YELDEĞİRMENİ
ÖN&ARKA KAPAK; SYLVAN CLOWNSON MODA
GERİYE KALAN; SERKAN ÜSTÜNDAĞ KADIKÖY
*** DERVİŞ MODA’DAN YOLA ÇIKAR Ben muhasebeci olduktan sonra “Daha fazlasını da yapabilirim. Muhteşem bir gazeteci olacağım!” dediğimde kimse bana inanmamıştı. Nasıl ünlü olduğumu hatırlatayım, belki beni tanımayanlar vardır, ben “Derviş Moda’dan Yola Çıkar” köşe yazısının sahibiyim. Yaklaşık 3 yıldır, tirajı en yüksek gazetede bu köşe yazım yayımlanmaya devam ediyor ve artık bu notları derleyerek kitap hâline getirmeye karar verdim. Son 3 yıldır köşe yazımı takip etmeyenlere bir özet geçmek istiyorum. “Derviş Tekinsiz” isimli bir kullanıcı, sosyal medyada “Kervan Yolda Gerek” diye bir etkinlik gerçekleştirmişti. Bu etkinliklerin sayısı 100’ü aştı ama artık yapılamıyor çünkü Derviş kayıp. Etkinlikler şöyle gerçekleşiyordu: Moda Sahil’de sabah 10:00’da toplanan grup yürüyerek Yeldeğirmeni’ne kadar gidiyor, yolda karşılaşılan insanlarla Derviş muhabbet ediyor, sonra da herkes yoluna devam ediyor. İşte; ben de burada haberci kimliğimle ortaya çıkıyorum, bütün konuşmaların ses kaydını alıyor sonra da en yüksek tirajlı gazeteye bu konuşmaları metin hâlinde veriyorum. Bu buluşmalarda Derviş’in hep bir adım yanında bulunduğum için tüm konuşmaları eksiksiz verebiliyorum. Daha önceden yaşanan tartışmaların tekrar nüksetmemesi için şunu açıkça belirtmeliyim: Derviş Tekinsiz, hiçbir zaman kendisini bir “dini lider”, “seçilmiş kişi” ya da “peygamber” gibi sıfatlarla anmadı ve ananları da uyardı. Derviş’in verdiği örneklerin anlatım tarzı alışık olmadığınız bir şekilde gerçekleşebilir. O her zaman şöyle derdi: “Bizler ne melek ne de periyiz. Yolunun yolcusu, sizler gibi birer insanız.” Bu çalışmamda, köşe yazılarımda paylaştığım haberlerin hepsini yayınlayamayacağım için Derviş’in verdiği örneklerin sıralamasını yanlarında köşeli parantez ile vereceğim. Sonra “Vay, efendim. Bu cümlelerin sonunda neden içinde türlü sayılar olan köşeli parantezler bırakmışlar?” demeyin. Benim haberlerimden alıntılar yaparak tez hazırlayan akademisyenlere de buradan bir tavsiye vermek istiyorum. Bakın, ben her 1
buluşmada Derviş ile beraberdim. O hiçbir zaman “Bu söylediklerim ‘Moda Söylevleri’ adı altında toplansın, şunlar da ‘Kadıköy Söylevleri’ ve bunlar da ‘Yeldeğirmeni Söylevleri’ olsun.” demedi. Öyle alakasız konuları peş peşe sıralamışsınız ki bu başlıklar altında okununca hiçbir şey anlaşılmıyor. Derviş’in mekân hakkında şunu söylediğine de dikkatinizi çekmek isterim: “Hep buradayım, hep burada. Sen bildikçe burada. Peki ama yarın nerede?” Burada yapılan alıntılar için hazırladığım konu başlıklarının kusursuza yakın olduğunu bilmek beni sevindiriyor ama belki daha iyisi de yapılırdı, kendimi övmeyi pek sevmiyorum. Muhteşem bir gazeteci olmuş olabilirim ama hâlâ bir dil bilimci değilim. Önümüzdeki yıl tekrar üniversite sınavına gireceğim ve mühendis olacağım. Yazılım mühendisliği de fena meslek değil... *** KERVAN YOLDAŞLARI ÜZERİNE SÖYLEVLER Kışın sizi üşüten soğuk değil nemdir; yazın bunaltanın sıcak değil de nem olması gibi. Sen de bunu bil, bunu söyle: “Kervan yoldaşım, merhaba! Hayat karmaşık ve yaşamak zor fakat hep birlikte aşacağız bu işi.” [1] Onlar her gün yan yana gelip de hiç konuşmayanlardı. Herkese bir iş verilmişti, onlar da bu işleri yapıyorlardı. Yanlarına uğradık ve sorduk; “Siz kimlerdensiniz? Yan yana durmuşsunuz ama birbirinizle tanışmazsınız. Bu işte felaket vardır. İnsan tanımadığına kötülük yapabilir. Aynı evi paylaşıp da birbirini tanımayan kardeşler bile vardır, bunlar hatalıdır.” Biz bunları sorduk ve onlar bize gitmemizi söylediler. Mesai saatlerinde konuşurlarsa işlerinden olacaklarını belirttiler. O zaman dedik ki “Biz mesai saatleri dışında yolumuzda yürüyoruz, siz de gelin.” O zaman bizi anladılar ve bir sonraki etkinliğe onlar da katıldılar. [456] Kervana katılım fazla olunca bizi eleştirdiniz. “Karton kutular2
la bizden para topluyorlar, haberiniz yok!” dediniz. Biz size “O insanlara para veriniz.” mi dedik? Kervana yoldaş olmak, hatalarınızı da kabul etmeniz demektir. O paraları toplayanları yakalayıp “Neden böyle bir şey yaptınız?” diye onları sorguya çekmedik mi? Toplanan paraları geri dağıtmadığımız için mi kervandan ayrılanlar oldu? Şüphesiz ki biz o paraları LÖSEV’e yatırdık ve makbuzunu da etkinlik sayfamızdan paylaştık. Neden bu vakfı seçtiğimizi soranlara da “Kendini sevdirmeye çalışan ve para aklamalık vakıflardan değildir o, yaptıkları iş iyidir, yardım etmek gerekir.” demedik mi? Bunlara rağmen bize yüz çevirenler oldu. Hakikat şu ki o gün yüz çevirenlerin sadece bedenleri geldi aramıza ve sonra da gitti. Niyetleri hiç buralarda değildi. [762] Küçük çocuklar etrafımızda koşuşturuyordu ve hızlı ilerlememizi engelliyordu. Yakup Bey, kendi çocuğunu değil de sinir olduğu Erkut Bey'in çocuğunu döverse çocuğun yaramazlığını giderebileceğini söyledi. Biz bu eğitimi inkâr ettik ve çocukları meydanda bir araya getirdik. 30 çocuğun önüne 5 kişilik peksimet bıraktık ve onlara "Karnınızı doyurun." diye buyurduk ve gittik. Döndüğümüzde her bir çocuk karnının doyduğunu söyledi. İşte o zaman Yakup Bey'i yanımıza çağırttık ve dedik ki "Paylaşmasını bilenle yolculuk yapmak onurdur. Geç olsun ama güç olmasın. Böylesi yoldaşları kim bulmuş ki biz şimdi onlara kötü davranalım?" Yakup Bey hatasını anladı ve çocuğunu da alarak kervanımızdan uzaklaştı. Peşinden arkadaşlarımızı gönderdik ve bir tartışma çıktı ortaya. "Ben bu kadar utanırken sizinle yolculuk edemem." diyordu Yakup Bey. "Utanan insanda da hayır vardır. Hayırsız olan, senin baban gibi utanmayan deyyuslardır." dedik ve hep birlikte yolumuza devam ettik. [1453] Biz hiç kimseye ne pankart dağıttık ne de “Şu sloganları haykırın.” diye buyurduk. O gün polisler üzerinize tazyikli su sıkarlarken yanınızdaki iki yüzlülere neden yardımcı oldunuz? Şüphesiz ki onlar 3
propaganda için düzgün bir yol bulamamış ve hazır bir kalabalığı sokakta görünce şansını denemişlerdendir. Kervan yolunda gerektir, yolsuzluklara alkış tutmak gereksizdir. Siz alkış tutanlardan olmayın. [1632] “Kervan ürür, it yürür.” diyenleriniz varmış. O sözün doğrusu “İt ürür, kervan yürür.”dür. Anlamı da şudur: “Meyveli ağacın taşlanması gibi, iyilikte yarışan kimselerle uğraşanlar çok olur. Akıl ve inanç sahibi insanlar, kınayanın kınamasına rağmen hak bildikleri yolda yürürler.” Akşam sizi evlerine “Kervan ürür.” diyerek çağıranların isim listeleri elimizde, hanım kızlarımız. Şüphesiz ki Pazartesi günü bu listeyi Ahlak Büro Amiri’ne teslim edeceğiz. [2019] Onlar bize sordular, “Neden her hafta aynı yolda yürüyüp duruyorsunuz? Halk tedirgin oluyor.” ve sonra iki adım kadar daha yaklaştılar. Biz de o zaman durduk ve onlara şöyle buyurduk: “Her gün aynı yoldan yürüseniz bile farklı öyküler okur zihniniz. Böyle bir metropol var mı dünyada, öyküsü tükenmek yerine çoğalan? Belki de merak edersiniz, aynı yerde dursanız da öyküler size gelmez mi, diye sorarsınız. Bilin ki biz öyküleri aramak için yürümüyoruz. Yürüyüşümüzde başka hayırlı işler vardır.” Sonra, olanı anladılar ve bir sonraki etkinliğe onlar da katıldılar. [2391] Onlar trafik ışıklarına uymaksızın karşıya geçenlerdi. Bizi ilk başta dinlemek istemediler ve alay ettiler. İşte o zaman bize “Din elden gidiyor! Sen kendini melek mi, peri mi yoksa peygamber mi sanıyorsun?” diye soranlar oldu. Onları trafik polisine şikâyet ettikten sonra şöyle buyurduk: “Bizler ne melek ne peri ne de peygamberiz. Yolunun yolcusu, sizler gibi birer insanız.” İşte o zaman trafik cezası makbuzlarını gördüler ve üzüldüler. Bizden de özür dilediler ve biz onları affedenlerden olduk. Ve hepsi trafik cezasını ödedi. [3024] 4
*** DUYGULAR ÜZERİNE SÖYLEVLER Sokak köpekleri havlayarak ve hırlayarak koşuşturdu. Kervandan bazılarınız kaçıştınız ve bazılarınız da olduğunuz yerde beklediniz. O zaman aranızdan bazılarınız bize sordu: “Ey, Derviş. Madem maymundan geldiğimize inanmıyorsun, bu köpeklerden korkup kaçanları bize açıkla.” Bu emrivaki sorularınıza alışanlardandık ve en uygun cevabı size sunduk: “Evrim inancına sahip insanlardan olup hayvanlarla örnek vermeye çalışanlardan olmayın. Korku dediğiniz duygu bir savunma mekanizmasıdır. Bilinmeyen karşısında size tedbirli davranmayı hatırlatır. Kiminiz köpekler hakkında deneyimliydiniz ve korkmadınız; kiminiz ise tedbirli davranıp uzaklaşmayı uygun gördüler. Bunlar sizin yorumlarınızdan ibaretti. O köpekler, korkmayanlarınızdan bir tanesini ısırdıkları vakit, bizden mi hesap soracaktınız? Şüphesiz ki ‘Ben biliyorum.’ diyip tedbiri elden bırakanlarınız hatadadır.” O zaman tartışmayı büyütmek isteyenleriniz, “Biz maymundan geliyoruz, demedik ki!” diyenleriniz oldu ve kervandan dışlanacakları hakkında bir korkuya kapıldılar. Sonra da inanç farklılıklarına saygı duyduğumuzu ve boş konular üzerinde çok durmadığımızı anladılar ve hep birlikte yolumuza devam ettik. [127] Eski günlerden biriydi çünkü günün kendisi küf kokuyordu. Bir tartışmadır başladı, “Mutluluk nedir?” diye soranlar vardı aralarında. Sonra onlara bir deve kuşunu işaret ettik ve dedik ki "Mutluluk; herhangi bir yerde ve zamanda olabilendir. Sen bunun neresini merak ettin?" Artık tartışmaz oldular ve bize teşekkür ettiler. Herkes endorfin ve dopamin salgıladı. [302] Kıraathanede çıkan kavgayı yatıştırmaları için arkadaşlarımızı gönderdik. O kavga edenleri yanımıza çağırttık. Onlar gelene kadar dedikodu yapanlarınız oldu ve biz, dedikoducuları “Olayın aslını öğrenmeden yorum yapmayın.” diyerek susturduk. 5
Sonra, kavgayı başlatan iki adama neden tartıştıklarını ve bu tartışmanın da kavgaya döndüğünü sorduk. Onlardan biri bize “Bu deyyus reptilianlara inanmıyor, benimle dalga geçiyor.” ve diğeri de “Kertenkeleden sanayi bakanı mı olur? Bırak ya, dinlemeyin şunu...” demedi mi? Konu hakkında yorum yapmadan onlara şöyle buyurduk: “Bir konuyu konuşarak dikte etmeye çalışmak tehlikelidir. Dikte ettirmenin her türlüsü tehlikelidir ama yüz yüze konuşmak en tehlikelisidir. Ne sen karşındakini dinlersin ne de karşındaki seni. Durduk yere adrenalin salgılayanlarınız, öfkelenenleriniz olur bu durumlarda ve birbirinizin kalbini kırarsınız. Eğer bu da yetmez ise dövüşürsünüz. Gelin, siz dikte edenlerden olmayın. Onlar, hayırsız insanlardır.” İşte o vakit bize “Siz reptilian mısınız, lizardfolk musunuz yoksa sauroid misiniz?” diye sordular. Onlara “Bizler ne reptilian ne lizardfolk ne de sauroidiz. Yolunun yolcusu, sizler gibi birer insanız.” cevabını verince bize inandılar, gönüllerimiz bir oldu ve bir sonraki etkinliğe onlar da katıldılar. [627] Otuzlu yaşlarına henüz ulaşmamış genç bir hanım sahilde intihar etmek üzereyken onu fark ettik ve yanına gittik. Ona “Neden intihar ediyorsun?” diye sorduğumuzda bize “Siz hüzünden ne anlarsınız! Benim hayatımın bir anlamı kalmadı!” diye çığlıklar atmadı mı? İşte, o zaman ona şu anımızı anlattık: “Senin yaşlarında bir yoldaşımız vardı, adı Perihan’dı. Ölüm haberini yoldaşlarımıza duyurduğumuzda pek üzüldüler. Sonra onlara Perihan’ın aşırı doz uyuşturucu kullanıp pehlivanlığa soyunduğunu ve 10 erkek altında ezilerek öldüğünü belirttiğimizde üzülenlerin sayısı azaldı. Biz ‘hüzün’ denilince şunu anlayanlardanız: Hayatı gizemli bir hâle getirmeye çalışanların başarısızlıklarına karşı hissettikleri duygudur bu.” İntihar edecek olan hanım kızımız o vakit kararından vazgeçti ve “İyi ki onuncu kişiyi bulamamışım. Madem siz 10 kişi altında ezilerek ölenlere üzülmüyorsunuz, artık ne pehlivan olmak istiyorum ne de ölmek istiyorum.” dedi. Sonra, kervanımızdaki psikiyatr yoldaşlarımızdan birinin kartvizitini verdik ve kervan yoldaşı indiriminden faydalanabileceğini garanti ettik. [1777] 6
*** KİTAPLAR ÜZERİNE SÖYLEVLER Üç sahaf buluşmuş, ticaret yapıyorlardı. Onlara aradığımız kitabın adı soruldu ve üçü de aynı kitaba sahip olduklarını söylediler, bize ellerindeki nüshaları gösterdiler. Birinci kitap hasarlı ve ıslaktı, Nirvana'ya düşenlerden alındığı söylendi. Şüphesiz onlar Nil Nehri'nden bahsediyordu. İkinci kitap karalanmıştı, sayfaların üzerine notlar alınmıştı. Onlara dedik ki "Benim istediğim sohbet kitaptadır. Bu karalamalar, söz hakkı verilmeyen bir cinin imzasına benzer." Üçüncü kitap iyi korunmuştu ve onu satın aldık. Sonra sahafları yanımıza çağırttık ve onlara birer tohum hediye ettik. Onlar tohumları aldı ve mutlulardı. [471] O gün, “Rüzgâr tersten esiyor. İçimiz üşüdü.” dediğinizde yolumuzu değiştirip daha az esintili olan sokaklardan gitmeyi uygun gördük. Kitabevinin önünden geçerken “çok satanlar” rafına bakıp o kitabevinin sahibini yanımıza çağırttık ve o kitaplardan hangisinin yazarının, gerçek bir yazar olduğunu sorduk. Kitabevinin sahibi bize cevap vermeyi reddetti ve bize yüze çevirenlerden oldu. İşte o zaman; biz bu garipliği fark ederek başka bir kitabevine gittik ve “çok satanlar” rafını inceledik. Sonra, o kitabevinin sahibine “Bu kitaplardan hangisinin yazarı, gerçek bir yazardır?” diye sorduk. Kitabevi sahibi “Ben orasına, burasına ya da şurasına bakmam. İster şarkıcı olsun, ister tiyatrocu ve isterse de balerin olsun. Kitapların içeriğine de bakmam, imla kuralları da umrumda değil. Kasamı dolduruyor mu, ona bakarım.” dediğinde ona darıldığımızı söylemedik mi? Ama yine de ona kucak açtık ve en azından bu sapkın raftan kurtulmasını buyurduk ve dedik ki: “Sen, şu ya da o kitabevi böyle gereksiz rafları giriş kapısının yanına koydukça, içi boş kitaplar yayılmaya devam edecek. Sen bu kitapları buradan kaldır. O da 20 lira, bu da 20 lira... En azından insanlar güzel bir roman okusun.” İşte o zaman hatasını anladı ve bizden özür diledi. İki hafta 7
sonra o kitabevinin önünden geçerken göz ucuyla içeri doğru baktık ve “çok satanlar” rafının aynı yerde durduğunu fark ettik. Şüphesiz ki özür dileseler bile yolun yolcusu olmaktan korkanlar vardır. Zorla güzellik olmaz. Onları kendi hâline bırakın. [888] Kervanımızın arka sıralarında bir tartışma çıktı, arkadaşlarımızı yanlarına gönderdik ve o tartışanları yanımıza çağırttık. Tartışanlardan biri öfkeliydi ve diğeri ise ağlıyordu. Önce ağlayanı dinledik ve bize “Ben ona en değer verdiğim kitabı ödünç verdim. O ise hem sayfalarını karalamış hem de üzerine kahve ve asitli içecek damlalarından dökmüş.” diyerek yakındı. Sonra öfkeli olanı dinledik ve bize “Yahu, ben kitap okuyan adam değilim. Bu kadına bin beş yüz yetmiş dört defa anlattım. Neymiş, efendim; mutlaka okumam gerekiyormuş. Gönülsüz işten ancak bu kadar oluyor. Buna şükretsin.” diyerek yakındı. O gün hepinizi toplayıp “Kitap ödünç vermek çok hassas bir konudur. Bu hususa davranacak olanlarınız, karşısındaki insanı iyice tanısın ve ona göre hareket etsin. Herkes kitaplara aynı gözle bakmaz. Kimi ağırlınca, kimi sayfa sayısına göre, kimi ne kadar resimli olduğuna bakarak, kimi türüne, kimi basım yılına, kimi yazarına, kimi fiyatına ve kimi de çevresinde bu kitabın ne kadar popüler olduğuna bakarak okur. Siz bu insanlardan hangisine kitap ödünç verdiğinizi bilemezsiniz. Size değer vermeyen, kitabınıza hiç vermez. Kitap ödünç verip de üzülenlerden olmayın.” demedik mi? Peki neden sonraki hafta yine bu kadın karşıma dikilip “Geçen hafta verdiğim kitabın da içine tükürüp sayfalarını yırtmış, koparmış. Kitabı suratıma fırlattı ve kaçtı.” diyerek tekrar ağladı? Biz niyetimizi açıkça söylemiyor muyuz? Kitap ödünç verenlerden olmayın. [1574] Şüphesiz ki biz “Kitap hediye etmeyin.” demedik. Biz sadece “Kitaplarınızı başkalarına ödünç vermeyin.” dedik. Bize bu ithamlarda bulunup da hataya düşenlerden olmayın. [1575] Dalga mı geçiyorsunuz? Terbiyesizlerden olmayın. [1576] 8
*** MÜZİKLER ÜZERİNE SÖYLEVLER "Neden bu çığlık atan insanları müzikmiş gibi dinliyorsunuz?" diye sordular ve sesini kısmamızı istediler. Şarkıyı bir dakikalığına kapattık ve dedik ki "Çünkü çığlığı içinden atan insanlarda samimiyetsizlik vardır, onlardan olmayın." İşte o zaman hep birlikte çığlıklar atarak şarkımıza eşlik ettiler. [121] İnsanlar duygularını karşılarındaki kişilere aktarmaya çalışıyorlardı ve çok zorlanıyorlardı. Biri, diğerine selam verdiği zaman karşısındaki “Ay, ne münasebet. Benim sevidiğim biri var.” diyor ve bir anlaşmazlık doğuyordu ve o zamanlar popüler müzik henüz piyasada yoktu. Sonra, onlar yanlış anlaşılmaların yaşandığını fark ettiler ve dillerine bir ritim ve tempolar eklediler. O zamanlar kimin ne dediği anlaşılır oldu ve yapılan espirilere anlatıcı gülmeden önce gülenler oldu. Örnek olarak size allegro tempoda konuşanları işaret etmedik mi? Ritenuto temposuna uyanlardan sıkkınlık duyduğumuzu belirtmedik mi? Daha sonraları, insanlar sürekli aynı ritimlerin üzerine içi boş sözler yazıp şarkı diye piyasa soktular ve gaflette bulundular. Müzik dinleyende bir duygu oluşmaz oldu, halk ozanları öldü, tövbe edenlerin sayısı etmeyenlere oranla utanç verici oldu. Kimse size “O şarkıları dinlemek zorundasınız!” demedi. Bu şarkıları dikte ettirenlerden olmayın. [402] O gün; kaldırımda oturmuş, kulaklıklarını takmış ve gözlerini de kapatıp yavaş hareketlerle sağa-sola sallanan genci gördüğünüzde telaş yapanlarınız oldu. O genci yanımıza çağırttık ve ne yaptığını sorduğumuzda “Müzik dinliyorum. Güzel anılarımı hatırlatıyor ve ben de güzel vakit geçiriyorum.” cevabını verdi. Sonra aranızda tartışanlarınız oldu. Bir kısmınız “Neden geçmişteki güzel anılara sıkışıp kalmış? Şu anı yaşasın ve yeni güzel anılara sahip olsun.” derken, diğer bir kısmınız da “Evet, gerçekten de 9
müziğe anıların iyisini de kötüsünü de kaydetmek mümkündür. Bunu ben de hep yaparım.” dediniz. Sonra genç çocukla birlikte hepinizi yanımıza çağırttık. Yere üçgen oluşturacak şekilde üç adet tenekeden içecek kutusu yerleştirdik ve bir bakkaldan da plastik top getirttik. “Hanginiz tek atışla bu üç tenekeyi devirirse o haklı çıkacaktır.” dediğimizde sizinle eğlendiğimizi, şakalaştığımızı anlamadınız. İki saate yakın o tenekeleri devirmenizi bekledik ve sonra siz bu işten vazgeçince sizi tekrar yanımıza çağırttık. Şüphesiz ki müzikler insanların kendilerini tanıma yollarının başında gelenlerdendir. Bir şarkıyı tamamen ezberleyemeseniz bile nakarat kısmına eşlik edersiniz. En çok tekrar edene hatasız eşlik edeceğini bilen kişi, sesi çirkin bile olsa, epey yüksek bir desibelle bu ezgilere eşlik eder olur. Mantralar da böyledir. Sadece nakarat kısmını oluşturan bir cümleden meydana gelir ve onu söyleyenlerin duygu durum değişikliğine uğradığı görülür. Tekerrür, güven getirir. Biz bunları anlattık ve aranızdan bazılarınız huzursuzlandı. “Biz bu kadar aciz miyiz?” diye soranlarınız oldu. Biz onlara “Aciziyet bunun neresinde? Kuç uçabiliyor ama yüzemiyor diye aciz mi? Balık yüzüyor ama uçamıyor diye aciz mi? Şüphesiz ki bazı kuşlar hem yüzer hem de uçar, tıpkı bazı balıkların hem yüzüp hem de uçması gibi... Fakat onlar diğerlerine aciz gözüyle bakmazlar. Olanı bilirler ve böyle yaşarlar.” demedik mi? Ve sonra, bakkal yanımıza ulaştı. “Para üstünü eksik almışsınız. Buyurun.” dedi ve biz de onu şarkılar söyleyerek uğurladık. Aranızdan hiç kimse de bize “Neden para üstünü tamamlamak için 2 saat sonra geliyor?” diye sormadı. [1914] Bu, bize de anlatılmış olandır. Çok eski vakitlerde yaşanmıştır ve herkes bilmeli, herkes paylaşmalıdır. O zamanlarda bir çocuk yaşarmış ve sesi çok çirkinmiş. Babası Kaf Dağı’nda kaçak avcılık yaparken 12 bıldırcın, 4 cüce ve 7 peri öldürmüş; 83 cin ve 26 albastıyı da sakat bırakmış. Ölenler hemen ölmüş ama sakat kalanlar ölene kadar bu adama “Oğlunun sesi çok çirkin olsun!” diye beddualar okumuşlar. Adamın içi rahatmış çünkü bir oğlu yokmuş o zamanlar. 10
Sonra bir cadı gelmiş, adamı bulmuş ve demiş ki “Bu 8 bıldırcına kaç para istersin?” Adam da hem mermi hem de yol parasını çıkartacak şekilde bir fiyat vermiş. Fiyatta anlaştıkları zaman satış gerçekleşmiş ve cadı giderken “Gerçekten de oğlumuzun sesi pek çirkin olacak.” demiş. Adamın içi rahatmış çünkü hem o cadıyla evli değilmiş hem de onunla cima etmemiş. “Bugün günlerden Çarşamba. Ne ararsın bu pazarda?” diyerek yaklaşan bir dev, neredeyse ezecekmiş adamı. O kadar büyükmüş ki bu dev, küçücük olanlara verdiği zararı görmezden gelirmiş çünkü onu böylesine küçük görüp de ezebilecek kadar büyük başka bir dev yokmuş. Devin sesi çok çirkinmiş ve devin ayağı takılmış, yere düşmüş. “8 bıldırcına bu kadar ödeme yaptılarsa, bir dev için kim bilir ne kadar ödeme yaparlar...” diye iç geçirmiş adam ve beline bağlamış olduğu baltanın iplerini çözmüş. Devin boyu çokça büyükmüş. 3 farklı köyün karnı onun etleriyle dolmuş. Adamın da kesesi epeyce dolmuş ve “Artık ben çalışmam, evlenip çocuk yapayım da çocuğum baksın bana.” diyerek evlenmiş. Adamın karısı yarı-tanrıymış ama bu özelliğini kocasından saklamış. Ertesi gün bir erkek çocukları olmuş ve sesi çok çirkinmiş. Ağzını açtığında kaçışacak yer arıyorlarmış. Sonra babası demiş ki “Bu çocuğa konuşmayı yasaklayalım.” fakat çocuk konuşmaktan vazgeçmemiş ve ergenlik döneminde çocuğun sesi iyice çirkinleşmiş. Sonra o çocukla alay edenler olmuş, “Şu güzel sesinle bir şarkı söyle de dinleyelim.” diyenler olmuş. Şarkıyı o kadar güzel söylemiş ki çocuk; yer yarılmış ve içinden Şeytan çıkıp çocuğun önünde diz çökmüş ve “Ah, ben nasıl bir hata içindeymişim. İnsanların bu kadar güzel sesli olduğunu bilsem inkâra düşer miydim hiç?” demiş. Çocuk da “İyi de benim annem yarı-tanrı. Herhalde ben de insan sayılmam, değil mi?” diyince Şeytan cehenneme geri dönmüş. Çocuk şarkı söylediğinde herkes gülüyormuş ama konuşunca ya kusuyorlar ya da kaçışıyorlarmış. Çocuk da bunu kullanmış ve köylüleri haraca bağlamış. “Her kim ki parasını zamanında yatırmaz, gelir evinin önünde kendi kendime sohbet ederim.” demiş. Albastılardan bir tanesi bu ticaretten haberdar olunca o köye gitmiş. Yeni doğum yapan kadınlara musallat olduktan sonra da çocu11
ğun karşısına dikilmiş ve “Sen ne beter bir şeysin. Babana beddua ettik, şimdi paraya para demiyorsunuz. Kazancınızın %40’ını bize vereceksiniz.” diyerek tehdit etmiş onu. Çocuk da bir şarkı söylemiş ve albastıyı kendine âşık etmiş. Ertesi gün bir kız çocukları olmuş ve bu çocuk nesneleri beyin gücüyle hareket ettirebiliyormuş. Evdeki kesici aletler gelişi güzel hareket ederken hem o çocuğu, hem annesi olan albastıyı hem de babası olan çirkin sesli adamı öldürmüş. Uzun lafın kısası; sesiniz güzelse şarkılar söyleyin ve neşe saçın. Sesi çirkin olanlardansanız şarkılara eşlik etmeyin; bu işte hayırsızlık vardır. [2222] *** ZAMAN ÜZERİNE SÖYLEVLER O gün, heyecanla yanımıza koşup gelenler oldu. Bize “Biz bu kervanı rüyamızda gördük. Hem de üçümüz, üçümüz de dün gece. Siz rüyalarda da dolaşır mısınız?” diye sordular. Aranızdan bazılarınız bu yabancılara “hurafeci” dedi, kimileriniz de “Böyle düşüyor mu, birader?” gibi cümlelerle onlarla alay etti. Biz sustuk ve bekledik. Söz kalabalığı bitince hepinizi yanımıza çağırttık. “Şimdi,” dedik onlara, “Şu andan bahsettiğinizi sanıyorsunuz ve fakat üçünüz de dün gece gördüğünüz düşten bahsediyorsunuz. Eğer ki aranızdan biri, bir diğerinize bu düşü onlardan önce gördüğünü söylemiş olsaydı, kendi aranızda da anlaşmazlık çıkacaktı. Hem üçünüzün de bu düşü dün gece aynı saatte görüp görmediğinizi de bilmiyor gibi bakıyor ve şüpheyle izliyorsunuz bizi. O vakit, size zamandan bahsedelim ki aklınız daha fazla karışmasın.” Sonra iki leğen ve bir damacana su getirttik. Leğenlerin birinin dibine delikler açtık ve diğerinin içine geçirttik. Sonra suyu bu iki leğenin içine döktük. Üstteki delikli leğeni hafifçe kaldırdık ve içindeki suyun alttaki leğene aktığını gösterdik. Sonra delikli leğeni yine diğerinin içine koyduk ve suyun delikli leğene döndüğüne işaret ettik. “Anladınız mı?” diye sorduk ve cevap veren olmadı. Sonra onlara olayın aslını anlattık, gerçekleri benimsettik; “Bu üstteki delikli leğen ‘şimdiki zaman’dır. Alttaki leğen ise 12
‘geçmiş zaman’dır. ‘Şimdi’ ile ‘geçmiş’ arası açıldıkça zihniniz su gibi seyrek ama daha hızlı geçmişe akar. Evet, zihniniz bu sudur. İnsanlar bu yüzden geçmişe bağlı yaşamaya çalıştıkça zihinleri hızlanır ama olayları daha seyrek anımsar. Sonra da ‘şimdi’ye daha yakın bir ‘geçmiş’e bakarlar ve daha iyi anımsarlar. Bazıları ise ‘şimdi’ ile ‘geçmiş’i birbirine karıştırırlar. Onların suları bazen leğenlerden dışarı dökülür, etrafı ıslatır, akılları karışır ve odaklanma problemi yaşarlar.” Onlar, bu gerçekleri benimsemekte zorlandılar ve hem utanarak hem de sıkılarak bize “Yine anlamadık.” dediler. O akşam bir arkadaşımın düğününe gideceğim için vaktimizin olmadığını, başka bir zaman daha detaylı anlatacağımızı belirttik ve yabancılarla vedalaştık. [1250] Bize hızla yaklaştılar ve “Saat kaç?” diye sordular. Onlara “Şimdi vakti değil.” demedik mi? [2023] Dinlenmek için kaldırıma oturduk ve peksimetlerimizi paylaştırdık. Karnımızı doyururken aranızdan biri çıkageldi ve “İş yerindeyken vakit geçmek bilmiyor. Mesai bitimine kadar sanki zaman duruyor ama bu kervanla yola çıktığımda zaman su gibi akıp gidiyor. Siz zamanı yönetenlerden misiniz?” diye sordu. O zaman; peksimetlerimizi yeterince çiğneyerek yutmaya devam ettik. Sağlıklı, güzel içme sularından içtik. Hemen cevap vermedik ve sizleri meydana çağırttık. Meydan dediğimiz yerin az ötesinde ipe balonlar bağlamış ve para karşılığında bu balonlara ateş ettiren bir esnafla tanıştık. Ona hayat hikâyesini sorduk ve buradaki balon patlattırmacılık mesleğine nasıl başlamış olduğunu dinledik. Sonra, yanımızdan kaykay ve patenleriyle hızla ilerleyen genç bir grup geçti. Onları işaret parmağımızla gösterip “Çok yetenekliler.” demedik mi? Daha sonra, yine yürüyüşümüze başladık ve Kadıköy’ün yolunu da yarıladık. Sonra durduk ve bize soru soran adamı yanımıza çağırttık. Ona şöyle sorduk: “Bugün de zamanın su gibi akıp gittiğini düşünüyor musun?” O da bize şöyle cevap verdi: “Hayır, bugün bitmek bilmedi.” 13
İşte, o zaman; “Zamanı yönetenler bizler değiliz, sizin algı hızlarınız ve beklentilerinizdir. Eğer ki bir şeyi bekliyor ve elinizden bu konuda yapacak bir şey gelmiyorsa, size zaman yavaşladı gibi gelir. Ancak, bulunduğunuz anı yaşar ve işlerinizle meşgul olursanız, zamanın nasıl akıp gittiğini anlayamazsınız. Bugün senin için zaman geçmek bilmedi çünkü soruna yanıt bekliyordun. Diğerleri için ise hızla geçip gittiğine emin olanlar vardır. Sen, sen ol ama zamanın yönetildiğini düşünme.” açıklamasını yaptık. Sanki daha önce bu örneklemeyi duymamışsınız gibi aralarınızda ıslık çalanlar ve alkışlarla tebrik edenleriniz oldu. Bu kervan işinden sıkılmaya başladım. [4953] *** AİLELER ÜZERİNE SÖYLEVLER Boşanmak üzere olan bir çift bizi ziyarete geldi ve sorunlarını anlattılar. O onun bazı hareketlerini beğenmiyordu, o da onun... Onlara bize aile kavramını betimlemelerini buyurduk ve şu cevapları aldık: “Aile, yuva demektir ama yuva ne demektir, bu adam bana unutturdu.” “Aile, emek demektir ama bu kadın emek vermenin değerini bana unutturdu.” O zaman sizleri yanımıza çağırttık ve ailenin ne olduğunu anlattık; “Aile kelimesini etimolojik açıdan araştırırsanız, tam olarak ne anlama geldiğini hatırlarsınız. Bir anne, bir baba ve çocuk ya da çocuklardan oluşan bu topluluğun birbirine olan bağlılığıdır. İnsanların muhtaç olduğu eğitimin kaynağıdır. Eğer ki bu anlamı kavramış olarak yetişirseniz ne bir ‘gaile’ye (Gulyabani gibi korkunç yaratık. Bir anda insanların üzerine atlayıp onları param parça edeler.) dönüşürsünüz ne de yuvanız ‘haile’ye (Sonu kötü biten tiyatro oyunu.) döner. İşte bu yüzden, öncelikle birbirine saygı duyan ve güvenen insanlarca kurulmalıdır aile. Yoksa önümüze gelenle evlenip sonra da vazgeçmez miydik?” İşte o zaman; boşanmak üzere olan çift birbirine sarıldı, öpüştüler ve barıştılar. Evli de olsalar insanların arasında öpüştükleri için tepki gördüler ve sonra da onlara genel ahlak kurallarını anlatmak zorunda kaldık. [1331] 14
Haşlanmış mısır satan bir esnafın önünde ağlayan oğlunu döven kadını fark ettik. Onları yanımıza çağırttık. Kadına oğlunu neden dövdüğünü sorduk ve bize şu cevabı verdi: “Gitmiş, babasına ‘Annem seni aldatıyor.’ demiş. Şimdi sevgilim de beni terk etti, hıncımı çocuktan çıkarıyorum.” Sonra, kadını geri gönderttik. Aldatan insanlarda hayır yoktur, boş yere dil dökecek vakit de bizde yoktur. Çocuğun akıbetini bana soranlar oldu ve onlara şöyle buyurduk: “Nereden bileyim, ne oldu? Takibe mi alsaydık çocukcağızı?” [2424] *** RESİMLER ÜZERİNE SÖYLEVLER O gün, sokakta resim sergisi vardı ve aranızdan bazılarınız resimlere bakmak istediklerini belirtti. Biz de hep birlikte ziyaret etmeyi uygun gördük ve sergiye katıldık. Bazılarınız resimlere bakarken garip sesler çıkardı, bazılarınız resimler hakkında tartıştı ve bazılarınız da eser sahipleriyle sohbet ettiler. Bir buçuk saatlik ziyaretimiz sonrasında hepinizi meydana çağırttık. Aranızdan biri “Resim sanat mıdır?” diye sorunca bir tartışma başladı. Herkesin susmasını, kavga edenlerin ayrılmasını bekledik ve sonra bu soruyu yanıtladık; “Sanat adını verdiğimiz iletişim disiplinlerinden biri de resimdir. Her sanat dalında olduğu gibi, resimle de birçok farklı şey karşı tarafa aktarılmaya çalışılabilinir. Kimisi bir portre resmeder ve hatırat olarak geçmişi bu tabloya hapseder. Kimileri öyle bir sahne çizer ki siz onun öyküsünü dinlersiniz. Kimileri duygularını renklerle ve şekillerle aktarır. Evet, resim de bir sanattır, bu dili kullananlar hayırlı insanlardır.” Sonra, aranızda yeni bir tartışma çıktı. “Uygunsuz resimler yapanlar var. Ne biçim gudubetlikler sergiliyorlar.” diye bazı ressamları eleştirdiniz. O zaman size “Siz ‘sanat’ı, ‘konuşmak’tan farklı mı sandınız? Kiminin sohbeti size hoş gelir ama kimisininki de boş gelir. Biz resimlerle anlatılanlara yorum yapmadık, resmin kendisine 15
yaptık.” diye buyurmadık mı? [2603] Onlara “Keşke bunu kelimelerle anlatmaya çalışmasaydın da resmini çizebilseydin.” dediğimizde mutluluktan bahsetmiyorduk. Şüphesiz ki onlar, bizimle dalga geçenlerdendi. [3008] *** FELSEFELER ÜZERİNE SÖYLEVLER Basketbol sahasının yanında oturmuş ve felsefi bir konu üzerine tartışıyorlardı. Aranızda onlar için “Hayır, tartışmıyorlardı. Sohbet ediyorlardı.” diyenleriniz oldu. Keşke onlar da tartışmanın ne demek olduğunu bilselerdi. Ne hakkında tartıştıklarını size anlattığımızda şaşıranlarınız, bizden yüz çevirenleriniz oldu. Anladık ki kervan içerisinde felsefe yapmanıza izin vermemek gerekiyordu. Felsefe yapmak isteyenleriniz birbirine bir şeyler dikte etmeye çalıştı, önce kavga ettiler sonra da dışarıdan silahlı adamlar çağırıp bu anlaşmazlığı kan davasına çevirdiler. Hayatta kalanlarınıza sesleniyoruz, bunu bilin, bunu söyleyin: “Felsefede varlığın ve birliğin araştırılmasında kullanılan her yol mübahtır. Bu meseleleri dinlere küfür saymayın. Düşünenlerden olun. Daha pratik bir hayat, düşünmeden elde edilemez.” [5078] Yoldaşınız size bir şey önerdiğinde “Sen de başımıza filozof oldun, ha!” diyerek onunla dalga geçtiğinizi işittik. Bunun gibi insanlar yakında “Bana edebiyat yapma!” gibi akıllarınca hakaret olan cümleler de kurarlar. Şüphesiz ki ne filozof olmak ne de edebiyat yapmakta hayırsızlık vardır. Hayırsız olanlar, bu konuları hayırsız gibi gösterme uğraşında olanlardır. [6537]
16
Yürüyerek 38 dakika süreceği tahmin edilen bu rotayı, her etkinlik günü 4 ila 6 saat arasında tamamlıyorduk. En genel rotamız buydu, bazı günler ara sokaklardan giderdik, bazı günler de sahil tarafından... Ve bu arada; Daha fazla fanzin ve fankit için;
Daha fazla Sylvan Clownson için;
Daha fazla Serkan Üstündağ için;