SLAMDUNK HAFTALIK BASKETBOL DERGİSİ
09 - 15 Mart 2015 / SAYI: 72
DENNIS RODMAN
FASTBREAK
CRAIG SAGER GERİ DÖNDÜ NEDEN SOYUNDUN BE MARCO! MİLYONER JORDAN
O BİR ANTİ-KAHRAMAN
GALATASARAY LIV HOSPITAL
Büyük Buhran NE ZAMAN
EUROLEAGUE
TOP 16 HEYECANI DEVAM EDİYOR
BİTECEK?
YARATICI YIKIM
RUSSELL
WESTBROOK DURANT YOK, PROBLEM DE YOK!
SLAMDUNK YAZIŞMA ADRESİ Talatpaşa caddesi çelenk sok. no: 27/a kat:4 gültepe / KAĞITHANE / İSTANBUL Tel: +90 (212) 325 91 25 - Fax: +90 (212) 258 70 59
www.slamdunkdergi.com Genel Yayın Yönetmeni Bilgehan Aras bilgehanaras1976@slamdunkdergi.com Yazı İşleri Müdürü Recep Özerin recep@slamdunkdergi.com Haber Müdürü Bulut Çiftçi bulut@slamdunkdergi.com Görsel Yönetmen BARAS TEAMWORK baras76@slamdunkdergi.com Fotoğraf Editörü Utku Ulutaş utku@slamdunkdergi.com Katkıda Bulunanlar Can Hasgör, Şaban Işık, Anıl Cantepe Ali Konavic, Faruk Çolak, Murat Eyüboğlu Alican Şengül, Doğuş Arun, Gürhan Ul, Batuhan Karcı Reklam Rezervasyon Bilgehan Aras bilgehanaras1976@slamdunkdergi.com + 90 (533) 552 07 49 Yayının Türü: Yerel Süreli Yayıncı: Baras Basım Yayın Adresi: Sanayi Mah. 1673. Sok. No: 34-34510 Esenyurt / İstanbul Tel: 0 (212) 622 63 63 Fax: 0 (212) 605 07 98 Slamdunk Haftalık Basketbol Dergisi, Baras Basım Yayın tarafından yayınlanmaktadır. Yazı ve fotoğrafların tüm hakkı Slamdunk Dergisi’ne, yayınlanan ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir. Slamdunk Dergisi Türkiye Basın Meslek İlkeleri’ne uymaya söz vermiştir.
Efsane Muhabir, Efsane Takım Elbiseleriyle Geri Döndü!
NBA’in en renkli muhabiri Craig Sager, tedavi sürecinin ardından tekrar karşımızda 981 yılından bu yana Amerika’daki neredeyse her türlü spor dalında görev yapan ve renkli ceketleriyle aklımıza kazınan 63 yaşındaki muhabirin kan kanseri olduğunu, Nisan 2014’te oğlu duyurmuştu. Sager tedavi döneminden sonra geçtiğimiz hafta içinde mikrofonuna kavuştu. Hastalığının duyulduğu günden bu yana hem koçlar, hem de basın görevlilerin sürekli desteğini gördüğünü bilmeyen yok. Hatta kendisini en çok zorlayan Gregg Popovich de Sager’ı hastanede ziyaret etmişti. Duayen muhabir artık tekrar kameralar önünde. Yine göz alıcı takımlarıyla ve komik röportajlarıyla görmeye devam edeceğiz kendisini. Kişisel favorim? Kevin Garnett’in uzun uzun takım elbisesini komple yakmasını istediği röportaj. İzleyin bulun. Hoş geldin Sager!
1
,
FastBreak / Hazırlayan: Murat Eyüboğlu
Belinelli’den Müthiş Üçlük
Belinelli, GQ İtalya’nın kapağını süslediği fotoğrafıyla şaşırttı eçtiğimiz haftanın çıplaklık konusundaki ilk çıkışı şarkıcı Çelik’ten geldi. Biz en son bıraktığımızda “Artık devir değişti, tabii Çelik de değişti” diye acayip bir şarkı yapıp yine de devri yakalayamamıştı. Bu sefer “Hakikaten değiştim” demek adına bacaklarının arasına aldığı kontrbas ile poz verdi. Biz daha onu anlamadan benzer bir poz da İtalyan basketbolcu Marco Belinelli’den geldi! GQ dergisinin İtalya sayısının kapağını süsleyen fotoğraf Çelik’inkinden iyi, hakkını verelim. Başka bir şey demesek de olur aslında. Yanına aldığı üç hanım, elleri ensesinde duruşu, hanımlardan birinin baktığı yer ve tepkisi... Az daha konuşursam dergi +18’e gidecek! GQ utanmamış, ben utanırım. İtalyanlar ile Türkler benziyor derlerdi de, bu benzemenin Çelik-Belinelli ikilisinden su yüzüne çıkmasını beklemezdim. Kapat abicim kapat!
G
FastBreak
İlk Milyarder de Tabii ki O!
Yaşayan efsane Michael Jordan, Forbes listesindeki ilk “milyarder sporcu” oldu porcuların, sahayı bıraktıktan sonra maddi sıkıntılar yaşamamak adına çektiği sıkıntılara şahit oluyoruz genelde. Ancak sahada bu derece efsane olursanız, arkasından rakamlarla da efsane olabilirsiniz. Jordan’ın Nike ile kazandığı paralar ve markanın gücü yıllardır dilimizde zaten. Bu sefer bir ilk oldu ve MJ, Forbes’a göre dünyanın en zengin 1.741’inci insanı ve ilk milyarder sporcu olarak tarihe geçti. Bu sıçramanın sebebi sadece Nike markası değil tabii ki. Bildiğiniz üzere Jordan, Charlotte Hornets’in sahibi ve eski Microsoft CEO’su Steve Ballmer’ın Clippers’ı 2 milyar dolar karşılığında satın alması sonucunda takım değerleri komple yükselişe geçti. Sonuç? Yine MJ kazandı. Zenginin parası, züğürdün çenesi muhabbetine girmeden kapatalım sayfayı. Allah bereket versin.
S
FastBreak
FastBreak
Maşallah Dediğimiz… Geçtiğimiz hafta dergide bolca övdüğümüz Wesley Matthews sezonu kapattı Geçtiğimiz hafta dergi olarak belirlediğimiz “underrated ilk beş”imizin 2 numaralı pozisyonunda Wesley yer alıyordu. Anıl, uzun uzun anlatıp övdü kendisini ve severek okuduk. Şimdi Anıl’ı linç etme zamanıdır. Yazının son kısmında Wesley’in “Demir Adam” lakabını hak ediyor olmasından ve dayanıklılık konusunda ligin en iyisi olduğundan bahsediyordu. Sevgili Anıl kardeşim; ben hayatımda böyle bir nazar değdirme görmedim. Resmen rızkıyla oynadın adamın. Hafta geçmeden aşili kopan Matthews sezonu kapadı. Sezon sonu kontratı bitecek ve free agent piyasasının gözdelerinden olacak bir oyuncuya bu yapılmaz. Geçmiş olsun Wes.
ONLINE HAFTALIK BASKETBOL DERGİSİ
SLAMDUNKDERGI.COM APPLE STORE’DA
SLAMDUNK DERGİ app store’da . Kendi aplikasyonuyl a da yayında . IPad ve IPhone’unuzl a Türkiye’nin tek onlIne haftalık Basketbol dergisini istediğiniz zaman, istediğiniz her yerde okuyabilirsiniz. Tek yapmanız gereken app store’dan “Sl amDunk’ı ücretsiz indirip, keyifle okumaya başl amak ...
Etkileyici? Değil! DeAndre Jordan’ın ribaund istatistiği sizi etkileyebilir ancak acele etmeyin! ordan’ı kısaca “NBA’in yarım akıllı uzun adamlarından” diye tanımlarsak kimsenin bir itirazı olmaz. Beğenip beğenmeme meselesi tartışılabilir ancak etkinlik açısından faydası, zararından fazladır derim ben. Geçtiğimiz hafta ribaund istatistiği ile öne çıktı DeAndre. Bu satırlar yazılırken üst üste 10 maç 15 ve üzeri ribaund aldı. Şu sayfalarda bu tür istatistiklere ve tarihteki yerine pek çok kez yer verdik ancak DeAndre’yi tarihin bir köşesine not etmekten oldukça uzaktayız. Neden mi? Çünkü Wilt Chamberlain, 186 maç üst üste 15 ve üzeri ribaund almıştı. Konuşacak fazla şey yok. Zaten maç saati ile hücum saatini ayırt edemeyip rezil olduğu haftada DeAndre’yi tarihe işlemek de haksızlık olurdu. İyi istatistik DeAndre ama yeterince değil.
J
FastBreak
YARATICI YIKIM Bir dönem Darren Collison’ın arkasında yedek bekliyordu, şimdi NBA’i tek başına kasıp kavuruyor. Russell Westbrook bugünlere nasıl geldi? Evrim sürecini araştırdık… Yazı Yaşar Anıl Cantepe
Russell Westbrook
Russell Westbrook Ünlü Avusturyalı siyaset bilimcisi ve iktisatçı Joseph Alois Schumpeter, 1942 yılında “Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi” adlı kitabında kapitalizmin ilerleme motorunu “Yaratıcı Yıkım” olarak ilan ettiğinde, iktisat külliyatına yeni bir terim sokuyordu. Basitçe anlatmak gerekirse, “Ekonomik büyüme ve teknolojik değişim, beraberinde yaratıcı yıkımı getirir. Eskiyi yeniyle değiştirir. Yeni sektörler kaynakları eskilerden kendilerini doğru çeker. Böylelikle yeni, eskinin yerini alır.” Bu tanımın daha iyi oturması için, bilgisayarın yaşamımızdaki yerini konsolide etmesiyle beraber daktiloların piyasadan silinmesi örneğini verebiliriz. Gelelim şimdi Yaratıcı Yıkım’ın, İngilizcede daha bi’ afili duran adıyla “Creative Destruction”ın basketbola uyarlanmış tarafına; yani Russell Westbrook’a! Russell Westbrook tam anlamıyla tipik bir Yaratıcı Yıkım örneği. Müthiş bir atlet,
çok iyi bir skorer, iyi bir ribaundçu, bir all arounder ve de tabii ki mükemmel bir patlayıcı güç. Tüm bu saydığım özellikler aslında NBA’deki çoğu oyuncuda var, peki onu özel kılan ne? Daha doğrusu onun Yaratıcı Yıkım bayrağını elinde tutmasının sebebi ne? Tabii ki oynadığı mevki. Saydığım özelliklerin çoğu NBA’deki kanat oyuncularının hemen hemen hepsinde var ama gelin görün ki bunların hiçbiri point guard değil. İşte bu, Westbrook’u özel kılıyor. Özel kılmakla yetinmiyor aslında, evrimsel sürecin bir parçası olarak basketboldaki oyun kurucu kavramının tanımını da bir bakıma değiştiriyor onun varlığı. Westbrook, Yaratıcı Yıkım etkisini herkese gösteriyor. NEREDEN ÇIKTI BU ADAM? Westbrook’u ilk izlediğimde sene 2008’di. Kevin Love, Darren Collison ve Luc Richard Mbah-a Moute ile beraber
NCAA şampiyonluğu için savaşıyordu ve finale tek bir adım uzaktaydılar. O adımı atmalarına engel, belki de sakatlıklar olmasa Westbrook ile beraber şu Yaratıcı Yıkım trendinin önemli isimlerinden birisi olacak Derrick Rose’lu Memphis’ti. 24 TV o sene Rose ve Michael Beasley’nin yarattığı sansasyondan dolayı NCAA final turnuvasını canlı yayınlıyordu, ben de bu fırsatı kaçırmak istemeyen diğer basketbolseverler gibi Rose’u izlemek üzere televizyon başına geçiyordum. Murat Murathanoğlu o bildik anlatımı ile heyecan katsayısını yükseltirken hemşehrisi Rose’u öve öve bitiremiyordu, maç ilerledikçe ona ve övgülerine hak veriyordum ama dikkatimi Rose’tan fazla Westbrook çekiyordu. Westbrook o maçı 22 sayı, 3 ribaund, 2 asist ve 2 top çalmayla bitirirken muhtemelen birkaç genel menajerin dikkatini çektiğini biliyordu. Ancak
Russell Westbrook sorsanız ilk 5’ten seçileceğini o dönem o bile tahmin etmemiştir; hele ki Eric Gordon, Kevin Love, Jerryd Bayless ve Brook Lopez gibi o sene kolej basketbolunu yerinden oynatan yetenekler dururken! Kolejdeki ilk senesini, şu an inanması güç ama Sacramento Kings’te “öylesine takılan” Darren Collison’ın yedeği olarak geçirdi Westbrook. Hatta ve hatta rotasyonda eskiden Türkiye’de de oynamış Josh Shipp’in bile gerisindeydi. Ertesi senesi de böyle geçeceğe benziyordu. Derken, Collison’ın sakatlığı ile beraber şans yüzüne güldü ve o dönene kadar ilk beşin değişmez oyun kurucusu olmayı başardı. Oyunu öylesi bir boyuta varmıştı ki, yedekten girip defansif enerjisiyle takıma katkı sağlamaya çalışan bir oyuncudan takımın yıldızı sayılabilecek bir oyuncuya evrilmişti. Her ne kadar Love her zaman daha ön planda olsa da… Collison’ın sakatlıktan dönüşü Westbrook’un pozisyonunda bir değişikliğe sebep olmadı, ilk beş çıkmaya devam etti. Değişen Collison’ın pozisyonuydu, ilk beşe girmeyi başarmıştı ancak dümen artık onun elinde değildi.
Westbrook’un etkileyici çıkışı ve UCLA’in formu onları yarı finale kadar getirse de; Memphis, Callipari ve Rose etkisiyle finale çıkan taraf oluyordu. Ancak Westbrook’un da bu çekişmede kaybeden olduğunu söylemek mümkün değil. Ulusal televizyonda, herkese nasıl kaliteli bir oyuncu olduğunu göstermişti. Saçma sapan bir kolej maçında takımının yenilmesi, onun “kaybeden” olarak tanımlanmasına sebep olacak bir şey değildi ki. Nitekim “kaybetmedi” ve draft’ta dördüncü sıradan seçilerek Oklahoma City Thunder’ın yolunu tuttu. MANİK DEPRESİF BİR TAKIM Westbrook’un NBA kariyeri bugüne kadar birçok tartışmanın konusu halinde ilerledi. Özellikle Scott Brooks’un oynattığı düzensizlik (!) düzeninde sürekli şovu çalmaya çalışan adam olarak yer alması onu bu tartışmaların odak noktasına taşıyan durumdu. OKC öylesine bir kaos oyunu oynuyor ki, Westbrook bu kaos içinde kendini zaman zaman Vendetta zannediyordu. Ancak o görevin sahibi
vardı; Kevin Durant! Westbrook, James Harden, Jeff Green ve Durant’le beraber yeni bir yapı kurarak şampiyonluk hedefleyen bir takım yaratma hayali olan Sam Presti bu istediğini elde edecekti. Her ne kadar bu uğurda Green’i feda etse de amacına ulaşmıştı. OKC artık contender bir ekipti ve şampiyonluk bu muhafazakar şehrin insanları için hayal değildi. Ancak bu yapı bir türlü başarı konusunda o son adımı atamadı. Thunder’ın contender’lığa yükseliş hikâyesi her ne kadar bir yönetim başarısı hikâyesi olsa da, o pozisyonu yavaş yavaş kaybetmeleri de o derecede bir yönetim başarısızlığıdır. Açık ve net, Sam Presti bu süreci iyi yönetememiştir. Harden’ın ayrılışı sonrası Thunder’da kartlar yeniden dağıtılmış ve karşımıza daha etkin birer Durant ve Westbrook çıkmıştı. Sorumlulukları iyiden iyiye artan bu ikilinin rolleri zaman zaman çakışsa da bugüne kadar herhangi bir sorun yaşadıkları işitilmedi. Ancak bunun sonsuza kadar böyle gideceğini öngörmek mümkün değil; zira her ikisi de genç oyuncular ve
Russell Westbrook
oyun olarak her geçen gün kendilerini geliştirirken egoları da şişiyor, burada önemli olan bu egoları kontrol altına almak. Tabii ki o kontrolü sağlayacak kişinin Scott Brooks olmadığı açık. Bunu, takımın bu seneki konumuna bakarak da söylemek mümkün ve tabii ki yaşanan son olaylara… ŞÖHRET, PARA VE MODA 2010 yılı Westbrook için önemli bir yıldı. Takımıyla beraber play-off’lara kalmayı başarmış ve bu performansının ardından ABD’nin Dünya Şampiyonası kadrosuna seçilmişti. Bir anlamda kendini dünyaya gösterme şansını elde etmişti. ABD zorlanmadan şampiyon olurken, Westbrook bench’ten gelip spektaküler hareketler yapan haşere bir eleman olarak herkesin sempatisini kazanmayı başarmıştı. Turnuvanın belki de en heyecan verici oyuncusuydu. Özellikle yaptığı smaçlarla… Smaç demişken, Westbrook’un oyunun önemli bir parçası patlayıcılık. Tabii, bu patlayıcılığının önemli bir bölümünü de vurduğu smaçlar oluşturuyor. Kelimenin tam anlamıyla mükemmel bir smaççı Westbrook. Ancak hakkında şöyle ilginç bir bilgi var: 17 yaşına kadar, yani NBA’e gelmeden 3 sene öncesine kadar smaç basamıyormuş. NBA’in en atlet oyuncularından ve smaç konusunda uzmanlarından biri olan Westbrook’un smaç yapamaması inanılır gibi değil ama öyleymiş. Kendi ağzından dinleyelim: “Dürüst olmak gerekirse gençken hiçbir zaman o kadar yükseğe sıçrayamıyordum. Bunun üzerinde
çalışmam gerekti. Lisedeki son senemin son maçına kadar hiç smaç basmamıştım. Bacaklarımı kuvvetlendirmek için çalıştım. Merdivenlerde koştum, squat yaptım ve kendimi geliştirdim.” Aslında bu sözler Westbrook’un çalışmaya kendini ne kadar adadığının bir göstergesi. Oyununun her kısmını geliştirirken, kendi özel hayatında da bu gelişimi sürdürmeye çalışıyor Westbrook. Örneğin; hâlâ üniversiteden mezun olmaya çalışıyor. Tabii, yaz okullarıyla bu açığını kapatmaya çalıştığı için süreç uzuyor. Ancak bir konu var ki, kendini bir türlü geliştiremedi. O da moda! Bilmiyorum, kim Westbrook’a gidip “Sen bir moda ikonusun” dedi. Sanırsam bu çılgınlık Instagram hesabında transseksüel kıyafetleri giyip fotoğraf yayınlamasıyla başladı. Bu saçma hareketleri bir şekilde ünlü birisi olması sebebiyle sansasyon yarattı. Yani, düşünülünce bir NBA oyuncusu transseksüel kıyafetleri giyiyor ve bunu kendi Instagram hesabından paylaşıyor. Sansasyon yaratmaması düşünülemez bile. Westbrook gönderilerinin aldığı
ilgiyi yanlış değerlendirmiş olacak ki, bu hareketlerini sürdürmeye devam etti/ ediyor. Lütfen, birisi uyarsın da o rezalet kıyafetlerini görmek zorunda kalmayalım artık. LİDERLİK Westbrook üstte de belirttiğimiz üzere Brooks’un düzensizlik düzeninde fazlaca bir serbestliğe sahip. Takım içinde kendisine verilen bu otonomi, rolünün Durant’le çakışması demek, ki bu da Thunder için bir felaket. Brooks’un koçluk görevlerinden çok “abilik” yapma noktasında takım üzerinde etkili olduğu herkes tarafından biliniyor. Her ne kadar oyuncular üzerinde bu yönde bir ağırlığı olsa da, saha içindeki rol çakışmasını engelleyebilecek bir adam değil. Bu yüzden Westbrook’un ve Durant’in aynı anda çok çok iyi olması bir sorun. Farz-ı misal, Rick Carlisle kalibresinde bir koç Oklahoma City Thunder’ın başında olsaydı böyle bir cümle kimse tarafından kurulamazdı. Çünkü bu rol çakışması problemi sahada takımın yararına olabilecek bir şekilde çözümlenebilirdi. Ancak Thunder’ın bu kalibrede bir koçu yok ve bu noktada suyun akıp kendi yolunu bulması lazım.
Russell Westbrook Geçtiğimiz Phoenix maçında bu liderlik sorununun ilk yansımasını bench’te gördük. Westbrook üçüncü çeyreğin sonuna doğru oyundan çıkarılınca, kenarda duran ve ona elini uzatan Durant’i görmezden gelip kendi yerine oturmuştu. Belki cidden görmedi Durant’in ona elini uzattığını ancak şeytanın avukatlığını yapmak için yeterli sebebimiz var. Geçtiğimiz günlerde Durant’in Instagram’da fotoğrafına yapılan yorumlardan birine verdiği reaksiyon ikilinin arasının limoni olduğunun diğer bir göstergesi hiç kuşkusuz. “Russell Westbrook senden daha iyi oyuncu” diyen basketbolsevere Durant “S*k kafalı” diyerek tepki veriyor. İlginç. MEVCUT FORM VE MVP TARTIŞMALARI Westbrook özellikle son dönemdeki kıpırdanmasıyla NBA’de uzun zamandır eşine rastlanılmayan bir performans yakalamış durumda. Üst üste oynadığı son 4 maçta da triple double yapmayı başaran Westbrook, Michael Jordan’ın 1989’da üst üste 7 maçta triple double yaptığı sezondan sonra onun bu serisine en çok yaklaşan oyuncu konumunda. Tabii bu performansı azımsanamayacak derecede önemli ancak
şunu da unutmamak lazım tüm bunları Durant’in yokluğunda yapıyor. Hele ki takımın geri kalanının durumu düşünülünce Westbrook gibi bir oyuncunun böyle bir performans sergilemesi beklenilebilir. Önemli olan açıkçası Durant döndükten sonra takım içinde nasıl bir pozisyon alacağı. Bu, Thunder’ın ileriki aşamada başarı endeksini belirleyecek. Zurnanın zırt dediği yer ise MVP tartışması. Öncelikle All-Star MVP’liğini hiçbir tartışmaya mahal vermeden kazandığını baştan söyleyelim. Ancak peki ya normal sezon MVP’liği? Bu ise biraz sıkıntılı sonuçlanacağa benziyor. Ligin zirvesindeki iki takımın oyunlarının “tek bir oyuncuyu” aşırı derecede ön plana çıkarmaması sıkıntıların ve tartışmaların ana sebebi. Mesela Stephen Curry, Klay Thompson’dan biraz daha rol çalsaydı MVP tartışması yapmıyor olurduk. Adres belli olurdu böylelikle ama şu an durum farklı. Tamam, Westbrook mükemmel oynuyor, adeta bir çizgi romandan fırlamış süper kahraman tadında maçlar çıkarıyor fakat takımının sıralamasına bakınca, Batı’da play-off’a kalmaları bile şüpheli gözüküyor. Bu iki isim haricinde arkadan Harden, LeBron James ve durumu takımından dolayı
Westbrook’la aynı olduğu için şansını biraz daha düşük gördüğüm Anthony Davis bastırıyor. Her şeyin ötesinde, oynadıkları maç sayılarına da bakmak gerek. Westbrook içlerinde en az maça çıkmış isim, bu da onun MVP olma hayalini etkileyebilecek diğer bir olumsuz bir durum. SONUÇ Westbrook, oynadığı dönem içerisinde NBA’de point guard’dan beklenenlerin değişmesine yardımcı olmuş, hatta bu anlamda Yaratıcı Yıkım hamlesini başlatan isimlerden birisi olmayı başarmış. Eskinin o ağır abi, ayaklarının hızından çok beyinlerinin hızından etkilendiğimiz oyun kuruculardan pek kalmadı şimdilerde. Açıkçası bu yönde eskisi gibi bir talep de yok. Artık daha mobilize, daha combo guard’vari oyun kurucular moda ligde. Bu pozisyonda oynayan oyunculardan oyun kuruculuk görevlerinden çok, skor anlamında takıma katkı vermesi bekleniliyor. Bu da dönüşümü, yazının başından bu yana üzerinde durduğumuz Yaratıcı Yıkım’ı sağlıyor. An itibarıyla o Yaratıcı Yıkım’ı da Russell Westbrook meydana getiriyor.
Fenerbahçe Ülker - Nizhny Novgorod
YOLUN SONU Evinde konuk ettiği Nizhny Novgorod’u rahat geçen Fenerbahçe Ülker, Euroleague şampiyonluğu yolunda da olumlu sinyaller verdi
YAZI: Gürhan Ul
FINA
AL FOUR!
Fenerbahçe Ülker - Nizhny Novgorod
M
oskova deplasmanındaki zaferiyle çıtayı oldukça yükseğe çıkartan Fenerbahçe Ülker, bu galibiyeti bir anlamda pekiştirmek ve yoluna kazasız devam etmek için sahasında bir diğer Rus temsilcisi Nizhny Novgorod’u ağırladı. İlk beşin önemli oyuncularından ikisini, özellikle pota altındaki tek adamakıllı pivotu Parakhouski’nin yokluğunu hissedeceği belli olan Nizhny elinden geldiği kadar mücadele etse de eldeki kadronun İstanbul’da Fenerbahçe Ülker’e direnmesi imkânsıza yakındı. Nitekim de maç 92-79 sarı-lacivertli temsilcimiz lehine sonuçlandı. Daha önceki yazılarımda daha çok tek maç üzerinden
gidiyordum ancak bu kez daha genel bir yazı olmasını istedim çünkü Fenerbahçe Ülker bu maçta çok uzun süredir beklediğimiz, hatta yapanlara gıpta ile baktığımız bir işi başardı.
5 dakikalık sekans
29 yaşında, uzun süredir Avrupa basketbolunu sıkı şekilde takip eden bir basketbolseverim. Senelerdir takımlarımız fena olmayan kadrolar kurar, hedefi olabildiğince yüksek tutar ve karşısında kendisinden üst seviye bir takım bulduğunda çoğunlukla doğru basketbolu oynamalarına rağmen rakibin çoğu zaman 5-10 dakika arası iyi oyununa dayanamaz ve mücadelelerden yenik ayrılır. Fenerbahçe-Nizhny mücadelesi bu açıdan benim için oldukça önemliydi. Sarı-lacivertliler kötü başladı, hatta oldukça kötü bir ilk periyot oynadı. İkinci çeyreğin ilk
“ Nizhny elinden geldiği kadar mücadele etse de eldeki kadronun İstanbul’da Fenerbahçe Ülker’e direnmesi imkânsıza yakındı”
5 dakikasında ise öyle bir Fenerbahçe Ülker vardı ki sahada, fark bir anda 20’ye geldi. O 5 dakikalık bölümden sonra tekrar aktif dinlenmeye geçildi; ta ki fark tek haneye inene kadar… Ondan sonrası malum; 3-4 dakikalık iyi bir oyun ve el kol sallana sallana alınan bir galibiyet. Kısacası Fenerbahçe Ülker uzun süredir ilk defa çok güçlü bir takım ve antrenöre; bunun yanı sıra da kendisinden güçsüz bir rakip bulduğunda istediği an vurup geçebilecek bir “TAKIM”a sahip.
Gidişat parlak
Üst üste alınan galibiyetler ve iyi oyun herkese umut veriyor ve taraftar artık “Bu rakiple iyi oynasak da baş edemeyiz” şeklinde karamsar düşüncelere sahip olmuyor. Peki Fenerbahçe Ülker’de eksik yok mu? Elbette var. Ancak eksikleri yamayabilecek bir antrenör ve oyuncu grubuna sahip olunduğu için gününde olduğunda her takımı yenebilecek bir kıvama gelindi. En önemlisi de bu kıvama en doğru zamanda, yani Top 16’nın ortalarında, sezonun karar anlarında gelinmiş olması. Sarı-lacivertli formayı giydiği andan itibaren çoğunluğu haklı
Fenerbahçe Ülker - Nizhny Novgorod
an neye ihtiyacı varsa onu veren Bogdanovic. Bu üç ismin başına bir şey gelmezse (tahtaya vuruyorum) Fenerbahçe Ülker için gidişat Final Four. Belki çok iddialı gelebilir ancak F4’ten ötesi de beni şaşırtmayacak…
olmak üzere eleştirilen Hickman hem Maccabi günlerindeki gibi iştahlı, hem de kendine güveni yerine geldi. İlk haftalarda istatistik kâğıdında iyi işlere imza atsa da yapamadıkları yapabildiklerini gölgeleyen Vesely; 20 sayı üzeri skor bulduğu maçlarda bile savunması ve top paylaşmaması yüzünden eleştirilen Goudelock; her sezon “Bu yıl onun olacak” dedirten ama bir anda kaybolan Emir, fazla kiloları ve savunmadaki defoları yüzünden beklendiği kadar ilerleyemeyen Oğuz ve daha birçok isim kariyerlerinin en iyi sezonlarını geçiriyor. Bu durumda başlıca pay sahipleri ise bana göre üç isim; son haftalarda takımından maksimuma yakınını alan Obradovic, takımda her anlamda zamk görevini gören Bjelica ve hocasının sahada o
ANADOLU
EFES Y
Unicaja Malaga - Anadolu Efes
YAKALANDI Top 16’ya iyi başlayan temsilcimiz, Unicaja Malaga deplasmanından eli boş dönerek üst üste aldığı mağlubiyetlere bir yenisini daha ekledi
YAZI: Alİ KonavİC
Unicaja Malaga - Anadolu Efes
E
uroleague F Grubu’na Laboral ve Malaga galibiyetleriyle başlayan Anadolu Efes kendisinden en az çeyrek final bekleyen bizlere “Bu sefer oldu galiba” dedirtmişti. CSKA mağlubiyeti kabul edilebilirdi ancak özellikle Nizhny deplasmanında yenen 109 sayı Efes’in bugün yaşayacağı problemlerin habercisi gibiydi. 4 galibiyet, 2 mağlubiyetle başladığı TOP 16’da son 3 maçını kaybeden ve dördüncülüğünü tehlikeye sokan Efes, bu 3 maçta belki de maçlardan daha önemli bir şeyi kaybetti: Alışkanlıklarını…
Efes uyandı ama…
Hepimiz Malaga’nın ne kadar sınırlı bir takım olduğunu biliyoruz TOP 16’daki ilk 5
maçını kaybeden İspanyollar ortalama 65 sayı üretebiliyordu. Özellikle yine kendi sahalarında oynadıkları FB Ülker maçı hücum olarak dip noktalarıydı. İstanbul’daki Efes maçının ilk yarısında da iyi bir hücum performansı gösterdikten sonra Efes ipleri ele alınca feci çakılmış, hücumdaki yetersizlikleri ortaya çıkmıştı. Dün maçın ilk yarısında, İstanbul’daki gibi müthiş hücum eden bir Malaga vardı. Attıkları 52 sayı her Euroleague takımı için çok iyi bir seviye ancak özellikle Malaga için rüya gibi. İkinci yarıda durumun böyle olmayacağını hepimiz tahmin ediyorduk. Tahmin ettiğimiz gibi de oldu... Üçüncü periyotta Efes Malaga’ya dur dedi ve sadece 11 sayıya izin vererek farkı kapatmayı başardı. Efes’in maçı çeviriş metodu tıpkı İstanbul’daki gibiydi. İyi savunan, efor sarf eden, her top için mücadele
“ Her sıkıştığında çizgiye gelen Malaga son periyotta 30 sayıüreterek 90’ın üzerine çıktı”
eden Efes gerçekten durağan Efes’e nazaran çok daha iyi bir takım. Parkedeki 5 oyuncu da savunmada benzer mücadeleyi gösterince hücum çarkları da daha iyi işlemeye başlıyor. Gerçi dün daha çok Heurtel merkezli bir bireysellik hâkimdi. Fransız oyuncunun hücumda taşıdığı Efes yine Saric önderliğinde bazı bireysel hatalarla elindeki maçı verdi. Ancak özellikle son periyotta yapılan erken fauller sonrası Malaga’nın sık sık çizgiye gitmesi savunma dengesini bozan en önemli unsur oldu. Son 2-3 dakikaya kadar faul hakkı doldurulmasaydı, yapılacak sert savunmayla Malaga yine 20’nin altında tutulabilirdi. Bu da maçın kazanılması anlamına gelecekti. Fakat her sıkıştığında çizgiye gelen Malaga son periyotta 30 sayı üreterek 90’ın üzerine çıktı.
Toolson&Kuzminskas etkisi
Toolson’ın buzzer-beater’ı ekstra bir iş olsa da, Malaga maçı kazanmayı hak etmedi dersek yanlış bir şey söylemiş oluruz. %40 üçlük, 15 hücum ribaundu ve 16 asist Malaga’nın bu maçta ortaya koyduğu “doğrulardan” sadece birkaçıydı. Toolson ve Kuzminskas ise bireysel performanslarıyla
Unicaja Malaga - Anadolu Efes
maçı alan iki isim oldu. Hoş, Malaga’da Karahodzic dışında süre alan herkes işin bir ucundan tuttu. Özellikle Gabriel German 2 üçlük ve 9 ribaundla tecrübesini konuşturdu. Efes cephesinde ise Heurtel maçın en iyisiydi. Furkan ve Krstic de oldukça iyi oynadılar. Furkan’a elbette apayrı bir parantez açmak lazım. Gerçekten çok ama çok özel bir oyuncu. Kesinlikle NBA potansiyeli var. Hatta alelade bir NBA oyuncusu değil de Mehmet gibi, Hedo gibi NBA’de iz bırakabilecek bir isim olacak diye düşünüyorum. Türk basketbolu için büyük nimet olduğunu zaten herkes biliyor. Saric ve Janning ise hayal kırıklığı yarattı. Gerçi Janning bir süredir aşağı yukarı böyle oynuyor. Saric ise istatistiksel olarak çok
kötü gözükmese de maç içinde çok fazla kopma yaşadı. Bazı gereksiz zorlamaları maçın en kritik anlarında Malaga’ya rahat bir nefes aldırdı.
Kritik süreç başlıyor
Artık Efes için psikolojik olarak çok daha zorlu bir süreç başlıyor. İçerideki Nizhny Novgorod ve Milano maçları nispeten kolay ancak 3 tane çok zorlu deplasmana gidecekler. Grup dördüncülüğünü almaları için birini kazanmaları gerekiyor. Efes bunu yapabilecek kalitede bir takım. Ivkovic gibi bir koç için bu atmosfer çerez. Ancak yine de son dönemde yaşanan hayal kırıklıkları akla gelince Efes için her zaman bir “acaba”mız oluyor.
G R
EuroLeague / E Grubu Hazırlayan Alican Şengül
Galatasaray: 71 Real Madrid: 107 Euroleague’in en büyük favorilerinden Real Madrid, ciddi sıkıntılarla boğuşan Galatasaray Liv Hospital’ı farklı geçerek liderliğini sürdürdü
7
farklı oyuncunun çift hanelere ulaştığı İspanyol ekibinde en skorer isimler 17 sayıyla oynayan Rudy Fernandez ve 16 sayılık katkı yapan Andres Nocioni olurken, 14 sayısının yanına 7 asist ekleyen Sergio Rodriguez de maçın kilit isimlerinden oldu. Bu mağlubiyetle grupta son sıraya demir atan ekibimizde en göze çarpan isimler 19 sayı ve 9 ribaundla Patric Young, 17 sayıyla Ender Arslan ve 15 sayı kaydeden Kerem Gönlüm oldu.
KOÇLAR NE DEDİ?
“Maçın başında kendi oyunumuza yakın bir oyun sergiledik ama şutları sokamadık. Dar rotasyon sonucu yorulduk. Hızlı bir oyun oynuyorlar, onlara karşı oynamak çok zor.” Ergin Ataman, Galatasaray Liv Hospital “Oyuncularımı, bir başka deplasman galibiyeti için tebrik ederim. Topu iyi dolaştırıp çok iyi şut attığımız harika bir ilk yarı oynadık. Son çeyrekte de oyunu tamamen domine ettik.” Pablo Laso, Real Madrid
EuroLeague / E Grubu
Alba Berlin: 80 Zalgiris: 72 Litvanya ekibi karşısında galip gelen Alba Berlin, gruptan çıkma şansını son maçlara taşıdı
T
op 16’daki dördüncü galibiyetini alan Alman ekibinde 27 sayı ile aynı zamanda maçın en skorer ismi olan Reggie Redding galibiyette önemli rol oynadı. Redding’e en büyük katkıyı 13 sayı ile Marko Banic ve 10 sayı ile Alex Renfroe verdi. Gruptaki altıncı mağlubiyetini alan Zalgiris’te ise Milaknis’in 18 sayılık performansı, Litvanya ekibinin galibiyeti için yeterli olmadı. Litvanya ekibinde dikkat çeken bir diğer isim de karşılaşmayı 12 sayıyla tamamlayan Songalia oldu.
KOÇLAR NE DEDİ?
“Üç çok önemli oyuncumuzun eksiğine rağmen kazandığımız için mutluyum Gruptan çıkma adına şansımız sürüyor ve sonuna kadar da savaşmaya devam edeceğiz. İhtimaller üzerine düşünmeden sıradakine odaklanarak yolumuza devam ediyoruz.” Sasa Obradovic, Alba Berlin “İki önemli uzunumuzun eksikliğinde çok fazla güç kaybetmiştik. Bunu farklı bir şekilde avantaja dönüştürmeye çalıştık ama Alba gibi güçlü bir takıma karşı başaramadık ve sonunda maçı kazanmayı hak eden taraf oldular.” Gintaras Krapikas, Zalgiris
EuroLeague / E Grubu
Panathinaikos: 77 Barcelona: 81 Yunanistan deplasmanından galibiyetle dönen Katalanlar, ezeli rakipleri Real Madrid’in hemen arkasında ikinciliğe yerleşti
D
oelmann’ın 21 sayı ile liderlik ettiği Barcelona’da ABD’li oyuncunun galibiyetteki en önemli yardımcıları 17 sayı ile Juan Carlos Navarro ve 15 sayı ile Pleiss oldu. Top 16’daki dördüncü mağlubiyetini alan Pana’da ön plana çıkan oyuncular pota altında 16 sayı ve 9 ribaundla oynayan Esteban Batista ile 14 sayı kaydeden James Gist oldu.
KOÇLAR NE DEDİ?
“Bu denli önemli bir maçı, evimizde ve müthiş atmosfer önderliğinde kaybetmemiz çok üzücü. İkinci çeyrekte oynadığımız çok kötü oyun ve devamında gelen 10-0’lık seri maçın devamını şekillendirdi.” Dusko Ivanovic, Panathinaikos “Rekabet dolu, duygusal ve mücadele içinde geçen bir maç oldu. Durumla yüzleşip galip geldiğimiz için tüm oyuncularımla gurur duyuyorum.” Xavi Pascual, Barcelona
EuroLeague / E Grubu
Kızılyıldız: 89 M.Electra: 76 İsrail ekibini evine eli boş gönderen Kızılyıldız, galip gelmesine rağmen grubun son sırasından kurtulamadı
B
oban Marjanovic’in 19 sayı ve 17 ribaund ile haftanın önemli performanslarından birine imza attığı Kızılyıldız’da galibiyette önemli pay sahibi olan diğer isimler 17 sayı, 7 ribaund ve 5 asist ile Marcus Williams ile 16 sayı kaydeden Jenkins oldu. Belgrad deplasmanında kaybederek bir sürprize imza atan Maccabi’de 14 sayı, 6 ribaund ve 6 asist ile oynayan oyun kurucu Jeremy Pargo’nun yanı sıra 15 sayı ile oynayan Devin Smith’in performansları galibiyete yeterli olmadı.
KOÇLAR NE DEDİ?
“Euroleague’in son şampiyonunu yenerek taraftarlarımıza güzel bir hediye verdik. Son çeyrekteki harika oyunumuzla galibiyete uzandık, oyuncularımı tebrik ederim.” Dejan Radonjic, Kızılyıldız “Üçlük çizgisinin gerisinden çok zorlandığımız bir maç olurken, rakip %45 civarı bir isabet oranı ile oynadı. Son çeyrekteki fiziki oyunlarını Marjanovic’i de iyi kullanarak çok yukarıya çıkardılar ve yorgunluğumuzla birlikte mağlubiyet kaçınılmaz oldu.” Guy Goodes, Maccabi Electra
EuroLeague / F Grubu
Laboral Kutxa: 74 CSKA Moskova: 81 İspanya deplasmanından galibiyetle dönen CSKA Moskova, zirve takibini sürdürdü
K
ısalarının skorer ve sorumluluk alan oyunu ile galibiyete uzanan Rus temsilcisinde 13 sayıyla oynayan Vitaly Fridzon takımın en skorer ismiydi. Fridzon’un en önemli yardımcıları 11’er sayı ile oynayan yıldız oyun kurucular Nando de Colo ve Milos Teodosic oldu. Çok iyi başladığı maçta devamını getiremeyen Laboral’de 31 sayı ile oynayan Darius Adams maçın en skoreri olurken, onun dışında çift hanelere ulaşan tek isim olan San Emeterio’nun 14 sayılık performansı galibiyete yetmedi.
KOÇLAR NE DEDİ?
“Çift taraflı, oyunun gidip geldiği bir maç oldu. Bu güzel atmosfer için rakip taraftarlara teşekkür ediyorum. Galibiyetten ötürü de oyuncularımı tebrik ederim.” Dimitris Itoudis, CSKA Moskova “CSKA gibi köklü ve çok güçlü bir takıma karşı kazanmaya yaklaşıp kaybetmekten ötürü oyuncularımı oldukça kızgın ve hayal kırıklığına uğramış bir vaziyette görmek hoşuma gitti.” Ibon Navarro, Laboral Kutxa
EuroLeague / F Grubu
EA Milano: 74 Olympiakos: 83 Zorlu İtalya deplasmanından galibiyetle dönen Pire ekibi, F Grubu’ndaki liderliğini sürdürdü
O
lympiakos’un yıldız oyuncusu Spanoulis ve Othello Hunter, attıkları 14 sayı ile takımlarının en skorer isimleri oldu. Yunan ekibinde çift hanelere çıkan diğer isimler Printezis, Dunston ve Darden’dı. Top 16’daki yedinci mağlubiyetini alarak grup sonunculuğunu devam ettiren İtalyan ekibinde ise Alessandro Gentile 24 sayı ile maçın en skorer ismi oldu. Gentile’nin yanı sıra Marshon Brooks’un 17 sayısı ev sahibi ekibe galibiyeti getirmedi.
KOÇLAR NE DEDİ?
“Biz hücumda çok kötü başlarken onlar kolay basketler buldu ve bu da farkı yaratan en önemli faktördü. Geri dönmek için çabaladık ama Spanoulis gerekli yerlerde müthiş sorumluluklar alıp takım arkadaşlarına pozisyonlar yarattı.” Luca Banchi, EA Milano “İyi bir mantalite ve konsantrasyonla maça başladık. İlk çeyrekten itibaren onların hücumunu durdurduk ve liderliği ele aldık. Hem hücum, hem de savunmada birlikte kaldık, topu paylaştık ve kazandık.” Giannis Sfairopoulos, Olympiakos
Galatasaray Liv Hospital’da neler oluyor?
YAZI Doğuş Arun
ALACAKARANLIK KUŞAĞI Oyuncular birer birer ayrılıyor, koç genç bir oyuncuyu tokatlıyor, taraftarlar tribünden yönetimi protesto ediyor… Galatasaray Liv Hospital’da neler oluyor?
Galatasaray Liv Hospital yakın dönem basketbol tarihinin en zor sezonlarından birini yaşıyor. Euroleague’de arka arkaya alınan 6 mağlubiyetin yanı sıra, sezon içerisinde 5 oyuncu maddi sıkıntılar nedeniyle takımdan ayrıldı. Takım sezon başından beri iyi oynamıyor; daha da kötüsü, maddi sıkıntıların da etkisiyle birçok oyuncu (ve Ergin Ataman) sahaya kendisini veremiyor. Takımın koçu soyunma odasında genç bir oyuncuya tokat attığı için sancılı bir süreçle federasyondan ceza alıyor... Kısacası Galatasaray Liv Hospital kendi Alacakaranlık Kuşağı’nı yaşıyor! Her şeyin üstüne son olarak da takımın geçtiğimiz iki sezonda yaşadığı başarıların en büyük pay sahiplerinden Carlos Arroyo takımdan ayrılma kararı
Galatasaray Liv Hospital’da neler oluyor?
aldı. Halihazırda kötü oynayan takım için Arroyo gibi bir oyuncuyu. Saha dışındaki ayrılıklar Arroyo’nun ayrılığının ardından çiçeği burnunda basketboldan sorumlu yönetici Ural Aküzüm, GSTV ekranlarında, “Ergin Ataman’dan gelen Arroyo takımın dengelerini bozuyor” raporu sonrasında yolların ayrıldığını söyledi. Yönetim ve koç Ergin Ataman cephesine göre Arroyo “disiplinsiz” davranmış ve ödeme konusunda ayrıcalık istemişti. Perşembe günü Arroyo cephesinden gelen mesaj ise kafa karıştırıcıydı. Porto Riko basınına konuşan Arroyo, yönetimi “arkasından konuşmakla” suçladı ve “Yönetim benim disiplinsiz davranışlarımdan dolayı takımdan uzaklaştırıldığım dedikodularını yaymaya çalışıyor. Bunların hepsi yalan. Ben aylardır ücret almadan oynadım. Yazılar gönderdim. Cevap vermediler. Yönetim ‘Bizim sözümüze güven’ dedi, ben de ‘Tamam’ dedim ancak sözlerini yerine getirmediler” dedi. 2012 yılında Galatasaray kadın basketbol takımının en önemli oyuncularından Lindsay Whalen, maddi sebeplerle takımdan
ayrıldı. Galatasaray kulübü ise ayrılığın ardından yaptığı açıklamada Whalen’i “Galatasaraylılık ruhunu kavrayamamak” ve “fırsatçılık” ile suçluyor; bununla da kalmayıp Whalen’in Fransa’ya “kadın sevgilisinin” yanına “kaçtığı” haberlerini çıkartıyordu. Geçtiğimiz yıl üç kupalı sezonda Galatasaray Odebank’ın en önemli oyuncularından olan Shavonte Zellous, sezon başında önceki yıllardan kalan primini talep ediyor ancak Galatasaray yönetimi Zellous’la yolların “disiplinsiz davranışlar” nedeniyle ayrıldığını ifade ediyordu. Arroyo cephesinde ise işler biraz farklı. Kasım ayında Eurohoops’a konuşan Arroyo geçtiğimiz sezon Fenerbahçe Ülker ile oynanan final serisi yedinci maçına çıkmama kararı nedeniyle kırgın olduğunu ifade etmişti. Açık söyleyeyim; Arroyo’nun yönetimi suçlayan açıklamalarını gördükten sonra aklıma bu örnekler geldi. Bir tarafta politik olabileceği noktada sözünü esirgemeyen Arroyo, diğer tarafta maddi sıkıntılar nedeniyle yollarını ayırdığı oyuncuları “Galatasaraylılık ruhunu kavrayamamak”la suçlayan şube yöneticileri. Arroyo olayından bağımsız ya da ilintili, Galatasaray basketbol şubesi uzun zamandır kötü yönetiliyor.
Saha içindeki rol dağılımı Saha içine dönelim... Arroyo’nun ayrılığının ardından saf 1 numara pozisyonu için Galatasaray LH elinde sadece Ender Arslan ve Kristijan Nikolov kaldı. Nikolov’un dört sene resmi maç oynamamasının ardından ilk profesyonel maçına bu sene çıktığını da hesaba katarak, Galatasaray LH sezonun geri kalanında guard pozisyonunda sıkıntılar yaşayacağını öngörebiliriz. Ataman, Ender ve Nikolov’a 40 dakikayı paylaştıramayacağını düşünüyor olsa gerek ki, Real Madrid maçına Sinan-Carter-Micov üçlüsüyle başladı. Bu üçlü (orijinal pozisyonlarına göre) ortalamanın üzerinde oyun zekâsına sahip isimler. Ataman da bu üçlü sahadayken setleri erken başlatarak, saf oyun kurucu eksiğini gidermeyi amaçlıyor. Ancak bu sezon Golden State Warriors’ın kusursuzlaştırdığı, erken başlayan setlerin şekillendirdiği hücumlar üzerine kurulu oyunları oynamak kolay değil. Erken başlayan setlere, topun ve oyuncuların yüksek tempoda hareket ettiği düzene geçiş sezon ortasında karar verebileceğiniz bir konu değil. Zira bu basketbolu oynamak için, hücumda keskin olmanız gerekiyor ve bu keskinliğe 10 günde ulaşmak mümkün değil. Galatasaray bu oyunu belirli bir seviyede oynasa bile 1 numaradan en fazla süre alması beklenen Ender, bu sistem için olabilecek en kötü guard’lardan biri. Ender’in yıllardır hücum süresini üçlüğün iki adım dışında dripling yaparak geçirdiği düşünülürse, Galatasaray LH zaten belirli bir seviyede oynayamayacağı hücum sisteminde belli bir istikrar da tutturamayacaktır. Ataman da bir süredir oyuncular gibi kafasını sahaya veremiyor, hatta Göktürk Ural’a attığı tokatla kontrolünü kaybettiğini bile düşünebiliriz ancak işler kötü giderken bir kıvılcımla takımı sezona geri döndürebileceğini, Euroleague’de değil belki ama ligde takımı en azından “kabul edilebilir” yere taşıma ihtimalini göz ardı etmemeliyiz.
ANTİ-KAHRAMANLARIN EN ÇILGINI
Dennis
RODMAN
Meraklıları bilir; çizgi romanlarda bütün süper kahramanların bir düşmanı, 180 derece zıt bir yansıması olur. NBA tarihinde bu rolü üstlenen isimse hiç kuşkusuz ki Dennis Rodman’dı… Yazı Recep Özerin
K
üpeleri, dövmeleri, saç stili, giyim tarzı… Dennis Rodman sadece NBA’in değil, belki de spor tarihinin gördüğü en nevi şahsına münhasır karakterlerden biriydi. Parke üzerinde yaptığı her hareketin yanı sıra saha dışında da her yaptığıyla sansasyon yaratıyordu. Sonuçta otobiyografisinin tanıtımına gelinlik giyip gelen kaç kişi tanıyoruz ki?! Rodman’ın belki Michael Jordan gibi durdurulamayan fade away şutları, Magic Johnson gibi sihirli asistleri ya da Shaquille O’Neal gibi potaları tuzla buz eden smaçları yoktu. Hiçbir zaman Scottie Pippen gibi bir “görünmez kahraman” ya da Reggie Miller gibi bir keskin şutör de olmadı. Ancak belki de bu gözlerin gördüğü en kusursuz ribaund içgüdüsüne sahipti. Çemberden seken toplar sanki kendilerine adres tarifi yapılmışçasına onun kucağına gidiyordu… Boyu 2.01 olan bir oyuncu için böyle bir meziyet, zannedildiğinden çok daha önemliydi. Her şeyin ötesinde; aslında 80’lerin sonu, 90’ların başına damga vuran unutulmaz Detroit Pistons takımında kısa forvet olarak oynadığı dönemlerde adını duyurmuştu. Hiçbir zaman çok yetenekli bir oyuncu olmadı ama zaten o takımda öne çıkmak için buna ihtiyacı da yoktu. Saha içinde kirli işleri yapma becerisiyle Bad Boy olması fazla uzun sürmedi. Rakipleri provoke etmek, sinirlerini bozmak, kışkırtıcı hareketlerde bulunmak hiç kimseye onun kadar yakışmıyordu. Bir keresinde Larry Bird için “Bence birçok açıdan fazlasıyla abartılıyor. Neden bu kadar göz önünde? Çünkü o bir beyaz! Siyahi birinin bu kadar övüldüğünü göremezsiniz” diyecek kadar sivri dilliydi. Zaten birçoklarına göre koç Chuck Daly tarafından 1986’da 27’nci sıradan draft edilmesinin sebebi de buydu; zira Daily’nin ince eleyip sık dokuyarak inşa ettiği Bad Boys’a onun kadar uyum sağlayacak başka biri daha yoktu… İlk sezonlarında bench’ten gelerek takıma katkı sağlayan Rodman, özellikle 1988-89 sezonunda oyununun savunma yönünü ciddi biçimde geliştirip En İyi Savunma Beşi’ne seçilmeyi başardı. Adrian Dantley’nin sezon ortasında Dallas Mavericks’e takaslanmasıyla da ilk beşe yerleşti ve belki de NBA’in en büyük profillerinden biri olmaya giden yolculuğun ilk adımını atmış oldu. 1989 ve 1990 yıllarında Pistons formasıyla şampiyonluk yaşamasının yanı sıra, 1989-90 ve 1990-91 sezonlarında Yılın
“Boyu 2.01 olan bir oyuncu için böyle bir meziyet, zannedildiğinden çok daha önemliydi. Her şeyin ötesinde; aslında 80’lerin sonu, 90’ların başına damga vuran unutulmaz Detroit Pistons takımında kısa forvet olarak oynadığı dönemlerde adını duyurmuştu”
Dennis
RODMAN
Dennis Savunma Oyuncusu ödülünü kazanarak kendini kabul ettirmeyi başardı. Artık takımın esas kısa forvetiydi ve maçlardaki rolü de belliydi: Rakibin en etkili hücum silahını durdurmak. İster oyun kurucu olsun, ister şutör guard, ister forvet; Pistons’la karşılaşan takımların en iyi oyuncularını durdurma görevi daima Rodman’a aitti. 1991-92 sezonu ise Rodman’ın adeta patlamasına sahne oldu. Yakaladığı 18.7’lik ribaund ortalaması, NBA tarihinde bir rekordu ve bugün bile bu sayının yanına yaklaşabilen olmadı. Ya da şöyle diyelim: Oldu ama bu isim yine Rodman’ın kendisiydi! Ertesi sezon 18.3’lük bir ortalama tutturan Rodman, yıllar sonra 199394 sezonunda bu kez San Antonio Spurs formasıyla 17.3, 1994-95 sezonunda yine Spurs’le 16.8, 1996-97 sezonunda ise Chicago Bulls formasıyla 16.1’lik ortalamalar yakaladı. 4 Mart 1992’de oynadıkları Indiana Pacers maçında aldığı 34 ribaundluk kariyer rekorunu ise NBA’de sadece Moses Malone (37) ve Charles Oakley (35) geçebildi. Rodman’ın bu performansının arkasında elbette Daly’nin rolü vardı. Öyle ki; tecrübeli koç istifa ettikten sonra işler Rodman için tepetaklak gitmeye başladı. Önce hazırlık kampına gelmedi ve para cezasına çarptırıldı, ardından bu huzursuzluk saha dışına da yansıdı ve eşinden boşandı, Şubat 1993’te ise bir gece yarısı arabasında uyur vaziyette bulundu. Elinde dolu bir tüfek olması da Rodman’ın psikolojik olarak ne kadar sarsıntılı bir dönemden geçtiğinin ispatıydı. Daha sonra o geceyi şöyle anlatacaktı: “İntihar etmeyi düşünüyordum ama bir aydınlanma yaşadım. Kendimi öldürmek yerine, beni istemediğim bir yere sürükleyen o sahtekârı ortadan kaldırmaya karar verdim ve olmak istemediğim o kişiyi öldürdüm!” Bu aydınlanmanın ardından yepyeni bir sayfa açıyordu Rodman. Kontratında daha üç yıl olmasına rağmen Pistons’tan kendisini takas etmesini istedi ve böylece Spurs camiasına katıldı. Efsane pivot David Robinson’ın önderliğindeki takıma uyum sağlaması uzun sürmedi ve çok geçmeden takım içinde en sevilen karakterlerden biri oluverdi. Tabii saha içinde rakiplerle sorun yaşamaya, saha dışında da sansasyonel kararlar vermeye devam ediyordu. Bir maçta John Stockton’a kafa atarken, ünlü şarkıcı Madonna’yla yaşadığı iki aylık ilişkiyle de magazin gündemini uzun süre meşgul etmişti. Saçlarını sarıya boyatması da belki de depresyondan kurtulma çabalarının bir dışavurumuydu. Spurs’teki macerası da çok geçmeden tümsekli bir yola girdi ve Rodman yine etrafındakilere huzursuzluk vermeye başladı. Ne var ki bu yoldan çıkmaya niyetli görünmüyordu. “Kendim olmaya karar verdim” diyordu Şubat 1997’de verdiği bir röportajda. “Ben insanlara farklı olmakta bir sorun olmadığını göstermeye
çalışıyorum. Buna itiraz eden biri çıkarsa da ‘Hoşuna gitmediyse kıçımı yala!’ diyorum!” Spurs yönetimi buna itiraz etti ama onlar Rodman’ın malum yerini yalamak yerine onu Chicago Bulls’a yollamayı tercih etti. 34 yaşındaki Rodman’ın alınması sonrası, özellikle koç Phil Jackson’a ciddi eleştiriler yöneltildi. Herkes bu hamleyi büyük bir kumar olarak değerlendiriyor, Rodman’ın Michael Jordan ve Scottie Pippen gibi yıldızları barındıran Bulls’a hiçbir şey katamayacağını öne sürüyordu. Dahası; bu transferin en büyük etkilerinin de saha dışında görüleceği iddia ediliyordu. Ne var ki Jackson bu yaramaz çocuğu adeta baştan yarattı. “Çok yetenekli bir oyuncu olduğundan şüphem yok” diyordu Jackson. “Basketbol kavramını değiştirdiğini düşünüyorum. Birçok oyuncu skor yaparak takıma katkı sağlamaya çalışır. Rodman ribaund alarak ve savunma yaparak oyunun kaderini etkileyebileceğini gösterdi.” Üç sezon oynadığı Bulls formasıyla üç şampiyonluk yaşayan Rodman; sırasıyla 14.9,16.1 ve 15.0’lik ortalamalar yakalayarak ribaund kralı oldu. Birçok başarıyı içeren bu kusursuz sürecin ardından kadroyu yenilemek isteyen Bulls yönetimi, 37 yaşına gelen Rodman’ı serbest bıraktı. NBA’deki son iki sezonunda önce Los Angeles Lakers, ardından da Dallas Mavericks formaları giyen Rodman için artık parkelere veda edip sinema ve güreşe yönelme zamanı gelmişti. Tabii biz buraları “orta yaş krizi” olarak etiketlendirip üzerinde durmadan geçiyoruz. Bu kadar çabuk es geçemeyeceğimiz bir konu ise kesinlikle Kuzey Kore macerası! Şubat 2013’te Kuzey Kore’ye giden Rodman, ülkenin lideri Kim Jong-Un’la tanıştı ve ikili, buluşmalarının ilk saniyesinden itibaren kusursuz bir kimya yakaladı. Peki biz bu duruma şaşırdık mı? Tabii ki hayır! En nihayetinde Kim Jung-Un da en az Rodman gibi nevi şahsına münhasır bir karakter. Ülkesinin Deniz Kuvvetleri komutanlarının yüzme yeteneklerini görmek için hepsini 10 kilometre yüzdüren kaç lider tanıyoruz ki?! Rodman’ın basketbol yeteneklerini herkes tartışabilir, beyaz perdede ne kadar becerikli olduğu birçok soru işareti taşıyor, özel hayatı zaten uzun süredir karmakarışık… Ne var ki herkesin hemfikir olacağı tek bir konu var: Elini attığı her şeye renk katıyor. O soğuk kış gecesi arabasında intihar etmeyi düşünürken yaşadığı aydınlanma sonrası, artık her şeyi kendi istediği şekilde yapmaya karar vermişti ve takip eden yıllarda gerçekten de böyle yaptı. İster NBA’in en iyi oyuncularının üzerinden ribaund toplarken, ister Hollywood’un en ünlü aktörleriyle aynı sahneyi paylaşırken, ister dünyaca tanınmış bir diktatörle sohbet ederken… Dennis Rodman spor tarihinin gördüğü en orijinal karakterlerden biriydi ve daima öyle kalacak.
RODMAN
“NBA’deki son iki sezonunda önce Los Angeles Lakers, ardından da Dallas Mavericks formaları giyen Rodman için artık parkelere veda edip sinema ve güreşe yönelme zamanı gelmişti. Tabii biz buraları “orta yaş krizi” olarak etiketlendirip üzerinde durmadan geçiyoruz”