SLAMDUNK HAFTALIK BASKETBOL DERGİSİ
26 Mayıs - 01 Haziran 2015 / SAYI: 83
FASTBREAK RENCİDE USTASI CURRY KRAL, BATMAN Mİ OLUYOR? HARDEN’IN BAŞI BELADA
OLİGARŞİNİN “KURT”LU TUNÇ YASASI
Minnesota Timberwolves NEREYE GİDİYOR?
ÖLÜMSÜZ MATADOR
FERNANDO MARTIN
DAVID BLATT KUKLA MI, DÂHİ Mİ?
SLAMDUNK YAZIŞMA ADRESİ Talatpaşa caddesi çelenk sok. no: 27/a kat:4 gültepe / KAĞITHANE / İSTANBUL Tel: +90 (212) 325 91 25 - Fax: +90 (212) 258 70 59
www.slamdunkdergi.com Genel Yayın Yönetmeni Bilgehan Aras bilgehanaras1976@slamdunkdergi.com Yazı İşleri Müdürü Recep Özerin recep@slamdunkdergi.com Haber Müdürü Bulut Çiftçi bulut@slamdunkdergi.com Tasarım BARAS MEDYA bilgehanaras1976@slamdunkdergi.com Fotoğraf Editörü Utku Ulutaş utku@slamdunkdergi.com Katkıda Bulunanlar Can Hasgör, Şaban Işık, Yaşar Anıl Cantepe Ali Konavic, Faruk Çolak, Alican Şengül, Doğuş Arun, Gürhan Ul, Eren Tolga Onur, Can Asena, Batuhan Karcı, Furkan Sümbül, Bora Türkoğlu, Emre Çelik Reklam Rezervasyon Bilgehan Aras bilgehanaras1976@slamdunkdergi.com + 90 (533) 552 07 49 Yayının Türü: Yerel Süreli Yayıncı: Baras Basım Yayın Adresi: Sanayi Mah. 1673. Sok. No: 34-34510 Esenyurt / İstanbul Tel: 0 (212) 622 63 63 Fax: 0 (212) 605 07 98 Slamdunk Haftalık Basketbol Dergisi, Baras Basım Yayın tarafından yayınlanmaktadır. Yazı ve fotoğrafların tüm hakkı Slamdunk Dergisi’ne, yayınlanan ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir. Slamdunk Dergisi Türkiye Basın Meslek İlkeleri’ne uymaya söz vermiştir.
ONLINE HAFTALIK BASKETBOL DERGİSİ
SLAMDUNKDERGI.COM APPLE STORE’DA
SLAMDUNK DERGİ app store’da . Kendi aplikasyonuyl a da yayında . IPad ve IPhone’unuzl a Türkiye’nin tek onlIne haftalık Basketbol dergisini istediğiniz zaman, istediğiniz her yerde okuyabilirsiniz. Tek yapmanız gereken app store’dan “Sl amDunk’ı ücretsiz indirip, keyifle okumaya başl amak ...
Küçüklüğünde d Rencide Edermiş Sezonun MVP’si Stephen Curry, çocukken de rakiplerinin gururunu incitirmiş! ezonun mutlak yıldızı ve MVP’si Stephen Curry, takımını NBA finallerine taşımaktan yalnızca bir adım uzakta ve rekorları alt-üst ederek bunu yapıyor. Rockets karşısında gösterdiği performansla adeta alev almış durumda ve Toyota Center’da sergiledikleri, rakip takım ve taraflarının gururunu incitecek cinstendi. Ne var ki Curry küçüklüğünde de böyleymiş. Kendisi de aynı zamanda eski bir NBA oyuncusu olan babası Dell Curry, oğlunun sekizinci sınıftayken oynadığı bir müsabakada 63 sayıya ulaştığını fakat maçın son 20 dakikasında salonu terk ettiğini söylüyor. Sebebi ise Curry’nin rakiplerini aşağılarcasına bir oyun sergilemesiymiş! Baba Curry durumu şöyle ifade ediyor: “Etrafta çok fazla patırtı vardı ve o hiç duracak gibi değildi. Son 20 dakika salonu terk etme ihtiyacı hissettim çünkü diğer çocuklara yaptıklarından ötürü ben utandım.” Belki profesyonel kariyerinde henüz 63 sayı gibi rakama ulaşamadı fakat şu anki hali ile rakiplerini çıldırtmaya yeter bir oyun oynuyor!
S
de ş
FastBreak / Hazırlayan: Alican Şengül
Cavs’in süperstarı LeBron James, en büyük hayalinin Batman’i canlandırmak olduğunu açıkladı ebron James’in ne denli büyük bir basketbolcu, hatta sporcu olduğunu anlatmaya gerek yok. Basketbolun ötesinde yeteneklere sahip bir oyuncu olan Kral’ın bilmediğimiz başka yetenekleri de varmış. Bu yaz gösterime girecek olan “The Trainwreck” isimli komedi filminde küçük bir rolü olan Lebron, tıpkı basketbolda olduğu gibi sinema konusunda da çıtayı yükseğe çekmekte ısrarcı. “Küçüklükten beri, hatta yetişkin olduktan sonra bile en büyük hayallerimden birisiydi” diyor süperstar. “Will Smith’in ‘Fresh Prince of Bel-Air’deki rolüne çok özenirdim. Büyüdükçe daha kötü rollere ilgi duymaya başladım. Bir aksiyon filminde polis vb. bir rol, hatta Batman’i oynamayı çok isterdim.” LeBron bu sözlerle çocukluk hayallerini de dile getirmiş oldu. İlk projesindekinden çok daha fazlasını yapmayı ümit eden Kral’ı önümüzdeki yıllarda farklı ve daha büyük rollerle başka film projelerinde de görebiliriz.
L
FastBreak
Kral’ın Hayalinde Batman Var!
Kobe’yle Son Kez!
Sakatlıklarla boğuşmaktan basketbol oynayamayan Kobe Bryant, gelecek sene parkelere veda ediyor aşadığı ağır diz sakatlıkları sonucu son 2 sezonda sadece 41 maç oynayabilen Kobe Bryant, Lakers GM’i Mitch Kupchak aracılığı ile önümüzdeki sezonun kendisi için son olacağını ve profesyonel oyunculuk kariyerinin 20’nci yılında kariyerine son vereceğini söyledi. Önümüzdeki sezon 37 yaşına girecek olan Kobe, kendi sosyal medya hesabından da Kupchak’ı doğrular şekilde, seneye onu son kez parke üzerinde göreceğimizi söyledi. Tarihin en önemli oyuncularından birisini kaybedecek olmaları üzerine Kupchak, “Resmi bir elveda planlamadık henüz. Böyle durumlarda her şey oyuncuya bağlıdır. Fakat zamanı geldiğinde ve anlaşılabilir şekilde, en harika şekilde hatırlanacak” dedi. Bize de “Stay with us Black Mamba” demekten başka bir şey düşmüyor.
Y
FastBreak
Rapçi Lil B’nin laneti, Houston Rockets’ın yıldızı James Harden’a bela olabilir! merika’nın amiyâne tabirle rahatsız yeraltı repçilerinden Lil B, taraftarı olduğu Golde State Warriors’ın konferans finalindeki rakibinin süperstarı James Harden’a mesaj yolladı. Kendisi ile bütünleştiğini ve ona ait olduğunu iddia ettiği “pişirme dansı” yüzünden daha önce Kevin Durant’e lanet okuyan Lil B, aynı dansı bir kez daha yapması ve hiçbir saygı göstermemesi karşılığında bu kez Harden için lanet okuyacağını bildirdi. Kulağa çok ciddiye alınacak bir şey gibi gelmeyebilir fakat Lil B’nin bedduası sonrası Durant, ağır ve tüm kariyerini etkileyeceği söylenen stres kırığı problemi ile daha şimdiden birden çok karşılaşma durumunda kaldı. Dikkat et Harden, bu adam tehlikeli!
A
FastBreak
S覺rada Harden m覺 Var?
En İyisi O?
2015 draft’ında herkes Okafor ve Towns’a odaklanmışken bir isimden sürpriz bir çıkış geldi u sezon NBA draft’ında Jahlil Okafor ile birlikte Kentucky çıkışlı KarlAnthony Towns açık ara en çok göze batan isim. Hatta bu ikilinin dışında draft’ın hiçbir ışık vaad etmediğini düşünenler de var. Fakat draft’a katılacak isimlerden Ohio State şutörü D’Angelo Russell herkesten farklı bir yaklaşıma sahip. Şöyle ki; cuma günü Chicago’da düzenlenen “Draft Combine” gecesinde basın muhabirlerinin, NBA takımlarının neden onu seçmesi gerektiğine verdiği cevap basit ve beklentilerin oldukça dışındaydı: “Çünkü bu draft’ın en iyisi benim!” İlk 20 içerisinde seçilmesi beklenen bu yüksek egolu oyuncuyu hangi takımın alacağı şimdiden merak konusu.
B
FastBreak
KUKLA MI, DÂHİ Mİ?
DAVID
BLATT
David Blatt’in Cleveland Cavaliers’takİ İlk sezonu, otorİtel
bu soruya yanıt aramasıyla geçİyor. Bİz de bu soruyu genİşlet
David Blatt
elerİn ve kendİsİnİ fazla tanımayan ABD’lİ basketbolseverlerİn tİp farklı pencerelerden İrdelemeye çalıştık… YAZI: Recep Özerİn
B
ir NBA takımı düşünün; koçu “Normal sezonu en üst sırada bitirmeye çalışıyoruz” derken, yıldızı “Play-off’a kaçıncı sıradan girdiğimizin hiçbir önemi yok” desin. Koçu bir pozisyonda hakemle tartışırken yıldızı gelip onu ittirsin. Koçu aldığı molada oyunculara taktik vermek için yıldızının konuşmasının bitmesini beklesin… Ve bir takım düşünün ki; play-off ilk turunda sezonun son döneminin en formda ekiplerinden Boston Celtics’i süpürsün, sakatlıktan bomba gibi dönen Derrick Rose’un sürüklediği Chicago Bulls’u 4-2’yle geçsin, konferans finalinde de normal sezonu lider bitiren Atlanta Hawks’ı deplasmandaki ilk iki maçta hallaç pamuğu gibi sallasın… Ve tüm bunları “koçsuz” başarsın! Cleveland Cavaliers’ın bu sezonki başarısı, içinde birçok hikayeyi barındırıyor. Kevin Love hamlesi, Anderson Varejao’nun sakatlığı, takımın Timofey Mozgov takası öncesi ve sonrası performans farkı, baş belası JR Smith’in adamlığa geçişi… Ne var ki en önemlisi, bu sezon takımın başına getirilen çaylak koç David Blatt ile yuvasına dönen LeBron James arasındaki ilişkiye dair.
Ego yönetmek
Elbette her koç LeBron gibi büyük bir egoyu yönetirken zorluk yaşar ancak söz konusu Blatt olunca, özellikle takımın sezona kötü başlamasının da etkisiyle, eleştiriler (tabii ki komplo teorileri) bambaşka boyutlara ulaşmıştı. Genel kanı, Blatt’in başta süperstarı olmak üzere hiçbir oyuncusuna söz geçiremediği ve bir anlamda takımı LeBron’un yönettiği yönündeydi. Hatta ABD’li
koçun sırf LeBron’un “gönlü hoş olsun” diye takımın başına getirildiği bile söyleniyordu. Evet, Blatt’in Cavs koçu olması ile LeBron’un yuvasına döndüğünü açıklaması arasında yaklaşık 20 günlük bir süreç vardı ancak birçokları, Kral’ın bu kararını çoktan verdiğini ve Cavs yönetimine ilettiğini iddia ediyordu. Tüm bu argümanlar havada uçuşurken, maç içinde bazı molalarda konuşmaları LeBron’un yapması ve Blatt’in neredeyse söz bile alamaması, ateşi körüklemekten başka bir işe yaramıyordu. Otoritelere göre Cavs’in kötü gidişinin tek sorumlusu Blatt’ti. Tüm bu eleştirileri “Sorun Blatt değil. Başta ben olmak üzere bütün oyuncular daha iyi oynamalı” diyerek yanıtlıyordu LeBron. “Yeni bir koç ve yeni bir anlayış var. Buna uyum sağlamak için elimizi taşın altına koyup daha çok çalışmalıyız.” Nitekim dediği de oldu; Cavs, özellikle Mozgov takası sonrası hem oynadığı oyun, hem de aldığı sonuçlarla ligde varlığını hissettirmeyi ve şampiyonluğun en güçlü adaylarından biri olmayı başardı. İyimser olan azınlık “Takım Blatt’in sistemine alışmaya başladı”; biraz daha şüpheciler ve komplo peşinde koşanlar ise “Blatt artık LeBron’un hakimiyetini kabullendi” sonucunu çıkarmıştı. Herkesin dahiyane bir takas gerçekleştirmekle yücelttiği GM David Griffin bile Blatt’ten daha fazla övgü alıyordu.
UPDATE ZORUNLULUĞU
Oysa belki de Blatt’in Cavs’e gelirken çok daha farklı planları vardı. En nihayetinde resmi açıklama yapıldığında ne LeBron, ne de Kevin Love kadroya katılmıştı ve birçokları takımın en önemli oyuncusu olarak Andrew Wiggins’i gösteriyordu. Sezon sonu play-off’a kalmak bile hayal gibiydi. Ne var ki
David Blatt
LeBron yuvaya döneceğini açıkladıktan sonra önce takasla Love’ı, ardından da Mike Miller ve Shawn Marion gibi isimleri serbest oyuncu piyasasından aldılar. Bu tecrübeli oyuncuların Cavs’e imza atmasında LeBron’un buraya gelişi de ciddi rol oynuyordu. O halde Blatt’in planlarını gözden geçirip yeniden yapılandırması şarttı ve bu süreci hızlandırmak için şu an yaşayan en iyi basketbolcu olarak kabul edilen adama güvenmek gayet mantıklı bir düşünceydi. LeBron, 2010’da Miami Heat’e imza attığında yine iyi bir başlangıç yapamamıştı ve bu sezon Blatt’e yönelik yapılan eleştirilerin benzeri, Erik Spoelstra hakkında da söylenmişti. Ne var ki Spoelstra ne yapması gerektiğini çabuk kavradı; takımı yönetmeye çalışmaktan ziyade “idare etti” ve parmağına iki şampiyonluk yüzüğü taktı. Belki de Blatt’in, sezonun ilerleyen döneminde gözlemlediğimiz pragmatik yaklaşımının arka planında bu ilişki vardır.
KARŞILIKLI ADIMLAR
Phoenix Suns maçındaki olayı (Blatt hakemle tartışırken yanına gelip onu ittirdi) iki farklı şekilde yorumlamak mümkün. James benzer bir münakaşayı Miami Heat’te oynarken Spoelstra’yla da yaşamıştı. Yani bu durum Blatt’e özel değildi. James gibi güçlü bir karakter, bünyesinde bulunduğu franchise’ın en büyük süperstarı ve takımın her daim 1 numarası olunca, belki de kendini koçunun üzerinde görüyor olabilir. Koçuna omuz atması, onu itmesi, molalarda oyunculara konuşma yapıp koçunu geri planda bırakması… Bunları farkında olmadan yapıyor olabilir. Bir başka deyişle, malum “Maçın içinde babamı tanımam!” argümanı! Profesyonel olmasına gerek yok, amatör sporlarda bile bu tür davranışlara sıkça rastlanıyor. Öte yandan, James’in Gregg Popovich, Phil Jackson, George Carl gibi koçlara böyle bir şey yapabileceğini düşünen var mı? Pek sanmıyoruz. O halde burada Blatt ile LeBron arasındaki ego farkının devasa boyutlarda olmasının payı bir hayli büyük. Bu gibi
David Blatt
David Blatt
“ P hoenix Suns maçındakİ olayı (Blatt hakemle tartışırken yanına gelİp onu İttİrdİ) İkİ farklı şekİlde yorumlamak mümkün. James benzer bİr münakaşayı Miami Heat’te oynarken Spoelstra’yla da yaşamıştı. Yanİ bu durum Blatt’e özel değİldİ”
durumlarda bir tarafın alttan alması kaçınılmazdır ve burada bunu yapan beklendiği üzere Blatt oldu. Peki LeBron hiç mi adım atmadı? Sezonun ilk haftalarına dönelim… Kötü başlangıcın ardından yukarıda bahsettiğim tartışmalardan LeBron da doğal olarak etkilenmişti. O da başarıya ulaşmak ve çok sevdiği Cleveland ahalisine şampiyonluk yaşatmak için bu ilişkinin sağlıklı olması gerektiğinin farkındaydı. Bir akşam antrenmanı sonrası oyuncularına teşekkür eden Blatt, herkesin evine gidip dinlenmesini söyledi. O da ekibiyle bir toplantı yapmak üzere salondan ayrıldı. Yarım saat süren görüşmenin ardından salona dönen Blatt, kendisini bir hayli duygulandıran bir sahneyle karşılaştı.
LeBron yanına dört takım arkadaşını almış, koçunun hücum oyunlarını çalışıyordu. Her setin tekrar tekrar üzerinden geçerken, kendisi de 1’den 5 numaraya kadar her pozisyonda görev yapıyordu. Yani o da, Blatt’in başarılı olmasının kendisinin başarılı olması anlamına geldiğinin farkındaydı. “Alışkanlıklarımızın üzerine bir şeyler inşa etmeliyiz” diyordu LeBron. “Saha içi karakterimizi güçlendirmek ve birbirimizi korumak zorundayız. İşler kötü giderken birbirimizi sırtlarsak güzel günler bizim olur.”
LEBRON’UN OYUNU
Play-off’taki Bulls serisine dönelim… Chicago’daki ikinci maça ev sahibi ekip 2-1 önde girmiş, bitime
8.4 saniye kala Rose’un bulduğu basketle skor 84-84’e gelmişti. Blatt de doğal olarak sahaya girip hakemlerden mola istedi. Doğal olmayan ise Cavs’in mola hakkının kalmamış olmasıydı! Hakemler Blatt’in bu hamlesini görse teknik faul verecekti ancak hem o, hem de takımı ucuz atlattı. Değil Blatt, NBA’de ilk sezonunu geçiren herhangi bir Avrupalı (Blatt’i ABD’li saymak olmaz) koç da böyle bir hata yapabilirdi. Ne var ki bitime 1.5 saniye kala kullanacakları son topta çizdiği oyun, birçokları tarafından “skandal” kelimesinin sözlük karşılığıydı! “Dürüst olmam gerekirse, son topta oynadığımız oyunu ben çizdim” diyordu LeBron, takımına maçı kazandıran basketi attığı karşılaşmanın ardından. Peki Blatt ne kadar kötü bir oyun çizmişti de LeBron olaya el atmak zorunda kalmıştı ki? “Topu pota altından benim oyuna sokacağımı söyledi. Bunu duyar duymaz ‘Kesinlikle olmaz!’ dedim. ‘Topu bana ver. Ya uzatmaya gitsin, ya da maçı kazanalım!’” Takım arkadaşı JR Smith de Blatt’in çizdiği oyunu görünce benzer tepkiyi verdiğini söylüyor: “Tahtadaki taktiği görünce ‘Topu LeBron mu sokacak? Emin misin?’ dedim. Sonra plan değişince herkes gibi ben de rahatladım.” LeBron “çizdiği” oyun sonrası Matthew Dellavedova’dan aldığı pasta sol dipten kullandığı şutu sokup seriyi 2-2’ye getirince Cavs bench’i sahaya girip süperstarlarının üstüne çıkmıştı. Maçı kaybetseler, belki de geri dönüşü olmayan bir yola gireceklerdi ama LeBron takımını da, koçunu da bir anlamda kurtarmış oldu. Ne var ki Blatt buna pek sevinmiş gibi durmuyordu. Hangi takımın başında olduğunu bilmesek, son saniyede gelen basket sonrası hal ve hareketlerinden Bulls koçu olduğunu zannedebilirdik! Acaba gerçekten de son topta o oyunu kasıtlı olarak çizmiş olabilir miydi? LeBron’un o basketi atmasının kendi imajına zarar vereceğini mi düşündü? Kim bilir, belki de o an kainat üzerindeki herkesin tek tahmini o topu LeBron’un kullanması olduğundan rakibi şaşırtmayı denemişti.
David Blatt
David Blatt
Ne de olsa, basket bulamasalar bile maç uzatmaya gidecekti. Olaya şu açıdan yaklaşalım: James, Phoenix Suns maçında yaşanan hakemle tartışan Blatt’i itmişti. En azından bu kez ilişkilerini sözel seviyeye çekmeyi başardı. Bu da bir gelişmedir!
GÖNÜLLERDE YILIN KOÇU
Blatt’i yıllarca Avrupa basketbolunda takip ettik ve ne kadar disiplinli bir koç olduğunu biliyoruz. Molalarda aralarında konuşan iki oyuncuyu oyundan alır, bitime 2 dakika varken 18 sayı geride olan rakip takımın aldığı molada oyuncularına “Bu mola size yapılmış bir hakarettir” şeklinde motive eder, dediğini yapmazsanız sizi bench’e mahkum eder ve bir daha yüzünüze bakmaz… Hatta Rusya Milli Takımı’nda birlikte çalıştığı Andrei Kirilenko bile “Çok katı biridir. Saha içinde onun istediklerini yapmaktan başka çareniz kalmaz” demişti. Bu kadar disiplinli bir adamın bir anda konu mankenine dönüştüğünü söylemek fazlasıyla iddialı. NBA’e gelip egosu gökyüzünü delmiş
oyuncularla çalıştığında Avrupa’daki gibi yapmasını elbette kimse beklemiyordu ve o da doğal olarak kendini güncellemek zorundaydı. Mesela mağlubiyet serisi esnasında bir akşam antrenmanını iptal edip oyuncuların üzerindeki stresi azaltmak için herkesi bovling oynamaya götürmüştü. Genelde spor filmlerinde rastladığımız bu tarz ufak jestlerle takımın birbirine kenetlenmesini de sağlamış oldu. Elbette bu sezon Steve Kerr’ün Golden State Warriors’ta ya da Mike Budenholzer’ın Atlanta Hawks’ta yaptıklarını göz ardı edecek değiliz. Ne var ki play-off’ta Hawks’ı geçtikten sonra NBA finalinde de Warriors’ı alt edebilirse, ödülü alamamış olsa da (Budenholzer’a selamlar!) Blatt’in “yılın koçu” sıfatını ciddi anlamda hak ettiğini söyleyebiliriz. Evet, belki bu takımların kadro kalitesi olarak Cavs’tan düşük seviyede olduğu iddia edilebilir ancak şunu da unutmayın: Ne Kerr, ne de Budenholzer, LeBron gibi bir egoyu idare etmekle yükümlüydü!
OLİGARŞİNİN “KURT”LU TUNÇ YASASI Yenİ sezonda İlk sıradan draft etme hakkı kazanan Minnesota Timberwolves’un tarİhİ, bİrbİrİnden fantastİk seçİmler ve takaslarla dolu! YAZI: Yaşar Anıl Cantepe
Minnesota Timberwolves
Robert Michels, 1911 yılında Olİgarşİnin Tunç Yasası kuramını ortaya koyduğunda herhalde bu kuramsallaştırmanın bir basketbol dergisinin sütunlarında bile yer alabileceğini tahmin etmemiştir. Ancak Michels’in kuramı dağları yırtmakla yetinmeyip enginlere de sığmama yönünde evrimleşti. Temel olarak Oligarşinin Tunç Yasası, kurumların (devlet vs.) gelişmesinin iş bölümü ve uzmanlaşma silsilesinin ilerlemesine sebep olacağını ve bu durumun birimler arasında belli iletişim mekanizmalarına duyulan ihtiyacı artıracağından bahseder. Bu iletişim mekanizmalarının ise bürokrasiyi oluşturacağından gem vuran Michels, bürokrasinin de bir süre sonra kendi menfaatleri dahilinde hareket edeceğinden ötürü bunun da ortaya bir oligarşi sistemini çıkaracağını anlatır. Aslında düz Türkçe meali koltuk sevdasıdır. İşte bu haftaki yazı da, Oligarşinin Tunç Yasası’nın NBA’deki yıkılmaz kalelerinden biri olan Minnesota Timberwolves’la alakalı… 1 NUMARALAR TOPLANDI Uzun yıllardır ligde kendi başarısızlık oligarşisini bir anlamda oluşturan Timberwolves, yapılan son lotarya çekiminde 2015 NBA Draftı’nda 1. sıradan oyuncu seçmeye hak kazandı. Takımın neredeyse kurulduğu günden beri tanking yaptığını düşünürsek bu sırayı elde etmeleri şehirde adeta geç gelen şampiyonluk sevinci yaşattı. İlk defa 1. sıradan seçmelerinin yanı sıra, bu durumun yarattığı garip bir sonuç da ortaya çıktı. Tamam, belki hiç ilk sıradan seçim yapmadılar ama geçen sezon yaptıkları takas sonucu son iki senenin 1 numarasını ellerinde tutuyorlar. Hoş, bu noktada Anthony Bennett’a “1 numara” demek için Michael Olowakandi ve Kwame Brown’ın öncülüğünde bir konseyin toplanıp “Abi bize kıydınız, bu bebeye kıymayın!” türünde bir karar çıkarması gerekiyor! Yine de sonuçta Timberwolves bu seneki seçimle beraber bizim ülkedeki milli iradenin temsilini yansıtmayacak olsa da son üç yılın 1 numarasını kadroda bulundurmuş olacak. STARTI GARNETT VERDİ 1989 yılında lige giriş yapan Timberwolves’un NBA serüveni çilelerle dolu. Son yıllarda bir titreyip kendine
Minnesota Timberwolves
gelme durumu hafiften hissedilse de insanların hâlâ Minnesota deyince aklına gelen ilk şey değiller. “How I Met Your Mother’daki Marshall’ın memleketi” ve “Fargo dizisinin geçtiği şehir” ikilisinin ardından insanların hafızalarında üçüncü sırada geliyorlar. Her ne kadar lige girişleri 1989 olarak gözükse de bu girişin “de facto” olduğunu, gerçek anlamda girişlerinin ise 1995’te Kevin Garnett’i draft ettiklerinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Daha sonra takımın deyim yerindeyse anasını ağlatacak ve Oligarşinin Tunç Yasası’nın ilk halkasını ortaya çıkaracak Kevin McHale’in göreve başladığı dönemse yine bu zamana denk geldi. Garnett’in kariyerine başlaması ile Minnesota’nın yükselişi de start aldı. MARBURY’NİN AYRILIŞI 1995-96 sezonu Garnett’in ilk senesi olması hasebiyle pek bir değerlendirme yapılacak bir sezon değil. Çaylak Garnett’in ortaya “Ben yıldız olacağım” performanslarını koyması haricinde kayda değer bir şeyin olmadığı bir sezondu. Bu da doğal olarak Minnesota’ya ilk turda 5. sıradan seçme hakkı getirdi. Minnesota’da yeni dönemin devamı Ray Allen’ın draft gecesi, henüz Minnesota şapkasını takalı 10 dakika olmadan Stephon Marbury karşılığında Milwaukee Bucks’a yollanmasıyla tam gaz sağlanıyordu. Ancak bu takasla kumar masasına oturmaya karar veren GM Kevin McHale’in girdiği ilk kumarın tutmayacağı ileriki senelerde belli olacaktı. Marbury’nin takıma eklenmesiyle beraber, tarihinde ilk kez play-off’a kalmayı başaran Timberwolves, geleceğin en önemli takımlarından birisi olarak gösterilmekteydi. Marbury’nin kendi ağzından söylemek gerekirse; “Kevin ve ben bu ligin en iyi genç oyuncularıyız”dı mevzu. Hakikaten de öyleydi; rüzgârı arkalarına almışlardı. Fakat her şey çok iyi giderken NBA tarihinin gelmiş geçmiş en öngörülemez delilerinden biri olan Marbury takımı ile sözleşme yenilememe kararı almıştı. Yani McHale’in kumarı sadece iki buçuk seneliğine tutmuştu. Marbury’nin takasında New Jersey’den aldıkları ilk tur draft hakkını da McHale hiç etme konusunda tereddüt etmemişti. 6. sıra hakkına dönüşen o ilk tur draft hakkı Wally Szczerbiak için kullanılıyordu. Hem de daha Richard Hamilton, Andre Miller,
Shawn Marion, Jason Terry, Corry Maggette, Ron Artest, Andrei Kirilenko ve Manu Ginobili gibi oyuncular dururken… Kevin McHale’in dibe vuracağı nokta hiç kuşkusuz 2000’de Joe Smith ile el altından yaptığı anlaşmaydı. Salary cap’i hamle yapmak amacıyla boş tutmak isteyen McHale, boşta olan Smith’le anlaşma yapabilmek için el altından 2 milyon dolar daha ödemeyi teklif etmişti. Sonuç: Smith anlaşmaya atladı, daha sonra da NBA yönetimi Minnesota’ya atladı! Smith’in anlaşması iptal edildi, Minnesota’nın beş senelik draft hakları (daha sonra üçe düşürüldü) elinden alındı, 3.5 milyon dolarlık bir cezanın yanı sıra McHale de bir senelik ceza aldı. Böylelikle Timberwolves, McHale’in işgüzarlığı nedeniyle draft haklarıyla Garnett’in etrafına ekleme yapabilme şansını yitirmiş oldu. BİRİ MCHALE’İ DURDURSUN! Timberwolves’un başarısızlık sorununun bir anlamda en güzel yıllarının katilinin dur durak bilmeyen beceriksiz hamlelerinin devamı ise büyük umutlarla draft edilen, fena da oynamayan Szczerbiak takası ile gerçekleşti. Damarlarını kesseniz yeşil-beyaz akacak McHale oyunculuk yıllarını geçirdiği takımına ilk kıyağını 2006 yılında, takımın belki de en önemli skoreri Szczerbiak’ı bir hiç uğruna takas ederek yaptı. Cleveland dönemlerinde “LeBron’un bana skor atmama yardımcı olması için seçildiğini düşünüyordum” diyecek kadar kendini beğenmiş Ricky Davis’i bu takasla takıma katan McHale’in “Yeter artık!” denilecek hamleleri bununla da bitmiyordu. Aynı sene draft’ta Brandon Roy’u seçen McHale, birkaç dakika içinde draft sınıfının en yetenekli oyuncusunu Randy Foye karşılığında Portland’a yollayarak Minnesota taraftarlarını adeta öfke anlamında birer Arya Stark’a çeviriyordu. Artık her Timberwolves taraftarı yatmadan önce McHale’in ismini sayıklıyordu. 2007 yazında Arya Stark-vari bu ölüm duası başka bir boyuta taşınacaktı çünkü McHale, Garnett’i tuttuğu takım Boston’a yine bir hiç uğruna peşkeş çekecekti. 2007 draft’ında Noah’ı pas geçip süperstar olacağına inandığı Corey Brewer’ı 7. sıradan seçen McHale, kendini rezil rüsva etmeye devam etmekten çekincesi olmadığını herkese
gösteriyordu. Oligarşinin Tunç Yasası ile tam gaz duvara çarpmaya devam ediyordu Timberwolves, hem de kimsenin sesi çıkmadan... 2008’de Randy Wittman’ın kovulmasının ardından ise sürpriz bir şey oldu; McHale, 2004’ün ardından bir kez daha emanetçi olarak koçluğa getirildi. Kendi rezaletinin büyük olduğunun anlaşılması için Timberwolves organizasyonu tarafından yapıldığına inanılan bu hamle, McHale’in başarısızlığı ile sonuçlanmıştı. Fakat Oligarşinin Tunç Yasası hâlâ yürürlükteydi. McHale’in yerine gelen David Kahn’ın skandal hamleleri için geri sayım başlamıştı. KAÇAN BALIK BÜYÜK OLUR 2009 NBA draftı’nda David Kahn ilk turdan mükemmel bir basketbol zekası (!) örneği göstererek üç oyun kurucu seçmişti. 5, 6 ve 18. sıradan seçim hakkı bulunan Timberwolves bu hakları iki sene sonra NBA’e gelecek Ricky Rubio, Jonny Flynn ve draft gecesi Denver’a takas edilen Ty Lawson için kullanmıştı. Rubio kararı bir nebze de olsa kabul edilebilirdi ancak Flynn yerine seçilebilecek Stephen Curry, DeMar DeRozan, Jrue Holiday, Jeff Teague gibi isimleri düşündükçe insanın beynine kan sıçramaması mümkün değil! Denver’a bir hiç uğruna gönderilen Ty Lawson hamlesi de buna tuz biber… İyi şeyler de olmuyor değildi bu dönemde. Kevin Love’un insanüstü çabalarıyla Minnesota en azından maçlarına çekebilecek seyirci bulabiliyordu. Selefi McHale’i aratmayan Kahn’ın 2010 draft’ındaki skandalı ise daha büyük boyutluydu. 4. sıradan Wesley Johnson’ı seçip DeMarcus Cousins, Greg Monroe, Gordon Hayward, Paul George, Eric Bledsoe gibi isimleri pas geçmesi, şeriatın hüküm sürdüğü ülkelerde hiç kuşkusuz aldığı maaşın haram sayılmasına ve bunun yüzünden ölüm cezasına çarptırılmasına yeter de artardı! Ancak Kahn’ın draft vurgunları dur durak bilmiyordu. 2011 yılında draft gecesi yaptığı hamlelerle yuh dedirten Kahn, önce 2. sıradan Derrick Williams’ı seçti. Daha sonra ise Flynn’in yanı sıra, Donatas Motiejunas’ın draft haklarını Brad Miller ve Chandler Parsons ile Nikola Mirotic’in draft hakları karşılığında Houston’a vererek hayatında verip verebileceği en akıllıca kararı aldı. Ancak bu akıllı olma durumunun taş çatlasa 30 dakika falan sürdüğünü hatırlatmakta fayda var; zira Kahn daha sonra Mirotic’in draft haklarını, Norris Cole’un draft hakları karşılığında Chicago Bulls’a gönderdi. Bu da yetmedi, Parsons’ın draft haklarını tekrardan Houston’a bir miktar nakit karşılığında sattı. Durmadı, Cole’un draft haklarını Bojan Bogdanovic’in draft hakları karşılığında Miami’ye verdi. Bitti mi sandınız? Hayır, Bogdanovic’in draft haklarını da Nets’e yine bir miktar nakit karşılığında sattı. Görüldüğü üzere Kahn’ın o gece içtiği her ne ise, bayağı kuvvetliydi! MILT NEWTON’IN GELİŞİ Kayıp geçen bir sezonun daha ardından yine draft gecesi gelip çatmıştı ve Kahn’ın geçen seneki saçma
Minnesota Timberwolves
Minnesota Timberwolves
draft günü havaya attığı pick’lerin Kahn’ın bile tutamayacağı kadar çok olması onu bu sene de durduramadı. Takımın ilk turdaki iki draft hakkından biri New Orleans’a, diğeri de Houston’a bahşedilmişti. Bu haklardan biri Austin Rivers, diğeri ise Terrence Jones oldu. Kahn yine kaybetti. Sezon öncesi ise takımı huzurevine çevirmekte ısrarcıydı. Önce dizlerinde kıkırdak namına bir şey kalmayan Brandon Roy’a kontrat verdi. Daha sonra ise Kirilenko ve Josh Howard ile sözleşme imzaladı. Tüm bunlara rağmen Timberwolves az da olsa ışık veriyordu. Rubio, Love, Pekovic, Shved ile “İyi bir omurgayız” sinyalini veriyorlardı. Sezon yine başarısızlıkla sonlanırken ve Kahn görüldüğü yerde vurulması gerekirken sözleşmesi yenilenmeyerek kapı dışarı ediliyordu. Yerine ise, takıma en başarılı günlerini yaşatmış Filip Saunders geliyordu. Saunders’ın ilk işi genel menajerliğe Milt Newton’ı getirmek olmuştu. Daha önce Washington’da birlikte çalışan ikili, Minnesota’nın basketbolunu yönetecekti. Sezon öncesi hamleleri açısından Kahn ve McHale’i katlayan Saunders-Newton ikilisi, Trey Burke’ün hakları karşılığında Shabazz Muhammad ve Gorgui Dieng’in draft haklarını alarak son 10 yılda Minnesota’nın yaptığı tek win to win anlaşmaya imza atıyordu. 2014 yılı Minnesota’nın başarısızlık zincirini kırmaya başladığı sezon olmuştu. Koç Rick Adelman yönetiminde iyi maçlar çıkaran Ulu Kurtlar, sezonda 40 galibiyet alarak 2005’ten bu yana takımın aldığı en yüksek galibiyet sayısına ulaşmıştı. Ancak bu performanslarına rağmen play-off’a kalamadılar. Üst üste 10. kez play-off’u kaçıran takımda Adelman, beklenenden iyi performansa rağmen ilerleyen yaşını öne sürerek koçluktan emekli olduğunu açıkladı. İş artık Saunders’a kalmıştı. Bir sonraki sezon başlamadan takımın başına getirilen Saunders yaklaşık 10 sene sonra tekrardan
Timberwolves’ta koçluk koltuğuna oturuyordu. Takım onca felakete rağmen 95’teki gibi umut vadediyordu. GM Milt Newton’la iyi anlaşan Saunders, ilk iş olarak Andrew Wiggins’e sulandı. Kevin Love gibi ne uzayacak, ne de kısalacak bir oyuncu karşılığında LeBron James, Kobe Bryant ayarında bir oyuncu olması beklenen Andrew Wiggins’i aldı. Yanında çerez olarak da bir önceki senenin 1 numarası Bennett’i de kadroya kattı. Cleveland’ın belki de birkaç sene sonra “Biz ne büyük hata yaptık” diyerek anacağı bu takastan karlı çıktıktan sonra bir de o rezil şanssızlıklarını kırarak bu sene lotaryadan 1. sırayı çektiler. Daha da önemlisi, şehrin sahibi Garnett geri geldi! Saunders’ın işi, koçluğu bırakmazsa 1995 sezonu işe başladığı noktadan daha kolay olacağa benziyor. GEÇ OLSUN, GÜÇ OLMASIN! McHale ve Kahn gibi sırf hamle yapmış olmak için hamle yapan, koltuklarını sağlama almaktan başka bir şey düşünemeyen, bir anlamda Minnesota oligarşisini oluşturan iki adamdan; mantıklı karar alabilen (en azından şu ana kadar) ve tamamen Minnesota’nın iyiliğini düşünen iki adama… Siyasette genelde bu tip “oligarşi” kırılmaları ya darbelerle, ya da devrimlerle olur ancak Minnesota’da onca gözyaşına rağmen kan akmadı. Hem McHale, hem de Kahn sözleşme bitimlerinde takımdan ayrıldı, kovulma olmadı. Tabii bu daha önce olabilir; Minnesota’nın onca senelerdir draft’larda “yeni oyuncağı mahallenin delikanlıları tarafından zorla elinden alınmış bebek” muamelesi görmesi engellenebilirdi. Ancak olmadı. Ne demişler? “Geç olsun, güç olmasın!” McHale ve Kahn’ın akıbeti en azından Filip Saunders’tan “Biz bu hizmet yolculuğuna kefenimizi giyip öyle çıktık” türevinde açıklamalar görmeyeceğimizin bir işareti. Bir yerde buna da sevinmek gerek…
Ölümsüz
Matador
Fernando Martin’i anlatmak için kaç SlamDunk çıkarmamız gerektiğini bilmiyoruz. Galiba onu şöyle özetleyebiliriz: O, İspanyol basketbol tarihinin en iyi oyuncusu... Yazı Emre Çelik
“3 “3 Aralık 1989’da İspanyolların tamamı kahramanların da ölümsüz olmadığını öğrendi.” Faustino Saez, 3 Aralık 2014’te El Pais’teki köşesinde bu satırlara yer verirken kast ettiği isim Fernando Martin’den başkası değildi. Gasol Kardeşler, Jose Calderon, Nikola Mirotic, Rudy Fernandez ve nice İspanyoldan önce NBA sahnesinde parkeye çıkan, ülkede futbolun gölgesinde olmasına rağmen basketbolun da saha içi ve dışında süperstar yaratabileceğini gösteren, bir bakıma İspanyol basketbolunun 80’lerde boy gösteren ilk altın neslinin liderliğini yapıp sonraki jenerasyonlara tam anlamıyla örnek olan Fernando Martin’di... Martin aslında tam anlamıyla bir sporcuydu. Basketbolun yanı sıra Castilla’da beş sutopu şampiyonluğu yaşadı. Aynı dönem masa tenisine ilgi duydu ama sutopunun yanına koyduğu spor hentbol oldu. Nitekim başarılı da oldu. Hatta 16’sındayken Atletico Madrid’e transfer oluyordu ki basketbola odaklanmaya karar verdi. Bir sene içinde de ilk sözleşmesini Estudiantes’ten kaptı. Sapo Lopez, Del Corral, Slab Jones ve Vicente Gil ile oluşturduğu efsanevi beşli ile 1981’de Real Madrid’i geride bırakıp sezonu ikinci tamamlamayı başardılar ama sezon sonunda Joventut’a imzayı attı. Takım da zaten Fernando Martin’in ardından dağıldı. Fakat son anda devreye giren Real Madrid önemli miktarda bir para ve kardeşi Antonio Martin’i de transfer etme vaadiyle Fernando’yu kapmayı başardı. REAL EFSANELİĞİNE İLK ADIM Lolo Sainz özellikle istemişti Martin’i. Atletik, kuvvetli, orta mesafeden istikrarlı bir şutu olan ve hepsinden önemlisi inanılmaz bir ribaund sezgisine sahip bir oyuncuydu. Birçoklarının Euroleague’de tüm zamanların en fazla ribaund alan ismi Felipe Reyes’ten “kat kat daha iyi bir ribaundçu” dediği tipte cinsten… Fakat onu özel yapan; liderliği, rekabetçiliği ve
medyatikliği oldu. En büyük rakiplerinden biri olacak Barcelona’nın lideri ve skoreri Juan Antonio San Epifanio, “Yaptığı her şeyde yüzde 110’unu ortaya koyuyor. Antrenmanda, hazırlık maçlarında… Herkesin bir adım önünde. İnanılmaz bir kazanma hırsına sahip ve bu da Fernando’yu aşırı motive ediyor” derken; takım arkadaşı Corbalan, Martin’in henüz aralarına katıldığı ilk maç için yıllar sonra “Bizimle hiç antrenmana çıkmamıştı. Sao Paulo’ya gelmişti ama son iki maça kadar hiç oynamadı da. Fakat Avustralya şampiyonuyla oynadığımız finale çıkma maçında Lolo ona 40 dakika vermeye karar verdi. 50 sayı attı! Saha içinde hepimizi idare etti” sözlerini kullanacaktı. Nitekim daha takıma girdiği ilk günden itibaren ipleri eline almayı başardı. Juan Manuel Lopez Iturriaga, Corbalan, Fernando Romay gibi Euroleague şampiyonluğu görmüş isimlere rağmen gelir gelmez adeta takımın lideri olan Martin, Fernando Romay ile pota altını kararttı ve İspanyol ekibinde geçirdiği ilk beş sezonda kazanılan dört lig şampiyonluğunda önemli bir rol oynadı. 1984 Olimpiyat Oyunları finalinde Jordan, Ewing, Mullin gibi efsanelerin oynadığı ABD’ye karşı Andres Jimenez’le birlikte ayakta kalan iki İspanyol oyuncudan biri oldu. Bu performansı karşılıksız kalmadı ve 1985’te de New Jersey Nets tarafından draft edildi. Bir sene daha Avrupa’da kaldıktan sonra 1986’da Portland Trail Blazers’ın yolunu tuttu ve NBA’e giden ilk İspanyol olarak tarihe geçti. KISA SÜREN NBA MACERASI Fakat Martin adına işler en başından itibaren hayal edilenin çok uzağında gerçekleşti. Daha ilk antrenmanda takım arkadaşları onu farklı bir yere gönderince idmana geç kaldı. Ciddi iletişim problemleri yaşadı. 26 Ekim 1986’da Seattle SuperSonics’e karşı ilk defa forma giyse de toplamda sadece 24 maçta 146 dakika oynama şansı bulabildi.
“3 Aralık 1989 günü Zaragoza ile oynanacak maç için yola çıkan Martin, Lancia’sıyla giderken kontrolü kaybetti ve kaza yaparak hayatını kaybetti”
Fernando Martin
“1988-89 sezonu, Martin adına sportif hikayele besleyen buluşmaların yaşanacağı bir dönem oldu. Bir önceki sezon mağlup ettiği Petrovic ile takım arkadaşı olmuştu”
eri
e
Fernando Martin
Yine de sezonu ABD’de tamamladı ve kardeşi Antonio Martin’e de söylediği üzere sırf Julius Erving’e dokunabildiği için bile bu deneyimden hiç pişman olmadı. Madrid’e döner dönmez kaldığı yerden devam etti. Hatta medyatikliğiyle imaj olarak ayrılmadan önceki versiyonunun üzerine de koydu. Takım arkadaşı Juan Manuel Lopez Iturriaga’nın yıllar sonra El Pais’te yazığı gibi “zıtlıkların adamıydı”. Şehir dışında sakin bir dağ evinde yaşayan ama magazin haberlerinden eksik olmayan, Ferrari motorlu Lancia’ya binen sıra dışı biriydi. Fakat tüm bunlara rağmen saha içinde her daim istikrarlı oluşu ile liderliği her zaman önde gelmeye devam etti. Lolo Sainz’ın “Her konuda öncüydü. Tarzıyla İspanyol sporcuların kafa yapılarını değiştirdi. Hiçbir rakibi gözünde büyük görme ve asla pes etme! Her zaman kazanmak isterdi. Her konuda en iyisi olmak isterdi” sözlerini, 1988’de Cibona’yı yendikleri Koraç Kupası’nın ardından bir kez daha kanıtladı. Martin’in sözlüğünde kaybetmek yoktu ve Drazen Petrovic’in sürüklediği Cibona’ya 1985 Euroleague finalinde yenilmişlerdi. Final öncesi tüm takımı adeta tek başına maça hazırlamıştı. Nitekim Cibona üst üste üç Avrupa şampiyonluğunun ardından (iki Euroleague, bir Saporta) ilk kez finalde bir maç kaybetmişti. EGO SAVAŞLARI 1988-89 sezonu, Martin adına sportif hikayeleri besleyen buluşmaların yaşanacağı bir dönem oldu. Bir önceki sezon mağlup ettiği Petrovic ile takım arkadaşı olmuştu. Aslında her ne kadar kâğıt üzerinde muhteşem bir buluşma gibi görünse de iki büyük ego “liderlik” savaşına girişecek ve adeta rüya takımı baltalayacaklardı. Hatta belli bir süreden sonra saha dışında neredeyse hiç konuşmamaya ve birbirlerine olan mesajlarını Chechu Biriukov aracılığıyla iletmeye başladılar. Biriukov yıllar sonra o dönem için “Drazen’in gelişi beni çok etkilemedi ama
Fernando’nun egosu daha da arttı” diyecekti. “Zaten problem de bu oldu. Drazen de boş durmadı. Sonuçta ikisi de çok büyük egolar. Fakat bunun bedelini takım olarak ödedik. O sezon ligde Barcelona şampiyon oldu. Drazen aslında çok iyi biriydi ama sonuçta iki süper egodan bahsediyoruz.” Aslında Barcelona ile oynanan final serisinde de şampiyonluğa çok yaklaştılar. Fakat Martin’in sakatlığından dolayı oynamadığı maçta Real’i 94-69 mağlup eden Barcelona’da Aito Garcia Reneses akıl oyunlarıyla seriyi aldı. Reneses maçın ardından “Drazen önemli değil. Fernando olmadığında Real Madrid’e herkes 25 atabilir” derken; ikinci maçın öncesinde de ilk sorduğu sorulardan biri “Fernando var mı?” olunca Drazen’i tamamen moral olarak ekarte etti. Martin zaten sakattı. Bir şekilde dönüp seriyi uzatsalar da son noktayı Reneses’in Barcelona’sı koydu. Yine de o sezonu kupasız kapatmadılar. Fernando’nun kazandığı son şampiyonluk, 1989 Saporta Kupası oldu. Bir tarafta Fernando Martin ve Drazen Petrovic’li Real Madrid; diğer tarafta Oscar Schmidt, Nando Gentile ve Martin’den önce Avrupa’dan kolej tozu yutmadan NBA’e giden ilk isim olan Georgi Glouchkov’lu JuveCaserta… Gerçi karşılaşma başladıktan hemen sonra adeta “Petrovic vs Schmidt” maçına dönse de, uzatmaya giden karşılaşmayı Real kazandı. Zaten Martin de Yunanistan’dan dönerken şampiyonluğa rağmen bencilliğinden dolayı uçakta Drazen’e çattı. Fakat bu kupa ikilinin kariyerlerinde kazandığı son şampiyonluk olacaktı…
LANETLİ 3 ARALIK 1989 Drazen’in gidişinin ardından Martin sakatlığını da atlattı. Bir bakıma kendisini rahatsız eden en önemli iki faktörden kurtuldu. O dönem bench’i George Karl’a emanet edip direktörlüğe geçen Lolo Sainz, “Şu an kendisini en mutlu hissettiği dönem” derken haksız sayılmazdı. Drazen’e kaptırdığı takım liderliğini almak için medyatikliği bile bir köşeye bırakmıştı. Basketbola dair bile pek röportaj vermiyordu. Kasım ayının ilk haftası Gigantes del Basket’e konuşup Drazen için “Saha içinde aşırı disiplinsiz bir oyuncuydu. Kimseyi umursamazdı. Zaten takımın geçen sene elde ettiği istatistiklere bakınca her şey ortada. Bu sezon ise altıyedi oyuncu çift haneleri görüyor” sözlerini kullansa da, ayın son günü kendisini arayan Maria Escario’nun program teklifini bile reddetmişti ki bu durum Martin için hiç de alışılmış bir şey değildi. Zaten o röportaj da son röportajı olacaktı. 3 Aralık 1989 günü Zaragoza ile oynanacak maç için yola çıkan Martin, Lancia’sıyla M-30’da giderken kontrolü kaybetti ve karşı şeride saptı. Saatte 180 kilometre ile Ricardo Delgado Cascales’in kullandığı Opel Kadett’e çarpınca da kaza anında hayatını kaybetti. Real Madrid’li oyuncular ve elbette kardeşi Antonio kazayı soyunma odasında öğrendi. İspanya’ya Martin’in ölümünü duyuran iki kişiden biri ise “Ağlamıyorum. Boğazım düğümlendi” sözleriyle üç gün önce Martin ile röportaj yapmak isteyen Maria Escario oldu. Petrovic ise “Habere inanamadığını” söyledi ve Real taraftarına özel bir mektup yazdı. Martin’in cenaze töreni 5 Aralık’ta düzenlendi. Taraftarlar, rakipler, siyasiler, sporseverler ve iki atıştan ilki olsa bile kapıştığı ve o gün “Arenadaki iki gladyatörmüş gibi efsane düellolarımız oldu. Çok güçlü bir oyuncuydu ve onunla kapışmak beni aşırı motive ediyordu. İnanılmaz zekiydi. Bana karşı farklı oynuyor, yapabileceğinin en iyisini yapıyordu. Tabii ki ben de
onun için fiziksel ve psikolojik olarak özel hazırlanıyordum. Fakat sadece saha içinde düşmandık. Bugün bir arkadaşımı kaybettim” sözlerini sarf eden Audie Norris’e kadar binlerce insan… Asıl tören o akşamdı. Real Madrid, Koraç Kupası’nda PAOK’u ağırlıyordu. Fernando’nun kardeşi Antonio ve Lolo Sainz maçın oynanmasını istemişti. Fakat Real Madrid’li oyuncular bedenen var olsalar da ruh olarak maçta değildi. Bir ara 15 sayı geriye düştüler. O an maçı 18 sayıyla tamamlayacak olan Antonio Martin ya da koç George Karl ne dedi bilinmez ama Real geri gelmekle kalmayıp 20 sayıyla maçı almayı da başardı! İSPANYOL BASKETBOLUNU DEĞİŞTİREN OYUNCU Ne Real Madrid, ne de İspanyollar Fernando Martin’i unutabildi. 10 numaralı forma emekliye ayrıldı. İlk altın neslin lideri, 25 sene sonra bile büyük bir törenle anıldı. Salon neredeyse 40 dakika boyunca “Siempre presente, Fernando siempre presente” (Hep burada, Fernando hep burada) tezahüratıyla inledi. Fernando Martin’in ayak izlerini takip eden ve Iber Yarımadası’nda çıkıp NBA’e giden tüm oyuncular “hayallerin gerçekleşebileceğini kanıtlayan” efsaneyi onore etmeyi unutmadı. Hatta Rudy Fernandez’in 2009’daki Slam Dunk Contest’te ilk smacını vururken üzerinde Fernando Martin forması vardı. Gerçi TNT spikerleri “Ovv… Who’s Martin, Who Martin, Ricky Martin?” deseler de İspanyollar, Fernando Martin’i hep Pau Gasol’un “İnanılmaz bir oyuncu ve insandı. Fernando’nun mirasını herkes hatırlıyor ve takdir ediyor. Her zaman da İspanyol basketbolu için bir ikon olmaya devam edecek” sözleriyle hatırlayacak. Çünkü Francisco Roca’nın da 2014’te yazdığı üzere; “Fernando hâlâ burada çünkü o İspanyol basketboluna rekabeti, savaşmayı, cesareti, karakteri, öğreten oyuncu!”
“Ne Real Madrid, ne İspanyollar Fernan Martin’i unutabildi. 10 numaralı forma emekliye ayrıldı. İlk altın neslin lideri, 25 sene sonra bile büyü bir törenle anıldı”
e de ndo .
k 5 端k
Fernando Martin