Travel And Gourmets -- Mart 2016 -- Sayi 7

Page 1

“TÜRKİYE’NİN EN İYİ LEZZETLERİ, OTELLERİ VE RESTAURANTLARI” K U T L U Ö Z E M R A K

Travel AND

gourmetS AYLIK ONLINE YEME, İÇME VE GEZİ KÜLTÜRÜ DERGİSİ / MART 2016 / SAYI 7

Havaalanı Gastronomİ Kültürü

İspanyol Omletİ

MESUT YAR’IN KALEMİNDEN

KAŞ

Risotto

İtalyanların meşhur pilavı

ARTI

Asya’nın İncİsİ HONG KONG

DESTANLAR ŞEHRİ ÇANAKKALE


BU AY Travel and Gourmets’de her şey o kadar yolunda ilerliyor ki artık çok hızlı ve kontrollü büyüyoruz. Henüz birinci yaşını doldurmamış bir oluşum olmamıza rağmen; Türkiye’nin dijital platformda yayın yapan ilk yeme, içme ve gezi dergisi olarak bazı sorumlulukları aldığımızın farkındayız. Her hafta onlarca elektronik posta alıyoruz ve tümünü keyifle yanıtlıyoruz. Bizi destekleyen birçok ünlü isim de var, hepsine teşekkür ediyoruz. Bu ay dergi içerisinde tarifleri ile aramıza yeni katılan değerli şefler Özlem Mekik ve chef Geovani’ye teşekkür ederiz. Lezzetli tariflerini dergimiz aracılığıyla sizlere sunuyorlar. Travel and Gourmets yine iştah açıcı tariflerin yanı sıra birçok destinasyona da sizleri konuk ediyor olacak. Ayrıca sürükleyici gezi yazılarıyla sevgili Mesut Yar’da ara ara bizimle birlikte olacak. Bu arada yeni iş birliklerimiz de yolda. Bir içecek firması ile organizasyonlara hazırlanıyoruz. Okuyucularımız ile birlikte tadım turlarına başlıyoruz. VIP aracımız ile birlikte bizim için hazırlanmış özel masalarda tadım yaparak gecede birkaç mekan dolaşmak isterseniz mail atabilirsiniz. Adınızı ve iletişim bilgilerinizi yazmanız yeterli. Organizasyonlarımızla ilgili detaylar çok yakında. Şimdi tabletlerinizi veya bilgisayarınızı iştahla ısırma zamanı, yeni sayı sizler için hazır. Keyifli okumalar...

KUTLU ÖZEMRAK

Genel Yayın Yönetmeni

Bizi sosyal medyadan takip edebilirisiniz; Instagram: travelandgourmets Facebook: travel and gourmets


EDİTÖRDEN


Travel AND

gourmetS www.TRAVELANDGOURMETS.com

KuTLU ÖZEMRAK

İmtİyaz sahİPLERİ BİLGEHAN ARAS bilgehanaras76@gmail.com

kutluoz@gmail.com /

Genel Yayın Yönetmeni KUTLU ÖZEMRAK kutlu@travelandgourmets.com Editör & Yazı İşleri Didem Mazlum Yazı İşleri Art Direktör Görsel Tasarım Çeviri

Katkıda Bulunanlar

Reklam Yayına Hazırlayan

Özgür Kaya Bilgehan Aras Ebru Ece Ulutaş Erhan Dalgıç

Aytaç Göller, Buse Ünal, Chef Geovani, Dilşah Cırıl, Engin Çıkıkçı, Gökay Meriç, Mesut Yar, Müberra Bağcı, Özgür Kaya, Özlem Mekik, Selçuk Ceylan, Sercan Çam, Serhat Saçkesen, Tuğçe Ertan 0 (532) 604 30 34 dergi@travelandgourmets.com Baras Medya

Travel And Gourmets bir Enkon Grup LTD. ŞTİ. markasıdır. Travel And Gourmets basın meslek ilkelerine uymayı kabul etmiştir. Reklamların sorumlulukları reklam verenlere, yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir.

YAZIŞMA ADRESİ / ŞUBE 6436/2 no:4 d:1 yalı mh. karşıyaka - İzmİr TEL: 0 (532) 604 30 34 MAIL: dergi@travelandgourmets.com MERKEZ ADRES DEREBOYU CAD. ZÜMRÜT SOK. 2/D KAT: 2 MASLAK / İSTANBUL TEL: 0 (533) 552 04 49


Zor beğenenlerin tercihi

Ücretsiz kargo ve koşulsuz iade imkanları ile www.softcotton.com.tr Soft Cotton bir Gökhan Tekstil markasıdır.

Kabin Ekibi

*Destan Havlu


Keyifli Oteller

TITANIC DELUXE BELEK YAZI: ÖZGÜR KAYA



Keyifli Oteller Kendisine özgü yanlarıyla diğer resortlardan farklı olmayı başaran Titanic Deluxe’teyken, Belek’teki doğru adreslerden birinde olduğunuza emin olabilirsiniz. 170.000 m2 gibi devasa bir alana sahip tesisin, Beşgöz nehirine de kıyısı mevcut. Bu avantajı iyi kullanmayı başarıp misafirlerine değişik deneyimler sunuyor. Kısaca tanıyalım; Yeme & İçme: Tesis ultra her şey dahil sistemiyle hizmet vermekte olup bütün öğünlerinde özenle hazırlanmış, kaliteli malzemeler kullanıyor. Açık büfeden kaldığım süre boyunca çok memnun ayrıldım. Gelelim Titanic’in fark yaratan kısmına; öğlen yapmış olduğu snack servisi gerçekten harika. Bir restoran hizmetiyle karşınıza çıkıyor ve harika lezzetleri ile nehrin kıyısında yemek yeme imkanı sunuyor. A’la Carte restoranlarından deniz mahsullerini deneyimledim; harika tabak süslemeleri ve lezzetleriyle etkileyici bir yemekti. Tesis, içeceklerin hepsinde iyi markalar seçmiş ve havuz başında şişe içecek alma imkanı sunuyor. Ne yazık ki kullanım oranının arttığı bölgelerde bu ürünleri soğutmakta zorlanıyor. Oda Deluxe suit’de konakladığım Titanic’te, 70 m2’lik etkileyici bir alan ve çok şık bir mimari sizleri bekliyor. Tesis bütün oda tiplerinde özellikle metrekare büyüklüklerine ve konfora önem vermiş ve bu konuda da gayet başarılı olduğunu söyleyebilirim. Hizmet ve Aktivite Otel yönetimi tesiste iyi vakit geçirmeniz için elinden gelen çabayı gösteriyor. Aktivite kısmına gelirsek; işte burada Titanic’i tebrik etmek gerekiyor. Özellikle akşam gösterilerinde çok kaliteli görsel şölenlerin olduğu şovlar yapılıyor. Yüzme & Spa Titanic büyük metrekareye kurulmuş tesisin hakkını vermiş ve devasa havuzlar yapmış. Çocuklar ve yetişkinler için ayrı alanlar düşünülerek tasarım yapılan otelde çocuklu aileler yoğunluktaydı. Kesinlikle son zamanların modasına uygun büyük, hijyenik, vakit geçirmekten büyük zevk alacağınız bir spa salonu var. Denize ulaşmak için, nehirden tesise ait botlarla ulaşım imkanı sunan Titanic’in denizi klasik bir Belek denizi; dalgalı ve bulanık. Bir daha kalır mıyım? - Evet!



ŞEF SERHAT SAÇKESEN MÖVENPICK HOTEL CHEF AND FOOD PHOTOGRAPHER

ELMALI PATATES KREMASI VE FINDIKLI TAVUK

Biz profesyonel mutfak çalışanları ana malzemeleri evirir çevirir şekilden şekle sokar daha sonra onlara uyacak soslar arar ve prezantasyon yaparız. Çabalarımız sonuç verir de lezzetli bir yemek bulursak fazlasıyla mutlu oluruz. Fakat pek çok kez tavuk yemeklerinden korkmuşuzdur. Tavuk menülerde ya satılmaz ya da klasik tarifler sipariş edilir; şnitzel, körili tavuk, haşlanmış tavuk vb. Bu da şefin yaratıcılığını baltalar ve ‘yine mi bu sipariş’ demekten kendini alamaz. Ben bu sayıda sizlere aslında tamamen bizim malzemeleri kullanarak farklı bir tavuk yapmayı denedim ve oldukça iyi bir sonuç elde ettim. Sizlerin de bu tarifi denedikten sonra kendi kendinize ‘kesinlikle bunu tekrar denemeliyim’ diyeceğinizden eminim. Şimdiden afiyet olsun o zaman. · 2 adet orta boy tavuk göğsü · 1/2 su bardağı ince bulgur · 1 adet domates · 1 adet çarliston biber · 1 tutam maydanoz · ½ çay bardağı zeytinyağı · 1 limon kabuğu · Tuz · Karabiber · 50 gr iç fındık Bulguru tıpkı kısır yapar gibi üzerini geçene kadar sıcak su ile ıslatıyoruz ve bu kabın ağzını hava almayacak şekilde streçliyoruz. Bulgur şişip pilav kıvamına gelince içine maydanoz domates ve biberimizi doğruyoruz. Daha sonra zeytinyağı tuz, karabiber ve limon kabuklarını ekleyerek karıştırıyoruz. Teflon tavamıza çok az zeytinyağı koyuyoruz ve biraz kızmasını bekliyoruz. Isınan tavamıza tavuk göğsümüzü koyuyoruz, tuz ve karabiberle pişiriyoruz. Tavuğumuzun tamamen piştiğinden emin olduktan sonra tavadan alıyoruz ve aynı tavaya ufaladığımız fındıklarımızı atıp hafif kavuruyoruz. Tavuğumuz üstüne yağı ile beraber fındıklarımızı serpiyoruz. Krema İçin: · 1/2 yeşil elma · 1 patates · 50 gr tereyağı · 1/2 çay bardağı süt · Tuz · Tarçın Yeşil elmalarımızı ve patateslerimi soyup ince ince doğradıktan sonra ufak bir tencerede sıcak suyla haşlamaya bırakıyoruz. İyice püre kıvamına gelince rondoda çekiyoruz. Rondoda çekerken içine sırasıyla tereyağını, o eridikten sonra da sütünü ilave ediyoruz ve tuzunu da koyduktan sonra akışkan bir krema gibi olana kadar çekmeye devam ediyoruz. En son kremamızı tavuğumuzun üstüne gezdirdikten sonra az miktarda tarçınla lezzetlendiriyoruz.


Fotoฤ raf: Serhat Saรงkesen


SERCAN ÇAM FoodStylIst

PIRASALI FRITTATA

Çekirdek bir ailede büyümenin etkilerini hala üzerimde taşıyorum. Öyle ki b u mutfağıma ve tarzıma da yansımış durumda. Önemli gün ve olayları kendi içimizde yaşardık biz. Baba tarafımdan en yakınlarımız, yeryüzündeki manevi annelerim yerine koyduğum babaannem ve halam olmuştur yıllardır. Babaannem yemek yapmaya gönül vermiş bir Anadolu kadınıdır. Küçüklükten beri yemeklerin içeriğine ilgim vardı, mutfaktan çıkmayan biri oldum hep. Hele bir de babaannem mutfaktaysa asla! Eteğine yapışıp kuyruğu gibi gezmişliğim çoktur. Bizim evde valideler baş tacıdır. Elleri öyle lezzetlidir ki, yiyen bir tabak daha ister. Vücut ölçülerimle göstermesem de benim de tabak tabak yemek yemişliğim vardır. Dedim ya baş tacıdırlar diye, yemek tariflerinin yazıldığı defterler de kutsaldır. O defterlerde öyle harika reçeteler var ki, nesilden nesile aktarılacak miras gibi. Birazdan yazacağım tarif babaannemin en gözde tariflerinden, benim de kış mevsiminde hafta sonu kahvaltılarımın vazgeçilmezi. Gelelim büyük anne reçetesine; Malzemeler (3-4 kişilik) 3 yumurta Yarım kilo pırasa 1/2 su bardağı krema Tuz Karabiber Pul biber 1/2 çay bardağı zeytinyağı Yarım soğan (rendelenmiş) 1,5-2 su bardağı un Yapılışı: 1. Pırasaları ince ince doğrayın. Derin bir kabın içine alın. 2. Yumurtaları kırın ve kremayı ekleyin. Baharatları ve pırasaları karışıma ilave edip karıştırın. 3. Unu eleyerek ekleyin, mücver kıvamına gelene kadar un ekleyin. 4. Tepsinin altını yağlayın. Karışımı üzerine dökün. 5. Karışımın üzerini de zeytinyağı ile yağlayın. 6. 200 Derecede yaklaşık 20 dakika pişirin. Eğer kıvamı hala ıslaksa 5 dakikada bir kontrol edecek şekilde pişirmeye devam edin. 7. Yoğurtla beraber servis edin. Şimdiden afiyet olsun.


Fotoğraflar: Sercan Çam


eng i n ş ef CALAMARATA Merhaba sevgili Travel and Gourmets okuyucuları; bu ay Bostanlı’da yeni açılan işletmesini Türkan ve Cüneyt Özçelik çiftinin yaptığı, Machu Picchu Guru Cafe’nin mutfağındayız. Cafe yeni açılmasına rağmen Türkan hanımın eşsiz lezzetteki pastaları ve zengin yemek menüsü sayesinde şimdiden İzmir’in popüler mekanları arasında yerini aldı. Ayrıca butik bir anlayışla sunulan sabah kahvaltıları mutlaka denenmeli. Bu ay sizler için yapacağım Calamarata tarifim için bana mutfaklarını açtılar, ben de malzemelerimi alıp hemen mutfağa girdim. Calamarata bir İtalyan klasiği diyebiliriz; deniz ürünleriyle özellikle kalamarla yapılan bu makarna İtalya’da sıkça yenilen bir yemek, makarna da ismini kalamar halkalarına benzerliğinden almış. Yapımı çok kolay olmasına rağmen ortaya çıkan lezzet inanılmaz. Türk damak tadı olarak makarna ve deniz ürünlerini pek karıştırmıyoruz, neredeyse sadece konserve ton balığıyla makarna tüketiyoruz. Umarım bu tarifimden sonra sizler de evinizde bu nefis lezzeti deneyip tadarsınız. Ben orijinal reçeteye sadık kalarak yaptım, siz dilerseniz kendi ağız tadınıza göre ufak değişiklikler yapabilirsiniz.

Malzemeler (4 Kişilik) • 300 gr cerry domates • 1 diş sarımsak • Karabiber

• Tuz • 1 orta boy kırmızı acı biber • 2 yemek kaşığı doğranmış maydanoz • 600 gr kalamar • 500 gr calamarata makarna • Yarım su bardağı beyaz şarap • 4 yemek kaşığı sızma zeytinyağı

Yapılışı Öncelikle kalamarları güzelce temizliyoruz sonra makarnalarımızın şeklinde ve kalınlığında halka olarak doğruyoruz. Genişçe ve derin bir tavada zeytinyağımızı ısıtıp doğranmış sarımsak ve kırmızı biberimizi hafifçe soteliyoruz. Daha sonra kalamarlarımızı ekleyip tekrar sotelemeye devam ediyoruz. Bu işlemden sonra beyaz şarabımızı da ekleyip kalamarları pişmeye bırakıyoruz. Artık domateslerimizi, tuz, karabiber ve maydanozu ekleyebiliriz. Büyükçe bir tencerede bol deniz tuzuyla suyumuzu kaynatıp makarnalarımızı pişiriyoruz, makarnaların pişme süresi tamamen sizin ağız tadınıza bağlı; İtalyanlar makarnayı al dente yani ‘diri kıvamda pişmiş’ seviyor. Şahsen benim de tercihim bu yönde. Siz istediğiniz kadar pişirebilirsiniz. Makarnayı piştikten sonra suyunu süzüp kalamarlı harcınıza dökün, birkaç tur karıştırdıktan sonra servis edin. Calamaratamız hazır, şimdiden afiyet olsun. Fotoğraf: Aytaç Göller



RİCOTTA DOLGULU

CANNEL


Lezzet

LLONİ YAZI: SELÇUK CEYLAN FOTOĞRAFLAR: AYTAÇ GÖLLER Instagram: hamurundavar


annelloni İtalyanca’da ‘oluk’ anlamına gelen içi boş silindir/tüp şeklinde içi dolgulu ve fırında pişmiş bir makarna çeşididir. Bazen, ‘Manicotti’ ismiyle de anılan ‘Cannelloni’ tipi makarnalar; genellikle et, sebze, peynir ya da balık çeşitleriyle dolgu malzemesi hazırlanıp doldurulduktan sonra domates sosu ve beşamel sosla fırında pişirilerek yapılır. Cannelloni 8-10 cm uzunluğunda, 2 cm çapında ve 0.9-1 mm kalınlığındadır. Bilinenin dışında, ‘Cannelloni’ sadece İtalya’ya özgü bir yemek olmayıp yüzyıllar süren ticari ilişkilerin sonucu olarak, gastronomik ve kültürel etkileşimlerle İspanya’nın Katalonya bölgesinde de geleneksel olarak yapılır. Arjantin ve Uruguay’da olduğu gibi Katalonya bölgesinde de özellikle et ürünleriyle yapılan bu yemek geleneksel yemekler arasındadır. Makarna yerine krep kullanılır. Krep hamuruna silindir şekli verilir ve içi doldurulur. ‘Cannelloni’ yaparken, içi boş tüp makarnalar kullanabileceğiniz gibi bu yemek için özel satılan yapraklardan ya da lazanya yapraklarından da yuvarlayarak faydalanabilirsiniz. Tercih ettiğiniz dolgu malzemesine göre istediğiniz soslarla pişirebilirsiniz. ‘Bouquet Garni’ Fransızlar’ın dünya mutfağına kazandırdığı bir yöntemdir ve ‘buke garni’ diye telaffuz edilir. Yemeklere aroma ve çeşni vermek için kullanılır. Genellikle kekik ve defne yaprağı birbirine bağlanır. Akabinde et suyu, çorba veya sos hazırlamak için tencerenin içine bırakılır. Et suyu, çorba veya sos hazır olduğunda içinden çıkarılır. Reçeteye göre buke garni farklılık gösterebilir. Kekik ve defne yaprağına ilaveten; maydanoz, fesleğen, biberiye, tarhun otu eklenebilir. Ana dolgu malzemesi olarak seçtiğim ‘Ricotta’dan iki farklı dolgu malzemesi kombinasyonu ile... DOLGU 1 Malzemeler: - Ricotta, 400 gr - Parmesan peyniri, 50 gr rendelenmiş - Füme Somon, 100 gr - Tarhun otu, 4 dal - Fesleğen, 5 yaprak - Kuşkonmaz, 15 adet - Yumurta, 1 adet - Deniz tuzu - Karabiber, öğütülmüş - Krema, 200 ml - Beyaz şarap, ½ cup - Dijon hardal, 25 gr - Sarımsak, 2 diş - Lime, 1 adet, kabuğu rendelenmiş ve suyu sıkılmış - Defne, 1 yaprak - Limon yaprağı, 1 yaprak - Zeytinyağı, 2 yemek kaşığı - Kekik, 2 dal - Cannelloni, 16 tüp

DOLGU 2 Malzemeler: - Ricotta, 200 gr - Sakız Kabağı, 150 gr - Ispanak, 10 yaprak - Adaçayı, 20 büyük yaprak - Cheddar, 15 gr - Deniz tuzu - Karabiber - Krema, 100 ml - Beyaz şarap, ¼ cup - Sarımsak, 2 diş - Paprika, 1 tatlı kaşığı - Cannelloni, 16 tüp - Domates rendesi, 200 gr - Zeytinyağı, 2 yemek kaşığı - Şeker, 1 tatlı kaşığı Hazırlanışı: Cannelloni 1 / Dolgu 1: - Rondo içerisine ricotta, parmesan peyniri, füme somon, tarhun, fesleğen, kuşkonmaz, yumurta, tuz ve karabiberi çekip sıkma torbasına koyun. - Krema, beyaz şarap, sarımsak, dijon hardal, lime kabuğu, lime suyu, tuz ve karabiberi koyu kıvam alana kadar pişirin. - Defne, tarhun, limon yaprağı, kekik ve fesleğeni bağlayıp krema sosu içerisine atıp beraber pişirin. Sos piştiği zaman içerisinden çıkarın. - Fırın kabının altına kremanın yarısını döküp fırça yardımıyla yayın. - Kuşkonmazlara somon fümeleri sarın, tüplerin içerisine baş kısmı dışarıda olacak şekilde yerleştirin. Burada dikkat edilecek nokta, somonları tek kat şeklinde sarmak, kalın olmaması gerekiyor. - Dolgu kremasını tüplerin içerisine sıkıp fırın kabına yerleştirin. - Kalan kremayı da üzerine ekleyin. Mozzarella’yı serpiştirip 180 derece fırında 15-20 dk pişirin. Cannelloni ile lazanya yapraklarından yapılanların kalınlık bakımından pişme süresi farklılık gösterebilir. Cannelloni ön haşlamaya gerek duymazken, lazanya için gereklidir. Servis sırasında da yanına mutlaka, tuzlu suda haşlanıp soğuk suda şoklanan ve füme somonla sarılmış kuşkonmaz; üzerine aynı ölçülerde krem peynir, ranch sos, ½ lime kabuğu ve suyu, ½ çorba kaşığı EVOO zeytinyağı ile hazırlanmış sosu koyup 1 dilim lime ve bir parça maydanoz ile sunumunuzu noktalayabilirsiniz. Cannelloni 2 / Dolgu 2: - Butternut Squash ya da normal bal kabağını küp kesip paprika, sarımsak ve zeytinyağı ile fırında 200 derecede, 30-40 dk arası pişirin. (Fırınlara göre farklılık gösterebilir) - Rondoda bal kabağı, ricotta, ıspanak, adaçayı, cheddar, tuz ve karabiberi çekip sıkma torbasına koyun. - Domates rendesi, adaçayı, sarımsak, zeytinyağı, şeker, tuz ve karabiberi koyu bir sos kıvamına gelene kadar pişirin. - Krema, beyaz şarap, adaçayı, tuz ve karabiberi koyu kıvam alana kadar pişirin. - Fırın kabının altına domates sosunun yarısını koyun. - Tüplerin içerisine dolgu kremasını sıkın. Fırın kabına yerleştirin. - Kalan domates sosunu ve mozzarellayı üzerine ekleyip 180 derecede 15-20 dk kadar pişirin. - Fırından çıkan cannelloni üzerine krema sosunu da ekleyip taze adaçayı yaprakları ile servis edebilirsiniz. Bon Appetit


Lezzet


İ tal y a n lar ı n me ş hur p İ lavı

RISOTTO Buono Appetito Instagram: chefgeovani

chef geovani


Y

üksek nişasta içeriği ve iyi bir sıvı emme özelliğine sahip riso (pirinç), kısa ve tombul taneli bir pirinçtir. Arborio, Carnaroli, Maratelli, Vialone gibi çeşitleri vardır, fakat risotto yapmak için en uygun olanı Arborio ve Carnaroli’dir, ki ben mutfağımda Carnaroli kullanıyorum. Risotto pişirmek biraz yetenek ve tecrübe gerektirir çünkü pirinç yüksek nişasta içerdiği için kendi nişastasını bırakarak uzun sürede pişirilir, yaklaşık 25 dk. bu sürede nişasta kremimsi bir doku oluşturur; amaç burada pirinci birbirine yapışmadan suyu iyice içine çekecek şekilde tane tane pişirmektir, çünkü pişirilirken belirli aralıklarla su vermeli ve karıştırmak gerekir, yani Pilav gibi kendi başına bırakılarak pişirilmez, başından ayrılmadan özen göstererek pişirilmelidir. Yine önemli detay; pilavın bir kısmı ne çok pişip lapa olmalı ne de az pişirilip sert olmalıdır; pirincin dışı yumuşak içi al dente (dişe gelir) şeklinde pişirilmelidir. Biraz tarihinden bahsedelim; pirinç ilk olarak 14.yy Napoli bölgesinde yetiştirildi (her zamanki gibi Güney). Ancak daha sonra kuzeyde Po ovasına taşındı ve bölgenin nemli havası ve rutubetli toprakları pirincin çok kısa sürede yetişmesini sağladı. Satışının da karlı olması pirinci yaygınlaştırdı, o dönemlerdeki kitaplarda pirincin daha çok süt, şeker ve baharatlarla hazırlanan bir lapa çorbası şeklinde yapıldığını yazmaktadır. Ancak 18.yy’a kadar ortalıklarda risotto’nun gerçek tarifi yoktur, ilk olarak son haline yakın şekli Milano’da başladığı söylenir. Milano yaklaşık 200 yıl İspanya egemenliğinde kalmıştır, we slow cooking (yavaş pişirilme) tekniğinin bu etkilenmeden dolayı geliştiği bu bölgede aynı yöntemle pişirilen Osso bucco (çok klasik bir İtalyan et yemeği) yanına safranla karıştırılarak sunulmuştur. İşte bu tarihlerde kaynaklar 1829 tarihinde şef Felice Lucraschi Milano’da bir reçete yazar

“ p İ r İ n ç İ l k o l a r a k 1 4 .y y Napolİ bölgesİnde yetİştİrİldİ (her zamankİ gİ bİ Gü n e y ). A n c a k da h a s o n r a kuze y d e P o ova sı n a ta şı n dı v e b ö lgen İ n n e m lİ h ava sı v e ru t u b e t l İ toprakları pİrİncİn çok kısa sürede yetİşmeİnİ sağladı”

(risotto alla milanese) tereyağında pirinç ve soğanı hafif kızarttıktan sonra, azar azar suyu eklemek şeklindedir. Bugün kullandığımız tariften tek eksiği sadece şaraptır. İşte meşhur risottonun böyle güzel ama uzun bir tarihi vardır. Evet sizlere güzel bir Risotto tarifi de vereceğim;

Risotto ai carciofi (Enginar Kremalı Risotto) 6 adet temizlenmiş bebek enginar Arbrio risotto pirinci 320 gr. Sarımsak 1 diş Sebze suyu 1 litre Tereyağ 50 gr. Parmesan 50 gr. Sızma zeytinyağı 1 su bardağı beyaz şarap (istemezseniz eklemeyebilirsiniz) Soğan 1 adet Tuz / karabiber

Burada taze bebek enginar bulmak çok kolay olmadığı için konserve enginar da kullanabilirsiniz. Bir tavaya zeytinyağı koyarak sarımsakları soteleyiniz sonra bir enginarla beraber rondada püre haline getiriniz. Hazırladığınız sebze suyunun sıcak kalmasını sağlayınız çünkü risottoyu pişirirken kepçeyle bu suyu ekleyeceğiz. Pirincin sığacağı büyüklükte geniş bir tavaya tereyağını koyup ısıtın ve ince ince kesilmiş soğanları ekleyin. Hafif soteleyin ve pirinci koyup hafif pişirin. Daha sonra şarap ekleyin, ocağı iyice açıp şarabın buharlaşmasını sağlayın ve hazırladığınız sebze suyunu birer kepçe şeklinde pirinç suyunu çektikçe ekleyin. Pirinçler gözle görülür bir şekilde büyüyünceye kadar (yaklaşık 20 dk.) karıştırarak işlemi tekrar ediniz. Acele etmeden birer kepçe suyunu çekince tekrar bir kepçe ve pirinçler büyüyünce tadına bakıp tuz karabiber ekleyin. Dışı yumuşak, içi biraz sert ise kıvama gelmiş demektir. Bu aşamada püre yaptığınız enginarı ve toz parmesanı ekleyerek karıştırın, ocağın altını kapatıp 5 dk. dinlendirip tabaklara servis edin.


Özlem Mekİk - Ilık Patlıcan Cümbüşü (4 KİŞİLİK) Hazırlama süresi: 10 dakika Pişirme süresi: 10 dakika Toplam süre: 20 dakika MALZEMELER: 4 adet patlıcan 4 adet havuç ½ demet maydanoz 2 diş sarımsak 1 çorba kaşığı biber salçası 3 çorba kaşığı soya sosu ½ su bardağı su 1 tatlı kaşığı tuz KIZARTMAK İÇİN MALZEMELER: 2 su bardağı sıvı yağ YAPILIŞI: Patlıcan ve havucu julyen şeklinde doğrayın. Sıvı yağı tavaya alıp ocağınızı yakın ve yağı kızdırın. Önce havuçları daha sonra da patlıcanları kızartın. 4. Patlıcan ve havucu kağıt havlu üzerine alın ve böylece fazla yağından arındırın. 5. Bir sos tenceresinde su ve salçayı çırpma teliyle karıştırın. 6. Soya sosu ve dövülmüş sarımsağı ekleyin. Üç dakika kadar pişirin. 7. Ocaktan alın ve içerisine doğranmış maydanoz ekleyin. 8. Servis kabına aldığınız kızarmış sebzelerin üzerine dökün ve ılık olarak servis edin. GASTRO AKADEMİ NOT: Patlıcanları kızartmadan önce tuzlayın ve bir süre bekletin. Patlıcanların daha lezzetli olması için soğuk sütten geçirin ve kurulayın.


Instagram: ozlemmekik www.ozlemmekik.com


Özlem Mekİk - SOĞAN ÇORBASI (4 KİŞİLİK) Hazırlama süresi : 15 dakika Pişirme süresi : 25 dakika Toplam süre : 40 dakika MALZEMELER: 4 adet orta boy soğan 2 yemek kaşığı tereyağı 1 çorba kaşığı zeytinyağı 1 çay bardağı et suyu 3 su bardağı su 1 çay bardağı light yağsız süt 2 adet defne yaprağı Tuz Karabiber Üzeri için: 1 tatlı kaşığı lor peyniri 2 adet tam buğday tost ekmeği YAPILIŞI: 1. Soğanları tereyağında ve zeytinyağında kavurun. 2. Kavrulan soğanları ateşten alın içine su ve et suyunu ilave edin. Tekrar ateşe koyarak kaynamasını sağlayın. 3. Defne yaprağı, karabiber ve tuzu ilave edin yaklaşık 20 dakika pişirin. 4. Süt ile çorbanın içerisinden suyunu alıp ılık hale getirin ve sütü çorbaya dahil edin. 5. Defne yaprağını çorbanın içinde çıkarın. 6. Tüm çorbayı blenderdan geçirin ve pürüzsüz hale getirin. 7. Beş dakika daha ocakta pişirin. 8. Tost ekmeklerini küp küp doğrayın ve bir tavada ya da fırın tepsisinde kavurun. 9. Çorba piştikten sonra servis kasesine alarak, lor peyniri ve kruton (ekmek küpleri) ile servis edin. GASTRO AKADEMİ NOT: • Soğanların önceden kavrulması soğanın kokusunun azalmasını sağlar. • Blender çorbanın kıvamını daha pürüzsüz olmasını sağlar, arzuya göre blender kullanımı yapılmayabilir.


Instagram: ozlemmekik www.ozlemmekik.com


İSPANYOL OMLETİ Dİlşah Cırıl


İSPANYOL OMLETİ


İSPANYOL OMLETİ İspanya’da tapas barlarda ‘Spanish Tortilla’ olarak sipariş edebileceğiniz bu çok lezzetli yemeği Katalan bir dostumdan tüm ince noktalarıyla öğrendim. İspanyol omleti İspanya’ya gidildiğinde mutlaka yenilmesi gereken Türk damak tadına oldukça uygun lezzetli bir yemektir. Kahvaltı da dahil olmak üzere tüm öğünlerde tüketebilirsiniz. Adının ‘Tortilla’ içermesine aldanmayın, bu yiyecek patates ve yumurtadan oluşmakta ve lezzet olarak bizim yumurtalı patates yemeğimizi andırmaktadır. İspanya’da eğer bu yiyecekten sipariş ederseniz domatesli ekmek ve bacon ile servis yapılıyor ve oldukça da doyurucu.

Malzemeler:

Yarım kilo patates 3-4 adet yumurta 1 adet büyük boy kuru soğan veya bolca taze soğan (isteğe bağlı) 300 gram peynir (isteğe bağlı) 350 ml zeytinyağı Tuz, karabiber, baharatlar Önce patatesleri soyup orta büyüklükte parçalar halinde doğrayalım. Zeytinyağını omleti yapacağımız tavaya koyup kızdıralım, kızgın yağa patatesleri ilave edelim, tavanın ağzını kapatarak patatesleri hafif pişirelim. Yumurtaları derin bir kasede çırpalım, tuz, karabiber ve diğer istediğimiz baharatları ekleyelim. Pişen patatesleri delikli bir kaşık yardımı ile çırpılmış yumurta kasesine alalım, patatesleri eklerken bir yandan hafifçe karıştıralım ki yumurtalar pişmesin. Tavada kalan fazla zeytinyağını cam bir kaseye alalım, ikinci defa bu yemeği yapmak istersek aynı yağı kullanabilelim. Eğer peynir ve soğan koymak istiyorsak, patateslerin yarısını tekrar tavaya koyalım üzerine peynir ve soğanı ekleyip geri kalan yarısını da üzerine ilave edelim. Peynir ve soğan kullanılmayacak ise patateslerin tamamını aynı anda tavaya alabiliriz. Tavanın ağzını kapatıp omletin altının iyice pişmesini bekleyelim. Alt tarafı piştikten sonra omleti büyük bir tabak yardımı ile ters yüz edelim, ve diğer tarafını da iyice pişirelim. İşte İspanyol omletimiz hazır! Bu yemek için bazı önerilerim mevcut: - Tarif orta boy tava için verilmiştir. Büyük boy tavada yapılacak ise 1 kg patates ve yaklaşık 8 adet yumurta kullanılıyor. Kullanmanız gereken patatesi tavaya göre oranlayabilirsiniz, önemli nokta şu; kullanılan patates tavayı tamamen kaplamalı, tavanın yarısı dolu olur ise omlet yine lezzetli olmakla beraber istenilen kıvama ulaşmıyor. - Kullanılan tavanın muhakkak yapışmaz tava olması gerekli aksi takdirde omleti ters yüz etmek mümkün değil. - Eğer büyük tava kullanılır ise dikkat edelim, patatesleri de eklediğimizde tava aşırı ağır olacağı için çevirmek zor olabilir, ellerimizi koruyalım.

Afiyet Olsun



Havaalanı Gastronomİ Kültürü


Havaalanı Gastronomİ Kültürü

YAZI BUSE ÜNAL


Havaalanı Gastronomİ Kültürü

i

karus’un balmumu ve tüylerden yapılmış kanatları ile uçmaya çalışmasının üstünden bin yıllar, Wright Kardeşler’in Dünya tarihinde bir ilk olan uçuşlarının üstünden on yıllar, günümüz insanlarının ise kıtalar arası yolculuk yapmaya bu denli alışmasının üstünden yalnızca yıllar geçti. Uluslararası hava taşımacılığı IATA’nın sunduğu verilere göre 2014 yılında dünya çapında bir önceki yıla kıyasla 170 milyon fazla bilet satıldı. Çok değil 1990’lı yıllara kadar uçmak Dünya insanı için masraflı ve bir o kadar da meşakkatli bir meseleyken, 1990’lı yılların sonunda özellikle Avrupa içi uçuş fiyatlarındaki büyük düşüş ile insanlar uçma fikrine alışmaya ve daha da önemlisi bu fikri hayatlarına adapte etmeye başladı. Böylelikle 2000’li yıllarla yirmi yıl öncesine kadar uçmaya alışık olmayan insanoğlu kıtalar arası uçuşları dahi günlük bir mesele haline getirdi ve uçuş tarihi en parlak dönemlerini yaşamaya başladı. Peki artan yolcu, uçuş ve filo sayısının dışında günümüz uçma anlayışı ve kültürü ne denli değişti? İnsanlar hava yollarını, güzergahlarını, aktarma noktalarını, bekleme sürelerini şüphesiz kendi bütçelerini, konforlarını ve güvenlik anlayışlarını göz önünde bulundurarak seçiyorlardı. Peki tüm bu tercihleri yaparken yemek faktörü ne denli etkili oluyordu? Havaalanı gastronomi kültürünün Dünya’ya tanıtımı 2008 yılında ünlü İngiliz şef Gordon Ramsay’nin London Heathrow Havaalanı’nda açtığı Gordon Ramsay’s Plane Food adlı restoranını ile gerçekleşti. O güne kadar havaalanlarının pek de alışık olmadığı bu yemek anlayışı, şefler dünyasında büyük etki yaratmış olmalı ki sırasıyla Carles Gaig, Dani Garcia, Heston Blumenthal havaalanı fine dining kültürüne hızla destek verdi. Moleküler mutfaktan bahsedilince akla ilk gelen isimlerden olan Heston Blumenthal 2014 yılında London Heathrow Havaalanı’nda Gordon



Havaalanı Gastronomİ Kültürü Ramsay’ye komşu olarak açtığı restoranı hakkında: ‘‘Gaz kullanımının yasak olduğu, malzeme giriş çıkışının minimum düzeyde tutulduğu, mutfakta bulunan kesici aletlerin sürekli sayımdan geçtiğini, biten ürünlerin temin edilmesi için belki de günlerce beklenmesi gerektiği, çoğu müşterinin acelesinin olduğu, kısıtlı alana yayılmış bir mutfağınız olduğunu düşünün ve yine de herkese en lezzetli tabağı çıkarmak için harcadığınız çabayı gözünüzün önüne getirin. İşte biz burada imkansızı başarıyoruz.’’ demişti. Tam da bu sebepten olur da bir gün rotanızı yahut havaalanınızı tadacağınız lezzetlere yönelik seçmek isterseniz; London Heathrow Havaalanı’ndan Gordon Ramsay adı altında kahvaltınızı etmeden, uçağınızda yanınıza alabilmeniz için hazırladığı piknik sepetlerine göz atmadan geçmeyin. Biraz daha zamanınız var ise moleküler lezzetleri tatmak isterseniz aynı havaalanında akşam yemeğiniz için Heston Blumenthal adı altında Perfectionists’ Cafe ye uğrayın, nitrojen (Nitrojen kimyasal olarak dondurma karışımının herhangi bir buz yahut dondurma sürecine tabi tutulmadan hızla soğuk, donmuş ve kremamsı kıvamı almasını sağlamaktadır.) içerikli dondurmaları tatmadan da ayrılmayın. Eğer ki Münih havaalanı ise başlangıç, son ya da durak noktanız Airbrau Brauhaus bira üretim merkezinde tadım yapmayı ve Bavarian mutfağını tatmayı tercih edin. Ömrünüzde kaç defa havaalanının içinde yer alan minik bir bira fabrikası ile karşılaşacaksınız öyle değil mi? Yolunuz Hong Kong Havaalanı’ndan geçecekse eğer ünlü Michelin yıldızlı şef, Lai Wai-Hung’un marine edilmiş etlerini, özellikle de ördeğini şiddetle denemek isteyin. Ya da Dani Garcia’nın Malaga Havaalanı’nda yer alan restoranında birbirinden lezzetli tapasları tadın. Sizce de uçmak, beklemek ya da aktarmak tüm bu lezzetlerle çok daha cezbedici olmaz mı?



GÖZÜN ÜSTÜNDEN BAŞKA BİR YERDE;

K AŞ

Meet Shinichi Morohoshi, a man who likes dangerous people, bōsōzoku bike gangs, and lights up Tokyo’s dark heart with his neon-lit Diablo…

YAZI: MESUT YAR


KAŞ

“Kaş yapayım derken yeryüzü öyle bir deniz yapmış ki mavi çocukları koy verip gitmiş o gözün içine Bir Kaş akşamında şimdi söylenen şarkıdır denizle büyüyen o çocukların çakıl taşlarına kazıdığı ilahi”…


S

anıyorum 10 yıl kadar önceydi. Bir süredir günleri saymayı bıraktım. Yılların geçmiş zamanı resmetmesinin dışında olağan üstü bir değeri yok. Giderek değerlenen tek şey yaşanmış her şeyin hafızamda bıraktığı parlak izler. Kaş, sanırım o izlerin en mavisidir. En derin suyudur. En yüzülesi denizi, en terk edilmez aşkıdır... Bağımlılık bildirir, bağlılığımı sunarım her gidişimde. Sıklıkla ziyaret etmesem de, usulca öper ellerimi bu eski sevgili. Alnımdan dudaklarıma uzanır ve nedense hep Meis üzerinden ruhumu teslim alır… Mesele oraya gelmişken anlatmadan olmaz. Karşıda, hemen iki kulaç ya da birkaç adım ötede denizin üzerine düşmüş bir gül yaprağı gibi duran Meis adası kaşın altındaki kirpiği andırır bana. Göz kapandıkça kaştan uzaklaşan, açıldıkça birbirini sarmalayan… Bizi ve ötekini ayıran tuhaf bir coğrafik, bir hayli de politik bir oyundur Kaş ile Meis arasında oynanan. Yukarıdaki yükseltinin eteğine ilişip zamanın bu en eski tragedyalarından birini heyecan içinde seyredersiniz. Oyun bittiğinde hatırladığınız tek şey; “Ne de gereksiz kaş ile kirpiği ayırmak birbirinden” repliğidir. Neyse… Bir dalış teknesindeyiz şimdi. Şimdi dediğim cümlenin en başındaki yıllarda yani. Önemi yok. Hatıralar o kadar berrak ki, şu denizin dibindeki uçak batığı gibi ortada her şey… Tüpleri taşıyorum hararetle. Birazdan dalacağımız noktaya ulaşacağız. Teknenin arkasında tüpü sırtlanmak için bekleyen balık adamlar var. “Balık adamlar”; şişedeki gibi durmuyor, şiirdeki gibi durmuyor. Hepsi haylaz. Hepsi belki bin kez dokundukları kayanın yosununu okşamak için hevesliler hala. Ben onları daha yukarıdan, suyun

henüz sığ olduğu yerden izleyeceğim. Böylesi daha güvenilir belki… Kendini sigorta etmek ne kadar da manasız şimdi bakınca. Ama her zamanın kendine ait bir ruh hali var. Otuzlu yaşlarda insan fazla da derinleşemiyor demek ki. Bir ben miydim böyle sahi? Dipteler. Bir balık adamları görüyorum, bir de Meis’in hemen birkaç metre açığındaki deniz kızlarını. İşin bu kısmı benim hayalim elbette. Sirenleri merak ediyorum... Kulağımı denizin suyuyla değil de bal mumuyla kapatıp öylece geçip gidemeyeceğimi biliyorum bu sulardan. Ben bir mitoloji kahramanı değilim. Gitmem gereken bir adam yok ya da. Bir denizkızı, olmalı, olacak, olmuyor… Dipte kayaları okşayan bir balık adam görüyorum. Kayaların saçları yeşile çalıyor. Herkesin denizkızı farklı işte; başımı yukarı çevirip az ileride aynı mesafede duran iki ayrı sahile bakıyorum. Elimi uzatsam Kaş, elimi uzatsam Meis. Tam ortasındayım Akdeniz’in ve ayaklarıma mürekkep balıkları; “Olabileceğin en iyi yerdesin” yazıyor… Kaş’ın herkesin sevebileceği bir tarifini bulmak zor bana göre. Akşam saatlerinde avuç içi kadar sahil çarşısında toplam birkaç yüz adımla bitirilen bir parkuru var. Sağlı sollu meyhaneler dizilmiş. Gündüz çoğunlukla çay, kahve; geceleri rakı balık satıyorlar. Kulağınıza uzaktan, yakından takılan gitar sesleri ve temkinli bir suskunluğu saymazsak buranın melodisini de tanımlamak mümkün değil… Tam da burada yardım almam gerekiyor. Kışın ortasında bir organizasyon için gelmiştik bir de buralara. Küçük ama kalabalık kafalı adamlardan oluşan bir grupla. İki gün içinde ılık bir şurup içip de temizlenmiş gibi ayrılmıştık sonra. O zaman İnkılap


KAŞ



KAŞ

ağabeyin ettiği şu söz kalmış kulağımda; “Ölümsüzlük iksirini taşın altında arıyorduk, kaşın üstünde çıktı”… Budur. Biraz daha kurcalayınca anıları, nereden çıkıp zihnime konduğu belli olmayan bir kalamar tavayla soğuk köpüklü bir bira peydahlanıyor gözlerimde. İkisini birbirinin şerefine tokuşturup uzanıyorum akşama doğru… Sükunet modern insanın ömrü boyunca birkaç kez görebileceği müthiş bir nimet belki. Hani bir dönem buzdolaplarının üstüne yapıştırdığımız post it kağıtlarda yazan “Çılgın Kalabalıktan Uzak”

önermesi gibi. Kaş, o önermenin milat noktası olmalı. Ama biliyorum ki, her yıl boyuna doğru filiz veren bir istila mimarisi buna da son noktayı koyacak… Çılgın kalabalığın o her şeyi yutan dehlizlerinde kaybolmadan önce yeryüzünün yaptığı en güzel kaşa bakıyor ve sonra o mavi gözlerin bebeğine uzanıyorum. Temiz bir uyku gerek, Akdeniz’in göçerlerinden olma kararımı dirayetle sürdürebilmem için. Temiz bir uyku, ve geride bırakacağın sevgili için tasarlanmış hüzünlü bir şiiri not düşmek… “Gidiyorum ey sevgili/ senin tuzunu ekleyerek matarama/ ne zaman su içsem bir sen düşeceksin bir de kaşların hatırıma”…


HONG KO Hong Kong, Asya’nın en çekici destinasyonlarından biri. Eminim bizim gibi her gezginin rüyalarını süslüyordur bu beton şehri. İngilizce’de Hong Kongcrete de (concrete: beton) denen bu minik ülke daha havaalanından şehre giderken üzerinize gelmeye başlayıp sonra yavaş yavaş açılıyor önünüzde. Garip yanları var; mesela şu ana kadar gördüğümüz en hızlı yürüyen merdivenler bu şehirdeydi, ufak bir dalgınlık anında birkaç kez düşme tehlikesi de geçirmedik değil ama iyi ki önce merdivenlerde düşüp sonra da YouTube’a düşmedik :) Sonu yokmuş gibi görünen cam ve çelik binaların arasında ciddi bir ışık seli gibi yaşayan şehir merkezinde, öyle bir deniz kokusu var ki insan nereye geldiğini şaşırıyor.

Tuğçe Ertan & Gökay Merİç Instagram: kokladunyayi www.kokladunyayi.com

Meet Shinichi Morohoshi, a man who likes dangerous people, bōsōzoku bike gangs, and lights up Tokyo’s dark heart with his neon-lit Diablo…


ONG

HONG KONG


1997

’ye kadar İngiliz mandası olarak kalan ülkede ister istemez her şey çok modern ve yer azlığından dolayı da biraz üst üste gelişmiş. Baraka filmindeki karşıdan karşıya geçme sahneleri gibi insanın başını döndürüyor, biz de o koca binaların arasında dolaşırken büyük metropolleri hiç özlemediğimizi anlıyoruz. Fakat, gözlerinizi gökten alabilir de sokaklara çevirirseniz, hala Hong Kong geleneksel kültürünün capcanlı yaşadığına tanık olabilirsiniz. Gerek minicik sulu mantı dükkanlarındaki amcalar, gerekse yerlere bir karton atıp da piknik yapanlar hemen burnunuzun dibinde. Ya çay evlerine ne demeli? İnsanı bavul kilosuyla mantığı arasında bırakan o güzelim porselen mini çay setleri tam delirmelik. Hong Kong’ta en azından beş gün kalmak gerek; yapacak, gezecek, görecek çok yer var. Hatta bazı yerler o kadar güzel ki, gittiğimiz birkaç yere hızımızı alamayıp bir daha gittik. Şimdi bir dumpling yemeden, çay seremonisine gitmeden, Hong Kong’u tepelerden izlemeden, plajlarında iki kulaç atmadan dönmek olmaz. Ayrıca Hong Kong’taki ünlü sokak pazarları da devasa büyüklükte, alışverişin hakkını verebilmek için neredeyse bir gün de onlara gerek. Üç beş gün de olsa buraların havasını solumaya mutlaka gelin bizce, daha uzun kalabiliyorsanız da ne ala. Hong Kong’ta ulaşım en çok metroyla, bazen de otobüs, tramvay ve vapurla sağlanıyor. Biz havaalanına iner inmez hemen Octopus Card denilen ulaşım kartından aldık ve çok memnun kaldık. Çünkü hem indirimli, hem de her seferinde sıra beklemek yerine dıtlayıp geçiyorsunuz. Ayrıca, Octopus’unuz yoksa otobüslerde filan tam parayı vermek zorundasınız, yoksa para üstü alamıyorsunuz. Üstelik birçok markette de dokunmatik ödemenizi hiç beklemeden yapabiliyorsunuz bu kartla. Bir metro yolculuğu aşağı yukarı 5-10 Hong Kong Doları (HKD) tutuyor, karta da 50 veya 100 HKD yükleyebiliyorsunuz. Hong Kong’un çok ilginç bir atmosferi var, sanki New York bir anda Asya’ya ışınlanmış gibi bir his. Fakat bir yandan da geleneksel hayatları çok yoğun bir şekilde devam ediyor. Sanırım bunun en büyük sebeplerinden biri Hong Kong’tan geçen gezgin ve yolcu sayısının haddi hesabı olmaması. Gerçekten enternasyonel bir şehir/ülke, herkes kendi halinde ve kendinden bir şeyler katmış buraya. Tabii hal böyle olunca Asya’da dolaşıp durmakta olan Dang humması, Mers virüsü ve kuş gribi gibi hastalıklara karşı çok tepkililer. Her yer sürekli olarak dezenfekte ediliyor, sokaktaki insanların yarısı maskeli dolaşıyor ve daha ülkeye girerken bile termal kamera ile ateşiniz ölçülüyor. Hafiften paranoyaklaşmışlar ama haksız da sayılmazlar, siz de çok korunmasız kalmayın. Hong Kong’un en şaşırtıcı yanlarından biri ise, birazcık şehir merkezinden çıkınca, yani şöyle on dakika


HONG KONG



filan, her yer yemyeşil oluveriyor, virajlı ve dik yemyeşil tepelerin ardından, pırıl pırıl bir deniz ve muhteşem bir gün batımı çıkıveriyor. Bu açıdan, şehirdeki ilk gün ile bu ülkeyi yargılamamak lazım, biraz civar noktalara gitmek, şöyle bir şehre uzaktan bakmanın keyfine varmak lazım. Bu arada havanın çok sıcak ve nemli olduğunu da aklınızdan çıkarmayın, bunca plaj varken, ilginç bir şekilde Hong Kong’un yerlileri bazen süs havuzlarında serinlemeye çalışıp cadde kenarlarında piknik yapmayı tercih edebiliyorlar. HONG KONG’TA GEZİLECEK YERLER Central metro durağı, Hong Kong adasının en merkezi durağı sayılabilir. Bu bölgeye de zaten Central Mahallesi deniyor, genellikle yapacak şeyler alışveriş ve yemek ağırlıklı. Dilerseniz Victoria Harbour’dan buraya vapurla da geçebilirsiniz. Bu bölge, daha çok finans merkezi sayılıyor ve plazalarla dolu. Yalnız Hong Kong’ta binaların cepheleri çok iç açıcı olmasa da iyi başardıkları bir şey var, binaların giriş katlarını veya ilk birkaç katını çok güzel yeşillendirmişler. Betondan bir evrende yürürken ve otuz iki derecelik sıcak yaz rüzgarı yüzünüzü yalarken birden binalar arasında saklanmış çok hoş bir havuza ve bitkilendirilmiş bina girişlerinden oluşan bir nefes alma alanına denk gelebilirsiniz. Aslında bu bölgedeki gökdelenler en güzel karşı kıyıdan görünüyor, altında yürürken çok bir şey anlamıyor insan. Biz, Central metro durağından bir sonraki durak olan Sheung Wan’da inip Hollywood Caddesi boyunca geri yürümeyi tercih ettik. Çok sayıda bar, restoran ve butik dükkan olan caddeye bayıldık ama maalesef aç değildik ve buradaki harika restoranları deneme fırsatımız olamadı. Bir de Central vapur iskelesinin hemen orada Hong Kong’un sembolü olmak isteyen bir dönme dolap var ama bunun için fazlasıyla minik kalıyor. Central durağına yakın bir başka önemli bölge ise Lan Kwai Fong, Hong Kong’ta gece hayatının ana damarı. 1980’lerden beri geceleri canlanan L şeklindeki bu uzunca sokak, 100’den fazla bar ve

“ C en t r a l d u r ağ ı n a ya k ı n b İ r başka önemlİ bölge İse Lan K w ai F ong , H ong K ong ’ ta gece h ayat ı n ı n a n a da m a r ı ”

HONG KONG

restorana ev sahipliği yapıyor. Bir bira aşağı yukarı 35 Hong Kong Doları (HKD) iken, kokteyller 100 HKD civarı. Tabii yine yer sıkıntısından insanlar, bu mini mini mekanlardan sokaklara taşıyor. Bizim gibi Asmalı Mescit’e ev sahipliği yapan bir ülkeden gelmiyorsanız oldukça heyecan vericiymiş, öyle diyorlar Central bölgesi, Hong Kong’un en pahalı emlak fiyatlarına sahip ikinci mahallesi ve bu sebeple tarihi binaları yıkıp tek tek orijinal taşlarıyla başka bir bölgede yeniden ayağa kaldırmışlar ki açılan alanlarda yeni yüksek binalar yapılabilsin. Ünlü Victoria Peak’e çıkan tramvaya da buradan binildiğini hatırlatalım. Internetteki neredeyse bütün bloglar ve seyahat rehberleri Victoria Peak’e akşam üzeri çıkıp gün batımını izlemenizi tavsiye ediyor fakat biz tam tersini öneriyoruz! Merak etmeyin şehrin gün batımı manzarası enfes, fakat Victoria Peak’te yapacak o kadar çok şey var ki biz ne olduğunu anlamadan beş altı saatimizi geçirmişiz. İlk önce; uçaktan indiğimiz gibi saatin de akşam üzerine yaklaşması vesilesiyle kendimizi bu tramvaya atalım dedik, dedik ama cuma akşamı, tramvayda sanki bedava bir şey dağıtılıyormuş gibi binalara, caddelere sığamayan bir sıra vardı. O yüzden ey Hong Kong yolcusu, eğer ki turistik noktalara uğramayı planlıyorsan, ya bunları hafta içine al ya da biletini internetten al ve sıradan kurtul. Yoksa insan gerçekten iki saat kuyruk bekliyor. Biz de o sırayı görünce, hafta içi de orada olmanın getirdiği ferahlıkla arkamıza bile bakmadan metroya binip Victoria Harbour’a doğru yelken açtık. Hemen o akşam da biletlerimizi VIP geçiş olarak internetten satın aldık ve beklemekten kurtulduk. Biletinizi internetten aldığınızda belirlenen saatte bir rehberle buluşuyorsunuz ve o sizi uzun sıraların üzerinden uçurup fünikülerinize bindirip yolcu ediyor, size de üç yüz küsür metrelik bu tepeye tırmanırken etrafınızdaki yeşilliklerin ve korkutucu diklikteki yolun keyfini çıkarmak kalıyor. Victoria Peak; adından da tahmin edebileceğiniz gibi, İngilizler’in yüksek yüksek tepeler serin olur diyerek giriştiği bir füniküler projesi, hem de Asya’nın ilki. Bunlardan neredeyse her ülkede birkaç tane var. Tabii İngiltere’nin serin havasından sonra buraların sıcakları çok gelmiş İngilizler’e. Zaten yirmi yıl öncesine kadar da bu tepede yaşayan yabancılar çokmuş, günümüzde kendilerinin çok gurur duyduğu ama bizim bir türlü sevemediğimiz


HONG KONG

alüminyum cepheli koca bir AVM inşa edilmiş, içine de harika manzaralı restoranlarla birkaç hediyelik eşyacı serpiştirilmiş. Biz seyir terasından Hong Kong’un enfes manzarasının fotoğraflarını çektikten sonra, harika bir İtalyan restoranında yamaca karşı hoş bir öğlen yemeği yedik ve ardından da Madam Tussauds’u gezdik. Sayısını unuttuğumuz kadar çok Çinli aktör ve dünyanın farklı yerlerinden önemli figürlerle dolu müze oldukça eğlenceli. Bizim için bir artısı, bizim bayıldığımız ama Hong Konglular’ın hiç itibar etmediği, Bollywood aktörlerinin bal mumu heykellerini görmek oldu. Hong Kong’un bir başka cıvıl cıvıl merkezi ise Causeway Bay olarak bilinen ve New York 5. Cadde’den sonra dünyada en yüksek kiralara sahip olan bölge. Biz bu bölgede kalmayı seçtik ve gerçekten otel odamız bir hapishane hücresinden az büyüktü. Burada birçok alışveriş merkezi var ve Hong Kong’un ünlü iki katlı tramvaylarına binmek için de uygun bir bölge. Causeway Bay’in aslında en önemli özelliği, Hong Konglular’ın severek takip ettiği at yarışlarının yapıldığı hipodrom. Eğer boş birkaç saatiniz varsa bahis oynamasanız bile atmosferi koklayın deriz. Hong Kong’ta tek bir gününüz varsa ve sadece tek bir yere gidebilecekseniz bunun Tsim Sha Tsui olmasını tavsiye ederiz. İster gündüz, ister gece olsun, Victoria Harbour’dan karşı taraf, yani Hong Kong Island büyüleyici görünüyor. Şans eseri, bizim gittiğimiz hafta sonu Hong Kong’un meşhur kırk yıllık Dragon Boat yarışları vardı. Bu sebeple her yer çok canlıydı ve yarışları izlemek için tribünler kurulmuş, kocaman bir şişme dragon boat da yerleştirilmişti. Hong Kong’ta gezilecek yerlerin başında, Victoria Harbour’ın devamında kordon boyu diyebileceğimiz bir

“ H ong K ong sokak pa z arl arı, bİr Hong Kong gezİsİnİn olmazsa olmazı. Mongkok metro İsta s yo n u n da n r a hatlıkl a ul a şa bileceğiniz B İ R YERDE ”

gezinti yeri geliyor; aynı zamanda Asyalı yıldızlar geçidi olarak da kullanılan bu 440 metrelik yolda, yerlerde ünlülerin Hollywood’daki gibi yıldızları ve çok hoş heykelleri var. Bize soracak olursanız, Victoria Harbour’ın en güzel tarafı yine deniz kokusuydu. Kordon boyunun devamında, o hafta sonuna denk gelen çok hoş bir festival vardı, sahne şovları ve birkaç etkinlik de ortamı neşelendiriyordu. Gel gelelim böyle bir festival yoksa, hemen deniz kenarındaki Hong Kong Sanat Müzesi’nin arkasından dümdüz ilerleyerek Kowloon bölgesine geçebilirsiniz. Sanat müzesi’nin hemen ardında The Peninsular adlı bina var, hala çok şık ama o şaşaalı günleri geride kalmış sanki. İçi biraz boş ve karanlıktı. Biz de ana caddeyi takip ederek Kowloon Park’a gitmeyi tercih ettik. Kowloon Park, harika bir yeşil alan ve düzenlemesi çok başarılı. Akşam saatlerindeyse, parkın tam ortasındaki süs havuzu Hintliler’in müzik dinleyip dans ettiği bir gençlik alanına dönüşürken, biraz daha ilerideki devasa şehir havuzu yüzücülerle doluyor. İlk defa böylesi bir havuz gördük, bize pek hijyenik görünmedi ama aklımız da kalmadı değil. O eski Hülya Avşar’lı Türk filmlerindeki halk havuzları geldi hemen aklıma. Bu minik ülkede bizim alıştığımız gibi bir vergi sistemi yok, yani bu da dünyaca ünlü elektronik markalarının ürünlerini uygun fiyata satın alabileceğiniz anlamına geliyor. Bizim önerimiz bu firmaların kendilerine ait mağazalarına gitmeniz keza taklitler çok gerçek görünüyor. Tabii ki bu işlerden iyi anlıyorsanız o başka, fakat burada da başka bir pürüz ortaya çıkıyor; ülkeden çıkarken taklit olduğu anlaşılan ürünlere el koyuyorlarmış. Tabii ki bunu alışveriş yaptığınız yerlerde size kimse söylemiyor ancak hava alanında el koyulan şeyleri sergiledikleri camekanı görünce anlıyorsunuz, bizden söylemesi. Hong Kong sokak pazarları, bir Hong Kong gezisinin olmazsa olmazı. Mongkok metro istasyonundan rahatlıkla ulaşabileceğiniz bu pazarlardan en ünlüsü Ladies Market olarak adlandırılan ve Argyle Street’in köşesinden başlayıp neredeyse bir km boyunca devam eden bir pazar. Envai çeşit kıyafet, magnet, ufak tefek elektronik ve ıvır zıvır bulabilirsiniz. Hiçbir şeyin üzerinde fiyat yok, o yüzden ölümüne pazarlık edin, hatta almayacağım diyin, ilerleyin. Arkanızdan koşup beşte biri fiyatını teklif ediyorlar. Kalabalıkların arasında yüzlerce ışıklı tabela ve sokak yemekleri ile bu canlı ambiyans



görülmeye değer. Ladies Market’ın civar sokaklarında; süs balığı pazarı, spor ayakkabı pazarı, elektronik pazarı gibi daha birçok çeşit pazar da var. Hong Kong’taki gezi planınızın neredeyse bir gündüzünü alacak ama buna değecek bir aktivite de Lantau Adası’ndaki Ngong Ping Köyü’ne giden teleferik. Biz biletlerimizi yine internetten aldık ve sabah onda başlayan bu teleferiğe pek sıra beklemeden bindik. Cesaretiniz varsa, altı cam olan kabini de deneyebilirsiniz. Ngong Ping Köyü’nde neler yapılır derseniz, burası bir yapay köy. Gezginlerden bazıları, yapay olmasından mütevellit bu köye kızgın olsa da, sırf teleferik ile önce havaalanının, sonra da yemyeşil dağların üzerinden geçerek yapacağınız beş kilometreden uzun hava yolculuğunun keyfi için bile değer. Yukarıdaki köyde, dünyanın dış mekanda bulunan en büyük oturan Buddha’sı bulunuyor. Po Lin isimli harika bir tapınak da cabası. Bin Budhha Salonu’nda tüm duvarlara yerleştirilmiş bin adet mini Buddha heykelini saymadık ama yalan söylemiyorlardır diye düşünüyoruz, zira Budizm’de yalana yer yok. Oturan Buddha heykeline 268 basamakla ulaşılıyor, sıcakta çok tavsiye etmiyoruz, zaten en güzel uzaktan izleniyor. Ngong-Ping Köyü’nde birçok hediyelik eşyacı var ama bizim favorimiz, Linong Tea House’ta değişik bir yasemin çayı denemek oldu. Minicik cam bardaklarda, yavaş yavaş açılan çiçek çayımız çok rahatlatıcıydı. Tabii işin sırrı sunumda. Ngong Ping teleferiğine ulaşmak için merkezden herhangi bir metroya binerek Tung Chung durağına gelmeniz yeterli. İsterseniz giderken teleferiğe binip dönerken otobüsü de tercih edebilirsiniz ama yollar çok virajlı, araba tutuyorsa tavsiye etmiyoruz. Lantau Adası’ndaki Lower Cheung Sha Beach, Hong Kong’un en uzun plajıymış. Biz de hazır Lantau Adasın’dayken, 23 numaralı otobüs ile on beş dakikada bu plaja gittik. Dünyanın birçok yerine seyahat etmiş insanlar olarak; şimdiye kadar Çeşme’den, veya Türkiye’nin batısındaki denizlerden diyelim, daha güzel denizlere maalesef rastlamadık. Burası da deniz açısından çok vasat ama plaj olarak çok güzel bir yer. Denize karşı oturup atıştırmak veya kumsalda yürüyüş yapmak isterseniz harika bir yer. Dalga sörfüne meraklıysanız, burası tam yeri. Biz şöyle bir serinleyip kumsalda oturmayı tercih ettik. Bu arada Hong Kong’ta bütün halk plajlarında duş, tuvalet ve soyunma kabini hizmeti var, bu bizce harika bir ayrıcalık. Tam dönüş yolculuğuna hazırlanmak için duşlara doğru yönelmiştik ki, plaja bir bufalo gelmesin mi! Can kurtaranlar, bufalodan uzak durun diye anons da yaptı ama bufalo kimseye zarar vermeden yürüyüşünü yapıp gitti. Bu arada, bu gökdelenler şehrinin birbirinden güzel tam kırk tane plajı var. Biz sadece iki üç tanesini deneyebildik ama diğerlerinde de aklımız kaldı. Aslında Hong Kong size kafanızdaki imajından çok farklı bir deneyim sunuyor.


HONG KONG



Beton şehir merkezinden ziyade yemyeşil doğası, soğuk denizleri ve kum plajlarıyla bizi beklemediğimiz bir noktadan vurdu. Hele ki Stanley bölgesi, Repulse Bay’de biraz yüzdükten sonra, Stanley Town’a geçip buraya şehir merkezinden taşınan güzel tarihi binaları görebileceğiniz şirin mi şirin bir kasaba. Repulse Bay, bizim gittiğimiz Hong Kong plajları arasından en güzel plajdı, kumsalda ağaçların olmasına ve onların gölgelerine bayıldık. Bu arada belirtmek lazım, Hong Kong’ta, denizde köpek balığından korunmak amaçlı ağlar gerilmiş durumda. O ağların içerisinde olmaya dikkat edin! Stanley, bize biraz Foça’yı hatırlattı. Gün batımı renkleri bir harika ama o renklerin arasında iki yüz yıllık Blake Pier isimli iskeleyi izlemek daha bir harika. Bir de yine tek tek taşları ile buraya taşınan Murray House da çok hoş bir tarihi bina. 1861’de yapılan bu idari bina 1982’de, üzerinde bulunduğu arazi çok değerli olduğu için dikkatlice sökülmüş ve 16 yıl boyunca depoya kaldırılmış. 1998 yılında depodan çıkarılan bina, Stanley’de orijinaliyle bire bir olacak şekilde tekrar hayata geçirilmiş. İçerisinde hafiften pahalı iki adet restoran var ama manzarası çok güzel. Zaten Stanley, Hong Kong’un yeni hip bölgesi olmaya adaymış. Bir süredir gittiğimiz her şehirde, acaba burada yaşanır mı diye düşünmeyi küçük bir oyun haline getirdik. Hong Kong’ta yaşanır mı derseniz, biz şayet böyle bir şey olursa Stanley’e yerleşmeye karar verdik, bekleriz. Hong Kong’taki müzeler saymakla bitmez fakat Hong Kong Heritage Museum’un (Hong Kong Kültür Mirası Müzesi) bu dönemki geçici sergisinin Bruce Lee üzerine olduğunu duyar duymaz atladık gittik. Kısacık ömrüne iki ülke, koca bir film kariyeri ve de inanılmaz bir dövüş sanatları hayatı sığdıran Bruce Lee’nin bazı kişisel anlarına dokunduk, onu daha yakından tanıdık, laf aramızda güneş gözlüklerine bayıldık. Fakat içeride fotoğraf çekmek kesinlikle yasaktı, o yüzden hatıra olarak çok az fotoğrafımız var. Bu

H o ng Ko ng’ ta kİ m üzeler s aym a k l a bİtm e z fa k at H o n g Ko ng H eritage Museum’u n bu dönemkİ geçİcİ sergİsİnİn Bruce Lee üzerİne olduğunu d u ya r d u y m a z gİ t t İ k”

HONG KONG

arada müzenin diğer kısımları da oldukça ilginçti, şöyle bir baktık da, insan kafatasından yapılan ve çok değerli olan bir sunak görünce şok olduk, bunun üzerine müzenin muhteşem kafesine gittik. Detaylar ne yenir bölümünde. HONG KONG’TA NE YENİR? Hong Kong’un en ünlü yiyeceği; gerek sulu, gerek kızarmış, gerekse de buharda pişmiş olarak bulabileceğiniz mantı yani dumplingler. Bu bohça şeklindeki büyük mantıların içerisinde sebze, et, karides gibi çok değişik şeyler olabiliyor. Sokaktaki ufak işletmeler bir yana, Hong Kong’ta çok sayıda uygun fiyatlı Michelin yıldızlı restoran var. Biz de bunlardan birini tercih edip Causeway Bay’deki Hysan Place alışveriş merkezinde bulunan Ho Hung Kee isimli restorana gittik. Yemeklerini unutamam diyemesem de oldukça lezzetliydi. Özellikle de karidesli dumpling ve wontonlu noodle’ları enfesti. İki kişi 200 HKD civarı bir hesap ödedik. Bir de Japon lezzetlerini çok sevdiğimiz için şans eseri denk geldiğimiz Ippei-an Ramen & Bar (Miramar Alışveriş Merkezi) isimli bir restoranda set menü denedik. Soya sosunda pişmiş öküz dilini ilk defa burada tattık ve hiç beklemediğimiz kadar çok beğendik. Yiyecekler hafta içi olduğundan dolayı %50 indirimliydi. Dekoru da çok hoşumuza gitti. Victoria Peak’e çıktığımızda ise yapacak çok şey olduğundan, oldukça acıkmış olarak, Wildfire isimli İtalyan restoranını tercih ettik. Öğlen 12:30 ile 14:30 arasında açık büfe başlangıçların ve tatlıların da dahil olduğu bir menü 110 HKD civarıydı. Yemekler, özellikle de pizzalar harikaydı fakat en güzeli, restoranın her iki cephesinin de cam olmasından kaynaklanan harika Hong Kong manzarasıydı. Hong Kong’ta sokak satıcılarının yiyecekleri de oldukça revaçta. Biz yalnızca Ngong Ping Köyü’nde bir ızgara sosis denedik, çok lezzetliydi ve sadece 30 HKD ödedik. Ama bir çok tezgahta dumplingler, kızarmış tavuklar havada uçuşuyor, korkusuzca deneyebilirsiniz. Hatta satılan yumurtalar çayda haşlanıyor, oldukça ilginç bir lezzet. Hong Kong’ta yapılacakların başında bir çay evi denemek geliyor. Bu iş aslında turistik kaçtığından fiyatlar birazcık pahalı olabiliyor.


HONG KONG

Ama olsun, arada bir de turistik olmak gerek, hem o minyatür çay setleri zaten çocukluğunuzdan kalan bir rüya gibi. Biz de Ngong Ping Köyü’ndeki Linong Çay Evi’ni denedik. Değişik bir çeşit yasemin çayı içtik, hani şu suya atınca çiçek açanlardan. Mis gibi kokuyordu, görüntüsü de bir harikaydı. Bizim denediğimiz çay demlik olarak 150 HKD idi. Hong Kong Heritage Museum’un gerçekten saklı kalmış, harika bir kafesi var. Dekoru şık ve sade, tatlıları ve kahveleri de çok güzel. Biz öğlen saatine denk geldiğimiz için hafta içi indirimli menülerinden yararlanıp geç bir kahvaltı yaptık, oldukça lezzetliydi. Bu kafenin en şaşırtıcı özelliği ise aynı zamanda bir postane olması; kendi kartpostalınızı tasarlayabiliyor veya hazır olanlardan alıp 40 HKD civarı bir ücrete sizin için göndermelerini sağlayabiliyorsunuz. Ve tabii ki Hong Kong’ta yapılacak en güzel şey bir rooftop barına çıkıp gece manzarasını içinize çekmek. Biz bunun için Causeway Bay’de bulunan World Trade Center’ın beşinci katındaki Hooray Bar’ı tercih ettik. Beşinci katta da rooftop bar mı olurmuş demeyin, şansınızı deneyin. Burası Hong Kong’un dar ve sıkışık yapısına rağmen genişçe bir terasa sahip olan ve açık havada oturup o muhteşem manzarayı izleyebileceğiniz bir yer. Kokteyller 90-100 HKD dolaylarındaydı, biz caipirinha içtik, çok da memnun kaldık. HONG KONG’TA NEREDE KALINIR? Hong Kong’ta kalacak yer seçmek aslında metro durağı seçmek oluyor. Metro durağına yakın bir otel veya hostel, ulaşım açısından sizi çok rahatlatıyor. Biz hem fiyat hem de temizlik açısından güvenilir otel rezervasyon sitelerindeki yorumları ve fiyatları karşılaştırıp Causeway Bay’de Mini Hotel isimli bir otelde kaldık.

“ H ong K ong ’ a T H Y ’ n I n dİ r ek t u çuşu va r a m a bİ z K uala L umpur ’ dan g İ t t İ ğ İ m İ z İ ç İ n , H o n g K o n g’a a İ t C a t h a y P a c ifi c İ l e uçtuk, çok da memnun kaldık”

İsminden de anlaşılabileceği gibi minicik bir oteldi, sanırım 3 metreye 1.80 m filandı. Tuvalet de buna dahil! Zaten odanın yüzde ellisi yataktı, kalanında tuvalet ve duvar askıları vardı. Fakat çok memnun kaldık, kliması süper çalışıyordu, çarşaflar tertemizdi ve her gün oda temizleniyordu. Asya’da hoşumuza giden bir şey de, neredeyse otel odalarının hepsinde kettle olması, böylece istediğiniz gibi çay kahve içebiliyorsunuz. ‘Odada mı oturacağım yaa?’ demeyin, insanın canı bir siyah çay çekince buralardaki kafelerde bulması hiç kolay değil, üstelik de pahalı. Bu arada bizim Mini Hotel’in lobisi de çok şık düzenlenmişti. Başka mahallelerde kalmak isterseniz de, avantajlı olan lokasyonlar Central ve Kowloon bölgesi. Araştırmalarımıza göre backpackerlar Kowloon’u fiyatlardan dolayı daha çok tercih ediyormuş ama bize sorarsanız fiyatlar arasında uçurum yoksa her zaman otelleri tercih ediyoruz. Burada da durum böyleydi. HONG KONG’TAN NE ALINIR? Bu şehir tam bir alışveriş cenneti. İsterseniz magnetlere saldırabilir, isterseniz outlet mağazalarını talan edebilirsiniz. Öncelikle Apple ürünlerinin Amerika ile aynı fiyata satıldığını tekrarlayalım. Ayakkabı ve saat konusunda havaalanına yakın, Tung Chung metro durağındaki outlet alışveriş merkezini tavsiye ediyoruz. Amanın her şey çok ucuz diyemeyiz ama denk gelirse bir iki çift ayakkabı çok uygun olabilir. Bizim şahsi favorimiz ise porselen çay setleriydi ama maalesef Türkiye’ye dönüşümüzü düşünüp kendimizi durdurduk, zira oldukça fazla yer kaplıyorlar ve ağırlar. Bavulunuzda yeriniz varsa kaçırmayın deriz. HONG KONG’A NASIL GİDİLİR? Hong Kong’a THY’nin direkt uçuşu var ama biz Kuala Lumpur’dan gittiğimiz için, Hong Kong’a ait Cathay Pacific ile uçtuk, çok da memnun kaldık. Kuala Lumpur’dan tam dört saat sürüyor. Hong Kong Havaalanından şehir merkezine gidiş için hızlı ama pahalı bir seçenek olan airport express 120 HKD iken, S1 numaralı otobüs ile Tung Chung metro durağına gidip, metroya binmek aşağı yukarı 25 HKD tutuyor. Bunun için daha önce de bahsettiğimiz gibi Octopus Card almanızı öneriyoruz, dönüşte kartınızı iade edip depozitonuzu almayı unutmayın. Bu arada Hong Kong vize istiyor mu diye sorarsanız, Türkiye’den vize istemiyor. Üç ay özgürce Hong Kong’ta kalabilirsiniz, hem de vize ücreti ödemeden.



HORIZON


FESTİVALİ, BULGARİSTAN 12 - 18 MART 2016


HORIZON FESTİVALİ, BULGARİSTAN 12 - 18 MART 2016 Horizon Festivali kış aylarındaki dağ aktiviteleri ve electronic underground müzik tutkunları için bir cennettir. Yedi gün boyunca, yüz uluslararası dj, electronic underground müziğin sunduğu otuz partiye katılacak ve 70 km uzunluktaki dünya sınıfındaki pistlerde kayak yapma imkanı bulacaksınız. Horizon festivali underground müziği ve diğer electronic müzik türlerini bir arada bulabileceğiniz eşsiz bir festivaldir. Techno, House, Dub ve Garage tarzından tutun Hip-Hop, Grime, Sound System Culture ve Bashment’a varan değişik türleri bulabileceğiniz bu festivalde her gün altı farklı parti düzenlenmektedir. Bansko’da birbirinden eşsiz mekanlar; gizli dağ otelleri, ormanlık arazi, ortaçağ ziyafet salonları, sıcak Havuzlar ve go-go barlar Horizon Festivaline ev sahipliği yapacaktır. Kar aktivitleri ile dolu, akla durgunluk veren club aktiviteleri ve çılgın partiler sizleri bekliyor...



MART AYINDA DÜNYADAKİ HANGİ ALTERNATİF DESTİNASYONLARI ZİYARET EDEBİLİRSİNİZ?



ALTERNATİF DESTİNASYONLAR

1

Avusturya Alplerİ



ALTERNATİF DESTİNASYONLAR

2

LaplanD Fİnlandİya



ALTERNATİF DESTİNASYONLAR

3

Costa RIca Orta Amerİka



ALTERNATİF DESTİNASYONLAR

4

Belize Orta Amerİka



ALTERNATİF DESTİNASYONLAR

5

Cote D’azur Fransa



ALTERNATİF DESTİNASYONLAR

6

Roma İtalya



ALTERNATİF DESTİNASYONLAR

7

Sosyete Adaları



ALTERNATİF DESTİNASYONLAR

8

Sİrİ Lanka Güney Asya



ALTERNATİF DESTİNASYONLAR

9

Goa Hİndİstan



ALTERNATİF DESTİNASYONLAR

10

Tanzanya Afrİka



Egzotik Meyveler



Egzotik Meyveler


Jack Fruit Şu ana kadar görülmüş ağaçta yetişen en büyük meyvedir. Soyulduktan sonra içindeki sarı meyve kısmına ulaşılarak afiyetle yenir.


Egzotik Meyveler


African Cucumber Boynuzlu kavun ismiyle anılan bu meyvenin tadı kavunu andırır. Vitamin açısından oldukça yararlıdır.


Egzotik Meyveler


Mangosteen Sarımsak gibi dişleri olan bu meyve tadıyla sizi şaşırtabilir. Yumuşacık, tatlı ve müthiş aromasıyla efsaneler arasındadır.


Egzotik Meyveler


Wood Apple Görünüş itibariyle Hindistan cevizini andırır. İçi de tahta görünümlüdür fakat kokusu sizi baştan çıkarabilir.


Egzotik Meyveler


Sacha Yıldız şeklindeki bu tatlı meyvenin çekirdeği bir çeşit bademdir ve kavurarak yenilir. Omega 3 deposudur.


Egzotik Meyveler


Star Fruit Yıldız şeklindeki meyvelerden içi elma gibi olanı. Çıtır çıtır, tatlı bir meyve. Aynı zamanda C ve B vitamini deposu.


Egzotik Meyveler


Rambutan Dışı saçak saçak dikenli, içi hazine bir meyve daha. Aroması ve lezzeti tarifsizdir.


Egzotik Meyveler


Salacca (Snake Fruit) Dış kabuğu ürkütücü bir şekilde yılan derisini andırır. Kabuğundan ayırdığınızda üç parçalı meyvesine ulaşabilirsiniz. Elma ve ananas tadına yakındır.


Egzotik Meyveler


Lychee İnce kabuklu, yumuşacık ve dünya tatlısıdır bu meyve. C vitamini deposudur.


Egzotik Meyveler


Longan Fındık ve ceviz arası bir görünümü olsa da kabuğunun ardında yumuşacık, sulu meyvesi sizi karşılar. Baharat kokuludur.


Egzotik Meyveler


Water Apple Elma mı desek kiraz mı? Görünüş elmayı andırsa da içi kiraz gibi sulu sulu.


Egzotik Meyveler


Passion Fruit Sert kabuğu bu dünyanın en güzel tadına geçit vermese de kabuk engelini aşıp kaşıkla içine dalabilirsiniz. Tropik bir cennet adeta!


Egzotik Meyveler


Guava Elma ve armut karışımı bu meyve olgunlaştıkça tadına kavuşur, anti oksidan deposudur.


Egzotik Meyveler


Dragon Fruit Kaktüsgillerden olan bu meyve ejderha görünümlü olsa da tadı o kadar uçucudur ki. Beyaz meyvesinin üzeri çekirdeklerle kaplıdır. Magnezyum ihtiyacını karşılar.


Egzotik Meyveler


Durian Kabuğu dikenli, kokusu pek de iç açıcı olmayan Durian adeta yenilmemek için kendini kamufle etmiş gibi. Bu aşamaları geçtikten sonra lezzet şöleni yaşayabilirsiniz.


D E S TA N L A R Ş E H R İ

ÇANAKK

Meet Shinichi Morohoshi, a man who likes dangerous people, bōsōzoku bike gangs, and lights up Tokyo’s dark heart with his neon-lit Diablo…

Müberra Bağcı www.egedentarifler.com Instagram: egedentarifler


KALE

Ç ANAKK ALE


C

anakkale, Türk milletinin azmini ve inancını tarihe yazdıran bir şehir. Mustafa Kemal, büyük bir mücadele sonrası kazanılan bu zafer için “Çanakkale zaferi Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir.” demiştir. Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale şehitleri için yazdığı şiirinde bu kahramanlığı şu mısralarla anlatmıştır: “Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer … Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın” Hakkında pek çok kitap yazılan, film çekilen Çanakkale Savaşı’nın geçtiği yerleri görmek isteyenler için Çanakkale çok ilgi çekici bir yerdir. Tarih kitaplarında savaşla ilgili geçen bütün yer isimlerini Gelibolu Yarımadası’nı gezerken görmeniz mümkün.


Ç ANAKK ALE 18 Mart Çanakkale zaferinin yıl dönümü. Ben de bu sebeple sizlere Çanakkale’yi anlatmak istedim. Elbette Çanakkale sadece tarihi ile önem taşıyan bir şehir değil, doğal güzellikleri ve yöresel lezzetleri ile de görülmeye değer.

NEREYE GİDİLİR?

Çanakkale’yi gezmeye şehir merkezi ile başlayabilirsiniz. Size ilk önerim Kordon boyunca yürümeniz ve şehrin havasını solumanız olacak. Kordon’da pek çok cafe ve restoran da mevcut. Burada dolaşırken Truva filmi için yaptırılan tahta atı da görebilir ve truva hakkında bilgi edinebilirsiniz. Saat Kulesi, Yalı Camii, Deniz Müzesi, Kent Müzesi, Çimenlik Kalesi merkezde birbirine yürüme mesafesinde bulunan mekanlar. Saat Kulesİ Çanakkale merkezde yer alan Saat Kulesi şehrin simgelerinden biri. II. Abdülhamit zamanında yaptırılmış. Çanakkale Denİz Müzesİ Müze Çanakkale merkezde Çimenlik Parkı içerisindedir. Savaşla ilgili malzemelerin sergilendiği zengin bir koleksiyona sahiptir. Müzede Çanakkale Savaşı hakkında bilgi edinmek de mümkün. Ayrıca burada “Nusret Mayın Gemisi”nin bir tıpkı yapımı da bulunmakta. Çİmenlİk Kalesİ Bugün Askeri Müze olarak kullanılan kale Fatih Sultan Mehmet zamanında inşa edilmiştir. Yapı bugüne kadar sağlam bir şekilde gelebilmiştir.



Aynalı Çarşı “Çanakkale içinde aynalı çarşı Ana ben gidiyom düşmana karşı Gençliğim eyvah Çanakkale içinde bir uzun selvi Kimimiz nişanlı kimimiz evli Gençliğim eyvah” Türkülere konu olmuş çarşı, 1890 yılından beri faaliyette. Adını girişinde yer alan aynalardan alan çarşıdan Seyahatname’sinde Evliya Çelebi de söz etmiş. Gelİbolu Yarımadası Tarİhİ Mİllİ Parkı Çanakkale Savaşı’nın yaşandığı topraklar Gelibolu Yarımadasında’dır. Eceabat ilçesinde bulunan milli park, Çanakale’ye yaklaşık yarım saat mesafede. Buraya Çanakkale’den kalkan feribotlarla ulaşabilirsiniz. Eceabat iskelesinin hemen yan tarafında bulunan Tarihe Saygı Anıtı’nı gezerek turunuza başlayabilirsiniz. Milli parkta savaşla ilgili sergilenen birtakım malzemelerin yanı sıra şehitlikler, anıtlar ve yabancı askerlerin mezarları da bulunmaktadır. Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi’nde savaşlara dair kısa filmler izleyip bilgi edinebilirsiniz. Burada ayrıca bir de müze bölümü bulunmakta. Çanakale’de stratejik önemi dolayısıyla pek çok kale ve tabya var. Hatta II. Abdülhamit’in “Kale ve tabyalar hala ayaktaysa düşmanlar boğazı geçemez” dediği söylenir. Bu tabyalardan biri olan Rumeli Mecidiye Tabyası’nda savaş esnasında burada şehit olanların mezarlarının bulunduğu Mecidiye Şehitliğini ve iki yüz kilodan fazla ağırlıktaki mermiyi taşıması ile savaşta efsanevi bir kimlik kazanan Seyit Onbaşı anıtını görebilirsiniz. Ertuğrul Tabyası, Çanakkale Boğazı’nın savunmasını

“Ç a na k a le’de str ate jİk ö n e m İ d o l ay ısı y l a pek ço k k a l e v e ta bya va r . H at ta II . A b d ü l h a m i t ’ İ n “ K a l e v e ta bya l a r h a l a aya k tay s a düşmanlar boğazı geçemez” dedİğİ söylenİr”

Ç ANAKK ALE güçlendirmek amacıyla yaptırılan Settülbahir Kalesini desteklemek için kurulan tabyalardan biridir. Tabyanın içi günümüzde müze olarak kullanılmakta, içinde araziden çıkan savaşla ilgili maketler ve objeler sergilenmektedir. Kilitbahir Kalesi, Rumeli Hamidiye Tabyası, Namazgah Tabyası savaştaki diğer önemli noktalar. Yarımadada pek çok müze de yer alıyor. Çamburnu Müzesi, Eceabat’tan Kilitbahir’e giden yol üzerinde bulunmakta. Özel izinle gezilebilen müzede savaştan kalan araç gereçler sergileniyor. Savaş malzemelerinin sergilendiği bir diğer müze ise Kilitbahir Müzesi. Salim Kutlu Özel Harp Anıları Koleksiyonu (Bakkal Salim Müzesi) 1961’de kurulmuş. Bu ilginç müze Eceabat’a yaklaşık on km mesafede bulunan Alçıtepe Köyü’nde. Müzede mermi, barut, tabanca gibi savaş malzemeleri sergileniyor. Tarihi değere sahip bu malzemeler koleksiyon ruhuna sahip Salim bey sayesinde hurdaya dönüşmekten kurtulmuş. Milli parkta görülmesi gereken diğer yerler arasında savaşta ölen şehitlerin anısına yaptırılan Şehitlik Anıtı, Şahindere ve 57. Piyade Alayı Şehitlikleri gelir. Conk Bayırı bölgesinde Atatürk’ün saatinin parçalandığı yer, Üsteğmen Nazif Çakmak Anıtı, Yeni Zelanda Anıtı, Türk siperleri görülecek yerler arasında. Burada bulunan Atatürk’ün gözetleme yeri de çok güzel bir manzaraya sahip. Milli parkı tam anlamıyla gezebilmek için en az bir gününüzü buraya ayırmanızı öneririm, hatta tarihe ilgi duyuyorsanız bu zamanı daha da uzatabilirsiniz. Truva (Troya) Antİk Kentİ Beş bin yıllık bir geçmişe sahip Truva dünyanın en ünlü antik kentlerinden bir tanesi. Homeros’un İlyada destanında anlatılan Truva Savaşı’nın yapıldığı antik kent dünya mirası listesinde yer alıyor. Çanakkale merkeze otuz km uzaklıkta. Assos Antİk Kentİ (Behramkale) Behramkale köyü içinde bulunan Assos, çok yüksek ve güzel manzaraya sahip bir konumda. Ünlü filozof Aristotales Assos’ta bir felsefe okulu kurmuş ve önemli çalışmalar



Ç ANAKK ALE


Ç ANAKK ALE yapmış. Burada surlar, tiyatro, Athena tapınağı, nekropol (mezar), akropol (yaşam alanı) bulunmakta. Antik çağdan kalma tiyatronun ve surların önemli bir kısmı hala ayakta. Assos, özellikle gün batımında büyüleyici bir manzaraya sahip. Yazın giderseniz Kadırga koyunda denizin de keyfini çıkarabilirsiniz. Doğal güzelliğe sahip ilçesi Biga, mitoloji ve doğanın birleştiği Kazdağları, doğa sporları ile öne çıkan Yenice, Çanakkale çevresinde ziyaret edilebilecek diğer önemli mekanlar arasında. Bozcaada ve Gökçeada ise özellikle bahar mevsiminde gitmenizi tavsiye edeceğim yerler arasında. Burayla ilgili bilgi için derginin aralık ayındaki dördüncü sayısına bakabilirsiniz. NEREDE/NE YENİR? Peynir Helvası Çanakkale’ye özgü bir tatlı çeşidi olan peynir helvası klasik helvalardan oldukça farklı. İçinde peynir olması dolayısıyla hafif ve lezzetli. Fırınlanmış ve fırınlanmamış olmak üzere iki halde satılıyor. Merkezdeki çarşıda pek çok helvacı görebilirsiniz. Babalık Helvacısı en bilinenlerden biri. Ezine Peyniri Artık her şey her yerde bulunabiliyor olsa da Ezine peynirini de yerinde yiyebilir ya da satın alabilirsiniz. Deniz Ürünleri Çanakkale deniz kıyısında bir şehir olduğundan başta balık olmak üzere tüm deniz ürünleri taze ve lezzetli. Sahilde ya da iç kısımda yer alan restoranlardan birinde

“Doğal güzellİğe sahİp İlçesİ Bİga, mİtoloJİ ve doğanın bİrleştİğİ Kazdağları, doğa sporları İle öne çıkan Yenİce, Çanakkale çevresİnde zİ ya r e t edİ l eb İ l ec ek d i ğ er ö n e m l İ m ek a n l a r a r a sı n da”

balık-meze keyfi yapmadan dönmeyin. Özellikle sardalya bu bölgede en bol çıkan balıklardan. Sahilde güzel bir manzaraya sahip Yalova Restoran balık çeşitleri, özellikle fener kavurma ve mezeleri ile dikkat çeken mekanlardan. 286 Restoran, popüler mekanlar arasında, burada öne çıkan lezzetler sardalya, midye dolma, balık çorbası, pavurya. Pratik ve ekonomik bir yemek ise hedefiniz, merkezde yer alan Sardalye adlı küçük şirin mekan tam size göre. Nefis bir balık ekmek ve yanında turşu suyu. Meyhane konseptinde bir yer içinse Mor Salkım’ı önerebilirim. Yoğurtlu kavurma, avunya mantısı, şaraşura, soğanlı pide, bakla keşkeği, kıstırma (peynirli patlıcan), Mevlevi tatlısı Çanakkale’nin yöresel lezzetleri arasında. Güzel yemeklerin üzerine kahve için de bir önerimiz olacak; tarihi bir han olan Yalı Han’da nostaljik ve huzurlu bir ortamda kahve keyfi yapabilirsiniz. Kahve için bir başka önerimiz ise Meydani Pastanesi. Burada yanında Gökçeada’nın meşhur badem kurabiyesi ile yapılan kahve sunumları çok hoş. Assos’a giderseniz orada da kahve için Ehli Keyf’e uğrayın derim. NE ALINIR? Çarşıdaki helvacılardan peynir helvası alıp sevdiklerinize götürebilirsiniz, yaklaşık on beş gün tazeliğini koruyor. Bozcaada’nın meşhur şaraplarından, gelincik şurubundan, domates reçelinden, Gökçeada’nın bademli kurabiyelerinden alabilirsiniz. Ayrıca merkezdeki çarşıdan çeşitli el yapımı ürünler ve hediyelik eşyalar almak mümkün. NEREDE KALINIR? Grand Anzac Otel, Kervansaray Otel, Hotel Des Etrangers, Hotel Limani, Otel Karaüzüm Çanakkale merkezde gezilecek pek çok yere yürüme mesafesinde olan otellerden bazıları. Çanakkale anlatmakla bitecek şehirlerden değil gezdiğiniz topraklarda pek çok kahramanlık hikayesi yatıyor. “Çanakkale geçilmez” sözünü tarihe yazdıran yüz binlerce askerimizin maneviyatını her adımda hissedebilirsiniz. Çanakkale hem tarihe tanıklığı hem de doğal güzelliği ve farklı lezzetleri ile mutlaka görülmesi gereken yerlerden bir tanesi.



style more...

&

more...

m o d e l p o rt f o l ı o / r e k l a m & K ATA L O G f o t o G R A F I / G R A F İ K TA S A R I M W W W. C AT I K AT I S T U D I O. C O M

|

W W W. AY TA C G O L L E R . C O M

fotoğraf & tasarım


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.