SLAMDUNK HAFTALIK BASKETBOL DERGİSİ
23 - 29 Haziran 2015 / SAYI: 87
FASTBREAK
CURRY’DEN DUYGUSAL JEST IVERSON GERİ Mİ DÖNÜYOR? DUNCAN’IN KÖTÜ YATIRIMI
PINAR KARŞIYAKA MUCİZE ŞAMPİYONLUĞUN MUCİZE HİKÂYESİ
TBL ÖDÜLLERİ
SEZON BİTTİ “EN”LER BELİRLENDİ
GURURUMUZ KADINLAR
AY-YILDIZLILAR GÖĞSÜMÜZÜ KABARTIYOR
FANTASTİK MAÇLAR VOL. 2 AVRUPA BASKETBOLUNUN AMATÖR DÖNEMLERİ!
GEÇMİŞİN İZİNDE BİR ŞAMPİYON
STEVE KERR
SLAMDUNK YAZIŞMA ADRESİ Talatpaşa caddesi çelenk sok. no: 27/a kat:4 gültepe / KAĞITHANE / İSTANBUL Tel: +90 (212) 325 91 25 - Fax: +90 (212) 258 70 59
www.slamdunkdergi.com Genel Yayın Yönetmeni Bilgehan Aras bilgehanaras1976@slamdunkdergi.com Yazı İşleri Müdürü Recep Özerin recep@slamdunkdergi.com Haber Müdürü Bulut Çiftçi bulut@slamdunkdergi.com Tasarım BARAS MEDYA bilgehanaras1976@slamdunkdergi.com Fotoğraf Editörü Utku Ulutaş utku@slamdunkdergi.com Katkıda Bulunanlar Can Hasgör, Şaban Işık, Yaşar Anıl Cantepe Ali Konavic, Faruk Çolak, Alican Şengül Doğuş Arun, Gürhan Ul, Eren Tolga Onur Can Asena, Batuhan Karcı, Furkan Sümbül, Yunus Aydın Bora Türkoğlu, Emre Çelik, Rıdvan Yağımlı, Buğra Bayazıt Reklam Rezervasyon Bilgehan Aras bilgehanaras1976@slamdunkdergi.com + 90 (533) 552 07 49 Yayının Türü: Yerel Süreli Yayıncı: Baras Basım Yayın Adresi: Sanayi Mah. 1673. Sok. No: 34-34510 Esenyurt / İstanbul Tel: 0 (212) 622 63 63 Fax: 0 (212) 605 07 98 Slamdunk Haftalık Basketbol Dergisi, Baras Basım Yayın tarafından yayınlanmaktadır. Yazı ve fotoğrafların tüm hakkı Slamdunk Dergisi’ne, yayınlanan ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir. Slamdunk Dergisi Türkiye Basın Meslek İlkeleri’ne uymaya söz vermiştir.
YENİ SEZONUN HEYECANI BAŞLADI! 25 ÇOK ÖZEL KART! BU ÖZEL KARTLARI KAÇIRMA!
İMZALI KARTLAR, SEZONUN EN İYİLERİ, ÜMİT VAAT EDEN YILDIZLAR, UNUTULMAZ ANLAR, ŞEREF LİSTESİ, VE MUHTEŞEM İKİLİLER! SINIRLI ÜRETİM KARTLARA DİKKAT:
KOBE BRYANT, KEVIN DURANT, BLAKE GRIFFIN, YAO MING, LeBRON JAMES 50 farklı
,her pakette bir tane.
QR kodunu tara, oyunu indir, Benefits menüsüne gir ve anahtarını etkinleştir. Ekstralar: NBA My Dream Player Kartları, değeri 588 PUAN NBA My Dream Super Gift Kartları, değeri 388 PUAN NBA My Dream Gift Kartları, değeri 88 PUAN Kodlar 31 Ekim 2015 tarihine kadar geçerlidir.
www.paninigroup.com
ŞİMDİ TÜM BAYİLERDE!
© 2014 NBA Properties, Inc. All Rights Reserved.
Basketbol Dehası
Philadelphia 76ers yönetimi, kulüp efsanesi Allen Iverson’a idari bir rol vermeye hazırlanıyor akımın eski koçlarından Larry Brown’un Philly yönetimine yardımcı GM görevi için önerdiği isim, takımın efsanelerinden Allen Iverson oldu. 12 yılda 76ers formasıyla bireysel olarak birçok başarıya ulaşan Iverson takımına yeniden hizmet için oldukça hevesli ve bu işin üstesinden de rahatlıkla geleceğini düşünüyor çünkü kendisine göre o bir basketbol dehası! Philadelphia Inquirer’a konuşan 40 yaşındaki efsane, “Bana göre ben bir basketbol dehasıyım ve buna gerçekten inanıyorum. Benden ne isterlerse ve camiaya yardım edebileceğim ne varsa yapacağım.” Konuşmanın devamında kolej basketbolunu takip etmediğinin itirafında bulunan Iverson, bu konu üzerinden yönetime ve camiaya baskı yapılmaması gerektiğini söylerken sözlerini tam da kendisine yakışır şekilde bitirdi. “Bu iş gerçekleşirse, bu Tanrı’nın da böyle olmasını istediği anlamına gelir.”
T
FastBreak / Hazırlayan: Alican Şengül
Vefakar Şampiyo NBA’in yeni şampiyonu Golden State Warriors’un yıldızı Stephen Curry, yıllar önce verdiği bir sözü unutmamış lağanüstü geçirdikleri sezonu şampiyon olarak taçlandıran Warriors’ın süperstarı Stephen Curry şampiyon olduğu kadar vefakarmış da! Zamanında babası Dell, All-Star üçlük yarışması için Orlando’ya gittiğinde kendisine göz kulak olan Drazen Petrovic’in annesine, efsanenin Zagreb’de kendi adını taşıyan müzesinde sergilenmesi adına finallerde giydiği formalardan birisini hediye etmiş. Curry, Biserka Petrovic’in o All-Star haftasında kendisi için yaptıklarını unutmadığını ve söz verdiği üzere formasını müzeye yolladığını söylerken “Formamı Drazen’in müzesinde görmek benim için büyük bir onur olacak” diyerek de efsaneye saygılar kuşağında yerini almış oldu.
O
on
FastBreak
Daima Kazanılmıyor
San Antonio Spurs’ün bayrak oyuncusu Tim Duncan, kazandığı parayı kötü yatırım sonucu kaybedenler kervanına katıldı BA yıldızları milyonlar kazanmaları ile birçoğunun hayali ve imreniş noktası. Kimisi eğlence hayatında veya kumarda, kimisi de kötü yatırım sonucu para kaybediyor. Tim Duncan ise “dolandırıcılık mağduru” denilecek kadar uçuk bir kötü yatırımcı. Duncan’ın kötü yatırımı ise çalıştığı mali müşavir. Adli kayıtlara göre bu mali müşavirin yönlendirmesi sonucu Duncan tam 25 milyon dolar zarar etmiş. Banks isimli bu şahsın Duncan adına yaptığı kötü yatırımlar sonrası birçok para kaybeden NBA efsanesi, bu kişiyi mahkemeye verirken kendisinin de önemli bir ders aldığını belirtti. “İşler üzerinde hep gözüm olurdu, çoğu şeyin farkında olduğumu sanırdım ama değilmiş. İnsanların başkalarını, onların da bir başka insanları denetlemesi gerekiyormuş. Birine güvendim ve batırdım” diyen Duncan, bir daha bu tarz bir hataya asla düşmeyeceğini de sözlerine ekledi.
N
FastBreak
Kral Yaveri
Serbest oyuncu piyasasının en gözde isimlerinden Mo Williams’ın gönlü eski takımında ew Orleans Hornets ile sözleşmesi biterek bu yaz serbest oyuncu konumuna gelen Mo Williams, Cleveland Cavaliers’ın kıskacında ve kendisi de tekrar Kral’ın tarafına geçmeyi istiyor. Tecrübeli oyuncunun en önemli iki taliplisi, kendi takımı Hornets ve Cavs. LeBron ile birlikte kariyerinin her anlamda en iyi yıllarını geçiren ve All-Star olan Williams, LeBron’un tekrar Cleveland’e dönmesiyle birlikte gemileri yakmış gibi. All-Star olduğu sezon LeBron ile birlikte NBA’in en skorer ikilisi unvanına bile yaklaşan Williams, Cavs’in ihtiyacı olan şut tehdidi ve Matthew Dellavedova’dan üstün oyun kurma yeteneklerine sahip. Bu ikilinin arasına girebilecek tek şey ise kontrat. Cleveland ekibi tecrübeli oyun kurucuya sadece “mid-level” veya “veteran minimum” kontrat verebilecek pozisyonda. Mo bu birlikteliği gerçekleştirmek adına belli fedakarlıklar yapmak zorunda. Bekleyip görelim.
N
FastBreak
Miami’de Telaş
Yıldız oyuncuları Dwyane Wade’i takımda tutmak isteyen Heat yönetimi, bunun için biraz terleyecek gibi! 003 yılından bu yana adı Miami Heat’le özdeşleşen Dwyane Wade’in Miami’de geleceğinin sallantıda olduğu hepimizin malumu. Wade’in takımda kalması adına her türlü fedakarlığı yapmaya hazır olan Heat, takımın diğer iyi parçalarını korumak adına kolları sıvamış durumda. Sezon ortasında takasla takıma katılan Goran Dragic listede başı çekiyor. ESPN’den Marc Stein’a göre, Sloven yıldıza beş yıllık 80 milyon dolarlık bir teklif sunan Miami ekibi, Dragic’le imzalar imzalamaz tamamen Wade’e odaklanmayı düşünüyor. Fakat sorun şu ki; Los Angeles Lakers ve New York Knicks de takiplerindeki oyuncuya dört yıl için 85 milyonluk teklif sunabilecek pozisyondalar. Heat cephesini sıcak ve telaşlı günler bekliyor!
2
FastBreak
STEVE KERR
G eç m İ şİ n İ z l e rİ
Çaylak koçluk sezonunda Golden State Warriors’ı şampİyonluğa taşıyan Steve Kerr en büyük gücü geçmİşİnden alıyor... Yazı Can Hasgör
STEVE KERR
B
ugün aldığınız şekil, geçmişte yaşadığınız olguların bütünüdür. Bunun ne demek olduğunu çok açmaya gerek yok; zira ne anlatmak istediği zaten oldukça açık. Şimdiki zamanda yaşayan insanlara ve gerçekleşen olaylara bu pencereden bakmak, günün sağlamasını yapmanın en doğru yolu olabilir. Çaylak sezonunda basketbolun en görkemli arenasında şampiyonluk kazanan Steve Kerr’ün de bugünün oluşumunu geçmişte bulabiliriz. Yazıya oturmadan önce Kerr’ün kasetini geriye sarmaya başlayınca onu bugünkü adam yapan ve basketbolu değiştiren Golden State Warriors’un yaratılmasına etki eden birçok yaşanmışlıktan ikisi öne çıktı. En azından benim bakış açım ve hayal gücüme göre bu ikisi en belirgin olarak kendini gösterdi. Biri epik, diğeri ise trajik iki hikaye… Steve Kerr denince en çok bilinen ve epik olan bölüme çoğu basketbolsever zaten aşina. 1997 NBA final serisinde Chicago Bulls ile Utah Jazz karşı karşıya gelmiş; bu unutulmaz ve ertesi sezona da yansıyacak iki seriden ilki bitmişti. Phil Jackson’ın yönetiminde Michael Jordan’lı, Scottie Pippen’lı Bulls’ta ilk seriyi sona erdiren ve şampiyonluğu getiren son şutu ilk beş bile başlamayan bir adam atmıştı. O son şutu Kerr’ün kullanacağını başta Jackson dahil kimse tahmin etmiyordu. Zaten Zen Master da topu Jordan’ın kullanmasını istemişti. Belki Majesteleri bile molada Kerr’le konuşsa da son pozisyonda ikili sıkıştırma gelene kadar kendisinin o topu potaya göndereceğini düşünüyordu. Ne var ki böyle olmadı.
STEVE KERR
Zamanın gidişatını değiştiren kişi bir rol oyuncusuydu. Ancak bu rol oyuncusu o anda en boşta kalan kişiydi.
“Maç toplarının süperstarlar tarafından kullanılması gerektiğinin düşünülmesi aptallık”
18 yıl sonraysa, yıldızların bile sistemin içine girdiği, basketbolu değiştiren ve şampiyonluğa yürüyen bir Golden State Warriors ortaya çıktı. Bu takımın koçu Steve Kerr, çaylak sezonunda bu algıyı ekibine aşılamayı başarmıştı. Parke üzerinde oyuncuların ilk düşündüğünün topu en doğru yere, en boştaki adama iletmeye çalıştıkları çok belliydi. Zaten sezon içerisinde Kerr’ün yaptığı bir açıklama bu felsefenin direkt olarak koçtan takıma geçtiğini ortaya koyuyordu. NBA’deki GM’ler arasında yapılan “NBA’de maç topunu kimin kullanmasını istersiniz?” sorusuna başta Kevin Durant olmak üzere birçok farklı cevap gelmişti. Ancak hepsi aynı kategorideydi, herkes tek bir oyuncuyu işaret ediyordu. Farklı kategoride, NBA gibi bireyselliğin en fazla ön plana çıktığı bir platformda en doğru cevabı veren ise Kerr oluyordu. “Maç toplarının süperstarlar tarafından kullanılması gerektiğinin düşünülmesi aptallık. Oyunun asıl noktası boş şutu bulmak, ikili sıkıştırma geldiyse de pas vermek. İşte basketbol bu!” Şimdi 19 yıl önceye dönün, Jordan’ın pasını düşünün ve bugünkü yaratılan
takım ile koçun açıklamasını hatırlayın; boş şut ve ikili sıkıştırma… Kerr sanki o final maçındaki pası ve bugün aldığı şekli anlatıyordu… Kaseti biraz daha geri sarıp 1984 yılına, Kerr’ün bu hali almasında yaşadığı trajik olaya geçelim. Kerr, Arizona Üniversitesi’nde basketbol oynarken yaşadığı bir saldırı sonucu önemli bir profesör olan babası Malcolm Kerr’ü kaybetmişti. Yaşanılan bu olay elbette onu sarsmış ancak basketbol konusunda daha olgun bir hale getirmişti. En azından Arizona’da beraber oynadığı, Kerr’ün kolej yıllarında koçluk yaparken ve Suns’taki GM görevinde de hep yanında olan Bruce Fraser böyle söylüyordu. Fraser, USA
Today’daki konuşmasında bu trajik olayın Kerr’e nasıl yardım ettiğini ise şu sözlerle anlatıyordu: “Biraz garip gelecek ama bu durum basketbol anlamında ona yardım etmişti. Bunun sadece bir oyun olduğunu ve daha fazla anlam ifade etmediğini anlamıştı çünkü yaşadıkları onun bakış açısını değiştirdi.” Fraser’ın sözlerini ve genç yaşta babasını kaybetmiş birisinin psikolojisini göz önüne alırsak, Kerr’ün bugün kendi çocuklarına verdiği önemin farkına varabiliriz. Bu önemden dolayı çok daha önce koçluk koltuğuna oturabilecekken, çocuklarının büyürken yanlarında babalarının olmasını istemiş ve bu
durumu biraz daha ertelemişti. Belki de koçluk görevine olması gerekenden erken başlamanın önüne geçip, profesyonel olarak yaptığı analizlerle oyunu çok daha iyi kavrayabilmişti. Zaten yaptığı analizler sonucu basketbolu ne kadar bildiği konusunda herkesi ikna etmiş ve ilk işine hazır olduğu anda Knicks ile Warriors’tan teklif almıştı. Yaz döneminin en büyük kararlarından birini verirken yine çocuklarını ön plana aldı. Üç çocuğundan ikisinin Kaliforniya’da okuyor olması, onu Warriors’a daha fazla yakınlaştırmış ve imzayı da atmıştı.
AİLE OLMANIN ÖNEMİ
Herkes basketbol konusunda Kerr’ün yeteneklerinden emindi. Şüphe duyulan tek konu ise oyuncular tarafından oldukça fazla sevilen eski koç Mark Jackson’ın figürünü yok edip onun yerine nasıl geçeceği ve kendini bu adamlara nasıl sevdireceğiydi. İşte bu noktada o yaşanılan trajik olaydan sonra aile olma kavramını ne kadar önemsediği ortaya çıkıyordu. Kerr bu aile kavramını takımına aşılamış, hatta neredeyse oyuna küsme noktasına gelen Harrison Barnes ve Draymond Green’i bile kazanmıştı. Yaşanılan bu diğer olay da başka bir yönünün şekillenmesine neden olmuştu. Toparlayacak olursak, bu iki olay sonucunda Steve Kerr takımının oyununu en üst seviyeye çıkarmayı başarmıştı. Geçmişte aldığı o pas ve attığı o şutla şampiyonluğu kazanırken şunun farkına varmıştı; aslında ne o pas, ne de şut şampiyonluğu getirmişti. Zafere ulaştıran araç, o pasın verilmesini sağlayan felsefeydi. Jordan’ın ikili sıkıştırma üzerinden verdiği pas 2015’teki şampiyonluğu ve sezonu da etkilemişti çünkü Steve Kerr aynı paylaşımı ve takım olmayı, bench’teki teknik ekipte de kurmuştu. Çaylak olduğunu biliyordu ve bunu anlayacak kadar olgunlaşmıştı. Onu olgunlaştıran, babasını trajik bir şekilde kaybetmesiydi çünkü bunun sadece bir oyun olduğunu biliyordu. Tabii ki aile olmanın da önemine varmıştı. Şampiyon olmak için aile olmak değil, aile olmak için aile olmanın farkına varmaktan bahsediyorum. Sahte bir birliktelik değil. İşte bu gerçek duygularla tüm oyuncuların kendisine güvenmesini sağlamıştı. İşte şampiyon bir takım ve şampiyon bir liderin; yani Golden State Warriors ve Steve Kerr’ün geçmişi...
Hayalleri ge TBL’de 2014-15 sezonu şampiyonu belli oldu. Pınar Karşıyaka, 28 yıl aradan sonra mutlu sona ulaşırken, 16 yıl sonra ilk kez şampiyonluk İstanbul sınırları dışına çıktı YA Z I: Y u n us Ay dı n
erรงek oldu
Pınar Karşıyaka
S
ezon başlarken Pınar Karşıyaka’nın şampiyonluk adayları arasında gösterilmediği çok açıktı. Galatasaray’ın yaşadığı mali problemler, Fenerbahçe Ülker’in Final Four sonrası rehavete kapılması, Darüşşafaka Doğuş’un Trabzonspor MP’ye iki maç vermesi derken sürprizler oluşmaya başladı. Banvit dört sezon sonra play-off’a ev sahibi avantajı olmadan girerken, yerlerini alan takım Karşıyaka oldu. İzmir ekibi, sezonun ilk zaferini Cumhurbaşkanlığı Kupası ile kazanmıştı. Taraftarlarına sadece 2.000 bilet ayrıldığı halde, son TBL şampiyonu Fenerbahçe Ülker’i yenip sezonun ilk kupasını müzeye götürdüler. Tabii ki bu onlara yetmiyordu çünkü onların bir hayali vardı...
28 yıllık hasret sona erdi
Karşıyaka ligde FB Ülker-Anadolu Efes-Trabzon MP’ye üst üste maç kaybettikten sonra ligde dokuzuncu sıraya kadar geriledi ancak taraftar hiçbir zaman desteğini çekmedi. Bu sezon, hatta basketbol tarihimizde bir taraftar grubuna “Takımımızı şampiyon yaptık” deme hakkı verilse, bu şüphesiz yeşil-kırmızılara gönül vermiş basketbolseverler olurdu.
Pınar Karşıyaka’nın o kötü sürecin ardından tam olarak kendine gelip rüzgarı arkasına alışı 2015’in başlarına denk geliyor. Yeni yıla en formda şekilde girmişlerdi. Eurocup’ta çeyrek finale çıkıp şanssız bir şekilde Gran Canaria’ya elenince ne yazık ki Avrupa macerası noktalandı. Ancak yorgun Karşıyaka hırsından bir şey kaybetmiyordu ve artık dinlenmek için daha çok vakitleri vardı. Şimdi tamamen lige odaklanabilirdiler. Play-off’a dördüncü sıradan girip ilk turda saha avantajını elde eden İzmir ekibi, beşinci sıradaki Banvit’le eşleşmişti. İki takım arasında fazla güç farkı yoktu ve saha avantajı da burada devre girdi. İki takım da iç sahada oynadığı maçları kazanınca adını yarı finale yazdıran taraf Karşıyaka oldu. Yarı finalde rakip, ligi zirvede bitiren Fenerbahçe Ülker’di. İsmi ne olursa olsun, tarihinde ilk kez Euroleague’de Final Four yapmış bir takım elbette Karşıyaka karşısında mutlak favoriydi. Ne var ki Karşıyaka taraftarı, yönetimi ve tabii ki teknik ekip ile oyuncular öyle düşünmüyordu. Kendisinden 14 kat daha yüksek bütçeli Fenerbahçe Ülker’i, ikisi uzatmaya giden dört maç sonunda 3-1’le geçip büyük bir başarıya imza atan Ufuk Sarıca’nın talebeleri, 28 yıl aradan sonra finale yeşil-kırmızı renkleri çıkarmıştı.
“Basketbol diye yazılır, Karşıyaka diye okunur!”
Final serisinde rakip, herkesin beklediği üzere Anadolu Efes’ti. Trabzonspor MP’yi 3-0 geçen lacivert-beyazlılar, daha çok dinlenme ve hazırlanma şansı bulmuştu. Tabii madalyonun bir de diğer tarafı vardı; belki de maç ritimlerini kaybetmişlerdi. İstanbul’da oynanan ilk iki maça çıkarken en büyük hedefleri, tıpkı Fenerbahçe Ülker serisinde olduğu gibi İzmir’e saha
Pınar Karşıyaka
Pınar Karşıyaka
avantajını ele geçirerek geri dönmekti. Serinin ilk maçı uzatmaya gitti. Aslında Pınar Karşıyaka’nın pes etmeyen ruhunu şöyle açıklayabiliriz: Bu sezon play-off’ta toplam yedi maç uzatmaya gitti ve bunların beşinde Pınar Karşıyaka vardı. Anadolu Efes’e karşı oynanan seri için herkesin aklında tek bir soru vardı: “Karşıyaka’nın direnci kaldı mı?” Ancak kıran kırana geçen ikinci maçın son anlarında sahneye çıkan Bobby Dixon; önce çok kritik bir üçlük attı, hemen ardından da topu çalarak takımına maçı getirdi. Seri İzmir’e taşınırken istediğini alan taraf Karşıyaka’ydı. Gönülleri rahat, mücadeleleri ise tam gaz devam ediyordu. İkinci maçta yaşanan tatsız olaylardan dolayı Anadolu Efes’te yıldız guard Thomas Heurtel iki maç ceza almıştı. Son derece ateşli bir atmosferde oynanan üçüncü maçta bir ara 16 sayı öne geçen Anadolu Efes, Karşıyaka’nın son 9 dakikada yaptığı geri dönüşe karşı koyamayınca maç yine uzatmaya gitti. Sarıca ve öğrencileri artık bu işin ustası olmuştu ve bu maçı alarak seride öne fırladılar. İzmir’de oynanan, serinin dördüncü maçından da mağlubiyetle ayrılıp 3-1 geri düşen Anadolu Efes’te koç Ivkovic, karşılaşma sonrası “Bu seri 4-3 olacak” şeklinde oldukça iddialı bir açıklama yaptı. Ne var ki beklediği olmadı ve İstanbul’daki beşinci maç, serinin de finali oldu. Spiker Murat Murathanoğlu, bu unutulmaz zaferi şöyle özetliyordu: “Basketbol diye yazılır, Karşıyaka diye okunur!” Taraflı tarafsız birçok basketbolseverin takdirini kazanan bir şampiyonluk elde etti İzmir ekibi. Tabii bu henüz yolun başı çünkü Ufuk Sarıca ve öğrencileri daha işe yeni başladı!
N O Z E S L TB lu YAZI : Bo ra Tü rk oğ
İ R E L L Ü D Ö 2014-15 n la o e n h sa te e b a k re ir b z u surs Türkiye Basketbol Ligi’nde ku unk ekibi de gecesini gündüzüne sezonu geride kalırken, SlamD rini derleri... katıp ligin “en”le
ürkiye Basketbol Ligi’nde bazıları için hayallerin gerçek, bazıları içinse gerçeklerin hayal olduğu bir sezon geride kaldı. Pınar Karşıyaka, tam 28 yıl sonra şampiyonluğa uzanarak uzun yıllar konuşulacak bir başarı hikayesinin altına imza attı. Final-Four’a kalarak ülke adına büyük bir özlemi gideren Obradovic yönetimindeki Fenerbahçe Ülker, aynı başarısını lige yansıtamadı ve sezona yarı finalde veda etmek zorunda kaldı. Ligin bir diğer dev bütçeli takımı Anadolu Efes ise Karşıyaka engeline finalde takıldı. Tarihinde ilk kez play-off’a kalan Trabzonspor Medical Park, normal sezonu üçüncü sırada tamamlayan Darüşşafaka Doğuş’u süpürerek sürpriz yapan takımlar listesine adını yazdırdı. Ligi dokuz galibiyetle tamamlayan Eskişehir Basket bir alt lige düşerken, 2009-10 sezonundan bu yana ilk kez dokuz galibiyet ve üzeri alan bir takım ligde tutunamamış oluyordu. Galatasaray Liv Hospital, Ergin Ataman’ın cezası nedeniyle tribünde olduğu maçta, ezeli rakibi FB Ülker’i sadece altı oyuncusuyla mağlup ederek ligin en özel galibiyetlerinden birini aldı. Galibiyetin baş mimarı Sinan Güler, birçok sorunla karşı karşıya kalan takımının sezon boyu ayakta kalan yıldızı olarak dikkat çekti. Yabancı kuranlının değişmesiyle birlikte birçok oyuncu, Avrupa transfer piyasasının en önemli pazarı haline gelen Türkiye’yi tercih etti ve böyle olunca her takım birbirine kafa tuttu. Oyuncular oluşan bu rekabet ortamında çok özel bireysel performanslar izlememize olanak tanıdı. Artık sıra, koca bir sezonun ardından ödülleri dağıtmaya geldi...
EN DEĞERLİ OYUNCU / Bobby DIxon
Pınar Karşıyaka’nın şampiyonluğu sonrası finallerin MVP’si seçilen Dixon’ı normal sezonun da En Değerli Oyuncusu seçsek kimse karşı çıkmaz sanırım. Karşıyaka’nın temel prensibi olan tempolu ve akıcı oyunun 1 numaralı yapıtaşıydı. Topu mümkün olan en kısa sürede diğer yarı sahaya taşıyarak, rakibi savunma düzeni almadan vuran bir takım için en ideal oyuncu olduğunu her zaman gösterdi. Ritme girdiği dönemler zaman zaman yanlış şutlara yönelse de, düzenin her zaman en önemli ismiydi. Oyunun hemen hemen her alanında varlığını ispatladı. Fizik olarak dezavantajlı olsa da savunma yaptı, top kaptı, ribaunt aldı... Hücumda tempoyu ayarladı, asist yaptı, en kritik yerde şut kullandı... Üstelik tüm bunları, kenarda kendisini dinlendirebilecek bir oyun kurucu yokken başardı. Türkiye Kupası, Eurocup ve TBL kulvarlarında mücadele eden takımda maç başına 33 dakika ortalamayla oynadı. Savunmayla beraber yorulur diye düşündüğümüz Dixon, üst üste uzatmalar oynadıkları play-off’ta da üzerine koymaya devam etti. Serbest atış yüzdesi hariç tüm istatistik departmanlarında gelişim gösteren yıldız isim; 12 maç sonunda 18.5 sayı, 4 ribaunt, 4.6 asist ortalamalarıyla oynadı ve şampiyonluğun en önemli mimarlarından biri oldu. Tabii bu üst düzey performansın bir güzel tarafı da, Dixon’ın bu yaz Türk pasaportuyla Avrupa Şampiyonası’nda mücadele edecek olması. Adı mı? Boks efsanesi Muhammed Ali’ye olan hayranlığına istinaden, Ali Muhammed…
EN İYİ KOÇ / Ufuk Sarıca
Türkiye Basketbol Ligi’nde şampiyonluk kazanan Türk antrenörlere baktığımızda bir nevi usta-çırak ilişkisi görüyoruz. Aydan Siyavuş’tan sonra Aydın Örs, Örs’ten sonra Ergin Ataman ve Oktay Mahmuti, Ataman’dan sonra Ufuk Sarıca... Çırak, günü geldiğinde ustalaşıyor. Gereken donanıma sahipse takımıyla beraber şampiyonluğa ulaşıyor. Fakat saydıklarımız arasında hiçbir ismin şampiyonluğu Sarıca’nınki kadar özel olmayabilir. Bir takımı, hem de şampiyonluk adayları arasında esamesi okunmayan bir takımı, tam 28 yıl sonra kupaya götürüp yıllar süren İstanbul hanedanlığına son vermek pek kolay değil. Pınar Karşıyaka’nın şampiyonluğuna düzülecek methiyelere rağmen Sarıca’yı sadece başarı kıstasıyla değerlendirmek, genç antrenöre yapılacak büyük bir haksızlık çünkü takımını şampiyonluğa götüremeseydi de, hatta Fenerbahçe Ülker’e
elenselerdi de, oynatmaya çalıştığı oyun ve benimsediği basketbol dolayısıyla övgüyü hak ediyordu. Onu, ligdeki diğer koçlardan ayıran en önemli özelliği; değişen ve modernleşen basketbol anlayışını (yarı sahayı geçiş akıcılığı, hızlı pasa dayalı tempoyu ve dış şutlar üzerine kurulu oyun) gözlemleyip, bu trende ayak uydurması. Karşıyaka yönetimi, oyuncular ve Ufuk Sarıca; kazanmak için farklı, kendilerine ve modern zamana uygun olan bir senaryo denediler. Sonunda da başarılı oldular.
EN İYİ GENÇ OYUNCU / Cedi Osman
Türk basketbolunun 79 jenerasyonundan sonra en heyecan verici dönemlerini yaşadığı aşikar. Fakat içlerinden bir tanesi, 95-96 doğumlu oyuncuların arasında hepsinden daha çok parlıyor. Cedi Osman için kritik olan psikolojik eşik, 2014 Dünya Şampiyonası’nda aşıldı. U-20 Milli Takımı ile Avrupa şampiyonluğuna ulaştıktan sonra aynı yaz en üst seviyeye çıkıp Dünya Şampiyonası’na katılan kadroya dahil olan Cedi, o turnuvada genç oyuncu titrinden de kurtuldu. Sezon başında Ivkovic’in göreve gelmesiyle birlikte Cedi hakkında hemen hemen bütün endişeler son buldu. Kadro yapısının düzeniyle de alakalı olarak, efsane koçun genç oyunculara verdiği değeri en iyi değerlendirenlerden biri olan Cedi, her geçen gün daha da olgun basketbol oynamaya başladı. Normal sezon ve play-off’ta dakika aldığı sürelerde takımını hem savunmada, hem de hücumda yukarı çekmeyi
başardı. Enerjisiyle oyuna mutlak bir direnç getirdi. Her geçen sezon da dakikalarını ve ortalamalarını artırıyor. Fakat dikkat etmek gerek; Cedi’den kimse alıp tüm hücumu çevirecek, maçı kazandıracak oyuncu olmasını beklemesin çünkü bu, Cedi’ye çok büyük haksızlık olur.
EN İYİ SAVUNMACI / D.J. Strawberry
En İyi Oyuncu ödülünü Dixon’a vermemek gibi bir haksızlık yapsaydık, diğer seçimimiz tereddütsüz D.J. Strawberry olurdu; zira Karşıyaka’nın diğer hiçbir oyuncusu, onun kadar hem savunmada savaşıp, hem de hücumda elini taşın altına sokmadı. Bunun yanında, Dixon’la beraber takım içerisinde kendi hücumunu yaratabilen ve sıkışan anlarda içeriye yönelebilen, en kötü ihtimalde faul alan bir isim. Normal sezondaki 11.2 sayı ortalamasını play-off’ta 15.9’a yükselten bir oyuncu için hücum anlamında çok fazla söz etmeye gerek zaten. Fakat işin bir de savunma kısmı var. Karşıyaka boy ortalaması olarak ve klasik bir pota altı oyuncusuna sahip olmayarak post-up oynamayı seven birçok takım karşısında fiziksel problemler yaşadı. Bu durumu da, boyalı alanı daha kalabalık tutarak, hızlı davranıp yardım getirerek çözmeye çalıştılar. En kritik görev de Strawberry’deydi. ABD’li oyuncu zaman zaman şütor, ayakları hızlı oyuncuları savunurken, takımının kısaldığı anlarda da pota altında rakibin uzun kontenjanından üstünlük kurmak adına soktuğu 3 ve 4 numaralı oyuncuları tutmak zorunda kaldı. Hücumda hemen hemen her dakika aktif olan bir oyuncu için belli bir teması, itişmeyi gerektiren savuma zorunlulukları hiçbir zaman zafiyet yaratmadı.
EN BÜYÜK HAYAL KIRIKLIĞI / Darüşşafaka Doğuş
Aslında sezona hiç de fena başlamadılar. Zaten kurdukları kadro da bu başlangıcı yapabilecek potansiyele sahipti. Fakat Jordan Farmar’ın transferiyle birlikte alışık oldukları oyunu bir türlü sahaya koyamadılar. Sezon sonu yaklaştıkça takım fiziksel ve mental olarak düşüş gösterdi. Aslında bu, Oktay Mahmuti takımlarında görmeye alışık olduğumuz bir semptomdu. Normal sezonu Fenerbahçe Ülker ve Anadolu Efes’in ardında üçüncü sırada bitirseler de, form düşüklüğü yaşadığı dönemde karşılarına ligin son bir ayını performans zirvesi yaparak geçiren bir takım geldi. Saha avantajına sahip olmalarına rağmen iki maçta da Trabzonspor Medical Park’a yenildiler. Daha da kötüsü, takım olarak hücum anlamında en kötü maçlarından ikisini oynadılar. Ortaya çıkan istatistik ise her şeyi özetleyen cinstendi: Mahmuti, TBL kariyerinde ilk kez play-off’a çeyrek finalde veda etmiş oldu.
EN İYİ BEŞ Bobby DIxon
En Değerli Oyuncu seçilen bir oyuncu için En İyi Beş listesinde otomatik olarak bir yer rezerve edilir. Üç sene önce Karşıyaka’ya gelen Dixon’ın şehir, takım ve koçla bu kadar uyum sağlayabileceğini kimse hesap etmemişti. Tabii İzmir ekibinin şampiyon olabileceğini de... Fakat Dixon, sahaya koydukları ve takıma kattıklarıyla tüm hesapları bozmayı başardı. Hatta burada o kadar iz bıraktı ki, milli takımda yıllardır sıkıntısı çekilen 1 numaralı pozisyon için ilk düşünülen aday oldu.
Sinan Güler
Size “Savunma yap!” dendiğinde elinizden geleni yaparsınız. Size “Boş bulduğunda at!” dendiğinde en uygun zamanı bekler, tüm özgüveninizle topu potaya gönderirsiniz. Fakat size tüm bunların yanında “Hücumun bütün kontrolü sende. Topu sen getireceksin, oyunu da sen kuracaksın” denirse potansiyelinizin sınırlarını zorlamanız gerekir. Sinan Güler bu sezon tam olarak bunu yaptı. 30’lu yaşlarında temel basketbol alışkanlıklarını değiştirip, farklı bir oyuncu olabileceğini gösterdi; tüm sahaya gören, kendi şutunu yaratan, son topları kullanan bir isme dönüştü. Sezon boyu yönetimsel bazda birçok sorunla uğraşan Galatasaray Liv Hospital için 2014-15 sezonu adına en büyük kazanç hiç şüphesiz oydu.
D.J Strawberry
Karşıyaka’nın benimsediği oyunun en kritik elemanı şüphesiz Dixon’dı. Karşıyaka ile karşılaşan bütün takımlar da ilk olarak onu durdurmak üzerine savunma kurgularını oluşturdu. Tüm baskının Dixon’a döndüğü anda ise sahneye her zaman bir diğer kahraman, yani Strawberry çıktı. Belki takımının en iyi oyuncusu değildi, en çok fark yaratan oyuncu olduğu da tartışılır fakat kadrodaki en büyük ikincil karar veren oyuncuydu. Yaratıcılığı ve penetre gücüyle çok büyük katkı verdi. Normal sezondaki inişli çıkışlı grafiği Karşıyaka’nın performansına da yansıdı ama play-off boyunca performansının zirvesine çıktı.
NovIca VelIckovIc
Sezonun Karşıyaka’dan sonra en çok konuşulması gereken takımlarından biri de Trabzonspor MP. Koç Markovic’le birlikte çok iyi bir ritim yakalayan Karadeniz temsilcisi, sezonu beklentilerin bir hayli üstünde tamamlamayı başardı. Bordo-mavili ekipte Hardy ve Stipanovic bu başarıda aslan payını oyucunlar oldu fakat ayağa kalkması artık zor denilen bir kariyerle TBL’nin yolunu tutan Velickovic’e de övgüyü teslim etmemiz gerekiyor. Psikolojik olarak kolay yollardan geçmeyen Sırp oyuncu için oyuna tekrardan motive olmak ve gelen şansı iyi kullanmak çok önemliydi. Sahip olduğu yeteneğin zarar görmediğini sezonun son bölümü ve play-off süresince herkese kanıtladı. Özellikle rakip uzunlar için sürekli olarak eşleşme problemi yarattı.
Juan PalacIos
Karşıyaka adına sezonun inişli çıkışlı gittiği dönemlerde her basketbol izleyicisi İzmir temsilcisinin Palacios yerine daha iyi bir uzun alması gerektiğinden dem vurdu çünkü kimse Karşıyaka’nın oynamak istediği oyunun geçerliliğine inanmıyordu. Sırtı dönük oynamayı seven takımlara karşı savunmada zaaf yaratır denilen Kolombiyalı oyuncu; hızlı ayaklarını, top sürebilme yeteneğini, şutlarını kullanarak bir anlamda herkesi susturdu. Modernleşen ve evrime uğrayan basketbol için mobil uzunların varlığının zorunluluğunu bir kez daha herkesin gözünü soktu.
GURURUMUZ KADINLAR
Macarİstan İle Romanya’nın ortaklaşa düzenledİğİ Avrupa Kadınlar Basketbol Şampİyonası’nda rakİplerİnİ bİrer bİrer devİren Türkİye, göğsümüzü kabartmaya devam edİyor
YAZI: Doğuş Arun
2015 KADINLAR AVRUPA ŞAMPİYONASI
Ekrem Memnun’un öğrencİlerİ, özellİkle turnuvanın ilk bölümünde hücumda beklentilerin altında kaldı. İlk tur maçlarında, özellikle maçın belirli dönemlerinde hücum temposununakışkanlığının dibe vurması, hücumda uzun süreli tıkanmalara yol açtı. Bu tıkanmaların birinde İtalya karşısında son çeyreğin ilk 7 dakikasında saha içi isabeti bulamadılar ve çok rahat önde götürdükleri maçı neredeyse kaybediyorlardı. İstatistiklere bakıldığında Türkiye hücumunun pota altı oyuncularının üzerinden şekillendiği düşünebilir ancak takımın hücum verimliliğini iki guard belirliyor. Sahadaki iki guard, yarı saha hücumlarında takımın temposunu yukarı çektiğinde, Türkiye daha iyi top ve alan paylaşımı yapıyor. Bu durumda da hem Nevriye yüksek postta, hem de Sanders alçak postta daha rahat ve etkili oluyor. Sahadaki guard’ların yorgunluğu ya da rakip savunmaların topa baskıyı artırdığı dönemlerde ise temposu düşen, topu paylaşamayan ve hücumda dibe vuran bir Türkiye izliyoruz. Tempo konusunda guard’ların bu kadar kritik rol oynamasının sebebi ise 3-4-5 numaralı pozisyonlarda oynayan oyuncuların topu (alçak post dışında) hemen hemen hiç yere vuramaması. Ekrem Memnun bu sezon Galatasaray’da olduğu gibi milli takımda da Bahar Çağlar’ı 3 numarada kullanıyor ve Bahar da bu pozisyonda fizik avantajının etkisiyle alçak post ve ribaundlarda fark yaratabiliyor. Ancak 4 numara orijinli olması ve fundamental eksiği nedeniyle topu yere vurup, savunmayı eksiltemiyor ya da kendi şutunu yaratamıyor. Bunun yanı sıra şut menzili de orta mesafeyle sınırlı. Ekrem
Memnun’un Bahar’ı hem Galatasaray’da, hem de milli takımda 3 numarada kullanma sebebinin, iki takımın da kendi şutunu yaratabilen bir dış oyuncuya sahip olmamasından kaynakladığını tahmin edebiliriz. Bahar takımdaki şutunu yaratan kısa eksiği nedeniyle 3 numaraya devşirildi ve sahanın belirli bölümlerinde bir kısa oyuncunun veremeyeceği katkıları verirken, belirli bölümlerinde ise o pozisyondaki bir kısanın vermesi gereken katkıları sağlayamıyor. Çek Cumhuriyeti maçının ikinci yarısında denenen ve başarılı olan (üçüncü çeyrek skoru 18-5) Şaziye’li beşi, turnuvanın devamında daha sık izleyebiliriz. Keza sahada olduğu dakikalarda hem topu yere vurabilmesi, hem de dış şut tehdidiyle takımın daha rahat hücum etmesini sağlıyor. Tempo sorununun yanı sıra dış şutlardaki isabetsizlik de takımın hücum gücünü etkileyen bir diğer unsur. Rotasyonda önemli süreler alan oyunculardan Birsel Vardarlı ve Işıl Alben turnuva genelinde yayın gerisinden 9/44 (%20) ile isabet sağlayabiliyorlar. Zaten takım olarak yüzde 26 üçlük isabetiyle, 20 takım arasında 17’nci sırada yer alıyoruz. Bütün bunlar birleştiğinde ise hücumda sadece 57.8 sayı bulabilen (bu alanda da 17’nci sıradayız); Karadağ ve Fransa maçlarında toparlanma sinyali verse de Çek Cumhuriyeti maçında görüldüğü gibi hücumda ritim bulduğu dakikaları artırması gereken bir Türkiye görüyoruz. Hücumdaki dalgalı performansın aksine, turnuva başından beri ortaya bir savunma resitali koyuyor ve hücum istatistiklerinin aksine hemen hemen bütün savunma istatistiklerinde en üst sıralarda yer alıyoruz. Turnuva genelinde ortalama 69 sayı atan Karadağ’a 41; 71 sayı atan Fransa’ya 56; 72 sayı ortalamasıyla oynayan Çek Cumhuriyeti’ne 48 sayı şansı veren milliler, 51 sayılık ortalamasıyla turnuvanın zirvesinde yer alıyor (ikinci sıradaki Yunanistan’dan 8 sayı daha az yiyoruz). Guard ikilisinin topa baskısıyla başlayan savunma, Lara Sanders’ın “bekçiliğinde” kusursuza yaklaşıyor. İlk turun ardından ilk beşte yapılan Olcay Çakır-Birsel Vardarlı değişikliği de topa baskıyı en üst seviyeye çekmiş durumda. Atılan sayılardan sonra tam saha baskıyla başlayıp, bir Ekrem Memnun spesiyali olan 2-3 alan savunması turnuvanın ilk iki turunda hiçbir takıma
2015 KADINLAR AVRUPA ŞAMPİYONASI
2015 KADINLAR AVRUPA ŞAMPİYONASI
nefes aldırmadı. Bu noktada, Avrupa’nın belki de en değerli kadın basketbol antrenörü olan Memnun önderliğindeki teknik ekibimizin, diğer takımların kenar yönetimlere üstünlük kurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Memnun ve ekibi, özellikle ikinci turdan itibaren ana stratejinin yanına günlük stratejileri ve ufak düzenlemeleri de ekleyerek olimpiyatmadalya-final yolunda milli takımın en önemli üstünlüğü olarak ortaya çıkıyor. İkinci turda gelen üç kritik galibiyet, yarı finalde Fransa-İspanya’yı çarpıştırmak ve finale kadar bu iki takımla karşılaşmamak adına son derece önemliydi. Geçtiğimiz sene oynanan Dünya Şampiyonası’nda olduğu gibi Fransa’yla grup liderliği için mücadele eden milliler, bu turnuvada da çok kritik Fransa maçını kazanarak hem çeyrek finale lider olarak çıktı, hem de finale kadar İspanya ve Fransa’yla eşleşmeyecek yola girerek final yolunu açtı. Olası
çeyrek final eşleşmesinde, Sırbistan (ki Slovakya ile birlikte iki adaydan biri) savunmadaki defolarına rağmen yüksek tempoyu seven, Ana ve Milica Dabovic ile Sonja Petrovic gibi iyi şutör kısalara sahip olan iyi bir hücum takımı. Çeyrek finaldeki olası ikinci rakibimiz Slovakya da tıpkı Sırbistan gibi çok atan ancak çok yiyen bir takım. Hücumda dış oyunculara bağımlı bir ekipler; Zirkova ile birlikte devşirme oyuncuları Toliver, Slovakya’nın en önemli skor opsiyonları. Daha fazla skor opsiyonuna sahip, tempoyu yükseltmekten kaçınmayan ve yüksek tempoda daha tehlikeli bir takım olan Sırbistan yerine Slovakya eşlemesi Türkiye adına daha iyi olacak gibi. Fakat ne olursa olsun, milliler Fransa galibiyeti ile final yolunu açtı; yapılan muhteşem savunmaya biraz da dış oyuncuların hücum (özellikle dış şut) katkısı eklenirse olimpiyatlardan, madalyadan ve şampiyonluktan rahatlıkla bahsedebiliriz.
Fantastik Maçlar Vol. 2
Bir zamanlar amatördük
85’inci sayımızda gözler önüne serdiğimiz Avrupa basketbolunu
un en fantastik hikayelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz...
Yazı Emre Çelİk
amatördük vol 2
Fantastik Maçlar Vol. 2
Son saniyeler 2000’lere kadar basketbolda en fazla tartışma yaratan konulardan biri “buzzerbeater”lardı. Kimi zaman saatler maç sonunda ne hikmetse bilerek bozuluyor, kimi zaman da bilinçli bir şekilde durduruluyordu. Bunların en büyük örneği ise hiç şüphesiz 11 Nisan 1996’da Paris’te Panathinaikos ile Barcelona arasında oynanan Final Four finalinde gerçekleşti. Skor 67-66 Panathinaikos lehine devam ederken Yunan ekibi son topu kullanıyordu ama Giannakis, bitime yaklaşık 6 saniye kala Stojan Vrankovic’ten aldığı pasta kendisine yapılan baskı sonucu ayağı kayınca topu kaybetti. Barcelona’nın dörde bir fastbreak’e çıktığı bu esnada 4.9 saniye kala saat durdu ama oyun devam etti. Jose Luis Galilea’nın pasında Jose Antonio Montero turnikeyi bıraksa da panyaya çarpan topa Vrankovic müdahale edince top girmedi. Fakat hem Vrankovic’in bu müdahalesine rağmen basket verilmedi, hem de saat hâlâ çalışmıyordu. Xavi Fernandez ribaundu aldı ve topu Galilea ile buluşturdu. Tam bu esnada da saat tekrar çalışmaya başladı. Sürenin farkına varan Galilea potaya drive etse de Dominique Wilkins’in net faullü müdahalesinin ardından topu kaptırdı ve
maç sona erdi. Maçın ardından başta Galilea olmak üzere neredeyse tüm Barcelona takımı maçın hakemleri Pascal Dorizon ve Reuven Virovnik’e saldırsalar da sonuç değişmedi. Katalanların itirazları sonuçsuz kaldı ve Panathinaikos tarihinin ilk Euroleague şampiyonluğunu kazandı. Barcelona cephesi ise protesto amaçlı maç kağıdını imzalamakla yetindi.Benzer bir senaryo 1993-94 çeyrek final grupları liderlik mücadelesinde Olympiakos ile Real Madrid arasında oynanan maçta yaşandı. Dostluk ve Barış Salonu’ndaki maçta son hücumu Olympiakos kullanıyordu ve karşılaşmada 73-73’lük denge vardı. Fakat maçın bitmesine 9 saniye kala saat adeta kapatıldı ve elektronik ekranda hiçbir şey gösterilmiyordu. Roy Tarpley üçlüğünde isabet bulamadı ama ribaundu Franko Nakic aldı. Nakic’in pota dibinden şutu da isabetli olmadı ama kendi ribaundunu bir kez daha aldı ve bu kez isabetli bir atış yaptı. Bu arada saatin kapanmasının ardından yaklaşık 11-12 saniye civarı bir süre geçmişti ama Nakic’in basketinin ardından Yunan taraftarlar adeta sahayı işgal etti. Real Madrid cephesi hemen itiraza yeltendi ancak hakemler soyunma odasına kaçmıştı. Hal böyle olunca İspanyollar itiraz edecek herhangi bir mercii bulamadı.
Fantastik Maçlar Vol. 2 Maçın ardından FIBA’ya şikayette bulunsalar da sonuç değişmedi. Bir sonraki sezon yine Dostluk ve Barış Salonu’nda iki takım arasında oynanan maçın son saniyesinde Aryvidas Sabonis’in attığı basket, hakemlerin inisiyatifiyle geçersiz sayıldı. Teknik imkansızlıklardan dolayı saatle ilgili herhangi bir sorun yaşanmasa bile pozisyonların izlenememesinden dolayı inisiyatif hakemlere bırakılıyor; çok fahiş bir hata yapıldığında ise tıpkı SuproLeague yarı finalinde AEK ile Tau Ceramica arasında oynanan ilk maçta olduğu gibi müsabaka tekrar ediliyordu. Formalar yok! Son 10 yılda neredeyse hiç yaşanmasa da takımların karşılaştığı problemlerden biri de formaların bir şekilde yanlış uçağa yüklenmesiydi. Nitekim 2004-05 sezonunda birinci tur grup maçında Cibona deplasmanına giden Real Madrid’in de başına gelen tam olarak buydu. Air France, formaların yüklü olduğu bagajı yanlış bir uçağa yükleyince İspanyol ekibi ödünç aldığı yeşil formalarla sahaya çıkmıştı. Benzer bir olay, bahsi geçen maçtan iki sezon önce başka bir İspanyol takımının başına da geldi. Zalgiris deplasmanına konuk olan Unicaja Malaga’nın malzemeleri de yanlışlıkla başka bir uçağa yüklenince maçın hemen öncesinde bir şekilde uydurulan formalarla sahaya çıktılar. Formalarla ilgili bir diğer garip vaka ise 19. Kasım 1998’de Samara ile Real Madrid arasında oynanan birinci tur karşılaşmasında yaşandı. Real forması giyen Hector Garcia, sekizinci hafta maçına kadar Euroleague’de sahne almamıştı ve oyuncunun forması Rusya deplasmanına götürülmedi. Koç Clifford Luyk ise bahsi geçen maçta Garcia’yı oynatma kararı aldı ama ortada forma yoktu. Real cephesi, Lucas Victoriano’nun formasını Garcia’ya verme kararı aldı ve yetkilileri de bu konuda bilgilendirdi. Rus ekibinden ve maçın hakemlerinden herhangi bir itiraz gelmeyince de Garcia sahaya çıktı ve karşılaşmayı Victoriano’nun formasıyla 6 sayı kaydederek tamamladı. Bir forma unutma olayı da hakemlerden gelsin... 1988-89 sezonunda grup aşaması öncesi oynanan son turda Barcelona ile Finlandiya’nın KTP takımı eşleşmişti. Barcelona’daki ikinci maçın yerel saatle 20:45’te başlaması gerekiyordu ama karşılaşma bir türlü başlayamıyordu. Önce Barcelona kaptanı Solozabal’a bir önceki sezon kazandıkları ACB Ligi’nin şampiyonluk kupası tekrar verildi ama bu gereksiz törenin ardından bile karşılaşmaya geçilemedi. Çok geçmeden maçın başlayamama sebebinin baş hakem Yunan Stavros Douvis’in hakem formasını otelde unutması olduğu anlaşıldı. Yaklaşık yarım saatlik bir gecikmenin ardından Douvis sonunda formasına kavuştu ve karşılaşma
da nihayet başlayabildi. Ölüm şehirleri Özellikle Körfez Savaşı dönemi ve takip eden periyotta takımlar için İsrail deplasmanı “can güvenliği” açısından fazlasıyla tehditkar bir deplasmandı. Nitekim Maccabi, 1990-91 sezonunun büyük bir bölümünü başta Brüksel olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde oynamak zorunda kaldı. İsrail ekibi, savaşın sonlanmasıyla FIBA’dan gerekli izni aldı ve uzun bir aranın ardından Yad Eliyahu’ya ilk gelen takım 7 Mart 1991’de Barcelona oldu. Maç öncesi İsrail Devlet Başkanı, Katalan oyuncuları ve teknik ekibini saha içinde karşılarken her birine tek tek teşekkür etti. Fakat bu tarihin ardından yaklaşık 10 yıl boyunca her oyuncu İsrail seyahatine sıcak bakmayacaktı. Örneğin; 1998-99 sezonunda TDK Manresa’nın ABD’li oyuncusu Terquin Mott, El Prat’ta uçağa binildiği esnada can güvenliğini sebep göstererek Tel Aviv’e gitmekten son anda vazgeçti. Mott’un sözleşmesi de haliyle olayın hemen ardından feshedildi. İsrail’e gitmeyi reddeden birçok oyuncunun yanı sıra, 2004’te Valencia takım olarak seyahat etmeme kararı aldı. Hamas’ın ruhani lideri Şeyh Ahmed Yasin, 22 Mart’ta öldürülmüştü ve dolayısıyla da çarşının karışması bekleniyordu. Valencia ile Maccabi arasında, o dönemki ismiyle Nokia Arena’da oynanacak maç ise 25 Mart’ta planlanmıştı. Pamesa Valencia maçtan iki gün önce gerekli başvuruyu yapsa da süre yetersiz olduğu için İspanyol ekibine herhangi bir cevap verilemedi. İspanyollar da İsrail’e gitmeme kararı aldı. Fakat maçın ardından Euroleague yetkililerinin yaptığı toplantı sonucu Valencia’nın haksız olduğuna karar verildi ve Maccabi’nin karşılaşmayı 20-0 hükmen kazandığı ilan edildi. Maccabi Tel Aviv deplasmanın gitmeyenlerin örneklerini artırmak mümkün ama garip bir örnek de 2003’te Hırvatistan’da yaşandı. Yıllar sonra ülkemize de gelen ve tıpkı Terquin Mott gibi Galatasaray forması giyen Sırp Milan Gurovic, Unicaja’nın Hırvat ekibi Cibona ile oynayacağı maça gitmeme kararı aldı. Gurovic’in de sebebi “can güvenliği” idi ama Mott’a göre çok daha geçerli olduğunu söylemek mümkün. Neden mi? Çünkü Gurovic’in sol kolunda devasa bir Dragoljub Mihailovic dövmesi vardı. Mihailovic’in İkinci Dünya Savaşı’nda radikal milliyetçi Çetnik grubunun en önemli liderlerinden biri olduğu düşünülünce, Gurovic’in neden Hırvatistan’a gitmek istemediğini anlamak çok da zor değil. Zaten kulüp de Gurovic’in bu kararı sonrası oyuncuya herhangi bir yaptırım da uygulamadı.
TÜRKİYE’NİN İLK VE TEK HAFTALIK ONLINE BASKETBOL DERGİSİ
SLAMDUNK
TURKCELL DERGİLİK İLE TÜM iPAD, iPHONE VE ANDROID’LERDE!