Slam Dunk Dergi - Sayi 86

Page 1

SLAMDUNK HAFTALIK BASKETBOL DERGİSİ

ERSAN İLYASOVA TAKAS ONU NASIL ETKİLEYECEK? İYİ KOÇ KİMDİR? TÜRK ANTRENÖRLERİN EVRİMİ

16 - 22 Haziran 2015 / SAYI: 86

AVRUPA’DAN GÖRÜNÜM BÜYÜK LİGLERDEKİ PLAY-OFF YARIŞINA BAKIŞ FASTBREAK

BAYAN CURRY COŞTU HORRY’DEN ACI İTİRAF MAJESTELERİ MEYDAN OKUDU

UFUK SARICA ÖZEL RÖPORTAJ

“BU SEZON DESTAN YAZIYORUZ”




SLAMDUNK YAZIŞMA ADRESİ TALATPAŞA CADDESI ÇELENK SOK. NO: 27/A KAT:4 GÜLTEPE / KAĞITHANE / İSTANBUL TEL: +90 (212) 325 91 25 - FAX: +90 (212) 258 70 59

www.slamdunkdergi.com Genel Yayın Yönetmeni Bilgehan Aras bilgehanaras1976@slamdunkdergi.com Yazı İşleri Müdürü Recep Özerin recep@slamdunkdergi.com Haber Müdürü Bulut Çiftçi bulut@slamdunkdergi.com Tasarım BARAS MEDYA bilgehanaras1976@slamdunkdergi.com Fotoğraf Editörü Utku Ulutaş utku@slamdunkdergi.com Katkıda Bulunanlar Can Hasgör, Şaban Işık, Yaşar Anıl Cantepe Ali Konavic, Faruk Çolak, Alican Şengül Doğuş Arun, Gürhan Ul, Eren Tolga Onur Can Asena, Batuhan Karcı, Furkan Sümbül Bora Türkoğlu, Emre Çelik, Rıdvan Yağımlı, Buğra Bayazıt Reklam Rezervasyon Bilgehan Aras bilgehanaras1976@slamdunkdergi.com + 90 (533) 552 07 49 Yayının Türü: Yerel Süreli Yayıncı: Baras Basım Yayın Adresi: Sanayi Mah. 1673. Sok. No: 34-34510 Esenyurt / İstanbul Tel: 0 (212) 622 63 63 Fax: 0 (212) 605 07 98 Slamdunk Haftalık Basketbol Dergisi, Baras Basım Yayın tarafından yayınlanmaktadır. Yazı ve fotoğrafların tüm hakkı Slamdunk Dergisi’ne, yayınlanan ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir. Slamdunk Dergisi Türkiye Basın Meslek İlkeleri’ne uymaya söz vermiştir.


YENİ SEZONUN HEYECANI BAŞLADI! 25 ÇOK ÖZEL KART! BU ÖZEL KARTLARI KAÇIRMA!

İMZALI KARTLAR, SEZONUN EN İYİLERİ, ÜMİT VAAT EDEN YILDIZLAR, UNUTULMAZ ANLAR, ŞEREF LİSTESİ, VE MUHTEŞEM İKİLİLER! SINIRLI ÜRETİM KARTLARA DİKKAT:

KOBE BRYANT, KEVIN DURANT, BLAKE GRIFFIN, YAO MING, LeBRON JAMES 50 farklı

,her pakette bir tane.

QR kodunu tara, oyunu indir, Benefits menüsüne gir ve anahtarını etkinleştir. Ekstralar: NBA My Dream Player Kartları, değeri 588 PUAN NBA My Dream Super Gift Kartları, değeri 388 PUAN NBA My Dream Gift Kartları, değeri 88 PUAN Kodlar 31 Ekim 2015 tarihine kadar geçerlidir.

www.paninigroup.com

ŞİMDİ TÜM BAYİLERDE!

© 2014 NBA Properties, Inc. All Rights Reserved.


Bayan Curry’den Üçlük

Cavs ile Warriors arasındaki çekişmeye dahil olanların arasına Stephen Curry’nin eşi Ayesha da katıldı on yılların en çekişmeli final serilerinden birini yaşadığımız aşikar. İki uzatma, deplasman galibiyetleri, LeBron James vs Stephen Curry… Gerilim ve tansiyonun doruk noktasında olduğu bu seride Curry ailesinden ortamı ve taraftarları daha da gerecek bir hareket geldi. Bu kez başrolde Steph değil, Riley değil, Ayesha Curry var! Steph’in eşi, dördüncü maç sonunda galip gelmelerinin ardından Instagram hesabından Riley’nin uyuduğu bir fotoğraf paylaşıp, “Oracle gibisi yok!!! Riley, Cleveland’daki her iki maçta da tüm ilk yarılar boyunca uyudu! Eve dönmek için sabırsızlanıyorum, Körfez’e gürültü getiriyoruz!” diyerek Cavs taraftarına irice bir taş attı. Finallerin ilk gününden bu yana taraftarın önemine dikkat çeken LeBron James ve ekibi Cavs, altıncı maçta Bayan Curry’ye özel bir şeyler yapacak mı, bekleyip göreceğiz.

S


FastBreak / Hazırlayan: Alican Şengül


Nefret Fazla Gelmiş

NBA’in sayılı efsanelerinden Robert Horry, sayısız başarı kazandığı Lakers’tan neden ayrıldığını açıkladı edi şampiyonluk yüzüğü ile bir NBA efsanesi olan Robert Horry, üst üste üç şampiyonluk kazanmasına rağmen 2003 yılında Lakers’ı bırakıp, Texas’ın yolunu tutarak Spurs ile imzalamıştı. Horry’nin Lakers’tan ayrılmasına sebep olan şey ise takımca çok fazla nefret edilmeleri ve yüksek egolarmış! “Üst üste üç sene şampiyon olduk ama egolar ve rehavet olmasaydı çok daha fazlasını yapabilirdik. Takımca çok fazla nefret edilmeleri yüzünden oradan ayrıldım.” Ayrılma sürecinde Karl Malone’u takıma dahil etmek için kendisine saygısızlık yapıldığını ve bunun da bir başka faktör olduğunu söyleyen 45’lik efsane, sözlerine şöyle devam etti: “Takım tarihinin en önemli şutlarından birini de soksanız, kahraman olup birden çok şampiyonluk da kazansanız bir gün kıçınızı kapının önüne koyarlar. Aslında Lakers’a minnettarım; zira kendileri ile üç, Spurs’e gitmemi zorlamaları ile iki, yani toplamda beş şampiyonluk yüzüğü almama vesile oldular!” Robert Horry’nin bu sözleri epey yankı uyandırdı. Gözler Lakers cephesinde!

Y


FastBreak


“Hepsini Yenerim”

Birçoklarına göre gelmiş geçmiş en iyi basketbolcu olarak kabul edilen Michael Jordan, sahibi olduğu takımın oyuncularıyla maç yapsa ne olurdu? ichael Jordan, 52 yaşında olmasına rağmen basketbol yeteneklerinden oldukça emin. Ara sıra tartışılsa da çoğu kişiye göre tarihin tartışmasız en iyisi. Onun basketbol yeteneklerini özel kılan şeylerden birisi de şampiyon ruhlu olması ve bu özgüvene sahip olması. MJ geçtiğimiz günlerde Fransız L’Equipe gazetesi ile bir röportaj yaptı ve sorulardan bir tanesi, kendi takımı Hornets’ın oyuncularından herhangi birini bire birde yenip yenemeyeceği üzerineydi. Cevap tahmin ettiğiniz üzere yeneceği yönünde oldu. “Yeneceğimden kesinlikle eminim. Fakat bunu yapmıyorum çünkü özgüvenlerini yıkmak istemiyorum. Onlardan olabildiğince uzak duruyorum, kendilerinin iyi olduğunu düşünmelerine müsaade ediyorum.” Hatırlamayanı varsa, 2013 yılında takımı Hornets’ın 2012 draft’ı ikinci sıra seçimi Michael Kidd-Gilchrist (19) ile yaptıkları bire bir maçta 50 yaşındaki Jordan’ın rahatlıkla galip geldiğini biliyoruz. Şüphesiz en iyisi o!

M


FastBreak


Draft Sürprizi?

2015 Draft’ına sayılı günler kala kulislerde sürpriz bir gelişme yaşanabileceği konuşulmaya başlandı üm NBA çevrelerince geçtiğimiz son birkaç güne kadar Jahlil Okafor ve Karl Anthony Towns’un ilk iki sırayı almasına kesin gözü ile bakılıyordu. Fakat Las Vegas’ta gösterilen performanslar büyük bir sürprize gebe gibi. Los Angeles Lakers’ın ikinci sıradan Okafor’u değil, gösterdiği müthiş performansla herkesi etkileyen Avrupalı genç yetenek Kristaps Porzingis’i seçeceği söylentileri kulisleri kasıp kavurmuş durumda. Antrenmanları izleyen birçok scout ve NBA yazarının görüşü de Porzingis’in draft sınıfındaki iki büyük yetenekten biri olduğu yönünde. Hatta genç Letonyalı’nın kabiliyet ve potansiyel açısından Towns’un bile çok önünde olduğuna inananların sayısı da bir hayli fazla. Seçimlere 10 günden fazla var ve bu sürece içerisinden yeni atılımlar ve muhtemel ilk üç seçim arasında değişim görebiliriz fakat Porzingis yerini kaybedecek gibi durmuyor. Umarız genç yıldızın kariyeri yüksek beklentiler doğrultusunda Darko Milicic ya da Yi Jianlian gibi olmaz!

T


FastBreak


Bu Kez Metallica Sahnede

NBA final serisinde oynanan maçlarda çekişmenin hava atışıyla başladığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz! merika’nın tüm ulusal sporlarına hakim şov dünyasının NBA yansıması da her final maçı öncesi okunan ulusal marşları spektaküler isimlere okutmak. Warriors ikinci maçta dünyanın en öneli gitar virtüözü Carlos Santana ile ilk hamleyi yapan taraf olmuştu. Oracle Arena’da oynanan dördüncü maç öncesi Cavs cephesi de hamlesini sekiz Grammy sahibi dünyaca ünlü R&B şarkıcısı Usher’dan yana kullanarak yaptı. Seri tekrar Oakland’a dönerken, Golden State’in beşinci maçta ulusal marşı söylemesi için seçtiği isim, dünyanın gelmiş geçmiş en önemli metal gruplarından Metallica oldu. James Hetfield ve Kirk Hammett’ı sahneye süren Warriors’a Ohio ekibinin nasıl bir cevap vereceği büyük merak konusu.

A


a

FastBreak


“BU SEZON

DESTA YAZIYORUZ TÜRKİYE KUPASI? TAMAM. CUMHURBAŞKANLIĞI KUPASI? O DA TAMAM. LİG ŞAMPIYONLUĞU? NEDEN OLMASIN?! PINAR KARŞIYAKA’NIN BAŞARILI KOÇU UFUK SARICA’NIN GÖZÜ YÜKSEKLERDE… RÖPORTAJ RECEP ÖZERİN / FOTOĞRAFLAR BARIŞ TEKİN


AN Z”

UFUK SARICA


UFUK SARICA

Ü

ç sezondur Pınar Karşıyaka’nın başındasınız ve bu sezon TBL finaline yükseldiniz. Bu başarı planladığınızdan erken mi geldi, yoksa geç kalınmış bir gelişme süreci mi? Kesinlikle geç değil. Hatta bu sezon da olmayabilirdi çünkü çok zor bir lig oynuyoruz. Birçok takım üst düzey kadro kurdu. Bütçe sıralamasına bakıldığında ligde 10’uncu sıradayız ama bu sezon bir rüyayı gerçekleştirdiğimizi söyleyebilirim. İlk senemizde Avrupa’da final oynadık, geçen sene Türkiye Kupası’nı kazandık, bu sezon Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı müzemize götürdük… Bence diğer kulüplere de örnek olması gereken bir gelişim gösterdik. Final bu sene de olmayabilirdi ama şu ana kadar destan yazıyoruz. Çeyrek finalde Banvit gibi, beklentileri yüksek bir takımı eledik; yarı finalde Fenerbahçe Ülker gibi, normal sezonu lider bitiren ve Euroleague’de Final Four’a kalan bir takımı geçtik. Şu an çok farklı bir boyuttan bahsediyoruz. Şampiyonluk için iki takım kalmış durumda. Bence muazzam bir başarı elde ettik. Peki 10’uncu bütçe nasıl oldu da finale kaldı?

Ülker ve Efes gibi markalarla baş etmek kolay olmamalı… Öncelikle üç sezondur üstüne koyarak ilerleyen bir takımız. İlk sene EuroChallenge finali oynarken de bütçemize göre çok iyi iş yapmıştık; geçen sezon Türkiye Kupası’nı kazanırken de aynı şekilde; bu sezon Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazanırken de… Sürekli çıtayı yükselttik, sürekli yeni hedefler koyduk ve bunlara ulaşmak için var gücümüzle çalıştık. Aslında bütçemizi gösterip kendimize daha düşük hedefler belirleyebilirdik ama bunu yapmadık çünkü buradaki potansiyeli biliyoruz. Takımıma yürekten inanıyorum. Görevde olduğum süreçte birçok oyuncuyla birlikteydik ve hem bireysel, hem de takım olarak ciddi seviye atladık. Artık hedef olarak Euroleague’i koyduk. Zaten iki senedir Pınar Karşıyaka’nın o sahnede olması gerektiğini söylüyorum. En büyük arzum, bu takımı oraya taşıyabilmekti ve gelmiş olduğumuz noktaya bakınca buna çok yaklaştığımızı görebiliyorum. Wild card’ı hangi kulübün alacağı henüz belli değil. Sizce burada bir sıkıntı yok mu? Kesinlikle var. Mesela geçen sezonki kurallar geçerli olsa şu an Euroleague’e katılma hakkı kazanmıştık. Biz yine de hedefimize kitlendik ve bu doğrultuda sürekli çalışıyoruz. Birbiriyle çok iyi anlaşan, aynı amaç doğrultusunda hareket etmekten hoşlanan bir ekibiz ve asla vazgeçmiyoruz.



Bizim jenerasyon Aydın Örs’ün yarattığı Efes Pilsen’i izleyerek büyüdü. O kadrodan sonra bu derece bir kolej havasını, hem de beş yabancıyla yakalayan ilk takım olarak Pınar Karşıyaka’yı görüyorum. Bunu nasıl başardınız? Kolej havası, takım kimyası, birliktelik… Bunlar klişe ama anlamlı sözler. Açıkçası bu konuda mütevazı davranmamamız gerekiyor çünkü kurduğumuz bu takım bütün övgüleri hak ediyor. Dediğin gibi, Aydın hocanın çalıştırdığı Efes Pilsen’i andıran bir havası var bizim ekibin. Tabii o takımda daha az yabancı vardı. Yine de şu an bir eksik yabancıyla oynadığımızı da hatırlatayım. Birçok takım altı, hatta yedi yabancıyla mücadele ediyor. Her şeyden önce bu bir inanç, egoları evde bırakma meselesi. En nihayetinde egosuz sporcu olmaz, doğanın kanunu bu. Önemli olan, bunları doğru yolda, doğru hedef doğrultusunda kullanabilmek. Sağlıklı iletişim kurarak güvenlerini kazanabiliyorsunuz. Mesela ben kesinlikle herhangi bir oyuncumu basın önünde eleştirmem. Her şeyi onları yüzüne söylerim. Zaten aile olmak da bunu gerektirir. Bunun karşılığında da başarının geldiğini gördükçe daha iyi motive oluyoruz. Bu seviyeye gelmenizde taraftarın katkısı ne sizce? Üç sene önce Pınar Karşıyaka’ya gelirken kafamdaki en büyük düşünce, taraftarın tutkusu ve İzmir şehrinin basketbola olan sevgisiydi. Bunların bize seviye atlatacağına inanıyordum ve şu an bulunduğumuz noktaya bakınca da yanılmadığımı görüyorum. Takımla harika bir kimya oluşturmuş durumdalar. Özellikle iç saha maçlarında muazzam bir güç teşkil ediyorlar. Hatta deplasman maçlarında da ciddi destek veriyorlar. İstanbul’daki Anadolu Efes maçlarında salonu nasıl inlettiklerini hep birlikte gördük. Basketbolu bilen, oyunu takip eden, pozisyona göre reaksiyon gösteren bir taraftar grubuna sahibiz. Peki bu sezon yürürlüğe giren yabancı kuralı sizi nasıl etkiledi? Şunu unutmayın: Biz iki sezon önce play-off’a beşinci sıradan girip Fenerbahçe Ülker’i; geçen sezon altıncı sıradan girmemize rağmen de Anadolu Efes’i eledik. Yani bu kural yokken de benzer başarıları elde ediyorduk. Genel olarak bakarsak da, işin teknik-taktik kısmı artık satranca doğru gidiyordu. Zaten bu başlı başına yük olurken bir de yabancı sayısıyla uğraşmak gereksiz bir külfetti. Oyuna sokacağımız oyuncuyu belirlemeye çalışırken oyun düzeninde sıkıntılar yaşıyorduk. Biz bazen sahada üç-dört yerli oyuncuyla da bulunuyoruz ama tabii ki yeni kural tüm koçların elini rahatlattı. Bobby Dixon gibi bir oyun kurucuya sahip olmak, işinizi ne kadar kolaylaştırıyor? Her anlamda çok yararlı bir oyuncu. Bizim takımda her oyuncu üst düzey katkı veriyor ama tabii ki Bobby içlerinde en fazla sivrileni diyebiliriz. Zaten modern basketbolda 1 numaraların oyuna etkisi ciddi önem taşıyor. Onu üç sene önce Fransa’dan almıştım, üç senedir beraberiz. Artık bir bakışla anlaşabilecek hale geldik. Her koç onun gibi bir oyuncuyu takımında görmek ister. Milli takımda oynaması gündemde. Bu konuda


UFUK SARICA

“ÜÇ SENE ÖNCE PINAR KARŞIYAKA’YA GELİRKEN KAFAMDAKİ EN BÜYÜK DÜŞÜNCE, TARAFTARIN TUTKUSU VE İZMİR ŞEHRİNİN BASKETBOLA OLAN SEVGİSİYDİ. BUNLARIN BİZE SEVİYE ATLATACAĞINA İNANIYORDUM VE ŞU AN BULUNDUĞUMUZ NOKTAYA BAKINCA DA YANILMADIĞIMI GÖRÜYORUM”

instagram.com/baristekinphotography


“ UZUN KISMINDA BİRAZ DAHA RAHATIZ AMA KISA OYUNCU SIKINTIMIZ VAR. BOBBY’NIN ARAMIZA KATILMASI BİZE CİDDİ GÜÇ KATACAK”


UFUK SARICA

onunla konuştunuz mu? Kesinleşmedi ama öyle bir ihtimal söz konusu. Kendisiyle de konuştum. Bu olaya prensipte çok sıcak bakıyor. Peki Eurobasket 2015’e yansıması nasıl olur? Geçen yaz Dünya Şampiyonası’na çok sıkıntılı bir kadroyla gitmiştik. Birçok sakat oyuncu vardı ve istediğimiz takımı tam anlamıyla kuramamıştık. Bu kez uzun kısmında biraz daha rahatız ama kısa oyuncu sıkıntımız var. Bobby’nin aramıza katılması bize ciddi güç katacak. Pınar Karşıyaka’yı izlerken herkesin dikkatini şu çekiyor: Sahadaki oyuncuların gözü hep sizde, sizden bağımsız bir şey yapamıyorlar. Bu hakimiyeti nasıl sağladınız? O anlamda evet, benden bağımsız bir şey yapamıyorlar ama aslında oyuncularıma sınırsız özgürlük verdiğimi de söyleyebilirim. Zaten takım olarak tempolu oynamayı seviyoruz. Ben de oyuncularıma her pozisyonda inisiyatif kullanmaları ve doğaçlama yapmaları için yeşil ışık veriyorum. Doğru atışsa hücum süresinin bitimine 22 saniye kala da atılır, 1 saniye kala da… Benim basketbol felsefemde bu var. Uzun süredir aynı oyuncularla aynı tekrarları, aynı çalışmaları yapınca bazı şeyleri bakışlarla anlatmak da kolay oluyor. Bazen maçın tansiyonuyla bazı şeyleri unuttukları oluyor. İşte o gibi durumlarda devreye girip onlara ufak hatırlatmalar yapıyorum. Fenerbahçe Ülker ve Anadolu Efes maçlarında farklı öne geçip yakalandığınızı gördük. Sizce bunun sebebi taktiksel mi, fiziksel mi, psikolojik mi? Fiziksel olduğunu düşünmüyorum çünkü son dönemde bu kadar çok maç oynayan bir takım o farklara ulaşamaz, uzatmalarda maç kazanamazdı. Takım olarak bu tempolara alışığız. Tabii maçın belli bölümlerinde rotasyona gitmek zorundayız ve kadromuz kısıtlı olunca bazen sıkıntı yaşayabiliyoruz. Mesela Anadolu Efes’e baktığımızda, sahadaki 12



UFUK SARICA

oyuncunun yanı sıra tribünde oturan üç-dört oyuncu daha var. Aynı şekilde Fenerbahçe Ülker’in kadro derinliği de herkesin malumu. Bobby’yi aynı maçta dört farklı oyuncuyla savunabiliyorlar. Bizde öyle imkanlar olmadığından, zaman zaman sorun yaşıyoruz. Alışık olduğumuz tempo düşünce de rakibe yakalanıyoruz. Kariyer hedefleriniz neler? Mesela teneke bağlayıp yolladığımız David Blatt önce Euroleague şampiyonluğu yaşadı, şimdi de NBA finalinde boy gösteriyor. Sizin de böyle hedefleriniz var mı? Tabii ki kendime koyduğum hedefler var. Özellikle Avrupa’ya yönelik düşüncelerim olduğunu söyleyebilirim. Milli takım koçluğu da olabilir. Bunlar hep hedeflerim arasında yer alıyor. Blatt örneği aslında çok şey anlatıyor. Biz ülke olarak sabırsızız ve bu durum, özellikle spor alanında daha ciddi boyutlara ulaşmış durumda. Bu işler zannedildiği kadar kolay olmuyor. Pınar Karşıyaka’da da üç senelik bir süreçten bahsediyoruz en nihayetinde. Mesela Beşiktaş’ın kazandığı EuroChallenge Kupası’nı en son 1996’da Efes Pilsen kazanmıştı. Biz o kupada final oynadık ama hak ettiğimiz takdiri gördüğümüzü düşünmüyorum. Sonuçta bu ülke her sene Avrupa’da kupa kazanan takımlar görmüyor. Artık insanların bir düzen kurmasına izin vermeli, onlara gerekli sabrı göstermeliyiz.

Avrupa ligleri arasında tarzınıza en uygun gördüğünüz hangisi? İspanya olabilir. Çok tempolu bir basketbol oynanıyor. Modern basketbolun en ideal yansıması olduğunu söyleyebilirim. Basketbol kariyerinizdeki en mutlu anı hatırlıyor musunuz? Oyunculuğumda Koraç Kupası’nı kazandığımızda çok mutlu olmuştum. Koçluk hayatımda da geçen sezon Türkiye Kupası’nı kazanınca çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. İkisi de beni eşit derecede mutlu etmişti. İdolünüz var mı? Net birini söyleyemem. Bugüne kadar birçok değerli basketbol adamıyla çalıştım, çok kaliteli isimlerle aynı takımda oynadım… Hayatıma girmiş herkesten bir şeyler aldığımı düşünüyorum. Oyuncuyken Erman Kunter’e hayrandım. Stop jump shot’larını dikkatle incelerdim. Benim de o tip atışlarım çok kuvvetliydi. NBA’den de tabii ki Michael Jordan çocukluk kahramanlarımdan biriydi. Larry Bird ve Magic Johnson da en önemli isimlerdi. Karakterinizi üç kelimeyle özetler misiniz? Tutku, hırs, hayat. Son soru: Hayatınızdaki en büyük pişmanlık ne? Seninle röportaj yapmak!



ERSAN İLYASOVA

HERKES GiDER Mi? MILWAUKEE BUCKS, 2005 DRAFTINDA SEÇİLDİĞİ TAKIMDA HALA FORMA GİYEN TEK OYUNCU OLAN ERSAN İLYASOVA’YI DETROIT’E TAKAS ETTİ. TOTALDE 8 SEZON MILWAUKEE FORMASI GİYEN ERSAN TAKIMIN EN ESKİ OYUNCUSU OLMAKLA BERABER TRİBÜNLERİN DE EN SEVDİĞI OYUNCULARDAN BİRİYDİ. SLAMDUNK EKİBİ SİZLER İÇİN BU VEDAYI İNCELEDİ


ERSAN İLYASOVA

Ersan İlyasova, NBA kariyerinin ikinci döneminden itibaren şutör bir 4 numara olarak ligdeki yerini sağlamlaştırdı. Şutunun yanı sıra, şutör 4 numaralarda en çok rastlanılan defo olan ribaund sıkıntısı olmayışı onu özel kılan meziyetlerden. Her ne kadar savunma konusunda sıkıntılar yaşadığı söylenebilir durumdaysa da, bu açığı kapatabilecek bir oyuncu ile oynamak o ‘’sıkıntıları’’ giderebilir. Nitekim takas olduğu Detroit Pistons’ın önemli derecede potansiyel vaat eden oyuncusu Andre Drummond’ın bu ‘’sıkıntıların’’ giderilmesinde yardımı büyük olacaktır. İşin savunma kısmında rahatlayınca hücumda zaten Ersan’ın yapabileceklerini az çok tahmin edebilmekteyiz. Hele işin içine Stan Van Gundy gibi ölü şutörü bile canlandıran koç girince durumun tahmin edilebilirlik kat sayısı önemli bir ölçüde artı yönde seyre çıkmakta. ELVEDA MONROE 1823’te Amerikan başkanı James Monroe, Monroe doktrini olarak bilinen, bir anlamda Amerika’nın içe kapanıp Avrupa’daki olaylara tepkisiz kalmasını öngören bir yasa tasarısını meclise sunmuştu. Meclisin yasayı kabulüyle beraber, Amerika Birleşik Devletleri yaklaşık olarak yüz yıl(1.Dünya Savaşı’na kadar) Avrupa siyasetinden uzak durdu. Bu içe kapalılık o dönemler ABD için faydalıysa da bir yerde özellikle Amerikalı tüccarların ve sanayicilerin çıkarları söz konusu olduğunda zarar da getirdi. Nitekim bu koşullar azılı bir liberal olan Woodrow Wilson yönetiminde ABD’nin Monroe doktrinini terk etmesine meşru bir sebep hazırladı ve Monroe doktrini rafa kaldırıldı. İçe kapanma dönemi bitti, dışa

açılma dönemi başladı. Tıpkı Detroit Pistons’ta olacağı gibi… Stan Van Gundy, Güney Sahili’nin her iki takımıyla NBA’de önemli yerlere gelirken güvendiği kişiler hep şutörlerdi. Aziz Yıldırım’ın ‘’Basketbol’da üçlükler çok değerli, çünkü ikiliklerden daha fazla sayılıyor. Ben bu yüzden oyunculara hep üçlük atın diyorum’’ mantığından yürüyor olsa gerek Van Gundy. Özellikle Orlando döneminde üçlüğe dayalı sisteminin ne kadar başarılı olduğunu gördüğümüz Koca Stan, aynı sistemi Detroit’te de uygulama peşindeydi. Ancak gelin görün ki, elinizde Josh Smith ve Gregg Monroe gibi isimler varken bunu uygulamak aşırı derecede zordu. Dışarıdan çok içeride oynamayı seven ya da yetenekleri ona bunu zorlamasını emreden(bu kişi elbette Josh Smith!) oyuncularla olmayan bu sistem, Joe Dumars tarafından ilan edilen Pistons’ın Monroe Doktrini’nin kırılmasını gerektiriyordu. Van Gundy bu uğurda ilk hamleyi Josh Smith’i waive ederek yaptı. Doktrini tam anlamıyla kırmak içinse bu sezon sonunu bekledi. Ersan’ın gelişiyle beraber sözleşmesi bitecek Gregg Monroe muhtemelen artık Pistons formasını giymeye devam etmeyecek. Bu da demek oluyor ki, içe kapanma devri bitti. Artık dışa açılma zamanı. ARANAN KAN Monroe her şeyden önce iyi bir çember savunmacısı, çok güvenilir olmasa da hücumda bir orta mesafe şutu var, pota altını domine etme noktasında yeteneksel açıdan sıkıntı yaşamayacağı bariz belli olan bir oyuncu. Başka bir takımda daha büyük bir yıldız adayı olarak var olabilecekken, Detroit’te bu pek mümkün gözükmüyor. Çünkü



önünde Andre Drummond var. Monroe, Drummond lige geldiği günden beri onun gölgesinde kaldı. Her ne kadar çift pivotlu bir yapı benimsense de, NBA’deki Twin Towers fenomenleri 90’larda kalmıştı; artık oyun daha hareketli oynanıyor, Aziz başkanının dediği gibi ‘’üçlük atın’’ oyunu daha da önem kazanmıştı. Monroe, orta mesafe şutu olmasına rağmen içeride oynamayı daha çok seven bir oyuncu. Bu durum, Drummond ile birlikte sahadayken oyunun sıkışmasına zaman zaman kitlenmesine sebebiyet veriyordu. Monroe, Drummond’a beklenen alanı yaratamıyor; bunun üzerine 3 numarada Josh Smith de oynayınca ortaya ‘’little little into the middle’’ vari rezalet bir oyun yapısı ortaya çıkıyordu. Ersan İlyasova bu kilidi kırabilecek kişi. Aranan kan o. Ersan’ın oyun yapısı Drummond’a içeride gerekli spacingi yaratabilecek bir stilde. 3 sayı tehdidi Drummond’u içeride rahatlatacak, ikinci uzunun yardıma gelip üzerine çullanmasını engelleyecektir. Öte yandan Drummond da Ersan’ın defanstaki zafiyetlerini kapatmakta başarılı olacaktır. Larry SandersErsan ikilisinin ligde bıraktığı etki ortada. Bu açıdan Ersan-Drummond ikilisinin ideal bir ikili olacağını söylemek mümkün. DETROIT’İN YOLU Joe Dumars’ın 2008 yılında hazin bir kaza sonucu beyninin düşünme fonksiyonlarını yitirmesinin ertesinde Detroit’in serbest düşüşe geçmesi bir bakıma sürpriz değildi. Gerçi ben bu düşüşü Amerika’da başlayıp Dünya’ya yayılan 2008 ekonomik krizi ile beraber Detroit gibi bir sanayi şehrinin çöküşü ile okuma gerekliliğinde her ne kadar ısrar etsem de, ‘’yine entel işlere girmiş’’ zırvaları ile uğraşmaktansa Joe Dumars’a çamur atmak daha kolay geldi. Saçma sapan isimlere verilen saçma sapan kontratlar, yine ekseriyetle büyük bir istikrarla yapılan saçma sapan takaslar, saçma sapan draft seçimleri, saçma sapan koç tercihleri ve daha birçok saçma sapan hamle. Joe Dumars’ın şehrin üzerine karabasan gibi çöktüğü büyük resime bakmadan bile anlaşılabilmekteydi. Joe Dumars’tan kurtulunmasıyla beraber Detroit’te bir temizlik harekatı da başlamış oldu. ‘’Ovalıyorum, ovalıyorum çıkmıyor’’ reklamındaki hanım ablaya yeni temizlik ürünü öneren dış ses misali Stan Van Gundy bu noktada önemli adımlar attı. En önemlisi Josh Smith’i takas bile etmeye yeltenmeden direk


ERSAN İLYASOVA



ERSAN İLYASOVA

“ M ILWAUKEE SEZON ORTASINDAN BERİ ANLAM VEREMEDİĞİMİZ BİRÇOK HAMLE YAPMAKTA. BRANDON KNIGHT’I GÖNDERİP YERİNE MICHAEL CARTER-WILLIAMS’IN ALINMASI VE ŞİMDİ DE ERSAN HAMLESI”

takımdan kovdu. Daha sonra Dumars döneminde takıma kazandırılan Jerebko türündeki vasatlık abideleriyle yolları ayırdı. Temizlik bitip evin için döşenmeye geldiğinde ise Reggie Jackson gibi önemli bir oyuncuyu takıma kattı. Joe Dumars’ın son 6 senesinde yaptığı bütün hamlelerinden daha faydalı hamleleri Stan Van Gundy 1 sene içinde yapmış görünüyordu. Reggie Jackson, üzerine takım kurulabilecek bir oyuncu olduğunu henüz kanıtlamadıysa da buna erişebilecek bir potansiyeli var, bu sebepten ötürü Detroit’in maximum kontrat istese bile ona bu kontratı vermesi sürpriz olmaz. Tabii bu noktada Jennings’in durumu önem arz etmekte. Nitekim Reggie Jackson

hamlesi ile beraber takım liderliği pozisyonunu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Geçirdiği ağır sakatlıktan nasıl döneceği de belli değil. Reggie Jackson’ın combo guard oynayabilmesi Jennings’le aynı anda sahada yer alması ihtimalini kuvvetlendirse de, Jennings’in mazisinde Monta Ellis’le beraber oynadığı dönemden pek iyi hatıraları yok. Şu anda Detroit’in çözmesi gereken en önemli problem bu gözükmekte. Ayriyeten takımın 3 numara ihtiyacı da bariz. ABİ BİZ DE BİR ŞEYLER ALDIK DA Milwaukee sezon ortasından beri anlam veremediğimiz birçok hamle yapmakta. Brandon Knight’ı gönderip yerine Michael Carter-Williams’ın


alınması ve şimdi de Ersan hamlesi. Brandon Knight-MCW kıyası her ne kadar ayrı bir yazı konusu olsa da; müzmin sakat olan MCW’ya karşılık her seferinde Brandon Knigt’ı seçeceğimi belirtmek isterim. Bundan mütevellit olacak ki takas çok saçma gelmişti bana. Ersan hamlesi de nitekim bu saçma takaslar kategorisinde değerlendirilebilir bir hamle. Her şeyden önce Ersan karşılığında alınan Caron Butler ve Shawne Williams kenarda havlu sallamaktan öte bir şey beklenmeyen oyuncular. Hele Caron Butler’ın daha 1 sene önce Bucks tarafından serbest bırakıldığını düşünürsek durum iyicene çetrefilleşiyor. Çetrefili gidermek içinse de mali konulara bir bakmamız gerekiyor. Ersan’ın senelik 7.9 milyon dolarlık bir anlaşması bulunmaktaydı Milwaukee Bucks’la. Bu anlaşma Bucks’ın hamle yapma şansını azaltan bir mali yüke sahipti. Khris Middleton’ın sene sonu sınırlı serbest kaldığı düşünülürse Bucks’ın mali bir rahatlamaya ihtiyacı vardı. Bu da mecburen Ersan’ınki gibi ağır bir kontrattan kurtulmaktı. Bir anlamda Ersan’ı takımda tutmak Khris Middleton’ın kaybı anlamına geleceği için Bucks tercihini Middleton’dan yana koydu. Bu çözümleme sayesinde onlar açısından takasın mantığı belli bir düzlemde en azından ‘’anlaşılır’’ hale geldi. Fakat yine de Ersan için daha değerli parçalar bulabilirler miydi sorusu takasın Milwaukee açısından selametine gölge düşürmekte. ASGARİ ÜCRET 5.000 TL OLACAK Sonuç olarak bakıldığı zaman bu işten karlı çıkan Detroit Pistons oldu. Ne kadar karlı çıktığını belirtmek için, komisyoneri olduğum fantasy basketbol liginde böyle bir takas olsaydı onaylamazdım. Eh gerçek hayat farklı işte. En nihayetinde önemli eksikliklerinden birini çok düşük bir maliyetle kapattılar. Bir nevi kazıkladıkları Milwaukee için ise bu hamle Khris Middleton’ı kadroda tutamadıktan sonra tamamen kayıp olarak gözükecektir hele ki aldıkları oyuncular düşünülürse…


ERSAN İLYASOVA


DÖNÜYOR, DURMUYOR DÜNYA

KİMİSİ YENİ AKIMLARA UYUM SAĞLAYIP VARLIĞINI DEVAM ETTİRDİ, KİMİSİ BU DEĞİŞİME AYAK UYDURAMAYIP KÖŞESİNE ÇEKİLDİ. PEKİ İYİ KOÇ OLMAK İÇİN TAM OLARAK NE GEREKLİ? SLAMDUNK DERGİ ARAŞTIRDI… YAZI: BORA TÜRKOĞLU


HOCALAR


HOCALAR

U

fuk Sarıca yönetimindeki Pınar Karşıyaka’nın yıllar sonra TBL’de finale yükselmesi severek yediğimiz bir yemeğin tekrardan ısıtılıp önümüze konulmasına fırsat verdi. Çünkü Pınar Karşıyaka sadece finale yükselmedi; aynı zamanda, Obradovic gibi bir isme sahip, kendilerinden bütçe olarak çok daha üstün bir takımı saf dışı bıraktı. Şu sıralar basketbol sohbetinin geçtiği her ortamda Sarıca örneğinden yola çıkılarak genç Türk basketbol antrenörleri konusu tartışılıyor. Kimisi için Sarıca ve diğerleri büyük değer, kimisi için ise şu anda sadece doğru rüzgarı yakalayanlar grubundalar. Yazının tam bu noktasında otomatik bir soru devreye giriyor: Kimdir iyi antrenör? Bu sorunun cevabını bulmak çok kolay değil. Daha doğrusu tek bir cevabı yok. Sübjektif bakış açılarına göre farklı önermeler sunmak mümkün. Kupa kazananlar, yönettiği takımı potansiyelinin üstüne çıkaranlar, taktik dehalar, ilişkileri iyi yönetenler… İnsanların “İyi antrenör” dedikleri birçok isimde saydığımız özelliklerden birkaçı var ama hiçbirinde tüm özellikler yok. Olmasını beklemek de haksızlık olur; zira insan faktörünün içeriği oluşturduğu her konuda yanılma, hata yapma ihtimali söz konusu. Kalkıp Obradovic’e “Kötü koç” diyebilir miyiz mesela? Diyemeyiz. Dört farklı takımda sekiz Euroleague şampiyonluğu kazanmış bir isme başarısız demek mantıksızlık olur. Sonuçta herkes bu amaç için mücadele ediyor ve Obradovic neredeyse kazanmayı alışkanlık haline getirmiş. Peki tek başına başarı, yeterli bir kıstas mı? Kimine göre evet, kimine göre hayır. Fenerbahçe Ülker döneminde takıma katılan bir takım oyuncuların yanı sıra Cumhurbaşkanlığı Kupası, Türkiye Kupası ve play-off serüvenleri, Obradovic eleştirilerini beraberinde getirdi. Milyonlarca karar veren bir insandan her kararının doğru olmasını bekleyemeyiz. Daha önce de belirttiğim gibi, insan faktörünün içeriği oluşturduğu her alan, yanılmaya ve yanıltmaya müsait. Sahada oynanan oyun bir bilgisayar programı değil. Doğru kodları yazarak kesin başarı elde ederiz gibi bir şey söylemiyoruz. Kaan Kural’ın “Bu Oyun Böyle Oynanır” makalesinde verdiği Dean Smith örneğinden gitmek gerekir belki de. Efsane koç, kariyerinin ilk şampiyonluğu sonrası sorulan “Bu sonuç sizin büyük koçlar arasındaki yerinizi almanızı sağladı mı?” sorusuna “3 saat öncesinden daha iyi bir koç değilim” yanıtı vermişti. Obradovic’in Karşıyaka’ya elenmesi onu daha kötü bir koç yapmadı. Karşıyaka’yı geçip finale kalması da daha iyi bir koç yapmayacaktı. Bir ismi değerlendirirken tüm kariyerini odak almak yerine, belirli zaman aralıklarına yaymak daha iyi bir yol mudur? İki sezonluk, bir sezonluk… İşlerin çok yolunda gittiği dönemler oluyor. Tıpkı hiç yolunda gitmediği dönemler gibi. David Blatt’e Anadolu Efes macerası sonrası “Bu da koç mu ya!” demek bizi bir yere getirmedi. Ne var ki Blatt’in basketbol anlayışı onu önce Euroleague, ardından da NBA’in zirvesine taşıdı. Tüm bu anlattıklarımla bir yere varmayı amaçlıyorum şüphesiz. “Kimdir iyi antrenör?” sorusuna yanıt veremeyeceğimizi biliyorum. Bahsettiğimiz konular ölçülebilir değerler değil. Fakat kesin olan bir şey var ki, o da dünyanın mutlak bir devinim içerisinde olduğu. Tüm bu hareketten basketbol da payına düşeni fazlasıyla alıyor. Oynanan oyun belirli düzeyde değişime uğradı. Belki ileride birkaç kez daha evrim geçirecek ve biz hiçbir şey olmuyormuş gibi var olan değişime kayıtsız kalamayacağız. Düşünce alışkanlıklarını, refleksleri bir kenara bırakmak insan için hayli zor, biliyorum ama solup gitmek istemiyorsak, bunu yapmamız gerekiyor. Bana göre “iyi koç”, “başarılı koç” da tam bu bağlamda ortaya çıkıyor. Değişen oyunu gözlemleyen ve ayak uyduran, kemikleşmiş felsefesinden vazgeçemeye hazır, kabullenmekten korkmayan… Şimdi bu girizgahı cebimize koyup, bir kez daha Türk antrenörleri hızlı bir şekilde gözden geçirelim.



AYDAN SIYAVUŞ VE AYDIN ÖRS Başlangıç noktası olarak Aydan Siyavuş’u alıyorum. 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren ivmelenerek gelen basketbol kültürünün en önemli aktörlerinden biri Siyavuş. Haliyle, bugünden bahsetmek için ondan da bahsetmek gerekir. Son zamanların sevilen klişesiyle söylemek gerekirse, “Olmasaydı, olmazlardı”. Oyuncu olarak müthiş bir kariyer değil ama antrenör olarak büyük bir ışık kaynağı. Alın size, tartışmayı sevenlerin ısıtıp ısıtıp yediği yemeklerden biri daha. Futbol sahalarında sıkça rastladığımız polemik basketbolda da epey konuşuluyor: İyi koç olmak için iyi oyuncu olmak gerekir mi? Genele vurduğumuzda; Erman Kunter, Ufuk Sarıca ve Orhun Ene’yi dışarıda bırakacak olursak, Türkiye’de şu anda ismi en çok bilinen antrenörlerin parlak bir oyunculuk geçmişi yok. Siyavuş da örneklerden bir tanesi. 20’li yaşların başından itibaren kafasını tamamıyla antrenörlüğe vermiş. Oyunculuk döneminde kazanılamamış başarıların, koçluk zamanında başarı için en büyük tetikleyicilerden biri olduğunu, iyi bir oyuncu ol(a)mamanın çoğu zaman aslında bir avantaj olabileceğini düşünürüm. Belki Siyavuş’ta da benzer bir düşünce hakimdi, bilmiyorum. Ne olursa olsun, antrenörlük döneminde ligde kazandığı yedi şampiyonlukla hâlâ rekorun sahibi. Tabii kazandığının haricinde, bir de kazandırdığı var. Aydın Örs ile Aydan Siyavuş’un yolları Efes Pilsen’de kesişti. Beraber altı sene çalıştılar. Yaş olarak denk olmalarına rağmen Örs, Siyavuş’un yardımcısıydı çünkü Siyavuş koçluk kariyerine kendisinden çok daha önce başlamıştı. Beraber geçirdikleri yılların Örs’e kattıkları herkesin malumu. Bir anlamda devir teslim töreniydi o birliktelik. Örs çıtayı daha da yukarı çıkarttı; bir ülkenin basketbol tarihini değiştirdi. Kazandığı başarıları tek tek saymaya gerek yok. Doğru zamanda, doğru yerdeydi. En başta, söylediğimiz iyi antrenörlük kriterlerinden bazılarına sahipti. Oyuncuları üstüne katabiliyordu. İlişkileri iyiydi ve bir basketbol felsefesi vardı. Takıma enjekte ettiği savunma, kazandığı başarıların en büyük anahtarıydı. O zamanın basketbol anlayışı savunmayı en sert dozajda yapmayı gerektiriyordu çünkü. Alanı savunmak, oyuncuları potadan mümkün olabildiğinde uzak tutmak isteniyordu. Devir değişti. Örs’ün anlayışının tek başına hayatta kalabilmesi neredeyse imkansız artık. Değişimi kabul etmemize rağmen Örs’ü mumla arar konumda olmamız ise bizdeki eksiliğin bir göstergesi olmalı.

ERGIN ATAMAN VE OKTAY MAHMUTI Çırak iyi bir öğrenciyse zamanı geldiğinde usta olur ve her usta yeni bir çırak yetiştirir. Örs himayesi altında gerekli eğitimi alan Ergin Ataman ve Oktay Mahmuti, yardımcı antrenörlük dönemleri bittiğinde ellerine gelen şansı iyi kullandı. Örs’le birlikte 90’lı yılların Efes Pilsen ekolünün mimarlarından olan ikiliden ilk zincirlerini kıran Ataman oldu. Türk Telekom ve Pınar Karşıyaka tecrübelerinin ardından 1999 yılında Efes Pilsen’e döndü. O dönem yardımcısı, Ataman göreve gelene kadar Efes’te Örs’ün de yardımcılığını yapan Oktay Mahmuti idi. Daha sonra ise İtalya’nın yolunu tuttu. Efes Pilsen’de meydan Mahmuti’ye kalmıştı ve artık onun da başantrenör olma zamanı gelmişti. Ustalardan çıraklara geçişin yaşandığı yıllarda zaman, Avrupa basketbolu için de sabit durmadı. Hücum süresinin 30 saniyeden 24 saniyeye indirilmesi basketbolun daha hızlı, daha atletik oynandığı NBA’e yakınsamanın ilk sinyallerini veriyordu. Takımların maç başına hücum etme sayıları arttı, oyun daha tempolu oynanmaya başladı. Oyunun daha hızlı oynanması sahada hızlı ayakların mevcudiyetini zorunlu kılarken, hızlı ayaklar geleneksel uzun oyuncuların sahada kalma sürelerini kısalttı. Savunmanın temel prensibi; oyuncuyu sadece potadan uzak tutmak değil, aynı zamanda rahat şut imkanı vermemek olarak değişime uğradı çünkü yeni basketbol düzeninde her oyuncunun, özellikle de uzunların şut



sokabileni kabul görüyordu. Alana savunması artık risk demekti. Ataman ve Mahmuti’nin koçluk kariyerlerini birbirine çok benziyor. Efes Pilsen geçmişleri, İtalya maceraları, Türkiye’ye dönüş, Galatasaray günleri… Erman Kunter’le beraber Avrupa’da görev yapan koçların arasındalar ki, bu neredesinden bakarsak bakalım bir başarı alameti. Türkiye’de çalıştıkları dönemde de görev yaptıkları kulüplerde ellerindekilerle iyi iş çıkartılarını söylemek gerek. Sadece gelelim. İyi antrenörler mi? Daha doğrusu, iyi antrenör olmanın gerektirdiği dinamiklerin hepsine sahipler mi? Özellikle Ataman’ın oyuncuların gelişimine katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Hawkins, Erceg ve Sinan Güler örnekleri bu savın en açık ispatı. Oyun sırasındaki taktik müdahaleler konusunda Ataman’ın da, Mahmuti’nin de aktif olduğu dönemleri gözlemleyebiliyoruz. Fakat iki koçun da sınıfta kaldığı konular var. Ataman’ın ikili ilişkilerinde yaşadığı sıkıntılar, Mahmuti takımlarının sezon ilerledikçe yaşadığı fiziksel ve mental düşüşler, onları tartışmaların ortasına koymamıza sebep oluyor. Kupa elde etme açısından kısmen başarılılar, büyük taktisyen değiller fakat pasif de kalmıyorlar, ilişkileri pek istikrarlı değil. Peki ya modern basketbola uyumları? Modern düzeni tamamen kabul ettiklerini söylemek zor. Elbette ki sadece kabul etmek yetmiyor; eliniz bu düzeni oynayacak oyuncuları takıma katabilecek kadar güçlü değilse, isteseniz de tempolu basketbolu oynayamıyorsunuz. Biri Galatasaray’ın, diğeri de Daçka’nın başında. Yönettikleri takımlar hatırı sayılır miktarda bütçelere sahipler. İkisi için de sezon kötü sonlandı. Önlerinde sonuç ne olursa olsun, sezonun kazananı Pınar Karşıyaka örneği var. Şayet bir şeyleri kabul etmişlerse, yapacakları oyuncu takviyeleri yeni oyunu oynamalarına şans tanıyacaktır.

UFUK SARICA, SELÇUK ERNAK, AHMET ÇAKI VE YAĞIZER ULUĞ Yazının çıkış noktasına geldik. Ufuk Sarıca bir anda meydana çıkmadı. Beşiktaş ve Anadolu Efes’te Ergin Ataman’ın yardımcılığını yaptıktan sonra sıranın kendisine gelmesini bekledi. Anadolu Efes’te eline geçen fırsatı çok iyi kullanamadı. Perasovic’ten aldığı dümeni Zouros’a bıraktı. İstediklerini yapamadı. Hak vermeliyiz ki, bir yılda düzen kurmak da çok kolay değildi. Şimdi ise, onun hakkında bambaşka bir hikayeyi konuşuyoruz. Pınar Karşıyaka’yla üçüncü sezonunda Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı Kupası, Eurocup çeyrek finali ve TBL finali ile bugünlerin en çok zikredilen ismi konumunda. Takımı, ligin tartışmasız en tempolu ekibi. Ribaundu aldıkları takdirde mümkün olan en kısa sürede yarı sahayı geçip, rakip savunma düzenini almadan hücum ediyorlar. Neredeyse tüm oyuncular şut sokuyor. Girmeyen topları hücum ribaundlarıyla ikinci, hatta üçüncü şans sayılarına çevirmek için olanca güçleriyle mücadele ediyorlar. Bu, tam da modern diyebileceğimiz oyunun bir emsali. NBA’de Golden Statte Warriors’un oynadığına benzer; hızlı ayaklar, keskin şutörler, oyuna tempo verme, rakibi hataya sürükleme… Bir anlamda kaostan kendilerine düzen kuruyorlar. Ufuk Sarıca’nın oyuncularıyla uzun zamandır beraber olması artık neredeyse gözle bile iletişimi olanaklı hale getirmiş. Oyucuları dinlendirme adına gereken müdahaleyi gecikmeden yapıyor. Artık hayalini kurdukları başarının eşiğindeler. Fakat tüm bunlardan daha değerlisi, değişime ayak uydurmaları. Sarıca, basketbolun geçirdiği evrimin fazlasıyla farkında ve her gün oynadıkları oyunu daha ileriye götürmek için çabalıyor. Bütçeleri, mücadele ettikleri rakiplerin düzeyinde değil ve bunun bilincindeler. O yüzden de kazanmak için farklı, yapabilecekleri, kendilerine ve modern zamana uygun olan bir senaryo deniyorlar. Başarısız geçen bir sezonun ardından Banvit kadroda revizyona gideceğini açıkladı. Kadronun başında da Selçuk Ernak olacak. Yıllardır beklenen fırsat Zoran Lukic’in ayrılmasıyla birlikte



nihayete erdi. Ülkerspor günlerinden bu yana yardımcı antrenörlük görevini hakkıyla sürdüren Ernak, Çin Milli Takımı asistanlığı da yaparak vizyonuna farklı bir şeyler katmayı başardı. Bandırma, artık neredeyse Ernak’ın evi. Kulüp olarak ciddi anlamda tribün desteğine sahipler. Makul bir takım kuracak bütçeleri var. Yani her şey Ernak’ın inisiyatifine kalmış durumda. Takımı devraldıktan sonra mevcut kadroyla tempolu ve hücum basketbolu oynatmaya çalıştığını biliyoruz fakat eldeki yabancı oyuncularla büyük oranda yolların ayrılacağını açıkladılar. Takıma yeni sezonda katılacak isimler, ne tür bir basketbol oynatacağının sinyalini verecektir. Tahminim, kendilerine Karşıyaka’yı örnek alacakları yönde. Ernak’ın oyun sırasında yapacağı hamleleri ve oyucularla iletişimini görmemiz için daha fazla başantrenörlük gözlemine ihtiyacımız var. Darüşşafaka’da genç yaşlarında başlayan antrenörlük hevesi, Ahmet Çakı’yı hiç de azımsanmayacak yerlere getirdi. Mersin, Türk Milli Takımı (asistan koç), Air Avellino (asistan koç), Erdemir ve Tofaş duraklarının ardından sıra, Ivkovic gibi efsane bir ismin yardımcığını üstlenmekte. Ondan öğreneceği çok şey var şüphesiz. Maç sırasındaki müdahaleleri, genç oyunculara verdiği değer, işe olan saygısı… Hemen hepsi, Sırp koçun uzmanlık alanlarına giriyor. Olanı almak Çakı’ya kalmış, uygulamak için ise bir süre beklemek zorunda. Efes’in onu takıma dahil ederken, Ivkovic sonrası dönemi dair yaptığı planları düşünerek adım attığını biliyoruz. Fırsat bir şekilde gelecektir. Şu an için onun adına dikkat çekici verilerden biri, 2013-2014 sezonunda Tofaş’ın başındayken ligin en çok sayı atan üçüncü takımı olması. Son olarak Yağızer Uluğ. Efes Pilsen’de başladığı kariyerini, Beşiktaş yıllarının ardından Galatasaray’da da Ergin Ataman’ın yardımcılığını üstlenerek devam ettiriyor. Bu sezon kendisini birkaç kez başatrenör olarak seyretme şansı bulduk. Ataman’ın cezası nedeniyle tribünde yer aldığı maçta Galatasaray Liv Hospital, ezeli rakibi Fenerbahçe Ülker’i sadece altı oyuncusuyla büyük bir sürprize imza atarak 92-88 yendi ve bu maçta tüm sorumluluk Uluğ’daydı. Ayrıca, Euroleague’de Galatasaray adına formalite niteliğindeki Panathinaikos karşılaşmasında Ataman tüm kontrolü Uluğ’a devretmişti. Maçın gidişatına göre sürekli yeni hamleler kurgulandığını, hep bir planının olduğunu ve bu işe çok fazla kafa yorduğunu söyleyebiliriz. Zaten Ataman da zaman zaman maç taktiklerini Uluğ’un verdiğine dair açıklamalarda bulunmuştu. Geri kalan antrenörlük özellikleri için tıpkı Çakı özelinde bahsettiğimiz gibi başantrenörlük dönemini beklemeliyiz. O yıllar çok uzak değil.

ZAMANIN RUHU Yeni nesil genç koçların diğer isimlerden bir avantajı olduğuna inanıyorum çünkü basketbolun değişime uğradığı dönemi başantrenör olarak tecrübe etmek durumunda kalmadılar. Kadroya ve oyuna direkt müdahale şansları olmadı. Bu da, genç antrenörlerin kafalarında eski tarz düşünce alışkanlıklarının oluşmamasını sağladı. Sadece “tanıklık ettiler”. Bol bol gözlemlediler. Kimin, hangi oyun anlayışıyla daha başarılı, daha başarısız olduğunu gördüler ve görüyorlar. Daha dışarıdan bakabildiler. Vücuda tam olarak sirayet etmemiş bir alışkanlıktan kurtulmak, kemikleşmiş bir alışkanlıktan kurtulmaktan çok daha kolaydır. Yeni nesil için değişim, adapte olmaya daha müsait. Teknolojiyi düşünün. Çıkan akıllı ekranları genç kuşak, yaşlı jenerasyona göre çok daha kolay öğrenip, kullanabiliyor. Bu durum sadece öğrenme yetisinin yavaşlamasıyla alakalı değil. Yaşlı nesil, kafa olarak yeni çıkana gereğinden fazla yargıyla ve frenle yaklaşıyor. Başarı için tek bir yol yok elbet. Akıllı ekranları olmadan hikaye yazanları da okutuyor hayat bize fakat bu hikayelerin sayıları günden güne azalıyor. Tercih kişilere kalmış…



YAZI: BUĞRA BAYAZİT

AVRUPA’DA PL

Haziran ayı, bu kıtada play-off’ların iyiden iyiye kızıştığı döneme denk g cabası. Avrupa’nın tepeye oynayan liglerinde devam eden


LAY-OFF ATEŞi

geliyor. Final serileri oynanırken, gerilim ve efor seviyesindeki artış da n play-off mücadelelerini kısa kısa değerlendirmeye aldık



Avrupa’da Play-Off Ateşi

İSPANYA RÖLANTİDE Ekonomiyi de dahil edersek, Liga Endesa’da (futbolda da olduğu gibi) tepede yatırım ve dominasyon olarak Barcelona-Real Madrid ikilisi fazlasıyla öne çıkıyor. Tepeyle orta ve aşağı kısmın maddi olarak bu kadar birbirinden uzaklaştığı noktada ufak örnekler hariç tahmin edilenler gerçekleşiyor denebilir. Her ne kadar Malaga iki maçı da kazanıp ivmeyi kendi lehine almış olsa da bazen daha tecrübeli veya kaliteli kadroya sahip olmak günün sonunda her şeyi yoluna koymaya yetiyor. Diğer yandan Madrid ekibi, Euroleague şampiyonluğu ardından yoluna kayıpsız devam ediyor. Bilbao’yla ilginç bir seri oynayan Valencia’yı deplasmanda iki maçı da alarak elediler ve rakiplerini bekliyorlar. Valencia’nın ilginç serisinden bahsetmiştim, biraz daha açayım. Elenene kadar Bilbao ve Real Madrid serilerinde toplam yedi maç oynadılar ve bu maçların sadece birini ev sahibi takım kazandı (Real Madrid ilk maç). Özellikle geçen sezonki akıcı hücum düzenlerini tekrar yakalamışlarken, iç sahada ters gidenin ne olduğunu bulmaları gerekecek. Madrid’in temposuna uyarken Vives ve Van Rossom’la fiziki üstünlük kazanıp, 5 numara savunmasında ise sakatlıklardan kurtulamayan Lishchuk’u hortlatmayı başarmışlardı. Pau Ribas’ın da özellikle skor üretimi anlamında tekrar yükselişe geçen form grafiği,

şampiyonu durdurmaya yetmedi görüldüğü üzere. Malaga adına seride bahsedilecek kilit nokta, hücum temposu. Vites düşürüp Barcelona’ya ayak uydurdukları hemen hemen her sekansta Katalanlar seri halde skor üretti. Malaga’da herhangi bir kısanın ilk penetre denemesi püskürtülünce hücumun statikleşmesi de hemen ardından geliyor. Suarez-Kuzminskas ikilisi fizik olarak büyük avantaj getirse de skor üretimi konusunda faydalarını nötrleyebiliyorlar. Zaten bunun aksi örneğinde üçüncü maç sonunda Suarez’in katkısı var ki seride de 8.3 ribaund ortalamasıyla oynuyor. Aldığı sürelerin çok büyük kısmı 3 numara pozisyonundan, onu da belirtelim. Barcelona kanadında ise Tomic’in ana pas dağıtıcılardan biri olmasına Malaga’nın net bir çözümü yok henüz. Deshaun Thomas’ın 3 numaradaki avantajını bol bol pack pick/cross pick’le sırtı dönük oyun yaratmaya yöneltiyorlar ki bu seriyi değiştirebilecek büyüklükte bir etki yarattığı söylenemez. Son parantez de Brad Oleson’a; hem yaratıcı olarak Satoransky’yle, hem de tamamlayıcı/ savunmacı olarak Huertas’la uyumu Barcelona’yı gerçekten şampiyonluk adayı gibi gösteren birkaç nedenden biri.


İTALYA’DA SÜRPRİZ VAR Dinamo Sassari’nin, normal sezon lideri Armani Milano’yu yedi maçta devirip finale yükselmesini genel anlamda sürpriz olarak yorumlamak mümkün ki alt başlığı da zaten öyle atmıştım. Fakat Sassari’nin, Milano ikili oyunlarındaki savunma stratejisi (Lawal bunun merkezidir, show-up sonrası devrilen uzuna geri dönüş hızı standartların bayağı üzerinde) yardımı dozunda getirmeye ve diziliş olarak çok dağılmamaya ön ayak oluyor. Yarı sahayı geçtikten sonra ilk uygun şut fırsatını kullanan Sassari’ye aceleci hücum düzenini yakıştırmak elbette ki mümkün fakat dış rotasyonda bire bir üstünlük kurabilecek üç skorere sahipken (David Logan-Jerome Dyson-Rakim Sanders) bunu oynamamak esas intihar olurdu. Diğer taraftaki Reyer Venezia-Reggio Emilia serisi de bir o kadar çalkantıya sahne oldu. Yine tempolu hücumlarda Cinciarini ve Della Valle kontrolündeki Reggio Emilia, serinin yedinci maçında Venezia deplasmanından sağ çıkmayı başardı. Hücuma yön veren kısalarla birlikte hemen hemen tamamı mobil ve şut kullanabilen uzunların kadro harmanlaması İtalya’daki final serisini diğer ülkelerdekiler kadar keyifli kılacak potansiyeli ortaya koyuyor. Bir diğer önemli silahları ise seriyi geçmelerinde büyük yeri olan, sahadaki beşlere göre dizilimi değişen eşleşmeli alan savunması. Avrupa’da bunu gerçekten iyi yapan takımlardan biri Reggio Emilia. ALMANYA’YI ATEŞ SARDI Almanya’da da yatırımın tekelleşmesiyle (ve tabii ki Bayern’in de bu döngüye katılmasıyla) sürprizler gittikçe azalmaya başladı. Nitekim normal sezonu lider geçen Brose, Ulm deplasmanında zorlanmasına rağmen galibiyeti alınca diğer tarafa göre daha kolay bir serüvenle finale gelmiş oldu. BayernAlba yarı finali ise yoğunluk anlamında sadece oyuncuları değil, takip edenleri de yoracak düzeydeydi. Bayern’in kazandığı maç, iki ekibin Eurocup’taki karşılaşmalarıyla üç aşağı beş yukarı aynı senaryoyu içeriyor. Savanovic, perde sonrası pop-out veya direkt dışarı açılıp şut tehdidi yaratırken; Bayern, John Bryant ve Stimac’la boyalı alanda terör estiriyor (Bayern galibiyetiyle sonuçlanan her maç bu ikiliden 25+ sayı, 10+ ribaund, Dusko’dan da 2 dış isabet). Bahsettiğim üstünlüğü kırma kısmındaki sıkıntılar bir yana, Brose bu sezonki playoff’ta sadece iki deplasman maçı oynadı ve ikisinde de müthiş zorlanmasına rağmen bir


Avrupa’da Play-Off Ateşi


şekilde maç sonunda ipi göğüslemeyi başardı. Gayet basit bir şey gibi göründüğünün farkındayım fakat Ulm deplasmanının neredeyse tamamını, Ludwigsburg’da ise belli bir kısmı geride götürdükten sonra gereken anda hamleyi yapıp kazandılar. Bunun meyvesini de final serisi ikinci maçında ilk devre/ikinci devre maç senaryolarını inceleyerek görmek mümkün. Farklılık ise üçüncü karşılaşmada oldu. Üçüncü çeyreğin sonlarından itibaren kontrolü ele alan Brose, değişmeli adam adama savunma ve hücumdaki doğru yerleşimlerin getirdiği boş şutları değerlendirdi ve maçın kalanını çift hane barajında rahat geçti. Audi Dome’da oynanacak bir sonraki maçta alacakları galibiyet, tahtı geri almalarını sağlayacak. YUNANİSTAN’DA TEK TARAFLI FİNAL Avrupa’da bir diğer yerel lig finali de klasik Olympiacos-Panathinaikos rekabetine sahne oldu. Bu sezon final serisine gelene kadar ciddi heyecan oluşturan tek hadise, yarı final serisi üçüncü maçında Aris’in göz bebeği Vezenkov’un Olympiacos’a 30 sallayarak takımına maçı getirmesi oldu. Serideki galibiyet sayılarından ziyade Pao’nun mevcut hali ve Olympiacos’un buna karşı savunma yaklaşımından bahsetmek gerek. Son iki sezonda Diamantidis’in büyük düşüşe geçtiğini topluca kabul ettiğimizi

varsayarak konuşuyorum; yeşil formayla yaratıcılık alanında sorumluluk alması için birini oluşturmaya çalışıyorlar. Ne Slaughter, ne de Demarcus Nelson bu kalibrede katkı verebildi. Halbuki Yunan basketbolunda yeni bir filiz olan Nikos Pappas bu rol için çok daha uygun ve bu sezon takımı için gerçekten belirleyici kısa oyuncu oldu. Fakat onun sakatlığında takımın hücum üretkenliği olarak bu kadar etkilenmesi de normal değil. Diamantidis’in çoğu ikili oyunda artık devrilen uzunu veya uygun diğer kısalara pas kanallarını kollaması, zannedilenden daha büyük yıkıcı etki yaratıyor. Pire ekibi ise seride pek fazla değişkenlik göstermiyor. Doğru açılarda iyi devrilen, atletik uzunlara ve kısaların penetrelerine gereken alanı 4 numaranın şut tehdidi/skor opsiyonlarıyla açıyorlar (Printezis bu konuda, Euroleague dahil muazzam bir dönem geçiriyor sezonun ikinci kısmında). Hatta o kadar rahatlar ki, Spanoulis’in sürekli domine etmesine bile gerek duymuyorlar. Yine de seride nakavt edecek yumruk, son maçta 23 sayıyla Spanoulis’ten geldi. Pire ekibi üç sezon sonra şampiyonluğu süpürerek elde etmiş oldu.


Avrupa’da Play-Off Ateşi


TÜRKİYE’NİN İLK VE TEK HAFTALIK ONLINE BASKETBOL DERGİSİ

SLAMDUNK

TURKCELL DERGİLİK İLE TÜM iPAD, iPHONE VE ANDROID’LERDE!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.