar. Kadrodan, geçtiğimiz sezonun iki önemli ismi Ryan Thompson’ı Kızılyıldız’a, Trevor Mbakwe’yi de Maccabi’ye kaptırdılar. Yerlerine ise, pota altında Nicolo Melli ve Gabe Olaseni, kısa pozisyonunda da Nikos Zisis dahil edildi. Wanamaker ile Strelnieks takımın skor yükünü çekecektir. Onlara eklenecek ve yardım edecek oyuncu sayısı da, Bamberg’in yerini belirleyecek ana faktör olacaktır. Kağıt üzerinden Sassari’den iyiler, Daçka’dan kötüler. Bu ezberi bozabildikleri her maç hanelerine artı olarak geri döner.


BÜYÜK HEYECAN BASLIYOR Her geçen gün Avrupa’da daha fazla söze sahİp olmaya başlayan ve tarİhte İlk defa Avrupa’da dördü Euroleague, dördü Eurocup, İkİ takım da FIBA Europe Cup olmak üzere 10 takımla temsİl edİlen Spor Toto Basketbol Lİgİ’nİ sİzİn İçİn İnceledİk.

YAZI: Şaban Işık



ANADOLU EFES



usan Ivkovic ile üçüncü sezonuna girecek olan Anadolu Efes, alıştığımız şekilde neredeyse tüm yabancılarını yenileyerek sezona girmiş durumda. Euroleague Playoff’larında, şampiyon Real Madrid’e kaybetmek kabul edilebilir bir sonuç olsa da, TBL Finali’nde Pınar Karşıyaka’ya kaybetmek Anadolu Efes için büyük hayal kırıklığıydı ve bu sezon öncelikli olarak Basketbol Süper Ligi’nde şampiyon olmayı kovalayacaklar. Hazırlık maçlarında etkili bir oyun ortaya koyan Anadolu Efes, Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında Pınar Karşıyaka’ya karşı uzun süre farklı önde götürdüğü maçı sıkıntıya soksa da, son saniyede Dunston’ın basketi ile kupaya uzandı.

KİLİT OYUNCU Thomas Heurtel

Geçtiğimiz sezon Dontaye Draper’ın yetersizliği nedeniyle, bonservis ödenerek takıma kazandırılan Thomas Heurtel bu sezon takımın saha içindeki tek hakimi olacak. Takıma yeni katılan Derrick Brown, Alex Tyus ve Bryant Dunston gibi oyuncuların atletik yeteneklerini düşündüğümüzde, Anadolu Efes’in Heurtel’in sevdiği şekilde bir oyun ortaya koyacağını düşünmek doğru olacaktır. Bununla birlikte Heurtel’in birebirde de etkili bir oyuncu olması, hücumun sıkıştığı anlarda Anadolu Efes’e katkı sağlayacaktır. Diot’un sakatlığı sonrası Fransa Milli Takımı’nın Eurobasket 2015 kadrosuna davet edilen fakat sakatlığı nedeniyle Efes tarafından kadroya katılmasına izin verilmeyen Heurtel, sezon başlangıcından beri takımla birlikte ve sevdiği oyuna uygun kadro yapısı ile bu sene çıkışını devam ettirecektir.

“ Thomas Heurtel bu sezon takımın saha İçİndekİ tek hakİmİ olacak”

ARTILAR

- Savunmada etkili olan oyuncuların fazla oluşu. Tyus, Dunston, Doğuş ve Birkan gibi elinde topu fazla istemeyen ve bu şekilde de etkili olan oyuncuların fazla olması, Oktay Mahmuti dönemindeki gibi savunma ile maç kazanan Efes’i bu sezon birçok maçta seyretmemizi mümkün kılacak. - Jayson Granger ile oyun kurucu pozisyonunun sağlama alınması. Geçtiğimiz sezonda büyük umutlarla getirilen Dontaye Draper’dan istediği verimi alamayan Efes, bu sezon Granger’ı oraya transfer ederek guard bölgesini daha kuvvetli hale getirdi. Granger geçtiğimiz sezon Malaga’da, özellikle Top 16’da en güvenilir el haline gelmişti; bu sezon kendine verilecek görevde daha da verimli olması muhtemel. - Cedi’nin gelişimi. Özellikle Eurobasket’te ortaya koyduğu etkili oyunla yeniden güven tazeleyen Cedi, bu sezon Efes’teki en güvenilir ellerden biri olacak. Hareketli oyununun yanı sıra, birebir oyununu da geliştiren Cedi, şutunu da biraz daha geliştirirse; Efes’in elinde çok kalmadan NBA yolunu tutacaktır.

EKSİLER

- Nenad Krstic’in sakatlığı. Krstic geçtiğimiz sezonki kaotik Efes’te istikrarlı oynayan birkaç oynayan birkaç oyuncudan biriydi, onun sakatlığının uzun sürmesi Anadolu Efes’i pota altında önemli bir hücum silahından mahrum bırakacak. Ayrıca, Tyus ve Dunston her ne kadar iyi savunmacı olsalar da, sırtı dönük pivot savunmasında, özellikle SBL için Krstic’in önemi daha da fazlalaşıyor. - Birebir hücum yapabilecek oyuncu azlığı. Heurtel ve Granger’ı saymıştık; bunların yanına da biraz Cedi’yi eklersek Efes’te bu üç oyuncu dışında kendi şutunu veya kendi pozisyonunu yaratabilecek oyuncu olmaması bir sıkıntı olarak göze çarpıyor. Diebler iyi bir şutör, ama kendine pozisyon hazırlandığı zaman iyi bir isim. Hücumun sıkıştığı dakikalarda, Efes’in saydığımız ilk üç isimden başka bir isim çıkartması şart. - Dario Saric’in gelişimi. İki sezon önce, Avrupa’nın en gelecek vaat eden oyuncusuyken –en azından benim için- enteresan bir şekilde Anadolu Efes’in yolunu tutan Saric, bu iki sezon içinde güvenilir bir oyuncuya dönüşse de asla o beklenen yıldız potansiyeline çıkamadı. Muhtemelen NBA önceki son sezonunda Saric’in biraz daha sorumluluk alması şart.


GELENLER Alex Tyus (Maccabi), Bryant Dunston (Olympiakos), Jayson Granger (Unicaja Malaga), Derrick Brown (Lokomotiv Kuban), Jon Diebler (Pınar Karşıyaka) GİDENLER Stratos Perperoglou (Barcelona), Stephane Lasme (Galatasaray Odeabank), Cenk Akyol (Beşiktaş Sompo Japan), Milko Bjelica (Darüşşafaka Doğuş), Deniz Kılıçlı (İstanbul BB), Matt Janning (Denver Nuggets), Dontaye Draper (Lokomotiv Kuban) DEPTH CHART PG – Thomas Heurtel, Jayson Granger, Doğuş Balbay SG – Jon Diebler, Furkan Korkmaz SF – Cedi Osman, Birkan Batuk, Okben Ulubay PF – Dario Saric, Derrick Brown C – Alex Tyus, Bryant Dunston, Emircan Koşut, Ahmet Düverioğlu, (Nenad Krstic)


FENERBAHÇE



fsane koç Zeljko Obradovic ile geçtiğimiz sezon Euroleague’de Final Four’a ulaşan Fenerbahçe, yaz dönemini hareketli geçiren takımlardan. Öncelikle Ülker’in isim sponsorluğundan ayrılması ile şok yaşayan Fenerbahçe, Ülker’in sponsorluk desteğinin farklı şekillerde devam edeceğinin netleşmesi ile rahat bir nefes aldı. Sezon öncesi hazırlık maçları yapmak için Amerika’ya uçan Fenerbahçe, Brooklyn Nets’i Barclays Center’da yenerek büyük sükse yaptı. NBA deneyimli yeni oyuncuları ile Fenerbahçe, geçen sene yarı finalde yaşanan Pınar Karşıyaka faciasını unutturma niyetinde.

KİLİT OYUNCU JAN VESELY

Vesely NBA’den Fenerbahçe’ye geldiği gün herkesin aklında onun geleceği için iki seçene vardı: Ya kendini geliştirecek ve yeniden NBA seviyesine çıkacak ya da düşüşü devam edecek ve NBA’de tutunamayan Avrupalı uzunlar kervanına katılacaktı. Vesely ilk sezon itibariyle bu yollardan ilkini tercih ettiğini gösterdi. Atletik özellikleri çok üst düzey bir oyuncu olsa da, bunu NBA’de rahatça sergileyemeyen Vesely, Avrupa’da ise fark yarattı. Pota altında çok etkili bir hücum oyuncusuna dönüşen Vesely, savunmada da bloklarıyla maça direkt etki yapan bir isim oldu. Öyle ki, Madrid’de düzenlenen Final Four’da Fenerbahçe adına en çok sivrilen isim oldu. Eurobasket 2015’te de Çek Cumhuriyeti ile iyi bir turnuva geçiren Vesely, yazın çalıştığı gibi şut menzilini de biraz daha geliştirirse, NBA’e dönüşü beklenenden hızlı olur.

ARTILAR

- Dengeli kadro. Obradovic başa geldiğinden beri ilk defa Fenerbahçe sezona bu kadar dengeli bir kadroyla giriyor. Elbette geçtiğimiz sezonlarda çok yıldız

“ Obradovic başa geldİğİnden berİ İlk defa Fenerbahçe sezona bu kadar dengelİ bİr kadroyla gİrİyor”

isimler bu formayı giydi ama bu sezonki kadro hem kaliteli oyuncu zenginliği ile hem de gelen oyuncuların birden çok pozisyonda oynayabilmesi ile Fenerbahçelilerin içini rahatlatıyor. Özellikle Kalinic ve Datome transferleri çok kritik. Bogdanovic ise geçen seneki çıkışını bu sene de devam ettirerek takım içerisindeki en güvenli ellerden biri olacaktır. - Bobby Dixon. Bu yaz Türk vatandaşlığına geçerek Ali Muhammed adını alan ve Milli Takım’da da forma giyen geçtiğimiz sezonun TBL Final MVP’si Bobby Dixon, bu sezon Fenerbahçe’de Goudelock’un yerini doldurmaya çalışacak. Türk pasaportu alması ile Fenerbahçe’nin yabancı konusunda elini rahatlatan Dixon, patlayıcı oyunu ve etkili dış şutu ile oyun sıkıştığı anlarda Fenerbahçe’nin en önemli silahı olacak. Bununla birlikte, daha çok top elindeyken etkili olduğu için, Datome, Antic ve Melih gibi şutörlerin sahada olduğu beşlerde topu Sloukas’a bırakması da muhtemel. Tabi Hickman da döndüğünde guard rotasyonunda dakikalar yeniden dağıtılacaktır. - Yeni sarı forma. “Bu nasıl artı?” diyeceksiniz ama uzun süredir Fenerbahçe’de bu kadar güzel bir forma görmemiştik, sarı harika yakışmış formaya.

EKSİLER

- Nemanja Bjelica’nın gidişi. Fenerbahçe çok transfer yaptı ama Bjelica gibi herşeyi yapabilen bir oyuncu maalesef bu transferlerin içinde değil. Bjelica geçtiğimiz sezon Fenerbahçe’nin her şeyiydi, ligi 11.8 sayı ve 8 ribaund (lig 2.si) ortalamaları ile tamamlarken %68 2 sayı ve %46 3 sayı isabet oranı olacak gibi değildi. Euroleague’de ise Fenerbahçe’yi Final Four’a taşıyan isim olarak sezonun MVP’si seçildi. Fenerbahçe taraftarlarının tek sevineceği konu, Bjelica’nın en azından NBA’e gitmesi olabilir ama yerinin doldurulması zor olacak. - Udoh ve Antic. Kağıt üzerinde çok iyi iki transfer, oraya hiç sözüm yok. Antic Olympiakos’ta geçirdiği harika sezonlar ve Makedonya Milli Takımı’nı olimpiyat elemesine taşıyan performansı sayesinde NBA’in kapısını aralamıştı. Harika geçen ilk sezondan sonra, geçtiğimiz sezon sakatlıklar nedeniyle o seviyelere çıkamadı ve yeniden Avrupa’ya döndü. Artık 33 yaşında, ayakları yavaş, savunması zayıf olsa da, hücumu hala Avrupa’da maç kazandırabilecek seviyede. Obradovic’in onu ne kadar ekonomik kullanacağı çok önemli. Udoh da NBA’de çok büyük potansiyel ile draft edilmiş bir oyuncu idi ama beş sene sonunda kendini NBA’in dışında buldu. 6. sıradan draft edilmiş bir oyuncu olarak gelişme kaydetmesi bekleniyordu ama hücumu ileriye değil geriye gitti. Savunma yönü daha iyi olduğu için sürekli bu rolde kullanılan Udoh, sakatlıklar nedeniyle hiç etkili olamadı. Yine de Obradovic’in topun herkesin eline değen sisteminde, pota altında etkili olması mümkün.


GELENLER Nikola Kalinic (Kızılyıldız), Gigi Datome (Boston Celtics), Ekpe Udoh (Los Angeles Clippers), Pero Antic (Atlanta Hawks), Bobby Dixon (Pınar Karşıyaka), Barış Hersek (Pınar Karşıyaka), Kostas Sloukas (Olympiakos) GİDENLER Andrew Goudelock (Xinjiang Flying Tigers), Nemanja Bjelica (Minnesota Timberwolves), Nikos Zisis (Brose Baskets), Semih Erden (Darüşşafaka Doğuş), Serhat Çetin (Darüşşafaka Doğuş), Oğuz Savaş (Darüşşafa Doğuş), Emir Preldzic (Darüşşafaka Doğuş), Luka Zoric (Cedevita Zagreb), Kenan Sipahi (Pınar Karşıyaka – Kiralık) DEPTH CHART PG – Kostas Sloukas, Bobby Dixon, Ricky Hickman, Berk Uğurlu SG – Bogdan Bogdanovic, Melih Mahmutoğlu SF – Gigi Datome, Nikola Kalinic PF – Jan Vesely, Barış Hersek C- Ekpe Udoh, Pero Antic, Ömer Faruk Yurtseven


GERÇEĞİNE EN YAKINI

NBA 2K16! YAZI: BATUHAN KARCI


NBA 2K16


K ekibi, NBA 2K14’ün “next-gen” versiyonuna geçişi haricinde yeniliklerin eksikliğinden şikayetçi olan hayranlarına NBA Live’ın da tekrar eski günlerine dönmeye çalışmasını göz önünde bulundurarak yeniliklerle dolu çok güzel bir oyun hazırlamış. Öncelikle oynanıştan bahsedeyim. Grafikler konusunda 2K14’te “next-gen” konsollara yaptıkları geçişten sonra açık ara zirvede olan 2K bu sene de bu üstünlüğünü koruyor. Oyunda Euroleague takımları mevcut ancak yine kadrolar güncel değil. Euroleague

takımlarının yanı sıra mevcut “Classic” takımlara 12 tane daha eklenmiş. Maçların yayını ise profesyonel bir kanaldan farksız hale gelmiş. Her maç öncesi Ernie Johnson, Kenny Smith ve Shaquille O’Neal’dan oluşan TNT ekibi maç ile ilgili muhabbet ediyorlar veya alakasız bir geyik yapıyorlar. Geçen sezon Warriors ile anlaşmasına rağmen hâlâ mikrofon başında olan Steve Kerr’ün yerine kolej basketbolunu takip edenlerin tanıyabileceği Greg Anthony gelmiş. Artık alıştığımız saha kenarı röportajlarına stüdyo içi röportajları da eklenmiş ve şu ana kadarki en gerçek maç ortamı yaratılmış. Bu özelliklerin tek

eksisi yükleme ekranlarında uzun süre bekleme olarak yansıyor olması. Geçmiş yıllara göre sahada olan aksiyon çok daha farklı ve gelişmiş durumda. Yapay zeka savunma konusunda kendini geliştirmiş ve sizin hareketlerinize uyum sağlıyor. Savunma demişken, oyunun şu anki durumunda blok koymak çok daha kolaylaşmış. Bunu bir patch ile düzeltirler mi bilmiyorum ancak 2K11’den sonra ilk defa uzunların önemi de artmış gözüküyor. Rudy Gobert ile gerçekten kendisi gibi oynayabiliyorsunuz. Geçen sene ilk defa eklenen şut barında oynamaya gidilmiş ve artık şut atmak eskisi kadar kolay değil. Yapay zekayı


sadece MyCareer modunda denediğim için o kadar net konuşmayacağım ancak gördüğüm kadarıyla takımlar hücum setlerine uygun şekilde hücum etmeye çalışıyorlar. NBA 2K15’ten maç sırasındaki abukluklardan dolayı sıkılan birisi olarak bu oyunun arada ufak saçmalıklar yaşanıyor olsa bile son yılların en iyi oynanışa sahip olan basketbol oyunu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. MyTeam modu için kısaca FIFA’nın dünyaca ünlü Ultimate Team modunun 2K versiyonu diyebiliriz. Paketlerden çıkan(Her paketten 5 kart çıkıyor) veya Auction House’tan satın alabileceğiniz

kartlardan kurduğunuz takımınızla diğer insanların takımlarına karşı kapışıyorsunuz. Bu kartları maç yaparak kazanabileceğiniz MyTeam puanları veya VC(Virtual Currency – Oyun içinde kullanılan para) ile satın alabilirsiniz. Paketler ise FIFA’nın Ultimate Team moduna göre çok daha çeşitli ve içinden değerli bir oyuncu çıkma olasılığı daha fazla. Çeyrek başına 6’şar dakikadan maç başına yarım saat ayıramadığım için bu moda çok fazla ilgi duymuyorum. Özellikle NBA sezonu başladıktan sonra gelen özel kartlar moda başka hiçbir yerde bulamayacağınız bir çeşitlilik katıyor.

Basketbolun FM’si Bildiğiniz üzere piyasada düzgün bir basketbol menajerliği simülasyonu bulmak çok zor, yani basketbolun bir FM’si yok. Bu eksiği yıllar boyunca NBA Live’ın Franchise modu ve 2K’in association modu gidermeye çalıştı ve bazı eksiklere rağmen başarılı da oldular. Bu sezon 2K ekibi bu eksikleri olabildiğince kapatmaya çalışmış ve ortaya muhteşem bir sonuç çıkmış. Öncelikle kısaca 2K’in 2 farklı menajerlik modu olan MyLeague ve MyGM’den bahsedeyim. İki mod da konsept olarak birbirinin neredeyse aynısı ancak MyLeague sadece takımın kadrosuna ve


NBA 2K16


kenar ekibine karar verdiğiniz basit bir simülasyonken MyGM başkanla birebir konuştuğunuz, takımın her türlü detayını ayarladığınız ve oyuncular/teknik ekiple ara ara takım hakkında sohbet ettiğiniz, hafiften RPG elementleri olan bir mod. MyLeague’de istediğinizi yapabilirken MyGM’de başkanın istediklerini bir süre yapmayıp kendisiyle ilişkinizi düşük tutarsanız kovulabiliyorsunuz mesela. Bu farklılıklara rağmen oyun içi yapabileceğiniz şeyler genel olarak iki modda da aynı. 2K bu sezon geçen yıllarda yaptığı ufak eksiklikleri kapatmak konusunda fazlasıyla uğraşmış. Daha önce oyunda olan ancak sonra çıkarılan 3 takımlı takaslar geri gelmiş. Takaslardan bahsederken, bu sene takas mantığını da değiştirmişler. Geçtiğimiz yıllarda takastaki oyuncuların değeri ön plandayken artık takımın genel durumu da değerlendirmede önemli bir faktör. Örnek vermek gerekirse, son yılında olan yüklü bir kontrata sahip bir oyuncu şampiyonluğa oynayan bir takıma kıyasla hedefi olmayan ve salary cap’inde boşluk yaratmak isteyen bir takım için daha değerli olabiliyor. Bu modun en önemli yanlarından biri de oyuna sonradan gelen oyuncular. Geçen seneki sıkıcı

“2K bu sezon geçen yıllarda yaptığı ufak eksiklikleri kapatmak konusunda fazlasıyla uğraşmış” draft ekranı değiştirilmiş ve ESPN’in draft yayınına benzer bir hale getirilmiş. Artık oyuncular seçildiklerinde istatistiklerini ve hatta kendileriyle ilgili atılan tweet’leri görebiliyorsunuz. Bununla beraber draft yolunda en iyi Amerikalı ve uluslararası oyuncuların birbirine karşı oynadığı Hoops Summit maçı da oyuna eklenmiş. Oyuncuların kolej istatistiklerini görmekle beraber artık daha da derin bir scouting bilgisine sahipsiniz yani. Bu modun en büyük yeniliği ise şehir değiştirme. Evet, artık oynadığınız takımı başka bir isim altında başka bir şehre taşıyabiliyorsunuz. MyLeague’de direkt yapabildiğiniz bu değişikliği MyGM’de ligin onayına sunmanız lazım. Onay çıktıktan sonra takımın ismi ve şehrinin yanı sıra arenasını, logosunu ve formasını tasarlayabiliyorsunuz. (Seattle Supersonics’i geri getirmek isteyenler


için internette rehberler mevcut) Ayrıca takımın taşınacağı yere göre NBA’deki konferanslar yeniden organize ediliyor. Gerçekten çok güzel ve detaylı düşünülmüş bir özellik olmuş. Tanrım Beni Baştan Yarat! Oyunun belki de en çok oynanılan modu olan MyCareer ise geçen yıla göre biraz farklı bir yola gitmiş. Karakterinizi oyunun başında yarattıktan sonra basketbola olan ilgisiyle bilinen ünlü yönetmen Spike Lee’nin hazırladığı bir senaryonun ortasında buluyorsunuz kendinizi. Bu hikayede karakteriniz Harlem sokaklarında iyi bir anne, baba ve kardeşle büyümüş, basketbolu ailesini hak ettikleri yere getirmek için bir çıkış olarak gören Frequency Vibrations.(Sizin seçtiğiniz isimden bağımsız olarak senaryoya uyum sağlamak için bu isim kalıyor ve lakabınız oyun boyunca “Freq” oluyor) İkiz kardeşiniz Cee-Cee ile beraber Freq’in kardeşi olarak gördüğü en yakın arkadaşı Vic Van Lier da orijinal hareketleriyle bu macerada size eşlik ediyor. Freq’in basketbol hikayesine lisenin son senesinde dahil oluyorsunuz. Oyunda mevcut olan 3 liseden birini seçip 3 maç sonunda takımınızı lise şampiyonu yapmaya çalışıyorsunuz. Bu sırada oyunda lisansı alınmış 10 NCAA üniversitesinden size teklifler yağıyor. Bu üniversiteler arasından seçiminizi yaptıktan sonra yeni okulunuzla 4 maçlık bir serüven yaşıyorsunuz ve sezon sonu


draft’e girmeye karar veriyorsunuz. Bu noktada karakterinizin hayatına kız arkadaşınız Yvette ve süper menajer Dom Pagnotti(Spike Lee’nin yönettiği 98 yapımı “He Got Game” filmindeki menajerle aynı) giriyor. Kolej performansınıza göre draft’ten seçilip NBA maceranıza ilk adımı atıyorsunuz. Hikayenin içeriği konusunda daha fazla detaya girmek istemiyorum, o yüzden bu noktadan sonra genel olarak moddan bahsedeceğim. Öncelikle çaylak sezonunuz daha çok hikayenin ilerlemesine ayrılmış ve bu yüzden sadece 8 maç yapıyorsunuz. Sezon sonu free agent olduğunuzda hikaye de bitmiş oluyor ve yeni takımınızla 2. Sezona giriş yapmış oluyorsunuz, gerçek MyCareer tecrübesi da aslında bu noktada başlıyor diyebilirim. İlk göze çarpan şey geçen yıla göre MyCareer’ın çok daha detaylı olduğu. Geçen sene belirli sponsorluk anlaşmaları imzaladıktan ve şampiyon olduktan sonra inanılmaz tekdüze şekilde giden moda çeşitlilik eklenmiş. Karakterinizin oynayacağı pozisyonu seçtikten sonra oyun stilini de seçiyorsunuz ve buna göre özelliklerinizin maksimum olabileceği bir üst limit belirleniyor.(Geçen seneki gibi süper hızlı 2,15’lik uzunlar yaratmak mümkün değil yani) Belki de en önemli yenilik boş gün konsepti. Geçen sene

takvimde maçtan maça atlayan karakterimiz artık boş günlerini bağlantılarıyla(NBA oyuncuları veya önemli insanlar) takılarak, takımla antrenmana çıkarak veya sponsorluk aktiviteleriyle uğraşarak geçirebiliyor. Her seçeneğin kendine göre bir faydası var tabii. Bağlantılarla takılmak oyuncunuzun hayran sayısını arttırmaktan özel MyTeam kartları vermeye kadar hediyeler sağlarken takımla antrenmana çıkarak özelliklerinizi geliştirebilirsiniz. Sponsorluk aktiviteleri ise tahmin edeceğiniz üzere size VC veriyor. VC demişken, bu mod için VC geçen yıla göre daha da değerli çünkü lise ve üniversite maçlarında VC kazanmadığınız için karakteriniz bayağı düşük overall’lu bir şekilde NBA’e adım atıyor. Kazandığınız VC’leri karakterinizi geliştirmek veya oyuncunuza/court’unuza aksesuar almak için kullanabilirsiniz. Yarattığınız bu karakteri sadece NBA maçlarında kullanmıyorsunuz tabii ki. Geçen sene fazlasıyla ilgi gören MyPark bu sene daha da gelişmiş durumda. Oyunculara getirilen özellik sınırlamaları sonrası maçlar geçen seneki And1 Mixtape havasından biraz daha normal basketbola geçilmiş durumda ancak yine de bir Euroleague maçı beklemeyin. Eğer daha güzelleşmiş ve birkaç yenilik

eklenmiş 3 parktan birinde oynamak istemiyorsanız 2K ekibi sizi de düşünmüş ve oyuna Pro-Am modunu koymuş. Bu modda arkadaşlarınızla bir takım yaratabiliyorsunuz. En güzel yanı da takımın her şeyinin(Logo, salon, forma, vb) sizin tarafınızdan ayarlanabiliyor olması. Kötü olan şey ise şu anda 2K serverları bu modu tam olarak kaldırmıyor ve o yüzden bu güzel özelliklere verimli bir şekilde erişemiyorsunuz. İlerleyen zamanda çıkacak patchler ve server gelişmeleri sonrası bu durum düzelir muhtemelen ancak oyunun çıkış tarihinde böyle bir sorun yaşamaları hoş olmamış. İlk basketbol oyunum bilgisayara çıkan NBA Live 98’di. O günden beri çıkan her NBA Live oyununu ve 2008’den beri çıkan her 2K oyununu bilgisayar ve PS 1-4 platformlarında oynadım. NBA Live’a son darbeyi vuran NBA 2K11’den beri devrimsel açıdan bir oyun yapmayan 2K ekibi bana göre son 4 yılda kendilerine ait çıtayı Sergey Bubka gibi hafif hafif yukarıya çekmekle yetindi. Ancak bu seneki oyun da farklılık yaratma açısından kesinlikle 2K11 ile aynı şekilde çıtayı yükseltmiş ve rahatlıkla söyleyebilirim ki basketbolun keyfini ekranlarınıza şu ana kadar en güzel ve gerçekçi şekilde yansıtan oyun olmuş.



NBA TARİHİNİN

EN IYI IKILILERI Çizgi romanlarda gördüğümüz her kahramanın tereddüt etmeden güvendiği bir sağ kolu, bir kankası vardır ve söz konusu NBA olduğunda da aynı şey geçerlidir! Yaz ı : Ali Konavic


NBA TARİHİNİN EN İYİ İKİLİLERİ


N

BA ilk hava atışından bu yana birçok yıldız oyuncunun sahnesi oldu. Lige dair bir şey anlatmak isterseniz, bireysel hikâyelerden faydalanabilirsiniz. Ancak asıl etkileyici olanlar, yani şampiyonluklar, tek başına kazanılmıyor. Bu hikâyelerin başrolünü genelde iki veya üç oyuncu paylaşıyor. Hatta bazen bu birliktelik o denli dikkat çekici oluyor ki; sonunda şampiyonluk olmasa bile NBA tarihine adını yazdırmayı başarabiliyor…

LEBRON JAMES & DWYANE WADE 2003 draft’ı birçok basketbolsevere göre tarihin en iyi sınıfıydı. Bu sınıfın assolisti şüphesiz LeBron James’ti. Fakat Wade’in de lige en az onun kadar renk katması bekleniyordu; nitekim öyle de oldu. Hatta Wade, bir adım ileriye giderek Shaq ile birlikte NBA şampiyonluğu da yaşadı. Doğrusu LeBron ile Wade’in yollarının kesişmesini sağlayan da şampiyonluktan başka bir şey değildi. Cavaliers ile uzun süre yüzük için debelenen LeBron, takımını finale kadar çıkarmayı başarmış ancak ne yaparsa yapsın, Ohio’da isteğini gerçekleştirememişti. En nihayetinde ayrılık kaçınılmaz bir hale geldi ve Miami’nin yolunu tuttu. Onu orada bir diğer süper yıldız Wade bekliyordu. Ayrıca Chris Bosh da Big Three’yi tamamlayan bir diğer parçaydı. Hedef apaçık biçimde şampiyonluktu ve Heat dört yıl içerisinde bunu iki kez başardı. Şampiyon olamadığı iki sezonu da Doğu’nun zirvesinde tamamladı. “Mutlak başarı” bireysel ve takımsal anlamda sağlandı. Mavericks ve Spurs “Four-Peat”e engel olsa da LeBron James, Wade ile kurduğu verimli ortaklık sayesinde emeline ulaşmayı başardı ve tereddütsüz bir biçimde dünyanın


NBA TARİHİNİN EN İYİ İKİLİLERİ

en iyi basketbolcusu olduğunu kanıtladı. 2014 yazında hedeflerine ulaşmış ve evinde tekrarlamak isteyen birisi olarak Cleveland’a döndü. Wade, yaptığı açıklamada LeBron’ın kararına saygı duyduğunu ifade ederken “Bir arkadaşı olarak onun mutlu olmasını isterim. Saklamaya gerek yok, geçtiğimiz dört yıla nazaran her şey bizim için daha değişik olacak. Onun yerini başka bir isimle doldurmak mümkün değil. Biz de takım olarak daha çok çalışıp, bu eksikliği böyle gölgelemeyi deneyeceğiz” diyordu.

ISIAH THOMAS & JOE DUMARS Detroit’in kötü çocukları, 1989 ve 90 sezonlarında üst üste şampiyon olarak NBA tarihine isimlerini altın harflerle yazdırmayı başarmıştı. Thomas takımın en kısa boylusu olabilirdi ancak o dönem NBA’in en “büyük” yürekli ismiydi. 14 yıllık NBA kariyerinin 12 yılında All-Star olmayı başaran Thomas, ne kadar büyük bir yıldız olduğunu sadece bu veriyle bile kanıtlıyor. Ancak tam anlamıyla saygın bir kariyer için gereken şey hiç şüphesiz şampiyonluk; Thomas da birçok süper yıldız gibi bu işi başarabilmek için bir suç ortağına ihtiyaç duyuyordu. Bu isim Joe Dumars oldu. Dumars, hiçbir zaman

Thomas kadar etkileyici bir hücum silahı değildi ancak müthiş savunma yetenekleriyle ligin en iyi tamamlayıcısıydı. Öyle ki, Michael Jordan onun hakkında “Karşılaştığım en iyi savunmacı” demişti. O da tıpkı Thomas gibi tüm NBA kariyerini Pistons formasıyla geçirirken, 4 numaralı forması tıpkı kankasının 11 numaralı forması

gibi Pistons tarafından emekli edildi. Thomas&Dumars ikilisinin başardığı şeyin büyüklüğünü doğru tasvir etmek adına hatırlatalım; Pistons’ın tarihinde sadece üç şampiyonluk var ve 1989 öncesi şampiyonluk yaşamamışlardı. Ayrıca 2004 yılında kazanılan üçüncü ve son şampiyonlukta da Dumars takımın yaratıcısıydı.


TIM DUNCAN & TONY PARKER 21’inci yüzyılın en büyük hanedanı şüphesiz ki Spurs. Ne zaman “Artık yaşlandılar” veya “Böyle devam edemezler” desek bir şekilde zirvede kalmayı, hatta üstüne de koymayı başarıyorlar. Duncan-Parker ikilisi de ligin en sade ve efektif birlikteliklerinden birini kuralı 13 yıl oldu. Zaman zaman ufak tefek hayal kırıklıkları yaşansa da bu ortaklık bir kelimeyle eş anlamlı anılır oldu: Başarı. Bunda elbette Gregg Popovich’in de, Manu Ginobili’nin de, Kawhi Leonard’ın da ve Spurs’e değersiz birer parça olarak gelip yıldızlaşan oyuncuların da payı var. Ancak dedik ya, her işin vitrininde bir veya birkaç isim vardır diye; bundan yıllar sonra Spurs denince akla gelecek isimler şüphesiz Duncan ve Parker olacak. Spurs’ün en büyük yıldızı Popovich olduğundan takımın yıldızları bazen gölgede kalabiliyor ancak Popovich durumu şöyle açıklıyor: “Takımdaki bazı oyunculara koçluk yapmayı bıraktım. Duncan da bunlardan biri. Onun gerçekten buna ihtiyacı yok. Ne yapması gerektiğini söylemiyorum. Buna gerek yok.” Doğrusu 13 sezonda ortalama 55 normal sezon galibiyeti alan ve dört şampiyonluk kazanan bir takıma fazla dokunmaya gerek de yok. Onları özel ve başarılı kılan da bu olsa gerek.

JERRY WEST & WILT CHAMBERLAIN Jerry ve Wilt, NBA tarihinin ilk süper yıldızlarından. Chamberlain’i 100 sayılık tarihi performansı sayesinde basketbolu takip etmeyenler bile tanıyor. West ise NBA’in logo adamı. Belki de bu listedeki ikililer arasında en spektaküler olan ikili bu. Birçoğumuz onları hiç izlemesek de büyük saygı duyuyoruz. Nitekim okuma yazma biliyoruz; gerçekten inanılmaz istatistiklere sahipler. Öyle ki, onların istatistikleri bize “Basketbol değiştiğinden öyle çünkü değişmediyse bu rakamlar hiç komik değil!” dedirtiyor. Bireysel performansları üzerine uzunca bir makale yazılabilir ama birliktelikleri üzerine en dikkat çekici veriler; beş sezonda dört kez finale kalmaları ve Lakers’ta beraber kazandıkları üst üste 33 maç olmalı. 1971-72 sezonunda Lakers’ın 82 maçta 69 galibiyet alması da elbette onlar sayesinde mümkün olmuştu. Chamberlain’in kariyer ortalamalarının 30 sayı, 23 ribaund, 4.5 asist olduğunu hatırlatalım. Öyle bir oyuncuydu ki; forması, oynadığı her takım tarafından emekli edildi. West ise sadece Lakers forması giydi. Onun istatistikleri de gerçekten heyecan vericiydi. Sadece kendi dönemlerinin değil, NBA tarihinin de en dominant iki oyuncunun aynı takımda oynaması gerçekten


NBA TARİHİNİN EN İYİ İKİLİLERİ


1992 ABD’nin de en önemli isimlerinden biri. Her zaman olması gereken yerde, yapması gerekeni yapan özel bir dost. Jordan da Pippen’a duyduğu büyük saygıyı gerek oynarken, gerekse daha yakın dönemde sık sık dile getirdi. Pippen ise 2011 yılında oldukça iddialı bir açıklama yaptı. Jordan hakkında “Bence tartışmasız bir biçimde tarihin en iyi oyuncusu. LeBron veya bir başkası çok iyi olabilir ancak ben Jordan gibisini görmedim” şeklinde konuşmuştu. “Tarihin en iyisi kim?” sorusu basketbol var oldukça tartışılmaya devam edecek ancak tarihin en iyi ikililerinden biri kesinlikle Jordan&Pippen. Jordan’sız Pippen bir sezon Bulls’un tüm yükünü çekmiş ancak yeniden şampiyonluklar kazanmak için Jordan’ın dönüşünü beklemek zorunda kalmıştı. Daha sonra Jordan’sız Bulls’un ne denli eksik bir takım olduğunu açık sözlülükle ifade etmişti. Şunun da altını çizelim: Aynı maçta 40+ sayı atan dokuz ikiliden biri (1996, Jordan 44 ve Pippen 40 sayı) ve aynı maçta triple-double yapan ilk takım arkadaşları olma (1989, Jordan 41 sayı, 10 ribaund ve 11 asist; Pippen 15 sayı, 10 ribaund ve 12 asist) unvanlarına da sahipler. de büyük bir olay. Ne var ki bu birlikteliğin beş final getirirken sadece bir kez şampiyonlukla taçlanmış olması ilginç. Bugünlerde 80 yaşına yaklaşan West, hayatına yuvası Los Angeles’ta devam ederken; 15 yıl önce vefat eden Wilt hakkında şunları söylemişti: “O gördüğüm en iyi oyuncu. Dominant, saygı uyandıran ve saygı gösteren.”

MICHAEL JORDAN & SCOTTIE PIPPEN Michael Jordan. Bir insanı açıklamak için bazen sadece ismi yeterlidir. Jordan tam olarak bu insan. Majesteleri, basketbol

camiasının neredeyse tamamı tarafından tarihin en iyi oyuncusu olarak gösteriliyor. Bu unvanı da sonuna kadar hak ediyor. Pippen’ın hikâyesi ise birçok ikinci adamla benzer özellikler taşıyor. O, Jordan’ın pis işlerini yapan özel bir adam. O, Bulls’un duvarı. Tam sekiz kez yılın en iyi savunma beşine seçildi. 2.03’lük bir oyuncu için inanılmaz bir ortalama olan 2 top çalma ile kariyerini tamamladı. Bunun yanına 16 sayı, 5 asist gibi harika istatistikler ekledi. O, NBA tarihinin en iyi takımlarından biri olan 90’lardaki Bulls’un ikinci adamı; belki de tüm basketbol tarihinin en iyi takımı olan

MAGIC JOHNSON & KAREEM ABDUL JABBAR Lakers için yıldız oyunculara sahip olmak çok normal bir durum. Ancak tarihleri boyunca başlarına gelen güzel şeyler bunlarla sınırlı değil. Hatta belki de en güzeli Magic Johnson-Kareem Abdul Jabbar ikilisiydi. Gerçekten de her takıma nasip olmayacak derecede keyif verici ve bir o kadar da efektif bir ikiliydiler. Jabbar’ın din hikâyesi, Johnson’ın AIDS mevzusu ve daha niceleri. Hepsi hakkında uzun uzun konuşmak mümkün ancak biz beraber yaşadıkları beş şampiyonluktan bahsetsek daha doğru olur. Bu ikilinin tahribat gücünü


NBA TARİHİNİN EN İYİ İKİLİLERİ

daha iyi anlatmak adına Kareem’in altı, Johnson’ın ise üç kez MVP olduğunu hatırlatalım. Kareem’in, NBA tarihinin en skorer oyuncusu olduğunu zaten bilmeyen yok. Magic’in 20 sayı, 7 ribaund ve 11 asist ortalamalarıyla oynadığını da anımsatmakta fayda var. Kareem gibi harika bir oyuncunun yanında NBA tarihinin en all-around oyuncularından birini hayal edin. Bir de hayal gücünüz yetiyorsa bu iki ismin yanına James Worthy’i ekleyin. İşte Show Time Lakers bu! Tabii Worthy’nin neden böyle bir takıma ilk sıradan draft edildiğini de anlamak güç. Buna izin veren NBA yönetimi hakkında enteresan şeyler yazılabilir fakat biz Magic&Kareem birlikteliğini bununla gölgelemeyelim ve Johnson’ın Show Time Lakers’ı özetleyen bir sözüyle bitirelim: “Takım arkadaşlarınıza ‘Benim için ne yapabilirsin?’ diye sormak yerine kendinize ‘Takım için ne yapabilirim?’ diye sorun.”

KOBE BRYANT & SHAQUILLE O’NEAL Bu ikili hem çok başarılı oldu, hem de gerek birlikteyken, gerekse yolları ayrıldıktan sonra olaylı kariyerler edindi. İkisi de tartışmasız biçimde Hall of Fame seviyesinde isimler. Ancak ikisini de özel


kılan şey benzersiz karakterlere sahip olmaları. Evet, Kobe tarihin en büyük skorerlerinden biri. Shaq de yine benzer biçimde tarihin en iyi pivotları arasında yer alıyor. Ancak dediğim gibi; ne beraber kazandıkları üst üste üç şampiyonluk, ne de sekiz yıllık birlikteliklerinde aldıkları yaklaşık 500 galibiyet onların bireysel vasıflarının önüne geçemedi. Belki de bu yüzden yolları ayrıldı. Beraber oynarlarken birçok söylenti eksik olmadı. Bu listedeki ikililer arasında basına en çok malzeme veren ikili şüphesiz onlardı. Shaq ve Kobe, internet ağının NBA’i sarmaya başladığı yılların “düşman kardeşleri” olarak hep vitrindeydi. Shaq’ın, Kobe’nin bencil basketbolundan hoşlanmadığı söyleniyordu. Hatta bir diğer iddiaya göre Shaq, Kobe’nin yaptığı sponsorluk anlaşmalarından rahatsızdı. Öyle veya böyle en nihayetinde Shaq, Heat’in yolunu tuttu ve orada da şampiyonluk yaşadı. Kobe de farklı bir sürece giren Lakers kariyerinde şampiyonluklar yaşadı. Yıllar sonra Shaq hakkında “Tembel bir oyuncuydu ve beni sinirlendiren şey de buydu” şeklinde konuşan Kobe, yine de onunla arkadaş olduğunu belirtmişti. Bir Lakers-Warriors maçından önce de tokalaştılar ve bir süre sohbet ettikten sonra birbirlerine sarılarak veda ettiler.

JOHN STOCKTON & KARL MALONE Şampiyonluk tüm spor dallarında birçok şey demektir ancak her şeyi ifade etmez. Bu argümana sağlam bir örnek arıyorsanız Stockton-Malone ikilisini gösterebilirsiniz. Onlar şampiyon olmadan da damga vurmanın en kaliteli örneğini bize gösterdiler. Pick&roll bağıyla güçlendirdikleri dostluk, Jordan olmasa birçok şampiyonluğa gebeydi ancak onlar bunu başaramasalar da birer efsane olarak tarihe geçtiler. Beraber yaklaşık 1.100 maç oynadılar. Stockton yaptığı 15.806 asistle kırılması güç bir rekora imza attı ve hâlâ NBA tarihinin en çok asist yapan oyuncusu. Onun bu yönü sayesinde Malone, kariyerinde 25 sayılık bir ortalama tutturdu ve ligin elit skorerlerinden biri olarak dikkat çekti. İkisinin de geldiği noktada en büyük pay sahibi şüphesiz ki Jerry Sloan. Tecrübeli koç, bu ikili etrafında şekillenen mütevazı bir kadroyla üst üste iki kez NBA finaline çıkmayı başardı ancak o yıllar Jordan’ın ligde mafyalık yaptığı yıllardı! Malone bu yıllar içerisinde Stockton’ın desteğiyle iki kez MVP olsa da söz konusu yüzük olunca Jordan ve Bulls’u geçmek imkânsızdı. Malone, daha sonra yaptığı bir konuşmada Stockton ve kendisini “yüzük kazanamamış en iyi oyuncular” olarak gösterdi.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.