2020 / 16 l NO 829 l 20 MAYIS - 2 HAZİRAN 2020 l 15 TL
1934 YILINDA KADINLARA SEÇME VE SEÇİLME HAKKI VEREREK BIR KEZ DAHA TÜM DÜNYAYA ÖRNEK OLACAK BIR KARARA ÖNCÜLÜK EDEN ATAMIZI SAYGIYLA ANIYORUZ
KENDİ MARKASINI YARATAN VE BÜYÜTEN
AYDIN DOĞAN VAKFI Y. K. BAŞKANI
HANZADE DOĞAN BOYNER “DAHA ÇOK PROJE ÜRETEREK KIZLARIMIZIN EKONOMIK VE SOSYAL GELIŞIMLERINE DESTEK OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ”
TÜRK KADIN GİRİŞİMCİLER İŞ HAYATINDA BİR EFSANE: CHANEL
ÖZEL TEMA: ‘KADIN GÜCÜ’ Üreten, ilham veren, yöneten ve paylaşan kadınlar ZAMANSIZ BİR İYİLİK İKONU: PRENSES DIANA
KAGİDER BAŞKANI EMİNE ERDEM
“EGO-SİSTEMDEN EKO-SİSTEME GEÇİLMELİ”
KOÇ HOLDİNG KURUMSAL İLETİŞİM VE DIŞ İLİŞKİLER DİREKTÖRÜ
OYA ÜNLÜ KIZIL “ÖZGÜR VE REFAH BİR DÜNYA HEDEFİ İÇİN EŞİTLİK SAĞLANMALI” UN WOMEN TÜRKİYE VE ‘HEFORSHE’ PROJESİ “COVID-19 SADECE BIR SAĞLIK TEHDIDI DEĞILDIR”
YAYINCI Doğan Burda Dergi Yayıncılık ve Pazarlama A.Ş. İcra Kurulu Başkanı Cem M. Başar Yayın Direktörü M. Melda Narmanlı Çimen Yayın Yönetmeni (Sorumlu) Gökçe Ateş Kantarcı Görsel Yönetmen Yusuf Akan Yazı İşleri Müdürü Figen Nalan Özkan Haber Müdürü Kemal Atılgan Editörler Sinem Kın, B. Nazlan Üregül, Ersin Parmaksız Haber Merkezi Bülent Kaya, Göksel Menteşoğlu, Murat Tamay Grafik-Tasarım Göktay Çuhadar Etkinlik ve Proje Direktörü: Ali Erman İleri Marka Müdürü: Filiz Şahinkaya Kurumsal İletişim Müdürü: Funda Demirci Ayan Ankara Temsilcisi Erdal İpekeşen Tel: (0312) 207 00 71 YÖNETİM Satış ve Dağıtım Direktörü Egemen Erkorol Finans Direktörü Didem Kurucu Üretim Planlama Direktörü (Tüzel Kişi Temsilcisi) Yakup Kurtulmuş Dijital İçerik Direktörü Eren Demir REKLAM Grup Başkanı Nisa Aslı Erten Çokça Grup Başkan Yardımcısı Işıl Baysal Turan - Seda Erdoğan Bal Satış Koordinatörü Neyran Çınar - Menend Çerçioğlu Satış Müdürü Beril Güroğlu - Hülya Hankendi - Maya Yılmaz - Şerife Dökmetaş Bölgeler Reklam Satış Müdürü Dilek Ünlü (0212) 336 53 72 Faks: (0212) 336 53 91 Teknik Müdür Ayfer Kaygun Buka Tel: (0212) 336 53 61 - 62 Rezervasyon Tel: (0212) 336 53 00 - 57 - 59 Faks: (0212) 336 53 92 - 93 Ankara Reklam Satış Koordinatörü Sezinur Balıkçıoğlu Ankara Reklam Satış Müdürü Beliz Balıbey Tel: (0312) 207 00 72 - 73 Hedef Sayfalar Tel: (0212) 336 53 70 Faks: (0212) 336 53 91
Uluslararası Reklam Satış Temsilcilerimiz ALMANYA Michael Neuwirth T. +49 89 9250 3629 michael.neuwirth@burda.com AVUSTURYA / İSVİÇRE Christina Bresler T. +43 1 230 60 30 50 Christina.Bresler@burda.com FRANSA / LÜKSEMBURG / BELÇİKA / HOLLANDA Marion Badolle-Feick T. +33 1 72 71 25 24 marion.badolle-feick@burda.com İNGİLTERE / İRLANDA Jeannine Soeldner T. +44 20 3440 5832 jeannine.soeldner@burda.com ABD / KANADA / MEKSİKA Salvatore Zammuto T. +1 212 884 48 24 salvatore.zammuto@burda.com YUNANİSTAN / PORTEKİZ / İSPANYA / HİNDİSTAN / ASYA Jessica Loose T. +49 89 92 50 2468 jessica.loose@burda.com İSKANDİNAV ÜLKELERİ Ulrik Brostrom T. +45 2328 9769 ubr@jbmedia.dk
YÖNETİM YERİ Kuştepe Mah. Mecidiyeköy Yolu Cad. No:12 Trump Towers Kule 2, Kat: 21 - 22 - 23 34387 Şişli / İstanbul Tel: 0 212 410 32 00 Faks: 0 212 410 35 81 Baskı:Bilnet Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş. Dudullu Organize San. Bölgesi 1.Cad. No:16 Ümraniye-İSTANBUL Tel: 444 44 03 • Fax: (0216) 365 99 07-08 • www.bilnet.net.tr Sertifika No: 42716 Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Yayın Türü: Ulusal, süreli, haftalık.
üyesidir DB Okur Hizmetleri Hattı (0212) 478 0 300 okurhizmetleri@doganburda.com DB Abone Hattı Hizmetleri (0212) 478 0 300 / Faks: (0212) 410 35 12 - 13 abone@doganburda.com www.doganburda.com Çalışma saatleri: Her gün Saat 09.00 - 22.00 arasında hizmet verilmektedir.
© HELLO! Dergisi, Doğan Burda Dergi Yayıncılık ve Pazarlama A.Ş. tarafından Hello Limited lisansıyla T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilerek dahi alıntı yapılamaz. HELLO! is a trademark of HOLA, S.A. All rights reserved. Reproduction in whole or in part without written permission is strictly prohibited. HOLA, S.A.; Miguel Angel, 1, Madrid, Spain 28010.
14
BU HAFTA 14
ATATÜRK’ün kadınlara tanıdığı hakların değerini bir kez daha kavrıyor; eşsiz vizyonu karşısında saygıyla eğiliyoruz.
18 Kendi markasını kuran BAŞARILI KADINLAR ve hikayeleri. 72 AYDIN DOĞAN VAKFI’nın cinsiyet eşitliğine katkıda bulunan çalışmaları merceğimizde. 78 OYA ÜNLÜ KIZIL, “HeForShe çok güçlü bir hareket” diyor ve düşüncelerini bizimle paylaşıyor. 90
Türkiye Kadın Girişimciler Derneği Başkanı EMİNE ERDEM, pandemi nedeniyle ülkelerin büyüme oranlarının küçüleceğini ve bundan en çok kadınların etkileneceğini söylüyor.
94
İnandıkları uğruna bir ömür boyu mücadele etmeye hazır, üretici, girişimci ve KENDİNE GÜVENEN GÜÇLÜ KADINLAR...
94
110 Ezber bozan bir First Lady: MICHELLE OBAMA 118 PRENSES DIANA, iyilikleri, stili, zarafeti ve ışıldayan gülümsemesiyle halen kalplerin prensesi.
118
72 Life Style 144 STİL 146 MODA 148 LÜKS 151 GÜZELLİK 152 DEKORASYON 160 SANAT
110 146
152 T
*Sat ı cı nı nDoğanBur daol duğuuygul amavewebs i t el er i ndekar goücr et ial ı nmamakt adı r . Di ğerkanal l ar dakiücr et s i zkar gof ı r s at ıs at ı cı l ar ı nbel i r l edi ğikr i t er l erkaps amı ndauygul anı r .
ht t p: / / der gi bur da . c om/ ht t ps : / / n1 1 . c om/ ma ga z a / doga nbur da ht t ps : / / gi t t i gi di y or . c om/ ma ga z a / doga nbur da ht t ps : / / heps i bur a da . c om/ ma ga z a / doga nbur da ht t ps : / / a ma z on. c om. t r / ht t ps : / / mi gr os . c om. t r / ht t ps : / / c a r r ef our s a . c om/ t r / ht t ps : / / www. dr . c om. t r /
a ma z on
Ca r r ef our SA
i s t egel s i n
ma c r oc ent er
D&R
get i r
Mi gr osHemen
heps i bur a da
gi t t i gi di y or
Mi gr osSa na l Ma r k et
n11
edito Çünkü kadınlar başardığında, HEPİMİZ KAZANIRIZ!
gates@doganburda.com
H!
The New Yorker’a kapak olan ünlü ressam, karikatürist, illüstratör Gürbüz Erdoğan Ekşioğlu, kadınlar için özel bir işbirliğine imza attı. Ekşioğlu, Mehry Mu’nun ilkbahar-yaz koleksiyonuyla birlikte hediye ettiği toz torbalarına üç farklı deseniyle sanatsal bir dokunuş katıyor.
H!
Evde kaldığımız şu günlerde hepimiz bol bol dizi, film izledik ve Amerikalı girişimci Madam C. J. Walker’ın hayatını konu alan Netflix yapımı ‘Self Made’ bize yeni sayımızı hazırlarken büyük bir ilham verdi. Özellikle pandemi döneminde en ön saflarda mücadele veren kadınlar, bu süreci mükemmel bir şekilde yöneten kadın liderler de, onları sadece 8 Mart’ta değil özellikle şimdi, tam da bu günlerde kutlamamız gerektiğini hatırlattı. Bu düşünceyle çıktığımız yolda elbette anmamız gereken biri daha vardı. Bugün hâlâ ‘HeForShe’ gibi global hareketlerle uğruna büyük mücadeleler verilen cinsiyet eşitliği için bundan bir asır önce dev adımlar atan Mustafa Kemal Atatürk. Türk kadınını İsviçre’den 36 yıl, Belçika’dan 14 yıl, Fransa ve İtalya’dan 11 yıl önce seçme ve seçilme hakkına kavuşturan Atamızın bu eşsiz vizyonunu, hazırladığımız her sayfa, yazdığımız her satırda derinden hissettik. Böyle bir sayıyla kendisini kapağımıza taşıyarak bir kez daha özlemle ve saygıyla selamlıyoruz. O’nun aydınlattığı yolda üreten, yöneten, paylaşan, anaç ruhuyla kol kanat geren tüm kadınlara bir övgü niteliğindeki bu sayımız dopdolu bir içeriğe sahip. Gabrielle Chanel’den Ege’deki yerel bir üreticiye uzanan, ilham veren başarı hikayeleri, ülkemizin kendi markasını yaratmış önde gelen kadın girişimcileri, Türkiye’nin en güçlü 30 iş insanı, Prenses Diana’dan Michelle Obama’ya kadar bizi etkisi altına almış ünlü figürler sizleri bekliyor. Aydın Doğan Vakfı, UN Women, KAGİDER ve Koç Holding’in başlattığı kampanyalar, yürüttükleri çalışmalar, ünlü erkek oyuncuların verdiği anlamlı destekler de mercek altına aldıklarımız arasında. Dünyayı değiştirecek empati yeteneği kadınlar ile güç kazanacak; buna inancımız sonsuz. Cinsiyetlerimizle değil yetkinliklerimizle öne çıktığımız, çoğu zaman ismimizin önüne geçen ‘bay-bayan’ tanımlamalarının fark yaratmadığı yarınlara...
GÖKÇE ATEŞ KANTARCI Yayın Yönetmeni
Etki alanını kadınlar için kullanan ünlü oyuncu Kerem Bürsin, arkadaşları Matt McGorry ve JLove Calderón ile ‘We Inspire Justice’ çatısı altında cinsiyet eşitliği için global çalışmalar yürütüyor. Bugüne kadar yaptıkları ve ayrımcılığa “Dur” demek için önerileri, sayfa 132’de.
H!
“ŞUNA INANMAK LAZIMDIR KI, DÜNYA YÜZÜNDE GÖRDÜĞÜMÜZ HER ŞEY KADININ ESERIDIR.”
Türkiye’nin en büyük eğitim seferberliği ‘Baba Beni Okula Gönder’ gibi önemli projelerle kız çocukları ile kadınları birçok alanda destekleyen Aydın Doğan Vakfı’nın cinsiyet eşitliği ile ilgili çalışmaları ve Yönetim Kurulu Başkanı Hanzade Doğan Boyner’in görüşü, sayfa 72’de.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK @hellodergisi
@HELLOdergisi
HELLO! Türkiye
INSIDE STORY
HAZIRLAYAN: BÜŞRA NAZLAN ÜREGÜL
ÜNLÜ İSİMLER EVDE NASIL ZAMAN GEÇİRİYOR?
KARANTİNA GÜNLÜKLERİ Kimi sevimli dostlarıyla, kimi ise beden-zihin dengesi peşinde... Madonna’dan Serenay Sarıkaya’ya uzanan isimler, karantina günlerinde neler yapıyor derledik....
NAZLI KAYI HACI SABANCI
SEVİMLİ BİR ARKADAŞ
E
vde bolca zaman geçirdiğimiz bu dönemde belki de en iyi fikir, bize sımsıcak sevgi verecek bir dost edinmektir. İşte tam da böyle düşünen Nazlı Kayı ve Hacı Sabancı çifti, Poodle cinsi bu tatlı köpeği kısa bir süre önce hayatlarına dahil ettiler. Nazlı şimdiden sevimli dostuyla iyi bir ikili oldu bile.
8
INSIDE STORY SERENAY SARIKAYA
GÜNEŞİN KEYFİNİ ÇIKARIYOR
K
arantina döneminde bazı günleri Cem Yılmaz ile birlikte geçiren Serenay Sarıkaya, kendine zaman ayırmayı da ihmal etmiyor. Güzel yıldız, minik dostu ile çimlere uzanıp güneşin tadını çıkardığı bu kareyi sosyal hesabında paylaştı.
NIL KARAIBRAHIMGIL BİR MESAJI VAR
A
nneler Günü için duygusal mesajında; “Yuvalarımıza dünyayı sığdırmak gerekti. Onu da yaptık, güneş gibi yandık, ağaç gibi gölgeledik, deniz gibi dalgalandık, arı gibi çalıştık, salıncak gibi sallandık, farkında bile değildik ama dört duvar arasında çiçek gibi açtık” satırlarını sevimli dostuyla olan bu kareyle paylaşan Nil, içimizi ısıttı.
10
DERİN MERMERCİ
CAN DOSTLARIYLA
P
andemi döneminde hepimiz gibi evinde olan Derin Mermerci, bu süreçte kızları ve köpekleriyle bol bol zaman geçiriyor. Mermerci’nin paylaştığı bu sevimli kare içimizi ısıttı.
INSIDE STORY CHIARA FERRAGNI
LEO EVDE KALMAYA DEVAM EDIYOR
C
hiara Ferragni ve Fedez, karantinada severek takip ettiğimiz çiftlerin başında geliyor. Yaklaşık üç aydır karantinada olan çift, kimi zaman birbirlerine şakalar yapıyor, kimi zaman da oğulları Leone ile zaman ge-
çiriyor. Fakat tüm çocuklu ailelerde olduğu gibi ünlü çiftin zorlandıkları anlar da var. İşte o anlardan biri... Chiara bu paylaşımın altına; “99 problemimiz var fakat esnemek bunlardan biri değil” yazdı.
MADONNA
POP DİVASINDAN CESUR POZ
I
nstagram’ı aktif kullanan 61 yaşındaki Madonna, geçtiğimiz hafta paylaştığı banyo selfie’si ile sosyal medyanın gündemine oturdu. Divanın bu karenin ardından albüme yüklediği fotoğrafta aynadan görünen ve implant yaptırdığı kalçası, yine çok konuşuldu.
YASEMİN MASİS
“SEVGİ İLE İYİLEŞECEĞİZ”
P
aylaştığı eski bir fotoğrafla düşüncelerini paylaşan Yasemin Masis’e hak vermemek mümkün mü? “Rüyamızda görsek ancak kabus olabilecek, çok değişik, belirsizlik ve korku yaratan zor bir süreçten geçiyoruz. Bu süreç bize çok şey anlattı ve anlatmaya devam ediyor. Öncelikle insan olduğumuzu, her şeyin bir sonu olduğunu, sağlıklı olmanın, özgürce hareket etmenin ve yaşadığımız anın her şeyden kıymetli olduğunu anlattı. İster maddi, ister manevi, elimizden ne kadarı geliyorsa dayanışmanın ne kadar iyileştirici ve bütünleştirici olduğunu anlattı. Bu süreç elbet geçecek, yavaş da olsa, zor da olsa sabırla geçmesini bekleyeceğiz. Kayıplarımıza üzülerek, yaralarımızı sararak, sevgi ile yardımlaşma ile dayanışma ile iyileşeceğiz ama mutlaka iyileşeceğiz. Nasıl iyi hissediyorsak öyle yaparak iyileşeceğiz. Sabırla...”
12
“Dünyada her şey kadının eseridir. Kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar.” MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
14
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE KADIN HAKLARI Dünyanın gelmiş geçmiş en yüce, en aydınlık ruhlarından biri Mustafa Kemal Atatürk... Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, gerçek bir devlet adamı, mareşal, insan hakları koruyucusu ve daha fazlası... Günümüzde tüm dünyada hâlâ mücadele edilen cinsiyet eşitliğini topraklarımıza diğer pek çok ülkeden önce getiren kişi... Her gün ilkelerine daha sıkı sarıldığımız Atamızın kadınlara tanıdığı hakların değerini bir kez daha kavrıyor; eşsiz vizyonu karşısında saygıyla eğiliyoruz. 15
“Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir.” M.K.A.
Mustafa Kemal Atatürk, bir dargın bir barışık olduğu Halide Edip Adıvar ile.
A
tatürk devrimlerinin en önemlilerinden birisi, şüphesiz ki takvimler 5 Aralık 1934’ü gösterdiğinde oldu. Günümüzde tüm dünyanın hâlâ mücadele ettiği cinsiyet eşitliği konusunda Türkiye’de ilk adım İsviçre’den 36 yıl, Belçika’dan 14 yıl, Fransa ve İtalya’dan ise 11 yıl önce atıldı. Fakat öncesinde de kadın ve erkek eşitliği için birtakım düzenlemeler yapılmıştı. 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile kadınlara önce belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma, ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanındı. Kadınlar siyasal haklarını ilk kez 1930 yılındaki belediye seçimlerinde kullandılar. Seçimler, eylül başından ekimin 20’sine kadar sürdü. Şehir meclislerine girebilen kadınlar arasında İzmir seçimlerinde Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (CHF) iki kadın adayı olan Hasane Nalan ve Benal Nevzat Hanımlar ile İstanbul seçimlerinde CHF adayı olan Rana Sani Yaver (Eminönü), Seniye İsmail Hanım (Beykoz), Ayşe Remzi Hanım (Beyoğlu), Nakiye (Beyoğlu) ve Latife Bekir (Beyoğlu) Hanımlar vardı. Aydın’ın Çine ilçesine bağlı Demirdere Köyü’nde (Bugünkü Karpuzlu ilçesi) yaklaşık 500 oy alarak seçimi kazanan Gül Esin, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın muhtarı oldu. 1934 yılında ise Atatürk’ün kararıyla Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklik ile kadınlar, günümüzde dört elle sarıldığımız en demokratik hakka kavuş-
16
muş oldu. Böylece kadınlar ilk kez oy kullanabildi, mecliste girmeye hakları oldu. Anayasanın 10 ve 11’inci maddeleri değiştirilerek her kadına 22 yaşında seçme, 30 yaşında seçilme hakkı verildi. Bu anayasa değişiklikleri çerçevesinde İntibah-ı Mebusan Kanunu’nda (Milletvekili Seçimi Kanunu) 11 Aralık 1934’te yapılan değişiklikler sonucu anayasada tanınan haklar seçim kanunuyla da düzenlendi. Kadınların ilk kez oy kullandığı ve aday olabildiği TBMM 5. Dönem seçimleri 8 Şubat 1935’te yapıldı. 17 kadın milletvekili ilk kez TBMM’ye girdi. Ara seçimlerde bu sayı 18’e ulaştı. Böylece kadınlar TBMM’deki tüm milletvekillerinin yüzde 4.5’ini oluşturdular. Bu oran dünyada ikinci sıraya karşılık geliyordu. İlk kadın milletvekilleri arasında Hatice Özgener, Ferruh Güpgüp, Şekibe İnsel, Sabiha Gökçül, Mihri Pektaş, Nakiye Elgün gibi isimler öne çıkıyordu. Sonraki yıllarda ise Halide Edip Adıvar gibi milletvekilleri de Meclis kürsülerinde siyaset yapmaya devam ettiler. Karar açıklandıktan sonra Atatürk, şu sözlere yer vermişti: “Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medeni mevkiini salahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, belediye seçimleriyle tecrübe
kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu salahiyet ve liyakatle kullanacaktır.” 1935 yılında Atatürk, Milletlerarası Kadın Kongresi delegelerine şöyle seslendi: “Türk kadınının, dünya kadınlığına elini vererek dünyanın barış ve güveni için çalışacağına güvenebilirsiniz.” Cumhuriyetimizin 97. yılını kutlarken cinsiyet eşitliği konusunda çok şey borçlu olduğumuz Atatürk’e göre aydınlık nesiller yetiştirmenin tek yolu, kadınlara en az erkeklere olduğu kadar hak tanınmasıydı. Cumhuriyet’in ilanından dokuz ay önce kadın hukukunda inkılap ihtiyacı konusundaki düşüncelerini şu kelimelerle açıklamıştı: “Bir toplum cinsinden yalnız birinin yeni gerekleri edinmesiyle yetinirse o toplum yarıdan fazla kuvvetsizlik içinde kalır. Bizim toplumumuzun başarı gösterememesinin sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdan doğmaktadır. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir.” Her zaman cinsiyet eşitliğinin bir toplumu yükseltmek için en önemli değer olduğunu savunan Atatürk, 29 Ocak 1923’te Latife Hanım ile hayatını birleştirdi. 5 Ağustos 1925’e kadar süren bu evlilik boyunca Atatürk eşiyle her zaman gurur duydu. Halit Ziya Uşaklıgil’in kuzeni olan Latife Hanım, İstanbul Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okuduktan sonra, Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde siyaset ve hukuk eğitimi almış, Londra’da dil öğrenimi görmüştü. İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve Almanca biliyordu. Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılması üzerine, üçüncü sınıfta üniversite eğitimini yarıda bırakarak, Gazi Mustafa Kemal Paşa ve or-
Latife Hanım da tıpkı Atatürk gibi kadın haklarını önemsiyordu. Hatta Atatürk, Latife Hanım ile evlendikten sonra konuşmalarında cinsiyet eşitliğine her zaman olduğundan daha fazla yer veriyordu.
1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanınan kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934’te Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile tanındı.
“Kadının siyasal yetersizliğine mantıklı hiçbir sebep yoktur. Bu konudaki tereddüt ve olumsuz düşünüş biçimi, geçmişin toplumsal bir niteliğinin can çekişen hatırasıdır.” M.K.A. dusunu karşılamaya İzmir’e döndü. Latife Hanım’ın Atatürk ile tanışması da işte böyle olmuştu. Latife Hanım’ın kadın hakları konusunda düşünceleri berraktı. Kadının peçesini atmasını bir özgürlük kavgası olarak görüyor, siyasi temsil hakkını savunuyor ve eğitimin dinden ayrılmasının kadınların ilerlemesi için şart olduğunu söylüyordu. Kadınları özgürleştirme mücadelesinde Mustafa Kemal Atatürk’e aktif destek veriyordu. Atatürk’ün Latife Hanım ile evliliği süresince kadın hareketine daha fazla odaklandığı, yaptığı konuşmalardan anlaşılıyordu. Latife Hanım ile Atatürk’ün evlilik yılları aynı zamanda Türkiye’de kadının görünür kılınması ve eşit haklara kavuşması yolunda önemli adımların atıldığı yıllar oldu. Tüm dünya Latife Hanım ile evli kaldığı dönem boyunca Atatürk’ten bahsederken kadın hakları savunucusu olduğundan da bahsediyordu. Cinsiyet eşitliğinin aydınlık bir geleceğe sahip olmak için en önemli değerlerden biri olduğunu savunan Atatürk; fikirleri, düşünceleri, ilkeleri ve emanetiyle sonsuza kadar yolumuza ışık tutmaya devam edecek...
Türk Kadınlar Birliği üyeleriyle.
HAZIRLAYAN: BÜŞRA NAZLAN ÜREGÜL
17
FOTOĞRAF MASSIMO DI VITA/ARCHIVIO MASSIMO DI VITA/MONDADORI PORTFOLIO, GETTY IMAGES
Tarihler 25 Şubat’ı gösterirken, Fratelli d’Italia milletvekili Maria Teresa Baldini, İtalya Meclisi’nde koronavirüs korkusuyla koruyucu maske takan ilk kişi olmuştu. Fotoğrafta ise yanındaki meslektaşının ateşinin olup olmadığını eliyle kontrol ediyor.
MECLİSLERDEKİ EN YÜKSEK KADIN ORANI RUANDA’DA!
2019 senesi rakamlarına göre sadece üç ülkede meclisteki kadın oranı erkek oranından daha fazla: Ruanda’da meclisin yüzde 61.3’ü, Küba’da yüzde 53.2’si, Bolivya’da ise yüzde 53.1’i kadın. Bu ülkeleri sırasıyla Meksika, İsveç, Grenada ve Namibya izliyor. Türkiye’ye geldiğimizde bu oran yüzde 17,1’e iniyor. Bugüne kadar Türkiye’de hiçbir kadının cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcısı ya da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak görev yapmadığını da hatırlatalım.
18
GELECEĞİN ANAHTARI
KADIN YÖNETİCİLER Mİ? Dünyada kadınlar tarafından yönetilen 18 ülke, toplam 545 milyon insan var. Bu rakam, dünya nüfusunun yüzde 7’sini oluşturuyor. Pandemiyle mücadele süresince kadın yöneticilerinin başarılı politikalarıyla öne çıkan Danimarka, İzlanda, Finlandiya, Almanya, Yeni Zelanda, Norveç ve Tayvan’a Singapur, Bangladeş, Etiyopya, Bolivya, Gürcistan, Hong Kong, Namibya ve Nepal eklendi. Peki bu yöneticileri, dünyanın süper güçlerini yöneten erkeklerden ayıran özellikler neler? Başarıyı nerede yakaladılar? HAZIRLAYAN: AFİFE SELEN SELÇUK
B
iz şu an ne yaşıyoruz? Gelecek kaygısı, korku, sıkıntı, depresyon gibi duygulardan sıyrılıp temiz bir akılla olanlara bakınca mevzu şu: Makro evrene ait varlıkların, yani uzaylıların istilasından korkan, insanlığın sonunu ancak teknolojik silahları, yani eril gücü daha kuvvetli bir medeniyetin getirebileceğine inananlara; ‘doğa ana’ ters köşe yapıp
esas zayıflığımızın mikro evrenin bilinmezleri olduğunu öğretiyor. Esas uzaylılar, koca kafalı, metalik mekik gözlü, mavi kanlı cılız vücutlu varlıklar değil, gözümüzle göremediğimiz minicik yeşil kürelermiş meğer. İşin can alıcı noktası ise burada silah doğrultmak, atom enerjisiyle havaya uçurmak, lazerle taramak filan bir işe yaramıyor. Ne oldu? Şah mat. Game over.
ERKEK YÖNETİCİLER NEREDE HATALI? Süreçte konuşulan en ilginç konulardan biri ise kadın yöneticilere sahip ülkelerde pandemi sürecinde toplumların belirgin şekilde daha sakin kalmaları, buralarda ölüm oranlarının az olmasının yanında psikolojik sorunların da minimal düzeyde seyretmesi. Normalde pek çok
19
PANDEMİ MÜCADELESİNDE ÖNE ÇIKAN
7 KADIN YÖNETİCİ
1.
ANGELA MERKEL ALMANYA
Daha işin başında diğer güçlü liderler “Pandemi mi, o da ne?” derken Angela Merkel çıkıp bunun herkes için ciddi bir tehdit olduğunu, nüfusun yüzde 70’inin bundan etkileneceğini açıklama cesareti gösterdi. Avrupa’daki ilk vakaların hemen ardından testlere başladı ve tüm süreci, gerçekleri eksiksiz şekilde halkıyla paylaştı. Erken alınan önlemler sayesinde ülkede vaka sayısı, diğer büyük Avrupa ülkelerinin çok gerisinde.
“Pandemiden sonra dünya değişecek mi?” sorusunun cevabı basit. Eril güce dayanan yönetim stratejileri değişmedikçe, bir değişimden bahsetmek zor. konuda daha az iddialı olan kadın yöneticilerin bu kadar büyük küresel bir problemin aşılmasında neden daha başarılı olduğunu anlamak için, önce dünya liderlerinin çoğunun neden erkeklerden oluştuğuna bakmak gerekiyor. Tüm insanlığı kabilelerden oluşan tek toplum olarak düşünürsek, ülkelere göre pek de değişim göstermeyen mevcut yönetim sistemlerini anlamak belki daha kolay olabilir. Bilinen insanlık tarihinin başından beri liderliğe soyunan kişinin kabilesine, ait olduğu topluluğa ya da ailesine bir tek şeyi kanıtlaması bekleniyor: Güç. Çünkü hep bir düşman var ve lider, o düşmanı yenmeli, sorumluluğunu taşıdığı kişileri güvende tutmalı. Bek-
20
lenti bu. Doğası gereği er meydanında marifet gösterenlerin büyük çoğunluğu erkek olduğu için de liderliğe talip olanlar genel olarak erkek. Hiçbir düşman durup dururken karşıdakinden korkmaz. Bu yüzden lider, yenilmez olduğunu ancak savaşarak kanıtlar. Bir liderin lider olarak kalmasının anahtarı, tam da bu yüzden savaşı sürdürmek. Gücü elinde bulundurduğunu tekrar tekrar kanıtlamazsa, başkası gelip o koltuğu alır çünkü. Dünyada neden savaşlar bitmiyor, sorusunun cevabı da işte bu kadar basit. Her şey süt liman, yerli yerindeyken bile lider, kendi varlığının devamı için bir düşman yaratmak zorunda. Dahası gücü kanıtlama sürecinin doğası, içeride karşıt görüş-
leri bastırma, hatta yok etme olarak kendini gösteriyor. İşte bu oyunun içinde nesillerdir sürüklenip duruyoruz. PANDEMİ SONRASI DÜNYA Pandemi öncesini bir düşünün, birbirine güç gösterisi yapmak isteyen bir avuç adam yüzünden bir kez daha III. Dünya Savaşı’nın ucundan döndüğümüz, sırf ‘kim kimden daha üstün’ kanıtlansın diye binlerce masum insan ve hayvanın telef olduğu, milyonlarcasının evsiz kaldığı, henüz gün yüzüne çıkmamış eşsiz tarihi eserlerin, tarihin, bile bile bombalanıp yok edildiği, dünyanın her yerinde kadınlara, çocuklara saldırının arttığı, çılgın bir hızla bildiğimiz
2.
METTE FREDERIKSEN DANİMARKA
Danimarka Başbakanı Frederiksen da ülkesindeki çocukları güvende hissettirme çabasıyla alkış toplayan bir isim. Büyükleri disipline etme konusunda çocukların gücünü bilen ve bunu kullanan Frederiksen, süreçte katıldığı tüm basın toplantılarının son üç dakikasını çocukların sorularına ayırdı. 5.8 milyonluk Danimarka’da 529 ölüm gerçekleşti.
3.
ERNA SOLBERG NORVEÇ
Norveç Başbakanı Solberg, televizyon aracılığıyla çocuklarla direkt konuşmayı akıl eden ilk yönetici oldu. Ayrıca sadece çocukların girebildiği basın toplantıları düzenleyip tek tek sorularını cevapladı, uzun uzun bu süreçte korkmanın neden normal olduğunu açıkladı. 5.4 milyon nüfuslu Norveç’te 219 ölümlü vaka bulunuyor.
21
4.
JACINDA ARDERN YENİ ZELANDA
Yeni Zelanda Başbakanı ülke çapında izolasyon tedbirlerini yürürlüğe soktuğunda adada henüz altı adet COVID-19 pozitif vaka açıklanmıştı. Ardern, tedbirler kapsamında ülkeye yabancıların girişini tamamen yasakladı. Tüm süreci halkla net ve dürüst bir şekilde paylaştı. 5 milyon nüfuslu ülkede şu ana kadar kayıp sayısı sadece 21. Buna rağmen ülkede karantina kuralları gevşetilmiş değil.
5.
TSAI ING-WEN TAYVAN
Pandemi tehlikesine en hızlı cevap veren liderlerden biri de 23 milyon nüfusa sahip Tayvan lideri Tsai Ing-Wen oldu. Ülkede ocak ayında görülen ilk vakanın ardından 124 kuraldan oluşan bir korunma listesi yayımlayıp hemen testlere başladı. İnsanları her gün düzenli olarak hastalığın ilerleyişi konusunda detaylı şekilde bilgilendirdi. Ülkede şu ana kadar ölüm sayısı sadece altı.
dünyayı yok etmeye doğru ilerlediğimiz bir süreçti bu. Şimdi gün boyu dünyada tartışılan tek şey, eşimizi dostumuzu, hayatımızı, evimizi, geleceğimizi kaybetmeden bu süreçten nasıl çıkarız, sorusunun cevabı. Bu arada yerkürede karbondioksit emisyonları hızla düşüyor, insan virüsünden bir nebze kurtulan dünyanın akciğerleri kendisini yenilemeye başlıyor. Bu keskin dönüşümün tek sebebi, bu seferki düşmanın gücü elinde bulunduran liderlerin bildiği savaş stratejilerini tek kalemde çöpe atması. Pandemiden sonra her şey eski haline döner mi? Bu liderler başta kalırsa, evet. Eril güç üzerine kurulu bir sistemin güç gösterilerinden vazgeçeceğini düşünmek saflık. SAĞ BEYİN SOL BEYİN DENGESİ Batı Afrikalı kanaat önderi Malidoma Patrice Somé, teknoloji çağında kadınlara karşı saygının azalmasının, artan empati eksikliğinin, kişilerin birbirine tahammülsüzlüğünün, şiddetin ve umursamazlığın başlıca sebebinin dişil enerjinin ana kaynağı olan doğa anayla bağlantımızın kopması olduğunu söylüyor: “Dünyaya, kendi özümüze o kadar çok zarar verdik ki, artık yolumuzu, yönümüzü kaybetmiş durumdayız. Dünya, doğa dişildir. Onunla bağlantımızın kesilmesi tüm dişil enerjiyle bağımızın yok olması demek.” Diğer taraftan bu durum sa-
22
dece teknolojiyle değil, okullardaki salt pozitif bilime dayanan ve bundan başka gerçek kabul etmeyen eğitimle de destekleniyor. Formal eğitim bize içgüdülerimizin güvenilir olmadığını, sadece üst bilinç yani akılla hareket etmemizi öğütlüyor. Psikiyatrist ve yazar Iain McGilchrist, “İçgüdüler, uçuşan anlamsız düşünceler değildir. Odak noktamızın dışında kalan üstü kapalı şeylerin farkına varma halidir. Ama bize pozitif bilim çağında tam tersi öğretildiği için gözümüzün görmediğini yok sayıyoruz. Beyin fonksiyonlarımızın yüzde 95-99’u bilinçdışı işlemlerden oluşuyor. Ve bunlar bizi, nispeten yavaş işleyen bilinçli beynimizin farkında olmadığı şeyler hakkında uyarıyor. Günümüzde insanlar mantık ve sol beyin içinde hapsolmuş durumda. Geçmişte belli şeyleri anlamamızı, anlamlandırmamızı sağlayan içgüdülerimizden uzak yaşıyoruz. Akıl yerini bilgiye bıraktı, bilgi ise bölük pörçük verilere dönüştü. Oysa yaşamak için iki önemli eyleme ihtiyacımız var. İlki dünyaya uyum sağlamak, onun bir parçası olmak, ikincisi onu manipüle etmek, ihtiyaçlarımıza uyarlamak. Bu sağ ve sol beyin arasında bölüşülmüş iki ayrı görev. Normalde ikisi bir arada, denge içinde yürümeli. Ama yıllar içinde sol beyin, yani manipüle etme/ ihtiyaçlara uyarlama bölümü, sağ beyni ele geçirdi ve yaşamak için tek yolun manipülasyon olduğuna inanmaya başladık. Sağ beyninden felç geçirmiş, sadece sol beyni çalışan bir insan, kendi hatalarının ve eksikliklerinin farkında değildir. Eksiklikleri hep başkasına yükler” diye anlatıyor ve ekliyor: “İçgüdü, beynin tamamının doğru şekilde çalışmasıyla gelen bilgidir. İçgüdüler tecrübeleri temel alır ve tecrübeleri ancak içgüdülerimiz sayesinde kullanılabilir hale getirebiliriz.” LİDERLİK VE İÇGÜDÜ Öte yandan, bu satırlardan kadınların sadece içgüdülerini daha iyi kullanmaları, daha yumuşak, şefkatli, anlayışlı olmaları yüzünden pandemi sürecinde insanları daha iyi yönetebildikleri sonucunu çıkarmak, politikada kadınların geleceğine yarardan çok zarar verebilir. Bu noktada olaya tersten bakıp gücü elinde tutan erkeklerin ne kadar kötü hatta zararlı yöneticiler olduğunu vurgulamakta yarar var. Yani işin aslı, problem cinsiyette değil, kişinin gücü kullanırken iç dengesine ne kadar hakim olduğuyla ilgili. Çünkü dünyanın dişil enerji kadar, eril enerjiye de ihtiyacı var. İkisinden birinin eksik olması eşit oranda kötü. İş yöneticide bitmiyor elbette, o yöneticiyi seçen toplumların da çok ciddi bir psikolojik normalleşme sürecine girmeleri şart. Burada konu edilen yöneticilerin kadın olmanın ötesinde analitik düşünce ve içgüdüyü, doğaya uyum sağlamak ve doğayı kendine uydurmak eylemlerini, sağ ve sol beyin işlevlerini tam kıvamında ve doğru şekilde kullanabilen bireyler olduğunu söylemek mümkün.
6.
SANNA MARIN,
FİNLANDİYA
Finlandiya Başkanı Sanna Marin, pandemi konusunda halkı uyarmak için sosyal medya fenomenlerinden yardım alan ilk başkandı. Genç neslin geleneksel basını takip etmediğinin bilincinde olan Marin, koronavirüsle ilgili bilimsel gerçekleri, korunma yöntemlerini influencer’lar aracılığıyla hızlı bir şekilde insanlara ulaştırdı. 5.5 milyonluk nüfusa sahip Finlandiya’da ölüm sayısı 267.
Analitik düşünce ve içgüdüyü tam kıvamında kullanabilen kadın yöneticiler, pandemiyle mücadele sürecinin gerçek şampiyonları.
7.
KATRIN JAKOBSDOTTIR İZLANDA
Pek çok ülke sadece belirti gösteren vatandaşlarına test uygularken, İzlanda Başbakanı ülkesindeki herkesin ücretsiz COVID-19 testine ve düzenli ateş ölçüm taramalarına girmesini sağladı. Nüfusu az olmasına rağmen bu, örneğin Kuzey Kore’de yapılan testlerin tam beş katı oranında test demek. 365 bin nüfuslu ülkede şu ana kadar 10 kişi öldü.
23
DÜNYANIN EN EFSANE KADIN GİRİŞİMCİSİ
BAŞARIYA ODAKLAMIŞ BİR KADINI YOLUNDAN ALIKOYMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR! Erkek egemen olduğu söylense de kadınlar hem tarih boyunca hem de modern zamanlarda iş dünyasında önemli rol oynadı. Hatta son derece etkili olan kadın girişimcilerin birçoğu, karşılaştıkları tüm engellere rağmen erkek emsallerini geride bıraktı. Başarı öyküleriyle ilham veren kadınların liste başında o var. HAZIRLAYAN: SİNEM KIN FOTOĞRAFLAR: GETTY IMAGES
MODAYI BAŞTAN YARATAN, DEVRİMCİ BİR KADIN
GABRIELLE CHANEL
“VAZGEÇİLMEZ OLMAK İÇİN FARKLI OLMANIZ ŞART!” Devrimci ruhlu, kendi doğrularından asla taviz vermeyen, 20. yüzyılın en önemli 100 kişisinden biri; Gabrielle Bonheur, nam-ı diğer ‘Coco’ Chanel. Modayı baştan yaratan, kural tanımayan ve bugün moda dünyasında bıraktığı izlerle mirasını yaşatmaya devam eden bu güçlü kadını bir kez daha anmak istedik. İşte modaya yeni bir bakış kazandıran devrim niteliğindeki adımlarıyla ‘Coco’nun etkileyici hayat hikayesi. 24
Y
oktan var olmak onunki... Modayı baştan yaratan, ‘Time: Yüzyılın En Önemli 100 Kişisi’ listesine giren bu efsane kadın, 19 Ağustos 1883’te Gabrielle Bonheur Chanel olarak Fransa’nın Saumur şehrinde, yedi kişilik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Annesini altı yaşındayken kaybetti. Annesinin ölümünden sonra babası da aileyi terk etti ve Gabrielle yetimhaneye yerleştirildi. Bu dönemde arkadaşları için şapkalar diken Chanel’in ürünleri çok beğenilse de rahibe Marie için hiç güzel değillerdi. Üstelik rahibe, ‘Coco’nun
nakışlarını ‘gülünç’ buluyordu. Chanel, rahibeye cevap olarak şöyle dedi: “Biliyor musunuz Rahibe Marie? Belki siz beni gücendirdiğinizi düşünüyorsunuz. Oysa ben bana söylediklerinize çok memnun oldum. Gülünç olduysa, içinde biraz ironi barındırıyorsa, bence bu hiç fena değil.” Gabrielle Chanel hayata karşı boyun eğmez, güçlü duruşunu ve hayattan ne istediğini o yaşlarda belli etmişti. 18 yaşında ablasıyla birlikte yetimhaneden ayrıldı ve yepyeni bir hayat kurmak üzere yola çıktı. Gündüzleri terzilik yapıyor, geceleri ise bir kabare-
de şarkı söylüyordu. ‘Qui qui’a Vu Coco’ şarkısıyla sahneden ayrıldığında izleyiciler “Coco, Coco” diye tempo tutup, onu tekrar sahneye çağırıyordu. Sesi çok beğenilmişti. Böylece Gabrielle Chanel artık yeni ismini alır ve ‘Coco’ Chanel olur… Bir gün kabarede varlıklı bir adam olan Etienné Balsan ile tanışır ve aşk yaşamaya başlarlar. Üç yıl boyunca inişli çıkışlı bir ilişki yaşayan çift, 1908 yılında Balsan’ın düzenlediği bir partiye arkadaşı Arthur Edward Boy Capel’in gelmesiyle son bulur. ‘Coco’, “En büyük aşkım” dedi-
25
‘Coco’ Chanel’in çocukluğundan bir kare (altta). Sağda ise 1945’te taşındığı Lausanne, İsviçre’deki evi var. Chanel, buraya gömülmek istedi.
‘Coco’, Fransa’nın Saumur şehrinde yedi kişilik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Annesini altı yaşındayken kaybeden Gabrielle, babasının da aileyi terk etmesiyle yetimhaneye yerleştirildi.
ği Boy’a aşık olur ve onunla Paris’e taşınır. Boy Capel, ‘Coco’ için Paris’te bir apartman dairesi kiralar ve Chanel’in ilk mağazasını açması için ona maddi ve manevi anlamda destek olur. Ve ‘Coco’ Chanel hızla büyümeye başlar. Şapka tasarlayarak başladığı markasını lüks ve kişiye özel kıyafetler dikerek büyütür. Bu sıralarda ne yazık ki büyük aşkı Boy Capel’i bir trafik kazasında kaybeder ve bu acıyı şu sözlerle ifade eder: “Onun ölümü benim için büyük bir şok oldu. Capel’i kaybettiğim gün aslında her şeyimi kaybettim. Hayatta başıma gelebilecek tüm mutlulukları da kaybettiğimi söylemek zorundayım.” Bu acı ‘Coco’yu tamamen işine bağlar
Chanel, Paris’te bir apartman dairesi kiralar ve ilk mağazasını açar. ‘Coco’, hızla büyümeye başlar. Şapka tasarlayarak başladığı markasını lüks ve kişiye özel kıyafetler dikerek büyütür.
26
Chanel’in aşk hayatı oldukça çalkantılıydı. Westminster Dükü Richard Arthur Grosvenor ile uzun bir ilişki yaşadı ancak evlenmedi (solda). Onun en büyük aşkı Arthur Edward Boy Capel’di (üstte).
Bir gün Marilyn Monroe’ya, “Yatarken ne giyersiniz?” diye sorulunca, Monroe’nun cevabı “Yatarken ne mi giyerim? Tabii ki No5 yeterli” olmuş. İstemeden de olsa bu sözler mükemmel bir reklam sloganı oluşturmuş. ve moda dünyasındaki devrimlerine başlar. Daha sonra Rus asıllı kompozitör Igor Stravinsky ile yasak aşk yaşayan Chanel, müzisyenin en büyük ilham kaynağı olur. Beyaz tenin soyluluk olarak gösterildiği dönemde yanık tenle dolaşıp bu algıyı yıkmış ve yeni bir akım yaratmıştır. İlk kez pantolon tasarlayan ve giyen kadın olarak tarihe geçer. O dönem korsesiz kıyafet neredeyse yoktur ve korse giyme zorunluluğunu yok ederek kadınlara büyük bir rahatlık sağlar. Ayrıca belki de yaptığı en önemli yenilik, siyah elbise kavramını da hayatımıza katmasıdır. Yasın rengi olarak kabul edilen siyah o dönemden sonra şıklığın rengi olmuştur. Siyah ve beyazın asil uyumu onun tasarımlarından önce belki de hiç bu kadar zarif olmamıştı. “Omuz askılı çanta en iyisidir çünkü elleri serbest bırakır” felsefesiyle günümüzün de vazgeçilmezleri arasında olan zincir saplı klasik kapitone omuz çantasını tasarlamıştır. “Parfüm kullanmayan kadının geleceği yoktur” diyecek ka-
dar parfüme önem veren ‘Coco’ Chanel, 1922 yılında Chanel N°5’i yaratır. Röportaj sırasında bir gazeteci, Marilyn Monroe’ya, “Yatarken ne giyersiniz?” diye sorunca, Monroe’nun cevabı, “Yatarken ne mi giyerim? Neden? Tabii ki N°5 yeterli” olacaktır. İstemeden de olsa Marilyn’in bu sözleri, mükemmel bir reklam sloganı oluşturmuştur. ‘Coco’, 1925’te Chanel ile ikonikleşen takım elbisesini satışa sunar; kolsuz ceketle kombinlenmiş, üste iyice oturan bir etek… O dönem için bu tasarım oldukça devrimseldir. Aslında Chanel, erkek giyiminden ilham alıyor, erkeklerin giydiği parçaları kadınlar için uyarlayarak dönemin moda kurallarına meydan okuyor, kadınların konforunun da en az güzellikleri kadar önemli olduğuna dikkat çekiyordu. Chanel sayesinde kadınlar rahatça nefes almalarını engelleyen korselere veda etmiş, hareketlerini kısıtlayan jartiyerleri geride bırakmıştır. Chanel’in ünü sadece modayla da sınırlı değildir üstelik. Tasarımcı kimliği onu Pa-
Boy Capel’in trafik kazasındaki ölümünün ardından büyük bir yasa boğulan Gabrielle, “Onun ölümü benim için büyük bir şok oldu. Capel’i kaybettiğim gün aslında her şeyimi kaybettim” demişti. Kendisini tamamen işine veren ‘Coco’, daha sonra Rus asıllı kompozitör Igor Stravinsky ile yasak aşk yaşar ve müzisyenin en büyük ilham kaynağı olur (solda).
27
“Ben siyahı sundum ve bugün hâlâ gücünü koruyor. Siyahın yok olması için, etraftaki her şeyin yok olması lazım.”
Paris’in Chanel ile özdeşleşen ünlü Cambon Sokağı, 31 numaradaki dairesinde oldukça klasik ve etnik dokunuşlar dikkat çekiyor. Kristallere de çokça yer verilen Coco’nun evinde bir yatak odası yoktu.
rizyen ortamlarda ve artistik toplantılarda da aranan bir yüz haline getirmiştir. Rus baletler için kostümler tasarlamış, Jean Cocteau’nun oyunu ‘Orphée’nin kostüm tasarımcılığını yapmıştır. Cocteau da, Pablo Picasso da kendisinin yakın arkadaşları arasındadır. ‘Coco’nun aşk hayatı kaldığı yerden aynı hızla devam eder bu süre içerisinde. Westminster Dükü’yle tanışır ve yeni bir ilişkiye başlarlar. Ona neden Westminster Dükü’yle evlenmediği hakkında sorulan soruya şöyle cevap verir: “Bugüne kadar birkaç tane Westminster Düşesi olmuştur ancak dünyada yalnızca bir tane Chanel var.” Öyle de kalacaktır. 1971 yılında hayata gözlerini yuman ‘Coco’ Chanel ismi, ‘Time: Yüzyılın En Önemli 100 Kişisi’ arasına giren tek moda tasarımcısı olarak tarihe geçmiştir.
Chanel, 1971 senesinde, 30 senedir evi olarak kullandığı Hotel Ritz’de hayatını kaybetti. Cenaze töreni Eglise de la Madeleine’de düzenlenen ünlü tasarımcının mezarı ise İsviçre’nin Lozan kentinde yer alan Bois-de-Vaux Mezarlığı’nda bulunuyor (sağda).
28
miltabodrummarina.com +90 252 316 18 60
Bodrum’a
daha fazla
bağlanacaksınız...
Bodrum’un masmavi koyları, keyifli akşamları ve çok daha fazlası... Her detayıyla tam yanı başınızda… Milta Bodrum Marina, Bodrum’un kalbindeki yeriniz…
7/24 Hizmet
Şehir İçi Konum
Alışveriş
Marina Club Yeme-İçme
Özel Güvenlik
Deniz Ambulansı
KENDİ MARKASINI YARATAN VE BÜYÜTEN
TÜRK KADIN GİRİŞİMCİLER
BIGCHEFS KURUCUSU
GAMZE CIZRELI
“YEREL MUTFAĞA VE ÖZDEĞERLERIMIZE SAHIP ÇIKMAK ÇOK ÖNEMLI” Gamze Cizreli, 2007 yılında Ankara’da ilk BigChefs’i kurduğunda, sermaye ve kredi konusunda zorlandığı zamanlar olsa da asla pes etmeden hayalini gerçekleştirmek için yola devam etmiş. Ve şimdi, ‘Toprağın Kadınlarından Sofralara’ projesi ile üç yıldır kırsaldaki kadın üreticilerden ürün tedariki yapan ve aynı zamanda kadınlara destek veren 65 şube ile hem ülkemizde hem de yurtdışında büyümeye devam ediyor. HELLO!: Geçmişe dönersek, BigChefs fikir ve beyin jimnastiği aşamalarında her şey aklınızda net miydi? Nasıl bir hayal kurmuştunuz? Sonrasında marka nasıl olgunlaştı ve gelişti? Gamze Cizreli: Hikayem Diyarbakır’da, Mezopotamya’da başladı. Kalabalık bir evde... Kazanlarla kuru patlıcan dolmalarının piştiği, sürekli yemek yapılan, uzun sofralarda misafir ağırlanan bir evde. Paylaşımın, sevginin bolca olduğu... Babamın doktorluğu nedeniyle Konya’da geçen lise hayatının ardından, ODTÜ İşletme Fakültesi’ni bitirdim. Devamında üç yıl kurumsal hayatı denedikten sonra, 1993 yılında eski ortağımla birlikte Ankara’da restoran işine girdik. 1993-2006 yılları arasında Ankara’ya restoran, kafe, pastane konseptlerinde çeşitli markalar kazandırdık. Ve çok da başarılı olduk. 2006 yılında yalnız başıma yoluma devam ettiğim ikinci girişimcilik dönemim başladı. Ve yüzde 100 banka kredisi alarak 2007 yılında Ankara’da ilk BigChefs’i açtım. 2009’da İstanbul’a geldik. Etiler Nispetiye Caddesi’ndeki ilk lokasyonumuzla İstanbul’a merhaba dedik. İlk yurtdışı şubemizi ise 2014 yılında açtık. Bugün 55’i yurtiçinde, 10 adedi yurtdışında olmak üzere 65 şube ve 2700 çalışanla yola devam ediyoruz. HELLO!: Markanızı kurduğunuz ilk yılları anımsadığınızda sizi korkutan ya da vazgeçmeyi düşündüğünüz zamanlar oldu mu? G. Cizreli: Olmaz mı? Tabii ki çok zorlandığım ve vazgeçmeyi düşündüğüm zamanlar oldu. Özellikle de sermaye ararken! Banka banka gezerken! Kapanan kapılar ardından artık bu iş olmayacak dediğim günler çok oldu. HELLO!: Bununla nasıl başa çıktınız? G. Cizreli: Hep tünelin sonunda bir ışık
30
olduğunu düşünerek. Hayata karşı ‘olumlu gerçekçilik’ bakış açısına sahip olmam benim için her zaman büyük bir şans oldu. Tekrar tekrar denedim. En sonunda bir bankadan kredi almayı başardım. HELLO!: Başarılı olmak için yolun başındayken kendinize koyduğunuz hedefler nelerdi? G. Cizreli: Öncelikle bu sektörde fark yaratmak, açık mutfaklarda yerel mutfağa ve özdeğerlerimize sahip çıkmak, sektörde trendleri belirleyen bir marka olmak hedeflerimin başında geliyordu. HELLO!: Başarılı olmak kolay, zor olan başarıyı aynı ivmede devam ettirebilmek derler... Bu konuda izlediğiniz yol, ilham kaynaklarınız neler? G. Cizreli: Değişime adapte olmak, dünyadaki yenilikleri takip ediyor olmak, seyahat etmek, okumak, izlemek, farklı bakış açıları geliştirmek, her anda yaşadığım, gördüğüm her şeyi acaba işimize nasıl adapte edebilirizi düşünmek, gönül gözü açık olmak... HELLO!: Kadın girişimcilerin desteklenmesi, kadınların iş hayatında yer alması ve erkeklerle eşit etkiye sahip olması çok önemli. Markanızın ilk yıllarında veya hâlâ cinsiyet eşitsizliğine maruz kaldığınız anlar oldu mu? G. Cizreli: Hayır, açıkçası ben hiç böyle bir eşitsizliğe maruz kalmadım. HELLO!: Türkiye’de kadınların iş hayatında eşit şekilde yer almaları için nelerin değişmesi ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? G. Cizreli: Öncelikle erkeklerin bakış açılarını değiştirmemiz lazım. Kadının rolünün sadece ev işi, çocuk ve yaşlı bakımından öte olduğunun kabul edilmesi gerekiyor. Ve bence kesinlikle iş ve siyasette kota koymak şart. Bugün şirketler devlet destekli
kredi veya teşviklerden yararlanmak istediklerinde, istihdamda minimum yüzde 40 kadına yer vermek zorunda kalırlarsa, o zaman görürüz kadın istihdamının nasıl arttığını ya da siyasi partilerde kadın aday kotasına uymayan seçime giremezse, kadınların nerelere gelebileceğini hep birlikte görürüz. HELLO!: Henüz start-up aşamasında olan kadın girişimcilere neler önermek istersiniz? G. Cizreli: Özellikle bu COVİD-19 sonrasında adımları çok daha dikkatli atmak gerekiyor. Dijitale daha ağırlık vererek, teknolojiyi işlerine daha çok entegre ederek, yeni dünya düzenine uygun aksiyon alınması şart. Ayrıca daha çok odaklanmak, işbirlikleri ve ortaklıklarla güçleri birleştirmek şart. Yol zorlu, engebeli de olsa; doğru bir iş modeliyse mutlaka sonunda başarıya ulaşır. HELLO!: Kadın girişimcilerin dünyadaki konumunu nasıl görüyorsunuz? G. Cizreli: Sadece Türkiye’de değil, dünyada da kadın girişimci sayısı çok az. Türkiye’de kadın girişimci oranımız yüzde 8. AB ortalaması yüzde 17. Yani kadınlar girişimcilik eko-sisteminde ne yazık ki hâlâ çok az oranda yer alıyorlar. HELLO!: Pandemi, ekonomik kriz ya da beklenmedik bir durumla karşı karşıya kaldığınızda markayı korumak için en çok nelere özen gösteriyorsunuz ve bu süreçte ağırlık verdiğiniz konular neler oldu, nasıl bir yol izlediniz? G. Cizreli: En önemlisi hiçbir çalışanımızı işten çıkarmadan bu süreci atlatmayı hedefledik. Bu dönemde çalışanlarımızla iletişimimizi hiç kesmedik, motivasyonu yüksek tutmak için online kişisel gelişim eğitimleri verip bu sürecin en verimli şekilde geçmesini sağlamaya çalışıyoruz. Aynı süreçte Tu-
rizm Bakanlığı ve Bilim Kurulu yetkilileriyle yakın iletişimde olarak, hijyen ve dezenfeksiyon konularında almamız gereken tedbirlere yoğunlaşarak, hem çalışanlarımızı hem de mekanlarımızı açılışa hazırlıyoruz. Dijital menüler, temassız sipariş ve ödeme sistemleri için çalışıyoruz. Evlere paket servis için hazırız. Sosyal mesafe kurallarına uygun olacak şekilde mekanlarımızı tekrar düzenledik. Özetle umudumuzu koruyarak, çalışanlarımızla online ortamda iletişimimizi eksiltmeden hazırlıklarımızı yapıyoruz. HELLO!: Sizce yeni dünya düzeninde bir markanın başarılı olması için ilk şart nedir? G. Cizreli: Öncelikle değişime hızlı adapte olabilmek markaların olmazsa olmazı. Teknolojiyi iyi kullanan, maliyetlerini doğru yönetebilen, hızlı ve çevik markaların dönemi başlıyor. Bir de sosyal fayda sağlayan, yaşadığı toplumda, dünyada fark yaratmak isteyen, kazandığını paylaşmasını bilen markaların daha da öne çıkacağı bir dünya bekliyor bizleri. HELLO!: Yeni düzende yeme içme alışkanlıklarının değişeceğini düşünüyor musunuz? G. Cizreli: Ben bu konuda büyük bir değişim beklemiyorum. Sadece yerel ürünlere, doğal ve ev yapımına benzer menülere daha fazla talep olacağını düşünüyorum. HELLO!: Anadolu’nun zengin topraklarından gelen yerel ürünleri doğru kullanmak çok önemli. Bu konuda BigChefs nasıl bir yol izliyor? G. Cizreli: Bu zaten BigChefs’in en temel değeri. ‘Toprağın Kadınlarından Sofralara’ projesi ile de son üç yıldır kırsaldaki kadın üreticilerden ürün tedariki yapıyoruz. Kadın kooperatifleri ile işbirliği içindeyiz. Onlardan sadece ürün almakla kalmıyor, aynı zamanda mentorlük ve finansman desteğinde de bulunuyoruz. Bu sayede hem kadınlara destek oluyoruz hem de doğal tarımla üretilen sağlıklı ürünleri misafirlerimizle buluşturuyoruz. HELLO!: Doğaya ve içimize döndüğümüz bu dönemde sağlıklı beslenmek ve bedenimize iyi bakmak çok önemli. BigChefs olarak bu konuda yenilikleriniz var mı? G. Cizreli: Zaten menümüzde her zaman dikkat ettiğimiz bu konu açılış sonrasında daha da önem kazanacak. Yeni menümüzde vegan seçeneklerimizi çok artırdık. İyi yiyelim, iyi yaşayalım diyoruz. HELLO!: Dijital dünyanın girişimcilere sunduğu fırsatlar neler? G. Cizreli: Tabii ki en önemlisi bilgiye çok kolay erişmek, ayrıca ‘network’ yapılandırmasının çok daha kolay olması. Mesela biz iki aydır ‘zoom’ sayesinde dünyanın her yerinden sektör temsilcileriyle fikir alışverişinde bulunarak, bu süreçten nasıl en az etkiyle çıkabileceğimizi tartışıyoruz. Artık her an, her yerden işinizi takip edebiliyor, zamandan büyük tasarruf sağlayabiliyorsunuz.
“Teknolojiyi iyi kullanan, maliyetlerini doğru yönetebilen, hızlı ve çevik markaların dönemi başlıyor. Bir de sosyal fayda sağlayan, yaşadığı toplumda, dünyada fark yaratmak isteyen, kazandığını paylaşmasını bilen markaların daha da öne çıkacağı bir dünya bekliyor bizleri.”
RÖPORTAJ: BÜŞRA NAZLAN ÜREGÜL
31
“Kadınlar daha kalp merkezli yaşıyor ve yaptığı işe duygusunu, ruhunu katıyor, bu da başarı getiriyor. Paylaşmak, yardım etmek, empati yapmak da kadını güçlü kılan özellikler.” 32
BEE GODDESS MARKASININ KURUCUSU
ECE ŞİRİN
“BU TOPRAKLARDAKI KADINLARIN IŞIK, SEVGI VE ŞEFKAT GÜCÜ ÇOK YÜKSEK” Amerikalı trend avcısı Robyn Walter’in “21. yüzyılın Coco Chanel’i” olarak tanımladığı tasarımcı - girişimci Ece Şirin’in kariyer yolculuğu Anadolu’nun seven, doğuran, besleyen, şifacı, güzel ana tanrıçası Artemis ile tanıştığında değişiyor. Hayatında hep mucizeler ve tılsımlar peşinde koşan Şirin’in 2009 yılında kurduğu Bee Goddess markasının temel felsefesi, insanın kendi özüne dönmesi, ruhuna ve kalbine kulak vermesiyle ilişkili. HELLO!: Geçmişe dönersek, Bee Goddess markası sizin içsel gelişiminizin bir meyvesi olarak mı ortaya çıktı? Ece Şirin: Uzun bir dönem, Coca-Cola, Doğan Burda, Microsoft gibi dünyanın önde gelen şirketlerindeki yöneticilik yaptıktan sonra bir dünya markası yaratmak arzusu ile girişimcilik yolculuğuma başladım. Lüksün de aydınlanması gerektiğine inanıyordum. Lüks, ışık demek; ışık ise bilgi. “Beni alınca daha iyi olacaksın” diyen markalara alternatif olarak, “Sen zaten mükemmelsin, ışılda ki bütün dünya ışıldasın” diye seslenen, kişiyi kendi hayat mitini yazmaya davet eden, onu yüreklendiren, güçlendiren bir marka olsun vardı aklımda. Ana tanrıça Artemis’i keşfettiğimde onun hikayesini bütün dünyayla paylaşmak istedim. Artemis; kendini seven, kendine inanan, kendine yeten, başaran ve ışık saçan tüm güçlü kadınların tılsımı. Artemis’in içimde yarattığı uyanış manevi bir yeniden doğuş oldu; öz cevherimin ve sonsuz potansiyelimin farkına varmamı sağladı. Ben de bu ışığı başkaları ile paylaşmak; şifa, güzellik, bilgeliğe kanal olmak istedim. Sembolizm yolu ile nesilden nesile aktarılan ortak evrensel ezoterik bilgelik hep ilgi alanımda. İnsanlığın ortak hazinesi olan evrensel arketipsel sembolleri araştırıp onları birer tılsım mücevher olarak yorumluyorum. Her sembol hayatımda yeni bir kapı açtı. Kendine inanan, kendini seven güzel kadınlar için mücevher yerine öz cevher, statü sembolü yerine ruhun sembolü diye seslenen Bee Goddess mücevher markası doğdu. HELLO!: Sembollerin değiştirici, geliştirici gücüne ve mucizelerine inanıyorsunuz. Kadın olmanın kendisi de başlı başına bir mucize olabilir mi? E. Şirin: Yaşamın en büyük mucize kaynağı olan sevgi ve güzellik kadınlara bah-
şedilmiş ilahi bir hediye. Kadın yaşama kanal olan, bakan, büyüten, besleyen, şifalandıran, güzelleştiren, uyum veren enerji demek. Ruhun yuvası kalp, kadın ile özleşmiş bir mücevher kutusu. Kalp merkezli yaşam mucizeler getirir. Bal yapan arılar gibi, büyük bir oluşumun parçası olduğumuzun farkındalığı ile kendimizi bütüne hizmet etmeye adadığımızda hayata kendi sihrimizi katıyoruz. İlham kaynağımız Anadolu; bereketli, cömert bir ana enerjisi ile yüklü. Bee Goddess adını mitolojideki tüm tanrıçaların tanrıçası olarak bilinen Çatalhöyük’ün Arı Tanrıçası’ndan alıyor. 10 bin yaşındaki Arı Tanrıça tüm kadınların en yüce potansiyelini temsil ediyor. Bu topraklardaki kadınların ışık, sevgi ve şefkat gücü çok yüksek. O yüzden kadınlarımız başarılı, Anadolu’muz ise mucizeli bir coğrafya. HELLO!: Markanızı kurduğunuz günlerde ileriye doğru bakarken hayal ettikleriniz ve hedeflerinize bugün ulaştığınızı söyleyebilir misiniz? Vazgeçtiğiniz, sonradan ilave ettiğiniz ya da yola çıktıktan sonra değiştirdiğiniz planlar oldu mu? E. Şirin: Bu bir tekamül yolculuğu. Başlangıçtaki birçok hayalim gerçekleşti ve yerine yenileri geldi. 15 sene önce dünyanın ilk tılsım mücevher markasını yarattım. Bu-
“İlham kaynağımız Anadolu; bereketli, cömert bir ana enerjisi ile yüklü. O yüzden kadınlarımız başarılı, Anadolu’muz ise mucizeli bir coğrafya.”
gün Londra ve Bakü ile beraber dünyada 8 tane mağazamız oldu. Bu ay Mandarin Oriental Bodrum’da yeni bir mağazamız daha açılıyor. Harrods, Neiman Marcus, Isetan gibi lüks sektörünün en önemli 42 noktasında dünyanın en güçlü mücevher markaları ile rekabet edip onları geride bırakıyoruz. Bee Goddess mücevherleri Cate Blanchett, Madonna, Rihanna gibi dünya starlarının sürekli üstlerinde taşıdıkları tılsım oldu. En son Camilla Cabello’nun oynadığı ‘Cinderella’ filminin mücevherlerini özel olarak tasarladım HELLO!: Bee Goddess’ın marka hikayesindeki en önemli dönüm noktalarından biri de Londra’da Harrods’a girmesi olmalı; bir Türk markasının yurtdışında ilgi ve dikkat çekmesi için hangi özelliklere sahip olması gerekli? E. Şirin: Dünyadaki rekabet çok daha fazla, o yüzden kendi alanınızda çok iyi olmanız lazım. Tasarımların özgün, marka hikayesinin fark yaratması, işçilik kalitesinin dünya markaları ile rekabet edebilecek güçte olması başlıca başarı kriterleri. Bizim markamızın iyileştirici gücü, tasarımlarımızın güzelliği ve orijinalliği, mücevherleri kullananların hayatlarında gerçekleşen mucizeler ve dolayısı ile başarılı bir satış performansı global başarımızı perçinledi. HELLO!: Dünyada her gün pek çok start-up hayata geçiriliyor, bunların yüzde 90’ı kısa ömürlü oluyor. Bir marka yarattığınızda başarıyı sürdürülebilir kılmak için neler gerekiyor? E. Şirin: Öncelikle bu işi neden yaptığınızın cevabı önemli. Sadece para kazanmak yerine yaşama ışık katmak için yapılan işler kişiye heyecan veriyor. Start-up yeni doğmuş bir bebek gibi; en az sizinki kadar işi sahiplenen çalışma arkadaşları ile gece gündüz çalışmak ve sürekli yenilikle-
33
Bee Goddess’ın ilk tılsımı ‘Artemis’, ay tanrıçası Diana, Isis, Kibele gibi farklı isimlerle tarih boyunca farklı coğrafya ve medeniyetlerde hep dişi enerjinin güzelliğini, yaratıcılığını, bereketini, şefkatini sembolize ediyor. Ezoterik anlamı ise manevi yeniden doğuş.
Madonna’nın da kullandığı ‘Eye Light’ koleksiyonu, aydınlanma ve yeniden doğuşu simgeliyor. Arının peteği (Honeycomb) gizli altıgen geometrisiyle kalbi ve hayatın güzelliklerini sembolize ederken (solda); ‘El-Vedud’ ise kalbimizin sevgi kapasitesini artıracak bir anahtar olarak tanımlanıyor (sağda). re adapte olmak gerek. HELLO!: Kadınların iş hayatında erkeklerden daha avantajlı yönleri neler sizce? E. Şirin: Yaratıcılık, üretkenlik, bereket, uyum, yardımlaşma, güçlü iletişim, özverili çalışkanlık, sahip çıkmak, aynı anda 10 işi beraber yapabilme, detayları atlamadan işin hakkını vermek kadınların genlerinde olan en büyük avantajlar. Kadın iş hayatında erkeğe benzememeli, kadınsal değerlerin günümüz iş hayatına katacağı büyük bir ışık var. Kadınlar daha kalp merkezli yaşıyor ve yaptığı işe duygusunu ve ruhunu katıyor, bu da başarı getiriyor. Ayrıca kalp merkezli olmanın temelinde iyi insan olmak var. Özetle; paylaşmak, yardım etmek, empati yapmak kadını güçlü kılan özellikler... HELLO!: Hayal kurabilmek, girişimciliğin önemli bir parçası mı? E. Şirin: Elbette ki! Hayal bir tohum. Hayat bahçesine ektiğimiz tüm tohumlara çok iyi bakmak gerekiyor. Bütün buluşlar ve her türlü bilimsel gelişim önce hayal ile başlar. İçimizden geliyorsa, başaracağız demektir. Bence kader bu. Bee Goddess yolculuğunda her şeye sıfırdan başladım. Elimdeki en büyük güç, hayalim ve inancım idi. Yaşınız kaç olursa olsun, bunu yapabilmek çok önemli. Herkesin hayallerinin peşinden koşması gerektiğini düşünüyorum.
34
HELLO!: Kendilerini yeniden tanımlamak, her şeye sıfırlayıp hayata yeniden, farklı bir yerden başlamak isteyen kadınlara neler önerirsiniz? E. Şirin: İnanç, kendi gücünüze ve hayallerinize inanmak çok önemli. Kimseden onay ve kabul beklememek ve özünde yapacağınız işin bütün dünyaya nasıl ışık yaydığını, faydalı olabileceğini görebilmek ve onu çok sevmek. Bunun dışında erkeklere benzemeye çalışmak yerine herkes kendi gerçeğini yaşamalı. HELLO!: Pandemi süreci markanızın geleceği konusundaki odaklarınızı, hedeflerinizi ve iş süreçlerinizi nasıl değiştirdi? E. Şirin: Hemen adapte olduk ve daha da çok çalışıyoruz. Teknoloji, uzak da olsak her an beraber çalışmamızı sağlıyor. Biz bu dönemi kendi özümüze dönme dönemi olarak belirledik. Bee Goddess, maddenin içindeki manaya odaklanan bir marka ve pandemi bütün dünyayı aynı ortak paydada topladı. Şu an hiç olmadığı kadar mana arayışındayız. Bizim mücevherlerimiz kişiyi kendi iç gücüne, ruhunun bilgeliğine bağlayan ve içsel bir yolculuğa davet eden tılsımlar. Tasarımlarımıza ilham veren hikayeleri daha güzel paylaşmaya çalışıyoruz. Bu dönem marka elçilerimize hiç olmadığımız kadar daha yakınız; tek fark artık daha küçük ortamlarda kişiye özel sunumlar ya-
“Bazılarımız sadeleşirken bazılarımız ise daha fazla tüketecek. İnsanın daha fazla arayışı bitemez çünkü ruhumuz sonsuzluk bilincine bağlı. Ama neyin önemli olduğunu anlayıp tatmin olmamız bence daha kolay olacak.” pıyoruz. Satış ekibimiz müşterilerimizle sürekli irtibat halinde. Instagram ve internet satışlarımız hep vardı, bu konuya daha büyük özen gösteriyoruz. Ayrıca uzun süredir üstünde çalıştığımız Bee Happy markası doğdu. Hepsiburada ile yaptığımız özel bir işbirliği mayıs ayına Anneler Günü’ne denk geldi ve şu sıralar onun da heyecanını yaşıyoruz. HELLO!: Dünyanın satın alma alışkanlıkları ve tüketim bilincinde bir fark olacak mı dersiniz? “Hep daha fazla” arayışını bırakabilecek miyiz? E. Şirin: İster istemez son iki aydır herkes içine döndü ve bu dönemde önceliklerini gözden geçirdi. Ben genelleme yapmak istemiyorum. Bazılarımız sadeleşirken bazılarımız ise daha fazla tüketecek. İnsanın daha fazla arayışı bitemez çünkü ruhumuz sonsuzluk bilincine bağlı. Ama neyin önemli olduğunu anlayıp tatmin olmamız bence daha kolay olacak. Hayatımızın ne kadar değerli ve mucizeli olduğunu küresel olarak anlamış olduğumuzu tahmin ediyorum. HELLO!: 2020 yazında koleksiyonlarınızda ve mağazalarınızda ne yenilikler göreceğiz? E. Şirin: Pandemi öncesi Las Vegas Couture Fuarı için yoğun bir tasarım sürecinde idim. Öncelikle dünya starlarının tercihi ‘Eye Light’ (göz nuru) koleksiyonunu yeni bagetli tasarımlarla genişlettim. Tarot’taki ‘İmparatoriçe’den ilham alan yepyeni ‘Empress’ koleksiyonunu Mandarin Oriental Bodrum’da açılacak yeni mağazamızın lansmanı için çalıştım. Ağustos ve eylül için ‘Demeter’den ilham alan sonsuz bolluk bereket ve dönüşüm tılsımı buğday koleksiyonumuz var. Ayrıca çok sevilen ‘Honey’ bal koleksiyonumuza yaşama tat ve şifa katmak için yepyeni arılar, petekler ve dönüşüm yolculuğunda bizi güçlendirsin diye çok güzel yusufçuklar ekledim. Yaz içinse bol renkli tasarımlar Bee Goddess dostlarının hayatına renk katacak. Örneğin ‘Soul Colors’ koleksiyonumun teması herkese umut veren gökkuşağı. RÖPORTAJ: MELDA NARMANLI ÇİMEN
GÜLSHA’NIN KURUCUSU
GÜLŞAH GÜRKAN
“BAŞARI IÇIN, YAPMAYI EN IYI BILDIĞINIZ ŞEYE ODAKLANIN”
Kendini bildi bileli gülün şifasına inanmış Gülşah Gürkan, gül özü tedarik eden aile şirketinin üçüncü nesil yöneticisi olarak bu işin içinde doğmuş. Şimdi Türkiye ve dünyada binin üzerinde satış noktasında bulunan Gülsha markasındaki başarısını, yapmayı en iyi bildiği şeye odaklanmaya borçlu.
HELLO!: Geçmişe dönersek, Güsha’nın fikir ve beyin jimnastiği aşamalarında her şey aklınızda net miydi? Nasıl bir hayal kurmuştunuz? Sonrasında marka nasıl olgunlaştı ve gelişti? Gülşah Gürkan: Gülsha’nın hikayesi güllerin içinde doğmam ile başlıyor. 1965 yılından bu yana dünyaca ünlü parfüm ve kozmetik üreticilerine gül özü tedarik eden aile şirketimizin üçüncü nesil yöneticisiyim. Kendimi bildim bileli gülün şifasına, cilt güzelliği üzerindeki etkilerine ve zahmetli üretim sürecine şahit olarak büyüdüm. Gülsha markası, gülün benzersiz faydaları hakkında edindiğimiz 50 yılı aşkın tecrübeyi, özel bir cilt bakım serisine aktarma isteğimle doğdu. Bunun için en iyi Fransız cilt bakım uzmanlarıyla özel formülasyonlar üzerinde çalışarak, esansiyel gül yağının aktiflerini içeren, etkili, doğal ve pratik bir cilt bakım serisi çıkardım. Bu yüzden Gülsha genç bir marka ama çok köklü bir geçmişe sahip. Bugün Gülsha olarak cilt bakım sırlarımızı başta Türkiye olmak üzere dünyada binin üzerinde satış noktasında kadınlarla buluşturuyoruz. HELLO!: Markanızı kurduğunuz ilk yılları anımsadığınızda sizi korkutan ya da vazgeçmeyi düşündüğünüz zamanlar oldu mu? G. Gürkan: Tanıdığım birçok güçlü kadın gibi ben de kafasına koyduğunu yapmak için azimle çalışan bir insanım. Vazgeçmeyi asla düşünmedim ama istediğim kalitede ve hayal ettiğim mükemmellikte ürünlere hayat verme fırsatı yakalayamamaktan korktuğum anlar oldu. 2011 yılında işe başlarken piyasada benim ‘gül suyu’ diye bildiğim ürünün olmadığını gördüm. Esansiyel yağını ayrıştırmadığım, İngilizcede ‘Ultimate Rosewater’, Türkçede ‘Tam Gül Suyu’ dediğim yepyeni bir kalite yarattım. Bu kalitenin doğal şekilde muhafaza edilmesi için, iki yıl boyunca üç farklı laboratuarda 100’ün üzerinde deneme yaparak
36
sadece bize özel üretilen bir içerik ile yüzde 100 doğal bir ürünü raflara çıkardım. Bu sürecin tüm aşamalarında bana mümkün olmayan bir şey istediğim söylendiğinde endişe duyduğum anlar oldu. HELLO!: Bununla nasıl başa çıktınız? G. Gürkan: Üniversite yıllarında okuduğum Susan Jeffers’ın ‘Feel the Fear But do it Anyway’ kitabındaki gibi, imkansız kelimesini kabul etmeyerek, yılmayarak ve sorunların üzerine giderek. HELLO!: Başarılı olmak için yolun başındayken kendinize koyduğunuz hedefler nelerdi? G. Gürkan: Yola çıktığımdan beri amacım Isparta’dan çıkan bu eşsiz hikayeyi global bir kozmetik markasına dönüştürmekti. Dünyada çok az yerde yetişen ve ülkemize verilmiş bir nimet olan ‘Rosa Damascena’ türündeki Isparta gülüne sahip çıkmak için uluslararası standartlara uygun adımlar atarak ilerledim. “Cilt bakımında gülün adı Gülsha” mottomuzla, gül denince akıllarda Gülsha markasının belirmesi öncelikli hedefimdi. Dünyanın en eski güzellik sırlarından biri olan gül suyuna, sentetik içeriklerden dolayı kaybettiği itibarı geri kazandırmak istiyorum. Mucizevi Isparta gülünü modern kadının güzellik kürüne dahil etmek, her yaştan kadının bu doğal değer ile ciltlerine yatırım yapmalarını sağlamak hedefim. Markama kendi adımı verdim ve başından beri bir mühendis ve girişimci olarak, üretimden satışa her detayıyla bizzat ilgileniyorum. HELLO!: Başarılı olmak kolay, zor olan başarıyı aynı ivmede devam ettirebilmek derler... Bu konuda izlediğiniz yol, ilham kaynaklarınız neler? G. Gürkan: Başarının, yapmayı en iyi bildiğim işe odaklanarak, gün be gün kendimi geliştirmek olduğuna inanıyorum. Sürekli merak ederim, araştırırım, yeni hedefler koyarım. Farklı bir çözüm üretmek bana büyük keyif verir. Hızlı gitmek
için tek başına, uzun yol gitmek için birlikte yürümek gerektiğini biliyorum. En büyük destek kaynağım, güvendiğim, bir aile gibi gördüğüm Gülsha ekibim. Onların fedakar ve azimli çalışma prensipleri, yorulduğum anlarda bana yeniden ilham kaynağı oluyor. HELLO!: Türkiye’de kadınların iş hayatında eşit şekilde yer almaları için nelerin değişmesi ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? G. Gürkan: Kadın girişimciliğini desteklemek adına kamusal ve özel sektörlerde birçok güzel gelişmeler var. Ben doğru rol model olma konusunda üzerime düşeni yaparak sesimi duyurmak ve kadınlara ilham verebilmek isterim. KAGİDER, Garanti Bankası ve Ekonomist dergisi işbirliği ile 2019 yılında 13’üncüsü düzenlenen yarışmada, ‘Türkiye’nin Kadın Girişimcisi’ seçildim. Benim ve benim gibi girişimcilerin hikayeleri paylaşıldıkça kadınlarımızın “Ben de yeterliyim. Ben de kendimi ortaya koyabilirim” diye düşüneceğini ümit ediyorum. Böylece de ekonomimizin olmazsa olmaz yapı taşlarından olan kadın girişimciliği daha da artar. HELLO!: Henüz start-up aşamasında olan kadın girişimcilere neler önerirsiniz? G. Gürkan: Kadınların uzun vadeli ve zorlu girişimcilik yolculuğuna çıkarken kendi içlerindeki güce sahip çıkmaları ve güvenmeleri çok önemli. Toplumun kadından beklediği rollerin dışına çıkmak için zaten güçlü olmak lazım. Kadın yaratıcılığıyla, insan ilişkilerindeki becerisiyle, problem çözme yeteneği ile girişimcilik için ideal bir aday zaten. Bu özellikler inanç, tutku ve sabır ile de birleşince kadının yapamayacağı şey yok. Onlara ilk tavsiyem inandıkları fikirleri hayata geçirmeleri konusunda cesaretli olmalarıdır. Bunun için öncelikle kendilerini çok iyi tanımaları, bu yolculuğa çıkmadan evvel çok çalışmaya ve özverili davranmaya hazır olup
“Benim amacım başından beri en iyi bildiğim konuya odaklanarak sağlam ve kalıcı bir değer yaratmaktı. Bu uzun soluklu yolculukta her krizin içinde bir fırsat barındırdığına inanıyorum.” olmadıklarını tartmaları gerekiyor. Ayrıca yaptıkları işte mutlaka bir fark yaratmaya çalışmaları, çok araştırma yaparak dünyadaki tüm gelişmelerden haberdar olmaları lazım. Uzun vadeli vizyonlarına odaklanarak, kısa vadede getirisi olan ama hedeften uzaklaştıracak işlerden uzak durmalarını öneririm. Girişimci olmak elbette zor ve çok sabırlı olmaları gereken bir süreçtir. Bu uzun yolculukta onlarla el el yürüyecek doğru insanlara yatırım yapmalarını öneririm. HELLO!: Kadın girişimcilerin dünyadaki konumunu nasıl görüyorsunuz? G. Gürkan: Dünyayı iyileştirecek olan empati yeteneği kadınlar ile güç kazanacak. Kadınlar her sektörde değişimlere hızlı ayak uydurmaları ve çözüm odaklı yaklaşımları ile fark yaratıyorlar. Kadınların söz sahibi olması her alanda olmazsa olmaz bir etken. HELLO!: Pandemi, ekonomik kriz ya da beklenmedik bir durumla karşı karşıya kaldığınızda markayı korumak için en çok nelere özen gösteriyorsunuz ve bu süreçte ağırlık verdiğiniz konular neler oldu, nasıl bir yol izlediniz?
G. Gürkan: Kozmetik, trendlerin çok hızlı değiştiği, rekabetin üst düzeyde olduğu devasa bir sektör. Benim amacım ise başından beri en iyi bildiğim konuya odaklanarak sağlam ve kalıcı bir değer yaratmaktı. Markam toprağımızdan, kanımızdan, canımızdan gelen bir hikayenin parçası olarak kullanıcılarımız ile buluşuyor. Bu uzun soluklu yolculukta tabii ki farklı durumlar olacak. Ama her krizin içinde bir fırsat da barındırdığına inanıyorum. Esnek ve kompak bir yapımız olduğundan iş modellerimizi güncellemek nispeten kolay oldu. Tabii ilk aşamada çalışanlarımızın ve ürünlerimizin güvenliği için gerekli hijyen ve koruma altyapı çalışmalarını gerçekleştirdik. E-ticaret yapımızın aktif olması ve sekiz farklı ülkede satış kanallarında olmamız ticari kaygılarımızı bir nebze azalttı. İş ortaklarımızla, çalışanlarımızla açık iletişimde olmanın faydasını gördük. Butik bir serimiz var. Standart formülasyonlar kullanmayarak sadece bize özel formüller üzerinde çalışıyoruz. Uzun zamandır üzerinde çalıştığımız el kremimizin lansmanı tam bu sürece denk geldi. Yıl sonuna kadar iki yeni ürün lansmanı daha yapıyor olacağız.
HELLO!: Giderek dijitalleşen dünyada ve pandemi sürecinden sonra da devam edecek olan yeni düzende markanız için neler hedeflediniz? G. Gürkan: Türkiye’den çıkan uluslararası bir kozmetik markası olmak, Isparta gülüne sahip çıkmak ve Isparta’nın muhteşem doğasını tüm dünyaya duyurmak. Bu hedefler için çalışmaya devam edeceğim. E-ticaret ve sosyal medyanın gücüne ilk günden beri çok önem verdik ve yatırım yaptık. Şimdi bunun getirilerini görüyoruz. Bir marka elçisi olarak sosyal medyada daha fazla yer almak, canlı yayınlar yaparak ürünlerimizi, markamızı anlatmak zaten yapmayı planladığım projelerdi. Bunları öne almış oldum. Gerek kendi Gülsha hesabımdan gerekse satış noktamız olan Sephora Türkiye hesabından yaptığımız canlı yayınlarla kullanıcılarımızla iletişim kurmanın keyfini yaşadım. Bu mecrada daha da aktif olmayı hedefliyorum. Yeni iki ülkede satışlarımızı başlatarak ihracatımızı artırdık. Bu ülkelerde de digital kanallara gerekli pazarlama yatırımlarını yaparak ilerlemeyi önceliklendiriyoruz.
37
HELLO!: Doğaya ve içimize döndüğümüz bu dönemde, organik ve vegan ürünlere eğilim giderek artıyor. Gülsha, cildimize değmeden önce arka planında da muazzam bir süreçten geçiyor. Değerli kaynakları en doğru şekilde kullanmak ve müşterilere sunmak çok önemli. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? G. Gürkan: Esansiyel gül yağını ve gül suyunu, taze güllerin mevcut olduğu senedeki bir aylık hasat sürecinde limitli miktarda üretiyoruz. Türkiye’de yalnızca Isparta’da, dünyada ise çok az bölgede yetişen ‘Rosa Damascena’ gülleri, her sabah çiftçilerimiz tarafından tek tek elle toplanıyor. Günün ilk ışıklarıyla birlikte toplanmaya başlanan güller, damıtma işlemi için hemen fabrikamıza getiriliyor. Uçucu yağlarının kaybolmaması için güller çuvallardan çıkarılıp serin bir alana seriliyor ve maksimum altı saat içinde işleme alınıyor. Gerçek gül özleri yüksek maliyetinden dolayı, piyasada bulunan çoğu üründe çok düşük oranda veya sentetik olarak kullanılıyor. Biz, standart formüllere ‘sentetik kokular’ katılarak piyasaya sunulan bu tip ürünler üretmek istemedik. Fransa’daki uzmanlarımızın tecrübeleriyle seçilen en kaliteli ve doğal hammaddeleri kullanıyoruz. Ürünlerin içerdiği maddeler kadar içermediklerinin de önemli olduğunu biliyoruz. Doğal ve temiz bakım ürünleri üretirken, içinde paraben, alkol, SLS, suni boya ya da sentetik parfüm gibi maddelerin bulunmadığından emin oluyoruz. Bunun dışında, tüm içeriklerimizin, Skin Deep gibi çevreci gruplar tarafından verilen bağımsız değerlendirme notlarını kontrol ediyoruz. Esansiyel yağların korunması için renkli cam şişelerde satışa sunuyoruz. HELLO!: Cildimiz için ürün seçerken artık eskisinden çok daha hassas davranıyoruz. Daha az tüketmek için aynı anda pek çok fayda sağlayan ürünlere yöneliyoruz. Bu konuda Gülsha’nın izlediği yeni yollar, Ar-Ge çalışmaları var mı? G. Gürkan: Doğal, etkili ve kullanımı keyifli pratik bir seri yaratmak Gülsha’nın yola çıkış felsefesi diyebilirim. Temizleme, tonikleme ve besleme adımlarından oluşan üç adımlık serimiz ile amacım insanlara daha çok değil, daha az ürün kullandırmak. Çünkü ben bir tüketici olarak bunu tercih ediyorum. En az ürün ile sağlıklı ve genç bir cilt için gereken tüm etkileri nasıl kapsayabiliriz diye soruyorum. Sağlığımdan ödün vermeden cildimi güzelleştirecek, çok zamanımı almadan beni iyi hissettirecek ürünler kullanmak istiyorum. Pratiklik konusunda gül suyundan öne geçecek bir ürün olamaz herhalde. Ben 30 yaşına gelene kadar sadece gül suyu kullandım diyebilirim. Bizzat kullandığım ve çok memnun kaldığım için, insanların da Gülsha’nın mucizevi etkilerini deneyimlemesini istedim. HELLO!: Cilt bakımlarımızın ve rutinlerimizin yeni düzende değişeceğini düşünüyor musunuz?
38
“Doğal, etkili ve kullanımı keyifli pratik bir seri yaratmak Gülsha’nın yola çıkış felsefesi diyebilirim. İnsanlara daha çok değil, daha az ve etkili ürün kullandırmak amacımız.”
G. Gürkan: Evlerimizde geçirdiğimiz bu sürede, kendi kendine bakım yapmanın önemini daha da kavradık. Artık sadece cildimize değil, bütünsel sağlığımıza iyi gelecek, bizi iyi de hissettirecek ürünler öne çıkacak diye düşünüyorum. Dört ton ‘Rosa Damascena’ gül çiçeğinin yaşam enerjisini barındıran gül esansiyel yağı, 320 MHz değeri ile dünyadaki en yüksek titreşime sahip maddedir. Bu gülün ulvi bir tarafının olması ve antik zamandan beri tüm din, medeniyet ve sağlık ekollerinde kullanılmasının bir sebebi var. Ürünlerimizi kullananlardan aldığımız en sık geribildirim, kendilerini iyi hissetmeleri oluyor. Bu da bir tesadüf olamaz diye düşünüyorum. HELLO!: Dijital dünyanın girişimcilere sunduğu fırsatlar neler? G. Gürkan: İçinde bulunduğumuz dijital dönüşüm süreci, hepimize yeni fırsatlar sunup, kullanıcılarımızı daha yakından ta-
nımamızı sağlıyor. Bu değerli bilgileri yeni iş süreçlerine dönüştürmek, digital dünyada daha kolay ve hızlı bir şekilde mümkün. Yaratıcı yeni fikirlerin, nispeten daha ekonomik bir yatırım ile kısa zamanda hızla büyüme potansiyeli mevcut. Bu etkenlerden dolayı heyecan verici birçok yeniliklere şahit olacağımızı düşünüyorum. HELLO!: Sizce yeni dünya düzeninde bir markanın başarılı olması için ilk şart nedir? G. Gürkan: Benim için her zaman geçerli olan şartlar; bir konuda uzmanlaşmak, uzun vadeli düşünerek güvenli bir marka yaratmaktı. Güncel etkilerle değişimlere uyum sağlama yeteneği de eklendi diyebilirim. Teknolojiye yatırım ve sürdürülebilirlik ilkelerinin yeni dünyadaki markalar için vazgeçilmez olacağı kesin. RÖPORTAJ: BÜŞRA NAZLAN ÜREGÜL
Toplu Taşımaya Akıllı Alternatif: MOOV by Garenta İstanbul’da ücretsiz İSPARK, İzmir’de Belediye’nin desteğiyle ücretsiz İzelman Otopark kullanımı İster 15 dakika, ister saatlerce hatta istersen günlerce kirala Dilediğin yerden al, dilediğin yerde bırak Sigorta ve yakıt içinde
EKAV VAKFI & ART TV KURUCUSU
İNCI AKSOY
“HAYAT CESURLARI SEVER VE ÖNLERINE GEREKEN FIRSATLARI ÇIKARTIR” Eğitim Kültür ve Araştırma Vakfı kurucusu İnci Aksoy, 2008 yılında Art TV’nin temellerini attığı zaman, YouTube ve dijital dünya damarlarımıza bu kadar işlememişti. Feminist duruşu, sanat tutkusu, hayat görüşü, her daim yüksek enerjisi, stili, çalışkanlığı ve zarifliği ile onu tanımasanız dahi güçlü aurasına kapılacağınız Aksoy, hayat boyu başarılı olmanın tarifini asla pes etmemek olarak yorumluyor. “Kendimi bir koşucu olarak görüyorum. Hayatın içinde koşuyorum, koşarken de arkama bakmıyorum. Arkanıza bakarsanız düşersiniz. Ben de hep ileriye bakıyorum” diyor ve sanatı herkese ulaştıran platformundan, hedeflerinden bahsediyor. HELLO!: EKAV Vakfı ve kurucusu olduğunuz Art TV’nin hikayesi nasıl başladı? İnci Aksoy: Genç bir topluma sahibiz; hepimizin sanata ihtiyacı var. Bu konuda hepimize, özellikle sivil toplum kuruluşlarına büyük görev düşüyor. Bu sorumluluğun bilinciyle internetin önemini fark edip gençleri sanat ortamında sosyalleştirmek istedim. Yurtdışındaki okullarda da çocukların sanata yönlendirildiğini ve bunun gençlerin gelişiminde ne kadar önemli olduğunu görmüştüm. 13 yıl yayıncılık ve yöneticiliğini yaptığım Marie Claire dergisinde, yaptığımız araştırmalardan halkımızın nelere ilgi duyduğunu biliyordum. İşte bu bilgi ve tecrübelerle Art TV fikri doğmuş oldu. 2008 yılında ‘Sanatla Randevunuz Var’ sloganıyla ‘Türkiye’nin İlk Online Sanat Televizyonu’ olarak yayına başladık. 2010 yılında kültür sanat dalında ‘Altın Örümcek Halkın Favorisi Ödülü’nü aldık. Ayrıca 2018 yılında da UPSD’nin ‘Basın Onur Ödülü’ne layık görüldük. Şimdi dünyanın her köşesinden değişik yaş ve meslek grubundan günde 20 bin ile 30 bin arası ziyaretçimiz var. Bir tıkla toplumun her kesimine sanatı ulaştırıyoruz ve en önemlisi Türkiye’nin 12 yıldır en geniş sanat arşivini oluşturduk. Harran Üniversitesi gibi ülkemizin birçok güzel sanatlar okullarında derslerde kaynak olarak videolarımızdan faydalanılıyor. Art TV’de sanata dair her şeye, yurtiçi-yurtdışı sergilere, sanatçılarla çok özel röportajlara, dünyadan ve Türkiye’den müzelere bir tıkla ulaşabiliyorsunuz. ‘Artblog’da dünyadaki sanat etkinliklerini yazarlarımızın
40
gözünden izleyebiliyorsunuz. Ayrıca ‘Art Store’da genç sanatçıların uygun fiyatlarla eserlerine sahip olabiliyorsunuz. Bu projenin sanat adına çok güzel bir gelişme olduğuna inanıyorum. Çünkü genel kanı sanatın Türkiye’de pek ilgi çekmeyeceği şeklindeydi. Ancak doğru zamanda doğru işler yapıldığı takdirde sanatın da ilgi çekebileceğinin kanıtı oldu. HELLO!: Vakfı kurduğunuz ilk yılları anımsadığınızda sizi korkutan ya da vazgeçmeyi düşündüğünüz zamanlar oldu mu? İ. Aksoy: Süreç içerisinde pek çok zorlukla karşılaştığım dönemler oldu çünkü göstereceğimiz bir model benzeri yoktu. YouTube bile kapalıydı. Ama hiçbir zaman pes etmedim. Hayal ettiğim şeyi, doğru olduğuna inandığım şekilde yaparak bugünlere geldim. Bir şeyi kafama koyduysam, önümde hangi engel olursa olsun, onu aşmaya bakarım. “Hayat cesurları sever ve önlerine gereken fırsatları çıkartır” diye düşünüyorum. Projemi hayal ettiğim haline getirebilmek bir yıl kadar zamanımızı aldı. Yılmadan ve azimle, uzun uğraşlardan sonra, Ağustos 2008’de Art Tv yayın hayatına başladı. HELLO!: Sizi zor durumlarda motive eden şey ne oldu? İ. Aksoy: Girişimcilik ciddi bir cesaret işidir. Sosyal sorumluluk konusunda olunca daha da önemli bir cesaretli yaklaşım gerektiriyor. Yaşamı, anlayış ve algılayış biçimi olarak bir ayna gibi görüyorum. “Hayata ne kadar pozitif bakarsak o da bize o kadar pozitif cevap verir” diye düşünüyo-
rum. Enerjimi sadece odaklandığım hedefe ve amaçlarıma uygun şekilde kullanmaya çalışıyorum. Prof. Dr. Acar Baltaş’ın da dediği gibi: “Enerjinizi nereye koyarsanız hayat orada gelişir.” Bir deyiş vardır: “Yürüdüğünüz yolda engel ve güçlük yoksa, o yol sizi bir yere çıkartmaz.” Ben bu felsefeyi benimsiyorum. Gerçekten de başınıza gelen haksızlıklar ve yaşanan olaylar size hayata farklı bir bakış açısı kazandırıyor. Ben kendimi bir koşucu olarak görüyorum. Koşmayı da hem mecazi hem de gerçek anlamda kullanıyorum. Ben hayatın içinde koşuyorum, koşarken de arkama bakmıyorum. Koşarken arkanıza bakarsanız düşersiniz. Ben de hep ileriye bakıyorum. O nedenle yoluma devam ederken karşılaştığım olumsuzlukları enerji, sabır ve çok çalışarak pozitife çevirerek aşmaya çalışıyorum. HELLO!: Yolun başındayken vakıf için kendinize koyduğunuz hedefler nelerdi? İ. Aksoy: Öncelikli hedeflerimi, her zaman hayallerim belirledi. Hangi sektörde olursanız olun, başarının anahtarı, fark yaratmaktır. Farkı ortaya koyabilmeniz için, işinizi severek ve aşkla yapmalısınız. Ben yaptığım işe kalbimi koyarım; bu, benim için başarılı olmanın ön koşuludur. Bu projede amacım, Türk kültür ve sanatının gelişimine, aynı zamanda vakfımızın da sloganı olan “Sanat geliştirir, sanat iyileştirir, sanat birleştirir” sloganı ile katkıda bulunmaktı. Sanatın yaygınlaştırılması, toplumun her kesimine ulaştırılması, geleceğin genç sanatçılarına imkanlar sağlanması, toplumumuzun sanat
“Bir tıkla toplumun her kesimine sanatı ulaştırıyoruz ve en önemlisi Türkiye’nin 12 yıldır en geniş sanat arşivini oluşturduk. Art TV’de sanata dair her şeye, yurtiçi-yurtdışı sergilere, sanatçılarla çok özel röportajlara, dünyadan ve Türkiye’den müzelere bir tıkla ulaşabiliyorsunuz.” 41
yoluyla bilinçlendirilmesi ve aydınlatılarak mutlu bireyler yaratma arzusu gibi hedeflerimi gerçekleştirmek yolunda çalışmalarımı sürdürüyorum. HELLO!: İzlediğiniz yol, ilham kaynaklarınız neler? İ. Aksoy: Yükselen ivme başarılı bir çalışmanın, uygulamanın göstergesidir. Geride bıraktığım 29 yıllık vakıf ve 12 yıllık Art TV çalışma hayatıma baktığımda güzel bir ivme yakaladığımızı görüyorum. Yaptığımız hizmetlerin geri yansımasında sanatçı ve sanatseverlerle kurduğumuz iletişim anahtar görevi görüyor. Hiçbir şirket, kısa süreli bir başarıyı istemez, onu uzun vadeli sürdürülebilir kılabilmek herkesin en büyük hedefidir. Başarıyı elimizde tutmak veya var olan ivmeyi sürdürmek için her zaman yeniliklere açık olmamız, çalışma tempomuzu muhafaza etmemiz, motivasyonunuzu kaybetmememiz gerekir. HELLO!: Kadın girişimcilerin desteklenmesi, kadınların iş hayatında yer alması ve erkeklerle eşit etkiye sahip olması çok önemli. Sizin iş hayatında cinsiyet eşitsizliğine maruz kaldığınız anlar oldu mu? İ. Aksoy: Cinsiyet eşitsizliği sorunu dünyanın birçok yerinde farklı şekillerde gerçekleşiyor. Okuduğum bir makaleye göre kadınların çalışma koşullarını yasalarla eşitleyen ülke sayısı ne yazık ki sadece altı. Kırsal kesimlerde, altyapı eksiklikleri, hane halkının beklentileri ve istihdam ile ilgili birçok sorun sebebiyle, kadınlar su ve odun taşımak konusunda büyük bir yük altında yaşıyorlar. İstatistikler küresel olarak, her yıl 12 milyon kızın, 18 yaşından önce evlendiğini ortaya koyuyor. Yapay zeka ve teknoloji alanında çalışanların sadece yüzde 22’si kadın. Çizgi film karakterlerinde bile erkeklerin sayısı fazla. Bu veriler, kadınların dezavantajlı olduğu durumlarla ilgili ayrıntılı bilgi veriyor ve toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili çalışmaların hız kazanması konusunu bir kez daha düşünmemizi sağlıyor. HELLO!: Türkiye’de kadınların iş hayatında eşit şekilde yer almaları için nelerin değişmesi ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? İ. Aksoy: Türkiye’de kadınlar, ekonomik gelişmeye katkı sağlayacak önemli kaynak olarak kabul edilmiş durumda. Ülkemizde, sayı yeterli olmasa da kadınlar gittikçe zenginleşen girişimcilik sisteminin ve ekonomik gelişiminin önemli bir parçasını oluşturuyor. Türkiye’de hemen her alanda bir kadın çalışan görmek mümkün. Ancak kadının üretimdeki bu önemi kazançlarına yansımıyor ve zaten çalışma hayatındaki oranları erkeklerin yarısı kadar. Üstelik bir de aynı işi yapan kadın ve erkek aynı parayı da kazanmıyor. ‘Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’ sonuçlarına göre, üniversite mezunu kadın çalışan, aynı düzeydeki bir erkek çalışandan daha az kazanıyor. Ayrıca eğitim seviyesi düştükçe bu fark daha da artıyor. Daha fazla ka-
42
dına güç kazandırmak istiyorsak, iyi iş fikirlerine sahip olan kadınları desteklemeliyiz. Potansiyellerinin farkında olmalarını ve bunu yaparken başkalarına da ilham kaynağı olmaları için onları eğitimler ve teşviklerle desteklemeye devam etmeliyiz. Gerek girişimcilik eğitimleriyle, gerek başarılı işlerin hikayelerini paylaşarak, kendi işlerini kurmak isteyenler için destek oluşturmanın olumlu etkisi olacağı görüşündeyim. Çünkü kadınlar başardığında, hepimiz kazanırız. HELLO!: Giderek dijitalleşen dünyada ve pandemi sürecinden sonra da devam edecek olan yeni düzende EKAV Vakfı ve Art TV için neler hedeflediniz? İ. Aksoy: Günümüzün neredeyse tamamının internette ve ekran karşısında geçtiği bu günlerde tükettiğimiz içeriğin büyük kısmını filmler ve diziler oluşturuyor olsa da sanatın dijital ortama taşınmış olması önemli bir alternatifi teşkil ediyor. Güncel sergilerin sanal turla web sitesi üzerinden ziyarete açılması ya da sanatçılarla Instagram hesabı aracılığıyla canlı yayın yapılması gibi projelerle evlerimizle sınırlandırmaya çalıştığımız hayatımıza, sanata dair alternatifler ekliyor, dijital sanat dalları ve teknolojinin sunduğu imkanlar sayesinde sanatseverlerle buluşabilmek için çeşitli fikirler üretiyoruz. Giderek di-
“Yaşanan toplumsal değişimlerden sonra tarih boyunca sanat her zaman çıkış noktası olmuştur. Çünkü sanat, ruhumuza en iyi gelen olgudur.” jitalleşen önümüzdeki bu dönemde, yoğun rekabet yaşanacağını düşünüyorum. Buna göre bu rekabete ayak uyduramayan bazı markaların elenmesi gündeme gelecek. Ayrıca markalar arasında işbirliği ya da daha da ileri aşamada birleşmeler gündemde olacak. Biz de yeni sanat anlayışı trendlerini, Art TV olarak yakından takip etmeye devam edeceğiz ve gelecekte de projemizin kapsamını geliştirmeyi sürdüreceğiz. Sizler de bizi takip edin çünkü şimdi ‘sanatın online vakti’. HELLO!: Henüz start-up aşamasında olan kadın girişimcilere neler önerirsiniz? İ. Aksoy: Bir kadın girişimciyseniz ya da olmayı hayal ediyorsanız, başarılı hikayelerden ilham almayı, bu hayalinizi gerçeğe dönüştürecek eğitim, öneri ve desteklere erişmenizi ve aynı zamanda doğacak yeni fırsatları da değerlendirmenizi tavsiye ederim. Girişimciler yola çıkarken öncelikli olarak sermaye bulmaya değil, pro-
jeye ve doğru iş planını yapmaya odaklanmalı, çevredeki arz ve talebi iyi değerlendirmeli diye düşünüyorum. Bazen kendilerine güvenmedikleri veya pratik iş becerilerinden yoksun oldukları için vazgeçebiliyorlar. Ancak hata yapmayı kabullenmeleri, en zor anda bile kendilerini çabuk toparlamaları, hızlı öğrenmeleri ve her zaman başaracaklarına inanmaları gerekiyor. Tüm zorluklarına rağmen girişimcilik, çok tatmin edici ve heyecan verici bir serüven. HELLO!: Dijitalleşen dünyada sanatın ve sanatçının kitlelere ulaşması daha mı kolay, yoksa daha karmaşık bir hal mi aldı? İ. Aksoy: Bütünleşen dünyada bilimsel ve teknolojik gelişmelerin dışında kalan, kendini yenilemeyen toplumların geleceği yoktur. Hayat yenilenmeyi ve değişimi zorunlu kılmaktadır. Teknolojik gelişme ile sosyal medyanın yaygınlaşması sanata erişimi kolaylaştırdı. Son yıllarda internet kullanımındaki yoğun artış, internetin insanların hayatına yön veren olgular arasına girdiğini gösteriyor. İnternetin yaygınlaşması ile insanların psikolojileri, yaşayış tarzları ve tercihleri de hızla değişmeye başladı. Günümüz insanı yoğun telaş içinde yaşadığı hayatında artık gezip görmek istediği yerleri kolayca internet üzerinden görebilir, ulaşmak istediği bilgiye kolayca ve zaman kaybetmeden ulaşabilir. Her ne kadar fiziki etkisi ile aynı olmasa da internet üzerinden de sinema ve kitaplara ulaşıyor olmak, yararlı film ve video izleyerek sanatın hemen hemen tüm dallarında kendimizi geliştirme fırsatı yakalamak, dünyadaki gelişmeleri güncel olarak takip edebilmek dünyaya entegre olmamızı sağlıyor. HELLO!: Yeni düzende sanata bakış açısının ve sanat alışkanlıklarımızın nasıl değişeceğini düşünüyorsunuz? İ. Aksoy: Yaşanan toplumsal değişimlerden sonra tarih boyunca sanat her zaman çıkış noktası olmuştur. Çünkü sanat ruhumuza en iyi gelen olgudur. Söz konusu değişikliklerin etkilerini sanatçılar eserlerinde dile getireceklerdir. Zira gelişmiş ülkelerin her biri sanata verdiği önem nedeniyle kendi uygarlıklarını yaratmıştır. Sanatçılar bir toplumu ileriye taşıyan yaratıcı öncü kişilerdir. Ülkeler sanatları ve sanatçılarıyla var olabiliyor. Ülkemizde de uzun vadede yeni sürdürülebilir iş modelleri, galeriler, sanat kurumları ve sanatçılar arasında oluşacaktır. Yaşadığımız yüzyıl bilişim çağıdır. Bilişimdeki teknolojik yenilikler ve değişiklikler sanatı kökten etkilemiş ve değiştirmiştir. Sanatta yeni uygulamalar, yeni düzen anlayışında geçişler, zaman zaman tedirginlik yaratmıştır. Örneğin dijital resmi kabul etmek istemeyenlerin göremediği şey, eğer ‘resim sanatı’ diye bir şey varsa, onun zaten malzemeye indirgenemeyeceğidir. Diğer taraftan sanat tarihine damgasını vuran Fransız sanatçı Marcel Duchamp, ‘hemen her yerde, hemen her şeyle sanatın
“Sanat alanında eğitim gören öğrencilere burslar veren, ürettiğimiz projelerle gençlere katkı sağlayacak fonlar oluşturan bir vakıf olarak, bir nevi Türkiye’nin geleceğine yatırım yapıyoruz.” yapılabileceği’ fikri ile bir pisuarı sergileyerek, sanat çevrelerinde tartışmalara yol açmıştır. Tüm bulgular kinetik sanat, yeni medya, veri sanatı ve biyo-sanat kategorilerinde, gelişen teknolojinin sanatla harmanlanarak daha da ileri taşınacağına işaret ediyor. HELLO!: Pandemi, ekonomik kriz ya da beklenmedik bir durumla karşı karşıya kaldığınızda markayı korumak için en çok nelere özen gösteriyorsunuz ve bu süreçte ağırlık verdiğiniz konular neler oldu, nasıl bir yol izlediniz? İ. Aksoy: Biz Art TV ile birlikte dijital dönüşüme başlamıştık ve bu alanda içeriklerimizi yıllardır üretiyor ve paylaşıyorduk. Bu dönemde de sanatçılarla yaptığımız röportajlar ve canlı yayınlarla faaliyetlerimizi sürdürdük. Diğer taraftan, Türkiye’yi de
etkisi altına alan koronavirüs pandemisiyle gelen sosyal izolasyon ve karantina uygulamaları, ister istemez bu alandaki üretimin artmasını sağladı ve medya kullanım trendleri açısından birçok alışkanlığı değiştirdi. Bu dönemde dünyadaki tüm sanat kurumları, müzeler hizmet ve içeriklerini dijital platformlara taşıyarak ücretsiz olarak sunmaya başladılar. Bu konuda ilk olmanın haklı gururuyla tüm dünyayı etkisi altına alan ve mecburi bir izolasyona girdiğimiz bu dönemde sanatın daha da önem kazandığını düşünüyorum. HELLO!: Sanata ve sanatçıya bu dönemde ve sonrasında nasıl destek vereceksiniz? Yeni projeleriniz var mı? İ. Aksoy: “Sanat geliştirir, sanat iyileştirir, sanat birleştirir” sloganı ile çalışmalarını sürdüren EKAV Vakfı olarak kurulu-
şumuzdan itibaren Mimar Sinan Üniversitesi, daha sonra Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Harran Üniversitesi gibi üniversitelerde sanat dalında eğitim gören gençlerimize yurtiçi eğitim bursları ile Carnegie Mellon, Boston University, University of Rochester gibi okullardaki master düzeyindeki öğrencilerimiz için de yurtdışı burslar verdik. Her yıl yaklaşık 10 öğrenciye yurtiçi burs vermeye devam ediyoruz. 1991’den beri 266 öğrencimiz burslarımızdan yararlanmış. Ayrıca ilkini 2015 yılında düzenlediğimiz, küratörlüğünü ve tasarımlarını da resim, heykel, tasarım ve video gibi farklı disiplinler üzerine yoğunlaşan bursiyerlerimizin üstlendiği, her yıl devam eden, bu yıl eylül ayında altısını düzenlemeyi planladığımız ‘EKAVARTİST New Generation’ sergileriyle genç sanatçılarımıza destek olmayı ve tanıtımlarına katkıda bulunmayı hedefliyoruz. Sanat alanında eğitim gören öğrencilere burslar veren, ürettiğimiz projelerle gençlere katkı sağlayacak fonlar oluşturan bir vakıf olarak, bir nevi Türkiye’nin geleceğine yatırım yapıyoruz. Yaptığımız her projede öncelikli hedefimiz gençler. İleride, düzenlemeyi düşündüğümüz fotoğraf, kısa film yarışması gibi yarışmalarda derece alan gençlerimize de ödül olarak burs vermeyi planlıyoruz. Ayrıca öğrencilerimize sağladığımız maddi desteğin yanısıra başarılı genç sanatçılarımıza sergiler düzenliyor ve Art TV de çalışmalarına yer vererek onlara kendilerini tanıtabilecekleri sanat platformu da sunuyoruz. Onların sanatla kültürel seviyelerini artırmak ve gelişmelerine katkıda bulunmak gibi bir misyon ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz. HELLO!: Gelecekte pek çok yeni iş kolu türeyecek. Bunun günümüzdeki sanat kavramını etkileyeceğini düşünüyor musunuz? İ. Aksoy: Dünya değişiyor, dijital bir dönüşüm geçiriyor. Ve hepimiz, değişimi reddedenin giderek tükendiği, yok olduğu bir geleceğe doğru ilerliyoruz. Ekonomi, bilim, sanat, ülkeler, her şey dijital dönüşümle yeniden kendini inşa ediyor. Böyle bir dünyada var olmanın yolu da yeni bir sayfa açmaktan geçiyor. RÖPORTAJ: BÜŞRA NAZLAN ÜREGÜL
43
AKKO MARKA KURUCU ORTAĞI
KIVILCIM PINAR KOCABIYIK
“BILINÇLENDIKÇE TÜKETIM ALIŞKANLIKLARIMIZ DA DEĞIŞECEKTIR” Bünyesinde Ali Ocakbaşı, Snob, Mr. Meat, KEN gibi birçok marka barındıran Akko marka kurucu ortağı Kıvılcım Pınar Kocabıyık, yaklaşık 10 yıldır tarım ve gıda işiyle ilgileniyor. Kocabıyık, bir yandan da hayata geçirdiği ‘Yuvam Dünya’ sosyal sorumluluk projesiyle küresel bir kriz olan iklim meselesiyle mücadele ediyor. Gezegenimizi ‘iyileştirmek’ için çalışmalarını, tarım ve gıda sektöründe sürdürülebilir olmayı anlatıyor. HELLO!: Hikayenizin nasıl başladığını sizden dinleyelim. Kıvılcım Pınar Kocabıyık: Yaklaşık 10 yıldır tarım ve gıda işiyle ilgileniyorum. Çok küçük yaşlardan beri doğa, permakültür gibi konularla ilgiliydim. Fakat profesyonel olarak tarım ile ilgilenmem 10 yıl önce kendi çiftliğimizi ve kendi markamızı kurmamız ile başladı. Bir yıl sonra da bir arkadaşım ile birlikte ilk restoran markamızı yarattık. Yiyecek içecek sektörü sağlık açısından kritik, yediklerimiz ruh halimizi bile etkileyebiliyor. Bu işe girerken en önem verdiğimiz konular; yerel ve doğal üretim, küçük aile çiftliklerini desteklemek, coğrafi işaretli ürünler, mevsiminde üretim ve taze tüketim, çiftlikten çatala değer zinciri gibi konulardı. Şimdiyse beş ayrı markamız, birçok şubeyle beş farklı ülkede, aynı vizyonla hizmet veriyor. HELLO!: Yeme-içme alışkanlıklarımızın bu dönemde nasıl değişeceğini ön görüyorsunuz? K. P. Kocabıyık: Hijyen ve sağlıklı gıdaların ön plana çıkacağını düşünüyorum. Hijyen zinciri konusunda yüksek standartlar geliştireceğiz. Bu standartları geliştiren ve uygulayabilen markalar kazanacaktır. Yerel ürünlerin, coğrafi işaretli ürünlerin değeri artacaktır. HELLO!: Bu değişim, yeni iş kollarına da neden olabilir mi? Sizin bu konuda geleceğe dönük bir planınız var mı? K. P. Kocabıyık: Beni çok heyecanlandıran, ‘Yuvam Dünya’ adında yeni bir sosyal girişimim var. Bu girişimin amacı küresel bir kriz olan iklim kriziyle mücadele etmek, farkındalık ve uyum projeleri yapmak. Tamamen fayda yaratmaya yönelik, kârının da yüzde 100’ü ile tekrar sosyal fayda yaratıyor. Ülkemizin de içinde olduğu Akdeniz havzası iklim krizinden dünyada en çok etkilenen ve etkilenecek olan bölgelerin başında geliyor. ‘Yuvam Dünya’ projelerimi-
44
zin ilki eğitim projesi. Temmuz, ağustos ayları gibi projenin çok önemli çıktılarını kamuoyu ile paylaşacağız. Bu proje sonrasında da önemli projeler gelecek. Bu konuda daha detaylı bilgi için Instagram sayfamızı, web sitemizi ziyaret etmenizi tavsiye ederim. HELLO!: Doğaya daha saygılı davrandığımız zaman, umuyorum ki organik ve yeteri kadar gıdaya da bakış açımız değişecek. Belki beslenme şeklimiz daha sağlıklı olacak. Bilinçli tüketmek mümkün olabilir mi? K. P. Kocabıyık: Bence mümkün. Biz bilinçlendikçe tüketim alışkanlıklarımız da değişecektir. Bu kriz döneminde sağlıklı olmanın önemini çok daha iyi kavradık. Hastalıklardan korunma yöntemlerinin başında sağlıklı bir vücuda sahip olmak geliyor. Bu nedenle de doğru yeme alışkanlıkları geliştireceğimizi düşünüyorum. Bu sayede sağlıklı gıdaya talep ne kadar artarsa iyi tarım uygulamaları da o kadar artacaktır. HELLO!: Doğa ile bir olduğumuz ve yaşama saygı duymamız gerektiği çok açık. ‘Yuvam Dünya’ projesinde biz tüketicilere düşen görev nedir? K. P. Kocabıyık: İklim değişikliği ile mücadelede en büyük görev şüphesiz hükümetlere ve büyük şirketlere düşüyor. Tabii ki bizlerin de bireysel sorumluluğumuzu üstlenmemiz gerekiyor. Doğal kaynakların kullanımı, enerji tasarrufu konusunda dikkatli olmalıyız. Enerji verimliliği kritik. Tek kullanımlık tüketimden, ihtiyacımız olmayan ürünlerden uzak durmalıyız. Az ve özle yetinmek çok değerli. Daha sebze ağırlıklı bir beslenme biçimine geçebiliriz, sebzeleri yerel ve mevsimine göre tüketebiliriz. Örneğin Dominik’ten gelen bir muz yerine Anamur’dan geleni her zaman tercih etmeliyiz. Ulaşım konusunda daha ekolojik tercihlerde bulunup mümkün olduğunca uçak seyahatlerimizi azaltabiliriz. Benim uyguladığım ve bana iyi
gelen bir yöntem var; kendi karbon ayak izimi hesaplamak ve buna göre alışkanlıklarımı gözden geçirip hedefler koymak. Bunu deneyebilirsiniz. Ormanları korumalıyız ve ağaçlandırmayı artırmalıyız. Ormanlar, karbonun yakalanmasına, böceklere ve hayvanlara habitatlarının geri kazanılmasına yardımcı olmakta. Bu konuda çalışan sivil toplum kuruluşlarına destek olabiliriz. Böylece karar alıcılara yön veren grupları güçlendiririz. En önemlisi doğayı seven, çevreye ve iklim krizine duyarlı çocuklar yetiştirmek. HELLO!: Günümüzde ve sonrasında tüm ülkelerin kendi kendilerine yetebilmeleri çok büyük bir avantaj. Anadolu’nun zengin topraklarını nasıl daha elverişli kullanabiliriz? Bu konuda nelerin yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz? K. P. Kocabıyık: Ülkemiz çok önemli bir tarımsal potansiyele sahip. Bu potansiyel doğru değerlendirilirse, üretim odaklı politika uygulamayı başarabilirsek biz de tarımsal olarak kendi kendine yetebilen bir ülke haline geliriz. Üretimin artması için orta ve uzun vadeli detaylı tarım politikalarına ihtiyacımız bulunuyor. Derin bir konu, uzmanlara kulak vermek önemli. Bana göre; tedarik zincirini kısaltmak, Ar-Ge yatırımlarının artması, üreticilerin daha eğitimli ve donanımlı hale getirilmesi, tarımın gençlere itibar ve gelir sağlayıp onları sektöre çekmesi ve böylece tarım nüfusunun gençleşmesi, kooperatifçiliğin doğru kullanımı ve yaygınlaştırılması, geri dönüşümlü sürdürülebilir tarım uygulamalarının yaygınlaştırılması, yerel pazarların teşvik edilmesi gibi uygulamalar politikalarla geliştirilmeli. HELLO!: Kadın girişimcilerin desteklenmesi, kadınların iş hayatında yer alması ve erkeklerle eşit şartlara sahip olması ekonomik ve sosyal kalkınma açısından çok önemli. Sizin bünyenizde kadın-erkek oranı ne
durumda? Pozitif ayrımcılık yaptığınız oluyor mu? K. P. Kocabıyık: Ben yaşamadım. Fakat içinde olduğum tarım ve gıda sektörüne global anlamda baktığımızda cinsiyet ayrımcılığının en yüksek olduğu sektörlerin başında geliyor. Örneğin gelişmekte olan ülkelerde tarım sektöründe çalışan kadınlar besin kaynaklarının yüzde 70’ini ürettikleri halde gelirleri erkeklerin yarısı oranında seyrediyor, yine aynı şekilde kadınlar tarımsal iş gücünün yüzde 43’ünü temsil etmesine karşın, sektördeki erkeklerden çok daha az yetki kullanabiliyorlar. Eğitim seviyesi arttıkça rakamların iyileştiğini gözlemliyoruz. HELLO!: Dünyada her gün pek çok start-up hayata geçiriliyor, bunların yüzde 90’ı kısa ömürlü oluyor. Bir marka yarattığınızda başarıyı sürdürülebilir kılmak için neler gerekiyor? K. P. Kocabıyık: İyi bir kurucu takımı oluştursunlar derim. Direnç gereken bir dönemdeyiz. Özdisiplin ve motivasyonu koruyabilmek için bir takımın parçası olmak çok değerli. Odaklanma problem yaşamamak için mümkün olduğunca yalın çalışma metotları kullanmayı öneririm. İyi iş birlikleri kurmak, iyi bir ekosistem yaratmak önemli. Sektörü ve sektördeki gelişmeleri iyi ve sürekli takip edip, o sektördeki oyunun nasıl döndüğünü bilmek, oyuncuları tanımak ve onlara ulaşabilmek önemli. KAGİDER gibi kadın girişimcilere destek olan STK’ları takip edebilirler. Sermaye konusunda problemleri var ise devletin, AB’nin, BM’nin ya da çeşitli kamu ve özel kurumların verdiği teşvik ve fonları takip edebilirler. Bir diğer önerim ise şirketlerinde tek hedefleri müşteri sayısı, ciro tutarı - kâr oranı olmasın, dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için kendi değerlerini yaratsınlar. HELLO!: Pandemi, ekonomik kriz ya da beklenmedik bir durumla karşı karşıya kaldığınızda markayı korumak için en çok nelere özen gösteriyorsunuz ve bu süreçte ağırlık verdiğiniz konular neler oldu, nasıl bir yol izlediniz? K. P. Kocabıyık: Zor bir dönemden geçiyoruz, bu dönemde empati geliştirmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Empati kasını geliştirip paydaşlarımıza, iş ortaklarımıza, ülkemize nasıl destek verebileceğimizi düşünüp müşterimizin, tedarikçilerimizin nasıl yanında duracağımızı belirleyip, eko-sistemimize güven veren, uzun vadeli bir sistem oluşturduk. HELLO!: Giderek dijitalleşen dünyada ve pandemi sürecinden sonra da devam edecek olan yeni düzende markalar için neler hedeflemeli? K. P. Kocabıyık: Hepimiz ‘çeşitlendirme’ kavramının önemini bu dönemde çok iyi anladık. Müşteri kitlesi, iş ortakları, tedarikçiler, ürünler herbirinin çeşitli olması ve herbirinin alternatifinin olması önem kazandı.
“Tüm girişimlerimde ilk dikkat ettiğim konu, yaptığım işin etik değerlerimle örtüşmesi. Yola çıkarken kendime koyduğum ilk başarı kriteri hep bu oldu.” HELLO!: Sizce yeni dünya düzeninde bir markanın başarılı olabilmesi için ilk şart nedir? K. P. Kocabıyık: Sürdürülebilirlik kavramı çok önemli. Yeni yeşil düzene uyum sağlamanın, daha adil ve etik iş süreçleri düzenlemenin, kaynakları verimli kullanmanın ve daha fazlasını değil daha iyisini yapabilmenin önem kazanacağını, değer göreceğini düşünüyorum. HELLO!: Dijital dünyanın girişimcilere sunduğu fırsatlar neler? K. P. Kocabıyık: Yaşadığımız bu dönemde standart iş modellerinin değişmesi gerektiğini anladık. Aynı işlerin farklı şekilde dijitalde yapılması için bile fırsatlar doğduğunu görüyoruz. Amacımız illa farklı yeni
bir ürün çıkarmak olmak zorunda değil. Mevcut işlerimizi farklı yapmak konusunda da çok fırsatlar çıktığını düşünüyorum. HELLO!: Gelecekte pek çok yeni iş kolu türeyeceği gibi, aynı zamanda mevcut iş kollarının da yeniye ayak uydurması, sürdürülebilirlik açısından önemli. Bu konuda ne düşünüyorsunuz, yola nasıl devam edeceksiniz? K. P. Kocabıyık: Kalıcı olan değişimleri belirledikten sonra iş modellerini yeniden gözden geçirmek lazım. İş modellerinde çeşitlendirme, güçlendirme ve esnetme gerekebilir. Yeni doğan fırsatlara bakıp bu fırsatları projelendirebiliriz. Stratejik kararlarımızı tekrar gözden geçireceğiz. RÖPORTAJ: BÜŞRA NAZLAN ÜREGÜL
45
46
Bir Başak burcu olmanın verdiği titizlik ve araştırmacı ruhla, özellikle hamilelik dönemlerinde kullandığı ürünleri sorgulayarak güzellik dünyasına ilk adımı atan Aslı Şen, “Öğrendikçe ve öğrendiklerimi uyguladıkça işimden daha çok keyif alıyorum” diyor.
ASHLEY JOY KURUCUSU
ASLI ŞEN
“BAŞARIYA GİDEN YOL, VAZGEÇMEMEKTEN GEÇİYOR” Yaptığı işe ilk günden beri inancı yüksek olan Aslı Şen, iki yılda büyük yol kat ederek sıfırdan bir marka yarattı. Zorluklarla karşılaşmasına rağmen hayal kurmaktan hiç vazgeçmeyen Şen’in hedefi, dünyaya açılmak.
T
anınmış bir aileden gelmenin verdiği önyargı ile birçoklarının heves olarak gördüğü markasını o, büyük bir heyecanla yaratıp azimle bugünlere getirdi. Kişisel merakının ve bitmeyen öğrenme isteğinin de avantajını markasına yansıtan Aslı Şen’den, Ashley Joy’un hikayesini ve bundan sonraki hedeflerini dinledik. HELLO!: Öncelikle size kendi markanızı yaratma ilhamı ve gücü veren şey neydi? Nasıl başladı bütün hikaye? Aslı Şen: Bu, çok keyifli ve uzun bir hikaye. İlk hamileliğim döneminde kullandığım krem ve yağlara merakımla başladı her şey. Bu dönemde başladım bitkisel yağlarla ilgilenmeye. Ben Başak burcuyum, araştırmacıyım ve çok titizim. Her lokmamı, sürdüğüm her kremi sorgular oldum o dönemde de. Masaj yağıyla başladım, yıllar içinde saç yağına dönüştü ve bu konuya yöneldim. Bu süreçte yurtdışından ve Türkiye’den bitki uzmanları, dermatolog ve doktorlar saç yağımın şekillenmesine katkıda bulundu. En iyisini yapmak için araştırdım ve kimyagerlerle konuştum. Evde kendim yapıyor, herkesle paylaşıyordum. Üç seneye yakın bu iş üzerine çalıştım, sonra da 2015 yılında ‘Ashley Joy’ ismiyle piyasaya çıktık. HELLO!: Markanızı kurduğunuz ilk yılları düşündüğünüzde sizi korkutan ya da vazgeçmeyi düşündüğünüz zamanlar oldu mu? A. Şen: Olmaz olur mu? Kaç defa vazgeçme yoluna girdim. Ama bence zaten başarıya giden yol, vazgeçmemekten geçiyor. Zorluklarla çokça karşılaştım ama hedeflerim doğrultusunda çalışmaktan bir gün bile vazgeçmedim. Yaptığım işe çok inandım. HELLO!: Bununla nasıl başa çıktınız? A. Şen: Dediğim gibi hayal kurmaktan hiç vazgeçmedim. Ama hep çok çalıştım.
Beni tanıyanlar bilir, araştırmaktan ve yeni şeyler öğrenmekten çok keyif alıyorum. Başarıya giden yolda çaba ve hayal birlikte olmalı diye düşünüyorum. Bu ikiliyi birbirinden ayırmamak lazım. HELLO!: Başarılı olmak için yolun başındayken kendinize koyduğunuz hedefler nelerdi? A. Şen: İlk günden itibaren dünya markası olmaktı en büyük hedefim; bu amaç için yola çıktım. Markamı kurmaya karar verdiğim ilk gün dedim ki: “Beş yıl Türkiye’de kalacağım, daha sonra adım adım dünyaya yayılacağım.” Nitekim bu sene ilk ihracatımızı yaptık. Bu sebeple hayallerime de adım adım yaklaşmış bulunuyorum. Ayrıca ulaşılabilir fiyatta en kaliteli ürünlerin olduğu bir marka yaratma düşüncesiyle çıkmıştık yola. Bugün de aynı şekilde devam ediyoruz. HELLO!: Başarılı olmak kolay, zor olan başarıyı aynı ivmede devam ettirebilmek derler... Bu konuda izlediğiniz yol, ilham kaynaklarınız neler? A. Şen: Tamamen katılıyorum. Başarıyı yakalarsınız. Ama önemli olan bir adım daha ileriye gitmektir her zaman. Ashley Joy’un hikayesi de hep böyle oldu. 2015 yılında ayda 200 adet satarken, bugün 35 bin adet satıyoruz. Zannediyorum hep daha ileriye gidebilmişim. Çok şükür, çok mutluyum. HELLO!: Ashley Joy’un bu kadar sevileceğini düşünmüş müydünüz? Bu, beklediğiniz bir sonuç muydu? A. Şen: Evet, hayallerim çok büyüktü. Ama öyle bir kitle var ki... Özellikle de gençler, sarıldıkları zaman hiç bırakmıyorlar sevdikleri bir markayı. Arkamızda çok genç ve çok sadık bir kitle var. Bu kadarını tahmin etmemiştim doğrusu. Bugün bir başarı varsa eğer, gerçekten onlar sayesinde. Ancak müşteri yorumlarını
47
Markasını kurduğunda hiç aklında olmayan YouTube projesini de sonrasında hayata geçiren Aslı Şen, “YouTube çok genç bir kitleyi yakalamama vesile oldu. İyi ki de açmışım. Onlar benden öğreniyorlar ama ben onlardan daha çok şey öğreniyorum. Onları dinliyorum, onlar da beni dinliyor. Bu interaktif süreç çok keyifli geçiyor” diyor.
ve tüketici ihtiyaçlarını da titizlikle takip ettiğimizi söylemem gerekir. HELLO!: Dünyada kendinize örnek aldığınız kadın girişimciler var mıydı? Hikayesinden, yaptıklarından etkilendiğiniz isimler? A. Şen: İlham aldığım çok insan var aslında. Bazen yoldan geçen bir kadının azminden veya pazarcının limonu satarkenki şevkinden bile ilham aldığımı söyleyebilirim. Ama dünyaya baktığımda, kozmetik markası olarak Jessica Alba’nın Honest Beauty markasını çok başarılı buluyorum. Kariyer hikayesi olarak Martha Stewart’ın hikayesi de beni çok etkilemişti. İlham kaynaklarımdan biri olmuştur. Ama tüm bu başarı hikayelerinin bir yerinden mutlaka kendime de bir pay çıkarmışımdır. Hâlâ da öğreniyorum çünkü okyanusta bir kum tanesi kadar biliyorum. Öğrenmenin sonu yok. Öğrendikçe ve öğrendiklerimi uyguladıkça işimden daha çok keyif alıyorum. HELLO!: Kadın girişimcilerin desteklenmesi, kadınların iş hayatında yer alması ve erkeklerle eşit etkiye sahip olması çok önemli. Siz iş hayatında hiç cinsiyet eşitsizliğine maruz kaldınız mı? A. Şen: Kozmetik sektörü kadınların daha ön planda olduğu bir sektör. Eşitsizliği ben hiç yaşamadım ve tecrübe etmedim. Ama şöyle bir önyargı oldu; tanınmış
48
bir aileye mensubum. Maddi değerlendirmeler yaparak yorumda bulunanlar çıktı. Çünkü işimi maddi bir ihtiyaç sebebiyle kurmamıştım. Çevremdekiler, “Seninki gelip geçici... Bir - iki yıl iş yaparsın, sonra kapatırsın” gibi yorumlar yaptı. Ancak ben bu yorumlarla mücadele etmek yerine işime odaklanmayı tercih ettim. Alıştığınız bir konfor alanını terk etmek çok daha zordur. Bunu daha evvel deneyimlemiş olanlar beni çok iyi anlar. Benim hayallerim koca bir maraton. Ben gelecek 20 yılı planlıyorum. O yüzden bitmek bilmeyen bir süreç var önümde. Son iki yılda markamın tanıtım çalışmaları için neredeyse tüm Türkiye’yi gezdim. Tüketicilerle buluştum ve onları bizzat dinledim. İçimdeki bu heyecan ve istek olmasa tüm bunları yapacak gücü bulamazdım herhalde. Başta eşim Metin Şen olmak üzere yanımda olan, beni destekleyen ve bana inanan herkese çok teşekkür ediyorum. HELLO!: Henüz başlangıç aşamasında olan kadın girişimcilere neler önerirsiniz? A. Şen: İlk söyleyeceğim hayal kurmaktan hiç vazgeçmesinler. Çok ama çok çalışsınlar ve yapabileceklerine inansınlar. Başarısız olduğunuz yerde tekrar ayağa kalkıp vazgeçmeden yola devam edebilmek çok önemli. Çünkü başarıya giden yol engellerle dolu. İkinci en önemli şeyse, bir
işe girişmeden önce fizibilite çalışmalarını çok iyi yapmaları lazım. Yatırımın nasıl finanse edileceğini iyi hesaplamak ve projenin ne kadar kârlı olacağını öngörmek çok önemli. Üç - beş aylık değil en az iki yıllık bir öngörüyle bir bütçeleme ve analiz yapmalarını öneririm. Bu atlanıyor diye düşünüyorum. Bir markanın sürdürülebilir olması için ilk günkü gibi çalışmak, markanın arkasında durmak ve titiz olmak gerekiyor. HELLO!: Pandemi sürecinde markanız için nasıl bir yol izlediniz? Odaklandığınız ve ağırlık verdiğiniz konular neler oldu? A. Şen: Çok uzun zamandır altyapısını hazırladığımız online’a biraz daha yönlenme fırsatımız oldu. Trendyol.com’a girmiştik, şimdi hepsiburada.com’da da varız. Bu süreçte yazılım anlamında online’a geçişimizi pratik etme fırsatımız oldu. Bu konuda da kendimizi geliştirdik; hem depoda hem de paketlemede. HELLO!: YouTube kanalınız ile zaten dijital dünyaya çoktan adapte oldunuz. Giderek daha da dijitalleşecek olan yeni dünya düzeninde markanız için neler hedeflediniz? A. Şen: YouTube hiç aklımda olmayan bir projeydi aslında. Ama benim çok genç bir kitleyi yakalamama vesile oldu. İyi ki de bu kanalı açmışım. Onlar benden öğreniyorlar ama ben onlardan daha çok şey öğreniyorum. Onları dinliyorum, onlar da beni dinliyor. Bu interaktif süreç çok keyifli geçiyor. Bu da bana markamı geliştirmem, tüketicinin ne istediğini daha iyi anlamam için de yol gösteriyor aslında. Pandemi sonrası dijitalleşme süreci çok daha hızlanacak. Markam için bu süreçte gerekli eğitimleri ekibimle birlikte almaya başladık. Deyim yerindeyse kendimizi ‘update’ ediyoruz. HELLO!: Hepsi sizin çocuğunuz gibidir ama kişisel olarak en sevdiğiniz Ashley Joy ürünlerini sorsak? A. Şen: En favori ürünüm, saçıma en uygun olan üründür. Benim saçıma en uygun olanlar tabii benim de en çok kullandığım ürünler oluyor. Şu anda onarıcı serimi kullanıyorum. Maskem, mavi spreyim ve sarı bakım yağım vazgeçilmezlerim arasında. RÖPORTAJ: GÖKÇE ATEŞ FOTOĞRAF: CENGİZ DİKBAŞ
“Benim hayallerim koca bir maraton. Gelecek 20 yılı planlıyorum. O yüzden bitmek bilmeyen bir süreç var önümde. Yolun başındakilere de söyleyebileceğim tek şey, hayal kurmaktan hiç vazgeçmemeleri.” 49
ZEYNEP FADILLIOĞLU DESIGN KURUCUSU
ZEYNEP FADILLIOĞLU
“YENI DÖNEMDE ÇOK YÖNLÜ VE DONANIMLI OLMAK ŞART” Zeynep Fadıllıoğlu, yeni dünya düzeninde mimariye çok iş düştüğünü söylüyor. Yeni oturma düzenleri, yeni doğal havalandırma yöntemleri, eve girerken sokağın kirini pasını dışarıda bırakabileceğimiz iki aşamalı giriş alanları ve daha fazlası... Zeynep Fadıllıoğlu Design kurucusu, başarılı marka yaratmanın esas kodlarını, yeni dönemde mimari ve tasarıma ilişkin düşüncelerini bizimle paylaşıyor. HELLO!: Geçmişe dönersek, Zeynep Fadıllıoğlu Design markasının fikir ve beyin jimnastiği aşamalarında her şey aklınızda net miydi? Sonra nasıl olgunlaştı ve gelişti? Zeynep Fadıllıoğlu: Tasarım ofisini kurmadan önceki süreçte, eşim Metin Fadıllıoğlu’nun ikon kabul edilen restoran ve kulüplerinin iç mimari ve dekorasyon aşamalarında aktif olarak çalışıyordum. Dolayısıyla organik bir süreç oldu. İçinde yetişmiş olduğum kültürü günümüze ve geleceğe taşımam gerektiği üzerine çok kafa yordum. Sonunda vardığım nokta bize tasarımlarını emanet edenlerin lisanını oluşturmak oldu. Bu düşüncelerimi hayata geçirmek için ofisimi kurarken mimarlık, tasarım, bilgi işlemcilik, resim ve güzel sanatlar, doku ve tekstil tasarımı ve mühendislik gibi çeşitli disiplinlerden sanatçı ve tasarımcıları ekibe alarak işe başladım. HELLO!: O günlerde ileriye doğru bakarken hayal ettikleriniz ve hedeflerinize bugün ulaştığınızı söyleyebilir misiniz? Vazgeçtiğiniz, sonradan ilave ettiğiniz ya da yola çıktıktan sonra değiştirdiğiniz planlar oldu mu? Z. Fadıllıoğlu: Zaman zaman hayallerimin ötesine geçtiğimizi düşünüyorum. Kurulduğumuz dönemde önemli uluslararası otel zincirleriyle çalışmak ve geleneksel Türk kültürüne hakim ancak bu noktada kısılıp kalmayan, dünya vatandaşı, çağdaş bir ekibin tasarımlarıyla projeyi nasıl küresel seviyeye taşıyabileceğini göstermek istiyordum. 2019 yılı sonunda faaliyete geçen Six Senses Kocataş Mansions İstanbul projesi ve uluslararası lüks otel zincirlerinin en önde gelenlerinden biri olarak kabul edilen bir grubun İstanbul’da halen devam eden ve 2021’de misafirlerini kabul etmesi planlanan projesinde bunu haya-
50
ta geçirdim. Hayalini kurduğum bir diğer çok önemli konu ise bir cami tasarlamaktı. Geleneksel anlayışla bir kadın tasarımcı liderliğinde cami tasarlanması çok olası görünmüyordu. Bu hayalim hayırsever Şakir Ailesi’nin Şakirin Camii projesini bana teklif etmesiyle gerçekleşti. Bunu takiben özellikle yurtdışında pek çok cami tasarlama ve uygulama fırsatımız oldu. Bu hedeflere doğru ilerlerken planlarımızda esneklik göstermemizi gerektiren dönemler yaşadık. Ancak özverili ve disiplinli çalışma tarzımız hiç değişmedi. HELLO!: Geleneksel ile çağdaş arasındaki denge, sizin de marka kültürünüzün kodlarını oluşturuyor. Günümüzde dijitalleşirken ve yeni dünya düzenine alışırken, geleneksel değerlerin, renklerin, dokuların köklerimize bağlı kalmak açısından daha önemli olduğunu düşünüyor musunuz? Z. Fadıllıoğlu: Tespitiniz çok doğru. Ancak tasarıma yaklaşımımız sadece köklerimize bağlı kalmakla sınırlı değil. Geleneksel hakkında fikir sahibi olmadan çağdaşın anlaşılamayacağını düşünüyorum. Geleneksel bugünün tasarımcısına büyük bir zenginlik sunuyor. Yöresel zenginlikler tasarımcıların ürettiği fikirlere karakter katıyor ve yapılan işin evrensel olarak tanınabilmesine sebep oluyor. ‘Yerel duygular, evrensel cazibe’, Zeynep Fadıllıoğlu Design’ın mottosu. Benim çağdaş tasarım ve üretim anlayışım bunun üzerine kurulu. HELLO!: Dünyada her gün pek çok start-up hayata geçiriliyor, bunların yüzde 90’ı kısa ömürlü oluyor. Bir marka yarattığınızda başarıyı sürdürülebilir kılmak için neler gerekiyor? Z. Fadıllıoğlu: Start-up bir ihtiyaca cevap vermeli diye düşünüyorum. Başarılı olmasının en önemli şartı, sektöründe bir eksiği tamamlamalı. Daha iyisini, daha kolay ula-
şılır olanı ya da hiç görülmemiş olanı sunmalısınız. Mutlaka standardınız olmalı. Kalıcı olmak için standarttan ödün vermemelisiniz. HELLO!: Kadınların yaptığı ortaklıklar erkeklerinkine oranla daha mı başarılı oluyor dersiniz? Z. Fadıllıoğlu: Benim hiç iş ortağım olmadı. Ancak çevremdeki ortaklıklardan edindiğim intiba, kadın-erkek ayrımından ziyade kişiliklerin ortaklık yapmaya uygun olup olmamasının önemli olduğu yönünde. HELLO!: Kadın girişimcilerin desteklenmesi, kadınların iş hayatında yer alması ve erkeklerle eşit şartlara sahip olması ekonomik ve sosyal kalkınma açısından çok önemli. Sizin bünyenizde kadın-erkek oranı ne durumda? Pozitif ayrımcılık yaptığınız oluyor mu? Z. Fadıllıoğlu: Bizim sistemimizde yüzde 70 / yüzde 30 oranında kadın ağırlıklı çalışıyoruz. Pozitif ayrımcılık yaptığım hiç olmadı. Kadınlara destek vermek benim için önemlidir ancak günün sonunda seçimlerimi bireylerin yetenekleri üzerinden yaparım. Bu anlamda son derece yetenekli bir ekiple çalıştığımı ve kadın ağırlıklı bir ekiple gerçekleştirdiğimiz projelerden gurur duyduğumuzu söyleyebilirim. HELLO!: Türkiye’de kadınların iş hayatında eşit şekilde yer almaları için nelerin değişmesi ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? Z. Fadıllıoğlu: Öncelikle algının değişmesi gerekiyor. Bu, sadece Türkiye’de değil dünyada da değiştirilmeye çalışılan bir olgu. HeForShe gibi dünya çapındaki kampanyaların topluma yansımalarını son yıllarda görmeye başladık. Geri kalmış ülkelerde kız çocuklarının eğitim almalarının önünde hiçbir engel kalmaması mutlaka
sağlanmalı. Toplumsal algının değişmesinin ancak bu şekilde hızlanacağına inanıyorum. Dünya genelinde ise yakın gelecekte ‘Y’ ve ‘Z’ kuşakları idari konuma geçtikçe iş dünyasında kadın erkek ayrımının ortadan kalkacağına inanıyorum. HELLO!: Aklında bir fikri olan kadın girişimcilere neler önerirsiniz? Z. Fadıllıoğlu: Çalışmak, ilerlemek istedikleri konuda ciddi bir eğitim almaları, dünyada neler olduğunu sürekli araştırmaları, yabancı dil konusunu önemsemeleri ve bunları tamamladıktan sonra cesur olmalarını öneririm. Bundan sonraki dönemde çok yönlü donanımı olanların başarı şansı daha yüksek olacak. HELLO!: Pandemi süreci markanızın geleceği konusundaki odaklarınızı, hedeflerinizi ve iş süreçlerinizi nasıl değiştirdi? Z. Fadıllıoğlu: Yaptığımız işin doğası gereği hızlı hareket kabiliyeti gelişmiş dinamik bir ekibiz. Kısa sürede organize olduk. İşimizin ana karakteristikleri olan mimari tasarım, inşaat, tasarım ve iletişim, ürün tasarımı, gelişmiş üç boyutlu tasarım konularında bilgisayar ortamında kesintisiz çalışmamıza olanak sağlayacak şekilde donanımlı olmamız, pandemiye rağmen 2020 programımızın aynen uygulanmasını mümkün kılıyor. HELLO!: Doğaya ve içimize döndüğümüz bu dönemde sürdürülebilir mimari konusunda neler düşünüyorsunuz ve bunu markanızla nasıl örtüştürüyorsunuz? Z. Fadıllıoğlu: Sürdürülebilirlik uzunca bir süredir gündemimizde, özellikle otel projelerinin son yıllarda oluşan kriterlerinde merkezde yer alıyor. Doğaya tam anlamıyla dönebilmek, çoğunluk nüfusun şehirlerde ve apartmanlarda yaşadığı günümüzde pek çok insan için olası değil. Pandemi öncesi önümüzdeki yıllarda dünya nüfusunun daha da büyük bir çoğunluğunun şehirlerde yaşayacağı hesaplanıyordu. Dolayısıyla şehirlerde yaşayan insanlar için daha gerçekçi planlar yapmak gerektiğini düşünüyorum. Ürün üretimimizin pek çok aşaması el işçiliği ile şekilleniyor. Bu anlamda el sanatlarının sürdürülmesine ve buna bağlı olarak doğayı korumaya katkı sağlıyor olmak bizim için önemli. HELLO!: Gelecekte mimari ve tasarımda yeni trendler ve mimari açıdan üzerinde durduğumuz konular neler olacak? Z. Fadıllıoğlu: Yakın dönemde tasarıma yön veren birinci olgu hijyen, ikincisi ise yine sürdürülebilirlik olacak. Hijyen içinde pek çok konuyu barındıracak; sosyal mesafeyi koruyarak sosyalleşmek isteyecek kitleler için yeni düzenlemeler yaparak mekanlar tasarlayacağız. Yeni oturma düzenleri, yeni doğal havalandırma yöntemleri, eve girerken sokağın kirini pasını dışarıda bırakabileceğimiz iki aşamalı giriş alanları gibi. RÖPORTAJ: BÜŞRA NAZLAN ÜREGÜL
“Başarı şansını artıran faktörler çalışmak, eğitim, dünyada neler olduğunu sürekli araştırmak, yabancı dil öğrenmek, cesur olmak ve asla vazgeçmemek.” 51
HATICE TEYZE DOĞAL ÜRÜNLER KURUCUSU
IŞIL TAN
“EN BÜYÜK MOTİVASYONUM, KADINLARLA BİRLİKTE VAR ETME ÇABASI” ‘İyi olanı çoğaltma’ fikriyle yola çıkan eski iletişimci Işıl Tan, biraz da şehir hayatından kaçarak ve doğal olana yönelerek hepimizin hayran olduğu bir marka yarattı. Bodrum’da doğan Hatice Teyze, bugün yerel halkı ve kadın emeğini öne çıkararak geliştirdiği üretim modeliyle fark yaratıyor.
Ş
ehirden bunalmış herkesin Ege’ye yerleşme hayali kurduğu ama bir yandan tuhaf bir haz veren o yoğunluktan da vazgeçemediği bir dönemde Işıl Tan, düzenini bozan ve konfor alanından çıkma cesareti gösteren isimlerden oldu. Başarılı iletişim kariyerini bir kenara bırakıp ‘iyi olanı çoğaltma’ fikriyle yola çıkan Hatice Teyze’nin yaratıcısı, bugün doğal ürünler denildiğinde ilk aklımıza gelenlerden. HELLO!: Öncelikle size kendi markanızı yaratma ilhamı ve gücü veren şey neydi? Nasıl başladı bütün hikaye? Işıl Tan: Aslına bakarsanız her şey hayal etmekle başladı. Şehir hayatı benim de zamanı nasıl, neye ve kime harcadığımı bilmediğim, akıp giden bir hayattı. Bu hayatın verdiği yoğunlukla bir koşturmaca içinde kendimi tükettiğimi bilmeden, yılları iyi-kötü harcıyordum. Elbette yaşananlar insanda bir iz bırakıyor, önemli olan bunlardan dersler çıkarabilmek. Ben de dersimi aldım. Kendimi ve kalan hayatımı sorgulamaya; amaçlarımı, hedeflerimizi, üzüntülerimi, varlıklarımı, yokluklarımı, aklınıza gelebilecek her şeyi sorgulamaya başladım. Ben tüm bunları nasıl değiştirebilirim? Gelecek nesil için ne yapabilirim? Daha iyi ve daha faydalı bir insan nasıl olabilirim? ‘İyi’ olanı nasıl çoğaltabilirim? Emeğin değeri umursanmaz olmuştu ya, buna nasıl dikkat çekebilirim diye düşünmeye başladım. Bir gün Roma’da gezinirken Sistine Chappel’e girdim. İçin-
52
de bütün duvarı kaplayan büyük bir gravür vardır; işte tam da o anda tanıştım ‘iyi olanı çoğaltma’ fikri ile. Orada cennetcehennem tasviri vardı ve rehber bize “İnsanın hep aradığı genç, güzel ve sağlıklı olmaktır. Bunu sol taraftaki cennet anlatır. Sağdaki cehennem ise bunun tersidir” deyince, bendeki fikir gebeliği bitti ve doğum başladı. “Ben de insanların daha sağlıklı olmaları, kendilerini daha güzel, daha dinç, daha genç hissetmeleri için üretmeye başlayabilirim” dedim. ‘İyi olanı çoğaltmak’ gelecek neslin daha iyi yaşamasını ve gelenek-göreneklerimizden kopmadan her ürünümüzün hikayesini sebebini dinleyerek gelişmesini istedim. Şimdi aradan dokuz yıl geçti. Her gün, her an, bir evlat gibi o fikri büyütüyorum. HELLO!: Markanızı kurduğunuz o ilk yıllarda sizi korkutan ya da vazgeçmeyi düşündüğünüz anlar oldu mu? I. Tan: Markayı sağlam bir temele oturtmak, ürünler için doğru bileşenleri bulmak ve ‘doğallık’ odağını kaydırmamak zorlu bir süreçti. Üstelik kadınları üretmeleri için teşvik etmek, yapılan tüm çalışmaları bir faydaya dönüştürmeye çalışmak inanın hiç kolay bir keşif yolculuğu değildi. Gözüm korkmadı değil ama inatçı olmanın faydasını burada gördüm. Gözüm korktu evet ama vazgeçmeyi düşünmedim. Ben bunu yaparım dedim, kendimi hep motive ettim. HELLO!: Bu durumla nasıl başa çıktınız?
53
I. Tan: Değişmem gerekti ve bu değişim beni ve markayı daha sağlam bir hale getirdi. Hemen şimdi olsun dediğim şeylerin sabırla elde edildiğini, çaresiz ve güçsüz hissettiğim zamanlarda kabul etmeyi öğrendim. Çünkü ne kadar sert olursanız o kadar çabuk kırılırsınız. Bu gerçek bana tek bir stratejiye bağlı kalmaktansa mevcut durumun güncel analizini yapıp, strateji değiştirebilme ve yeni düzene adapte olabilme kabiliyeti kattı. Bir girişimci ola-
rak bunları öğrenmem ne yazık ki kolay olmadı, zorlu bir süreçti ama başarmak için bunlara ihtiyacım vardı. HELLO!: Başarılı olmak için yolun başındayken kendinize koyduğunuz hedefler nelerdi? I. Tan: İşe başlarken net bir modelin oluşması zaman aldı. Kendi yolculuğumun da olgunlaşmasını bekledim çünkü bence en küçük ve basit olandan, en karışık olana kadar her şeyin, özellikle mes-
“İş hayatındaki cinsiyet eşitsizliği ne yazık ki toplumsal hayattaki eşitsizlikten kaynaklanıyor. Öncesinde de; eğitimde, aile içinde, sosyal hayatta kadınlar buna maruz kalıyor. Ben de Hatice Teyze markasını yaratırken ilk başta bu engeli ortadan kaldırmak istedim.”
54
leklerin ardında bir felsefe olmalı. Benim felsefem ‘İyi olanı çoğaltmak, iyiliği çoğaltmak’ idi. Buna bağlı kalacaktım. O zaman çok araştırmalıydım. Yedi yıl Akdeniz kıyılarında gezdim. Yerel halkla konuştum, malzemeleri tanıdım, üretimini gördüm, nasıl işlenir, doğru saklama koşulları nedir, tüm detaylara hakim olmaya çalıştım. Sonraki aşama kendi çalışma modelime karar vermekti. Üretimde mutlaka kadınlarla çalışmalıydım. Kadın emeğinin değerini kendi anacığımdan bilirim; kadınların çabaları ve göz ardı edilmişliklerine gönlüm razı değildi ama yapacak pek bir şeyim yoktu. Artık var, şükürler olsun! Şimdi, onların emekleri her gün, evlerimize, bedenlerimize şifa oluyor, daha ne olsun? Benim bu emeklere sonsuz saygım ve inancım var, bunu da bir üretim modeline dönüştürdüm. Modern donanım ve teknikleri geleneksel yöntemlerle birleştirerek üretim yapma kararı aldım ve tüm enerjimi ürünlerimi geliştirmeye adadım. Son olarak kullanıcılarını dinleyen bir marka olmak istedim. Onların yorumlarını ve eleştirilerini hep pozitif olarak aldım ve daha iyisini yapabilmek için kullandım. Onlardan gelen ihtiyaç ve talep üzerine, ürün gamımız güzellik ve bakım ürünlerine doğru genişlemeye başladı. HELLO!: Başarılı olmak kolay, zor olan başarıyı devam ettirebilmek derler. Bu konuda izlediğiniz yol, ilham kaynaklarınız neler? I. Tan: Benim en büyük motivasyonum tüm üretimde çalışan ekibim ve kadınlarla birlikte var etme çabası… En gencinden en yaşlısına kadar herkes yeni bir şey öğrenmeye ve uygulamaya o kadar açık ki bazen onlarda gördüğüm bu özveri gözlerimi yaşartıyor. Üç nesil çalışan aileler var, çocukları, torunları iş modelimizi görüp ziraat mühendisi, gıda mühendisi veya kimyager olmak istiyor. Bu bana nasıl gurur veriyor, anlatmam mümkün değil. Biz kocaman bir aileyiz. Onlarla birlikte Hatice Teyze markasını her geçen gün daha da büyütmekten büyük bir keyif alıyorum. HELLO!: Hatice Teyze, alanında öncü markalardan biri oldu. Doğal yaşam ve doğal kozmetik ürünlerine ilgi nasıl? I. Tan: Gelişmiş ülkeler başta olmak üzere, dünyada doğal ürünlere olan talebin her geçen gün arttığını görüyoruz. Gıdadan kozmetiğe, bitkisel tedavi ürünlerinden bebek ürünlerine kadar birçok doğal ürün tercihlerde ilk sırayı alıyor. Tüm dünyada zararlı ziraat ilaçlarına ve GDO’lu üretime tepki artarken doğal üretim yöntemlerine, atalık tohumlara ilgi artıyor. Türkiye’de son dönemde oldukça büyük bir ürün gamına ulaşan doğal ürünler pazarı, son 10 yıldır çift haneli büyüyor. Ek olarak yerel üretime de ilginin arttığını gözlemliyoruz. Doğal yaşam konsepti altındaki yiyecek ve içeceklere olan ilgi kozmetik ürünlerde de artıyor. Biz de Hati-
ce Teyze olarak özellikle temizlik ürünlerinde, doğal nemlendirici, sabun ve yağlara olan ilgiyi karşılamak ve yeni taleplere cevap verebilmek adına sürekli çalışıyoruz. Bu yoğunluk bizi yormuyor aksine daha da motive ediyor. HELLO!: Türkiye’de kadınların iş hayatında eşit şekilde yer almaları için nelerin değişmesi ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? I. Tan: İş hayatındaki cinsiyet eşitsizliği ne yazık ki toplumsal hayattaki eşitsizlikten kaynaklanıyor. Kadınlar sadece iş yerinde, işe girebilme ve yükselmede çeşitli engellerle karşılaşmıyorlar. İş hayatı öncesinde de; eğitimin çeşitli aşamalarına, aile içinde, sosyal hayatlarında eşitsizliğe maruz kalıyorlar. Ben de Hatice Teyze markasını yaratırken bu engeli ortadan kaldırmak istedim. Nâzım Hikmet’in de dediği gibi “Hiç yaşamamış gibi ölen, soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen, bizim kadınlarımız...”a selam olsun istedim ve sanırım bir nebze de başardım. Bu eşitsizliğin ortadan kaldırılması için kadın erkek demeden herkesin, devletin tüm kurumlarının birlikte çalışması gerektiğini ve bunun bir devlet politikası halini alması gerektiğini düşünüyorum. HELLO!: Henüz start-up aşamasında olan kadın girişimcilere neler önerirsiniz? I. Tan: İşe başlamadan önce mutlaka araştırsınlar, sektörü iyi analiz etsinler. Devletin pek çok yardım ve destek programı var, o fırsatları mutlaka değerlendirsinler. Rakiplerini inceleyip kendilerine en uygun iş modelleri çıkarsınlar. Dijitalleşme çağında internet ve sosyal medya satışını göz ardı etmesinler. Müşterilerinin geri bildirimlerini ve yorumlarını mutlaka değerlendirsinler. Ve de tabii ki her şeyden önce “Sen bunu yapamazsın” diyenleri dinlemesinler, kendilerine güvensinler ve destek almaktan çekinmesinler. HELLO!: Pandemi süresinde markanız için nasıl bir yol izlediniz? Odaklandığınız ve ağırlık verdiğiniz konular neler oldu? I. Tan: Pandemi sürecinde evde kalan insanlar kendilerine ve ailelerine daha çok vakit ayırmaya başladı. Bu da bizim işlerimizi olumlu yönde etkiledi çünkü biz kendini seven ve kendine değer veren insanlara sağlıklı ve doğal ürünler sunuyoruz. İlginin artmasıyla odağımızı stok yönetimimize kaydırdık. En çok ilgi çeken ürünlerin yeterli miktarda olması ve talebi karşılaması bizim için çok önemliydi, elimizde kalmadı diyemezdik. Çok şükür hızlı aksiyon aldığımız için bu süreçte böyle bir şey yaşamadık. Ek olarak lojistik anlamda en hızlı ve sorunsuz gönderim deneyimi yaşatmak için anlaşmalı şirketlerimizle tekrar masaya oturduk ve kriz senaryoları üzerinde konuştuk. Ne mutlu bize ki Bodrum merkezli operasyonumuzda bugüne kadar gönderimlerde de bir sıkıntımız olmadı. HELLO!: Giderek dijitalleşen dünyada ve bu süreçten sonra da devam edecek
Işıl Tan’ın dokuz yıl önce Bodrum Türkbükü’nde hayata geçirdiği Hatice Teyze, bugün online satış ağlarının yanı sıra İstanbul Selamiçeşme’de de bir şubeye sahip.
olan yeni düzende markanız için neler hedeflediniz? I. Tan: Günümüz tüketicileri çok bilinçli, soruyor, sorguluyorlar. Biz de Hatice Teyze olarak kullanıcılarımıza daha kolay ulaşabilmek için sosyal medyayı etkin bir biçimde kullanıyoruz. Takipçilerimizle sıkı bir iletişimimiz var. Bize açık açık her şeyi sorabiliyorlar çünkü doğru ve şeffaf bir cevap alacaklarını biliyorlar. Ayrıca şu an web sitemizi de güncelliyor, daha kullanıcı dostu bir format üzerinde çalışıyoruz. Hatice Teyze olarak bir farkımız, müşterilerimizin ürünlerimize dokunmak, koklamak ve tatmak istemesi. Bu anlamda dijitale ağırlık versek de hala mağazadan alışveriş etmeyi çok seven, Bodrum Türkbükü’ndeki ve İstanbul Selamiçeşme’deki mağazalarımıza gelip birkaç saatini mağazamızda sohbet ederek geçiren büyük bir kullanıcı kitlemiz var. Onlar için de mağazalarımızı kendilerini iyi ve rahat hissedecekleri bir de-
neyim alanı olarak tasarlıyoruz. HELLO!: Hepsi sizin çocuğunuz gibidir ama kişisel olarak en sevdiğiniz Hatice Teyze güzellik ve bakım ürünlerini sorsak? I. Tan: Doğru, hepsi çocuğum gibi… Ardında çok büyük bir emek var. Gözbebeği ürünlerimiz tabii ki içilebilir ve sürülebilir yağlar. Yiyemediğimiz bir şeyi cildimize sürme fikrini sevmiyorum. Tüm o katkı maddeleri, koruyucular bizim kuruluş amacımıza son derece ters düşüyor. Özellikle son üç yıldır üzerine çalıştığımız ve bu sene kullanıcılarımızla paylaştığımız iki efsane ürünümüz var. Bunlardan biri kolajen takviyeli eşek sütü kremi ile tonik ve onarıcı etkili salyangoz kremi ve toniği. Her iki ürün için de çok çalıştık ve araştırdık. Bu süreç üç yıl kadar sürse de kullanıcılarımızdan aldığımız geri bildirimlerle buna değdi diyoruz. RÖPORTAJ: GÖKÇE ATEŞ
55
INSIDER KURUCU ORTAĞI & CEO
HANDE ÇILINGIR
“İYI ŞIRKETLER, DEĞIŞIME HEMEN AYAK UYDURAN ŞIRKETLERDIR” Hande Çilingir’in Insider için bir hayali de tüm dünyada ofislerinin olması. Şu an 24 ülkede olan Insider’ın kurucu ortağı ve CEO’su Çilingir, “Kendim de dahil olmak üzere kimsenin süper yetilere sahip olduğunu düşünmüyorum. Bence bizi yetenekli yapan okuduklarımız, öğrendiklerimiz ve bunlarla gelişen vizyonumuz... Ben de bunları yapmaya çalışıyorum” diyor. HELLO!: Geçmişe dönersek, Insider’ın fikir ve beyin jimnastiği aşamalarında her şey aklınızda net miydi? Nasıl bir hayal kurmuştunuz? Sonrasında marka nasıl olgunlaştı ve gelişti? Hande Çilingir: Aslında net değildi çünkü bir fikri oluştururken ihtiyaçları anlamak oldukça önemli. Girişimci olmanız için direkt bir fikriniz olmasına gerek yok. Girişimci olmaya karar verdiğinizde fikir, doğru ihtiyaçları anlayarak da üretilebilir. En büyük hayalimiz, ihtiyaçlarla birlikte ama bağımsız olarak, Türkiye’den çıkmış globale gidebilmiş bir yazılım şirketi yaratmaktı. Bu hayalle yola çıktık, daha sonrasında “Bunu nasıl yaparız?” diye düşünürken e-ticaret sitelerinin ihtiyaçlarını keşfettik. E-ticaret sitelerinin kullanıcılarını daha iyi anlama, dönüşüm oranlarını artırma ihtiyacını görerek, hayalimizi olgunlaştırmak için çalışmaya başladık. HELLO!: O günlerde ileriye doğru bakarken hayal ettikleriniz ve hedeflerinize bugün ulaştığınızı söyleyebilir misiniz? Vazgeçtiğiniz, sonradan ilave ettiğiniz ya da yola çıktıktan sonra değiştirdiğiniz planlar oldu mu? H. Çilingir: O günlerdeki en büyük hedefimiz ve hâlâ devam eden hedefimiz; dünyanın her yerinde bir Insider ofisi olması. Türkiye’den çıkmış, ilk kez bu kadar global olan bir yazılım şirketi kurmaktı. Şu an 24 ülkedeyiz ancak hayallerimize ulaştık diyemeyiz. Çünkü girişimcilik zaten huzursuz bir ruh hali, hiçbir zaman tamamen başardığın hissine erişememek de demek. Hayallerimize globallik anlamında ulaşmış olsak da daha gideceğimiz çok yol var. Sonradan ilave ettiğimiz fikirler, değiştirdiğimiz planlar oldu. Çünkü iyi şirketler deği-
56
şime en iyi ayak uyduran, adapte olan şirketlerdir, tıpkı şu anki krizde yaşadığımız gibi. Dolayısıyla değişen planlar, bazen açılacağımız ülkeler, bazen ürünün nasıl şekilleneceği gibi şeyler oldu. Ancak baştan beri neyden vazgeçmediniz derseniz, o da Insider’ın ilk gününden itibaren yapılanan temel kültürel değerleri. HELLO!: Girişimcilik eko-sisteminde, özellikle de teknoloji gibi verilere dayalı bir sektörde sezgilerine güvenmek ve karar alırken kalbini dinlemek önemli mi? Bir girişimci olarak sizi başkalarından farklı kılan esas yeteneğiniz hangisiydi? H. Çilingir: Tabii ki sezgisel kararlar her zaman var. Data tabii ki oldukça önemli ancak bazı durumlarda datanın üstüne sezgilerinizi ekleyip o datanın yönelttiğinin tam tersi işler de yaptığınız olabilir, sezgisel bir kararla. Dolayısıyla ikisinin, doğru dengesi bir girişimciyi başarıya götüren unsurlardan biridir. Kendim de dahil olmak üzere kimsenin süper yetilere sahip olduğunu düşünmüyorum. Bence bizi yetenekli yapan okuduklarımız, öğrendiklerimiz ve bunlarla gelişen vizyonumuz. Ben de bunları yapmaya çalışıyorum. HELLO!: Hayat hikayelerinden ilham aldığınız kadın girişimciler var mı? H. Çilingir: Hayat hikayelerinden ilham aldığım girişimciler var ama özellikle kadın/erkek diye ayrı gözle bakmamıştım. Girişimci olmak demek sadece kendi işini kurmak demek olmadığından, özellikle Kurtuluş Savaşı’nda cephede savaşan kadınlarımızdan bugün kendi işini kuran on binlerce girişimci kadına, ev kadınlarına kadar hepsi, uğruna hizmet ettikleri amaç adına girişimci sayılabilirler. Hikayesinde çaba, inanç ve ısrarcılık olan herkesin haya-
tı ilginç bir hikayeye dönüşebiliyor. Dünyadaki birçok girişimciden özellikle dünyayı değiştirme gayesi olan girişimcilerden her zaman için oldukça etkilenmişimdir. HELLO!: Kadın iş hayatında erkeğe benzemeli mi? Dişil enerjinin güçlü ve avantajlı yanları nedir sizce? H. Çilingir: Kadın bence bunun üzerine çok düşünmemeli. “Kadın erkeğe benzesin mi, benzemesin mi?” gibi olguları dikkate almamalı. Dişil enerjinin ekstra bir getirisi yok, dişil ya da erkek sonucunda hepsi aynı enerji ve günün sonunda önemli olan o enerjinin içeriği, büyüklüğü, size neler yaptırabildiği. O yüzden dişil enerjinin ayrı bir gücü olduğunu düşünmüyorum, varsa da ben bugüne kadar deneyimlemedim. Erkeklerin kadınlara ve aynı şekilde kadınların da erkeklere göre mental, fizyolojik vb. avantajları var. Ancak bunu bir karşılaştırma olarak almaktansa, sadece anlaşılacak bir nokta olarak görülmeli. Kadınların avantajı da güçlü hissiyatlara sahip olmaları. Bu sayede olabilecekleri öngörüp engelleme yeteneklerinin biraz daha büyük olabileceğini düşünüyorum. Kadınlarda olan bu avantaj gibi, erkeklerde de aynı şekilde başka avantajlar var. Dolayısıyla her zaman kadın ve erkeğin eşit olduğunu düşünüyorum. HELLO!: Dünyada her gün pek çok start-up hayata geçiriliyor, bunların yüzde 90’ı kısa ömürlü oluyor. Bir marka yarattığınızda başarıyı sürdürülebilir kılmak için neler gerekiyor? H. Çilingir: Öncelikle doğru insanlarla beraber olmak oldukça önemli. Insider’da kendimizden öte bir amaç için birleşip çalışan bir komuniteyiz. Aslında bu amaçla beraber gidilen yer de Maslow’un hiye-
“Markaların dijitale yatırım yapmaları oldukça önemli, tabii ki şimdiki pandemi süreciyle e-ticarette oluşan çeşitli trendler süreç sonrası da devam edecek.” rarşisine göre gelişimimizin en son noktası yani kendini gerçekleştirmek. Dolayısıyla kültürümüzde çok çalışmak, bir fark yaratmak ve bu süreçte birbirimize destek olmak var. Başarı da bununla birlikte geliyor tabii ki. Amaç sadece başarı olduğunda ve insanlar sadece bunun için bir araya geldiğinde, doğru bir sentez olmadığından kısa ömürlü olabilir. HELLO!: Kadın girişimciliğinin önündeki engellerin kaldırılması ve fırsat eşitliği sağlanması için neler yapılmalı? H. Çilingir: Kadın girişimcilerin önündeki engellerin kaldırılması için özellikle teknoloji sektöründe kadın istihdamının sağlanması gerekli. Bunun sebebi ise gelinen yer ve varılan trendlere göre bir gün her şirketin bir yazılım şirketi olacak olması. Dolayısıyla kadın yazılımcılar geliştirmek, kadınların vizyonlarını geliştirmeleri için eğitimlerinin önünü açmak ve kadınların daha fazla çalışmaları önemli. Biz de eko-sisteme destek oluyoruz ve sürdürdüğümüz işler, gerçekleştireceğimiz projelerle de destek olmaya devam edeceğiz. Bunların hepsi bir araya gelince kadın girişimciliği daha öne çıkacak. HELLO!: Silikon Vadisi’nde girişimci olmak ile Türkiye’de girişimci olmayı karşılaştırmanızı istesek? H. Çilingir: Bu eko-sistemler gelişmiş eko-sistemler, buradaki insanlar daha önce büyük çıkışlar, halka arzlar gibi deneyim-
leri yaşamış girişimciler. Hem yatırım anlamında hem de bu hikayeyi tecrübeleme anlamında bu insanlardan olmak ya da bu insanlarla aynı eko-sistemde bulunmak tabii ki bir avantaj, özellikle de başlangıç aşamasında. Türkiye’ye baktığımızda kaç tane global teknoloji ya da yazılım şirketi çıktığı ile Silikon Vadisi’ni kıyaslayabiliriz. Nitekim çok büyük bir kısmı Silikon Vadisi’nden. Bu gibi değişiklikler var ancak biz de Türkiye’yi böyle bir eko-sisem haline getirebiliriz ve getirmeliyiz. HELLO!: Aklında bir fikri olan kadın girişimcilere neler önerirsiniz? H. Çilingir: Herkese ve her şeye rağmen, kadın ya da erkek olmaktan bağımsız olarak, inançlı, çok çalışan ve doğru vizyona sahip olan herkes başarılı olabilir. Beklemesinler ve hemen başlasınlar. HELLO!: Pandemi süreci dijital dönüşümün de hızını artırdı; siz markanızın geleceği konusundaki odaklarınızı, hedeflerinizi ve büyüme hamlelerinizi değiştirdiniz mi? H. Çilingir: Aslında e-ticaret tam tersine pandemi sürecinde hızlanan bir taraf oldu. Dünyada bundan sonra da e-ticaretin daha yaygın ve sıklıkla kullanılacağına inanıyoruz. Dolayısıyla bundan sonraki stratejimiz büyümeye devam ederken aynı zamanda online’ın daha fazla arttığı bu dünyada özellikle geri dönüş ve müşterilerinin taleplerini karşılamaya çalışan geniş kapsamlı işletme partnerlerimize destek olmaya aynı
şekilde devam etmek. HELLO!: Markaların dijital dünya ve yeni düzene alışması, ayakta kalması açısından çok önemli. Insider olarak markalara bu değişim sürecinde nasıl destek oluyorsunuz? H. Çilingir: En önemli noktalardan biri markalar ile müşterilerinin arasındaki doğru iletişimi sağlamak. Burada tamamen o müşteri özelindeki aksiyonları yine onların davranışlarından tahminliyoruz. Bu stratejiler müşteri tutundurma ve geri kazanmada oldukça etkili oluyor. HELLO!: Dijital dünyada büyümek, bir süre sonra reel manada büyümenin de ötesine geçecek sanki... Doğru planlama ve desteklerle birçok marka dijital dünyada hedefine ulaşabilir hale geliyor. Markaları bu aşamada nasıl yönlendiriyorsunuz? H. Çilingir: Markaların dijitale yatırım yapmaları oldukça önemli, tabii ki şimdiki pandemi süreciyle e-ticarette oluşan çeşitli trendler süreç sonrası da devam edecek. Biz de artan dijital aktiviteye ayak uydurmaları adına şirketlere kullanıcılarını tanıma ve öngörüsel tahminleme çözümleri ile destek oluyoruz. Tabii ki şirketlerin dönüşüm oranlarını artırırken bir yandan da kullanıcıların deneyimlerini kolaylaştırmak, onlara dijital konfor sağlamak konusunda yardımcı oluyoruz. RÖPORTAJ: BÜŞRA NAZLAN ÜREGÜL
57
ARMUT.COM’UN KURUCUSU
BAŞAK TAŞPINAR DEĞIM
“KADIN VE ERKEĞIN EŞIT ŞARTLARDA ÇALIŞMASI HER ŞEYDEN ÖNEMLI” Müşterilerin hayatlarını kolaylaştıran ve şu an üç binin üzerinde farklı kategoride 450 binden fazla profesyoneli buluşturan Armut.com, Türkiye’nin en büyük online hizmet platformu konumunda. Peki işin arkasında nasıl bir çalışma sistemi var? Tüm detayları Başak Taşpınar Değim’den dinliyoruz. HELLO!: Geçmişe dönersek, Armut. com platformunun fikir ve beyin jimnastiği aşamalarında her şey aklınızda net miydi? Nasıl bir hayal kurmuştunuz? Sonrasında marka nasıl olgunlaştı ve gelişti? Başak Taşpınar Değim: Boğaziçi Üniversitesi’ndeki lisans eğitimimin ardından Koç Üniversitesi’nde MBA ve Chicago Loyola Üniversitesi’nde MSIMC yüksek lisans programlarını bitirdim. Çoğu Amerika’da uzman ve yönetici olarak kurumsal hayatta çalıştıktan sonra, Türkiye’ye dönüşte kendi yaşadığım kaliteli ve güvenilir hizmet verenlere kolayca ulaşamama problemini çözmek için 2011 yılında Armut.com’u hayata geçirdim. Amacımız bu problemi teknolojiyi kullanarak çözmekti ve bunu yapmanın kritik adımı, öncelikle basit bir ürünü ortaya çıkartıp ardından da müşterilerden gelen geri bildirimlerle hızlı inovasyon yaparak çok daha iyi bir tecrübeye çevirmekti. Kurulduğumuz ilk birkaç yıl tamamen teknolojik altyapısı sağlam ve veriye dayalı ürün geliştirmeye, hizmet kalitesi problemini çözmeye odaklandık. Bu problemi çözer çözmez hızlı bir büyüme sürecine girdik. Armut.com, kurulduğu günden itibaren müşterilerin hayatlarını kolaylaştırmaya odaklanarak, şu an üç binin üzerinde farklı kategoride, 450 binden fazla profesyoneli, yüzde 98 müşteri memnuniyetiyle hizmet almak isteyenlerle buluşturan, bugün Türkiye’nin en büyük online hizmet platformu konumunda. Şu an alanlarında uzman çalışma arkadaşlarımla birlikte, doğru teknolojilere yatırım yaparak daha da iyi bir müşteri memnuniyetini sağlamayı amaçlıyoruz. Bir sektörün internete geçişine liderlik etmek için yeni stratejiler geliştiriyor ve hızlı büyümeye devam ediyoruz. HELLO!: O günlerde ileriye doğru bakarken hayal ettikleriniz ve hedeflerini-
58
ze bugün ulaştığınızı söyleyebilir misiniz? Vazgeçtiğiniz, sonradan ilave ettiğiniz ya da yola çıktıktan sonra değiştirdiğiniz planlar oldu mu? B. Taşpınar Değim: Hizmet sektörü karmaşık olmakla birlikte memnuniyetin çok önemli olduğu bir alan. ‘Armut’ olarak başlangıçta, “Güven ve kalite problemini çözebileceksek bu işe girmeliyiz” düşüncesiyle bakıyorduk. İlk iki yıl boyunca hiçbir yatırım almadan, sadece bu problemler üzerine eğildik, ürünümüzü iyileştirmeye ve teknolojimizi geliştirmeye odaklandık. Sonrasında markamıza daha çok yatırım yapmaya, kullanıcı kitlemizi genişletmeye başladık. Bir teknoloji ürünü geliştiriyorsanız, örneğin bir fiziksel ürün gibi “Yaptım oldu, bir daha hiç değiştirmeyeyim” gibi bir durum yok. Sürekli hem yeni özellikler ekleyerek ürünü geliştirmeye devam etmek hem de büyümenin getirdiği yeni ölçek problemlerini çözmeye devam etmek zorundasınız. Yani değişim ve yenilik bu işin olmazsa olmazı. Altı ay önceki ürünle şimdi kullanacağınız üründen alacaklarınız farklı. Şu an çok daha iyi bir denetim yaşatıyoruz, bundan birkaç ay sonra daha da iyi olması gerekiyor. HELLO!: Kadın iş hayatında erkeğe benzemeli mi? Dişil enerjinin güçlü ve avantajlı yanları nedir sizce? B. Taşpınar Değim: Herkese eşit şartlar verilen bir ortamda kadın ve erkeklerin performansı arasında bir fark olacağına inanmıyorum. Örneğin ‘Armut’ta yüzde 55 kadın çalışan ve yüzde 50’nin üzerinde kadın yönetici var. Cinsiyet üzerinden yapılan genellemeler birey bazında oldukça yanıltıcı olabiliyor. Bu nedenle kadın ve erkekleri küçük yaştan belirli kalıplara sokmadan eğitip önlerini açmamız, potansiyellerini ortaya çıkartarak sevdikleri alanlara yönelmelerini sağlayan bir eğitim al-
malarını sağlamamız önemli. İş hayatında kadın ve erkek cinsiyetleriyle değil, yetkinlikleriyle ön plana çıkmalı. Kadın veya erkek ayrımı yapılmadan herkese eşit fırsatlar ve imkanlar tanınmalı. ‘Armut’ta işe alım ve terfi süreçlerinde kadınlara ve erkeklere tamamen eşit şans tanınıyor. Cinsiyet işe alım ve performans süreçlerinde gözettiğimiz bir kriter değil. Ücret ve kariyer fırsatlarında da ekibimiz cinsiyetine değil, yetkinliğine göre eşit koşullarda fırsatlara sahip. Benimsediğimiz bu stratejinin sonuçlarına baktığımızda hem kadın çalışan hem de kadın yönetici sayılarımızın, Türkiye ve dünya ortalamalarının çok üzerinde olduğunu görüyoruz. Bu doğrultuda hareket edildiği müddetçe iş dünyasında çok hızlı ilerlemeler kaydedeceğimizi düşünüyorum. HELLO!: Kadın girişimciliğinin önündeki engellerin kaldırılması ve fırsat eşitliği sağlanması için neler yapılmalı? B. Taşpınar Değim: Çocuklarımıza yeni ufuklar açabilirsek, girişimcilik dünyasında kadınların artması için ve fırsat eşitliği yaratılabilmesi için önümüzde hiçbir engel kalmaz. Girişimcilik konusunda da diğer alanlarda olduğu gibi kadın ve erkekler arasında bir yetkinlik farkı olduğuna inanmıyorum. Girişimciliğin aslında farklı kategorileri var. Kendi emeğini satan, küçük işletmesini kuran bir girişimci ile ölçeklenebilir bir dünya markası yaratma hedefi olan girişimcinin farklı yetkinliklere, mentorluğa, finansmana ihtiyaçları var. Dolayısıyla kadınların hangi alanda nasıl bir girişimcilik yapacağına göre farklı desteklere ihtiyacı var. Ben bu alanlardan daha ölçeklenebillir bir girişim tarafında bir işle uğraştığım için bu kısımla ilgili biraz daha fazla gözlemim oldu. Kadınlar girişimciliğe adım atma konusunda erkekler kadar cesur değil. Her zaman söylediğim
“Çok temel, insani ihtiyaçlar için iki tarafı bir araya getiren bir iş modelimiz var. Ürünümüzü sürekli geliştirerek, kullanıcıların minimum çabayla en kaliteli ve güvenilir hizmete ulaşmasını sağlamayı hedefliyoruz.” bir söz var, girişimcilikte, arasında seçim yapmanız gereken iki risk var. Birisi deneyip başarısız olmak, diğeri de hiç denemeyip geriye bakıp pişman olmak. Başarısızlık da insana çok şey öğreten bir olgu. Bu nedenle belki de kadınların cesaretini artıracak, girişimciliğe yönlendirecek programlar, daha önceden bu yola girmiş rol modellerinin hikayelerinin önlerine çıkması ve “Sen de yapabilirsin” denilmesi faydalı olabilir. HELLO!: Pandemi süreci dijital dönüşümün de hızını artırdı. Siz markanızın geleceği konusundaki odaklarınızı, hedeflerinizi ve büyüme hamlelerinizi değiştirdiniz mi? B. Taşpınar Değim: COVID-19’la birlikte iş ve ekonomi dünyasında birçok deği-
şiklik yaşandı. Hepinizin bildiği gibi, bazı sektörler bu dönemi çok kötü bir şekilde geçirirken bazı sektör ve iş kolları daha çok ön plana çıktı, hatta sivrildi. ‘Armut’, kurulduğu günden bu yana elde ettiği ivme ile online hizmet sektörünün liderliğini üstlenen bir marka olarak bu süreci çok iyi analiz edebildi. ‘Armut’ olarak yurtdışındaki markamız HomeRun ile Avrupa ve Ortadoğu’da sektörümüzün liderliğini hedefliyoruz. Tüm planlamamızı buna göre yapıyor ve adımlarımızı buna uygun olarak atıyoruz. Geliştirdiğimiz ürünün ve ekibimizin dünya standartlarında olduğunu görüyor ve hedeflerimizi buna göre yüksek koyuyoruz. Dünyaya internet teknolojisi ihraç edebilen ve bu alanda global şirketlerle rekabet edebilme başarısı gös-
teren uluslararası bir marka olduğumuzu söyleyebiliriz. İçinden geçtiğimiz bu süreç bizim uzun dönemli planlarımızla ilgili bir değişikliğe yol açmadı. Çünkü çok temel, insani ihtiyaçlar için iki tarafı bir araya getiren bir iş modelimiz var. Ürünümüzü sürekli geliştirerek, kullanıcıların minimum çabayla en kaliteli ve güvenilir hizmete ulaşmasını sağlamayı hedefliyoruz. HELLO!: Dijital dünyada bir girişimin başarılı olması için şartlar neler? B. Taşpınar Değim: Çok çalışmak, sürekli öğrenmek, test edip doğru müşteri iç görüleriyle veri analizi yaparak iyi bir ekiple ürünü geliştirebilmek başarılı girişimlerin ortak noktaları. RÖPORTAJ: BÜŞRA NAZLAN ÜREGÜL
59
SEKİZ YIL ÖNCE HAYATININ YÖNÜNÜ DEĞİŞTİREREK HOMEMADE AROMATERAPİ MARKASINI KURAN
ASLI SAN BİLGİN
“LÜKS KAVRAMININ KALICI OLARAK DEĞIŞECEĞINE INANIYORUM” Bitkilerin ruhu ve gücüne olan inancıyla sekiz yıl önce hayata geçirdiği markası, yaşamının vazgeçilmez keyiflerinden biri...
“İşimin en sevdiğim yanı, verdiği ruhbeden-zihin dengesi ile hayatına katan herkese getirdikleri. Her gün harika hikayeler ile bunu duyuyor olmak da çok keyifli...”
60
K
uzguncuk’tan bildiğimiz Homemade Aromaterapi, günümüzde unutulmaya yüz tutmuş aromaterapi bilgilerini, kokuların beynimiz ve vücudumuz üzerindeki etkilerini anlatabilmek ve en önemlisi de bunları herkesin yararlanabileceği, gündelik hayatının içerisine katabileceği şekilde sunabilmek adına Aslı San Bilgin tarafından kurulmuş. Aromaterapi dediğimiz zaman, gerçek bitki özlerinden bahsediyoruz. Yaklaşık 6000 yıllık bir geçmişe sahip olan aromaterapi; bitkilerin, kabuk, yaprak, çiçek, meyve, tohum, sap, kök gibi farklı yerlerinden çeşitli yöntemlerle elde edilen, uçucu yağlar ve baz yağlar ile ruh-beden-zihin dengesini vermeyi hedefleyen, sağlığı koruyucu, destekleyici ve tamamlayıcı bir yol. Dünyada da bu terapiye gitgide artan büyük bir ilgi var. Homemade Aromaterapi’nin GMP belgeli laboratuvarında ama hâlâ geleneksel yöntemlerle elde hazırlanan yaklaşık 350 tane farklı ürünü var. Aslı San Bilgin ile biraz işinden, biraz da gündemdeki COVID-19 salgınından konuştuk. HELLO!: Bize biraz kendinizden ve Homemade Aromaterapi’den bahseder misin? Aslı San Bilgin: 2002-2003 yıllarıydı, kendimi tanıma, sorgulama, hayatta gerçekten neyi istediğimi, bana kendimi tam hissettirecek şeyin ne olduğunu bilebilmeyi çok derinden istediğim ve bulabilmek için de bilginin, öğrenmenin, keşfetmenin peşine düştüğüm zamanlardı. Yolda, beni gerçekten mutlu eden; var olduğumu hissettiren şeyin bitkiler, çiçekler, bunların özleri, bu özlerin verdiği şifanın bilgisi olduğunu gördüm. Ve bu konudaki uzun okuma, öğrenme ve eğitim sürecim başladı. Öğrendikçe daha da emin oldum. Sadece aromaterapi değil, onu bütünleyecek onlarca eğitim ve programa da katıldım. NAHA (National Association of Holistic Aromatherapy) L2 eğitimini tamamlayıp, profesyonel aromaterapist sertifikasını aldım. Bu süreçte her şeyimi kendim karıştırmaya, hazırlamaya, sevdiğim, inandığım bir şeyi başkalarına da yayma tutkusu ile çevreme denetmeye başladım. Sonrasında da Türkiye’de soğuk sıkım yağlara ve gerçek saf uçucu yağlara ulaşmanın güçlüklerini gördükçe ve bu hammaddeleri doğru kaynaklardan bulabilme bilgisini edindikçe de bu 10 senenin sonunda, 2012 yılında Homemade Aromaterapi’yi kurdum. HELLO!: Sizin için aromaterapiyi bir tutkuya dönüştüren neydi? A. S. Bilgin: Uçucu yağlar, bitkilerin kendinden tam 100 misli daha kuvvetli olan özüdür. Bitkinin ruhu olduğuna inanılır. Distilasyon işleminin de bitkinin ruhunun taşınması işlemi olduğuna. Bu bilgi ve bu özlerle yapılabilecekler beni büyüledi diyebilirim. Dört ton gül çiçeğinden bir litre gül uçucu yağı, iki ton yasemin çiçeğinden bir litre yasemin uçucu yağı elde edilebiliyor. HELLO!: En son Kanyon’da bir dükkan açtınız. İyi de gidiyordu. Biraz dükkanınızı anlatır mısınız? Neler yapıyor ve hedefliyor-
“Homemade Aromaterapi’yi kurarken sadece içimden, kalbimden ne geliyorsa ve bana ne iyi geliyorsa onu hazırlamak istedim ve kendimi kriter aldım.” dunuz Kanyon’da? A. S. Bilgin: Homemade Aromaterapi, Kuzguncuk’ta İstanbul’un bu küçük ve güzel Boğaz köyünden doğdu. Geçen sene Topağacı’nı açtık, burası da büyük kalabalıklardan ayrı, içine girince ruhunu daha da çok hissettiğimiz, kendini korumuş bir mahalle. Alışveriş merkezi düşüncesi bize hep uzaktı ama Kanyon’u öyle görmedik. İyi ki de görmemişiz, içinde olmaktan çok mutluyuz. Etiler, Levent, Maslak ve Boğaz hattında bize daha çok online üzerinden ulaşmış olan müşterilerimizin hayatında, dokunarak, koklayarak, sürerek, deneyimleyerek olmak istedik. HELLO!: Bu dükkanın iç tasarımı sizin ruhunuzu nasıl yansıtıyor? A. S. Bilgin: Eski olan her şeye karşı büyük bir tutkum var. Aromaterapi de aslında kadim zamanların bilgisine dayanıyor. Paris, Roma, Floransa gibi geçmişin özenle korunduğu şehirlerde hayranlıkla baktığım binaların, eski eczanelerin ruhunu buraya taşımak istedim. HELLO!: Derken COVID-19 gündeme geldi. İşinizde bu dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz? A. S. Bilgin: Sağlıklı olmanın her şeyden
daha önemli olduğunu ve bunu yaparken de yüzümüzü doğaya çevirmemizin gerekliliğini gördüğümüz, hatırladığımız zamanlardan geçiyoruz. Bu işi çok uzun senelerdir yapıyor olmanın bize olumlu yansıyacağını düşünüyorum. HELLO!: Sizce virüsle ilgili çözümün nasıl bir parçası olabiliriz? A. S. Bilgin: Virüse değil ama virüsten korunmak için doğal yollar konusunda aromaterapi en büyük yardımcı diyebilirim. Öyle olmamasını diliyorum ama virüsten kaçalım derken maruz kaldığımız kimyasallar bize farklı sorunlar olarak geri dönecek diye düşünüyorum. Ama en baştan doğalda kalırsak bunu yaşamayız. Moral ve ruh hali de çok önemli. Bize mutluluk, enerji verecek yağları hayatımızda, ortamımızda tutmak da çok iyi gelecektir. HELLO!: Aromaterapinin bu dönemde hayatımıza nasıl etkileri söz konusu olabilir? A. S. Bilgin: Aromaterapi, içinde barındırdığı doğal yaşam yolları ile her geçen gün, hayatımızın içerisinde daha da fazla yer alacak diye düşünüyorum. Cildimizin bakımından vücudumuza, evimizin fiziksel olarak temizliğinden enerjisini temizlemeye, çakralarımızı dengelemek-
61
“Koronavirüs sonrasında hayatın, değerlerin, önceliklerin ve lüks kavramının kalıcı olarak değişeceğine inanıyorum.”
ten saçımızın bakımına, topraklanmaktan ortamımızı kokulandırmaya, hayatımızın her alanında bize doğal bir yaşam sunuyor. Koku, beş duyu organı içerisinde bilinçaltına etki eden tek duyumuzdur. Aromaterapik yağlar; saflığı, içeriği ve de kokuları ile bize duygusal ve fiziksel olarak iyi gelirler. HELLO!: Tavsiye ettiğiniz aromaterapi ürünleri hangileri, bu dönem için özellikle? A. S. Bilgin: Yüksek antiviral etkiye sahip olduğu bilinen çay ağacı, paçuli, kekik, okaliptüs, biberiye, karanfil, bergamot, limon gibi uçucu yağları içeren ürünler, antiseptik etkiye sahip alkol oranı yüksek kolonya ve oda spreylerimizle el bariyerimizi koruyan nemlendirici kremlerimizi öneriyoruz. HELLO!: Online satışlarınız devam ediyor. Normale göre artış olmuştur. En çok hangi ürünler satılıyor? A. S. Bilgin: Evet, dükkanlarımız (Kanyon hariç) hafta içerisinde kısa saat aralıklarında, büfe sistemi ile içeriye girmeden servis veriyor. Online sitemiz çok yoğun bu süreçte. En çok satılan ürünlerimiz, antiviral ve antiseptik özelliği ile öne çıkan ürünlerimiz, kolonyalarımız, özellikle de çay ağacı kolonyamız, paçuli ve lavanta kastil sabunumuz, alkollü spreylerimizden özellikle kekik ve okaliptüs spreyimiz, çay ağacı uçucu yağı, Shea Butter el kremimiz, buhurdanlar ve uçucu yağlar en çok satılan ürünlerimiz.
62
HELLO!: Bir de online eğitimlerinizvar. Ne tür eğitimler bunlar tam olarak? A. S. Bilgin: Homemade Aromaterapi olarak uzun zamandır aromaterapiyi ve onun getirdiği doğal yaşam şeklini hayatına katmak isteyenlere yönelik eğitim ve atölyeler yapıyoruz. Bu eğitimleri online’a taşıma fikrimiz uzun zamandır vardı ve altyapısını hazırlamaya başlamıştık. Bu süreçte hız kazandırdık ve birkaç hafta önce de başladık. Aromaterapi, Doğal Cilt Bakımı, Doğal Temizlik, Doğal Parfüm, Doğal Tütsü ve Doğal Fermantasyon Sirke Atölyelerimiz aktif şu anda. Bu eğitimleri kurumsalda da veriyoruz. Doğrusu, düşündüğümüzden çok daha güzel oldu ve bilginin daha net olarak alındığı bir platform oluştu. HELLO!: Aromaterapi ile insanlara aktarmak istediğiniz en önemli değerler neler? A. S. Bilgin: Koku alma duyumuz, beş duyu organımız içerisinde, bilinçaltımıza etki eden tek duyumuz. Aromaterapi, bitkilerin bu sihirli denilebilecek özleri ile ‘ruh, beden ve zihin’ dengesi vermeyi amaçlıyor. Bu iki bilgiyi birleştirdiğimizde hayatımızın her alanında bize şifa verebileceğine inanıyorum. Bu inancımı da herkese anlatmak, aktarmak istiyorum. HELLO!: Ben açıkçası sizden bir kitap projesi bekliyorum. Böyle bir fikir var mı? A. S. Bilgin: Evet, uzun zamandır var.
Ana hatları, çatısı, yayınevi de belli ama henüz kapanıp başlayamadım. Hem güzel fotoğraflar ile hazırlanmış bir masa üzeri kitabı hem de daha çok kişiye ulaşacak, bilgi ve tarif içerikli olmak üzere iki ayrı kitap projesi var. HELLO!: Yakın gelecekte Homemade Aromaterapi’de ne yenilikler göreceğiz? A. S. Bilgin: Bu süreçlerden önce 2020 yılı için biri Moda’da, diğeri Ankara’da olmak üzere iki yeni dükkan hayalimiz vardı ama şimdilik durduk. Olması gereken, en hayırlısı, en doğrusu ne ise zamanı geldiğinde zaten olacaktır. HELLO!: Sizi hep güler yüzlü ve pozitif düşünen biri olarak tanıdık. Hayattaki motivasyonlarınız neler? A. S. Bilgin: Teşekkür ederim. Bir şeye aklımı taktığımda onu dibine kadar bilip öğrenme tutkum var. Bu da beni okumaya, araştırmaya yöneltiyor. Bitkilerle ilgili her şey beni motive ediyor. Bitki çizimlerinden mitolojik hikayelerdeki anlamlarına, geçmişteki kullanım ve elde edilme yöntemlerine kadar. Seyahat etmeyi seviyorum ama uzun süre işimden uzak kalmak bana iyi gelmiyor. O yüzden kısa ama sık olmasını ve gitmemin, orada bulunmamın bana bir şeyler katacağı yerlerde olmayı seviyorum. Astroloji, human design ve kabala gibi kendimi ve insanı anlamaya yönelik bilgi ve ilimlere de ilgi duyuyorum. HELLO!: Batıl inançlarınız var mı? A. S. Bilgin: Merdiven altından geçmemeye veya sevdiğim birinin elinden bıçak almamaya dikkat etmek gibi klasik batıl inançlarım var. Bir de ilahi adalete inanıyorum. Biri için kötülük istemenin eninde sonunda o kişiye geri döneceğine inanıyorum, zihni temiz tutmak çok önemli. HELLO!: Hayat felsefeniz nedir? Hayatı nasıl yaşamayı seviyorsunuz? A. S. Bilgin: Ben, evrende herkese yetecek bolluk ve bereket olduğuna inanıyorum. Başkasında olana değil, sadece kendi rızkımızda olana niyet etmeye ve tutku duyduğumuz bir şeyin arkasından gidip, ona sıkı sıkıya tutunmanın bizi zihinsel ve ruhsal, dolayısıyla da fiziksel olarak koruduğuna inanıyorum. Kendi hayatımda bunu yapmaya çalışıyorum. HELLO!: Sizce bu salgınından sonra bizleri nasıl bir hayat bekliyor? A. S. Bilgin: Ne zaman içinden çıkacağız, kurtulacağız sorusundan veya beklentisinden çok, var olan yeni düzene uyum sağlamaya, şu anda neler yapabilirime odaklanmaya çalışıyorum. Hayatın, değerlerin, önceliklerin, lüks kavramının kalıcı olarak değişeceğine inanıyorum. Zaten sade yaşayan biri olduğum için gündelik hayat değil ama seyahat edememe, gidip görmek, havasını solumak istediğim yerlere acaba hiç gidemeyecek miyim fikri biraz kısıtlayıcı geliyor. RÖPORTAJ: RANA KORGÜL FOTOĞRAFLAR: KADİR AŞNAZ
GEZIMANYA’NIN KURUCUSU
TUĞÇE YILMAZ
“KALBI DINLEMEK GIRIŞIMCILIĞIN RUHUNDA VAR” Tuğçe Yılmaz’ın seyahat tutkusu çocukluğundan geliyor. Kendini bildi bileli Türkiye’yi ve dünyayı gezen Yılmaz, daha sonra bu şahane hobiyi seyahat etmek istediğiniz yerlerle ilgili detaylı bilgi alacağınız, hatta otel ve uçak biletinizi bile ayarlayabileceğiniz bir web sitesiyle en üst seviyeye taşımayı başarmış. Detayları Yılmaz’dan dinliyoruz. HELLO!: Geçmişe dönersek, Gezimanya’yı kurmadan önce fikir ve beyin jimnastiği aşamalarında her şey aklınızda net miydi? Nasıl bir hayal kurmuştunuz? Sonrasında marka nasıl olgunlaştı ve gelişti? Tuğçe Yılmaz: Seyahat etmeyi çok seven bir aileden geliyorum. Daha küçücük yaşlardan beri hem Türkiye’yi hem de dünyayı geziyorum. Gezdikçe de hem hatıra hem de bilgi topluyorum. Bunları birileriyle paylaşmak zaten çekici bir fikir geliyordu. Ancak bana Gezimanya’yı kurduran daha büyük bir itici güç oldu. Bundan 10 sene kadar önce bir şey fark ettim. Gezilecek yerlerle ilgili internette bilgi bulmak sandığım kadar kolay olmuyordu. Daha doğrusu, İngilizce bilgi bulabiliyordum ama Türkçe içerik yeteri kadar zengin değildi. Özellikle gezmek istediğiniz yer herkesin gitmediği bir yer olduğu zaman işler zorlaşıyordu. Roma’ya gidecekseniz Türkçe içerik çok örneğin ama Galapagos Adaları’nın meşhur mavi ayaklı kuşlarını görmek için oraya haziran-ağustos arası gitmeniz gerektiğini öğrenmek için İngilizce bilmek zorundaydınız. İşte Gezimanya fikri o zaman gelişti. Herkese doğru ve güvenilir seyahat bilgisini, bizim dilimiz olan Türkçe olarak, bir çevrimiçi içerik kaynağı şeklinde ulaştırmak. Gezimanya’nın ilk misyonu buydu. HELLO!: O günlerde ileriye doğru bakarken hayal ettikleriniz ve hedeflerinize bugün ulaştığınızı söyleyebilir misiniz? Vazgeçtiğiniz, sonradan ilave ettiğiniz ya da yola çıktıktan sonra değiştirdiğiniz planlar oldu mu? T. Yılmaz: Gezimanya ilk çıktığında belki daha amatör ruhluydu. Ancak çok geçmeden profesyonel bir plana kavuştu. Bugün geldiğimiz nokta yıllar öncesinden planlanmıştı. Yani hiçbir şey tesadüf değildi. Gezimanya bir ‘tek durak site’ olarak tasarlandı. Yani ziyaretçisini gezi rehberleriy-
64
le, fotoğraflarla, videolarla, haritalarla tam ve doğru olarak bilgilendirmek, isteyenlerin de uçuşlarını, otellerini satın alabileceği bir ortam yaratmak. Tabii bazı ön göremediğimiz plan değişiklikleri oldu. Mesela biz Gezimanya’yı daha çok bir seyahat acentesi gibi yapılandıracağımızı düşünüyorduk. Ancak işin içerik tarafı daha ağır bastı. Çünkü sektördeki güvenilir içerik ihtiyacının yeni bir seyahat acentesi ihtiyacından çok daha büyük olduğunu gördük. Bir de tabii, başlarda ön göremediğimiz bazı noktalarda bulduk kendimizi. Gezimanya evrimini hâlâ sürdürüyor ancak bu iş modeli bugünkü haline geleli üç-dört sene oluyor. Biz de bu süre zarfında kendimizi daha ziyade turizm konusunda profesyonel ve entelektüel üretim sürecinde bulduk. Bugün eşimle birlikte hem içerik üretmeye devam ediyoruz hem de turizm alanında profesyonel tanıtım, iş analizi, strateji geliştirme ve danışmanlık alanlarında çalışıyoruz. Hatta destinasyon pazarlaması alanında aktif bir ajans kurduk. Pek çok turizm markası ile yurtiçi ve yurtdışı destinasyona danışmanlık ile pazarlama ve tanıtım konularında hizmet veriyoruz. Örneğin Malta’nın Türkiye’deki resmi turizm ofisiyiz. HELLO!: Girişimcilik eko-sisteminde, özellikle de teknoloji gibi verilere dayalı bir sektörde sezgilerine güvenmek ve karar alırken kalbini dinlemek önemli mi? Bir girişimci olarak sizi başkalarından farklı kılan esas yeteneğiniz hangisiydi? T. Yılmaz: Kalbini dinlemek zaten girişimciliğin ruhunda var. Hatta duyduğumuz tüm hikayeler, iş hayatının rutinine baş kaldırıp kalbini dinleyerek başarıya ulaşmış kahramanların hikayeleri. Her ne kadar bu hikayelerden etkilensem de benzer bir süreçten geçmiş biri olarak işin aslının sadece bu etkileyici romantik boyuttan ibaret olmadığını iyi biliyorum. Kalbini dinlemek
çok güzel bir şey ve bu yola çıktıysanız mutlaka orada olmalı. Ancak eğer veriye dayalı bir iş modeliniz yoksa başarılı olmanız biraz hayal. Ben bu işin başından beri yalnızca kalbimi dinlemeyip aynı zamanda atacağım her adımı ölçerek, biçerek planladım. Gezimanya hâlâ öyle devam ediyor. Yalnızca romantik bir hikaye olarak değil, aynı zamanda heyecana olduğu kadar veriye de dayalı, analitik bir proje olarak yani. Girişimci olarak benim farkım ne tam bilmiyorum ama belki de budur. HELLO!: Hayat hikayelerinden ilham aldığınız kadın girişimciler var mı? T. Yılmaz: Başta Türkiye’de, pek çok takdir ettiğim ve etkilendiğim hikaye var tabii ki. Ama birebir örnek aldığım bir iş kadını oldu diyemem. Gezimanya fikri için bir ilham noktası aramak gerekirse ben en çok Lonely Planet’tan etkilendiğimi söyleyebilirim. Seyahat ederken rehberler oluşturan Avustralyalı Tony Wheeler & Maureen Wheeler çifti, 1972 yılında dünyanın en büyük seyahat başvuru kaynağı olan Lonely Planet’ı oluşturdu. Tabii ki o yıllarda her şey basılı olmak zorundaydı ve bu çiftin ürettikleri de kitap halindeydi. Gezimanya’yı benzer bir hikayenin içinden dijital olarak çıkmak isteyen bir proje olarak görebiliriz. HELLO!: Dünyada her gün pek çok start-up hayata geçiriliyor, bunların yüzde 90’ı kısa ömürlü oluyor. Bir marka yarattığınızda başarıyı sürdürülebilir kılmak için neler gerekiyor? T. Yılmaz: Start-up’larla ilgili bir klişe yerleşmiş durumda. İyi bir fikir hayata geçirilir, sonra bir yatırımcı gelip çok büyük bir sermaye enjekte eder ve start-up’ın kurucuları da birer Mark Zuckerberg olur. Benim gözlemim şu ki bu hikaye hem pek çok insana motivasyon veriyor hem de onları biraz gerçekçilikten uzaklaştırıyor. Yeni bir
iş kurduğunuzda bunun başarılı olma ihtimali zaten yüksek değil. Baştan bunu bilerek girmelisiniz. Sektörü iyi analiz ettiyseniz, ayakları yere basan bir iş modeliniz ve finansal planınız varsa, biraz da iş hayatının koşulları açısından şansınız yaver giderse başarı gelecektir. Ancak tüm bu bileşenlerin bir araya gelmesi için sizde büyük bir tutarlılık ve sabır olması gerekiyor. Ben pek çok start-up’ın zaman parametresini iyi yönetemediğini düşünüyorum. İş hayatına yıllarını vermiş insanlar benden daha iyi bilirler, kendi fikrine aşık olmak ve kendi hatalarını görememek çok tehlikelidir. Start-up’ları bekleyen bir diğer tuzak bu. Gezimanya’yı kurduğumuzdan beri doğru yaptığımız şeylerin en az birkaç katı kadar yanlış yaptığımız şeyler oldu. Hata yapacaksınız, bundan doğal bir şey yok. Önemli olan fikirlerinize körü körüne bağlanmayıp hatanızı kabul edip düzeltebilmek. Biz hâlâ hata yapmaya devam ediyoruz. Hata yapmadan gelişemeyiz ki. Ama bu hatalarda ısrar edersek de hayatta kalamayız. Startup girişimcilerinin bunu ya başkasının tecrübelerinden öğrenmeleri ya da kendi acı tecrübelerini edinmeleri gerekiyor. HELLO!: Kadın girişimciliğinin önündeki engellerin kaldırılması ve fırsat eşitliği sağlanması için neler yapılmalı? T. Yılmaz: Bence bu konuda zaten epey yol alındı. Sizin de bu sayfalarda yer verdiğiniz pek çok güzel hikayenin ortaya çıkışı artık bugünün Türkiye’sinde mümkün. Ama bence bir adım ileri gitmenin yolunu bulmamız gerekiyor. Bilgi çağı, mobilite ve küreselleşmeyle birlikte pek çok iş modeli değişiklik gösteriyor. Yalnızca kadın girişimciliği değil, ülkedeki bütün girişimcilik hikayesi daha inovatif olmalı. Bizi sanayi toplumu dinamikleri değil, bilgi toplumu dinamikleri bir sonraki hikayeye taşıyacak. Toplumda kadınların bilişim konusunda daha aktif olması, bilgi devriminde daha büyük cesarete sahip olması belki buradaki hedef olabilir. Tüm sektörler dijital dönüşümden bahsediyor, belki de kadın girişimciliği de kendi dijital dönüşümünü yaşamalı. HELLO!: Aklında bir fikri olan kadın girişimcilere neler önerirsiniz? T. Yılmaz: Bir kadın hem duygularını hem aklını iyi kullanabilen kişidir. Bunun avantajını kullanmalarını öneririm. Son birkaç soruya verdiğim cevaplarda sanıyorum bu konudaki yaklaşımım ortaya çıkmıştır. Ben sadece hayallerle bir yere varılacağını düşünmüyorum. Çok iyi hesap kitap, aklı başında planlarla başarılı olunacağına inanıyorum. Ama işin içinde bir ruh olması için de tabii ki duyguların orada olması gerekiyor. Kadın girişimcilerin bu ikisini birleştirebileceğine inanıyorum. Özellikle analitik taraftan tüyo vermek gerekirse, sektörü iyi analiz edip iş modelini iyi oturtmak, rekabeti anlamak ve sürekli ölçmek buradaki anahtar kelimeler. HELLO!: Pandemi süreci dijital dö-
“Bundan 10 sene kadar önce gezilecek yerlerle ilgili internette bilgi bulmak sandığım kadar kolay olmuyordu. İşte Gezimanya fikri o zaman gelişti. Herkese doğru ve güvenilir seyahat bilgisini, bizim dilimiz olan Türkçe olarak, bir çevrimiçi içerik kaynağı şeklinde ulaştırmak. Gezimanya’nın ilk misyonu buydu.”
65
“Kurduğunuz hayali yalnızca romantik bir hikaye olarak değil, aynı zamanda veriye de dayalı, analitik bir proje olarak görmelisiniz.” nüşümün de hızını artırdı; Gezimanya’nın geleceği konusundaki odaklarınızı, hedeflerinizi ve büyüme hamlelerinizi değiştirdiniz mi? T. Yılmaz: Pandemi süreciyle ilgili şu anda gerçek anlamda çok az şey biliyoruz. Pek çok şeyin değişeceğini ve toplumların farklı alışkanlıklar edineceğini, eski kuralların yerine yenilerinin geleceğini biliyoruz. Ama bu değişimlerin nasıl gerçekleşeceğini söylemek için henüz erken. Gezimanya’nın tam ortasında yer aldığı turizm ve seyahat olgusu, pandemiden en çok etkileneceklerden olacak. Bundan üç ay sonra, bir sene sonra, üç sene sonra nasıl bir turizm dünyası ve nasıl seyahat alışkanlıkları olacağını şimdiden kestirmek güç. Ancak biz Gezimanya olarak her ihtimale hazırlanmaya çalışıyoruz. Size şu kadarını söyleyeyim, pandemi süreci başlar başlamaz, Gezimanya da çok büyük bir hızla yeni modeller geliştirip, yeni iş yapma şekillerine yatırım yapmaya başladı. Şu anda hummalı bir çalışma içinde, hepimizin çok meşgul olduğunu söyleyebilirim. HELLO!: Yolculuk merakınız ilk ne zaman ortaya çıkmıştı? T. Yılmaz: Kendimi bildim bileli gezerdim. Kardeşimle küçükken, ailemiz arabanın arkasında bize uyuyacak yer yapar ve tüm Türkiye’yi gezdirirdi. Daha sonra yurtdışında da pek çok noktaya hep ailemle gittim. Anne ve babamdan ayrı ilk yurtdışı gezme maceralarım ise lise yıllarında kardeşimle birlikte Fransa’ya gitmemizle başladı. Anne ve babam bizi hediye olarak Fransa’ya gönderdiler. O kadar hoşumuza gitti ki dönünce okul harçlıklarımızı biriktirip yeni seyahatler planlamaya başladık. Ailemiz de destek olunca daha küçük yaştan epey bir seyahat tecrübesi biriktirmiştik. Şanslıyım ki ailem gezmek konusunda teşvik etti. İlk zamanlar daha çok turlarla seyahat ettim, tek başıma da gezdim ama ailemle yaptığım seyahatler en çok keyif aldığım seyahatlerdi. Bugün hâlâ ailemle birlikte gezmeye devam ediyorum. Tabii artık aramıza eşim Murat katıldı. Bundan sonra da daha yeni doğan bebeğimiz Dünya ile gezeceğimiz için çok şanslı hissediyorum kendimi. HELLO!: Bu zamana kadar en etkilendiğiniz kültür ya da şehir neresiydi? T. Yılmaz: Gezginlere çok sorulan bir sorudur bu ve inanın, cevaplamak çok zor. Ben şahsen daha çok beni şaşırtan yerlerden etkileniyorum. Bhutan mesela, çok gizemli bir ülke. Gitmek zor, kabul edilmek, vize
66
almak zor. Ama gittiğinizde bambaşka bir dünyada buluyorsunuz kendinizi. Oradaki yaşayış, inanışlar, herkesin hâlâ geleneksel kıyafetleriyle ortalıkta gezmesi, inanılmaz büyülü bir atmosfer kazandırıyor bu ülkeye. Benzeri bir deneyimi de Guatemala’da yaşadım. İnanılmaz bir kültür renkliliği ve inanç çeşitliliğini görüyorsunuz. Kolonileşme öncesi Güney Amerika yerli kültürünün Hıristiyan Avrupası’nın işgal kültürüyle sentezlenmesine rağmen orijinalliğini koruduğu, çok ilginç bir kültür mozayiği. Bir diğer unutamadığım yer ise Galapagos Adaları. Zaten Charles Darwin’in de etkilendiği yer. Endemik canlı türleri ve eşsiz coğrafyasıyla şaşırmamak imkansız. Coğrafi etkileyiciliğe girersek İzlanda, Norveç, Alaska diye liste uzar ama bunları anlatmaya başlarsam beni durduramazsınız. HELLO!: Bize kimsenin bilmediği, hazine değerinde bir lokasyondan bahsetmenizi istesek, neresi olurdu? T. Yılmaz: Bugünün bilgi dünyasında
kimsenin bilmediği bir yerden söz etmek kolay değil. Dikkatlerden kaçmış bir yer olarak düşünürsek, birden fazla yer söyleyebilirim tabii. Ama illa da tek bir yer derseniz, örneğin Raja Ampat pek bilinen bir nokta değil. Endonezya denince herkesin aklına Bali geliyor ancak Bali harika bir yer olmasına karşın oldukça da turistik. Papua Adası’nın Batı kısmında yer alan Raja Ampat ise hem bölgenin Aborijinlerinin hayatına tanık olabileceğiniz hem muhteşem bir sualtı deneyimiyle yüzebileceğiniz hem de ıssız bir tropik ada tecrübesi yaşayabileceğiniz muhteşem bir coğrafya. Elektriği bile olmayan bir adanın hemen yanı başında modern tesislere sahip başka bir ada var örneğin. Tepeden Piay Nemo görüntüsüne, mavi-yeşil tropik sulardan yükselen adacıkların manzarasına bakınca ne demek istediğimi anlarsınız. RÖPORTAJ: BÜŞRA NAZLAN ÜREGÜL
TIKLAYIN HEMEN INDIRIN!
www.elle.com.tr TWITTER/ELLETurkey
FACEBOOK /ELLETurkey
INSTAGRAM/ELLETurkiye
İPEK HANIM’IN ÇİFTLİĞİ’NİN KURUCUSU
PINAR KAFTANCIOĞLU
“KADIN, OLAĞANÜSTÜ BİR VARLIK” Pınar Kaftancıoğlu, başarısının sırrını ‘iyi ürün, iyi niyet, namuslu-ahlaklı bir kâr payı ve temiz sunum’a bağlıyor. Kaftancıoğlu, kadınların ellerini attıkları her işte başarılı olabileceğine inanıyor ve bunu şöyle açıklıyor: “Daha candan, daha empati ile daha anaç sarılıyoruz biz işlerimize. Dört tane duvar verdiğinizde onu yuvaya çevirebilen bir varlıktan bahsediyoruz.” HELLO!: İstanbul’dan Ege’ye kaçış planınızın altında yatan sebepler neydi? Pınar Kaftancıoğlu: Derin bir tarım planı yoktu doğrusu... Ben kimseye minnet etmeden, özgür, doğal ve canlı hayatı bir şekilde Ege’de yakalarım diye düşünmüştüm. Derin derin nefes alabileceğiniz yalın bir hayat... Başka bir yola da sapabilirdi ama yol beni bugün olduğum yere getirdi. HELLO!: Ocaklı Köyü’nde, Gireniz Çayı kıyısında başlayan çiftlik hayatınızın hangi aşamasında İpek Hanım’ın Çiftliği’ni kurma hayaliniz başladı? Türkiye’nin nerelerinde ne yetiştiriyor, ne üretiyorsunuz? P. Kaftancıoğlu: Nazilli, benim Ege’deki üçüncü adımım oldu. Önce İstanbul’dan Şirince’ye, sonra Şirince’den Kuşadası’na, son olarak da Kuşadası’ndan Nazilli’ye götürdü yol beni. Hani klişe cümleler var ya, “Sen yeter ki yola çık” gibi... Öyleymiş; illa ki varıyormuş bir yere. Nazilli’deki ilk yatırımımız bir ambalajlı su fabrikası oldu. Madran Dağları’nın şahane suyunu bütün Ege’ye, Antalya’ya, Ankara’ya dağıttık. Çok hızlı yol alan, kısa sürede büyük rakamlar yakaladığımız, takdir gördüğümüz, hâlâ çok severek andığımız bir işti bu. İpek’in doğumu ile tempoyu sürükleyemedim. “Ya İpek, ya su fabrikası” gibi bir seçim çıktı önüme, elbette ki kızım ile geçireceğim vakti tercih ettim. Fabrika iyi bir dosta devroldu, gözüm arkada kalmadı. İpek’im ve hayvanlarım ile Ocaklı Köyü’ne yerleştim. Hayatımızın yeni dönemine ilk adımı o günlerde attık, dikmeye başladık. Ufak ufak şu, bu derken çiftlik doğdu, hareketlendi, doldu ve taştı. HELLO!: Girişimcilikte fırsatı koklamak çok önemlidir derler. İyi koku almak için nasıl deneyimlerden geçmek lazım? Siz bu işe girerken riskleri ve fırsatları nasıl gördünüz? P. Kaftancıoğlu: Sezgisel zeka ve iyi bir niyet... Bu ikisi önünüze temiz ve engelsiz bir yol açıyor bence. Bir de toplumdan, gerçeklikten kopmamak... Kendi işimin özelinde toprakla bir bağ kurmak da önemli. Ço-
68
cukluğumun tüm yazları Kars, Ardahan’da geçti. Babamın köyünde yaşadığım ilk deneyimler, aldığım görgü çok şeyin temelini attı. Annem İstanbul aristokratı bir aileden. Onun da bu farklı kültür içinde iyi ve temiz gıdaya dair geniş bilgisi vardır. Bunu aşıladı bize. Mutfağa giren her şeyi adeta bir dedektif gibi sorgulamayı öğretti. Yılların sonunda, gıdaya temiz esnaf görgüsü ile dalarak yol almamı da o sağladı sanırım. Ben bu işe başladığımda gördüm ki zaten bunun içinde doğmuş, zaten bunun içinde yaşamışım. Bu da olağan ve kolay bir akış ile organize etme fırsatını verdi. HELLO!: O günlerde ileriye doğru bakarken hayal ettikleriniz ve hedeflerinize bugün ulaştığınızı söyleyebilir misiniz? Vazgeçtiğiniz, sonradan ilave ettiğiniz ya da yola çıktıktan sonra değiştirdiğiniz planlar oldu mu? P. Kaftancıoğlu: Tam da hayal ettiğim ve istediğim gibi geçti 14 senem. Şimdilerde yeni planlar ekleniyor. Kendi ürünlerimizi başka hiçbir ürün ile karıştırmadan pişirmek, son haline getirip tabakta da sunmak istiyorum. Birkaç noktadan başladık bile... HELLO!: Yiyecekleri internetten satabilmek için tüketicinin markaya müthiş bir güven duyması gerekli. Bunu nasıl yarattınız? Cesaretinizin kırıldığı anlar oldu mu? P. Kaftancıoğlu: Ben ‘tüketici’ demiyorum. ‘Tüketmek’ çok sert geliyor bana. Biz hep birlikte bir sistem kurduk, bu sistemin döngüsündeki ‘yararlanıcılar’ onlar. Her biri iş ortağımız, desteğimiz, kanadımızın altındaki rüzgar... Onlar bana nasıl güveniyor ise ben de onlara çok güveniyorum, onlar beni nasıl seviyor ise ben de onları öyle çok seviyorum. Evladına bir dilim iyi ekmek, bir kase iyi ve gerçek yoğurt yedirmek isteyen bir anneye ilaçlı, hileli bir şey vermeyi hayal dahi edemem. Kötülüğün had safhası sanırım... HELLO!: Sizin gibi kendilerini yeniden tanımlamak, her şeyi sıfırlayıp hayata yeniden, farklı bir yerden başlamak isteyen ka-
dınlara neler önerirsiniz? P. Kaftancıoğlu: Havayı ve gidişatı iyi koklamalı, doğru anı kollamalı, en önemlisi de kesenize göre hareket etmelisiniz. Sürekli şahit olduğum şey şu; banka kredisi, çek, senet ile boyunu aşarak girdiği işte hüsran... Küçük küçük başlamak, işi öğrenmek, mümkünse yapmayı düşündüğü işte, girmeyi düşündüğü iş kolunda bir süre düşük bir ücretle bile olsa çalışıp tecrübe edinmek gerekiyor. Tecrübeden daha iyi bir sermaye olmadığını düşünüyorum. Bir mekan açacaksınız diyelim, bunun çok lüks olmasından, yazılardan, anlatımlardan, havalardan çok satışı yapılan her ne ise; işte kuafördür mesela, saç kesimidir, onun ürünüdür, en iyisine odaklanıp en iyisini yapmak önemli. Bunu yapabilenin kazanç derdi olmaz. Fırındır, en iyi ekmeği yapar. Gerçek un ile, gerçek maya ile, birtakım hikayelerle değil de gerçeğin ta kendisi ile... O büyür, yol alır. HELLO!: Dünyada her gün pek çok start-up hayata geçiriliyor, bunların yüzde 90’ı kısa ömürlü oluyor. Bir marka yarattığınızda başarıyı sürdürülebilir kılmak için neler gerekiyor? P. Kaftancıoğlu: Ben buna kendi İD’im ile yanıt verirsem; iyi ürün, iyi niyet, namuslu, ahlaklı bir kâr payı ve temiz sunum diyeceğim. Bu dörtlü şaşmaz kural bence. Başarı da kesinlikle bu dörtlünün altında. Sözünü ettiğiniz yüzde 90’ın önemli bir bölümünde bu dörtlünün bir ya da birkaçında, hatta tamamında eksik olduğunu sanıyorum. Bu dörtlüye önem veren girişimler parmak ile sayılırken, çok kötü ürünleri iyi PR, düşük ahlak ve afaki kâr formülleriyle satan milyon tane girişim var. Zorlama ile biraz gidiyorlar ama yürütemiyorlar. Ben ne önerirsem önereyim, girişimler kendi gönüllerini dinleyecek. Burada ancak dilekte bulunabilirim, o da güzel insanların başarılı olmasını dilemek olur. HELLO!: İpek Hanım’ın Çiftliği için bölgesinin doğal kaynaklarından beslenen
ve bölgesinin insan kaynağını besleyen bir kazan-kazan sistemi denebilir mi? Bu sistemde kadın istihdamına önem veriyor musunuz? P. Kaftancıoğlu: Evet, diyebiliriz sanırım. Ama çiftliğin misyonları kazan-kazandırın çok ötesinde. Eğitiyor, öğretiyor, himaye ediyor, besliyor... Gerçekten besliyor. Ürettiğimiz gıdaların tamamı sağlık, şifa ve gerçek besin. Gıda alanında bunu içtenlikle yazabilecek kaç işletme vardır bilmiyorum. İyi kazanç, iyi işin peşinden zaten geliyor. Kadın istihdamı, elbette. Gıdanın ve sofranın işin içinde olduğu; tarımsal üretimin mamule döndüğü bir işletme burası. Toplamda 340 kişiyiz, dönem dönem artıyor bu sayı. Yüzde 90 kadın, yüzde 10 erkek. HELLO!: Çalışma hayatında dişil enerjinin güçlü ve avantajlı yanları nedir sizce? P. Kaftancıoğlu: Daha candan, daha empati ile daha anaç sarılıyoruz biz işlerimize. Dört tane duvar verdiğinizde onu yuvaya çevirebilen bir varlıktan bahsediyoruz. Kadın olağanüstü bir varlık. Elbette avantajlar da olağanüstü. HELLO!: Kadın girişimciliğinin önündeki engellerin kaldırılması ve fırsat eşitliği sağlanması için neler yapılmalı? P. Kaftancıoğlu: Bu konuda fazlaca sıkıntı yok. Ailenin yapısı fazlasıyla baskıcı ve feodal değil ise kadına destek, yardım ve pozitif ayrımcılık ülkemizde yoğun. Devlet belki daha iyileştirebilir. Kadınların işlerin ön yüzünde olmaları şartı ile SGK’lı kadın oranına göre işletmelere vergi, hibe, kredi destekleri ayarlayabilir. “Kadın çalışanın yok ise para da yok” diyebilir yani. HELLO!: Geçtiğimiz senelerde Yale Üniversitesi bünyesindeki Kadın Liderler Girişimi Konferansı’nda bir kadının Türkiye gıda endüstrisini nasıl değiştirdiğini anlatmıştınız. Neleri değiştirdiniz, başkalarının yapmadığı neyi doğru yaptınız? P. Kaftancıoğlu: Geleneksel tarımı, geleneksel mamul ürünü, fiyat - tahsilat - servis - ilgi politikalarını değiştirdiğimizi sanıyorum. Anam babam usulü bir tarım yapıp sonsuz iyi niyetle, para - pul - verim maksimizasyonu hesaplarına girmeden, kâr - zarar düşünmeden yararlanıcılarım ile paylaştım. Farklı ve kimseye nasip olmaz bir ilişki kurduk bence. Entegre, A’dan Z’ye bizim olan bir üretim gerçekleştirdik. Pişirdiğimiz bir ekmek örneğin, buğdayın tarlası, tohumu, dikimi bizim. Hasadı yapan ekip bizim. Hasat sonrası öğütüm de, o öğütülmüş unun piştiği fırın da, pişiren ekmekçiler de... Bunu ambalajlayan da bizleriz, İstanbul’daki dükkana ulaştıran araç da bizim, dükkan da bizim. Topraktan rafa kadar tümüyle entegre... Peynir diyelim, sütü aldığımız inekler, koyunlar, keçiler bizim. Bunları gezdirenler, sosyal haklarının tamamını alan gençlerimiz. Sütü sağanlar da öyle. Bu süt kendi mandıramıza giriyor, düzenimiz ile peynire dönüyor, kendimize ait soğuk hava deposunda dinleniyor. Yine kendi aracımız ile kendi dükkanımız, kırıl-
mayan bir zincir. Gıdada bizden başka kimsenin yapamadığı bir şey bu. Dramatik bir fark, ürüne hakimiyet yaratıyor. HELLO!: Analığı, üremeyi, dişiliği, hayatın sürmesini ve dolayısıyla bolluk ve bereketi temsil eden Anadolu’da köy tarımı yeniden başlar mı dersiniz? P. Kaftancıoğlu: Köy tarımı zaten var. Tüm köyler ve köylüler tarım yapıyor. Köy tarımını eskiden olduğu gibi yapmak yani maharet ile ilaçsız, koyun-keçi gübresi ile hibrit olmayan gerçek tohumlar ile yapmak... Olmayan şey bu. Köylü maalesef tarımı gayet endüstriyel yöntemler, ilaçlar ve tohumlarla yapıyor. Zincir baştan kırık yani. Köy tarımı eşittir sağlıklı tarım mı? Hayır, maalesef. Gerçeğe gözleri kapamak da kimse için çare değil. Onlar değişir mi? Bunu da sanmıyorum. Yeni bir kafa için beyin ameliyatı gerekiyor. Tarımın yeni oyunculara, temiz niyetli amatör ruhlara ihtiya-
“Küçük küçük başlamak, işi öğrenmek, mümkünse yapmayı düşündüğü işte, girmeyi düşündüğü iş kolunda bir süre düşük ücretle bile olsa çalışıp tecrübe edinmek gerekiyor.”
cı var. Bu röportajın konusu da o sanırım. HELLO!: Pandemi sürecinde markanızın geleceği konusundaki odaklarınızı, hedeflerinizi ve büyüme hamlelerinizi değiştirdiniz mi? P. Kaftancıoğlu: Hayır, değiştirmedik. Zaten belli bir akış var. Senelerdir her fırsatta önümüze gelen, imkanımızın yettiği yeni tarlalar, topraklar ekliyoruz zaten. Hayvanlarımız doğuyor, satmıyor, kesmiyoruz. Doğanın içindeyiz ve istesek de istemesek de doğal bir akışla büyüyoruz. Buna aynen devam. Belki pişmiş yemek için dükkanlarımızda bir birim, bir dolap, bir stil oluşturabiliriz. HELLO!: Küresel salgın, söz edildiği gibi alışveriş alışkanlıklarımızı ve tüketim hızımızı değiştirecek mi? Tarım ve gıda sektöründe gelecek öngörüleriniz nasıl? P. Kaftancıoğlu: “Nihayet hak ettiği değeri bulacak” demeyi çok isterdim ama büyük ihtimal manipülasyon, stokçuluk ve pahalı borsalar oluşacak. Üretici yine kazanmayacak. Aracılar, fiyatlar artacak. Devletin acilen, gerekirse memurların ya da askeriyenin insan gücü ile tüm tarım alanlarını santimetrekare boşluk bırakmadan dikmesi gerek. Dikim yapacak her köylüye devlet arazileri verilmeli. Yakıt desteği de keza... Bu üretim, gerçek üretici pazarları ile sahaya getirilirse ucuzluk, bolluk ve yaşam getirir. Türkiye bunu başarır ise dünyanın en büyük güçlerinden biri olabilir. Gönlümden geçen bu. RÖPORTAJ: MELDA NARMANLI ÇİMEN
69
BEAUTYCAREGROUP YÖNETİM KURULU BAŞKANI
TAYFUN ÇİMEN ERGUT
“EŞİTLİĞİ SAĞLAMAK EN TEMEL PRENSİBİM” İş yaşamında kadın ya da erkek olmaktan çok ‘insan’ olmanın zor bir zanaat olduğunu belirten Tayfun Çimen Ergut, “Pek çok problemin cinsiyet farkından ziyade toplumsal düşünce yapımızdan kaynaklandığını düşünürüm. Tüm yaşamım boyunca akıllı ve prensip sahibi bir kadın olmanın avantajını yaşadım” diyor.
T
ayfun Çimen Ergut, güzellik dünyasının çok yakından tanıdığı bir isim. Türkiye’nin ilk parfüm ve kozmetik ithalatçılarından biri olan kardeşiyle sektöre adım atan, global duayen isimlerle çalışma fırsatı yakalayan Ergut, dünya markalarını Türk kozmetikseverle buluşturmada da öncü. Şimdilerde Elizabeth Arden, Revlon Professional ve Olaplex gibi çok özel dünya markalarını şemsiyesi altında bulunduran Ergut, hayattaki duruşu, rafine ve zamansız zevki ile ilham veriyor. HELLO!: Türkiye’nin ilk parfüm ve kozmetik ithalatçılarındansınız. Neden bu sektörü seçtiniz? Tayfun Çimen Ergut: Türkiye’nin ilk parfüm ve kozmetik ithalatçılarından biri kardeşimdir. Kozmetik sektörü, bir kadın olarak hayatımda her zaman ilgimi çekmişti. Kardeşimin vesilesi ile başladığım bu işte aklım ve azmim ile büyümeye devam ettim. HELLO!: Bu alanda neler öğrendiniz? Kendinizi nasıl geliştirdiniz ya da yönlendirdiniz? T. Ç. Ergut: Öncelikle bu işin aşağıdan yukarı her kademesini deneyimledim; bu benim için büyük bir kazanç oldu. Sektörde global anlamda duayen isimlerle çalışma fırsatını yakaladım. Bu da vizyonumu müthiş şekilde geliştirdi. Doğru verilerle doğru şekilde iş yönetmeyi öğrendim. İnsanı tanımanın ne kadar önemli olduğunu deneyimledim. Ve güven inşa etmenin ne kadar büyük bir yatırım olduğunu gördüm. HELLO!: İş hayatında kadın olmanın zorluğunu yaşadınız mı? Yoksa bunun avantajları var mıydı?? T. Ç. Ergut: Kadın ya da erkek olmaktan çok ‘insan’ olmak zor zanaat. İş hayatında pek çok problemin cinsiyet farkından ziyade toplumsal düşünce yapımızdan kaynaklandığını düşünürüm. Tüm yaşamım boyunca akıllı ve prensip sahibi bir kadın olmanın avantajını yaşadım diyebilirim. HELLO!: İş prensipleriniz ve felsefenizde neler var? T. Ç. Ergut: Ahlaki ve etik değerlere sadık kalmak. Bu her şeyin başı. İş modelim-
70
de çok özel durumlar hariç eşitliği sağlamak. Çalışanlara çok değer vermek, onları korumak ve kollamak. HELLO!: Ofiste bir odanız yokmuş diye duyduk. Nerede çalışıyorsunuz? T. Ç. Ergut: İş hayatımda her zaman çalışanlarımla temas etmeyi, fikirleri yakından takip etmeyi ve ekipler arasında fikirleri dinlemenin başarıya bir adım daha yakınlaştırdığını düşünüyorum. Bu nedenle evet, ofiste ayrı bir odam bulunmuyor. HELLO!: Çalışanların, ekiplerin motivasyonunu artırmak için neler önerirsiniz? T. Ç. Ergut: Empati hayatınızın her alanında en önemli duygunuz olmalıdır. Ekip olmanın temel kuralı birbirinizle empati kurmaktan geçer. Çalışanlarım ile her zaman arkadaş olmayı ve onları dinlemeyi tercih ederim. HELLO!: Bir Koç burcu olarak yeni fırsatlara ve girişimlere hızla atılır mısınız? Kolay karar alır mısınız? T. Ç. Ergut: İş hayatı beklenmeyen maceralar ile doludur ve bu yolda akıl en önemli vasıftır. Gideceğiniz yolu bildikten sonra risk almak hayal gücüyle eşdeğerlidir. İş hayatında verdiğim en zor karar, en kolay olanıydı. Yapılmayanı yapmak. HELLO!: Kariyerinizde verdiğiniz en zor karar ne oldu? T. Ç. Ergut: Hiçbir zaman zor kararlar almadım. Her zaman cesur, sağlam, kararlı adımlar atmaya önem verdim. Ve tabii ki iş hayatında aile en önemli faktördür. Ailem her zaman iş hayatımda en büyük destekçim oldu. HELLO!: İş hayatında yönetici ve lider olmak isteyen kadınlara, yeni başlayan gençlere neler önerirsiniz? T. Ç. Ergut: Kendilerini iyi tanıyarak sevdikleri ve keyifle yapacakları iş fırsatını yakalamak. Çok çalışmak. Hatta bazen özel hayatı geriye dahi almak. Başarı bunu izleyecektir zaten. İyi bir ev kadını olduğumu söyleyemem, böyle bir iddiam hiçbir zaman olmadı. Ancak evimin düzenine son derece hakimimdir. Bu benim için çok önemli. Her işi mükemmel yapma prensibim var.
Çok iyi bir anne, aynı zamanda da iyi bir eş ve iyi bir iş kadını olabilmek aynı anda başaramayacağım bir şeydi. Tercihlerim olmalıydı. Benim tercihim iyi bir iş kadını ve iyi bir eş olmaktı. Bu noktadaki şansım eşimin bu anlamda bana alan ve hürriyet tanıması ve beni desteklemesiydi. Ayrıca iş hayatına yeni başlayan gençler için, ilk ve temel şart hedef koymaktır. Ne istediğinizi ve nereye gittiğinizi bilmeniz gerekir yoksa kaybolursunuz. Hangi işi yaparsanız yapın net, ulaşılabilir, ölçülebilir spesifik bir hedefe sahip olun. Başarılı bir iş hayatının en önemli altın kuralı ise etik ve ahlaki değerlere sahip olmaktan geçiyor. Bence başarının sırrı bu. HELLO!: Çevrenizde size en çok ne soruluyor? Ne önermeniz, neler tavsiye etmeniz bekleniyor? T. Ç. Ergut: İş hayatıyla ilgili danışanlarım çok olur. Belli bir noktaya geldiğinizde tecrübelerinizden faydalanmak isteyen kişiler olabiliyor çevrenizde. Ben de inandığım ve deneyimlediğim kadarıyla kendilerini yönlendiriyorum. Ancak inancım; akıl en önemli vasıftır. Ben de yeri geldiğinde güvendiğim kişilerin tecrübelerinden faydalanırım ve sonrasında kendi aklım ve içgüdülerimle ilerlerim. HELLO!: Kariyer anlamında sizi çok etkileyen bir isim oldu mu? T. Ç. Ergut: Kardeşim gerçek bir deha olarak kariyer hayatımda etkilendiğim ve örnek aldığım tek kişidir. Her zaman fikir alışverişinde bulunduğum ve aynı anda aynı şeyi düşündüğüm kişidir. HELLO!: Yaptığınız işte hayaliniz nedir? T. Ç. Ergut: Türkiye’de gençlerimizin işsizlik sorunu yıllardır hızla büyümekte ve bu sorun beni her zaman çok etkiledi. Hayatım boyunca bir kadın girişimci olarak her zaman daha fazla istihdam sağlamak iş hayatımdaki en büyük hedefim oldu. Ve bu hedef, genç nesiller ile başarının ve azmin yolunda durmamı sağladı. RÖPORTAJ: FİGEN NALAN ÖZKAN FOTOĞRAF: CENGİZ DİKBAŞ
“Her işi mükemmel yapma prensibim var. Çok iyi bir anne, aynı zamanda da iyi bir eş ve iyi bir iş kadını olabilmek aynı anda başaramayacağım bir şeydi. Benim tercihim iyi bir iş kadını ve iyi bir eş olmaktı.”
71
Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması / Kürşat Zaman / 2016 Başarı Ödülü.
AYDIN DOĞAN VAKFI, FARKLI PROGRAMLARLA KIZ ÇOCUKLARININ VE KADINLARIN YANINDA
DEĞIŞIM ANCAK ÇOK PAYDAŞLI IŞBIRLIĞIYLE MÜMKÜN! Temelleri 1996 yılında atılan Aydın Doğan Vakfı’nın bugüne kadar misyon edindiği öncelikli destek alanlarından biri de toplumsal cinsiyet eşitliğine katkıda bulunmak amacıyla özellikle genç kadınların güçlenmesi için eğitim ve eğitimden işgücüne geçiş odaklı çalışmalar gerçekleştirmek. HAZIRLAYAN: MELDA NARMANLI ÇİMEN
T
ürkiye’de kadın-erkek eşitliğinin tam anlamıyla sağlanamaması birbiriyle ilişkili çeşitli nedenlere dayanmakta. Kadının; ailesinde, sosyal yaşamda, eğitimde, işgücünde ve siyasette karşılaştığı güncel sorunlar, cinsiyet eşitliği yaklaşımının toplumun farklı kesimleri tarafından kabul görmemesi ile yakından ilişkili. Bu kapsamda, kadınların ailede, sosyal yaşamda, iş gücünde ve siyasette aktif bir birey olarak kendi potansiyelini ve isteklerini bireysel seçimleri doğrultusunda özgürce hayata geçirebilmesi ve cinsiyet eşitsizliği ile mücadele etmesi
72
için erken yaşlardan başlayarak nitelikli bir eğitim almaları gerekmekte. Bu nedenle, Aydın Doğan Vakfı’nın kuruluşundan bugüne kadar misyon edindiği, öncelikli destek alanlarından biri kızların eğitimi olmuş. Vakıf, eğitime yapılan destek ve teşviklerle hem ekonomiye ve nitelikli işgücü gelişimine katkı yapmak hem de genç kızlarımızın topluma üretken bireyler olarak katılmasını sağlamayı amaçlıyor. Bu hedefle pek çok araştırma ve geliştirme çalışması, içerik/program geliştirme, pilot uygulama, kampanya ve burs seferberliği yürütüyor.
NELER YAPILDI? Aydın Doğan Vakfı, 2005 yılında Türkiye’nin en büyük eğitim seferberliği olan ‘Baba Beni Okula Gönder’in (BBOG) en büyük destekçisi oldu. Başta BBOG seferberliği olmak üzere özel sektör ve devlet işbirliği ile yapılan çalışmalar sonucunda ilköğretimde kız erkek farkı yok denecek seviyelere inmesinde katkı sağladı. Vakıf, BBOG seferberliği kapsamında yaptırılan yurtlarda kalan kız çocukları için hazırlanan ve üniversite hazırlık süreçlerine yardımcı olmak üzere geliştirilen eğitim setleri, öğrencilerin gelişimleri ve doğru kariyer seçimleri için düzenlenen eğitimler, yurt yöneticileri ve öğretmenlerine çeşitli eğitimler vermeye devam ediyor. Mühendislik, tıp ve hukuk okuyan kız öğrencilere ve ‘Baba Beni Okula Gönder’ yurtlarında kaldıktan sonra dört yıllık üniversiteleri kazanan kız öğrencilere verilen üniversite bursları, özel mentorluk programı ile üniversiteli kızların profesyonel hayata hazırlanmasına destek olan Vakıf, ‘Genç Liderler Yaz Kampı’ ile geleceğin güçlü kadın liderlerinin yetişmelerine katkı sağlıyor. ‘Yurtta Yaşam Modeli’ ile kız çocuklarının yurtta geçirdikleri zamanı mümkün olduğunca verimli kullanmalarını sağlayabilecek bir model oluşturulması hedefleyen vakıf, ayrıca eğitim ve kadın konularıyla ilgili derinlemesine araştırmalar yapan kurumları destekleyip çeşitli araştırma çalışmaları yaparak, ulusal ve global platformlarda sonuç odaklı girişimlerle örnek oluşturuyor. “Günümüz toplumlarında kadının rolü hâlâ ideal noktadan uzak ve gelişim için gidilecek daha çok yol var. Cinsiyet eşitliği açısından, karşılaştığımız zorlukların temelinde, basitçe ifade etmek gerekirse eski alışkanlıklar ve önyargılar yatıyor. Sosyal normlara, kurallara, varsayımlara ve beklentilere sirayet etmiş bu önyargılar, cinsiyete dayalı kalıplar, üstü kapalı mesajlar; kızlarımızın, kadınlarımızın gerek toplumsal yaşamda gerekse iş dünyası ve akademik dünyada arka planda bırakılmasına yol açıyor. Fakat bu durum, kötümserliğe ya da eylemsizliğe kapılmak için bir neden değil. Çok önem-
Baba Beni Okula Gönder (BBOG) seferberliği ‘Baba Beni Okula Gönder’ (BBOG) kampanyası, 23 Nisan 2005’te Doğan Gazetecilik ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği tarafından Türkiye’nin her köşesinde, her kız çocuğunun eğitim olanaklarından yararlanabilmesini sağlamak amacıyla başlatıldı. Aydın Doğan Vakfı ve Doğan Online Yönetim Kurulu Başkanı Hanzade Doğan Boyner’in fikir önderliğinde hayata geçirilen kampanya, bugüne dek birçok kız çocuğunun donanımlı ve üretken bireyler olarak yetişmesine destek oldu. Asıl hedefi, eğitim seferberliğini tüm Türkiye’ye yaymak ve her kız çocuğunu okullu yapmak olan ‘Baba Beni Okula Gönder’ kampanyası, içinde maddi destek, toplumsal bilinci geliştirme ve yapısal sorunların giderilmesine yönelik etkinliklerin bulunduğu üç boyutlu bir çalışma olarak tasarlandı ve uygulandı. 300 binin üzerinde destekçisi, aldığı ödüller, kız çocuklarının eğitimi için sağlanan 35 milyon TL’nin üzerinde kaynak ile Türkiye’nin en büyük sosyal sorumluluk projelerinden biri oldu. Aydın Doğan Vakfı, beş kız yurdunun yapımını üstlenmek ve burslar vermek yoluyla seferberliğin en büyük bağışçısı oldu. Vakıf ayrıca üniversitelerin mühendislik, tıp ve hukuk fakültelerini yüksek puanla kazanan başarılı lisans öğrencileri ile BBOG yurtlarında kalmış ve üniversite giriş sınavında lisans bölümlerine yerleşmeye hak kazanmış kız öğrencilere burs desteği sağlıyor. li yollar kat edildi. Dünya değişti ve biz, kadınlar, erkekler, hep beraber bu eşitsizlikleri aşabilecek güçteyiz” diyen Aydın Doğan Vakfı Yürütme Kurulu Başkanı Candan Fetvacı, vakıf olarak kız çocuklarının eğitimine büyük önem verdiklerini belirtiyor: “Önemli olan çocuklara istedikleri fırsatları verebilmek. Bu fırsatları yakaladığınız zamanda ısrarla, inatla hiç durmadan çalışmak. Aydınlık bir geleceğin anahtarının, gençlerimizin elinde olduğuna inanıyor ve eşitsizliklerin eğitim yoluyla aşılacağına inanıyoruz. Bu alanda da sorumluluğumuzu yerine getirmeye çalışıyoruz. Bununla ilgili burslar ve-
riyoruz, öğrencilerle yurtlarda iletişim içinde olmaya çalışıyor, mentorluk programı uyguluyoruz. Doğan Grubu yöneticileri birebir öğrencilere buluşuyorlar, konuşuyorlar, dertleşiyorlar, önerilerde bulunuyorlar. Yaz okuluna gelen burslu üniversite öğrencilerimiz kendi aralarında liderlik, proje yapma ve güçlü kadın olma eğitimi alıyorlar. Önyargıların, kalıplaşmış söylemlerin, kültürel kalıntıların kız çocuklarını ve kadınları hedeflerinden alıkoymaması çok önemli. Her biri rol model olan bursiyerlerimizin küçük arkadaşlarına da ilham kaynağı olmasını hedefliyoruz.”
Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması Toplumlararası uzlaşmayı, sevgiyi, dostluğu, özgürlüğü ve barışı karikatür ile yaymak için 36’ncısı düzenlenen yarışma, bu yıl 63 ülkeden 583 sanatçı ve 2.172 esere ev sahipliği yaptı. Tüm çalışmalarında kız çocuklarının eğitimi, güçlenmesi ve cinsiyet eşitliği konularına özel vurgu yapan Aydın Doğan Vakfı, yarışmada ‘Güçlü Kızlar, Güçlü Yarınlar’ teması altında bir de özel ödül veriyor.
‘Güçlü Kızlar, Güçlü Yarınlar Özel Ödülü’, Emrah Arıkan, Türkiye 2016. ‘İkincilik Ödülü’, Shahrokh Heidari, İran 2019.
“Eğitimde fırsat eşitliği; cinsiyetten, yaştan ve coğrafi aidiyetten bağımsız olarak her bireyin hakkı. Kadın ve erkeğin, eşit şartlar sağlanarak eğitim aldığı her yerde; daha çok adalet, dayanışma, barış, refah, gelişim ve mutluluk olduğunu görüyoruz. Ama nüfusunun yarısının sırf cinsiyeti yüzünden eğitim alamadığı toplumlarda; maalesef daha çok acı, umutsuzluk, ve gözyaşı oluyor. 2005 yılında ‘Baba Beni Okula Gönder’ seferberliğini işte bu nedenlerle ve inançla başlattık. BBOG bizim için bir projeden çok daha fazlası oldu. Bu seferberliğin başrolündeki kızlarımızın, fırsat eşitliği sağlandığında neler başarabildiklerine bizzat, defalarca şahit oldum. Bu başarıları gördükçe umudumuz ve heyecanımız arttı. Bu yüzden daha çok çalışarak, daha çok proje üreterek, kızlarımızın ekonomik ve sosyal gelişimlerine destek olmaya devam ediyoruz. Hayalimiz çok daha özgüveni yüksek, donanımlı ve meslek sahibi kızların yetişmesine farklı faaliyetlerle destek olmaya devam etmek.” HANZADE DOĞAN BOYNER AYDIN DOĞAN VAKFI YÖNETIM KURULU BAŞKANI
73
“Kız çocuklarının biyolojik olarak bu alanlarda yeteneklerinin olmadığı yanılgısını ve buna benzer mitleri aşmamız gerek. Okul yöneticilerinin ve öğretmenlerin kız öğrencileri bu alanlarda kariyer edinmeleri yönünde daha fazla teşvik etmesi çok önemli. Ailelerin daha iyi bilgilenmelerini sağlamalıyız, böylece anne babalar kız çocuklarına daha fazla destek verebilirler. İmkanları az olan kız çocuklarına burs yardımı sağlamak ve kız öğrenci yurtları yapmanın yanı sıra bilimde kız çocuklarına karşı olan önyargıların üstesinden gelmek için de çalışıyoruz. Kızları bilime teşvik etmek adına, mühendislik dallarında kızlar için üniversite burs programları düzenliyoruz.” HANZADE DOĞAN BOYNER AYDIN DOĞAN VAKFI YÖNETIM KURULU BAŞKANI
A
‘BEN İSTERSEM’ Aydın Doğan Vakfı’nın Melis Alphan ile Mustafa Seven işbirliğiyle hayata geçirilen ‘Ben İstersem’ kitabı ve fotoğraf sergisi, Türkiye’de başarıya ulaşmış kız çocuklarının hikayelerini konu alıyor.
ydın Doğan Vakfı, 11 Ekim A Dünya Kız Çocukları Günü’nü Türkiye’de sahipleniyor ve bu kapsamda önemli çalışmalar yürütüyor. Geçtiğimiz sene bu amaçla, gazeteci-yazar Melis Alphan ve fotoğraf sanatçısı Mustafa Seven işbirliğiyle Anadolu’nun farklı illerinden zorlu engelleri aşarak pek çok alanda başarıya ulaşmış genç kızların hikayelerinden ve fotoğraflarından oluşan ‘Ben İstersem’ kitabı ve sergisi yapıldı. Doğan Egmont Yayıncılık tarafından yayımlanan kitapta, Melis Alphan’ın genç kızlarla yaptığı söyleşilerden kaleme aldığı ilham veren hikayeleri ve fotoğraf sanatçısı Mustafa Seven’in kad-
74
rajından güçlü kızların çarpıcı fotoğrafları yer alıyor. Kitap karateden yüzmeye, uzay mühendisliğinden futbola, müzisyenlikten havacılığa, hukuktan robot teknolojilerine kadar pek çok alanda varlık gösteren azimli kız çocuklarını anlatıyor. ‘Ben İstersem’ kitabı aynı zamanda Türkiye’nin dört bir tarafında, birbirinden çok farklı alanlarda olsa da karşılaştıkları zorluklar bakımından benzer yaşamlar süren kız çocuklarının maruz kaldığı çevre baskısını da ortaya koyuyor. Onlara ilham ve cesaret vererek, geleceği şekillendirmede özgün ve güçlü aktörler olabileceklerini gösteriyor.
ydın Doğan Vakfı’nın ve ‘Baba Beni Okula Gönder’ seferberliği kapsamında yaptırılan yurtlarda kalan 36 başarılı kız öğrenci, geçen sene 23 Nisan haftasında Ağrı, Artvin, Erzurum, Gümüşhane, Mardin, Muğla, Muş, Nevşehir, Tokat ve Van’dan gelerek ‘Başarı Beni İstanbul’a Götürüyor’ etkinliğine katıldı. Vakfın 2009 yılından beri düzenlediği ve başarılı kız öğrencilerin vizyonlarının gelişmesine katkı sağlamayı, onları rol modellerle bir araya getirmeyi amaçlayan organizasyonun ‘Başarılı Kızlar’ için düzenlenen ödül törenine oyuncu Mert Fırat da katılarak öğrencilerle sohbet etti. Yapmış olduğu sosyal sorumluluk projelerinden bahseden Fırat, “Hayat hikayemin içinde bir takım olma ruhu var, hiç yılmamak var, kendi imkanlarını yaratmak var, olmaz diyen herkese ‘Ben bu işi olduracağım’ demek var. Dolayısıyla o olumlu isteğin ve hırsın içimizde olması gerekiyor. En değerli şey, yaptığınız işi, onun isteğini, onun tutkusunu ve motivasyonunu bulup geliştirmek. Her nerede çalışıyor olursak olalım hayatımız boyunca anlatacağımız ve yapacağımız işlerin içinde her zaman sivil toplum olmalı. Kuracağımız hayali bile sürdürülebilir kurmalıyız diye düşünüyorum” diyerek öğrencileri motive etti. Aydın Doğan Vakfı Başkan Vekili Vuslat Doğan Sabancı ise “Kız çocukları ve kadınlar olarak birkaç cephede mücadele veriyoruz. Bunlardan bir tanesi cinsiyetimize rağmen iş hayatında ve başka alanlarda var olma mücadelesi. Bu mücadeleyi de eşitlenene kadar daha uzun bir süre vermemiz gerekiyor. Sizin elinizden hiçbir zaman alınamayacak bir şey var, o da ‘eğitiminiz’. Bu gösterdiğiniz başarı, verdiğiniz emek asla elinizden alınamaz” diyerek eğitimin önemini vurguladı.
n Aydın Doğan Vakfı Başkan Vekili Vuslat Doğan Sabancı
n Begüm Doğan Faralyalı, Dilek İmamoğlu, Hanzade Doğan Boyner
Aydın Doğan Güzel Sanatlar Lisesi Korosu
Dünya Kız Çocukları Günü Konferansı 2012 yılında Birleşmiş Milletler üye ülkeleri tarafından alınan kararla, 11 Ekim günü ‘Dünya Kız Çocukları Günü’ olarak kutlanmaya başlamıştır. Bu karar Türkiye, Kanada ve Peru’nun önerileriyle alınmış, kararda ‘Birleşmiş Milletler Binyıl Kalkınma Hedefleri’ne ulaşılması ve kız çocuklarının kendilerini etkileyecek kararların alınmasına katılımı açısından kız çocuklarının desteklenmesinin, güçlendirilmesinin ve onlara yatırım yapılmasının son derece önemli olduğu, ayrıca bunun başarılmasının kız çocuklarına karşı ayrımcılık ve şiddeti önleyeceği, onların insan haklarından tam ve etkili bir şekilde yararlanmalarını sağlayacağı belirtilmiştir. Ayrıca kararda, kız çocuklarının güçlendirilmesinde ailelere ve toplumlara büyük rol düştüğü de vurgulanmaktadır. Dünya Kız Çocukları Günü’nün amaçları ile Aydın Doğan Vakfı’nın amaçları ve gerçekleştirdiği faaliyetler örtüştüğü için, ilki 2015’te olmak üzere konuyla ilgili toplumsal farkındalığı artırmak ve savunu faaliyetlerine zemin oluşturmak amacıyla UNICEF, UN Women, UNFPA işbirliğiyle ‘Dünya Kız Çocukları Günü’ konferansları düzenleniyor. Sonuncusu geçen sene yapılan konferansta da kız çocuklarının güçlenmesi konularında farkındalığı artırmak amaçlı konuşmalar yapılmıştı. www.dunyakizcocuklari.org
75
Genç İletişimciler Yarışması Aydın Doğan Vakfı tarafından nitelikli medya çalışanı ve yöneticisi yetişmesine katkı amacıyla 29 yıldır düzenlenen ‘Genç İletişimciler Yarışması’, 2020 yılının başında ilk kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin ortak girişimiyle 30’uncu kez yapıldı. 30’uncu kez düzenlenen yarışmaya, 36 üniversitenin iletişim fakültelerinden ‘Yazılı’, ‘Görsel’, ‘İşitsel’ ve ‘İnternet Yayıncılığı’ dallarında 486 öğrenci 537 projeyle katıldı. Seçici kurullar 21 üniversiteden 59 öğrencinin toplam 43 projesini ödüle değer buldu. Törende gençler, heyecanları ve projeleriyle gurur tablosu oluşturdu. Bugüne kadar 20 bine yakın öğrencinin 15 binden fazla projeyle başvurduğu yarışmada daha önce ödül alan ve bugün medyada önemli pozisyonlara gelmiş ve başarılı haberlere imza atmış isimler arasında Çağan Irmak, Güven İslamoğlu, Cüneyt Özdemir, Yağız Şenkal, Şirin Ediger de var. Cinsiyet eşitliği evrensel ilkesi kapsamında kadının toplumdaki konumunun güçlendirilmesi için kız çocuklarının eğitimi konusunda çalışmalar yapan vakıf, ‘Genç İletişimciler Yarışması’nda ‘Kısa Film’ ve ‘Belgesel’ alt kategorilerinde ‘Güçlü Kızlar, Güçlü Yarınlar: Yoksulluğa, Eşitsizliğe ve Cinsiyet Ayrımcılığına Son’ konusu ile ilgili gönderilen projeler arasından seçilen birincilere özel ödül de veriyor. Ödül töreninde bir konuşma yapan Aydın Doğan Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Arzuhan Doğan Yalçındağ, “Genç İletişimciler Yarışması’nı bu yıldan itibaren gazetecilik sektörünün çatı kuruluşu Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile beraber düzenliyoruz. İletişim sektörüne gönül vermiş gençlerimizin yoluna, artık cemiyet ile birlikte ışık tutacak olmaktan büyük mutluluk ve gurur duyuyoruz” dedi. Sözlerine “Medya endüstrisi teknolojik dönüşümün farkında, geleneksel medya dijital medyayla bir arada yaşamayı öğrenmeye çalışıyor. Medyanın dikkate alması gereken temel bir konu var; değerli içerik oluşturmak. Değerli içerik aynı zamanda kalite, sorumluluk, güvenirlik gibi kavramları da içinde barındırıyor” diyerek devam eden Doğan Yalçındağ, genç iletişimcilerin geleneksel ve yeni medya arasında köprü kurulmasında büyük rol oynayacağını vurgulayarak gençlere, “Başarının temel sırrı, sevdiğiniz bir işte çalışmak ve işinizi tutkulu bir şekilde yapmaktır. Ne mutlu size ki severek yapacağınız bir meslek seçmişsiniz… Şimdi sıra, bu meslekte başarılı olarak, adınızı Türk medya tarihine yazdırmakta… Başarıyı istemeli ve vazgeçmemelisiniz. Kendinize inanın ve güvenin. Çünkü biz size inanıyor ve güveniyoruz” diye seslendi. n Sema - Aydın Doğan, Arzuhan Doğan Yalçındağ
Arzuhan Doğan Yalçındağ, ‘Mizanpaj’ dalında birincilik ödülünü kazanan Çukurova Üniversitesi’nden Çiğdem Akdoğan’a ödül verdi.
76
“Bugün dünyada güç, erkeksi güçle eşanlamlı hale geldi. İnsanlık tarihinde kadınsı gücün, insanlığın sorunlarına çözüm bulunması için en çok ihtiyaç duyulduğu gün. Kadına şiddet, bir başlangıç değil, kadın erkek eşitliğinin istenilen yere getirilememesinden kaynaklanan bir sonuç. Asıl olarak, zihnimizdeki kadını değiştirmeliyiz. O algılamayı değiştirerek, kadını özgürleştirmeliyiz. Başka türlü adım atmak zor.” VUSLAT DOĞAN SABANCI AYDIN DOĞAN VAKFI YÖNETIM KURULU BAŞKAN VEKİLİ
Aile İçi Şiddete Son kampanyası 2004 yılında aile bireylerine, özellikle kadın ve çocuklara karşı uygulanan şiddet konusunda farkındalık yaratmak ve sorunun çözümlenmesine katkıda bulunmak amacıyla, Vuslat Doğan Sabancı’nın önderliğinde, Hürriyet gazetesinin sosyal sorumluluk projesi olarak başlamıştır. Özellikle konuyla yakın ilgili kurumlar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, valilikler, emniyet, sivil toplum kuruluşları nezdinde çözüm ortağı ve tüm platformlarda doğal üye olarak yoluna devam etmiştir. Kadına yönelik şiddetin ciddi bir toplumsal sorun olmaya devam ettiği ve her 10 kadından dördünün şiddet gördüğü ülkemizde yürütülen çalışmalar çok önemli bir amaca hizmet etmiştir. Bu sürede; ‘Aile İçi Şiddete Son!’ logolu haberler, özel ekler, kitapçıklar, broşürler, afişler bastırılmış, ulusal ve uluslararası konferanslar düzenlenmiş, reklam kampanyaları, kamu spotları ile aile içi şiddetle ilgili toplumsal hassasiyet sağlanmasına ciddi katkı sağlanmıştır. Halka yönelik farkındalık eğitimleri, eğitici eğitimleri, polis, jandarma, imam, belediye çalışanları,
itfaiyeciler gibi meslek gruplarının eğitimi, valilikler aracılığıyla 51 kentte kurumlar arası işbirliği eğitimlerini de kapsayan geniş bir yelpazede, tüm Türkiye’de yaklaşık 50 bin kişiye eğitim verilmiştir. Kampanya başlangıcından sonra ‘aile içi mesele’ sayılan bu şiddet türünün suç olduğu kabul edilmiştir. Türkiye medyasında aile içi, kadına yönelik şiddet konusundaki dil ve yaklaşım değişiklik göstermiş, devlet nezdinde çözüm ve koruma için harekete geçilerek; yasa ve genelgeler değişmiş, önlemler, sığınma evi sayısı artmıştır. 2007 yılında bir yıllık bir pilot proje olarak başlatılan ancak sorunun büyüklüğü nedeniyle sekiz yıl boyunca işletimi sürdürülen Türkiye’nin ilk ve tek 7x24 açık ‘Acil Yardım Hattı’, 2015 yılında, çalışır vaziyette Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’na (TKDF) devredilmiştir. Halen hizmet ve iletişim desteği verilmektedir. ‘Aile İçi Şiddete Son!’ kampanyası kapsamında kurulan ‘Acil Yardım Hattı’ ile bugüne kadar 65 bin kişiye ulaşılmış ve yardım sağlanmasına destek olunmuştur. Tüm illerden ve 18 farklı ülkeden çağrı alınmıştır.
Kadın politikaları konusunda bir kanaat lideri olan Vuslat Doğan Sabancı, farklı platformlarda sürekli olarak ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ni savunuyor. Sabancı, Columbia Üniversitesi kampüsünde de medyadaki toplumsal cinsiyet meselelerine dair ‘Kadınlar ve Medya: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ başlıklı konuşmayı yapmış.
77
KOÇ HOLDİNG KURUMSAL İLETİŞİM VE DIŞ İLİŞKİLER DİREKTÖRÜ
OYA ÜNLÜ KIZIL
“ÖZGÜR VE REFAH BİR DÜNYA HEDEFİ İÇİN EŞİTLİK SAĞLANMALI” “Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde yıllarca yalnızca kadınlar öne çıktı” diyen Koç Holding Kurumsal İletişim ve Dış İlişkiler Direktörü Oya Ünlü Kızıl, sorunun her krizde daha da derinleşerek karşımıza çıktığını söylüyor. Kızıl, “Bu anlamda, HeForShe çok güçlü bir hareket” diyerek Koç Topluluğu’nun bu projeye destek veren Türkiye’deki öncü kuruluş olmasından mutluluk duyduklarını dile getirdi.
H
“Toplumsal cinsiyet eşitliği bizim her zaman öncelikli konumuz ve krizin başından beri tüm topluluk şirketlerimizle bu konuda da koordinasyon içindeyiz.”
78
eForShe projesini Türkiye, Koç Holding ile tanıdı. Koç Holding’in bu projeye önce merhum Mustafa V. Koç liderliğinde dahil olması, şimdiyse Ömer M. Koç sözcülüğünde devam etmesinin arkasında Koç Holding Kurumsal İletişim ve Dış İlişkiler Direktörü Oya Ünlü Kızıl var. Aynı zamanda TÜSİAD’ın Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu Başkanlığı’nı da yürüten Oya Ünlü Kızıl ile toplumsal cinsiyet eşitliği meselesini, kadının ekonomik ve toplumsal hayatta güçlenmesinin önemini ve HeForShe sürecinin bugünlere uzanan hikayesini konuştuk… HELLO!: Koç Holding 2015 yılında HeForShe hareketine desteğini açıkladı ve böylelikle Türkiye’deki öncü kuruluş oldunuz. HeForShe hareketini nasıl tanımlarsınız? Bu alandaki diğer çalışmalardan farkı nedir? Oya Ünlü Kızıl: Toplumsal cinsiyet eşitliği yıllarca sanki sadece kadınların meselesiymiş gibi algılandı, bu konudaki mücadelede yalnızca kadınlar öne çıktı. Ancak toplumsal cinsiyet eşitliği temel bir insan hakları meselesi ve bu meselede yol kat
edemeden özgür, eşit ve refah bir dünyada yaşama hedefine ulaşmamız mümkün değil. Bu anlamda, HeForShe çok güçlü bir hareket. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yalnızca kadınları değil, tüm toplumu ilgilendiren bir insan hakları ihlali olduğunu göstererek, erkekleri de bu konuda kadınlarla omuz omuza sesini yükseltmeye, erkeklik rollerini sorgulamaya ve savunuculuk üstlenmeye yönlendiriyor. 2014 yılında Birleşmiş Milletler’de yaptığım ikili bir görüşmede, HeForShe’yi henüz olgunlaşmamış bir projeyken dinleyip çok etkilenmiştim. O dönem toplantılardan döndüğümde Türkiye’de bu hareketin öncüsü olmayı ne kadar çok istediğimizi hatırlıyorum. Şimdi geriye dönüp baktığımda “İyi ki bu mücadelenin bir parçası olduk” diye düşünüyorum. Mustafa Bey’in vefatının ardından Yönetim Kurulu Başkanımız Sayın Ömer Koç da HeForShe’ye olan inancıyla en büyük destekçimiz oldu ve kampanyanın ‘Küresel Etki Liderleri’ arasına katıldı. HELLO!: HeForShe hareketi, Koç Topluluğu içinde nasıl bir dönüşüm yarattı?
O. Ü. Kızıl: Son beş yıldır, HeForShe kampanyasıyla hem Koç Topluluğu olarak kendi içimizde çok önemli adımlar attık hem de bu etkiyi toplumun geneline yaymak üzere çalışmalar hayata geçirdik. Öncelikle kendi içimizde, Koç Topluluğu çalışanları, bayileri ve tedarikçileri de dahil toplam 85 bin kişi AÇEV, TAP Vakfı ve Koç Üniversitesi Kadın Araştırmaları Merkezi işbirliğiyle atölye çalışmalarına katıldı. Eşzamanlı olarak yine şirketlerimizin insan kaynakları ekiplerinin liderliğinde İK süreçlerimiz gözden geçirildi. Daha sonra her şirket, holding tarafından yürütülen ve ana eksene oturtulan bu konunun kendine yakın gördüğü alanlarında projeler hayata geçirdi. Toplumsal çalışmalarımızın tümünde yaptığımız gibi, toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki çalışmalarımızda da elde ettiğimiz deneyimleri, birikimleri, hayata geçirdiğimiz atölye çalışmalarını, rehberleri, kılavuzları tüm iş dünyasına yaygınlaştırmayı hedefledik. Koç Topluluğu olarak reklamlarımızda ve iletişimimizde kullandığımız dili cinsiyet filtresi kullanarak dönüştürmek üzere bir metodoloji sunan ‘İletişimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Kılavuzu’nu TÜSİAD ile tüm özel sektörde yaygınlaştırmayı hedefledik. TÜSİAD’ın Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu Başkanlığı’nı da yürütüyorum. Orada yaptığımız çalışmalar neticesinde, iletişime yönelik bu rehberimizi baz alarak reklam ve iletişim dünyası paydaşlarıyla yaptığımız dönüşüm çalışmalarını televizyon dizilerine ve o sektörün eko-sistemine de taşıdık. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda önemli bir toplumsal etki yarattığımızı düşünüyorum. HELLO!: Bu dönemde toplumsal cinsiyet eşitliği tablosu nasıl? O. Ü. Kızıl: Koronavirüs salgını sürecinde de görüyoruz ki, toplumsal cinsiyet eşitliği meselesi her krizde daha da derinleşerek karşımıza çıkıyor. Dünyanın her yerinde kadınlar bu krizden de erkeklere göre daha fazla etkileniyor. En önemli etkisini üç alanda görüyoruz: Öncelikle, ne yazık ki bu dönemde
Oya Ünlü Kızıl, “2014 yılında Birleşmiş Milletler’de yaptığım ikili bir görüşmede, HeForShe’yi henüz olgunlaşmamış bir proje iken dinleyip çok etkilenmiştim. Şimdi geriye dönüp baktığımda iyi ki bu mücadelenin bir parçası olduk diye düşünüyorum” diyor.
“Son beş yıldır, HeForShe kampanyasıyla hem Koç Topluluğu olarak kendi içimizde çok önemli adımlar attık hem de bu etkiyi toplumun geneline yaymak üzere çalışmalar hayata geçirdik.” en çok kadın istihdamının ağırlıklı olduğu sektörler etkilendi. Ayrıca kadınlar daha az kazandıkları, daha az birikim yapabildikleri ve kayıt dışı ekonomi gibi güvencesiz işlerde daha çok çalıştıkları için krizin ekonomik etkilerinden de ne yazık ki daha çok etkileniyorlar. İkincisi ise böyle dönemlerde evlerde gerginlik arttıkça, ev içi şiddetin ve cinsel istismarın da arttığını görüyoruz. Son günler-
de gelen veriler bu durumu kanıtlıyor. Birleşmiş Milletler kadına yönelik şiddeti ‘gölge salgın’ (shadow pandemic) olarak adlandırıyor ki bence çok doğru. İstanbul Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre İstanbul’da Mart 2020’de ev içi şiddet vakaları Mart 2019’a göre yüzde 38 arttı. Türkiye’deki kadın örgütlerinin acil durum hatlarına gelen çağrılardaki belirgin artıştan ev içi şiddetin
Türkiye’nin her yerinde arttığını biliyoruz. Bir başka önemli etki ise kadınların üzerindeki karşılıksız bakım emeği yüklerinin ağırlaşması. Bu dönemden önce Türkiye’de kadınlar, çalışma durumları fark etmeksizin, ev ve bakım işlerine erkeklerden yaklaşık dört kat daha fazla zaman harcıyorlardı. Şimdi bir de evden çalışma, uzaktan eğitim, hasta bakımı gibi faktörlerle kadınların üzerlerindeki karşılıksız bakım emeği yükü epeyce arttı. HELLO!: Koç Topluluğu olarak toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda sizin bu dönemde nasıl çalışmalarınız oldu? O. Ü. Kızıl: Toplumsal cinsiyet eşitliği bizim her zaman öncelikli konumuz ve krizin başından beri tüm topluluk şirketlerimizle bu konuda da koordinasyon içindeyiz. Şirketlerimizin kriz sürecine özel kararlarında, çalışmalarında, iç ve dış iletişimlerinde toplumsal cinsiyet eşitliği filtresi uygulanmasını sağlıyoruz. Şirketlerimiz konunun farklı açılarını kapsayan projelerini yürütmeye devam ediyorlar. Örneğin, sporun gücüyle toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesine katkı sağlamak için Tüpraş iki yıldır Fenerbahçe Spor Kulübü ile HeForShe’ye destek oluyor. Kadınların ve kız çocuklarının spora katılması, spordaki temsiliyetlerinin artması ve bu alandaki rol model iletişimi toplumsal cinsiyet eşitliğinin güçlenmesi için çok önemli. Topluluk şirketlerimizden Aygaz ise koronavirüs salgını süresince artan aile içi şiddete karşı Birleşmiş Milletler Kadın Birimi Türkiye Ofisi ile işbirliği yaptı. Aygaz, bayileri aracılığıyla kadın müşterilere bu dönemde artan şiddetle ilgili bilgilendirici broşürler dağıtırken, izinli müşteri veri tabanında bulunan kadınlarla e-posta ve SMS’ler paylaşıyor. Aygaz Hizmet Hattı’nı arayan kadınlara aile içi şiddete uğramaları veya şiddete şahit olmaları durumunda yardım almak için başvuracakları kurumlar ve telefon numaraları hakkında bilgi veriliyor. Ayıca, Opet işbirliğiyle otogaz istasyonlarına da bilgilendirici etiketler yerleştiriliyor. RÖPORTAJ: FİGEN NALAN ÖZKAN
79
HEFORSHE HAREKETİ TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ İÇİN ERKEKLERE ÇAĞRIDA BULUNUYOR
AMAÇ, CİNSİYET EŞİTLİĞİ BİLİNCİNE SAHİP ORTAK BİR VİZYON YARATMAK Herkesin eşit haklara sahip olduğu ve kadın-erkek eşitliğinin güçlendiği bir dünya hayal eden Birleşmiş Milletler Kadın Birimi’nin (UN Women) Eylül 2014’te dünya çapında başlattığı ve Mart 2015’te Koç Topluluğu’nun Türkiye’deki ana destekçisi olduğu HeForShe dayanışma hareketi, dünyanın dört bir yanına yayılmaya devam ediyor. Eşitlik için erkeklere çağrıda bulunan projenin hedefi, sistematik bir yaklaşım geliştirerek küresel düzeyde bir değişim yaratmak.
B
irleşmiş Milletler Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlenmesi Birimi (BM Kadın Birimi-UN Women) tarafından başlatılan HeForShe dayanışma hareketi, erkekleri toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması sürecine dahil ediyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri öncülüğünde yürütülen hareket, erkekler başta olmak üzere tüm bireyleri değişimin birer savunucusu olmaya davet ediyor. Yıllar içerisinde kadın hakları alanında ilerlemeler kaydedilse de sağlanan kazanım ve gelişmeler beklenildiği kadar hızlı olamadı ve istenen düzeye ulaşamadı. Bugün geldiğimiz noktada dünyanın hiçbir ülkesi toplumsal cinsiyet eşitliğini tam anlamıyla sağlayabilmiş değil. Birleşmiş Milletlere göre bu mücadele sadece kadınların çabalarıyla kazanılabilecek bir mücadele değil. Toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmak için erkeklerin de bu eşitsizliğin kendilerine ve tüm topluma zarar verdiğini görmeleri lazım. Erkeklerin geleneksel hiyerarşik erkeklik algılarını sorgulaması ve kendilerine de mutluluk getirmeyen, modası geçmiş erkeklik rollerinin içinde hapsolduklarını anlamaları gerekiyor. ‘HeForShe’ hareketi, erkeklerin toplum-
80
sal gelişimi engelleyen cinsiyetçi normları değiştirmek için sorumluluk alıp kadınlarla omuz omuza çalıştıkları zaman gerçek anlamda eşitliğin elde edilebileceğini savunuyor. DEVLER ‘HEFORSHE’ DIYOR Dünya çapında Eylül 2014’te başlayan ve BM Kadın Birimi İyi Niyet Elçisi Emma Watson, Matt Damon ve Kiefer Sutherland gibi ünlülerden, aralarında eski ABD Başkanı Barack Obama’nın da olduğu yüzlerce ismin destek verdiği HeForShe hareketine Türkiye 2015 yılında dahil oldu. HeForShe hareketinin Türkiye’deki ana destekçisi Koç Topluluğu başta olmak üzere Vodafone, Unilever, PwC, Accor Hotels, Mckinsey, Schneider Electric gibi kurumların etki şampiyonu olarak destek verdikleri HeForShe hareketi birçok farklı kurum ve kişiyle işbirliği içerisinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için çalışıyor. KOÇ TOPLULUĞU’NUN DESTEĞI HeForShe toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik gelişmeleri hızlandırabilmek için 2015 yılında IMPACT 10x10x10 programını başlattı. Bu program kapsamında dünya
çapında 10 devlet başkanı, 10 üniversite ve 10 şirket liderini bir araya getirerek her birinin kendi kurumlarında yapısal ve kültürel değişimleri yaratacak örnek uygulamalar sergilemelerini sağladı. “Önyargıları aştığımız gün, kadın-erkek tüm bireylerin özgürleşeceği gün olacak” diyen, kampanyanın dünya çapındaki şampiyon 10 şirket liderlerinden biri olan merhum Mustafa V. Koç’un vefatından sonra Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç da HeForShe hareketinin küresel liderleri arasına katıldı. O günden beri Ömer M. Koç, Koç Topluluğu’nun toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda aldığı önemli sorumluluğu devam ettiriyor.
Fenerbahçe’nin HeForShe ile işbirliğinin 2018’deki lansmanında Koç Holding Dış İlişkiler ve Kurumsal İletişim Direktörü Oya Ünlü Kızıl, Tüpraş Genel Müdürü İbrahim Yelmenoğlu, HeForShe’nin önceki Küresel Direktörü Elizabeth Nyamayaro ve Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Ali Y. Koç.
Fenerbahçe Spor Kulübü, spor alanında toplumsal cinsiyet eşitliği için cesur ve görünür bir kuvvet oluşturmak amacıyla HeForShe hareketine katıldı. Kulübün başkanı Ali Koç, “Bu harekette kadın, erkek hepimiz birlikteyiz ve toplumsal cinsiyet eşitliği hepimizin desteğini gerektiriyor” dedi.
81
HeForShe’nin 2015 yılındaki lansmanında BM Kadın Birimi’nin önceki Avrupa ve Orta Asya Bölge Direktörü ve dönemin Türkiye Temsilcisi Ingibjorg Gisladottir, Koç Holding’in merhum Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam.
HeForShe hareketi, erkeklerin toplumsal gelişimi engelleyen cinsiyetçi normları değiştirmek için sorumluluk alıp kadınlarla omuz omuza çalıştıkları zaman gerçek anlamda eşitliğin elde edilebileceğini savunuyor. 82
HeForShe, başta erkekler olmak üzere tüm bireyleri kadınlarla dayanışma içinde olmaya ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için birlikte hareket etmeye çağırıyor. SARI LACIVERT EŞITLIĞIN SAVUNUCUSU Tüpraş’ın desteği ve Fenerbahçe Spor Kulübü işbirliğiyle HeForShe Türkiye, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesine sporda ve spor yoluyla devam ediyor. Dünya çapında 25 milyonu aşkın taraftarı ile büyük bir sivil toplum gücüne sahip olan Fenerbahçe Spor Kulübü, HeForShe hareketine dahil olarak toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda ulusal ve küresel spor kulüplerine öncü oldu. 2017 yılında BM Kadın Birimi ve BM Küresel İlkeler’in (UN Global Compact) küresel ortak girişimi olan Kadının Güçlenmesi Prensipleri’ni (WEPs) imzalayan Tüpraş’ın BM Kadın Birimi ve Fenerbahçe Spor Kulübü ile yaptığı bu işbirliği sayesinde HeForShe 2018 yılından beri sahalarda yer alarak milyonlarca sporsevere ve topluma ulaşıyor. ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ için harekete geçen ve spor kulübü olarak bir ilki hayata geçiren Fenerbahçe Spor Kulübü, “Eşitliğe ancak kadınlar ve erkekler omuz omuza verdikleri zaman ulaşabiliriz. Daha iyi bir toplum, daha iyi bir gelecek ve aydınlık yarınlar için ‘Birlikte Eşitiz!” diyerek ‘HeForShe hareketini desteklemeye devam ediyor. HAYDI #EVDEHEFORSHE Dünya genelinde ev ve bakım işlerini kadınlar erkeklere oranla üç kat daha fazla üstleniyor. Türkiye’de ise bu sayı neredey-
se beş kata ulaşıyor. COVID-19 salgını sebebiyle çoğunluğun evde kaldığı bu günlerde kadınların üstlendikleri ev ve bakım işi katlanarak artıyor. Tüm dünyada başlatılan #EvdeHeForShe (#HeForSheAtHome) kampanyası, COVID-19 salgını sebebiyle artan ev ve bakım işleri nedeniyle derinleşen eşitsizliğe dikkat çekiyor. HeForShe Türkiye, sosyal medya hesaplarında gerçekleşen bu kampanya ile tüm erkekleri bu eşitsizliği ortadan kaldırmak için ev ve bakım işlerine eşit katılmaya çağırıyor. Erkekleri diğer erkeklere ve oğlan çocuklarına ilham olacak şekilde hikayelerini sosyal medyada paylaşmaya davet ediyor. İLK DESTEK BORAN KUZUM’DAN GELDI! “Cinsiyetin, evde hangi görevi kimin yapacağına karar vermesini hiçbir zaman anlayamadım. Özellikle şu anda COVID-19 ile mücadele ettiğimiz günlerde, evlerde toplumsal cinsiyet eşitsizliği gün geçtikçe artıyor. Bu süreçte amacımız, erkeklerin de elini taşın altına koyması ve herkesin ev işlerinde eşit sorumluluk alabilmesi olmalı” mesajını veren Boran Kuzum sosyal medyada büyük bir etki yarattı. Boran Kuzum’un desteğiyle başlayan kampanya Instagram üzerinden devam ediyor. FİGEN NALAN ÖZKAN
Dünya çapında 25 milyonu aşkın taraftarı ile büyük bir sivil toplum gücüne sahip olan Fenerbahçe Spor Kulübü, HeForShe hareketiyle toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda ulusal ve küresel spor kulüplerine öncü oldu.
#EVDEHEFORSHE KAMPANYASINA KATILIM ÇOK BASİT n Video/fotoğraf çek: Çeşitli ev ve bakım işlerini yaparken, mesajını verirken bir video/fotoğraf çek. n Yaratıcı ol: Ev ve bakım işlerinin neler olabileceği konusunda yaratıcı ol. Sadece yemek yapmak, sofrayı kurmak, çamaşır makinesini çalıştırmak değil; nevresimleri değiştirmek, çocukların ödevlerine yardım etmek, lavaboları ovmak hatta günlük işlerin organizasyonunu yapmak da ev ve bakım işlerine dahildir. n Sosyal medyada paylaş: Diğer erkeklere ilham olacak mesajını #EvdeHeForShe kullanarak ve @heforsheturkiye hesaplarını etiketleyerek video/fotoğrafını sosyal medyada paylaş. n Etki yarat: Sosyal medya hesaplarından paylaşacağın mesaja arkadaşlarını etiketle ve onları da bu harekete davet et. n Toplumsal cinsiyet eşitliğini gözet: Video/fotoğraf ve mesajını hazırlarken mevcut toplumsal cinsiyet kalıp yargılarını pekiştirmediğinden ve evdeki hiçbir bireyi kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolüne sokmadığından emin ol. n Eğlen: Ev ve çocuk bakım işlerini yaparken eğlenmeyi unutma. Hep birlikte toplumsal cinsiyet eşitliği için harekete geçelim. Eşitlik seninle başlar, eğer paylaşırsan!
83
UN WOMEN TÜRKIYE SALGININ KADIN VE ERKEKLERI SOSYAL VE EKONOMIK OLARAK FARKLI ETKILEDİĞİNİ SÖYLÜYOR
“COVID-19 SADECE BIR SAĞLIK TEHDIDI DEĞILDIR”
COVID-19’la mücadele sürecinin toplumun tüm kesimleri ve ekonomiler için tehdit oluşturduğunu ancak ücretli ya da ücretsiz tüm bakım işlerinin merkezinde olan kadınları daha fazla ve derinden etkilediğine vurgu yapan UN Women Türkiye yetkilileri, ailelerin evde kalmasının kadınların bakım ve ev işi yükünü daha da artırdığını, buna ek olarak zorlu süreçte ev içi şiddet vakalarının da artış gösterdiğini belirtiyorlar. HAZIRLAYAN: MELDA NARMANLI ÇİMEN
K
adın ve erkekleri farklı şekilde etkileyen COVID-19 gibi salgın hastalıklar, kadın ve kız çocuklarına yönelik mevcut eşitsizlikleri artırırken, engelliler, yoksullar gibi kırılgan gruplara yönelik dolaylı ve doğrudan yapılan ayrımcılıkları daha görünür hale getiriyor. BAKIM YÜKÜ KADINLARIN ÜZERINDE Dünya genelinde ev ve bakım işlerini kadınlar erkeklere oranla üç kat daha fazla üstleniyor. Türkiye’de ise bu sayı neredeyse beş kata ulaşıyor. COVID-19 salgını sebebiyle ailelerin evde kalması, kadınların üstlendikleri ev ve bakım işini daha da artırıyor. Diğer yandan evden çalışan kadınlar hem iş hem bakım yükünü aynı anda yürütmeye çalışıyorlar. Bu durum çalışma saatlerini artırmış oluyor. Uzaktan eğitim sistemine geçilmesiyle birçok çalışan anne ve babanın çocuk bakımı sorumluluğu artıyor ve çocuk bakım işleri çoğunlukla kadınlara bırakılıyor. Gündüz bakım evlerinin kapanmasıyla birçok çocuğun bakım sorumluluğu, ebeveynlerin çalışmak zorunda olduğu durumlarda, risk grubu içinde olan büyükannelere veriliyor.
SAĞLIK ÇALIŞANI KADINLARA YÖNELIK EŞITSIZLIKLER ARTABILIR Kadınların, sağlık profesyonelleri, toplum gönüllüleri, bilim insanları olarak salgınla mücadelede de çok önemli yeri var. Kadınlar tüm dünyada, sağlık ve sosyal hiz-
84
met sektörlerindeki işgücünün yüzde 70’ini oluşturuyor. Türkiye’de ise hemşirelerin yüzde 70’i, ebelerin yüzde 100’ü, doktorların ise yarısını kadınlar oluşturuyor. Kriz dönemlerinde sağlık sektörünün üzerine binen yükten kadınlar orantısız olarak etkilenebiliyor.
42,2’si temizlik, çocuk bakımı gibi güvencesiz işlerde çalışıyor. Kriz zamanlarında gelirlerini ilk kaybedenler güvencesiz çalışan kadınlar oluyor ve herhangi bir sosyal güvenlik sistemi içerisinde yer almadıkları için işsizlik yardımlarından faydalanamıyorlar.
AILE IÇI ŞIDDET ARTIYOR! BM Kadın Birimi’nin 2019 yılında yayınladığı ‘Değişen Dünyada Aile’ raporuna göre, 2017 yılında işlenen kadın cinayetlerinin yüzde 58’inde kadınlar aile üyeleri tarafından öldürüldü. Bu da her yıl 50 bin kadının ve her gün 137 kadının öldürüldüğü anlamına geliyor. Aynı rapor, 2018 yılında 15-49 yaş arasındaki kadınların yüzde 18’inin eşi ya da partneri tarafından fiziksel şiddete maruz bırakıldığını, dünyadaki kadınların yüzde 30’unun eşi ya da partneri tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz bırakıldığını ortaya koyuyor. İçinde bulunduğumuz kriz durumlarında ise halihazırda küresel bir sorun olan kadınlara yönelik şiddet artıyor. Salgın sebebi ile aileler evde daha fazla birlikte vakit geçiriyor, sosyal ve ekonomik güvensizlikler, gerginliklerin artmasına sebep oluyor. Buna bağlı olarak aile içi şiddet ve cinsel istismar artış gösteriyor. Bunun yanı sıra toplumun büyük bir bölümünün evde olduğu sürede dış dünya ile kurduğu dijital ilişkilenme, siber şiddetin artmasına ve özellikle genç kadınların daha fazla siber şiddete maruz kalmasına sebep oluyor.
KRIZ YÖNETIMINDE KADINLARIN ROLÜ Kriz dönemlerinde kadınların görünürlülüğü ve karar alma süreçlerine katılımı önem taşıyor. Krizlerin toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısıyla yönetilmesi ve kadınların ihtiyaçlarının kriz yönetim planlanmasına dahil edilmesi gerekiyor. Bilim kurulları, pandemi ve kriz yönetim ekipleri gibi mekanizmalarda kadınların özel ihtiyaçlarının da yansıtıldığından emin olmak için kadın temsiliyeti sağlanmalıdır. Kriz ile mücadelede lider kadınların da önemli bir rolü vardır. Milletvekili, belediye meclis üyesi, muhtar gibi pozisyonlarda bulunan kadınlar, kentteki kadınların ihtiyaç ve beklentilerini planlamalara dahil edebilirler ve hizmetlerden en iyi şekilde faydalanmalarına destek olabilirler.
KADINLARA EKONOMIK ETKILERI Türkiye’de çalışan kadınların yüzde
Doktorların % 50’si
Hemşirelerin % 70’i
Ebelerin
% 100’ü
KADIN
Boran Kuzum, UN Women Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliği için yürüttüğü, HeForShe Türkiye’nin başlattığı #EvdeHeForShe kampanyasına katılarak, herkese evdeki işlerin eşit paylaşılması gerektiğini göstermeye çağırdı.
Fenerbahçe Beko erkek basketbol takımı oyuncusu Ahmet Düverioğlu’nun mesajı şöyle: “Haydi, evdeki sorumlulukları paylaşalım! Unutma, eşitlik seninle başlar!”
Oyuncu Pelin Akil’in eşi oyuncu Anıl Altan, “Toplumsal cinsiyet kalıp yargıları olmadan yaşamak bizim elimizde. Hayatımı paylaştığım eşime ve çocuklarıma zaman ayırmak, evimizdeki bütün görev ve sorumlulukları eşit paylaşmak ve en önemlisi bunların güzelliğinin tadına varmak çok özel... Bu yüzden ben de #EvdeHeForShe’yim!”, diyor.
“Cinsiyetin, evde hangi görevi kimin yapacağına karar vermesini hiçbir zaman anlayamadım. Özellikle şu anda COVID-19 ile mücadele ettiğimiz günlerde, evlerde toplumsal cinsiyet eşitsizliği gün geçtikçe artıyor. Bu süreçte amacımız, erkeklerin de elini taşın altına koyması ve herkesin ev işlerinde eşit sorumluluk alabilmesi olmalı.” Boran Kuzum
YAPILMASI GEREKENLER
l Ev ve bakım işlerini tüm aile fertleriyle paylaş. Bulaşık, temizlik, yemek yapma gibi ev ve bakım işlerini evde yaşayan herkese bölüştür. l Çocuk bakımını evin diğer fertleriyle paylaş. Çocuğa bakmak sadece annenin ya da büyükannenin görevi değildir. l Kronik rahatsızlığın varsa ya da yaşın sebebiyle riskli gruba giriyorsan devletin destek mekanizmalarından yardım al: 112, 155, 156’yı ara. l Şiddete uğruyor isen ya da uğradığını bildiğin birileri var ise başvur: - Alo 183 Aile, Kadın, Çocuk ve Özürlü Sosyal Hizmet Danışma Hattı (7 Gün 24 Saat Ücretsiz Hizmet Verir) - Alo 155 Polis İmdat, Alo 156 Jandarma İmdat, 112 ACİL - Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı - 0212 656 96 96 - 0549 656 96 96 - Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Mobil Kadın Destek Uygulaması (Google Play ve App Store) - Kırmızı Işık Türkiye Vodafone Vakfı Mobil Uygulaması (Google Play ve App Store)
85
Birleşmiş Milletler (BM) Küresel İlkeler Sözleşmesi ile ‘Kadının Güçlenmesi Prensipleri’ne 2016 yılında imza atan Aygaz, Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) ile birlikte ‘Şiddete Sessiz Kalma!’ diyerek COVID-19 sürecinde yaşanan aile içi şiddete ve sürecin kadınlar üzerindeki sosyal ve ekonomik etkilerine dikkat çekiyor.
2
016 yılında BM Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlenmesi Birimi (UN Women) ortaklığında oluşturulan ‘Kadının Güçlenmesi Prensipleri’ne imza atan Aygaz, COVID-19’la mücadele sürecinde aile içi şiddete maruz kalan kadınlara yönelik bir dizi çalışma başlattı. UN Women Türkiye Ofisi işbirliğiyle başlatılan çalışma kapsamında Aygaz, bayi ve istasyon ağı, Aygaz İletişim Hattı ve sosyal medya kanallarını seferber ederek kadınlara ulaşıyor. Aygaz ve UN Women Türkiye Ofisi işbirliği ile hazırlanan içerikler, COVID-19’la mücadele sürecinin kadınların iş ve sosyal hayatına etkileri, kadınların karşı karşıya kaldıkları zorluklar ve yardım alabilecekleri kanallar konusunda bilgi veriyor. Aygaz bayileri aracılığıyla kadın müşterilere bu dönemde artan şiddetle ilgili bilgilendirici broşürler dağıtılırken, e-posta ve SMS’ler Aygaz izinli müşteri veri tabanında bulunan kadınlarla paylaşılıyor. Aygaz Hizmet Hattı’nı arayan kadınlara aile içi şiddet ve şiddete uğramaları durumunda yardım almak için başvuracakları kurumlar ve telefon numaraları hakkında bilgi veriliyor. Ayıca, Opet işbirliğiyle otogaz istasyonlarının tuvaletlerine de bilgilendirici etiketler yerleştiriliyor. COVID-19’la mücadele sürecinde ailelerin evde kalmasının kadınların bakım ve ev işi yükünü daha da artırdığı, buna ek olarak zorlu süreçte ev içi şiddet vakalarının da artış gösterdiği belirtiliyor. Türkiye’deki kadın örgütlerinin acil durum hatlarına gelen çağrılardaki artış ve İstanbul Emniyet Genel Müdürlüğü’nün mart ayı verileri bu artışı gözler önüne seriyor. Buna göre İstanbul’da Mart 2020’de ev içi şiddet vakaları Mart 2019’a kıyasla yüzde 38,2’lik artış gösterdi. Dünyada da COVID-19 sürecinde kadın-
86
lara yönelik şiddet arttı. Birleşmiş Milletler Kadın Birimi tarafından 6 Nisan tarihinde yayınlanan bir açıklamada, Arjantin, Kanada, Fransa, Almanya, İspanya, İngiltere, ABD, Singapur, Avustralya gibi dünyanın birçok ülkesinde sığınma evlerine talebin arttığı, acil yardım hatlarına gelen çağrıların artış gösterdiği belirtiliyor. Küresel salgının yaşandığı bir dönemde, dayanışma ve karşılıklı anlayışın kaçınılmaz olduğuna dikkat çeken Aygaz, UN Women Türkiye Ofisi tarafından hazırlanan COVID-19’un kadınlar üzerindeki sosyal ve ekonomik etkilerini aktaran bilgilendirici içerikleri paylaşarak toplumsal farkındalığı artırmayı amaçlıyor. Dünyanın yaşadığı sürecin sadece bir sağlık tehdidiyle sınırlı olmadığına dikkat çekilen çalışmada, COVID-19’un toplumun tüm kesimleri ve ekonomiler için tehdit oluşturduğu belirtiliyor. Bununla birlikte, bu süreçten en çok etkilenen kesimin ücretli ya da ücretsiz tüm bakım işlerinin merkezinde olan kadınların yer aldığına vurgu yapılıyor. Kadın ve erkekleri farklı şekilde etkileyen COVID-19 gibi salgın hastalıkların, toplumda kadın ve kız çocuklarına yönelik mevcut eşitsizlikleri artırırken, engelliler, yoksullar gibi kırılgan gruplara yönelik dolaylı ve doğrudan ayrımcılıkları daha görünür hale getirdiğine dikkat çekiliyor. Buna göre, ülkemizin özellikle içinde bulunduğu dönemde büyük özveriyle çalışan doktorların yüzde 50’sini, hemşirelerin yüzde 70’ini, ebelerin tamamını, dünyada ise sağlık ve sosyal hizmet sektörlerinde çalışanların yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyor. Çalışmada, kadınların ev ve bakım işlerini erkeklere oranla üç kat daha fazla üstlenmiş durumda olduğu bu rakamın Türkiye’de beş kata kadar ulaştığı kaydediliyor.
UNSTEREOTYPE ALLIANCE PLATFORMU, REKLAMLARDAKI TOPLUMSAL CINSIYET EŞITLIĞINE ODAKLANIYOR Reklamverenler Derneği liderliğinde, UN Women koordinasyonuyla yürütülen Unstereotype Alliance Türkiye reklamlardaki zararlı toplumsal cinsiyet kalıp yargılarını dönüştürmeyi amaçlıyor. Platformun çalışmalarına Reklamverenler Derneği Başkanı Ahmet Pura ile UN Women Avrupa ve Orta Asya Bölge Direktörü Alia El-Yassir ev sahipliğindeki bir organizasyonla geçen senenin sonunda start verildi. Pura, yaptığı konuşmada, dünya genelinde yapılan araştırmaların reklamların toplumdaki eğitici etkisinin yüksek olduğunu gösterdiğini söyledi: “Reklamın dönüştürücü etkisini olumlu yönde etkileyecek bir çalışmanın sorumluluğunu alıyoruz. Reklam sektöründe imza atacağımız toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki çalışmaların, ileride farklı sektörlerin ve yasal düzenlemelerin önünü açacağına olan inancımız tam. Bu vesileyle sektörün tüm paydaşlarını işbirliğine davet ediyorum. Reklam ajanslarının ve reklamverenlerin kampanya hazırlık süreçlerinde gereken özeni göstermesi en güçlü adımlardan biri. Bunun yanında akademisyenlerin eğitim süreçlerinde bu konuyu vurgulaması, medyanın yönlendirici konumda görev alması büyük önem taşıyor. Elbette en kritik görev izleyicilere, takipçilere düşüyor; sektörün çalışmalarını denetleyecek, uyarılarda bulunacak olanlar yine izleyicilerimiz...” UN Women Türkiye Ülke Direktörü Asya Varbanova ise cinsiyet eşitsizliğinin yüzde 100 önüne geçebilen bir ülke olmadığını belirterek, “Kadınlar güvenle yürüyebilecekleri bir dünya istiyor, bunu reklamlar ile sağlayabiliriz. Bir ülkenin kanunlarını değiştirmek davranışlarını değiştirmek anlamına gelmiyor. İnsan davranışlarını değiştirebilmek de reklam sektörünün işidir” dedi. Unstereotype Alliance çatısında Ocak 2020’de reklamlardaki kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerini merkeze alan “Reklamlar Değişir Toplum Değişir” sloganıyla bir kampanya başlatıldı. Kampanya görselleri, İstanbul, Ankara ve İzmir’de bilbordlarda yer aldı. Unstereotype Alliance platformunun çalışmalarıyla tüketicinin artık denetleyici konumuna gelmesi ve sektörün takipçisi olması hedefleniyor.
ATEŞ BÖCEKLERI KADINA YÖNELIK ŞIDDETE “DUR” DEDİ 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nden başlayarak 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne kadar süren ‘16 Günlük Aktivizm’ adlı Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’nin yürüttüğü bu küresel kampanyanın hedefi, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetin önlenmesi ve ortadan kaldırılması konusunda farkındalık yaratmaktı. Kampanya boyunca özel sektör, kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri, ‘Dünyayı Turuncuya Boya’ sloganıyla kadınlara yönelik şiddete dikkat çekmeye çağrıldı, 16 gün boyunca binalar, parklar ve ikonik yapılar turuncu renkle aydınlatıldı. “Ateş böcekleri birbirlerini korumak, gecenin karanlığında birbirlerini kollamak için bir yanıp bir sönen ışıklarıyla sessiz bir iletişim içindeler. Uzaktan bir yangın yerini anımsatan bu bol ışıklı iletişim, onların hayatta kalmasını sağlıyor. Her bir ışık güveni simgeliyor. Bu kusursuz iletişim, şiddet gören kadınlar için neden bir çözüm olmasın? Siz de bir yerlerde kendinizi güvensiz hissediyorsanız oraya bir ateş böceği bırakın, karanlığı aydınlatın” diyen UN Women Türkiye, interaktif haritada işaretlenen güvensiz noktalara ilişkin bilgiyi ilgili yerel yönetimler ile paylaşarak güvenli kentlere katkı sağlamayı hedefledi.
UN Women Türkiye, kampanya kapsamında vatandaşların kamusal alanda güvenlik algısını haritalandırmak üzere interaktif Türkiye haritasının yer aldığı bir kampanya sitesi oluşturdu. Kampanya boyunca vatandaşların erişimine açık olan www.atesbocekleri.info web sitesine Türkiye genelinde 14,536 ateş böceği bırakıldı ve buna ek olarak kullanıcılar tarafından bırakılan 1.643 yorum esas alınarak kampanyaya katılan vatandaşların başlıca kaygı ve şikayetleri saptandı. Karanlığı Aydınlat kampanyası çerçevesinde Beşiktaş Belediyesi ile gerçekleştirilen iş birliğiyle, kampanyaya katılan vatandaşların aydınlatma ve iyileştirme gibi talepleri Beşiktaş Belediyesinin ilgili birimleri tarafından değerlendirilerek ateş böceği bırakılan yerlerde iyileştirme çalışmaları gerçekleştirildi.
87
KARANTİNA DÖNEMİNDE MUTFAĞA GİREN ERKEK OYUNCULAR MARİFETLERİNİ PAYLAŞTILAR Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgını nedeniyle ara verilen setler ve karantina günleri, ünlü dizi oyuncularının ev hallerini de paylaşmalarına yol açtı. Mutfaktaki marifetlerine rastladığımız Murat Yıldırım, Kıvanç Kasabalı, Alp Navruz ve Şahan Gökbakar aracılığıyla evdeki iş bölümünün keyfi ve hobi amaçlı değil, sürdürülebilir olmasını diliyoruz! Şahan Gökbakar fotoğrafını paylaştığı ekşi mayalı zeytinli, taze domatesli, biberiye ve kekikli ‘focaccia’ dışında, tepsi mantısı, kakaolu kek, ekşi mayalı pide konusunda da sık sık denemeler yapıp tarif yayınlayarak bu alanda uzmanlaştığını gösterdi.
Koronavirüs salgınında korunmak için ‘evde kal’ çağrılarına uyan oyuncu Alp Navruz, yaptığı unsuzşekersiz kurabiyeleri Instagram hesabından paylaştı.
Murat Yıldırım, tarifini eşi Iman Elbani’den alarak yaptığı Fas usulü kuskusun lezzetinden çok memnun görünüyor.
Oyunculuğu, Sedef Avcı’yla mutlu evliliği ve şatafattan uzak yaşam tarzıyla göz önünde olan Kıvanç Kasabalı da karantina döneminde ev işi paylaşımında daha aktif rol üstlenenlerden.
88
“Tıklayın, indirin!”
MAYIS sayımızda EV-OFİSLER, AÇIK HAVA MOBİLYALARI, TEK BAŞINA YAŞAM KEYFİ, SAMİMİ SOFRALAR, ünlü isimlerin karantina günlükleri
@maisonfrancaiseturkey
maisonfrancaiseturkey
MF_Turkiye
KAGİDER BAŞKANI EMİNE ERDEM
“EGO-SİSTEMDEN EKO-SİSTEME GEÇİLMELİ” Türkiye Kadın Girişimciler Derneği Başkanı Emine Erdem, pandemi nedeniyle ülkelerin büyüme oranlarının küçüleceğini ve bundan en çok kadınların etkileneceğini söylüyor. Türkiye’de girişimciliğin genel olarak karşılaştığı pek çok sorun olduğunu belirten Erdem, “Girişimci kadın olunca bu sorunlar katlanarak artıyor” diyor.
T
am 18 yıldır kadın girişimciliğinin yaygınlaşması, kadının ekonomide, sosyal hayatta ve politikada güçlenmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması hedefiyle çalışmalarını sürdüren Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER) Başkanı Emine Erdem, “Derneğimizin 360 üyesi var ve her biri benim için bir başarı hikayesi” diyor. Girişimci olmanın zor ama kadın girişimci olmanın iki kat daha zor olduğu ortamda, cesaret gösterip yola çıkan her bir kadın Emine Erdem’in idolü. Erdem, “Kadının girişimci olarak veya bir işe girerek ekonomik ve sosyal açıdan güçlenmesinin önündeki en önemli engel, sosyal ve kültürel önyargılar ile toplumda egemen olan, erkeği hayatın merkezine koyan değerlerdir” diyor ve kadının güçlenmesi için neler yaptıklarını, neler yapmayı planladıklarını anlatıyor. HELLO!: KAGİDER girişimcilik yoluyla kadının güçlenmesini hedefleyen bir sivil toplum kuruluşu. Kadının sadece ekonomik olarak değil, politik ve sosyal olarak da güçlenmesini hedefliyorsunuz. “Pandemi sonrası yeni normaller devreye girecek” deniyor. Ekonominin daraldığı bir ortamda kadınların katkısı nasıl artar? Emine Erdem: Küresel koronavirüs salgınının ekonomi ve milyonlarca insan üzerindeki etkisi hayli derin ve sarsıcı oldu. Ülkeler ve bölgeler arasında hareketin durması, ticareti ve üretimi kısıtlıyor. Etkinin tam boyutları salgının süresine ve alınan önlemlere bağlı olacak. Ama bazı çalışmalar yapılıyor elbette. Örneğin IMF, 2019’da yüzde 2.9 büyüyen küresel ekonominin, koronavirüs salgını nedeniyle 2020’de yüzde 3 küçüleceği tahmininde bulundu. IMF’nin ‘Küresel Ekonomik Görünüm’ raporunda Türkiye için de yüzde 5 küçülme ve yüzde 17.2 işsizlik oranı öngörülüyor. COVID-19 nedeni ile ciddi darbe alan; turizm, konaklama, perakende, eğlence gibi sektörlere baktığımızda bu alanlarda kayıtlı veya kayıtsız olarak kadınların ağırlıklı bir şekilde istihdam edildiklerini ve kadın girişimcilerin iş kurduklarını görüyoruz. Dolayısıyla kadınlar
90
bu krizden en önce etkilenenler. Kriz sonrası hükümetler ekonomiyi yeniden canlandıracak önlemler alacaklar. Bu önlemleri planlarken, ekonomideki kadın varlığını geriye götürmemek; tam tersine, korumak ve güçlendirmek şart. Dolayısıyla bu politikalar planlanır ve uygulanırken cinsiyetler arasında fırsat eşitliğini kollamaya dikkat edilmesi gerekiyor. İstihdamda, girişimcilikte, ticarette kadınların önündeki dezavantajlar kaldırılmalı. Bu süreçte öne çıkan esnek çalışma biçimleri yeni dönemde korunmalı. Aynı zamanda, kayıt dışı, yarı zamanlı veya mevsimlik çalışan kadınların yeniden ve daha iyi koşullarda istihdam edilmesi önem taşıyor. Sadece Türkiye’nin değil bütün ülkelerin COVID-19 krizini atlatmaları ve yeniden kalkınma yoluna girmeleri, bu sürece herkesi eşit şekilde dahil etmekle mümkün olacak. Kadınların yeniden toparlanma sürecine yapacağı katkı ve ortaya çıkacak yeni dünyada oynayacakları rol vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Kadınların ekonomideki varlığını ve gücünü artırabildiğimiz ölçüde, gelecekteki benzer şoklara karşı ekonominin direnci de güçlenecektir. En büyük temennimiz de en kısa zamanda salgınla mücadelenin başarıya ulaşması ve hayatın normale dönmesidir. HELLO!: 2020’nin geri kalanı kadın girişimciler için nasıl geçecek? Kadın girişimciliği oran olarak artar mı? Bu sürecin yarattığı yeni tüketici alışkanlıklarını değerlendirerek kadınlar için yeni iş sahaları belirlediniz mi? İşgücüne katılmaları amacıyla gelecek dönem için şekillenen yeni projeleriniz var mı? E. Erdem: Salgın sonrasında dünya ekonomisinde yeni koşullar ortaya çıkacak. Eskiye dönmek anlamında bir normale dönüş olmayacak. Teknoloji zaten son yıllarda iş dünyasının tüm süreçlerini değiştiriyordu ama yaşadığımız küresel salgın krizi bu süreci daha da hızlandırdı, ona ivme kattı. Yeni dijital teknolojileri daha etkin kullanmak şirketler için verimliliğin, maliyet kontrolünün ve başarının anahtarı olacak. Bu teknolojiler kadınlar için de iş dünyasın-
daki cinsiyet eşitsizliğine karşı dengeleyici, koşulları biraz daha eşitleyici bir etken olacak. Dolayısıyla girişimci veya profesyonel çalışan kadınların teknolojiden daha fazla yararlanabilmesi şimdikinden daha da fazla önem kazanacak önümüzdeki dönemde. Kadınları teknolojiye ve onu etkin kullanmaya yöneltmek, bu yönde desteklemek KAGİDER’in temel stratejilerinden biridir ve bu yönde çalışmaya devam edeceğiz. HELLO!: Dört ana strateji belirlemişsiniz, bunların altındaki felsefeyi ve bakış açınızı anlatabilir misiniz? E. Erdem: 18 yıldır kadın girişimciliğinin yaygınlaşması, kadının ekonomide, sosyal hayatta ve politikada güçlenmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması hedefiyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum örgütü olarak Eylül 2002’de 37 kadın girişimci tarafından kurulduk. Bugün 62 milyar dolar ciro ve 250 bin kişiye istihdam yaratan 46 farklı sektörden 360 üyesi ile kadınları bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeyde çok farklı platformlarda temsil eden bir sivil toplum kuruluşuyuz. Bu amaçla kurulduk ve hedeflerimiz değişmeyecek. Ancak bu hedeflere giden stratejileri her sene güncelleyip güçlendiriyoruz. HELLO!: Bu dönemde de dört ana strateji üzerinden yolunuza devam ediyorsunuz, değil mi? E. Erdem: Türkiye’de kadının güçlenmesi ve kadın girişimciliğinin daha fazla yaygınlaşması açısından dört kritik ve temel konu var. Teknoloji, kadınlara işlerini geliştirmeleri, koşul ve fırsatları eşitlemeleri açısından çok önemli olanaklar sağlıyor. Kadınların teknolojiye daha fazla ilgi duyması ve daha fazla kadın girişimcinin bu olanaklardan yararlanması lazım. Bu kapsamda KAGİDER olarak bilim ve teknolojiyi kadınlara sevdirmek, farkındalık yaratmak için düzenlediğimiz etkinliklerin yanı sıra kadınların iş hayatında teknolojiden daha etkin bir şekilde yararlanmalarını destekliyoruz. Teknoloji destekleyici çalışmalar yürütüyoruz. İnovatif çalışma-
“Önümüzdeki dönemde insanı, toplumu, çevreyi, toplumsal cinsiyet eşitliğini, iklim krizini önemseyen ve çözümün parçası olmak için çalışan şirketlerin sayısı daha da artacak.” 91
lar, e-ticaret ve bitcoin’e kadar uzanan bir yelpazede teknolojiyle kadını biçimlendiren çalışmalar için bir altyapı kuruldu. Kadınların teknoloji alanındaki başarılarını destekleyerek, teknoloji alanındaki başarılı kadınları kamuoyunun dikkatine sunarak hem onları onurlandırıyor hem de rol modeller oluşmasına destek oluyoruz. Bunlara ek olarak ‘Tech Talks’ panellerini düzenli bir şekilde gerçekleştiriyoruz. Uzman isimlerin, önde gelen sektör temsilcilerinin katıldığı bu etkinliklerde teknoloji konusunda farkındalık, bilgi, güncelleme ve aksiyona geçmek için tetiklenme sağlamayı amaçlıyoruz. Tabii COVID-19 salgını koşullarında bu etkinlikleri dijital ortamda düzenliyoruz. HELLO!: İkinci kritik pekiyi? E. Erdem: Kadın girişimcilerin toplumsal ağlarını, dayanışmalarını genişletmektir. KAGİDER olarak sürekli daha fazla kadın girişimciye ulaşmak ve her ilde yeni üyeler kazanmak için çaba gösteriyoruz. Garanti Bankası işbirliğiyle Türkiye’nin farklı illerinde ‘Girişimci Kadın Buluşmaları’ düzenliyoruz. Üç yıldır sürdürdüğümüz bu etkinlik kapsamında bugüne kadar pek çok kentimizde girişimci kadınlarla buluştuk. Kadın girişimcilerle bir araya geldiğimiz istişare toplantıları düzenleyerek Anadolu ile çok daha fazla temas kuruyoruz. Koordinatörlüğünü yaptığımız, KAİSDER ve BUİKAD paydaşlığında Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edilen ‘İş Dünyasında Kadın İletişim Ağı’ (Women Business Network W-BUN) projesini yürütüyoruz. Proje, katılımcı sivil toplum kuruluşlarının ve kadınların hizmet ve danışmanlık almalarını, ‘Ortaklıklar ve Ağlar Hibe Programı’nın küresel hedefine katkıda bulunmayı, politika ve karar alma süreçlerine daha aktif, demokratik katılım yoluyla sivil toplumun gelişimini hedefliyor. Bu projenin hayata geçirilmesinde ilk adım olarak www.ticaretinkadinlari.com adlı, teknik altyapısı güçlü, kapasitesi yüksek, işlevsel bir platform kurduk. HELLO!: İşletmelerin büyümesini sağlayan unsur olan ticaret ise stratejinizin üçüncü ayağını oluşturuyor. E. Erdem: Bu kapsamda kadın girişimcilerin daha fazla ticaret yapabilmelerini, daha fazla pazara erişebilmelerini destekliyoruz. Özel sektörde daha fazla kadın tedarikçiden alım yapılması için çaba gösteriyoruz. Kamu ihalelerinde daha fazla kadından alım yapılması için ‘Kadından Almalı Memleket Kazanmalı’ kampanyasını sürdürüyoruz. Takvimimizde, sonbahar döneminde COVID-19 salgın koşulları elverirse FCEM Uluslararası Girişimci Kadınlar Dünya Kongresi ve Akdeniz Kadın Girişimciler Forumu’nun iki ayrı kongresine ev sahipliği var. HELLO!: Dördüncü ayak? E. Erdem: Stratejimizin dördüncü ayağı ise tarımdır. Bu, stratejik ancak ihmal edilmiş sektörde bugün 252 bin kadın kendi
92
hesabına çalışmakta ve iki bin kadın işveren bulunmaktadır. Tarım sektöründe kadınların özel bir gelişme potansiyeli bulunuyor. Tarımda kadın girişimcilerin desteklenmesi hem kadının güçlenmesi hem de bu sektörün gelişmesi açısından önemli bir sinerji yaratacaktır. Bu kapsamda, ‘Tarımda Kadın Girişimci Geliştirme ve Hızlandırma Programı’nı gerçekleştirerek, tarım sektöründeki girişimleri en az bir, en çok üç yıldır süren 75 kadın girişimci için bir eğitim kampı düzenledik ve kampa katılanlar arasından projeleri ile seçtiğimiz 21 kadın girişimciye koçluk desteği veriyoruz. Özellikle bu dönemde işlerini geliştirmelerini sağlayacak pek çok konuda söyleşi toplantıları düzenliyoruz. HELLO!: Cinsiyet eşitsizliğinin en fazla hissedildiği ve iyileştirilmesi gerektiği sektörler hangileri? E. Erdem: Kadın istihdamı ülkemizde yüzde 29. Genel anlamda kadınların işgücüne katılımını artırmak için iyileştirilmesi gereken bir çok konu var. Mesela çalışma yaşındaki yaklaşık 30 milyon kadının üçte birinden fazlası, 11 milyonu evdeki işler sebebi ile işgücünün dışında olduğunu belirtiyor. Sektör bazında bakarsak, Ocak
“Girişimciliğe başlayan kadınların ortak özellikleri cesaretleri, kararlılıkları ve kendi ayakları üstünde durma iradeleridir. Ancak bu süreçte pek çok sorunla karşılaşıyorlar.” 2020’deki TUİK işgücü istatistiklerine baktığımızda istihdamda yer alan 8.5 milyon kadının yüzde 65’inin hizmet sektöründe olduğunu, yüzde 15’inin sanayide ama sadece 59 bininin inşaat sektöründe çalıştığını görüyoruz. İnşaat, otomotiv gibi erkek egemen sektörlerinde çalışan kadınlar görünür kılınıp rol modeller artmalıdır; diğer taraftan erkek egemen sektörlerdeki firmaların insan kaynakları politikalarının fırsat eşitlikçi olması, işe alımdan terfiye, kurum içindeki kadın dostu uygulamaların olması gerekmektedir. KAGİDER olarak da bu çerçevede 2011 yılında Dünya Bankası teknik desteği ile hayata geçirdiğimiz ‘Fırsat Eşitliği Modeli’ sertifika programımız bulunmakta. HELLO!: Kadın girişimcilerin profilinde neler gözlemliyorsunuz, ortak karakter özellikleri ya da yaşam tecrübeleri var mı? Kadının cesareti, yaşadığı şehre, bölgeye göre değişkenlik gösteriyor mu? Kadınlarımız giriştikleri işleri tamamlamakta ve sürdürülebilir kılmakta hangi özellikleriyle
öne çıkıyorlar? E. Erdem: Kadın girişimcilerin özellikleri bölgelerine göre pek değişmiyor. Girişimciliğe başlayan kadınların ortak özellikleri cesaretleri, kararlılıkları ve kendi ayakları üstünde durma iradeleridir. Ancak bu süreçte pek çok sorunla karşılaşıyorlar. Türkiye’de kadın girişimcilerle ilgili son dönemde yapılmış en önemli çalışmalardan biri Türk Tuborg A.Ş. işbirliğiyle ve Ipsos desteğiyle hazırladığımız ‘Türkiye Kadın Girişimcilik Endeksi’dir. Bunun Türkiye’de kadın girişimcilik üzerine yapılmış ilk geniş kapsamlı araştırma olduğunu söyleyebiliriz. Bu çalışmadan elde edilen veriler ve çıkan sonuçlar, kadın girişimciliğinin yaygınlaştırılması için çaba gösteren tüm paydaşların yol haritasının güncellenmesine katkıda bulunuyor. Örneğin endeks, finansmana erişimin kadın girişimcilerin önündeki en büyük engellerden biri olduğunu gösteriyor. Bu çalışmaya katılan kadın girişimcilerin yarıdan fazlası kuruluş aşamasında banka kredisi kullanmadığını ifade ediyor. Aileden, arkadaşlardan alınan maddi destek ağır basıyor. Oysa kuruluş aşamasında alınacak uygun koşullu krediler işletmenin başarısında önemli rol oynarlar. Bangladeş ve Hindistan gibi ülkelerde yaygınlaştırılan mikro kredi uygulamaları ve diğer teşvikler kadın girişimciliğinin gelişmesine yardımcı oluyor. Finansman kaynaklarına erişebilmek her girişimci için temel öneme sahiptir. Ayrıca kamu kurumları ve finans kuruluşları tarafından verilen desteklerde, mal varlığının teminat olarak gösterilmesi gibi zorunluluklar konusunda kadınlara pozitif ayrımcılık yapılması, vergi ve faiz indiriminden daha fazla yararlanma imkanı sunulması, kadınların girişimciliğe daha rahat başlaması için kolaylık sağlayacaktır. Bir başka konu ise kadın girişimcilerin kurdukları şirketlerin kamu kuruluşlarıyla yaptıkları iş birliğinin yetersizliğidir. Katılımcıların yüzde 80’i Türkiye’deki özel şirketlerle işbirliği yaptığını belirtirken, kamu kuruluşlarıyla işbirliğinde bu oran yüzde 36’ya iniyor. Oysa ülkemizde kamu sektörü ekonomide hâlâ belirleyici bir rol oynuyor. Kamunun açtığı ihaleler ve tedarik süreçleri girişimciler için büyük önem taşıyor. Araştırma bu konuda ülke olarak daha kat etmemiz gereken uzun mesafeyi ve daha fazla çalışma gereğini ortaya koyuyor. HELLO!: Girişimci kadınlar ne tür sorunlar yaşıyorlar? E. Erdem: Türkiye’de girişimciliğin genel olarak karşılaştığı pek çok sorun var. Girişimci kadın olunca bu sorunlar katlanarak artıyor. Kadının girişimci olarak veya bir işe girerek ekonomik ve sosyal açıdan güçlenmesinin önündeki en önemli engel, sosyal ve kültürel ön yargılar ile toplumda egemen olan, erkeği hayatın merkezine koyan değerlerdir. Kadın girişimciliğini artırabilmek için bu yaklaşımlarla mücadele et-
“Kriz sonrası hükümetler ekonomiyi yeniden canlandıracak önlemler alacaklar. Bu önlemleri planlarken, ekonomideki kadın varlığını geriye götürmemek, tam tersine korumak ve güçlendirmek şart.” mek de son derece önemlidir. Aynı şekilde kadının finansa erişimi, bilgi ve mentorluk eksikliği de yine kadın girişimcinin önündeki engeller. Kadının içinde bulunduğu sosyal çevre eğer iş ilişkisi kurmaya ve bunu geliştirmeye uygun değilse yeni çevreler edinmesi gerekir. Fuarlar, eğitimler ve dernekler bunlar için önemli alanlardır. Ayrıca kadınlar iş konuşmaktan, kendini anlatmaktan çekinmemelidir. Bu anlamda çevrelerini de etkin kullanmaları gerekir. Her şeyden öte, bir girişimcinin finansal sermayesi az olduğu için en büyük sermayesi sosyal sermayesi olacaktır. Kuracağı ilişkiler ve kurduğu bağlantılar onu bir yerlere taşıyacaktır. Bunun için de almadan önce verme-
yi ve ilişki yönetimini hızla öğrenmesi gerekir. Kaldı ki işe ilk alacağı kişi, aslında ikna etmesi ve kendine inandırması gereken ilk müşterisidir. HELLO!: 18-30 yaş arası gençlerde toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığını geliştirmeyi hedefleyen Genç KAGİDER çatısı altında neler yapıyorsunuz? Jenerasyonlar arasında gözlemlediğiniz farklar var mı? E. Erdem: Genç KAGİDER sosyal medyasında, gençlik projelerimizde, 18-30 yaş arası gençlerde toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığını geliştirmeyi ve artırmayı, aynı zamanda da üretkenliklerini destekleyerek, girişimcilik faaliyetlerini geliştirmeyi, genç kadınların iş hayatında olma tutkusu-
nu oluşturmayı hedefliyoruz. Üniversitelerde düzenlediğimiz Genç KAGİDER panellerinde gençleri ilham alacakları rol modeller ile bir araya getiriyoruz. Genç kadınlar için Sanofi firmasının desteği ile yürüttüğümüz ‘Geleceğin Kadın Liderleri’ projemizde 10 yılda 900 genç kadın eğitimlerden faydalandı. Yüz yüze eğitimlere katılamayan kadınlar için de online eğitim portalı ‘düşortağım’ı hayata geçirdik. Gençler çok özgüvenli, hedeflerini biliyorlar. Hedeflerine kilitlenerek sonuç odaklı çalışıyorlar. Daha talepkarlar. Bir de artık dünyaya daha global bakıyorlar. ‘Geleceğin Kadın Liderleri’ projemizdeki genç kadınları gördüğümüzde umutla doluyoruz. HELLO!: Sıfırdan bir başarı hikayesi yazmış, sizin idolünüz olan başarılı kadınlarımızdan örnekler verebilir misiniz? Dünyada örnek gösterdiğiniz isimler kimler? E. Erdem: KAGİDER’in 360 üyesi var ve her biri benim için bir başarı hikayesi. Garanti Bankası, Ekonomist ve KAGİDER işbirliğinde 14 senedir ‘Türkiye’nin Kadın Girişimcisi Yarışması’nı düzenliyoruz ve 14 senede yarışmaya başvuran 34 bin kadının her biri de ayrı bir çarpıcı başarı hikayesidir. Girişimci olmak zaten zor ve üstüne kadın girişimci olmak daha da zor. İşte bu sebeple cesaret göstermiş, yola çıkmış, “Benim de bir hikayem var” diyen her bir kadın girişimci benim için idoldür. HELLO!: Daha fazla işbirliği için neler yapılmalı? E. Erdem: Toplumsal değişim ve sürdürülebilir kalkınma için işbirliklerine, dayanışmanın gerekliliğine inanıyoruz. Özellikle kamu, özel sektör, sivil toplum ve akademik kesim işbirlikleri yaparak birbirinin güçleri ile değişimi gerçekleştirebilir. Daha fazla işbirliği için egolardan arınmak ve yaratılacak ortak paydada buluşmak gerekiyor. Bir başka deyişle, ego-sistemden ekosisteme geçilmeli. Son yıllarda iş dünyasında toplumsal cinsiyet eşitliği, sürdürülebilirlik gibi sosyal konulara yatırım yapma trendi ülkemizde de oldukça yaygınlaştı. Yaşadığımız bu zorlu pandemi sürecinin bu trendi çok daha kuvvetlendireceği aşikar. Önümüzdeki dönemde insanı, toplumu, çevreyi, toplumsal cinsiyet eşitliğini, iklim krizini önemseyen ve çözümün parçası olmak için çalışan şirketlerin sayısı daha da artacak. Dolayısıyla hem STK’ların önemi daha çok dikkat çekecek hem de sosyal girişimcilik artacak. Ekonomide proje ortakları olacak STK’larla birlikte hareket edilecek, birlikte kazanımlar elde edilecek. Pandemi sürecinde yaptığımız çalışmalardan bir tanesi de KAGİDER’de 10 yıl önce kurduğumuz ‘Yeşil İş Komitemiz’i tekrar aktif hale getirmek oldu. Önümüzdeki süreçte yeşil ekonomi, yeşil girişimcilik, çevre konularında farkındalık yaratmak ve projeler üretmek üzere daha aktif olacağız. RÖPORTAJ: FİGEN NALAN ÖZKAN
93
HAYATIN HER ALANINDA KENDİ MARKANI KURARAK
FARK ET, FARK YARAT!
Dünya Ekonomik Forumu raporlarına göre, global anlamda kadınların ekonomik ve sosyal hayata katılımı, kadının iş hayatı, sağlık hizmetleri ve eğitimde fırsat eşitliğini yakalaması ancak 2095’te mümkün olacak. Hayat amacı doğrultusunda, değerlerinden taviz vermeden, inandıkları uğruna bir ömür boyu mücadele etmeye hazır üretici ve girişimciler yetiştirerek bu yolla fark yaratan projeler çıkartarak dünyayı farklı alanlarda değiştirmek kolay değil. Ama Times dergisinin yaptığı bir araştırmaya göre, kendine güvenen kadınların erkeklerden daha fazla olduğu iki ülke var; Tayvan ve Türkiye. Hayatımızın farklı yerlerine dokunarak ruh katan kadınlarımız gerçekten çok fazla; tümünü temsilen bazılarını burada bir araya getirdik. DERLEYEN: MELDA NARMANLI ÇİMEN
YARATAN VE İLHAM VEREN KADINLAR PROJESİ Fotoğraf sanatçısı Betty Mazalto’nun projesi ‘Yaratan ve İlham Veren Kadınlar’, içindeki gücü, yaratıcılığını, hayatta aldığı sorumlulukları hakkıyla yerine getiren kadınları simgeliyor. Alanında başarılı sekiz kadını fotoğraflayan Mazalto’nun sergisindeki amaç, kız çocuklarına “Sen de yapabilirsin, sen de yaratabilirsin” diye ilham vermek. Bu güzel hedef için Mazalto’yu İstinyePark, Nef Vakfı ve Koruncuk Vakfı desteklemiş; projenin kurgusunu ve iletişimini ise Labrand PR’ın kurucusu Serhat Tuncay üstlenmiş.
GAMZE CİZRELİ
94
BURCU ESMERSOY
İREM KINAY
TUVANA BÜYÜKÇINAR
SERRA TÜRKER
İREM YARGICI
NUR BİLEN YAVUZER
HELLO!: Hayattaki güçlü yönleriniz? A. Arman: Pek çok şeyi bir arada yapabiliyorum. Bütün kadınlar gibi. Ahtapot gibiyiz. Görünmeyen kollarımız var. Herkese, her şeye yetişiyoruz. Eşimize, işimize, çocuğumuza, aile büyüklerimize. Başka? Kolay uyum sağlıyorum, durmuyorum, devam ediyorum. Belki güçsüz yanlarımı da kabul edebiliyor olmam da güçlü yanlarımdan biridir. HELLO!: Geleceğin başarılı ve yaratıcı kadınları için mesajınız? A. Arman: Kendini sev, kendine inan. İç sesini dinle. Tutku duyduğun şeyi bul, ona yoğunlaş. Vazgeçme, pes etme. Kulağını millete tıka. Cesur ol. Risk al. Hayal kur. Daha doğrusu hedef koy kendine. Ve o hedefe kilitlen. İnatçı ol. Tutkulu ve tutturuk ol. Ve çok çalış. Çalışmadan bir halt olmuyor. Kendi ayaklarının üzerinde dur, birey ol. Ve tabii aşk ol. Bol bol seviş. Eğer şanslıysan, bir de seni her yönüyle tamamlayan biri olabilirse hayatta, oh ne ala. Anne olmak da güzel. Hatta muhteşem. Ama herkesin seçimleri, hayatı kendine. Bazı şeyler de kısmet işi. Üretken ol, kendinle ve hayatla barışık ol ve hayatla ak. Gerisi gelir.
AYŞE ARMAN
“Kadın, hayat. Kadın, can veren. Kadın, gelecek nesilleri yetiştiren. Kadın, kapsayıcı. Kadın, şefkatli. Verici. Merhametli...” 95
ÇAĞDAŞ SANATTA KADIN YÖNETİCİLER
Contemporary İstanbul Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Step İstanbul Yönetim Kurulu Üyesi Rabia Bakıcı Güreli HELLO!: Kadınların sanatla ilişkisini değerlendirir misiniz? En beğendiğiniz kadın sanatçılar kimler? R. B. Güreli: Kadın sanatçılar, günümüzde sanatsal ve kültürel üretimde çok önemli yapıtlar ortaya koymaya devam ediyor. Üretim yapan ve yapmak isteyen tüm sanatçıların gelecekte daha çok destek alabilmesini umuyorum. Özellikle Türkiye’de kadın sanatçılar hep çok güçlü oldular, dünya müzelerinde eserleri olan çok sayıda değerli sanatçımız var. Bu noktada kadın-erkek ayrımı yapmak yerine, sanat kurumlarında ve özellikle yönetim kadrolarında kadının pozisyonuna bakmak ve bu konuda daha bilinçli olmak gerekiyor. Artık dünya müzelerinin koleksiyonlarına dahil edecekleri yeni eserler bile, koleksiyondaki kadın-erken dengesine bakılarak yapılıyor. Şükran Moral, Gülsün Karamustafa, Hera Büyüktaşçıyan, İpek Duben, Seza Paker, Alev Ebüzziya, Nil Yalter, Ardan Özmenoğlu, Günnur Özsoy beğendiklerimden sadece birkaçı. HELLO!: Kadınlar hak ettiği yerde mi? R. B. Güreli: Kadınların ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının bir kez daha gündeme gelmesi gerekli. Maalesef tüm dünyada, halen kadınların siyasette ve iş dünyasında hak ettikleri yere gelmediklerini düşünüyorum. Kadınların her alanda erkeklerin düzeyine çıkmak, hatta ileri gitmek için sosyal ve ekonomik hayatta daha çok yer almaları gerektiğine inanıyor, kendim ve hemcinslerime çok güveniyorum. 96
PG Art Gallery / PG Pop Up Kurucusu ve Project 7.8.9 ortaklarından Pırıl Güleşçi Arıkonmaz HELLO!: Sizin sanat ve tasarıma ilginiz nasıl başladı? Sizi ne büyüledi? P. G. Arıkonmaz: 1991 yılında bir sabah kahvaltısında rahmetli Vitali Hakko’dan aldığım galeri yöneticiliği teklifi ile galericilik serüvenim başladı. O dönemin öncü galerilerinden Vakko Beyoğlu Sanat Galerisi’nin yaklaşık iki yıl yöneticiliğini yaptıktan sonra 1993’te, Pg Art Gallery’yi Bebek’te annem Gülsen Güleşçi ile birlikte kurduk. HELLO!: İnsanlar sanat alanında kendilerini nasıl geliştirebilirler? P. G. Arıkonmaz: Sanatta kendini geliştirmenin en temel iki yolu var; çok okumak ve bol bol sergi gezmek. HELLO!: Geride bıraktığınız 27 yılı değerlendirirseniz nasıl bir yol aldınız? P. G. Arıkonmaz: Bu süreçte pek çok alanda olduğu gibi, Türkiye’de sanat alanında da birçok değişikliğe şahit oldum. 1990’lı ve 2000’li yıllar, sanat üretimlerinde hem teknik ve üslup olarak hem de sözlük tanımlarında yeniliklerin ve kırılmaların yaşandığı dönemlerdi. ‘Eser’ yerine ‘iş’, ‘tablo’ yerine ‘resim’ demeye başladık. Enstalasyon, videoart, küratör gibi kelimelere daha sık rastlar olduk. Galerilerde temsiliyet sistemi başladı, sergiler kavramsal bir çerçeve içine oturtulup sunuluyor. Artık dijital platformlar sayesinde daha geniş kitlelere ulaşabiliyoruz. Sanatın kendini sürekli yenileyen dinamik yapısı, bu yolda heyecanımı kaybetmeden yürümemin başlıca faktörü. 25 yılın ardından geriye dönüp baktığımda çok kıymetli bir geçmişi geride bıraktığımı görüyorum.
Artkolik Sanat ve Eğitim Platformu kurucusu Nazlı Keçili HELLO!: Türkiye’de sanat nasıl bir gelişim ya da ilerleme gösteriyor? N. Keçili: Sanata olan ilgi bugün oldukça büyümüş gibi görünse de maalesef daha gidilecek çok yolumuz var. Şehrimiz İstanbul, özellikle lokasyon itibarıyla fuarlar, bienaller, özel bazı sergilerle dünya sanat noktalarından biri olma yolunda hızlı adımlarla ilerliyor gibi görünse de aslında ülkemizde sanat kavramı henüz algılanmış bile değil. Hem halkımızın sanata olan/olmayan ilgisi hem de devletimizin sanata yatırımlarını yurtdışı sanat şehirleriyle kıyaslayınca çok gerilerde olduğumuzu görüyoruz. Yaşayan/yaşamayan birçok dünya standartlarında önemli sanatçılarımız varken tanıtım zafiyeti sebebiyle hem ülkemizi hem kendilerini dünyaya yeteri kadar tanıtamamışlar ya da tanıtamıyorlar. Devlet desteği çok çok önemli. Hem yurtiçinde hem yurtdışında devletimizin desteği gerekli. Halkımıza sanatın ne olduğunu anlatmalı, yüzyıllardır yaşadığımız bu toprakların sanat, kültür, tarih açısından önemini öğretmeli, sanat eserlerimizi göstermeliyiz. Onun için sanatın eğitimin içinde olması çok önemli bir noktadır. HELLO!: Kendinizi yenilemek, geliştirmek adına nasıl bir yol izliyorsunuz? N. Keçili: Dediğim gibi öğrenmenin sonu yok. Bilgi, sonu gelmeyen bir vaha. Düşünmek, araştırmak farklı alanlarda kendini geliştirmeye yönelmek insanın dünyaya gelme sebebini bulmasına yardımcı oluyor. Dünyayı takip etmek çok önemli. Sanat açısından da sadece fuar, sergi takip ederek değil; edebiyattan tiyatroya, teknolojiden psikolojiye her konuda geliştirmeye çalışıyorum. Hepsi birbiriyle o kadar bağlantılı ki...
‘Begüm Khan’ markasının yaratıcısı Begüm Kıroğlu’nun hikayesi, hediye olarak aradığı kol düğmelerini bulamayıp, kendisi yapmaya karar verdiğinde başlıyor. Bütün ürünler İstanbul’da el yapımı olarak üretilmesine rağmen, markayı ilk olarak 2012’de yaşadığı Şanghay’da lanse etmiş. Osmanlı sanatı koleksiyonu yapan bir aileden gelmenin de etkisiyle tarihten ilham alarak geleceğin antikaları olacak tasarımlar çıkarmaya çalışan Kıroğlu, “Tek bir ilham kaynağım yok. Bir eseri yaratırken, aklımdaki ve geçmişimdeki bir sürü bilgi veya hatıra bir araya gelip bir fikir oluşturuyor. Bugüne kadar yaptığım yolculuklar, özellikle Asya, Osmanlı ve Çin imparatorluk kültürleri, İstanbul ve Şanghay’ın dinamizmleri ve enerjileri... Osmanlı koleksiyoneri ailem ve tabii ki eski dünyanın sanata yaklaşımı da beni etkileyen en kuvvetli kaynaklar” diyor. Genç tasarımcı, lüksün kişiselleşmeye başladığını ve bu yönde gideceğini düşünüyor.
Kol düğmesinden böceklere uzanan yolculuk: Begüm Kıroğlu
Garanti BBVA Kadın Girişimci Yönetici Okulu Bugüne kadar Türkiye’nin dört bir yanında üç bine yakın kadın girişimciye ücretsiz eğitim sağlayan Garanti BBVA’nın Kadın Girişimci Yönetici Okulu, kadın girişimcilerin işlerini büyütmek ve sürdürülebilir kılmak, uluslararası arenada rekabetçi güçlerini artırmak ve girişimci ruhlarını desteklemek amacıyla Boğaziçi Üniversitesi Yaşamboyu Eğitim Merkezi (BÜYEM) işbirliğiyle düzenleniyor. Eğitimler kapsamında Boğaziçi Üniversitesi’nden akademisyenler; işletme, müşteri ilişkileri, yönetim becerileri, finans ve insan kaynakları gibi konularda yaklaşık bir ay boyunca kadın girişimcilerin ihtiyaç duyduğu bilgi birikimine katkı sağlıyorlar. Ücretsiz olan bu eğitimlerin sonrasında katılımcılar, eğitimi başarıyla tamamlamaları durumunda BÜYEM’den sertifika almaya hak kazanıyor. www.garantibbvakadingirisimci. com/yonetici-okulu
İki girişimci ruhtan çıkan Haremlique ve Selamlique Genlerinden gelen girişimcilik ruhunu, tutkuları olan tekstil ve tasarımla birleştirerek önce Haremlique İstanbul (2008) ve sonrasında ise Selamlique İstanbul (2009) markalarını kuran ve bulunduğumuz coğrafyanın kültürünü doğru yorumlamayı ve sürdürülebilir kılmayı hedefleyen Caroline Koç ve Banu Yentür, kültürümüzün unsurlarını çağdaş dokunuşlarla rafine ediyorlar. Moda olmaktan uzak, zaman endişesi içermeyen koleksiyonlar oluşturmak üzere yola çıkmalarına rağmen, yaptıkları detaylı ön çalışmalarla günümüzün tüketici ihtiyaçlarını da analiz ederek karar alıyorlar. Gün geçtikçe kişiselleştirmenin, özel alanlar oluşturmanın öneminin daha da artacağını düşünen iki ortak, çevresel faktörleri göz önünde bulundurarak sürdürülebilirlik çalışmalarının giderek artacağı ve bunun tasarımı daha fazla etkileyeceği görüşünde. İki ortağın yaz için hazırladıkları bir de Haremlique ‘à la mer’ koleksiyonları var. Yine geleneksel ve kültürel izleri rafine bir şekilde yeniden yorumlayarak günümüze taşıyan ürünlerin yer aldığı koleksiyonda; renkli ama sade kaftan, tunik, gömlek elbise ve aksesuarlar bulunuyor.
Caroline Koç ve Banu Yentür, katma değeri olan ve gerçekten Türkiye’de fazla ulaşılamayan güzel ürünler ortaya çıkarmayı hedeflemişler.
97
İlk yazılımcıların kadın olduğunu biliyor muydunuz? Bilgisayarların ilk yıllarında donanım erkeklerin, yazılım ise kadınların sorumluluğundaydı. Dengeli giden bu durum 1980’lerde kişisel bilgisayarların evlere girmeye başlamasıyla erkeklerin lehine bozulmaya başladı. Tüm dünyada kadınları neredeyse sektör dışına iten neden ise oldukça enteresandı. PC’ler erkek çocuk oyunları için tasarlanmış elektronik bir oyuncak olarak piyasaya sürüldü. Bu dönemden sonra kadınların teknolojiye olan ilgisi giderek azaldı. İşte ilk yazılımcılar: Ada Lovelace (1979’da ABD Savunma Bakanlığı’nın uzay çalışmaları) Jean Jennings, Marlyn Wesco, Ruth Lichterman (1946 Pennsylvania Üniversitesi - Eniac) Grace Hopper (1959 ABD Deniz Kuvvetleri - Cobol, Univac Harvard Mark I) Margaret Hamilton (1960 MIT & 1961 Apollo 11 - Assembly, System/360)
‘Fealess Girl’ heykeli, başkan yardımcılığını başarılı Türk kadını Pınar Kip’in yaptığı State Street firması tarafından Wall Street’te boğanın karşısına yerleştirilmiş.
Amerika’daki
3 güçlü Türk kadını Steve Jobs, Apple’ın başkan yardımcılığı için ona iki kez teklif götürdü ama o reddetti: MAGDALENA YEŞİL Silikon Vadisi’nin en önemli girişimcilerinden ve yatırımcılarından biri olan Magdalena Yeşil, 1976 yılında ABD’ye geldiğinde yanında yalnızca iki valizi ve 43 doları vardı. Bugün ise milyarlarca dolar değerinde olan ve bulut temelli bilgisayar teknolojilerinin başını çeken Salesforce’un ilk yatırımcısı ve yönetim kurulu üyesi olarak tanınıyor. Yeşil, Salesforce’un da aralarında olduğu, dünyanın en iyi teknoloji şirketlerinin birçoğunun risk sermayedarı, kurucusu ve girişimcisi. 30’dan fazla şirketin, ilk dönemlerindeki yatırımlarını denetlediği ve yönetim kurullarında yer aldığı U.S. Venture Partners’ın da eski ortağı, internet erişiminin ticarileştirilmesi, e-ticaret altyapısı ve elektronik ödeme konularında faaliyet gösteren ilk şirketlerden üçünün kurucusu: UUnet, CyberCash ve MarketPay. Bir grup kadın risk sermayedarı ve melek girişimciden oluşan Broadway Angels’ı da kuran Magdalena Yeşil’in son start-up’ı olan ve oto finans sektörüne şeffaflık ve güven getirmeyi amaçlayan teknoloji şirketi DriveInformed. Yeşil aynı zamanda, RPX, Smartsheet ve Zuora şirketlerinin yönetim kurullarında yer alıyor. Google’ın ‘İnsansız Araç Projesi’nin yürüten: SEVAL ÖZ Doktor Mehmet Öz’ün kız kardeşi Seval Öz, Silikon Vadisi’ndeki akıllı taşımacılık sistemi Continental Intelligent Transportation Systems (Akıllı Taşımacılık Sistemleri) firmasının CEO’su. MIT’de ekonomi ve siyaset bilimi eğitimi alan Öz, 2014 yılına kadar Google’ın merkezinde yeni teknolojilerden sorumlu isimdi. Google’ın insansız araç projesinde de çalıştı. Öz, “Kadınlar sayısal bilimlerde eğitim almalarına rağmen, iş hayatında kendini göstermede yüzde 14-18’lerde kaldı maalesef. Teknoloji alanına kadınlar daha önceden aktif olarak girmiş olsalardı şimdiye birçok şey farklı olurdu. Araçlar için navigasyon çok uzun yıllar önce keşfedilmiş olurdu mesela. Bu kadar rahatsız edici emniyet kemerleri de olmazdı. Araç içi kullanımı çocuklar için daha uyumlu olurdu. En basitinden kahve konacak bardaklık orta yere konulmazdı. Silikon Vadisi’ne gelmek isteyen kızlara tavsiyem, herhangi bir problemi çözmeyi kafaya koyarak gelmeleri. Cesur olmaları. Burası gerçek hayatın test merkezi. Asla asla demeden çalışan ve kendini kontrol etmeden aklını serbest bırakabilenler başarıyor” diyor. Okul birincisi olduğunda bile babasının “E her okulun bir birincisi var” dediği PINAR KİP: İstanbul doğumlu Pınar Kip, Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) Bilgisayar ve Elektrik Mühendisliği İşletme Bilimleri üzerine çifte lisans yaptıktan sonra Bank of America’da çalışmaya başladı. Harvard’da MBA yaptıktan sonra da Booz&Company’de strateji danışmanı olarak pozisyon aldı. 2011’den beri de 33 bin çalışanıyla çeşitli ülkelerdeki yatırımcılara finansal ürün ve hizmetler sunan, dünyadaki toplam varlığın yüzde 11’ine hizmet veren 200 yıllık bir şirket olan State Street’te Başkan Yardımcısı olarak uluslararası stratejik işlemler departmanını yönetiyor. Bu rolde şirketin strateji, planlama ve yeniden yapılandırma, küreselleştirme yönetimi ve 100 farklı ülke piyasasındaki müşterilerin bankacılık işlemleri gibi alanlardan sorumlu. Aynı zamanda State Street’in Profesyonel Kadınlar Organizasyonu yönetim kurulunda yer alıyor. Diversity Konseyi’nin de kurucu sponsoru. (Kaynak: Para Dergi)
BÖĞÜRTLEN DIKEREK PARA KAZANAN KADIN GIRIŞIMCI Zonguldak’ın Alaplı ilçesinde yaşayan Nilüfer Yazgan, Alaplı’ya bağlı Ahiler Köyü’ndeki iki dönümlük arazisine böğürtlen dikmeye karar vermiş ve Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca başlatılan ‘Meyveciliği Yaygınlaştırma Projesi’ne başvurmuş. Arazisine diktiği böğürtlen fidanlarını, damlama sulama sistemiyle büyüten üç çocuk annesi Yazgan, ilk mahsulünü 2011’de almış. 500 kilogram böğürtlenle başlayan girişimi, daha sonraki yıllarda bir-bir buçuk ton böğürtlene ulaşmış. Ev ekonomisine katkı sağlayıp düzenli olarak gelir elde etmekten büyük mutluluk duyduğunu şöyle dile getiriyor: “Bahçenin bakımını ve toplama işini ailemle yapıyoruz. Mart ayında bakımına başlıyorum. Dibini ayıklayarak gübresini döküyoruz. Sonra budamasını yapıyoruz. Ne kadar güzel budarsak, o kadar verimi artıyor. Alaplı Çayı’ndan su taşıyarak damlama sulama yapıyoruz. Temmuz ayında böğürtlenleri toplayarak pastaneler başta olmak üzere çeşitli yerlere satıyoruz.”
98
UNITED HEART VAKFI KURUCUSU VE ALMANYA’NIN BAŞARILI TÜRK İŞ KADINI
“Hem bir kadın hem de bir yabancı olarak Alman toplumunun içinde varlık göstermek, o görünmez cam duvarları yıkmak pek kolay bir şey değil.”
FOTOĞRAF: ZEYNEL ABİDİN AĞGÜL
SEDEF AYGÜN
HELLO!: Bir kadın olarak hayatı nasıl ele alıyorsunuz, nasıl bir bakış açınız var? Mottonuz, inandıklarınız, ilkeleriniz neler? S. Aygün: Benim hayatı yaşayış ve algılayış biçimimin bir cinsiyeti yok aslında. Kadın ya da erkek ya da transseksüel olarak kategorize etmiyorum. Benim için insan var, iyi insan olmak var, değer yaratan, etrafında değişime önderlik eden insan olmak var. Herkesin de böyle görebilmesi en büyük hayalim. Hayatımız daha kolaylaşır, insanların sadece yetenek ve donanımlarını konuşuyor olurduk. Cinsiyet kriterlerine takılmadan, hayatta iz bırakan, değer yaratan, üreten insanların her daim başımın üzerinde yeri var. Hayata bakış açıma dair bir de şunu söylemek isterim: Fanatizme alerjim var. Her şeyin dozunda, dengeli bir şekilde hissedilmesi, yaşanması gerektiği kanaatindeyim. İş, aşk, başarı, servet, feminizm, aktivizm, aklınıza gelebilecek her şeyin aşırısı beni çok rahatsız ediyor. Özelimde ve yaşantımda buna çok dikkat ediyorum.
99
PARTYKIDS VE D’SHE MARKALARININ KURUCUSU VE MARKA ELÇİSİ
SİTARE KALYONCUOĞLU HELLO!: Geçmişe dönersek, reklamcılık kariyerinizden sonra Partykids’in fikir ve beyin jimnastiği aşamalarında her şey aklınızda net miydi? Nasıl bir hayal kurmuştunuz? Sonrasında marka nasıl olgunlaştı ve gelişti? S. Kalyoncuoğlu: Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirdikten sonra yüksek lisansımı pazarlama üstüne yaptım. Türkiye’ye döner dönmez de reklamcılık sektöründe çalışmaya başladım ve çok farklı alanlarda faaliyet gösteren birçok kurumsal şirketle çalışma imkanı buldum. Çok yönlü düşünmeyi öğrendim, farklı vizyonlar edindim, ama hep aklımda çocuklara yönelik sektörde kurumsal bir iş yapmak vardı. Ve 20 yıl önce çocuk eğlence sektöründe bir ilk olan Partykids’i kurdum. HELLO!: Bir girişimci ve bir kadın olarak sizi başkalarından farklı kılan esas yeteneğiniz hangisiydi? S. Kalyoncuoğlu: Girişimcilik galiba ruhumda var. Çalışmak, üretmek, disiplin olmazsa olmazım. Sosyal sorumluluk konusuna da çok önem veriyorum. Tüm dernek ve vakıflara destek verdiğim gibi, Hayat Paylaşım ve Dayanışma derneğimizin engelli öğrencilere hizmet verecek okulunu da açmak bu yıl nasip oldu. Ayrıca bir UNICEF gönüllüsü olarak iki yıldır yardım müzayedelerinde ve organizasyonlarında görev aldım. Her zaman yaptığım işleri başarabileceğime inandım. Ve çok çalıştım. İnanmak ve disiplinle çalışmak zaten sizi istediğiniz noktaya ulaştırıyor. HELLO!: Şu anda aynı anda farklı pek çok işi aynı anda yapıyorsunuz. Hem kurumsal hem sosyal alanlarda neler yaptığınızı sorsak? S. Kalyoncuoğlu: Aslında Partykids şemsiye bir markadır. Anneyi, kadını, aileyi kapsayan bir events & entertaintment markasıdır. Dolayısıyla bu bünyede çocuk ve kadınlara yönelik birçok sektörde birçok markaya hizmet vermeye başladık. Tanıtımlar, pazarlama faaliyetleri, defileler, organizasyon ve lansmanlar derken son olarak mücevher işi de girdi. Bunun dışında D’she adlı kadınlara yönelik dijital bir tavsiye platformumuz da var. Hep ilkleri ve farklı olanları yapmaya çalıştım, markalaşmaya da büyük önem verdim. Amacım hep güvenilir olmak ve uzun soluklu işler yapmak. Şu anda Partykids, Partykids Events&Entertainment, Parla Fine Jewellery, D’she Style, S’styleistanbul markalarımla çalışma hayatındayım. Bu markalarımın tümü birbirinin sinerjisinden yararlanıyor. Ayrıca bu yıl Almanya’nın bir numaralı vitamin ve mineral markasının kolajen yüzü oldum.
100
Arzu Sabancı
HELLO!: Farklı markalar için farklı tasarımlar hayata geçiriyorsunuz? Tasarımların özgünlüğünü belirleyen kriterler neler oluyor? A. Sabancı: Enerjisi her zaman yüksek ve dünya trendlerine yön veren markalarla çalışıyorum. Tasarımlarımda kendi stilimi yansıtabilmem benim için çok önemli. Markalar elbette farklı segmentlerde yer alıyor ama stilimden izler taşıyan koleksiyonum ile çok geniş kitlelere ulaşabiliyorum. Her markanın kendine özgü bir DNA’sı var. Biraz da ona bağlı kalıp kendimce yorumluyorum. Ama beni tanıyanlar benzerlikler bulabilir. HELLO!: Nereye varmak istiyorsunuz? A. Sabancı: Çalışmayı, üretmeyi seviyorum. Mutlu olduğum, yapmaktan keyif aldığım işleri yapmaya, üretmeye devam edeceğim. HELLO!: Moda alanında kendinizi nasıl geliştiriyorsunuz? A. Sabancı: Modada işin mutfağından gelen, üretimde ve perakende de çalışan biri olarak bu işi bilen, yılların birikimiyle öngörüsü, zevki olan, sezon trendlerini kendince yorumlayan ve en önemlisi de bunlardan çok keyif alan biriyim. Dünya trendlerini takip ediyor, çok sık seyahatlere çıkıyorum. HELLO!: Ruhunuzu ve beyninizi nasıl yeniliyorsunuz? A. Sabancı: Beni en rahatlatan, beynimi boşaltan şey açık havada yürüyüş yapmak. Haftanın 5-6 günü mutlaka sabah yürüyüş yaparak güne başlıyorum. Eskiden de fotoğraf çekmeyi severdim, şimdi de severek devam ediyorum. Tek fark, şimdi bunu sosyal medyada paylaşıyor olmam. Ailemle vakit geçirmeye ve anı yaşamaya özen gösteriyorum. Özellikle electronic dance, house music tarzlarını çok seviyorum, kendi play list’lerimle DJ’lik yapmak en sevdiğim ve ruhumu yenileyen hobilerim arasında yer alıyor.
TOÇEV kurucusu ve ebru sanatçısı Ebru Uygun Pozitif, güçlü, mücadeleci, iyi, yüreğini herkese samimiyetle açan bir kadın...
İtalyan markası Pinko’nun Türkiye temsilcisi olan Arzu Sabancı, Koton için de koleksiyonlar hazırladı. Seyahat etmeyi, fotoğraf çekmeyi ve kendi play list’leriyle DJ’lik yapmayı çok seviyor.
FOTOĞRAF: ZEYNEL ABİDİN AĞGÜL
Modada ve sosyal medyada her an sürprizler yapabilen
HELLO!: Çok gençken TOÇEV’i kurdunuz. Beş çocukla başladı…. O zaman ve şimdi kendinizi nasıl hissediyorsunuz? E. Uygun: Amerika’da ve Türkiye’de aldığım danışmanlık eğitimleri sonucunda birçok kurumda söyleşi toplantılarına katılıyorum. Bazen ‘kadın’, bazen ‘hayalini yaratmak’, bazen ‘STÖ’, bazen de ‘liderlik’ adı altında. Şu anda 24’üncü yıldayız. Hâlâ çocuğun vizyonunun genişlemesi ve çocuğun hayatına değer katabilmek adına çok güzel projelere imza atılıyor. İnanır mısınız her yeni projede ilk projede yaşadığım heyecanı aynen yaşıyorum. Şu anda konuşurken bile heyecanlanıyorum. Çünkü TOÇEV, ebru sanatı ve ‘Benim Yolum’ adı altında yaptığım danışmanlıklar, hayatımdaki en doğru hedeflere, tutkulara ve değerlere uyan en güzel hayallerim. HELLO!: Doğru hedefi bulmak için ne yapmalıyız? E. Uygun: Öncelikle kendimizi iyi tanımalıyız. Kendi arzularımızı ve memnuniyetsizliklerimizi iyi tespit etmeliyiz. Hayat değerlerimizi ve tutkularımızı çok iyi isimlendirmeliyiz. İçsesimizi doğru dinlemeyi başarabilmeliyiz. Önce kendimizi tanımalıyız. Önce kendimizi sevmeliyiz. Bunları başarınca hayattaki duruşun bulunacağına inanıyorum. Hiçbir zaman pişman olmadım. Çünkü tüm yaptıklarım bana ait.
Kars’ın ilk kadın girişimcisi Nuran Özyılmaz
Değişimin hikayesini, “Kars’ta ‘kızını ez, kazını ezme’ diye bir söz vardır. Çok şükür emeğimizle kızı kaza ezdirmedik, kazı da paraya çevirdik. En büyük destekçim ise kızlarım oldu” sözleriyle özetleyen Nuran Özyılmaz, unutulmaya yüz tutmuş yöresel kaz etine yatırım yapmakla kalmadı, şehrin turizminin canlanmasında da büyük rol oynadı. 2008’de Kars Kaz Evi’ni açtıktan sonra Kaz Yetiştiriciliği ve Irkını Devam Ettirme Derneği’ni kurmuş ve derneği adına Birleşmiş Milletler’e sunduğu ‘Sürdürülebilir Kars Kazı’ projesi başarı kazanınca kadınlara eğitimler vermeye, Birleşmiş Milletler ve Turizm Bakanlığı’ndan ödüller almaya başlamış: “Hayalleri gerçekleştirebilmenin yolunu sağlam adımlarla doğru ve sürdürülebilir çalışmaya bağlıyorum.”
“Hane içinde çok fazla yaşanan sosyal tabuları yıktım.” 101
Doğu’dan ilham alan ve Türkiye’den dünyaya açılan Mehry Mu çantalarının yaratıcısı Güneş Mutlu Mavituncalılar
“Ben hayatımın çoğu alanında kalbimin istediği yerlere gidip onun istediği gibi davranmak isterim, yoksa kendimi mutsuz hissederim. Yolda stratejiler yapsam da esnek davranırım, yolumu değiştirdiğim çok olmuştur. Tabii bu, hedeflerim yok anlamına gelmiyor. Tam tersine, çok büyük hedef ve hayallerim var. Derler ya, ‘Yola değil, yolculuğa bakın’ diye. Benimki de öyle bir durum… Ok yaydan çıktığında aslında birçok değişik yoldan hedefe ulaşılabilir.”
Hayali New York’ta kurulan İstanbul doğumlu Misela markasının kurucusu Serra Türker
“Bir markanın sürdürülebilir olması için yüzde 40 mantık, yüzde 30 duygu ve yüzde 30 içsel sezi ile yönetilmesi lazım. Benim için çanta bir kadının dış dünyaya kendini anlatması demek. Misela’yı kurarken hayalimde zamansız tasarımlardan oluşan bir dünya vardı ve bu tasarımların kadınlar için bir klasik olmasını istiyordum. Amacım sezonlara boyun eğmeyen bir marka yaratmaktı. Bugün Misela’nın beğenilmesinde, bir klasik olarak algılanmasının etkisinin çok büyük bir payı olduğunu düşünüyorum.”
Art deco çizgisiyle farklılaşan Melis Göral Jewelry markasının yaratıcısı Melis Göral
“Üretmek her zaman insanın ruhunu besliyor. Bu yüzden yaratıcılığımı kaybetmeden, kendimden ödün vermeden her şeye yetişmeye çalışıyorum ve enerjim olduğu sürece de böyle yapacağım. Çalışıp ürettikçe evime daha mutlu ve daha yüksek enerjiyle dönüyorum. Son yıllarda markalaşma anlamında ismini duyurmayı başaran mücevher markaları hepimiz için birer gurur kaynağı. Bu anlamda daha çok yolumuz var ama ismini uluslararası arenaya taşımayı başaran markalarımız aynı hedefe koşanlara oldukça cesaret veriyor.”
SİREN ERTAN İSTANBUL HAUTE COUTURE ATÖLYESİNİN SAHİBİ
SİREN ERTAN KAYALAR
FOTOĞRAF: LARA SAYILGAN
PANDEMİ ÖNCESİNDE AÇTIĞI WEB SİTESİYLE FARKLI BİR ALANA DAHA KAYDI
102
HELLO: Siren Ertan’ın ağırlık merkezi nedir; girişimcilik mi, yetenek mi, hırs mı, yılmamak mı? S. Ertan: Ailemden bana geçen tüm genetik özelliklere, öğretilere, maddi ve manevi mirasa minnettarım. Benim vazifem bunları korumak ve hep daha ileriye taşımaktı. Bunu başardıysam çok mutluyum. HELLO!: Kendinize baktığınızda ne görüyorsunuz? S. Ertan: Çok şükür “Yaşadım” diyorum. Elimden geldiğince yaşadım. Sıradan olmadan, kul köle olmadan, kendimi her gün geliştirerek, her gün daha iyi bir insan olmaya çalışarak yaşadım. HELLO!: Hedefleriniz neler? S. Ertan: Ben iş hayatımda da hep ileriye bakarım. Çok sever, sahiplenir, günün şartları ne olursa olsun asla pes etmez, daha iyi olmasına çalışırım. Şu an üretim maliyetlerimiz artarken insanların alım gücü azalıyor. Ama bu beni pes ettirir mi? Hayır. Güne odaklanacağız, başka yolu yok.
“Hayatım kimseyle bir yarış değil. Kendimle bile. Gerçekten özgürlük ve özgüven bana yarıyor.”
MEVARİS MARKASININ KURUCUSU VE KREATİF DİREKTÖRÜ, ÜNİVERSİTE ÖĞRETİM GÖREVLİSİ, YAZAR VE ANNE
HELLO!: Kadın eğitimlerinin önemine de her fırsatta dikkat çekiyorsunuz. Bu konuda çalışmalarınız var mı? F. Altınbaş: Toplumsal cinsiyet eşitliğine inanan bir kadın olarak, derslerimde öğrencilerimle ve davet edildiğim platformlarda görüşlerimi paylaşmaya devam ediyorum. Konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarına destek veriyorum. Yaptığım işlerden, ürettiklerimden ekstra övgü almayı sevmiyorum ve her bireyin üretken olması gerektiğini düşünüyorum. Kadın olduğum için, evli olduğum ve çocuklarım olduğu için yaptığım işlerde fazladan övgü almama gerek yok. Toplumda önce bu farkındalığı yaratmak istiyorum. HELLO!: Sivil toplum kuruluşlarında neler yapıyorsunuz? F. Altınbaş: Hayat Paylaşım ve Dayanışma Derneği kuruluş amacı olan, engelli çocukların eğitimi için inşa edilecek ‘Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Okulu’nu tamamlayarak hizmete hazır bir halde Milli Eğitim Bakanlığı’na devretti. Bundan sonra okulun en iyi şekilde hizmet vermesi için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. HELLO!: Mücevherler konusunda ne hissediyorsunuz? F. Altınbaş: Mücevher gibi ruhsal anlamların yüklendiği bir objede, makineleşme bu ruhu çaldı mı? Aslında ben biraz da bunu araştırdım. Bir mücevherin yapım aşaması, haftalar sürmesi, ustaların elinde ince ince işlenmesi, o emek, hiçbir parçanın diğerine benzememesi... Değer katanlar bunlar mıydı? Bir kadın kendisini emek verilmiş bir mücevherle süslediğinde nasıl farklı hisseder? Bunun hala çok değerli olduğuna inanıyorum.
FOTOĞRAF: SERHAT HAYRİ
DOÇ. DR. FATOŞ ALTINBAŞ “HAYATA İZ BIRAKACAK ŞEKİLDE YAŞAMAK GEREK”
İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı projesi
“Kadınların yaşadığı hiçbir sorunu bir diğerinden ayrı görmek, sorunları birbirinden ayrıştırarak çözüm üretmek mümkün değil. Dolayısıyla biz de bu çok boyutlu meselenin çözümü için bütüncül bir yaklaşım gerektiğine inanıyor ve farklı paydaşları dahil eden işbirliklerinin meselenin çözümünde kilit rol oynadığını düşünüyoruz. Bu anlamda Sabancı Vakfı ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu desteği ve TUSİAD işbirliği ile Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu tarafından yürütülen İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı projesinin bir örnek teşkil ettiğini düşünüyoruz. Proje, hem farklı aktörlerin işbirliğini sağlıyor hem de iş dünyasının aile içi şiddetle mücadelede aktif rol alan ve somut çözüm önerileri sunan bir paydaş haline gelmesine öncülük ediyor. Aile içi şiddet gibi çalışılması zor bir alanda iş dünyasının meselenin üzerini örtmeyip cesaretle ele almasını çok önemli buluyorum. Projeye katılan tüm şirketlerin, çalışanlarının eşitliğini temin etmekle kalmayıp toplumsal adalete de önemli bir katkı sunduklarına inanıyorum.” Nevgül Birsel Safkan, Sabancı Vakfı Genel Müdürü
103
MAYIS SAYISI TÜM DİJİTAL PLATFORMLARDA! Tu r kc e l l I Vod afon e I Tur k Tel eko m I Aj ansp ress I Dmag s I Hayal Ort ağ ım I Re a dly P r e s r ea de r I Me di a C a rr i er I Di j it albasın I M ag zt er I İd eal Basın I Bo n d D ij it a l
Tıkla indir!
ELELE’DE HER AY MODA, GÜZELLIK, İLIŞKI, SEKS, TEKNOLOJI, KARIYER, PSIKOLOJI, YEMEK, ŞEHIR HAYATI, ÖZEL RÖPORTAJLAR
www.elele.com.tr facebook.com/eleledergisi
twitter.com/eleledergisi
instagram.com/eleledergisi
Snapchat: EleleDergisi
İNDİRMEK IÇIN TIKLAYIN!
Mayıs sayısı taptaze fikirlerle dolu... BAHAR EVLERİ İÇİN ALIŞVERİŞ ÖNERİLERİ...
YARATICI ÇOCUKLAR DERNEĞİ İLE KIZ ÇOCUKLARINI DA DESTEKLEYEN
“Biz çocukları kız, erkek olarak ayırmaksızın hepsine eşit şartlar sunarak onların çok yönlü gelişimleri için hizmet veriyoruz. Görüyoruz ki tüm yarışmalarımızda hep birlikte ödül alıyorlar.” Demet Sabancı Çetindoğan
“DÜNYA YARATICILIK İLE ŞEKİLLENİYOR”
“Ayrımcılık, eğitimsizlik, bastırılmış cinsellik, sevgisizlik sonucu aile ve toplum içi öfke ve şiddete eğilim artıyor. Eğitim ve farkındalığın artırılması gerekiyor.” Didem Çapa
FOTOĞRAF: NURDAN USTA
DİDEM ÇAPA DEMET SABANCI ÇETİNDOĞAN
104
Defne Nil Gülekim, Demet Sabancı Çetindoğan, Yağmur Nisan Demir, Didem Çapa, Çeyda Orçan, Eda Su Eren, Derin Çokşenim, Dicle Ece Bulut, Sevgi Eda Keskin
ÇEV SANAT BAŞKANI VE ÇEV YÖNETİM KURULU ÜYESİ
BERRİN YOLERİ
FOTOĞRAF: ZEYNEL ABİDİN AĞGÜL
“ÇOCUKLAR KENDİ MUCİZELERİNİ KENDİLERİ YARATTILAR”
HELLO!: ÇEV ile yolunuz nasıl kesişti? B. Yoleri: Çağdaş eğitimin önemine inanan ve Atatürk Cumhuriyeti’nde yetişmiş bir Türk kadını olarak 2009 yılında gönüllü olarak çalışmayı kendim talep ettim. Arkadaşım Dilek Türker’in vasıtasıyla vakıfla tanıştım ve akabinde Kutup Yıldızı Projesi’ni ve Genç Yetenekler Projesi’ni planlayarak hayata geçirdim. HELLO!: Vakfın temel amacı ne? B. Yoleri: Çağdaş Eğitim Vakfı, ulusal eğitim alanında yaşanan sorunlara çözüm üretmek, aklın ve bilimin yol göstericiliğini benimsemiş, insan haklarına saygılı, Cumhuriyet değerlerini özümsemiş nesillerin yetiştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla 1994 yılında kurulmuş. Bu amaçla okullar açmış, ayrıca on binlerce öğrenciye karşılıksız burs vermiş ve vermeye de devam etmekte.
ÇEV Sanat’ın ‘Genç Yetenekler Projesi’ kapsamında eğitimlerine devam eden Cemal Aliyev, Elvin Ganiyev, Iraz Yıldız, Berfin Aksu ve mezunlarından Kenan Tatlıcı, ÇEV Sanat Başkanı Berrin Yoleri’nin organize ettiği resital programıyla son olarak 76. Venedik Film Festivali esnasında San Clemente Palace Kempinski’de alto konserler verdi. 105
1 milyonluk kızkardeşlik ağı London School of Economics mezunu olan ve 2015’te dünya vatandaşı olan Türk kadınlarının global kız kardeşlik çemberi olan TurkishWIN’i kuran Melek Pulatkonak ile Marmara Üniversitesi İletişim mezunu Aslı Caner’in kurduğu BinYAPRAK, iş hayatına atılmaya hazırlanan üniversiteli kadınla, çalışan kadının ilham ve tecrübe paylaştıkları bir dijital kız kardeşlik ağı. Yol arayan, üretmek isteyen, çalışan, kendini zenginleştirmek isteyen kadınlara dijital platformdan mentorluk yapıyor, Türkiye’nin farklı coğrafyalarında etkinlikler düzenliyorlar. Aralarında emekliler, öğrenciler, girişimciler, hatta kadın-erkek eşitliğine inanan, cinsiyet ayrımcılığı konusunda elini taşın altına koyan erkekler var. Melek Pulatkonak, gazeteci Elif Ergu’ya söyle anlatmış bu oluşumu: “Kadınların çalışma hayatına katılımı bir kültür ve sistem problemi. Sistemin bir sürü yeri çalışmıyor. Bir değişiklik yetmiyor. ‘Çalışırsınız ama annelik görevlerini aksatırsanız eve dönersiniz’ gibi yerleşmiş yargılar var. Çocuk sayısı arttıkça iş hayatında kalmak zorlaşıyor. Eşit ebeveynlik olması
kadınların istihdama katılması için çok önemli. Kadınların işe giriş aşamasında rol modellere ihtiyaçları var. Ayrıca üniversiteyi yeni bitirmiş genç kızların hareket alanı çok kısıtlı. İş yaşamına katılımlarını artırmak için üniversitenin eksik verdiği, aileden eksik kalan yerlerin tamamlanması lazım. Avrupa Kalkınma Bankası’na bir öneride bulunduk. ‘Üniversiteden yeni mezun olmuş genç kadınlar için yurt yapın’ dedik. Memleketi dışında büyük şehirde çalışıyorsa ayakları üzerinde durana kadar yurtlarda kalabilirler. Memleketinde de çözüm üretilebilir. Çünkü uzaktan, evden çalışma sistemleri çok gelişti. Uzaktan çalışmada fırsat sağladığınızda sorunlar çözülüyor. Yeni meslekler geliyor. Çalışma modelleri ve yeni meslekler bizim oyunu değiştirmemiz için fırsat.”
En büyük doğal kaynağımız olan ‘kadın’ın potansiyeline ulaşabileceği bir Türkiye hayal ediyoruz.
Alibaba’nın kurucusundan tebrik alan, zoru başarmış bir girişimci: Tülin Akın Çiftçiyi teknoloji ile tanıştırarak tarım sektöründe değişimi başlatan Tabit Akıllı Tarım Teknolojileri AŞ Kurucu Ortağı Tülin Akın’ın sadece bir web sayfası kurmak adına attığı adım bugün, 4.5 milyon çiftçiye dokunuyor. Vodafone Akıllı Köy Projesi ile üretimde yüzde 150’ye varan verim artışı yakalayarak çiftçiler için örnek model sunan Akın, hedefini “Hayatın beni götürdüğü yerin hakkını vermek, insanlar Mars’a gidebildiğinde dünyanın hâlâ yaşanılabilir bir yer olmasına katkıda bulunmak” olarak açıklıyor. Alibaba.com kurucusu Jack Ma ve Belçika Kraliçesi’nden tebrik alan, Bill Gates’in ise okurken el yazısıyla notlar aldığı bir kitabını hediye olarak alan Akın, “Bütün bunlar çok gurur verici, aynı zamanda daha iyisini yapmak için tetikleyici” diyor.
MODA TASARIMCISI DİLEK HANİF
“GÜÇLÜ KADIN DEĞİL, GÜÇLÜ DURUŞU OLAN İNSAN OLMAK ÖNEMLİ” HELLO!: En başta güçlü ve bağımsız bir kadın olmayı önemseyen, disipline ve şeffaflığa derinden inanan, hiç yapılmamışı denemeyi seven birisiniz. Bu bakış açınızda bir değişim yaşadınız mı ya da felsefenize neler eklediniz? D. Hanif: Bu bakış açımda hiçbir değişiklik yaşamadım ve bu niteliklerin her bireyin dikkat etmesi gereken konular olduğunu düşünüyorum. Bu bakış açıma daha rahat olmayı, yaşamın her anından keyif almayı daha önemsemeyi, zevk aldığım şeyleri yapmayı tercih ettiğimi ve ödün vermeden koleksiyonlar tasarlamayı ekleyebilirim. HELLO!: Güçlü kadın tanımı nedir size göre? D. Hanif: Aslında güçlü kadın değil, bence hayatta güçlü duruşu olan insan olmak önemli. Güçlü insan zorluklar karşısında yılmayan, çözüm üretebilen, ha106
yata her zaman pozitif yönden bakabilen, tutkularının peşinden koşmayı başarabilen, maddi ve manevi olarak hayatını en iyi biçimde idame ettirebilen kişidir. Aynı zamanda insan ilişkileri kuvvetli, sağlam dostluklar kurmuş kişiler de manevi açıdan güçlüdür bence. HELLO!: Peki en sevdiğiniz tasarımcılar kimler? Ya da idol tasarımcılarınız var mı? Kimin hayatı sizi etkiledi bu tasarımcılar arasında? D. Hanif: En sevdiğim tasarımcı Coco Chanel’dir. Ben Coco Chanel’i bir moda markası olarak algılamıyorum. Yaşadığı dönem hayattaki güçlü duruşu, erkek egemen bir dönemde, daha moda algısının oluşmadığı dönemde, kadınları korseden çıkarıp pantolon giydiren bir kadın. Kitlelerde davranış değişikliği yaratmak çok önemli, bu sebeple kendisine hayranım.
İNSANLARIN HAYATINA DOKUNAN
FOTOĞRAF: NURDAN USTA
DR. ÖZLEM CANKURTARAN “KADIN OLMAK ŞAHANE BİR ŞEY” HELLO!: Türkiye’de ve dünyada kadınların durumunu, geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin beklentileriniz ya da istekleriniz neler kadınlar adına? Ö. Cankurtaran: Ben kadının doğadaki en güçlü varlık olduğuna inanırım. Her şeyden önce doğurmak gibi muazzam bir özelliğe sahip. Ben kadın doğum stajında doğumdan o kadar etkilendim ve korktum ki anlatamam. Tek kelimeyle büyülendim. Bunu yapabilen neyi başaramaz ki? Ülkemizde de kadınların daha çok hayatın içinde ve kendilerine güvenli olduklarını görüyorum. Elbette elimizin ulaşamadığı, mağdur olan, bunu söyleyemediği için daha çok içine ka-
panan kadınlar da var. Dilerim ki hiç kimse incinmesin; ne kadın, ne erkek. Beş yaşında öfke kontrolü öğrettiğimiz çocuklarımızdan kötülük gelmeyeceğine inanıyorum ben. Eğitimle hem kadınların kendine güveni hem de erkeklerin onlara saygısının daha çok artacağına inanıyorum. HELLO!: ‘Geleceğin Güçlü Kadınları’ olmak için neler önerirsiniz? Ö. Cankurtaran: Geleceğin güçlü kadınları olmak için çok çalışmak gerekli. Asla vazgeçmemek, etrafımızı da hep teşvik etmemiz lazım. Nefes almak yeterli değil; hayatı dolu dolu yaşayan, doldurduğu yerin farkında olan ve hep ileriye bakan kadınlar başaracak bunu.
Acıbadem Sağlık Grubu, Maslak Acıbadem Başhekim Yardımcısı Dr. Özlem Cankurtaran, sadece bir hekim olarak değil, aynı zamanda sosyal sorumluluk bilincinde bir birey olarak da herkese el uzatmaya çalışıyor. Çağdaş ve Bağımsız Yardımlaşma Derneği’nin (ÇABA) altı sene başkanlığını yapmış, şu anda ise yönetim kurulu üyesi ve onursal başkanı.
“Biz kendi hayatımızda kadın erkek eşitliğini sağlamaya çabalıyoruz. Dernek olarak da bunu yapmaya çalışıyoruz. Dernek üyelerimizin birçoğunun şirketlerinde çalışanların yüzde 50’si kadın. Yanındayız Derneği olarak tüm kadın derneklerinin de yanındayız. Ne önündeyiz ne arkalarında. Amacımız bu mücadeleye katkı sağlamak.” Mert Fırat
Evrensel insan hakları anlayışı çerçevesinde, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması amacıyla çalışan Yanındayız Derneği, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve cinsiyete dayalı ayrımcılığa neden olan her türlü engel ve önyargı ile mücadeleye erkeklerin daha çok ve aktif katılımı yoluyla sağlanacak farkındalık ile yasalarda, kurumlarda ve toplum hayatında gereken dönüşüme katkıda bulunmayı hedefliyor. Bu amaç, değerler ve strateji çerçevesinde aktif savunuculuk yaptığı öncelikli konular ise kadına ve çocuğuna yönelik şiddetin sonlandırılması, eğitimde cinsiyet ve fırsat eşitliği, toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığının artırılması, ev emeğinde ortaklık, kadınların karar alma süreçlerine katılımının artırılması ve iş hayatında daha çok kadın istihdamı. www.yanindayiz.org
Özyeğin Üniversitesi’nin geçen sene düzenlediği ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Mücadelesinde Erkeklerin Rolü’ başlıklı panele katılan Mert Fırat, kadın erkek eşitliğini sağlamak adına Yanındayız Derneği’nin yaptığı çalışmalara değindi ve erkeklerin toplumsal cinsiyet mücadelesinde yer almasını önemsediğini belirtti.
FOTOĞRAF: EMRE GÜVEN
Yanındayız Derneği
107
En güçlü kadın CEO’lar
Tasarımlarının ünü Türkiye’yi aşan Kısmet by Milka’nın sahibi, tasarımcı MILKA KARAAĞAÇLI, ilk günden itibaren bir dünya markası olmayı hayal etmiş: “Şaşırtmaya ve yeni projelere
Kadın dostu 30 şirket
Ülkelerin gelişmişlik düzeylerini değerlendirirken ekonomik göstergelerin yanında bazı toplumsal göstergelere de bakmak gerekiyor. Bu göstergeler arasında kadının iş hayatında ne ölçüde yer alabildiği de bulunuyor. Çünkü kadınların işgücüne katılımı, sürdürülebilir kalkınmanın dikkat çeken bir öğesi olarak kabul ediliyor. Dünya Ekonomik Forumu’nda (WEF) açıklanan ‘Küresel Cinsiyet Uçurumu 2020 Raporu’na göre Türkiye’de üst düzey kadın yönetici oranı yüzde 13.4 seviyesinde. Her ne kadar yeterli düzeyde olmasa da son dönemde birçok şirketin tepe noktasında kadın liderleri görebiliyoruz. Hatta bazıları Türkiye’deki başarılarının ardından global arenada da isimlerini duyuruyor. Ekonomist dergisinin ‘En Güçlü 50 Kadın CEO’ araştırmasının bu seneki sonuçlarına göre ilk 10 isim şöyle sıralanıyor:
devam edeceğiz. Zorlu AVM’deki yeni mağazamızın sağladığı deneyim ve olanak bizi heyecanlandırdı.”
HELLO!: Asla durmayan ve sürekli ilerleyen kadınların hikayelerini yansıtarak modern kadının sesi oluyorsunuz. Bu modern kadını bize anlatır mısınız?
M. Karaağaçlı: Aslında artık konumuz modern insan. Tabii ki kadın müşterilerimiz çoğunlukta. Ama hikaye yaratmak, kalıcı olmak, iz bırakma isteği... Bunlar kadın, erkek karşılaştırması yapılmaksızın cinsiyetsiz arzular. Modern kadın da artık toplumda iz bırakmak, ilişkilerinde kendi farkını ortaya koymak isteyen biri. Aynı şey erkekler için de geçerli. Ve biz bu duygulara ilham vermek istiyoruz. Modern kadının da insanın da arayışı bunlar. Hikayem olsun ve onunla ilerleyeyim.
HELLO!: 10 yılı aşan marka serüveninizde neler değişti?
M. Karaağaçlı: 30’lu yaşlarda insan kendini sorgulamaya başlıyor; “Doğru yerde miyim, doğru yere gidiyor muyum” diye. İşte tam o dönemde Kısmet by Milka doğdu. Son 10 yılda siz de farkındasınızdır, çok hızlı bir sosyal değişim yaşıyoruz. Kadın hareketi, sosyal haklar, çoğulcu yaklaşımlar, çevre ile ilgili atılan adımlar... Çok farklı bir gençlik geliyor ki, bu çok heyecan verici. Ben de iki çocuk annesiyim, onları geleceğe hazırlıyorum ve ben de geleceğin bir parçası olmalıyım. Bu yüzden değişime inanıyorum. İyi hisseder, çevrenizle ilginizi koparmaz ve farkındalığınızı yüksek tutarsanız, değişmemek mümkün değil. Geriye dönüp baktığımda görünüyorum ki ben de hep var olana baş kaldırmışım, hep yeniyi aramışım, ilerlemek istemişim ve bu iştahla çalışmışım.
108
Kaynak: Capital Dergisi Araştırması
KADIN GIRIŞIMCILERIN KIŞISEL ÖZELLIKLERI 1. Kadınların genel olarak güçlü bir içgüdüye ya da iç sese sahip oldukları bilinmektedir. 2. Öncülük ettikleri projelerde, ekiplerine pes etmeme ve zorluklarla başa çıkma niteliklerini aktarırlar. 3. Özellikle büyük ölçekli ve karmaşık projelerde, birçok farklı iş akışının ve farklı ekip üyelerinin yönetimini, risk yönetimini, zaman ve bütçe dengesini ayarlayabilirler. 4. Çevreyi dinleme ve anlama, zorlukları ya da riskleri değerlendirme yetenekleri vardır. 5. Kadınların yönettikleri ekipler, kendilerinin önemsendiklerini bilirler ve bu yüzden sadıktırlar. 6. Profesyonel hedeflere ulaşmak için neye ihtiyaçları olduğunu ve ilişkileri nasıl yöneteceklerini bilirler. Hoşgörülü ve esnek olabildikleri gibi, sert de olabilirler.
CINSIYET EŞITSIZLIĞININ EN AZ GÖRÜLDÜĞÜ ÜLKE: İZLANDA Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu’nun 2020 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde 153 ülke arasında 130’uncu sırada yer aldı. Endekste Türkiye; kadınların ekonomiye katılımı ve fırsat eşitliği kategorisinde 136’ncı, işgücüne katılımda 135’inci, aynı işe eşit ücrette 106’ncı, eğitim olanaklarına erişimde 13’üncü, sağlıkta 64’üncü ve siyasi yaşamda temsilde 109’uncu sırada. Endeks, kadınların ekonomiye katılımı, fırsat eşitliği, eğitim olanakları, sağlık ve kadınların siyasal açıdan güçlendirilmesi gibi kriterlere göre hazırlanıyor. Bölgesel sıralamada ise Türkiye; Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki 19 ülke arasında İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Tunus’un ardından beşinci sırada yer alıyor. İzlanda cinsiyet eşitsizliğinin en az görüldüğü ülke olarak bu yıl da birinci sırada.
Dokuz yıl önce Sırmaison markasını kuran ROSELLA KARABACAK VE ŞIRIN YALÇIN, geçtiğimiz senenin sonunda Bebek’teki yeni mağazalarını açmışlardı.
HELLO!: Sırmaison’un hikayesi nasıl başladı? R. Karabacak: Sırmaison hikayemiz sekiz sene önce başladı. Ben annemin güzel sofralarını görerek büyüdüm. O çok meraklıydı, sofra ve sofra aksesuarlarına. Eğitimim otel işletmesi üzerine olduğu için düğün ve davet organizasyonlarını her zaman daha çok sevdim. Dolayısıyla hem eğitimini aldığım hem de sevdiğim bir iş olduğu için bana çok keyifli geldi. Şirin Yalçın: 2012 yılında, Nişantaşı’nda Aralık Derneği’nde faaliyetlere yoğun bir şekilde devam ediyordum. Sırma’nın ilk mağazası o zaman Nişantaşı’ndaydı. Rosella bir gün bana “Sırma mağazasını birlikte genişletelim, birlikte büyütelim” teklifi ile geldi. Mağazaya gittim, zaten mağazanın eski bir müşterisiydim. Evlilik listemin bir kısmını da oradan yapmıştım. Mağazayı biliyordum, tanıyordum. Fakat ziyarete gittiğimde ve farklı bir gözle baktığımda, burasının gerçekten bizimle birlikte büyüyeceğine inandım, güvendim. İyi ki de öyle olmuş. 2012 yılından bugüne birlikte geldik. Şimdi de beşinci mağazamızı açtık ve bundan dolayı çok mutluyuz.
Ahmetçe Köyü’ne Dilara Karabay etkisi Mücevher tasarımcısı Dilara Karabay’ın Kaz Dağları’nın eteğindeki Ahmetçe Köyü’nde açtığı Simurg Inn, Karabay’ın bitmek tükenmek bilmeyen üretme enerjisi ve heyecanıyla işlettiği hayvan dostu bir butik otel. Simurg Inn, Midilli Adası’nı seyreden bir bahçede, yeşil-mavi manzaraya bakan yüksek tavanlı taş bir binanın içinde arınma ve yenilenme peşinde olanları kucaklıyor. Mumlar, lavantalar, anka kuşu işlemeler, kitaplar, antikalar ve organik ürünler, otelin bu kadar sevilmesinin nedenlerinden bazıları. “Hem zeytinyağı hem de doğa, özellikle tohum beni en çok heyecanlandıran konular. Yeni muhteşem bir mahsul aldık. Kendi zeytin ve zeytinyağımızı üretiyoruz. Ayrıca, Simurg Inn’in ana binasına bir yeni oda ekleyip mutfağı büyüttük. Bahçeye de müstakil üç yeni misafir evi yaptık. Taş ve ahşap birlikteliğinde her biri ayrı dekorasyona sahip. Şu sıralar onların heyecanı var. Köyün sahil tarafında SimurgSea’yi açtık, ayrıca kendi mücevher işimle ilgili harika bir proje büyütüyorum”, diyen girişimci Karabay’ın otel ve evinin bulunduğu alanda sokaktan kurtarılmış altı köpeği, iki kedisi ve tavuskuşu, sülün ve paçalı tavuk gibi farklı türlerden oluşan geniş bir kuş klanı var.
Dilara Karabay bu sene de köyün hemen altındaki sahilde SimurgSea plajını hizmete soktu.
109
110
EZBER BOZAN YILDIZ TOZU
MICHELLE OBAMA “Dünyayı olduğu gibi görüp, olması gerektiği gibi bir yer yapmak” hayaliyle yola çıktılar, iki kez dünyanın en güçlü koltuğuna birlikte oturdular. ‘Power couple’ kavramının her anlamda içini dolduran Michelle - Barack Obama çiftinin karşı konulmaz çekiciliğinin formülü belli: Büyük hayaller, şeffaflık, samimiyet ve ulaşılabilirlik. Bir de çokça gülümseme. HAZIRLAYAN: AFİFE SELEN SELÇUK
O
, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk siyahi ‘first lady’si. Buna rağmen ondan bahsedilirken bu özelliği nadiren vurgulanıyor. Dünyada insanların birbirine bakarken karşıdakinin ten renginden önce nasıl bir insan olduğunu görmeleri adına büyük bir umut Michelle Obama. Çünkü ona bakanlar siyahi bir kadından önce stil sahibi, ulaşılabilir, açık yürekli, samimi, şeffaf ve sıcacık bir kadın; ailesine, köklerine derinden bağlı bir anne ve çok zeki, çalışkan, ayakları yere basan ve insanlara nasıl hitap edeceğini bilen bir lider görüyor. Beyaz Saray’ın hâlâ ışıldayan altın yılıdızı, efsanevi first lady Eleanor Roosevelt ile karşılaştıranlar, onu sahneye davet ederken ‘eski’ demek yerine ‘Forever First Lady’ (Daimi First Lady) titriyle takdim edenler… Kısaca ABD’de Michelle Obama fırtınası sönecek gibi değil. Neden bu kadar çok sevildiğini ise biyografi yazarı Peter Slevin tek kelimeyle açıklıyor: Samimiyet. Eşi Barack Obama, 2017 yılındaki veda konuşmasının sonunda eşine dönüp “Michelle LaVaughn Robinson, güney yakasının kızı. Beyaz Saray’ı herkese ait bir yer haline getirdin” diyerek teşekkür ettiğinde durumu bir çırpıda özetlemişti aslında.
KÖKLER, AİLE BAĞLARI VE GÜVEN Chicago’da işçi sınıfının ve çoğunlukla siyahi toplumun yaşadığı güney yakasında 1964’te, maddi olanakları kısıtlı bir aileye doğdu. İsmi Fransızca olan tüm siyah Amerikalılar gibi, onun da kökleri Kuzey Amerika’nın güneyine, dolayısıyla köleliğe dayanıyor. Su İşleri İdaresi’nde işçi olan babasının aynı zamanda MS hastalığı ile mücadelesi, çocukluğu sırasında onu derinden etkiledi. Ev hanımı olan annesi, üst katta yaşayan teyzesi ve büyük annelerden oluşan kalabalık bir kadın nüfusu içinde sorumluluk sahibi, ailesine düşkün, disiplinli, saygılı, çok iyi bir öğrenci olarak yetişti. Sadece 21 ay büyük ağabeyinin Princeton Üniversitesi’ne girmesinden etkilenip burayı hedefleyen Michelle, lise öğretmenlerinden sık sık ‘çok yüksek hayaller kurmaması’ yolunda ihtar almasına rağmen okul ikincisi olarak mezun olup Princeton Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ne başladı. Dört yıl üst üste onur listesine girdi ancak hem ırk hem de sosyal statü açısından kampüs yaşantısına adapte olmakta zorlandı. Üniversite hayatı boyunca bir de cinsiyet eşitsizliğine maruz kaldığını sık sık dile getiren Obama, “İnsanlar bir konuda be-
111
Ülkenin en iyi avukatlık bürolarından birinde, henüz kariyerlerinin başında tanışan Michelle - Barack Obama çifti, ilk randevularına 1989 yılı yazında çıkmışlar. 1992’de evlenen Obama’lar, çizdikleri aşk dolu çift imajı ile de kalpleri fethettiler.
“Babamdan çok çalışmayı, çok gülmeyi ve sözümün eri olmayı öğrendim. Ne mutlu ki, bugün kendi aileme baktığımda Barack’ın da kızlarımıza aynı değerleri öğrettiğine şahit oluyorum.” Michelle Obama nim ne düşündüğümden çok ağabeyimin ne söyleyeceğiyle ilgileniyorlardı” diye anlatıyor. Yüksek lisans için Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdiğinde ise işler biraz değişti. Aslında değişen, çevre değil, Michelle’in kendisiydi. Harvard’da çok daha kendine güvenli, yeteneklerinin ve kendisinin farkında bir genç kadın haline geldi. Artık hem kadın hem siyahi hem de zeki olunabileceğine inancı tamdı. Yüksek lisans eğitimi süresince ev sahibiyle mahkemelik olan düşük gelirli ailelerin davalarında çalıştı. 1988’deki mezuniyetinden sonra girdiği hukuk bürosundaki bir yılın ar-
112
dından, yaz stajı için gelen avukat adayına işi öğretme görevi verilen Michelle, şirkette kendisinden sonra ikinci siyahi çalışan olan Barack Obama adlı bu öğrenciye yardım etmeyi kabul etti. İşte birlikte yenen öğle yemeklerinin ardından Barack, Michelle’i ‘dışarı’ davet etti. Michelle cevaben “Şimdi böyle şeylere gerek yok” gibi bir laf etti. 25 yaşında fazlasıyla ciddi ve işine odaklanmaya niyetli bu genç hanımı kandırmak pek kolay değildi. Ama 28 yaşındaki genç adam da hedefine kilitlenmişti. Ne yapıp edip tek bir randevu kopardı. Nereye gittiler dersiniz?
DONDURMA TADINDA ÖPÜCÜK 1989 yılının yazı. Atmosferi hayal edin. Konu ettiğimiz kadın ve erkek şimdinin ‘power couple’larından biri. Ama o tarihte sadece birbirine aşık iki genç onlar. Hayalleri pek o kadar da büyük değil. Hali hazırda yaşadıkları ülkede siyahi vatandaşlardan beklenenin üstünde performans gösterip ayrıcalıklı konumuna yükselmişler, ülkenin en iyi avukatlık bürolarından birinde çalışıyorlar. Sonraki yıllarda Michelle’in üzerine basa basa söyleyeceği gibi, sahip oldukları her şeyi aldıkları eğitime borçlular. Ancak kendileri kadar şanslı olmayan
ABD valileri için Beyaz Saray’da düzenlenen özel bir gecede. 22 Şubat 2009.
113
“Michelle Obama’ya direkt bir soru sorarsanız, direkt bir cevap alacağınızı bilirsiniz. Bunca insanın onu böylesine sevmesinin sebebi bu.” Peter Slevin, Yazar.
Michelle Obama, Toronto’da kitabı ‘Becoming’in tanıtım turunda. 4 Mayıs 2019.
114
insanlara yardım etmek konusunda her ikisi de çok ciddi. Barack anlatıyor: “Hukuk fakültesinin birinci sınıfını bitirdiğim 1989 yazında bir işe girdim. Bundan bir yıl öncesine kadar Chicago’nun en fakir bölgelerindeki insanlara yardım amaçlı bir organizasyon kuruluşunda çalışıyordum. O yüzden bu büyük ve havalı firmaya girmeye çekindim. Ama önerdikleri üç aylık maaş çok iyiydi ve bir öğrenci olarak paraya ihtiyacım vardı. Michelle de orada çalışıyordu, şansa bakın ki, bana işi öğretmekle görevlendirildi. Onu ilk gördüğümde ne kadar uzun boylu ve güzel olduğunu düşünüp olduğum yere çakılı kalmıştım.” Michelle anlatıyor: “Şirketteki sekreterler ‘iş görüşmesine gelen şu yeni çocuk’tan sürekli bahsediyorlardı. Zeki olduğu kadar tatlı olduğu konuşuluyordu. Bense bu konuda biraz şüpheciydim. Bana göre yarı akıllı olsa da takım elbise giyen her siyahi adam, beyaz kadınları çılgına çeviriyordu. O yüzden bu tantanayı hak ettiğine pek emin değildim. Etrafta oluşturduğu bu esintiye gıcık olsam da onu daha tanımadan insanları etkisi altına alan kendine güveni ve herkesin yere göğe sığdıramadığı samimi tavırlarından etkilenmiştim.” Barack anlatıyor: “Tanıştıktan hemen sonraki birkaç hafta boyunca işte her gün görüştük. Hatta nezaket gösterip beni bir iki partiye bile götürdü ve hiçbir şekilde birbirine uyumsuz kıyafetlerim hakkında yorum yapmadı. Ona çıkma teklif ettim, reddetti. Yeniden sordum, yeniden reddetti. Sormaya devam ettim, reddetmeye devam etti.” Michelle anlatıyor: “Ondan etkilenmeme rağmen onunla iş dışında görüşmeyi bir kere bile düşünmedim. Öncelikle onun üstü konumun-
Hindistan Başbakanı Manmohan Singh ve eşi Gursharan Kaur ile Beyaz Saray’da. 24 Kasım 2009.
Meksika Başkanı’nın eşi Margarita Zavala ile Beyaz Saray’da. 19 Mayıs 2010. daydım. Bu, etik olarak hoş değildi. Zaten o sırada işe odaklanmak istiyordum ve bir ilişki çok fazla vakit ve emek istediği için kimseyle görüşmeyi düşünmüyordum.” Barack anlatıyor: “Bana ‘Ben senin üstünüm, işyerinde böyle bir şey uygun olmaz’, dedi. ‘Peki’ dedim, ‘O zaman ben de işi bırakırım’. Bunun üzerine insafa geldi.” İnsanların neye ihtiyacı olduğunu şıp diye anlayan biri olarak bilinen Barack Obama, doğanın kendisine armağan ettiği bu yeteneğini elbette ilk randevusunda elde etmek istediği kadını etkilemek için kullanacaktı. Onu ilk randevuda nereye mi götürdü? Tabii ki, ne kadar iyi, sorumluluk sahi-
Kraliçe II. Elizabeth ve Edinburg Dükü Prens Philip ile Londra’daki Winfield House’da. 25 Mayıs 2011.
Başkan Barack Obama ve Michelle Obama, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Xi Jinping ve Madame Peng Liyuan ile Beyaz Saray’da. 25 Eylül 2015. bi, çalışkan, başka insanları önemseyen bir kişi olduğunu göstermek için Michelle’i, aktif olarak çalıştığı yardım kuruluşunun bir etkinliğine götürdü ve fikir işe yaradı. Çok fakir ve eğitimden yoksun insanlarla, suç işlemeye meyilli gençlerle bir kardeş, çocuklarla ağabey olarak konuşup nasıl fark yarattığını gördüğünde Michelle’in yelkenleri tam anlamıyla suya indi. Önce bir dondurma, ardından bir Spike Lee filmi, yıllara meydan okuyacak güçlü bir bağın ilk adımları oldu. Barack anlatıyor: “Ona çikolatalı dondurma aldım. Sonra onu öptüm. Öpücük, çikolatalı dondurma tadındaydı.”
MUTLU SON VE DÖNÜM NOKTALARI Barack’ın okuldan mezun olduğu 1991’de nişanlanıp, Ekim 1992’de evlendiler. Ancak peri masalı gibi duran bu hikayenin geri planında kayıplar da yaşanıyordu. Barack ona evlenme teklif etmeden dört ay önce Michelle babasını MS hastalığından, hemen ardından en yakın kız arkadaşını kanserden kaybetti. Bu durum kendisini ve yaptığı işi; toplumsal açıdan ne kadar yararlı bir birey olduğunu sorgulamasına yol açtı. 1993 yılında avukatlık lisansını askıya aldı, kendisini sosyal sorumluluk projelerine adadı. Bununla bir-
115
Kadın hakları, cinsiyet eşitliği, kız çocuklarının eğitimi gibi alanlarda yoğun çalışmalar yürüten Michelle Obama, sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenme konularında da topluma örnek teşkil etmeye devam ediyor. likte eşinin kariyeri uçuşa geçmişti. Barack, 1996’da Illinois eyalet senatosuna, 2004’te ise başkanlık yarışına girdi, ABD’nin ilk siyahi başkanı olarak tarihe geçti. Bu arada iki kız çocuğu sahibi olan çift, aile yaşantısını her zaman ön plana koydu. Michelle başlangıçta eşinin politikaya girmesini, kariyerini bu yönde ilerletmesini hiç istememiş, hatta başkanlık seçimi kampanyası sırasında eşinin sadece haftada bir gün şehir dışında kalmasını, sadece iki gün kampanyayla ilgilenmesini, o iki günün sonunda kızları için mutlaka evde olmasını şart koşmuştu. Barack başkan seçildikten sonra da aile Chicago’daki mütevazı evde yaşamaya devam etti. Bu süreçte Michelle, özellikle okullarda ırk, kültür, cinsiyet eşitliğiyle ilgili çalışmalarına ağırlık verdi. İYİ ADAM, SABIRLI KADIN “Şüphesiz, hayatımı Michelle ile birlikte geçirmek daha iyi bir adam olmamı sağladı. Michelle’in ise benimle geçirdiği yıllarda daha iyi bir kadın olduğunu söylemek yanlış olur. Buna ihtiyacı yok ama kesinlikle daha sabırlı birine dönüştüğünü söyleyebilirim” diyor Barack Obama. Ancak Barack ile tanışmadan önce aşırı ciddi, sahip olduğu sorumlulukları abartan ve biraz sıkıcı bir karakter çizen Michelle’in yıllar içinde sabırdan çok daha fazlasını kazandığını görüyoruz. Her ne kadar başlangıçta eşinin politik kariyerini ailesine zarar vereceği korkusuyla onaylamasa da oyunun içine girdikçe kendine güveni gelen Michelle, insanlarla iletişim kurup olumlu dönüşler aldıkça daha da parladı. Yıldızı parladıkça insanla-
Julia Roberts ile Vietnamlı öğrencileri ziyareti. 9 Aralık 2019.
116
ra daha fazla ulaşıp daha çok yardım edebildiğini fark ettiğinde ise babasının ona öğrettiği değerleri eski çekmecelerden çıkarıp karakterinin öncü özellikleri haline getirdi: Çok çalış, çok gülümse, sözünün eri ol! Bu motto, ona pasif ‘first lady’ rolünden çok daha fazlasını; hiç beklemediği bir popülarite, sevgi seli ve milyonların hayranlığını getirdi. Barack Obama, 2007’de ikinci kez başkanlığa adaylığını koyduğunda bu kez karşı çıkmak yerine aktif olarak kampanyalarda insanlarla buluştu. Kendi konuşmalarını kendisi yazdı, hatta çoğu konuşmasını elinde notlar olmadan yaptı. Ne kadar iyi bir hatip olduğunu kendine de kanıtlamak ister gibiydi. Sonuç olarak 2008 seçimlerinde Amerikan halkı ikinci kez sandığa gittiğinde sadece Barack’ı değil, Michelle’i de seçti. Birçok konuda eleştiri yağmuruna da tutuldu, sekiz yıl süren Beyaz Saray macerası sırasında pek çok kez ırkçı ifadelerle savaşmak zorunda da kaldı. Buna rağmen sükunetini korumayı başaran Michelle, 2018 yılında çıkardığı ve dünya çapında 11 milyon satan otobiyografi kitabında eşinin başkanlığı süresince yaşadığı üzücü olayları, her zamanki insancıl bakış açısıyla detaylı şekilde anlatıyor. YENİ BAŞKAN KİM? Michelle’i kendinden önceki first lady’lerden ayıran en önemli özellik, eşi başkanlık yarışına girmeden önce de kendini sosyal yardıma adamış, bu konuda profesyonelleşmiş bir birey olması ve bunu eşinin başkanlığı süresince çok başarılı bir
şekilde devam ettirmesi. Onu bu açıdan Prenses Diana’ya benzetenler haksız değiller. Özellikle kadın hakları, cinsiyet eşitliği, kız çocuklarının eğitimi konularında yoğun ve efektif çalışmaları olan Michelle, aynı zamanda Amerika’nın en önemli sağlık problemlerinden biri olan obeziteye savaş açarak sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenme konularında örnek teşkil ediyor. Ülkesinde eski başkan olan eşinden daha fazla sevilen bir insan olarak 2020 seçimlerine adaylığını koyup koymayacağı sürekli tartışılan Michelle Obama, şimdilik eski başkan yardımcısı, Obama’ların uzun yıllardır aile dostu olan Joe Biden’ın başkanlık kampanyasına destek vermekle yetiniyor. Bunun dışında sık sık dile getirdiği üzere; iki kızına iyi bir rol modeli olmaktan başka bir hedefi yok. “Ben küçük bir kızken, büyüyünce Michelle Obama gibi bir kadın olmayı isterdim.” Hayır, bu sözün sahibi, Oprah Winfrey ya da başka bir ünlü kişilik değil. Bizzat Michelle’in annesi Marianne Shields Robinson. Kızına bakıp “Onun gibi olmak isterdim” diyebilen kaç tane anne var? Cümlenin esprili yapısı, altındaki ince zeka, bildiğimiz Michelle Obama pırıltısının, ezber bozan yıldız tozunun asıl kaynağını işaret eder nitelikte. Eşinin başkanlık dönemi bitmiş olmasına rağmen hâlâ Amerikan halkının yüzde 65’inin baş tacı ettiği, teninin renginden bağımsız, kitleleri peşinden sürükleyen Michelle Obama’nın önünde daha uzun bir yol var. Kim bilir, belki onu bir gün ABD’nin ilk kadın başkanı olarak da görürüz.
Michelle Obama öğrencilerle White House Kitchen Garden’da tatlı patates hasadında. 6 Ekim 2016.
First Lady Michelle Obama, ünlü oyuncu Julia Roberts ile Vietnamlı kız öğrencilerin eğitimine destek olmak için onları Aralık 2019’da Long An bölgesinde ziyaret etmişti.
“Michelle LaVaughn Robinson, güney yakasının kızı. Beyaz Saray’ı herkese ait bir yer haline getirdin.” Barack Obama, Başkanlığa Veda Konuşması, 2017. 117
Prenses Diana, tüm dünyanın hafızasında, tıpkı bu fotoğrafta olduğu gibi masum, biraz da mahçup ve utangaç ifadesiyle kaldı. Onu bu kadar sevdiren belki de yıllarca değişmeyen bu masum ifadesiydi.
118
İYİLİK GÜCÜNÜN SEMBOLÜ BİR KADIN
PRENSES DIANA
“BENİ KALBİM YÖNLENDİRİYOR, AKLIM DEĞİL” SİZCE GÜÇ NEDİR? PRENSES DIANA’NIN ÖLÜMÜNÜN ÜSTÜNDEN 23 YIL GEÇMESİNE RAĞMEN HALEN YARATTIĞI ETKİYİ GÖRDÜKTEN SONRA, BİR KEZ DAHA ANLIYORUZ Kİ; EN BÜYÜK GÜÇ SEVGİDİR. BASININ ONA İLGİSİNİ, İÇİNDE BULUNDUĞU YARDIM KURULUŞLARINA ÇEVİRMEYİ HEDEFLEYEN VE BUNU BAŞARAN GALLER PRENSESİ DIANA, YAPTIĞI İYİLİKLERLE, BENZERSIZ STİLİYLE, ZARAFETİYLE VE IŞILDAYAN GÜLÜMSEMESİYLE HALEN KALPLERIN PRENSESİ. HAZIRLAYAN: SİNEM KIN
özlerinizi kapatıp Prenses Diana’nın G aklınızda yer eden beş fotoğrafını düşünün. (Düğün fotoğrafları hariç.) En az
iki tanesinde ellerinde çiçekler, ya çocukların ya da hastaların yanında güzel bir kadın canlanacaktır hafızanızda. Yüzün-
de mağrur bir ifade. Bir zamanlar sarf ettiği, “Ben insanların kalplerinin prensesi olmak istiyorum” sözlerinin hiç de abartılı olmadığının siz de farkındasınızdır. Ve başka bir röportajında da “Çağımızın en büyük hastalığı, sevgisizlik” diyor. Onun
sahip olduğu en büyük güç de kuşkusuz buydu, sevgi. Ve o sevgiyi ihtiyacı olanlara vermek... Hikayenin en başından başlayalım, yani 29 Temmuz 1981’de Galler Prensi Charles ile yaptığı evlilik sonucu
Prenses Diana her zaman yüzünde güzel bir gülümsemeyle selamladı halkı ve sevenlerini. Ellerinde çiçek olmadığı pek görülmedi. Hayatında yaşadığı onca iniş çıkışlara rağmen bunu hiç belli etmedi. Hep gülümsedi Diana... Onun bir zamanlar, ‘‘Ben insanların kalplerinin prensesi olmak istiyorum’’ sözlerinin ne kadar doğru olduğunu ve söylediği zaman ne kadar samimi olduğunu bugün yeniden anlıyoruz. Diana, Buckingham Sarayı’nın prensesinden ziyade, onu sevenlerin kalbinde taht kurdu, kalplerin prensesi oldu ve bu sevgi halen hiç azalmadan devam ediyor.
119
1 Temmuz 1961’de ailesinin yaşadığı Althorp Malikanesi’nde dünyaya gelen Lady Diana Spencer, soldaki fotoğrafta sekiz yaşında. Diana, Prens Charles ile 29 Temmuz 1981’de evlenmiş ve hayatı o gün değişmişti.
Evliliklerinin ilk yıllarında mutluluk dolu fotoğraflar sergileyen Prenses Diana ve Prens Charles cephesinde aslında durum pek de göründüğü gibi değildi...
Prenses Diana ve Prens Charles’ın evliliğini en iyi anlatan fotoğraflardan biri. Evlendikleri günden itibaren aslında farklı hayatlar yaşayan bir çift... Prens Charles söylenenlere göre hayatı boyunca Cornwall Düşesi, şimdiki eşi Camilla Parker Bowles’u sevdi. 120
Prenses Diana’nın edindiği görev ve sorumluluklar... İngiliz Kraliyet Ailesi’nin ülke yönetimindeki yeri sembolik; neredeyse asıl işleri hayır dernekleri ve yardım kuruluşları için çalışmak. Bu organizasyonlar özellikle İngiliz Uluslar Topluluğu’nun dahil olduğu tüm ülkeleri kapsadığı için Galler Prensi ile evlendiği günden itibaren Prenses Diana’nın yardımseverlik görevleri resmi olarak başlamıştı. Ama o, bunlardan fazlasıydı. İnsanlara yardım etmeyi bir görevden çok mutluluk kaynağı olarak gördü. 1981’den vefat ettiği 1997’ye kadar 100’den fazla yardım etkinliğinde aktif rol oynayarak kırılması çok güç bir rekora imza attı. Aralarında Londra’da hasta çocuklar için kurulan Great Ormond Street Hospital ve özellikle kanser konusunda uzman olan The Royal Marsden Hospital’ın da bulunduğu pek çok hastanenin yönetiminde yer aldı. Evsizler için çalışan Centrepoint, The National Aids Trust ve The Leprosy Mission’un yöneticisiydi. Nerede ihtiyacı olan birisi varsa Diana oradaydı. Kuzey Amerika, Angola, Avustralya, Bosna, Mısır ve pek çok Avrupa ülkesini ziyaret etti. Ama onu diğer kraliyet üyelerinden ayıran özelliği, tanıştığı herkesin sorununa aynı sıcaklık ve ilgiyle yaklaşmasıydı. Sadece o ortamda olmak zorunda olduğu için orada değildi. Yürekten istiyordu.
Prenses Diana henüz genç bir kızken babası Earl Spencer’a şöyle demiş: “Bir gün halkın gözü önünde olan biriyle evleneceğimi biliyorum.” Diana ve Charles, 1981’de Royal Opera House’da Monako Prensesi Grace Kelly ile...
HERKESE KENDİNİ ÖZEL HİSSETTİR Hayır işleri için ayırdığı geniş zamanda saatlerce insanları dinlemekten hiç sıkılmadı. Herkese kendisini özel hissettirmek gibi harika bir yeteneği olduğunu da unutmamak lazım. Özellikle gençler konusunda çalışırken, bu özelliği gençlerin onu sevip ciddiye almasını sağladı. İşte bu yüzden 1984’te, imkanı olmayan gençleri topluma kazandırmayı hedefleyen Barnardo’nun (1886’da Dr. Thomas John Barnado’nun çocuklar için kurduğu dernek) başkanlığına getirildi. Aynı zamanda, ağır hastalarla empati kurma konusunda da tam bir uzman olan Prenses Diana, özel olarak hastanelerde ağır hastaları ziyaret ediyordu. Londra’daki Royal Brompton Hospital’daki ziyaretlerini bir röportajında şöyle anlatmıştı: “En az haftada üç kez, günde en az dört saatimi hastaların ellerini tutup onlarla konuşarak geçiriyorum. Kimisi yaşayacak, kimisi çok yakında ölecek ama oraÜnlü tenor Luciano Pavarotti, Diana’nın yakın dostlarından biriydi.
Prenses Diana sanatçılarla olan dostluğuyla biliniyordu. 1985’te dönemin Amerikan Başkanı Ronald Reagan’ın Beyaz Saray’da düzenlediğini bir resepsiyonda John Travolta ile böyle dans etmişti...
121
Düşüncelerini söylemekten korkmayan bu kadın, kısa sürede dünya basınının ilgisini daha da çok çeker oldu.
“OĞULLARIM İÇİN YAŞIYORUM”
Diana çocuklarıyla vakit geçirmekten büyük keyif alırdı. Bir röportajında, “Onlar benim her şeyim: Onlar için yaşıyorum” demişti.
Fotoğrafta üç yaşında olan Prens William, annesi için şöyle diyor: “Bana verdiği pozitiflik ve kuvvetle, biliyorum ki hayatta karşılaşabileceğim her güçlükle yüzleşebilirim.”
122
Diana, Prens William ve Harry doğduğu andan itibaren onlara tutkuyla bağlanmıştı; aynı şekilde çocuklar da Diana’ya... Oğulları ve Diana arasındaki bağ o kadar güçlüydü ki William, annesinin cenazesinde yine ondan aldığı güçle ayakta durabildiğini söylemişti. William, Westminster Abbey Kilisesi’ne doğru tabutunun arkasında yürüdüğü zamanı hatırlayarak, “Yaptığım en zor şeylerden biri o yürüyüştü. Bizi oraya götürmek için yanı başımızda, onun da bizimle yürüdüğünü hissetmiştim” diye anlatıyor.
Prens Harry, temmuzda yayımlanan ‘Diana, Our Mother: Her Life and Legacy’ belgeselinde annesinden şöyle bahsediyor: ‘‘Bana söylediği şeylerden biri: ‘İstediğin kadar yaramazlık yapabilirsin ama sakın yakalanma.’ O, en yaramaz, en afacan annelerden biriydi. Futbol oynarken bizi izlemeye gelir ve çoraplarımızın içine gizlice şeker koyardı.”
da bulundukları sürece sevildiklerini hissetmeye ihtiyaçları var. Ben de yanlarında olmaya çalışıyorum.” Bu amaçla Şubat 1992’de Hindistan’ın Kalküta şehrinde bulunan Mother Teresa’s Hospice for the Sick and Dying’de ölmek üzere olan 50 hastayla teker teker ilgilenmesi bugün hâlâ minnetle hatırlanan sahnelerden. O zamandan sonra Rahibe Teresa ile Roma’da, Londra’da ve New York’ta defalarca bir araya geldi; tüm desteğini sundu. Halkın gözündeki yerinin ne kadar özel olduğunu bilen Prenses Diana, bir süre sonra çalışmalarını güncel konulara ve insanların çeşitli alanlarda bilinçlendirilmesine yoğunlaştırdı. Mesela o dönemde toplumdan dışlanan HIV ve cüzzam hastalarıyla bir araya gelip, insanların aklındaki “Bu insanlar tehlikelidir” fikrinin azalmasına önemli bir katkı sağladı. Her ne kadar HIV konusunda da basit ve bilgi verici açıklamalar yapsa da hiçbiri, kucağına aldığı bir AIDS’li çocukla çektirdiği fotoğraf kadar etkili değildi. “HIV insanları bildiğiniz anlamda tehlikeli hale getirmez; ellerini sıkabilir, onlara sarılabilirsiniz. Buna gerçekten ihtiyaçları var” derken HIV hastalarına sarılıp kraliyet ailesinin geleneksel davranışlarına da bir başkaldırıda bulunuyordu. Düşüncelerini söylemekten korkmayan bu kadın, kısa sürede dünya basınının ilgisini daha da çok çeker oldu. Prenses’in Ocak 1997’de Angola’da bir mayınlı tarlada çekilen fotoğrafı sayesinde kara mayınları gündeme oturdu. Onun kişisel desteği İngiltere’nin ve diğer ülkelerin, kara mayınlarının temizlenmesine ilişkin Ottowa Anlaşması’nı imzalamalarını kolaylaştırdı. Yıllar sonra 1998 yılında Robin Cook, kara mayınlarının faturasını İngiliz Parlamentosu’nda ikinci kez okuduğunda Prenses Diana’yı saygıyla andı. Medya her ne kadar onu, taş gibi güçlü ve pozitif enerji yüklü gibi gösterse de; yardım etkinliklerinin birçoğu bittiğinde duygusal olarak çok etkilendiği bir gerçekti. Kolay değil, 16 yılda 110 ayrı etkinlik. Bunlar arasında İngiliz Kızılhaç’ı, İngiliz İşitme Engelliler Derneği (Bu arada işitme engellilerle konuşabilmek için işaret dilini de öğrenmişti), Centrepoint (evsizler derneği), National Aids Trust, Royal Marsden ve Great Ormond Street hastaneleri en önemlileriydi. KARA MAYINLARI Temmuz 1995’te Moskova’daki bir çocuk hastanesini hem ziyaret etti hem de hastane vakfına bağışta bulundu. Bu ziyareti sırasında ülkenin en saygın işadamı, sporcu ve bilim insanlarına verilen International Leonardo Prize ile ödüllendirildi. 1997 yılında, o güne kadar yardım etkinliklerinde giydiği elbiseleri yardım amaçlı bir açık artırmayla bağışladı. Hayattaki son yılında en çok önem verdiği şeyse kara mayınlarıydı. Her ne kadar o göremediyse de ölümünden sadece birkaç ay sonra bu konuda başlattığı çalışmalardan dolayı Nobel Barış Ödülü ile ismi bir kez daha ölümsüzleşti. Prensesin adı, ölümünün ardından 31 Ağustos 1997 yılında kurulan The Diana, Prin-
ZAMANSIZ BİR STİL İKONU
Prenses Diana’nın stili halen stil ikonları ve dünyaca ünlü tasarımcılara ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Onun en yakın takipçisi, kuşkusuz gelini Cambridge Düşesi Catherine... Saç stili, elbiseleri, cesur ve farklı tercihleriyle o günlerden bu zamana stil sayfalarını süsleyen Diana zarif elbiseleri, tayyörleri, kısa topuk ayakkabıları, inci kolyesi ve şapkalarıyla her daim hatırlanacak. Diana, Hollywood’un çekici tarzını kraliyet geleneğiyle birleştirerek güçlü bir kombinasyon oluşturdu. Modacı Jacques Azagury, dünya başkentlerine yaptığı gezilerin de onu etkilediği kanısında.
cess of Wales Memorial Fund ile yardım etkinliklerinde bir süre daha yaşamayı sürdürdü. İngiliz halkı 1997 - 2012 tarihleri arasında derneğe dünya çapında yapılan çeşitli kampanyalar için yaklaşık 34 milyon pound bağışladı. Sir Elton John’un ‘Candle in the Wind’ isimli CD’sinin satışından 38 milyon poundluk bir gelir elde edildi. Sekiz yıl boyunca devam eden, Lord Spencer’ın öncülük ettiği Diana: A Celebration projesi ise vakfa 66 milyon pound gelir getirdi. Bu vakıf amaçlarını başarılı bir şekilde yerine getirdiği ve görevini tamamladığı düşüncesiyle 31 Aralık 2012’de faaliyetlerini sonlandırdı. Beş yılda 727 yardım kampanyası, 471 organizasyon ve 112 milyon pound yardım toplamayı başardı. Kraliyet ailesi yardım etkinliklerini, Mart 2013’ten bu yana Royal Foundation of The Duke and Duchess of Cambridge and Prince Harry adı altında sürdürüyor. Ve her yardım etkinliğinde kalplerin prensesi yukarıdan bir yerlerden oğullarını izliyor...
“Prenses son yıllarında özellikle de boşandıktan sonra kendisini bağımsız ve kendi ayakları üzerinde durabilen biri olarak göstermek istiyordu.” Jacques Azagury
123
Halkın gözündeki yerinin ne kadar özel olduğunu bilen Prenses Diana, bir süre sonra çalışmalarını güncel konulara ve insanların çeşitli konularda bilinçlendirilmesine yoğunlaştırdı.
YARDIMSEVER PRENSES
Diana, HIV ve cüzzam hastalarıyla bir araya gelerek, insanların aklındaki “Bu insanlar tehlikelidir” algısının azalmasında önemli bir rol oynadı.
Medya her ne kadar onu, taş gibi güçlü ve pozitif enerji yüklü gibi gösterse de; yardım etkinliklerinin birçoğu bittiğinde duygusal olarak çok etkilendiği bir gerçekti. Kolay değil 16 yılda 110 adet etkinlik. Bunlar arasında İngiliz Kızılhaç’ı, İngiliz İşitme Engelliler Derneği (Bu arada işitme engellilerle konuşabilmek için işaret dilini de öğrenmişti), Centrepoint (evsizler derneği), National Aids Trust, Royal Marsden ve Great Ormond Street hastaneleri en önemlileriydi.
Diana, İngiliz Kraliyet Ailesi üyelerinin içinde halka en yakın olan isimdi. Onu seven milyonlara her zaman sevgiyle yaklaştı.
Diana’nın ölümüyle büyük bir keder içine gömülen halk, Kensington Sarayı’ndaki evlerinin dışına yüzlerce çiçek ve anı notu bıraktı. Cenazeyi dünya çapında 10 milyondan fazla kişi canlı izledi. Sokakları dolduran, yas tutan bir milyon kişi ise Diana’nın ebedi istirahate çekileceği, Althorp’taki aile evinde bulunan gölün ortasındaki adaya götürülürken onu çiçeklerle uğurladı.
KALPLERİN PRENSESİNE VEDA...
Prenses Diana’nın cenazesi 6 Eylül’de kaldırıldı... Kraliyet bayrağıyla sarılı tabutu, top arabası eşliğinde Kensington Sarayı’ndan Westminster Abbey Kilisesi’ne götürüldü. William ve Harry anneleriyle Paris’ten yaptıkları son telefon konuşmasını hatırlıyor ve Harry şöyle diyor: “Annemle son konuşmam olduğunu bilseydim ona söyleyeceğim çok şey olurdu...” Harry ise cenaze günü duygularını şöyle anlattı: “Tabutunun arkasından uzun bir yol yürümek zorundaydım. Bence hiçbir çocuğa bu yapılmamalı.” 124
Prenses Diana özellikle çocuklar konusunda çok hassas ve yardımseverdi. 1997’de Luanda’da bir kız çocuğuyla böyle ilgilenmişti.
Diana insanlara yardım etmeyi bir görevden çok mutluluk kaynağı olarak gördü. Hayatı boyunca 100’den fazla yardım etkinliğinde aktif rol aldı.
125
1GÜLER SABANCI Yönetim Kurulu Başkanı Sabancı Topluluğu
15 yıldır Sabancı Topluluğu’na liderlik ediyor. Yeni Neslin Sabancı’sı vizyonuyla grup şirketlerinin stratejik yol haritasında birçok başarıya imza attı. Topluluğun, 2019’da gelirleri bir önceki yıla göre yüzde 10 arttı, konsolide satışları ise 60 milyar TL oldu. YEKA-2 ihalesinde tahsise açılan 1.000 MW’lık kapasitenin yarısını Enerjisa üretim portföyüne katarken Kordsa, kompozitte dördüncü şirket satın almasını yaptı. Böylece uzay ve sivil havacılık sektörünün önemli oyuncularının stratejik tedarikçisi oldu.
CAPITAL DERGİSİNİN ARAŞTIRMASI
30 GÜÇLÜ KADIN LİDER
Capital dergisinin 20 yıldır yaptığı ‘Türkiye’nin En Güçlü 30 Kadını Araştırması’nın bu seneki sonuçları mayıs ayında açıklandı. Türkiye ekonomisi ve iş hayatına yön veren, sivil toplum kuruluşlarındaki öncü rolleriyle topluma örnek olan 30 güçlü kadının belirlendiği araştırma, ilham veren kadınların kriz döneminde dahi gruplarını büyüterek üretim ve yatırıma devam ettiğini gösteriyor. 126
2 SUZAN SABANCI DİNÇER
5 HANZADE DOĞAN BOYNER
Akbank’ın 2019’da toplam aktiflerini 387 milyar TL seviyesine çıkardı. Bankanın kredileriyle ekonomiye sağladığı destek 269 milyar TL’ye ulaştı. 2019’da 5 milyar 352 milyon TL konsolide net kâr elde eden banka onun yönetiminde 2019’da Euromoney tarafından ‘Awards for Excellence 2019 / Mükemmellik Ödülleri 2019’ kapsamında ‘Dünyanın En İyi Dijital Bankası Ödülü’nü ve ‘Orta ve Doğu Avrupa’nın En İyi Dijital Bankası’ unvanını aldı. Uluslararası kuruluşlarca Türkiye’nin en iyi bankası seçildi.
Doğan Online, bünyesindeki teknoloji markalarıyla Türkiye’de online ticarete liderlik ediyor. Hepsiburada ise Türkiye’de olduğu gibi bölgesel lider bir teknoloji şirketi olma yolunda hızla ilerliyor. Türkiye’nin spora yönelik şans oyunları alanında en büyük teknoloji markasını da kuran ve liderliğe taşıyan Hanzade Doğan Boyner, sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve sosyal güçlenme için kız çocuklarına ve kadın girişimciliğine büyük önem veriyor.
3 SEMAHAT ARSEL
6 CAROLINE N. KOÇ
Vehbi ve Sadberk Koç’un en büyük çocuğu olarak 1928’de dünyaya geldi. 56 yıldan bu yana Koç Holding’in yönetim kurulu üyeliği görevini yürütüyor. Divan Oteli’nin kuruluşunda başlayan iş hayatında, çeşitli roller üstlendi. Vehbi Koç Vakfı’nın yönetiminde üstlendiği görevlerle Türkiye’nin en önemli sosyal sorumluluk projelerine liderlik etti. Vehbi Koç Vakfı ile Setur’un yönetim kurulu başkanlığını yürütüyor. Semahat Arsel Hemşirelik Eğitim ve Araştırma Merkezi’nin başkanı.
2016’dan beri Türkiye’nin en büyük holdingi Koç Holding’in yönetim kurulu üyesi. İsviçre St. George’s School’da lise eğitimini tamamladıktan sonra ABD’de Babson College İşletme Fakültesi’nden mezun oldu. Haremlique İstanbul ve Selamlique Türk Kahvesi markalarının kurucusu olan Koç, aynı zamanda Türkiye Aile Planlaması Vakfı’nın yönetim kurulu başkanı, Tohum Vakfı’nın yönetim kurulu üyesi, Tina Vakfı ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nın da kurucu üyesi.
4 BEGÜM DOĞAN FARALYALI
7 ÜMİT BOYNER
2019’da holdingin konsolide gelirlerini yüzde 9 oranında artırarak 13,3 milyar TL’ye taşıdı. 2019’da borsa performansı bakımından da yatırımcıları mutlu etti. Grubun piyasa değeri yüzde 98 artarken gelirlerdeki artışa en önemli katkıyı Aytemiz ve Doğan Enerji Grubu yaptı. Grubun finansal hizmetler alanındaki faaliyetlerini yatırım bankacılığıyla büyütmeyi amaçlıyor. 2020’de yeni yatırım fırsatları arayışını sürdürüyor. Hedefi hem yeni iş kollarına adım atmak hem de mevcut iş kollarında kârlı büyümek.
Toplam 300 mağazası ve 8.500 çalışanı olan Boyner Grup’ta, yenilikçi iş fikirlerinden büyük finansal kararlara kadar farklı süreçlerde önemli bir rol oynuyor ve sosyal sorumluluk projelerine yönetim kurulu seviyesinde destek veriyor. 2019’da, ‘İyi İşler’ programında yer alan kadın girişimcilerin pazara erişimlerini artırmak üzere tasarlanan Morhipo İyi İşler Dükkan projesini hayata geçirdi. Yönetim kurulu başkanlığını yaptığı ‘Hedefler İçin İş Dünyası Platformu’ önemli sürdürülebilirlik çalışmalarına imza atıyor.
Yönetim Kurulu Başkanı Akbank
Yönetim Kurulu Üyesi Koç Holding
Yönetim Kurulu Başkanı
Kurucu ve Yönetim Kurulu Başkanı Doğan Online ve Hepsiburada Grubu
Yönetim Kurulu Üyesi Koç Holding
Yönetim Kurulu Üyesi
127
8 EMİNE KAMIŞLI
Başkan Yardımcısı Esas Holding Havacılık, gayrimenkul ve lojistik alanlarında yatırımları olan holdingin hazine ve varlık yönetiminden sorumlu. Esas Sosyal çatısı altındaki kurumsal sosyal sorumluluk projelerinde aktif olarak yer alan Kamışlı, ailenin sosyal yatırım birimi Esas Sosyal’in başkanlığını yürütüyor. Türkiye’nin ilk kadın yatırım fonu TİKAD Yatırım A.Ş’nin kurucularından ve fonun yönetim kurulu başkan yardımcısı olan Kamışlı, inovatif şirketlere yatırım yapıyor.
9 FEYHAN YAŞAR
Yönetim Kurulu Başkan Vekili Yaşar Topluluğu
Türkiye ekonomisinin üzerinde büyümeyi sürdüren Yaşar Holding, 2019’u 6,2 milyar TL konsolide brüt ciroyla tamamladı. 2019’da toplam 217 milyon TL yatırım gerçekleştirdi ve 150 milyon dolar yurt dışı gelir elde etti. Yaklaşık 40 yıldır her kademesinde çalıştığı grubun bu noktaya gelmesinde en önemli katkıda bulunanların başında gelen Feyhan Yaşar’ın en önemli hedefi ana iş kollarında pazar ve inovasyon odaklı, sürdürülebilir ve kârlı büyümek.
10 ZEYNEP BODUR OKYAY
Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO Kale Grubu
Grup bünyesindeki 19 şirkette 5 bin 216 kişiye istihdam sağlıyor. Grubunu yapı ürünleri ile yenilikçi büyüme alanı savunma ve havacılık ekseninde büyütüyor. 2018’de 185 milyon dolar olan grubun ihracatını 2019’da 207 milyon dolara yükseltti. Son 4 yılda, 550 milyon TL yatırım yapılmasını sağladı. 2020-2022 döneminde 400 milyon lira yatırım hedefi bulunuyor. Üçüncüsünü gerçekleştirdiği İbrahim Bodur Sosyal Girişimcilik Ödülü’yle sosyal fayda yaratacak yeni nesil sosyal girişimcilerin çıkmasını teşvik ediyor.
11 NURTEN ÖZTÜRK
Yönetim Kurulu Kurucu Üyesi OPET
28 yıl önce eşi Fikret Öztürk’le OPET’i kurdu. İş dünyasının en başarılı girişimcilerinden. 2002 sonunda Koç Holding Enerji Grubu’nun yüzde 50’sine ortak olduğu şirketi, bugün Türkiye’nin ikinci büyük akaryakıt dağıtım şirketi oldu. Capital500’de ise 4’üncü sırada yer alıyor. OPET’in geçen yıl pazar payı yüzde 19 olurken cirosu 46,3 milyar TL’ye yükseldi. Öztürk, 512 Sunpet, 1.181 OPET istasyonuyla hizmet veren OPET’in kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin de fikir liderliğini ve yöneticiliğini yapıyor.
128
12 EBRU ÖZDEMİR
Yönetim Kurulu Başkanı Limak Yatırım
Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nün ardından Fordham Üniversitesi’nde MBA yaptı. 12 yıldır 60 binin üzerinde çalışanı olan Limak Şirketler Grubu’nun iştiraki Limak Yatırım’ın yönetim kurulu başkanlığını yürütüyor. Grup bünyesinde Çanakkale Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu gibi projeleri takip ediyor. Limak Vakfı’nın yönetim kurulu başkanlığı görevini de yürüten Özdemir, kadın mühendislerin daha fazla ve daha eşit temsil edilmesini amaçlayan ‘Türkiye’nin Mühendis Kızları’ projesinin kurucusu.
13 İPEK ILICAK KAYAALP
Yönetim Kurulu Başkanı Rönesans Holding
2018’de Dünya Ekonomik Forumu ‘Genç Global Liderleri’ kapsamında, önümüzdeki beş yıl içerisinde dünyanın geleceğini şekillendirme potansiyeli olan 100 kişiden biri arasında yer aldı. Rönesans, ENR uluslararası en büyük müteahhitler listesinde bir önceki yıla göre üç sıra yükselerek 33’üncü sırada yer alırken, Avrupa’nın da en büyük 9’uncu uluslararası müteahhitlik şirketi oldu. Holding 1,4 milyar dolarlık yatırımla petrokimya üreticisi olmaya hazırlanıyor.
14 İDİL YİĞİTBAŞI
Yönetim Kurulu Başkan Vekili Yaşar Holding
Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nde lisans, Indiana Üniversitesi’nde MBA eğitimini tamamladı. İş hayatına 1986’da Yaşar Topluluğu’nda finans sektöründe başladı. 2003-2009 yılları arasında holding başkan vekili, 2009-2015 yılları arasında ise holding yönetim kurulu başkanı olarak görev yaptı. 2015’ten bu yana 21 şirket, 25 fabrika ve 7 bin 500 çalışanı olan Yaşar Holding’in başkan vekili, Pınar Süt’ün ise yönetim kurulu başkanı.
15 CANAN M. ÖZSOY
Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO General Electric Türkiye
Sekiz yıl önce şirkette başkanlık ve genel müdürlük koltuğuna oturan Canan Özsoy, bugün itibarıyla beş şehirde, yaklaşık 2 bin 500 çalışanıyla kamu ve özel sektöre yönelik olarak sağlık, enerji, havacılık ve dijitalleşme alanlarında teknoloji çözümleri sağlayarak yatırımları yönetiyor. En önemli önceliği sağlık, yenilenebilir enerji ve havacılık alanlarındaki projelerin hayata geçirilmesi.
16 İPEK KIRAÇ
21 NEŞE GÖK
Sirena Marine’de 2012’den beri CEO ve yönetim kurulu üyesi olarak görev yapıyor. 2016’dan bu yana da Koç Holding yönetim kurulu üyeliğini yürütüyor. Kıraç, TEGV mütevelli heyeti ve KVK Koç Özel Lisesi icra kurulu üyesi. Suna ve İnan Kıraç Vakfı kurucu yönetim kurulu üyeliğinin yanı sıra Vehbi Koç Vakfı, Temel Ticaret ve Yatırım, Zer Merkezi Hizmetler, Amerikan Hastanesi, Arçelik Pazarlama ve Setur Servis Turistik şirketlerinde yönetim kurulu üyeliği görevini yürütüyor.
Holding’in üçüncü kuşaktaki ilk temsilcisi. Dokuz şirket ve 3 bin çalışana liderlik ediyor. Aynı zamanda lisanslı bir melek yatırımcı. Akü üretiminde İnci GS Yuasa’da Japonlarla, jant üretiminde Maxion İnci Türkiye Operasyonları’nda Brezilyalılarla ortak olan şirket, toplam üretiminin yüzde 70’ini 100’den fazla ülkeye ihraç ediyor. Holding, 2019’da yeni fabrikasıyla akü üretim kapasitesini 7 milyon adede çıkararak Türkiye’nin en büyük akü üreticisi oldu. Gök, yüzde 12 büyüme planlıyor. Yeni yatırımları ve stratejik ortaklıkları gündeminde tutmaya devam ediyor.
CEO Sirena MarineYönetim Kurulu Üyesi Koç Holding
17 FÜSUN TÜMSAVAŞ
Yönetim Kurulu Başkanı İş Bankası
Bir yıl önce, Türkiye’nin en büyük özel bankasının yönetim kurulu başkanlığına geldi. Çekirdekten yetişmiş bir yönetici. Bankada 39 yılı geride bırakan tecrübeli isim, İş Bankası’nın 2019 yılında aktif büyüklüğünü 468,1 milyar TL’ye yükseltti ve özel bankalar arasındaki lider konumunu sürdürdü. Bu yıl, 96’ncı yaşını kutlayacak olan banka kaynaklarını ülkenin sürdürülebilir kalkınması için kullanarak değer yaratmaya devam ediyor.
18 ALİZE DİNÇKÖK
Yönetim Kurulu ve İcra Kurulu Üyesi Akkök Holding
Yönetim Kurulu Başkanı İnci Holding
22 DEMET SABANCI ÇETİNDOĞAN Başkan Demsa Group-Mediasa
Richmond College’da işletme eğitimi sonrasında kariyerine Sabancı Holding’de tekstil alanında başladı. 2003-2008 arasında Bossa ve Yünsa’nın yönetim kurulu üyeliğini yaptı. Girişimcilik kariyerine 2000’de eşi Cengiz Çetindoğan ile kurduğu perakende tekstil şirketi Demsa ile başlayan Çetindoğan, Gucci, Tom Ford, Lanvin, Alexander McQueen gibi lüks markaları Türk tüketicisiyle buluşturdu. Ünlü İngiliz perakende zinciri Harvey Nichols’ı, 120 yıllık Fransız Galeries Lafayette’i Türkiye’ye getirdi. Demsa Group’un turizm yatırımları arasında Pera Palace Hotel, The St. Regis İstanbul bulunuyor.
Enerjiden kimyaya, karbon elyaftan akriliğe ve gayrimenkule kadar pek çok farklı sektörde faaliyet gösteren holdingde, geçen yıl faaliyet gösterilen alanlarda mevcudu korumaya ve nakit akımında temkinli olmaya odaklandı. Grubun 2019’da kombine yurt dışı satışları 2,6 milyar TL’nin üzerinde gerçekleşti. Bu yıl COVID-19 salgını sonrası süreci dikkatlice okuyarak, grubun pozisyonunu doğru belirlemek ve 2020’yi bir önceki yılın da ilerisinde kapatabilmeyi hedefliyor.
19 GÜLDEN YILMAZ
Yönetim Kurulu Üyesi Koton Mağazacılık
Sıfırdan eşi Yılmaz Yılmaz ile Koton markasını yaratan Gülden Yılmaz, Türkiye’nin önde gelen girişimcileri arasında. Koton’un cirosu 2019’da 3,9 milyar TL oldu. Türkiye ile birlikte toplam 30 ülkede faaliyet gösteren Koton’un 204’ü yurt dışında olmak üzere toplam 508 mağazası bulunuyor. Gülden Yılmaz’ın en önemli hedefi 5 kıtada, en zengin ve en beğenilen koleksiyonlara sahip global moda markası olmak. Yılmaz, kadın girişimciliği destekliyor.
20 MELTEM DEMİRÖREN OKTAY
Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Demirören Holding
Holdingde yönetim kurulu başkan yardımcısı olarak görev yapıyor. Doğan Medya Grubu’nun satın alınmasına kadar Demirören Holding’in Vatan ve Milliyet gazetelerini yöneten Meltem Demirören Oktay, Hürriyet Gazetesi ve Kanal D başta olmak üzere Demirören Medya Grubu’nu bünyesinde bulunduran Demirören Holding’de başkan yardımcısı olarak kritik rol oynuyor.
129
23 LEYLA ALATON Yönetim Kurulu Üyesi Alarko Holding
İstanbul Özel Notre Dame de Sion Fransız Lisesi mezuniyeti sonrasında ABD’de Fairleigh Dickinson Üniversitesi’nde İş İdaresi ve Yöneticilik Bölümü’nü bitirdi. Master’ını New York Üniversitesi’nde sosyal bilimler dalında tamamladı. Alvimedica Tıbbi Ürünler’in yönetim kurulu başkanı olan Alaton, Türk-Fransız ilişkilerine katkılarından dolayı Fransa’nın en büyük devlet nişanı olan Légion d’Honneur ile ödüllendirildi. Kadın hakları, kadının güçlenmesi ve girişimcilik konularında aktif ve popüler bir konuşmacı.
130
26 SEMA GÜRAL SÜRMELİ Yönetim Kurulu Üyesi NG Grup
Dünyanın en büyük porselen üreticisi konumunda olan Kütahya Porselen’in yönetim kurulu başkanı. NG Grubu’nun yönetim kurulu başkanı ve kurucusu Nafi Güral’ın büyük kızı olan Sürmeli, şirketinde teknoloji, inovasyon ve tasarıma odaklanıyor. Hızla gelişen teknolojisi sayesinde, sadece 20 saniyede 83 parçadan oluşan 12 kişilik bir yemek takımı üretebilen şirket, ürettiği ürünleri başta Avrupa ülkeleri olmak üzere 72 farklı ülkeye ihraç ediyor. Şiir yazan, beste yapan Sürmeli, Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü mezunu.
27 FİLİZ YAVUZ DİREN
Genel müdür Philip Morris/Sabancı
Türkiye’deki yatırımı 1 milyar doların üzerinde olan ve yaklaşık 6 bin kişiye doğrudan ya da dolaylı olarak istihdam sağlayan Philip Morris/Sabancı’nın global şirketi Philip Morris International (PMI) 180 ülkede faaliyet gösteriyor. 20 yıldır Philip Morris/ Sabancı bünyesinde çeşitli kademelerde görev alan Filiz Yavuz Diren, Türkiye genel müdürlüğü görevini üstlenen ilk kadın yönetici olmakla birlikte PMI dünyası içindeki büyük pazarları yöneten 7 kadın genel müdüründen biri.
28 AHU BÜYÜKKUŞOĞLU SERTER Yönetim Kurulu Başkanı
24 EBRU DORMAN CEO MV Holding
(Dergimiz yayına hazırlanırken görevinden ayrıldı.)
Teknoloji, enerji ve konaklama alanlarındaki iştirakleriyle 2019 cirosu 4,4 milyar TL olan MV Holding’in 2 bine yakın çalışanı var. Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden birincilikle mezun olduktan sonra UC Berkeley Endüstri Mühendisliği’nde TÜBİTAK-NATO bilim bursuyla okuyan Dorman, aynı zamanda erken aşama teknoloji girişim sermayesi fonlarından StartersHub’ın yönetim kurulu başkanı. Bireysel ve kurumsal olarak Amerika, Avrupa ve Türkiye’de 80’den fazla teknoloji girişimine yatırım yaptı.
25 ESİN GÜRAL ARGAT
Yönetim Kurulu Başkan Vekili Gürallar Grubu
Cam, turizm, yapı ve imalat sektörlerinde faaliyet gösteren grubunun 2019 cirosunu yüzde 42 büyüterek 1,7 milyar TL olmasında etkin rol oynadı. 4 bin kişiye istihdam sağlayan Güral Argat’ın öncelikleri arasında kadın çalışan oranının artırılması var. Son iki yılda beyaz yakalı çalışanlar içerisindeki kadın çalışan oranını yüzde 36’dan yüzde 48’e taşıdı. Bu yıl ise odağında risk yönetimi bulunuyor. Grubun Maldivler’de ultra lüks segmente hitap edecek ikinci ada projesi yatırımı hızla devam ediyor.
Fark Holding
2019’da otomotiv yan sanayi ve turizm gibi farklı alanlarda yatırımları bulunan holdingin istihdamını yüzde 12 büyüttü. 20 milyon Euro ihracat, 250 milyon Euro da ciro gerçekleştirdi. Yüzde 50’si kadınlardan oluşan 2 bin kişilik bir ekibi yönetiyor. Aynı zamanda yatırımcı ve girişimci. Kendi işleri dışında çeşitli girişimlere bugüne kadar 10 milyon doların üzerinde yatırım yaptı. Daha çok teknoloji, akıllı ulaşım ve kadının iş dünyasındaki yerini güçlendiren işlere yatırım yapıyor.
29 ARZU ASLAN KESİMER Genel Müdür Tat Gıda
Tat Gıda’nın dokuz yıldır genel müdürlüğünü yürütüyor. Aynı zamanda Düzey Pazarlama’nın yönetim kurulu üyesi. Her iki şirkette toplam 1.625 kişi çalışıyor. Göreve geldiğinden bu yana şirketin cirosunu ve kârlılığını her yıl yükseltmeyi başardı. Yönetim Kurulunda Kadın Derneği’nin başkan yardımcısı. Ajandasının ilk sırasında dijital dönüşüm yer alıyor. Hedefi şirketinin Türkiye ve öncelikli yurt dışı pazarlarda konumunu daha da güçlendirmek. Satış hacmini artırma, kârlı ve sürdürülebilir büyüme hedefli çalışmalarına devam etmeyi planlıyor.
30 HÜLYA GEDİK
Yönetim Kurulu Başkanı Gedik Holding
Sanayide faaliyet gösteren sadece birkaç kadın patrondan biri… Türkiye’nin ilk kuşak sanayicilerinden merhum Halil Kaya Gedik’in kızı olan Hülya Gedik, 2012 yılında babasının vefatının ardından Gedik Holding, Gedik Kaynak, Gedik Döküm ve Vana, Gedik Eğitim Vakfı ve Gedik Üniversitesi’nin yönetimini üstlendi. İstanbul Gedik Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı da olan Gedik, 1989’dan itibaren grubun ihracata odaklanmasında önemli rol oynadı. AYÇE TARCAN AKSAKAL
131
ÜNLÜ İSİMLERİN ETKİ ALANLARINI KADINLAR İÇİN KULLANMASINA GÜZEL BİR ÖRNEK
KEREM BÜRSİN
INSTAGRAM PAYLAŞIMLARI İLE CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİNE DİKKAT ÇEKİYOR “Dünyanın her yerinde kadınlar ve erkekler arasında süregelen büyük bir eşitsizlik var” diyen ünlü aktör Kerem Bürsin, bu eşitsizliği kadınlar lehine bir eşitlik haline getirmek için arkadaşları Matt McGorry ve JLove Calderón ile ‘We Inspire Justice’ çatısı altında çalışmalar yapıyor.
O
kuduğu ‘A Call To Men’, ‘Men’s Work’, ‘The Will to Change’ ve ‘Rising Strong’ gibi kitapların da etkisiyle kadın hakları ve cinsiyet eşitsizliği konusunda doğru adımlar atmasına sebep olan bilincinin oluştuğuna inanan ünlü aktör Kerem Bürsin, “Her zaman cinsiyet eşitsizliğini büyük bir sorun olarak görmeme rağmen aslında konuya dair çok da derin bir farkındalık içerisinde olmadığımı bu sürede fark ettim” diyor. Türkiye’de yaşayan kadınların yüzde 40’ı (16 milyon kadın) gibi çok büyük bir kesimin hayatlarının bir döneminde aile içi şiddete maruz kaldığını belirterek kadınların politik katılımını, eğitim seviyesini ve iş gücüne katılımını baz alarak hazırlanan ‘2018 Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre Türkiye’nin 149 ülke içinde 130’uncu sırada yer aldığının altını çiziyor. “Bir erkek olarak, toplumun geneli tarafından kadınların maruz kaldığı bu ayrımcılığa karşı toplumu etkileyebilecek büyük bir ailenin parçası olduğumu düşünüyorum. Çünkü kadınların çektiği acıları ya da yaşadıkları haksızlıkla-
132
rı görmek veya empati kurabilmek için kadın olmak gerekmiyor. Bugüne kadar yapılmış toplumsal cinsiyet eşitliği ile alakalı çalışmalardan çok daha fazlasını yapmaya ihtiyacımız var. Ülkemizde şiddete maruz kalan kadınların yüzde 88’i sessiz kalıyor, sessiz kalmamaları için hepimizin bunu paylaşabilecekleri ve destek isteyebilecekleri bir ortam yaratmamız gerekiyor” diyen genç aktör, doğru değer setleri ve ahlaki normların dünyanın değişmesinde çok etkili olduğunu düşünüyor: “Kadınlara karşı yapılan bu haksızlığa neden olan öğretileri yıkıp cinsiyet üzerinden yapılan ayrımcılığa karşı durmamız gerektiğine inanıyorum!” Kadın hakları ihlallerinin temelinde yatan sorunları sorgulayan, toplumun nasıl bir sistem içerisinde hareket ettiğini ve bu erkek egemen toplum düzeninin nasıl kadın hakları ihlallerine sebep olduğunu beklenmedik bir şekilde anlatan CNN yapımı ‘The Feminist on Cellblock Y’ isimli belgeselden de çok etkilenen Kerem Bürsin, “Samimiyetle şunu söyleyebilirim ki konu ka-
dınlara gelince hayatım boyunca kendimi hep ‘doğru adam’ olarak tanımladım. Neden mi? Çünkü bugüne kadar hiçbir kadını incitecek bir harekette bulunmadım, kadınlara saygısızlık etmemeye özen gösterdim. Ancak bir süredir kadın erkek eşitliği ile alakalı devam eden bir çalışma içerisindeyim ve şunu öğrendim ki, kendini ‘doğru adam’ olarak tanımlamak uzun yıllardır devam eden global hak savaşı mücadelesi için ne yazık ki yeterli değil. Hatta ‘doğru adam’ bile kadın hakları mücadelesinde problemin bir parçası olabiliyor… Kendimden de biliyorum ki, aslında bu eşitsizliğe sebep olan kalıp yargılarını her gün yeniden ve yeniden üretiyoruz. Kendimize ‘doğru adam’ dediğimizde, hâlâ devam eden bir sorunun içerisinde nasıl daha yararlı olabileceğimizi çoğu zaman düşünmüyoruz. Daha iyi olmak her zaman bir seçenek, gelişime hep açık olmalıyız. Ben bu konuyla alakalı daha bilinçli, daha duyarlı, daha etkili ve daha bilgili olmak istiyorum” diyerek kendi kendini de eleştiriyor. Alkışlıyoruz!
KEREM BÜRSİN’DEN 4 KİTAP ÖNERİSİ
l ‘A Call To Men’, Tony Porter l ‘Men’s Work’, Paul Kivel l ‘The Will to Change’, Bell Hooks l ‘Rising Strong’, Brene Brown
BELGESEL ÖNERİSİ
FOTOĞRAF: EMRE GÜVEN
l ‘The Feminist on Cellblock Y’, CNN
“Kadınların çektiği acıları ya da yaşadıkları haksızlıkları görmek veya empati kurabilmek için kadın olmak gerekmiyor. Kadınlara karşı yapılan bu haksızlığa neden olan öğretileri yıkıp cinsiyet üzerinden yapılan ayrımcılığa karşı durmamız gerektiğine inanıyorum!” Kerem Bürsin 133
Madam C. J. Walker, kendi kendinin servetini yaratan ilk siyahi kadın olmak için çok çalıştı. Hiçbir zaman hayallerinden vazgeçmedi. O aynı zamanda kendi gibi koyu tenli kadınların ilham perisi oldu. Kadınların iş hayatında kalkınması ve daha çok yer alması için çabaladı. Aynı zamanda bir hayırseverdi.
134
NETFLIX’İN POPÜLER DIZISI ‘SELF MADE’ ILE BIR KEZ DAHA HATIRLANAN BU CESUR GIRIŞIMCIYI BÜYÜK BIR HAYRANLIKLA ANIYORUZ!
LOUISIANA’DAKI ÇARESIZ BIR ÇAMAŞIRCIDAN, ROCKEFELLER’IN MILYARDER KOMŞUSUNA UZANAN
MADAM C. J. WALKER
GERÇEK BİR BAŞARI HİKAYESİ
Bazılarımızın neler başaracağını görmesi için okyanusun dibini boylaması gerekir. İşte Sarah Breedlove’ın da hikayesi, en çaresiz kaldığı zamanda böyle başlıyor. Louisiana’daki terk edilmiş, maddi zorluk yaşayan sıradan bir çamaşırcı, pes etmemenin ödülünü, tüm kadınlara nesiller boyu verdiği ilhamla alıyor.
1
867 yılında Louisiana’da Afrikalı ve Afroamerikalılara uygulanan utanç verici kölelik sisteminin kalkmasının hemen ardından dünyaya gelen Sarah Breedlove, koyu ten rengine sahip olmanın suç sayıldığı bir dönemin hemen ardından doğmuş olsa da ayrımcılık kelimenin tam anlamıyla bitmemişti. Anne ve babası tarlada çalışarak geçimlerini zar zor sağlıyor ve neredeyse köpek kulübesi kadar küçük tahta bir barakada yaşamlarını devam ettiriyorlardı. Sarah henüz 15’ine geldiğinde Moses McWilliams ile evlenmek zorunda kalmış, 18’ine geldiğinde de ilk kızı A’Lelia’yı dünyaya getirmişti. Bu evlilik beş sene sürmüş ve boşanmanın ardından yedi sene sonra John Davis ile ikinci evliliğini yapmıştı. Tüm geçimini daha yüksek gelirli ailelerin çamaşırlarını çitileyerek devam ettiren Sarah, elleri nasırlaşana, sabahın ilk ışıklarına kadar günlerce hatta aylarca çalışmaya devam etmişti. Stresten ve kocasının içki problemi yüzünden saçlarını kaybetmeye başladığında, kocası onu kuduz bir köpeğe benzediği için terk etmiş ve 1903 yılında resmi olarak boşanmışlardı. SABAHLARA KADAR SÜREN FORMÜL DENEMELERİ... Çamaşır çitilemeye devam eden Sarah’nın yolu bir gün, bütün umudu kesilmiş ve Tanrı’ya yalvarırken Annie Malone ile karşılaştı. Annie, saçları dolgunlaştıran saç iksirinin sahibiydi ve Sarah ile çamaşırlarını yıkması karşılığında saçlarını geri getireceğine dair bir anlaşma yapmıştı. Aylar ayları kovaladı. Sarah’nın saçları geri geldi, iksir gerçekten işe yarıyordu. Bu arada Sarah’nın hayatına reklam yazarı Charles Joseph Walker girmiş ve aşk dolu bir evlilik yapmıştı. Kızına daha iyi bir eğitim verebil-
A’Lelia, New York’un Harlem bölgesinde açtığı salonla kısa sürede üne kavuşmuştu. Daha sonra da annesinin izinden gitti. Sanat tutkusu, renkli kişiliği ve verdiği partilerle ‘Zevk Kraliçesi’ olarak anıldı (sağda, siyahlı). mek için daha fazla paraya ihtiyacı vardı ve çamaşır işini bırakmak istediğini Annie’ye anlatan Sarah, ona satış temsilcisi olabileceğini söyledi. Ten rengi diğer siyahilere göre daha açık olan Annie, bu durumu gülerek
karşılamış ve Sarah’nın sınırını bilmesi gerektiğini ona sert bir dille söylemişti. Fakat Sarah, tüm hayatı boyunca çamaşır yıkamayacağını biliyordu ve tüm gece hatta aylarca o saç iksirini yap-
135
A’Lelia Walker, New York’ta (solda) Madam C. J. Walker’ın saç maskesi ve reklam broşürü (sağda) her zaman çok ses getirdi. Başarılı reklam kampanyaları ve siyah döpiyesli satış danışmanları ürünleri tanıtmak için dönemin jet-set’lerini ve halktan kadınları bizzat ziyaret edip, ürünü ve Madam C. J. Walker’ın hikayesini anlattı.
“Kendi yaşamımı ve kendi fırsatımı yaratmak zorunda kaldım. Ama başardım! Oturup fırsatların gelmesini beklemeyin. Kalkın ve hayal ettiğiniz şey ne ise vazgeçmeden gerçekleştirmeye başlayın.” Madam C. J. Walker mak için uğraştı. Kızı A’Lelia’nın saçlarına birkaç denemeden sonra Sarah, başarmıştı. Üstün hikaye anlatıcılığı sayesinde de ürününü kısa sürede pazarda satmayı başardı. Sarah, kafasına koyduğunu yapan ve işini büyütmek isteyen bir kadındı. İşinin diğer tüm siyahilere ilham olmasını istiyordu. İşini, onlarla birlikte büyütmek, siyahi kadınlara tarlada çalışmak ya da çamaşırcılık dışında başka iş kolları sunmak istiyordu. Hayallerinin ve umutlarının peşinden gitti. MISSOURI: ATILAN İLK TOHUMLAR Kocası ve kızı C. J. ile birlikte daha fazla siyahinin olduğu Missouri’deki St. Louis’e taşınmaya karar verdi. Daha sonra işleri biraz daha büyütünce de Colorado, Denver’a taşındı. Burada evlerinin bir bölümünü sa-
136
lona çevirdi ve hizmet vermeye başladı. Kendini geliştirmeye devam etti. Bir yandan yatırımcılar aramaya, bir yandan da formülünü geliştirmek için gece gündüz çalıştı. Bulduğu yatırımcılar cinsiyet eşitsizliği yüzünden Sarah’yı hiçbir zaman desteklemedi. Evi iki kez ipotek ettirdi ve aramaya devam etti. Sarah’nın peşinden gelen Annie, onu formülünü çalmakla suçlamaya devam ediyordu. Pensilvanya’ya taşınan Sarah ve ailesi, burada her türlü cinsiyetçi eşitsizliğe rağmen büyümeye devam etti. SADECE BİR DÜNYA MARKASI DEĞİL, AYNI ZAMANDA GÜCÜNÜN TİMSALİ 1910’da Indianapolis’teki ilk fabrikasını kurdu. Kızı A’Lelia bundan üç yıl son-
ra New York’un Harlem bölgesinde ilk güzellik salonunu açtı. Aynı yıl Sarah kocasından boşandı. Tavırları ve duruşu ile her zaman dikkat çeken A’Lelia, LGBTİ birey olarak Harlem’de gözlerden uzak bir hayat yaşamaya başladı. Sarah Indianapolis’te aynı zamanda satış temsilcilerini geliştirmek için çeşitli güzellik okulları ve kurslar açtı. Şirkette çalışan kadın topluluğu o dönemde dikkat çekmiş, sadece siyahi kadınlar değil, tüm kadınlar Madam C. J. Walker için çalışmaya can atar olmuştu. Kısa süre sonra Madam C. J. Walker’ın formülü Amerika’nın en iyi şirketleri tarafından da üretilmeye başladı. Kariyeri boyunca 20 bin kadına eğitim veren Madam C. J. Walker, aynı zamanda müthiş bir hayırseverdi. Kadınların kendi ayakları üzerinde durmaları
için onlara destek oldu. Siyasi ve sosyal aktivistti. O dönemde kadınların gücünü farketmesi için önemli bir rol oynamıştı. Kızının LGBTİ olduğunu biliyordu ve onu istediği gibi davranması konusunda yüreklendirdi. Guinness Dünya Rekorlar Kitabı’nda Amerika’da ilk kendi milyonunu kazanın insan oldu ve aynı zamanda da kendi kendine milyoner olabilen ilk siyahi girişimci kadın olarak tarihe geçti.
Madam C. J. Walker’ın şirketinde tahmin edildiği gibi çalışanların büyük bir çoğunluğu kadınlardan oluşuyordu. Kadınların her anlamda gelişmelerini isteyen Madam C. J. Walker, onlar için kurslar düzenliyor, eğitimlerini tamamlamaları için fırsat tanıyordu (üstte). Madam C. J. Walker, kızı ve iş arkadaşları Indianapolis’te (altta).
1920’LER HARLEM’İNİN ZEVK KRALİÇESİ A’Lelia Walker, Harlem’deki partileri, sanata düşkünlüğü ve farklı yaşam tarzı ile her zaman dikkat çekti. Annesinin izinden giderek şirketi büyüttü ve farklı pazarlarda ürünü tanıttı. Şair Langston Hughes ona “1920’ler Harlem’inin Zevk Kraliçesi” dedi. Ayrıca sanat dünyası için de önemli bir isim oldu. Tıpkı annesi gibi hayırseverdi ve maddi zorluk yaşayan bir aileden gelen Mae’yi evlat edindi. 1931 yılında Mae, şirketin başkanı oldu. İki kez evlendi ve iki çocuğu oldu. Üç torunundan biri olan A’Leia Bundles, Madam C. J. Walker’ın mirasını korumak için hâlâ yorulmaksızın çalışmaya devam ediyor. HAZIRLAYAN: BÜŞRA NAZLAN ÜREGÜL
137
HAFTANIN
PANORAMASI HAZIRLAYANLAR: BÜLENT KAYA, GÖKSEL MENTEŞOĞLU, MURAT TAMAY
ŞENYUVA KARDEŞLERDEN ONLINE EĞİTİM İÇİN PROJELER
n Ecem - Nazlı Şenyuva
n Nazlı Şenyuva, Dr. Mehmet Öz
138
Yurtdışı eğitim konusunda öğrencilere online destek veren, bir anlamda mentorluk yapan Şenyuva Prep, akademik ve kariyer danışmanlığı alanında 2015 yılından bu yana dünyanın dört bir yanında yer alan öğrencilere ulaşıyor. Biri Princeton, diğeri Columbia mezunu, aynı zamanda ABD’de yaşayan ünlü cerrah Prof. Dr. Mehmet Öz’ün de yeğenleri olan Ecem ve Nazlı Şenyuva kardeşler tarafından Los Angeles’ta kurulan Şenyuva Prep, bu günlerde dijital eğitim alanında öğrencilere rehberlik ediyor. Ecem - Nazlı Şenyuva kardeşler, destek verdikleri öğrencilerin hedeflediği okullardan mezun ve aynı yolları deneyimlemiş oldukları için onları anlayabiliyorlar ve öğrencilerle kolayca bağ kurabildikleri butik bir iş modelleri var. Şirketin kurucularından Dr. Nazlı Şenyuva aynı zamanda sağlık iletişim uzmanı. Bu konuda pek çok makalesi var. Şimdilerde de COVID-19’la ilgili Instagram hesabından ve YouTube kanalından yayınlar yapıyor. Pandemi nedeni ile hayatımızın parçası olan dijital platforma geçiş, eğitim alanında da yaşandı. Eğitimin online devam etmesi ve yaşanan belirsizlik, yurtdışında okumak isteyen öğrencilerin akıllarında pek çok soru işaretine neden oldu. Global ölçekte hizmet veren Şenyuva Prep, ABD’de yaz okullarının online eğitimle devam edeceğini hatta çok kampüslü büyük üniversitelerin sonbaharda da internet üzerinden eğitimi sürdüreceklerini duyurdu.
n Ecem Şenyuva, Dr. Mehmet Öz
BANU ÇARMIKLI EŞİYLE RÖPORTAJ YAPTI
n Banu - Hakan Çarmıklı
İyi bir sanat takipçisi olmasının yanı sıra çok sayıda sergi ve müze gezerek deneyimlerini hem köşe yazılarında hem de sosyal medya hesabında sanatseverlerle paylaşan Banu Çarmıklı, evde boş durmuyor. Sosyal medya hesabında aralarında Füsun Eczacıbaşı, Tansa Mermerci, Seçkin Prim ve Mahmut Koyuncu’nun da yer aldığı çok sayıda ünlü sanatsever, koleksiyoner, eleştirmen ve küratör ile sanat röportajları yapan Banu Çarmıklı’nın konuklarından biri de eşi Hakan Çarmıklı’ydı. Hakan Çarmıklı röportajda, “Dünya S.O.S veriyor ama biz duymuyoruz. Hırslarımızın peşinden koşarken kendimize, etrafımıza, dünyamıza verdiğimiz zararların farkında değildik” dedi.
n Stefano Accorsi, Jasmine Trinca, Filippo Nigro, Cristina Bugatty, Edoardo Leo
n Füsun Eczacıbaşı
n Tansa Mermerci Ekşioğlu
n Jasmine Trinca, Ferzan Özpetek, Stefano Accorsi
EN İYİ KADIN OYUNCU JASMINE TRINCA OLDU İtalya’nın Oscar’a eşdeğer en büyük sinema ödülü, 65. David di Donatello Ödülleri sahiplerini buldu. İtalyan sinemasının en iyilerinin seçildiği ödül töreninde Ferzan Özpetek’in son filmi ‘Şans Tanrıçası/La
Dea Fortune’nin başrolünde oynayan Jasmine Trinca, ‘En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandı. İtalya’da vizyona giren, bu yıl içinde Türkiye’de de izleyici ile buluşacak olan filmde Trinca’ya Stefano Accorn Asena Akan
si, Edoardo Leo, Serra Yılmaz, Sara Ciocca eşlik ediyor. Pandemi nedeniyle ödül töreninin yapılamadığı gecede Carlo Conti, RAI kanalındaki boş bir stüdyoda sunuculuk yaparak kazananları açıkladı.
EVİN CAZ HALİ DEVAM EDİYOR Akbank Sanat, mayıs ayında kültür sanat etkinliklerini sosyal medya kanallarında sanatseverlerle buluşturuyor. 30. Akbank Caz Festivali, Akbank Sanat Instagram sayfasında ‘Evin Caz Hali’ konserleri ile devam ediyor. Yoğun ile gören ‘Evin Caz Hali’ konserler serisi Serdar Ateşer, Asena Akan, Uraz Kıvaner, Güç Başar Gülle ve Apostolos Sideris ile mayıs ayında da devam edecek. Konserler cuma akşamları saat 20.00’de Akbank Sanat Instagram hesabında canlı izlenebilecek.
139
HANDE TİBUK “YENİ NORMALLEŞMEYE HAZIRIZ” Koronavirüs ile mücadelede elde edilen başarılar ve yaz sıcaklarının bastırmasıyla birlikte tatil planları da gündeme gelmeye başladı. Dünyayı kasıp kavuran salgın ve alınan sıkı tedbirler kapsamında evlerinde yoğun bir izolasyona maruz kalanlar, şimdilerde güvenli tatil imkanlarını araştırmaya başladı. Akdeniz’in en güzel tatil merkezlerinden biri olan Kuzey Kıbrıs’ın şimdi ‘Avrupa’nın en güvenli ülkesi’ olduğunu belirten Net Holding Murahhas Üyesi ve Genel Koordinatörü Hande Tibuk, yıl içinde 335 gün ortalamasıyla yüzünü gösteren güneşi ve dünya standartlarının üzerinde hizmet veren otelleriyle yeni normalleşmede Kuzey Kıbrıs’ın en çok tercih edilen destinasyonları arasında yer aldığını söyledi. Hande Tibuk, Net Holding iştiraki Merit International olarak bu sürece hızlıca hazırlandıklarını belirtti.
n Hande Tibuk
KORONAVİRÜSE İNAT KEYİFLİ BİR YOLCULUK n Ralph Tezman, Murat Tarman, Engin Altan Düzyatan
İş dünyasının tanınmış isimlerinden Tezman Holding Yönetim Kurulu Üyesi Ralph Tezman, Tarman Group Yönetim Kurulu Başkanı Murat Tarman ve ünlü oyuncu Engin Altan Düzyatan, iyi arkadaş olmanın yanı sıra sıkı birer motosiklet tutkunu. Geçen hafta motosikletleri ile harika bir deneyim yaşayan üçlü, Çubuklu’dan çıkarak Riva’ya doğru yol aldı. Gezi sonrasında ise sosyal mesafeyi koruyarak birlikte poz veren yakın arkadaşlar, bu zor günlerde yaptıkları keyifli etkinlikle az da olsa stres attıklarını belirtti.
DİYALİZ HASTALARINA RAMAZAN SÜRPRİZİ!
n Türkan Sabancı
140
Türk Böbrek Vakfı’nın her yıl, diyaliz tedavisi gören böbrek hastaları için düzenlediği geleneksel iftar daveti bu yıl pandemi nedeniyle gerçekleştirilemeyince vakıf destekçilerinden Nurhan Tarman ve Türkan Sabancı harekete geçti. İzolasyon tedbirleri çerçevesinde diyaliz merkezlerinde tedavileri süren yüzlerce hastaya hediye fonu oluşturmak üzere çalışan ikili, kısa sürede tüm hastalar için kaynak oluşturdu. Nurhan Tarman ve Türkan Sabancı’nın öncülük ettiği organizasyona Canan Salargil, Esin Demirören, Canan İmer, Nilgün Çolak, Beyhan Ballık da destek verdi. Oluşturulan destek fonu ile tüm diyaliz hastalarına hediye çekleri gönderildi. Hediye çeklerine dilek mesajlarını yazarak, hastaların bayramlarını kutlayan tüm destekçilere, Türk Böbrek Vakfı Başkanı Timur Erk de teşekkür etti.
n Nurhan Tarman
n Sertab Erener
n Can Bonomo
n Fuat Güner
TÜRKİYE’NİN İLK DİJİTAL FESTİVALİ ‘FESTTOGETHER EVDE’ Sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile geçen yıl eylül ayında İstanbul’da gerçekleştirilen Türkiye’nin ilk sürdürülebilir müzik festivali, ‘Festtogether Evde’ konsepti ile dijital yayın yaparak evlere konuk oldu. ‘Festtogether Evde’, ‘İhtiyaç Haritası’ aracılığı ile COVID-19 salgını sonrasında ortaya çıkan ihtiyaçlara destek olmak amacıy-
la gün boyunca YouTube Netd Müzik kanalı ve YouTube Türkiye #evdekal üzerinden yayın yaptı. Müziğin birleştirici gücü ile destekçilere ulaşan festivale birçok ünlü sanatçı katıldı. Festival katılımcıları, 2015 yılında kurulan, doksan binden fazla üyesi olan, 350 sivil toplum kuruluşuyla işbirliği içerisinde olan ve bugüne kadar
1.5 milyondan fazla ihtiyaç sahibine ulaşan online bir platform olan ‘İhtiyaç Haritası’ aracılığıyla destek sağlamak üzere harekete geçti. 29 sanatçı Festtogether’ın ev sahipliğini üstlenerek sunumları gerçekleştirirken, 43 değerli müzisyen ise Festtogether’a özel hazırladıkları performansları ile festivalde yer aldı.
‘HEP Bİ’ ŞEY EKSİK’LE KARŞIMIZDA Başarılı oyuncu Gonca Vuslateri ilk single çalışması, söz ve müziği Sezen Aksu’ya ait ‘Hep Bi’ Şey Eksik’ ile müzikseverlerle buluştu. Oyuncunun ilk single çalışmasında, gitarlarda Doğan Duru ve Levent Özer, bas gitarda Okan Kaya, davulda Berke Özgümüş, kemanda Özge Metin eşlik etti. Vuslateri, “İlk single çalışmam olan bu şarkı gerçek hayatı şairane bir şekilde anlatıyor. İlk olarak 2019’da yaptığımız kaydı, Hayyam Stüdyoları’nda son haline getirdik” dedi.
n Gonca Vuslateri
MURAT EVGİN’DEN İSPANYOLCA ŞARKI n Alize - Barış Tansever
ÇALIŞANLARA ANLAMLI DESTEK İstanbul’un en popüler ve klasik mekanlarından Sunset’in patronu Barış Tansever ve eşi Alize Tansever, çalışanlarına destek olmak için harika bir girişimde bulundu. Tansever çifti, COVID-19 nedeniyle faaliyetlerine ara verdikleri için gelirleri düşen çalışanlarına ek gelir sağlamak için, onların adına bir fon oluşturdu. İkili, Sunset’in Burhan Doğançay imzalı tabakları, Türk kahvesi fincanları ve Sunset’in 25 yıllık mutfak sırlarını içeren ‘Sunset Cookbook’ gibi ikonik parçalarını online satışa çıkardı. Satış gelirlerinin tamamının bu fona aktarılacağını belirten Barış - Alize Tansever çiftine bir alkış da bizden.
Netflix’e dizi müziği yapan ilk Türk besteci olan, yazdığı şarkılar ve dizi müzikleriyle 40’tan fazla ülkede dinlenen Murat Evgin, Latin Amerika, Kolombiya, Porto Riko’da yayınlanan ‘Yaralı Kuşlar’ dizisi için yaptığı, dizi ile aynı adı taşıyan şarkısını hayranlarından gelen yoğun istek üzerine İspanyolca yorumladı. Evgin’in, yabancı dilde okuduğu ilk şarkı olan ‘Pajaros Heridos/Yaralı Kuşlar’ sanatçının YouTube kanalı üzerinden yayınlandı.
n Murat Evgin
141
#beklebiziistanbul, HASRETİMİZ KORONAYI YENECEK İSTANBUL'U HAKKIYLA YAŞAYANLARIN DERG İSİ
MAYIS SAYISI Ç I K T I
@istanbul_LIFE
istanbulLifeDergisi
istanbullifedergisi
lifestyle 2 1
3 4
5
ALIŞVERİŞ
STİLİ YAKALA Jennifer Lopez
Başarılarıyla dünyada iz bırakmış kadınlara ithafen hazırladığımız bu sayımızda, modadan müziğe, sinemadan dansa her alanda bir ilham kaynağı olan Jennifer Lopez ile karşınızdayız! J.Lo’nun elbisesi Alex Perry, çantası Jacquemus, gözlükleri Fendi ve PVC stiletto’ları Jessica Rich.
1. Elbise, Moschino 2. Gözlük, Linda Farrow 3. Çanta, Manu Atelier 4. Bilezik, Bulgari ‘Serpenti’ 5. Ayakkabı, Aquazzura
Lifestyle: HOLLY WOOD STİ L GÜZELLİ K SAĞLI K SA NAT FOKUS ASTROLOJ İ l
l
l
l
l
l
lifestyle Üstü yazılı mayo, Alberta Ferretti. Renkli camlı güneş gözlüğü, Moschino.
Hasır şapka, Eugenia Kim.
Oversize sweatshirt, The Elder Statesman.
Kalem elbise, Alice + Olivia.
Logolu çanta, Christian Louboutin.
Terlik, Y/Project.
Üç sıra bilezik, Roxanne Assoulin.
STİL
SICAK DİNAMİZM
. Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor ve dahası… Gökkuşağının tüm renklerini üzerinize giymeye hazır olun. Koyu tonlara doyduğumuz ayların ardından bahar koleksiyonları gökkuşağı renkleriyle optimist bir yazı müjdeliyor! Moschino, Alberta Ferretti, Stella McCartney ve daha birçok modaevi, bu sezon ilhamını gökkuşağından alıyor. En az üç renkli çizgiler, ister detay olarak ister parçanın tamamına hükmeden desenler halinde her görünüme bambaşka bir dinamizm ve hareket katyor. HAZIRLAYAN: SİNEM KIN sinemkin@doganburda.com
MOSCHINO İLKBAHAR / YAZ 2020
Elbise, MSGM.
144
Tül fırfırlı tişört, Victor & Rolf.
Logolu tişört, Chloé.
Clutch, Jeffrey Levinson.
Topuklu sandalet, Sophia Webster.
CARA DELEVINGNE
JULIA ROBERTS
FITIL 1970’TE ATILDI
İnsan Hakları Aktivisti Gibert Baker, 1970’lerde, bir kumaşı kesip renklendirerek bunu tasarım haline getirmiş ve ortaya ilginç bir şal çıkmış. Hatta o dönem oldukça popüler olan Baker, gökkuşağının güzelliğinden ilham aldığını söylemiş. Pembe, kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, çivit ve menekşeden oluşan tasarımın meğer bir de anlamı varmış. Pembe cinsiyet, kırmızı hayat, turuncu sağlık, sarı güneş, yeşil doğa, mavi sanat, çivit ahenk ve menekşe ruhu temsil ediyormuş… Küpeler, Venessa Arizaga.
Uzun elbise, Mary Katrantzou.
SARAH JESSICA PARKER
Fiyonk detaylı tül elbise, The Attico. Spor ayakkabı, Stella McCartney.
LADY GAGA
145
lifestyle Iris Law, “Fendi ‘Peekaboo’ çantayı bir kadına benzetmem gerekirse onu şöyle anlatırdım; özgür, özgün ve stil duygusuna sahip” diyor.
MODA
IRIS LAW VE ‘PEEKABOO’ BULUŞMASI
“Çocukluğumdan beri modayı hep sevdim” Ünlü İngiliz aktör Jude Law’un 19 yaşındaki model kızı Iris, Fendi’nin ikonik çantası ‘Peekaboo’ için kamera karşısına geçerken, sanatsal ruhuyla birleştirdiği eğlenceli ve güçlü duruşunu gözler önüne seriyor. RÖPORTAJ: SİNEM KIN sinemkin@doganburda.com
B 146
ir film seti mi, yoksa kızların rüya evi mi? Ünlü bir yüz mü, yoksa hayranlık duyulan biri mi? Iris Law size her ikisini de sunarken neden birini seçesiniz? Havalı, genç, ‘cool’ ve özgür… Farklı bir zarafete sahip görünümüyle dikkatleri çelen Iris Law, Fendi ile hayata karşı edindiği yaratıcı tutumu hakkında konuşuyor. Sadece 19 yaşında olmasına rağmen Law, sanatsal yaratıcılıktaki ruhu ile eğlenceli ama
güçlü duruşunu gözler önüne seriyor. Jude Law ve Sadie Frost’un kızı Iris, bu çekimde gizli bir sesli günlük gibi herkesi hayalindeki rüya evini deneyimlemeye davet ediyor. Iris, “Küçüklüğümden beri modayı her zaman sevdim, bu yüzden moda dünyasına girmem doğal olarak gerçekleşti” diyor. Genç model, sırlarını Fendi ‘Peekaboo’ çantasından çıkarırken, ironik, özgür, korkusuz ruhunu gösteriyor ve “Peekaboo’yu
özgün ve çok yönlü bir tarz duygusuna sahip olmayı seven biri olarak düşünüyorum” diye devam ediyor. HELLO!: Fendi senin için ne ifade ediyor? Iris Law: Göz alıcı ve gerçek İtalyan. HELLO!: ‘Peekaboo’ çantayı tanımlamak için hangi üç kelimeyi kullanırsın? I. Law: Kullanışlı, şık ve zamansız... HELLO!: Sence neden zamansız?
“Bence ‘Peekaboo’ zamansız çünkü aşağı yukarı pek çok stil için uygun ve herkesin tarzına göre farklı şekillerde uygulanabilir. Benim için her gün kullanmak isteyeceğim bir çanta.” I. Law: Zamansız çünkü aşağı yukarı pek çok stil için uygun ve herkesin tarzına göre farklı şekillerde uygulanabilir. Benim için ‘Peekaboo’ her gün kullanmak isteyeceğim bir çanta. HELLO!: Kendini nasıl tanımlıyorsun? ‘Peekaboo’ ile hangi özelliğin sence birbirine benziyor? I. Law: ‘Peekaboo’ çantanın, kişisel ve çok yönlü bir stil anlayışına sahip olmayı
seven kadınlar için olduğunu düşünüyorum. Gün boyu giydiğim çeşitli kıyafetlere uygun kullanılabilecek bir çantaya sahip olmak faydalı. Günden güne farklı giyinmek istiyorum ve ‘Peekaboo’ herhangi bir elbiseyle de kolayca uyum sağlıyor, bir takım elbise ve bot ile de mükemmel oluyor. HELLO!: Hangi vazgeçilmezini her zaman çantanda taşıyorsun? I. Law: Fotoğraf makinem.
HELLO!: ‘Peekaboo’nun her zaman gizemli bir hikayesi var. Senin saklı gizemin ne? I. Law: Eğer bunu size söylersem bir sır olmaktan çıkar. HELLO!: Çekim günü yaşanan ilginç bir anın var mı? I. Law: Çekim telaşı ile cep telefonumu sette unutmuşum. Ertesi gün neyse ki otelime ulaştırdılar.
147
lifestyle Cindy Crawford, Nicole Kidman, Alessandra Ambrosio ve Liu Shishi bu özel koleksiyon için Şanghay’da kamera karşısına geçmişti.
LÜKS
IKONIK TASARIMA YENI BIR DOKUNUŞ
MANHATTAN’I YARATMAK Dünyanın en güçlü kadınlarını bir araya getiren Omega’nın yeni ‘Constellation’ serisi, markanın 1982’den bu yana dünya çapında en çok sevilen modelinin modern bir versiyonu olarak karşımıza çıkıyor. GÖKÇE ATEŞ KANTARCI gates@doganburda.com
148
Dünya çapındaki en ikonik kadın saatlerinden biri olmayı başaran model, kadranındaki değişmeyen minik sembolü gibi gerçek bir yıldız.
İlk kez 1982’de tasarlanan Constellation Manhattan, modernize edilmiş yeni serisinde farklı malzeme seçenekleriyle yaratılmış kombinasyonlar sunuyor.
O
mega, yeni Constellation Manhattan kampanyasını oluştururken, markanın merkezine bir değil tam dört ilham perisi kadını almayı tercih etti. Cindy Crawford, Nicole Kidman, Alessandra Ambrosio ve Liu Shishi, koleksiyonun zarif ve büyüleyici özelliklerini simgeliyor. Marka elçilerinin her biri, koleksiyondaki her tasarım gibi benzersiz ve yetenekli. Omega’nın ilk yıllarından beri kadın saati üretimine gerçek bir bağlılığı oldu. Constellation Manhattan da tarihindeki gerçek hazinelerden biri. İlk kez 1982’de tanıtılan saat, şimdilerde dünya çapındaki en ikonik ve en çok sevilen kadın saatlerinden biri haline geldi. Günümüzde modern Manhattan, çok yönlü bir yaşam biçimi için nihai seçim. Sizi tempolu iş günlerinden alıp dışarıda geçen akşamlara doğru götürebiliyor. Omega bu nedenle her modelde kendini ödün verilmeyen kalite ve şıklığa adıyor. Ortaya çıkan sonuç, bu ünlü koleksiyonu bir sonraki aşamaya taşıyan tam anlamıyla feminen bir saat. Yaratım sürecine yakından bakın ve markanın modern teknolojiyi ile insan gücünü kullanarak nasıl mükemmel sonuca ulaştığını siz de görün.
Master Chronometer hassasiyeti 29 milimetrelik her bir modelin içindeki küçük ama güçlü mekanizma, Master Chronometer standardına göre test edildi ve onaylandı. Sektörün en yüksek hassasiyet, performans ve manyetik direnç düzeyine sahip. Dizüstü bilgisayar, telefon, saç kurutma makinesi ve çantalardaki me-
tal tokalar gibi günlük hayatta karşılaştığımız manyetizma etkilerini düşündüğümüzde bu büyük önem taşıyor.
nan parlak bağlantı parçaları içeriyor. Sonuçta bir kadının saati, her açıdan bakıldığında seçkin olmalı.
Kadrandaki ayrıntılar
Bezel üzerindeki pırlantalar
Gerçek güzelliğin küçük ayrıntılarda bulunduğunu herkes bilir. Constellation Manhattan’ın sedefli kadranında her bir özellik mükemmel biçime sahip. Saat 6 pozisyonundaki tarih penceresi, tasarıma simetri katarken küçük altın yıldız ve Omega logosu da mirası ve hassasiyeti temsil ediyor. Pırlantalı her bir indeks, kendi altın kaidesine sıkı sıkıya oturarak her bir saat başına zarafet ve parıltı katıyor.
Günümüzün modern saat üreticiliği, Omega’nın en yenilikçi makineleri ve teknolojiyi kullanabilmesini sağlıyor. Fakat hassas bir insan dokunuşu, markanın yaratımları için halen olmazsa olmaz. Her bir Constellation Manhattan bezel üzerindeki pırlantaların yerleşimi için detaylar konusunda usta bir göz ve hassas bir el gerekiyor. Pırlantalar bir kızın en iyi dostu olabilir ama bu pırlantalar aynı zamanda Omega’nın ustalığını ispatladığı bir sanat.
Yıldızın kusursuz yerleşimi
Büyüleyici görünüm
Constellation kadranın havası düzenli ve saf. Fakat dahil edilmesi gereken bir ayrıntı var ki o da Constellation yıldızı. Omega’nın daimi hassasiyet sembolü. Bu simge, markanın gözlemevi deneyleri ve ünlü rekorlarla bezeli ilk zamanlarına saygı duruşunda bulunuyor. Günümüzde yeni Constellation koleksiyonundaki her saatte bulunabiliyor. 18 ayar Sedna™ altınla özel bir şekilde üretiliyor ve en hassas ve rafine zanaatkarlığa olan bağlılığı gösteriyor.
Omega’nın İsviçre’deki yeni fabrikasına bir göz attığınızda, her biri ürettiği eseri inceleyen ve sonuçları mükemmelleştiren sıra sıra saat ustaları karşınıza çıkıyor. Bir Constellation bezeli kadar ikonik bir parça için altın halkadan pırlanta ve pençelere kadar her bir santimin kusursuz olmasını sağlamak zorundalar.
Zarif bileğin etrafında 29 milimetrelik her bir Constellation Manhattan saat, yeni üretilen bir kordonla sunuluyor. Stil, 1982 tarihli orijinal Constellation Manhattan koleksiyonundan ilham alıyor ve lüks bir görünüm ve his su-
Ve bir yıldız doğuyor! Son montaj tamamlandıktan sonra, her bir saat titiz bir kalite kontrolden geçiyor. Saat ustasının kontrolü önemli bir kısım ama 29 milimetrelik modeller için tamamlanması gereken bir de 10 günlük Master Chronometer testi var. Bu sekiz test, saatlerin kadınların bileklerini süslemeden önce rakipsiz standartlara sahip olduklarını garantiliyor.
149
lifestyle
AK A KOÇ
DİLAR
SAĞLIK
C VİTAMİNİNİN FAZLASI ZARAR MI? Bağışıklık sistemi denince akla ilk gelen vitaminlerden biri de C vitamini. Birçok kişi hastalıklardan korunmak veya hastalıkları atlatmak için C vitaminine sarılıyor. Peki bilimsel olarak C vitamini ve bağışıklık sistemi arasında bir ilişki var mı?
E
150
vet, C vitaminini yeterli miktarda almanız, sağlıklı bir bağışıklık sistemine destek oluyor. Aynı zamanda C vitamini, yara iyileşmesinde, kemik sağlığının korunmasında ve beyin fonksiyonunu artırmada da önemli bir rol oynuyor. C vitamini birçok meyve ve sebzede doğal olarak bulunan (özellikle de turunçgillerde) ve her gün vücuda alınması gereken önemli bir vitamindir. Çünkü suda eriyen bir vitamindir ve vücudumuzda depolanamaz. Fazlası ter ve idrarla birlikte vücuttan atılır. Yani ihtiyaçtan fazla aldığınız bu vitaminin fazlasını attığınızı unutmadan tüketmekte fayda var. C vitamini suda eriyen, suda çözünen bir vitamindir. Yağda eriyen vitaminlerin aksine, C vitamini gibi suda çözünen vitaminleri vücudumuzda depolayamayız ve fazlasını idrarla atarız. Bununla beraber fazlaca aldığınız C vitamininin, vücuda başka etkileri de olabilir. Fazla C vitamini alımının en yaygın yan etkisi ishal ve
mide problemleri gibi sindirimle ilgili sorunlardır.
taşlarına sebep olma potansiyeline sahip olacağını söyleyen çalışmalar var.
Böbrek taşı riski Fazla C vitamininin en çok bilinen yan etkilerinden biri de böbrek taşıyla ilgilidir. Çünkü C vitamininin fazlası, vücuttan oksalat adında bir artık madde olarak atılır. Oksalat genellikle vücuttan idrar yoluyla çıkar. Bazı durumlarda, minerallerle bağlanarak böbrek taşlarının oluşumuna neden olabilecek kristaller oluşturabilir. Çok fazla C vitamini tüketiminin, idrarda bulunan oksalat miktarını artırma, dolayısıyla böbrek
C vitamini ihtiyacı National Institues of Health’e göre; günlük C vitamini ihtiyacı erkekler için 90 mg, kadınlar için günde 75 mg’dır. Sigara içen bireyler ise bu değerlere günlük 35 mg daha eklemeliler. DİKKAT! Yapılan araştırmalar, C vitamininin yukarıda saydığım yan etkilerini, günde 2000 mg’dan fazla alındığında gösterebileceğini söylüyor. Normal bir beslenmeyle üst sınırları aşmak mümkün değil ama alınan takviyelerle aşılabilme ihtimali var. Eğer gün içinde yeterli sebze meyve tüketmiyorsanız ve ihtiyacınızı artıran herhangi bir başka özel durumunuz varsa C vitamini takviyelerinden faydalanabilirsiniz. Ama aldığınız miktarları kontrol edin ve 2000 mg üst sınırını geçmemeye özen gösterin.
Dear Dahlia Blooming Edition ‘Tinted Blooming Lip Balm’ ruj. Milk Makeup ‘Kush High Volume’ maskara.
Anastasia Beverly Hills ‘Dipbrow Pomade’ın ‘Blonde’ rengi.
Huda Beauty ‘Easy Bake’ toz pudra.
Dior ‘Backstage Custom’ far paletinin ‘001 Universal Neutrals’ rengi.
GÜZELLİK
SCARLETT JOHANSSON S
Maybelline ‘Fit Me! Matte+ Poreless’ fondötenin ‘True Ivory’ rengi.
öz konusu bir kırmızı halı etkinliği olduğunda güzel yıldız Scarlett Johansson, gözlerini başrole taşımayı her zaman çok seviyor. 35 yaşındaki oyuncu, 2020 Oscar Töreni’nde de ışıltılı gümüş tonlardaki farıyla buğulu bir göz makyajı tercih etmişti. ‘Black Widow’ yıldızının bu görünümü, 2.1 milyon dolar değerindeki ‘Forevermark x Anita Ko’ pırlanta küpeleriyle muhteşem bir uyum sağlamıştı. Işıltısını nude renginde bir dudak parlatıcısıyla tamamlayan Johansson, kusursuz ten makyajıyla da dikkat çekiyordu. Çılgın bir güzellik ru-
tini olmadığını söyleyen başarılı oyuncu, “Sürekli spa’ya giden ve cilt bakımları yaptıran biri olmadım hiçbir zaman. Eğer bir yere gidecek zaman ayırabiliyorsam bu, kesinlikle spor salonu olur” diyor. Son yıllarda cilt bakımı rutininde de ufak değişiklikler yaptığını belirten Scarlett, “Eskiden yüz temizleme konusunu biraz abartıyordum sanırım. Şimdi artık cilde daha nazik davranan makyaj temizleme sütleri ve kremlerini tercih ediyorum. Önceliğim temizlerken de cildi hep nemlendirmekten yana” diyor.
HAZIRLAYAN: GÖKÇE ATEŞ gates@doganburda.com
Kırmızı halıda genellikle gözlerine övgü niteliğindeki makyaj görünümleri ile karşımıza çıkan başarılı oyuncu, çılgın bir güzellik rutini olmadığını ve işin sırrının cildi yeterince nemlendirmekten geçtiğini söylüyor.
151
lifestyle DEKORASYON
DOĞAL, SICAK VE YARATICI
FEMİNEN TARZ
Genel kanının aksine, cesaretini hem yaşama bakışıyla hem de kararlarıyla pek çok kez ispat eden kadın, evini bir laboratuar alanına dönüştürerek istediği deneyi yapmakta özgür uzun zamandır. Kolay yolu seçmiyor. Tarzları, eğilimleri, yenilikleri takip ediyor, denemekten yorulmuyor ve kendi beğenisiyle sentezleyerek mekanlarda cesur kimlik izleri oluşturuyor. Baci Milano marka LED aydınlatma: 829 TL., Beymen.com
Bakır tabaklar: 1.175-1.575 TL., Omar Baban.
‘Sleek’ sandalye: 3.990 TL., Mudo Concept. ‘Darcy’ tabak: 39.99 TL., Karaca. Henge marka ‘Puddle’ sehpalar: 5.671 8.212 Euro+KDV, Mozaik.
Gallotti&Radice marka Sophie koltuk: 4.350 Euro+KDV, Mozaik.
‘Antares’ sandalye: 3.217 TL., Loda Mobilya. First berjer: 5.430 TL., Casa.
Forestier marka aydınlatma, tepta.com Salıncak: 3.430 TL., L’unica.
‘Hasbahçe’ yatak örtüsü: 3.950 TL., Haremlique. L’objet marka ‘Lito’ büyüteç: 1.620 TL., alwaysfashion.com
152
‘İstanbul’ koleksiyonuna ait kaşmir battaniye: 4.900 TL., haremlique.com
Gubi marka ‘Pacha’ koltuk: 3.555 Euro, Diseno.
Bohemart marka ‘Hera’ yastık: 250 TL., hipicon.com
Spontane, özgür, zeki, esprili ve yaratıcı birleşimlere inanan feminen dekorasyon stili, gücünü evin farklı köşelerinde yarattığı kişiselleştirilmiş detaylardan alıyor. Eskinin kıymetini biliyor ama bugününden de asla vazgeçmiyor. Klasik formları zengin dokulu kumaşlarla kombinlemek, modern detayları antika objelerle birleştirmek, kıvrımlı mobilyalar seçmek, tek ama değerli parçalara yönelmek ve tabii ki çiçekleri dekorasyonun baştacı etmek feminen stilin en önemli anahtarlarından. Kısa zamanda sıkılmamak için renk paletinde aşırıya kaçmamak gerekir.
Nude marka karaf: 365 TL., Paşabahçe Mağazaları.
1920’lerden Fransız stili hasır el örgülü ‘Emanuel’ koltuk, Osman Gürsoy.
‘Eight’ sehpa: 3.750 TL., Som Interior.
Romantik kişiliğin detaylara yansıdığı bir stile ulaşmak için çizgililer ile floral desenleri, dönem mobilyalarıyla modern tasarımları bir arada kullanabilirsiniz.
Dekorasyon stilleriyle ikonlaşan 3 kadın Yaşam felsefeleri, beyin zenginlikleri ve kalp çarpıntıları baştan aşağı kimlikleri olmuştur. Moda stilleri de seyahat tercihleri de ev seçimleri de aynı bakış açısının yansıması olur; ikonlaşır. Tıpkı Kelly Hoppen, Donna Karan ve Tricia Guild gibi...
Kelly Hoppen
Sade lüksün kraliçesi
Klasik ya da etnik objeler onun projelerinde kendilerine modern bir formatta yer buluyor, dekorasyon projelerinde yerel kumaşları ve aydınlatma formlarını kendi bakış açısıyla yeniden yorumluyor. Stili için Doğu ve Batı’nın sentezi diyebiliriz. Ev, şale, uçak, otel, ofis, yat projelerinin yanı sıra boya, kumaş, perde, oda kokusu, mum, mobilya, halı ve ev giysileri tasarlıyor.
Donna Karan
Hem şehirli hem Doğulu
Zengin Zen kültürü, yerel zanaatlar ve doğanın saflığıyla büyülenen moda tasarımcısı Donna Karan, yalın fakat sofistike ve çok yönlü dokunuşlara sahip mobilya koleksiyonunda da aynı çizgide kaldı; ismini ‘Urban Zen’ koydu. Daha modern, ilkel ancak fonksiyonel yeni yorumlar üretirken tik mobilyalarda yerel ustalarla çalışmış.
Tricia Guild
Renk sihirbazı
Designer’s Guild’in tüm koleksiyonları Tricia Guild’in enerjik ruhunu yansıtmayı başarıyor; tümü iç mekanlara yepyeni heyecanlar pompalıyor. Tam 40 yıldan bu yana Tricia Guild tasarımı ipek, keten ve kadife kumaşlar canlı renklerle, geometrik veya egzotik desenlere bürünüyor, yaratıcılık ve yeniliğin birlikteliğini vurguluyor.
153
lifestyle SANAT
MARK ELIYAHU - FUAT GÜNER
“Bu şarkı kalbimizin en derin yerinden doğdu” Dünyaca ünlü kamança ustası Mark Eliyahu ile Fuat Güner’in buluştuğu ‘Nefes Yerine’ şarkısı, tam da evlere kapandığımız bu dönemde hepimize nefes olmaya hazırlanıyor. Eliyahu, “En kısa sürede konserlerde bir arada olmayı arzu ediyorum” diyor. RÖPORTAJ: FİGEN NALAN ÖZKAN fozkan@doganburda.com
A
Mark Eliyahu, Fuat Güner ile tanışma hikayesini şöyle anlatıyor: “Fuat ile dünyanın dört bir yanındaki müzisyenlerle buluştuğu, röportaj yaptığı harika TV programı ‘Aramızda Müzik Var’ sayesinde tanıştık.”
154
rada kilometreler varken bir müzisyenin müziğini hazırladığı, diğerinin sözlerini yazdığı ve herkesin aynı duyguda buluşacağı bir şarkı ‘Nefes Yerine’… Ülkemizde de tanınan ve çok sevilen dünyaca ünlü kamança ustası Mark Eliyahu, parçanın müziğini hazırlarken kalbinin en derinlerinde bir şeyler hissetmiş. Aynı duygularla Türk müzisyen Fuat Güner sözlerini yazmış. Ve ikisi birlikte stüdyoya girip Türkçe okumuşlar ‘Nefes Yerine’yi… Her iki müzik insanı da sonuçtan çok mutlu. HELLO!: ‘Nefes Yerine’ şarkısının ana fikri nedir? Mark Eliyahu: ‘Nefes Yerine’ bağlantı, aşk ve uyanma hakkında bir şarkı. Kalplerimizin en derin yerinden çıkarak doğdu. Umarım sizin kalbinizin en derin noktasına da dokunmayı başarır. Gitmesine izin vermekten mutluluk duyuyorum ve şarkı şimdi sizindir. HELLO!: Fuat Güner ile tanışma hikayenizi anlatır mısınız?
Fuat Güner, “Genç bir yetenekle işbirliği yapmak tabii ki çok keyifli. Ben zaten gençlerle çalışmayı çok seviyorum. Mark sadece müzisyen olarak değil, insan olarak da sevdiğim bir arkadaşım oldu” diyor.
“‘Bu şarkı kalplerimizin en derin yerinden çıkarak doğdu. Umarım sizin kalbinizin en derin noktasına da dokunmayı başarır.” Mark Eliyahu M. Eliyahu: Fuat Güner ile dünyanın dört bir yanındaki müzisyenlerle buluştuğu, röportaj yaptığı ve beraber çaldığı harika TV programı ‘Aramızda Müzik Var’ sayesinde tanıştık. Benimle bir bölüm çekmek istediklerinde buluştuk ve tanıştığımız ilk saniyeden itibaren iletişimimiz hiç kopmadı. Bu şarkıyı bestelediğimde, Fuat Güner’in yazacağı şarkı sözlerini duyabiliyordum. Bu yüzden onunla iletişime geçtim. O da şarkıyı sevdi ve müziğe tam olarak uyan harika sözler yazdı. Bu şarkıda kendisi ile çalışmak benim için büyük bir ayrıcalıktı ve asla unutamayacağım çok özel bir deneyim oldu. HELLO!: Genç bir yetenekle çalışmak nasıl bir duygu? Fuat Güner: Genç bir yetenekle işbirliği yapmak tabii ki çok keyifli. Ben zaten gençlerle çalışmayı çok seviyorum. Mark sadece müzisyen olarak değil, insan olarak da sevdiğim bir arkadaşım oldu. Geçen yıl ocak ayında tanıştık, TRT 2 için yaptığımız ‘Aramızdaki Müzik Var’ programına konuk oldu, Tel Aviv’de bir ara-
ya geldik. Aylar sonra Mark’tan teklif geldi: “Fuat bu besteme söz yazar ve seslendirir misin?” dedi. Ben de keyifle yaptım. İstanbul’daki stüdyomuza geldiler, çalıştık, şarkı bittikten sonra yine İstanbul’da klibini çektik. Müzikseverlere armağanımız olsun. Mark, kamançası ile insanların gönlüne girecek melodileri bulan, bunları güzel icra eden, ayrıca sahnedeki karizması izleyicileri etkileyen, genç, yetenekli ve başarılı bir sanatçı. HELLO!: Fuat Güner’in yazdığı sözleri okuduğunuzda en çok hangi kısım sizi etkiledi? M. Eliyahu: Bir yıl önce şarkıyı bestelediğim zaman verdiği his hakkında da düşünmüştüm. Birlikte çalışmak için doğru insanın Fuat Güner olduğunu düşündüm. Şarkıyı gönderdiğimde ve üzerine yazdığı sözleri bana açıklandığında her şey yerli yerine oturdu. HELLO: Dünya çapında bir virüs ile mücadele ettiğimiz zor zamanlar yaşıyoruz. Nefes almanın bile zor olduğu bu günlerle siz nasıl başa
Mark Eliyahu, “Bir yıl önce şarkıyı bestelediğim zaman verdiği his hakkında da düşünmüştüm. Birlikte çalışmak için doğru insanın Fuat Güner olduğuna karar verdim” diyor.
çıkıyorsunuz? M. Eliyahu: Çoğumuzun hissettiği gibi bazen bu durum beni de çok korkutuyor ama bu durumda hayatımızda neyin önemli olduğunu durup düşünmeye de fırsat verdiği için bir de bu tarafından durumu değerlendirmeye çalışıyorum. Evde vakit geçirip ev stüdyomda çalışarak bu dönemi üreterek geçiriyorum. HELLO!: Virüsle mücadelede evlerde karantinada günleriniz nasıl geçiyor? F. Güner: Salgın ve yaşadığımız bu süreç, aslında birçok şeyi gözden geçirme fırsatı yaratıyor ama görebilenler ve düşünebilenler için! Nefes almanın, özgürce hareket edebilmenin, sevgiyle sarılıp kucaklaşabilmenin, tribünlerde birlikte coşmanın, omuz omuza konser-sinema-tiyatro izleyebil-
menin kıymetini hatırlamamıza sebep oldu. Keşke insanoğlunun sahip olduklarının değerini fark edebilmesi için acı deneyimler yaşaması gerekmese... Elbette herkes bu süreçten ders çıkarmayacak, kaldığı yerden devam edecek. Diğer yandan “Dünya bundan sonra eskisi gibi olmayacak” diyorlar. Buna katılıyorum ama dünyanın daha çok dijitalleşmesinin insan ruhundaki etkileri için endişe ediyorum. HELLO! Türkiye’de çok fazla hayranınız var. Onlara neler söylemek istersiniz? M. Eliyahu: Öncelikle yıllardır bana göstermiş oldukları ilgi ve alakadan dolayı her birine çok teşekkür ediyorum. Dünyadaki en güzel izleyiciye sevgilerimi, iyi düşüncelerimi iletiyorum. En kısa sürede konserlerde buluşmak üzere.
155
lifestyle SANAT
YAZAR - RESSAM - HEYKELTIRAŞ ÖZGE GÜNAYDIN
“Benim sanatımın bir derdi var”
Sanatçı Özge Günaydın, Masterpiece Hall Maslak’ta soyu tükenen canlılara vurgu yapan sergisi ‘Rhinos Back in Town’ ile iz bırakmak istiyor. Günaydın, “Sadece bir sergi değil yapmaya çalıştığım. İz bırakmak, unutulmamak... Sanatım bir sorunsalın üstüne gidiyor. Ruhuma işleyen şeyleri görünür kılmaya ve anlatım diline dökmeye çalışıyorum” diyor.
A
156
sla bir anını boş geçirmiyor. Üretken, çalışkan ve duyarlı bir kadın Özge Günaydın. Çocuk yaşından beri çevreye duyarlı, hayvanlara aşık ve tüm duygularını kağıda döküyor. Çünkü kendisini en iyi ifade ettiği alanlardan birinin yazmak olduğunu söylüyor. Yılda 100-150 kitap okuyor. Bugün yazdığı sekiz kitabı var. İki kızı da yazma, çizme ve sanat ile ilgili annelerine çekmiş. “Bence çocuklar neye maruz kalıyorsa neticesinde o kişi oluyorlar. Benim kızlarım çok küçük yaşlarından itibaren sanata ve kitaba maruz kaldılar. Bu nedenle ikisinin de en büyük tutkusu okumak ve sanatsal faaliyetler” diyor. Şimdilerde heyecanı, iki yıldır hazırlandığı, soyu tükenen canlılara ve gezegenimizin yok oluşuna dikkat çektiği kişisel sergisi ‘Rhinos Back in Town / Gergedanlar Şehre Geri Döndü’. Sergi, resim, heykel, dijital manipülasyon, enstalasyon, video art gibi farklı disiplinlerle de destekleniyor. Koronavirüs döneminde ise ‘www.studiomasterpiece.com/masterpiece-maslak’ ve ‘YouTube/Rhinos Back in Town’ sayfasından izlenebiliyor, belgesel tadında kısa bir film de var. Günaydın, “Bugün yaşadığımız virüs krizi de insanların yarattığı tahribatın neticelerinden bir tanesidir. Kapımızda susuzluk, kıtlık, türlerin yok oluşu gibi pek çok hadise daha bekliyor. Farkında ve ayırdında olmamız şart. Artık göz ardı edemeyeceğimiz gerçeklerle çarpıştık. Yüzümüze tokat gibi çarptı” diyor. HELLO!: Bir sanatçı olarak koronavirüs dönemini nasıl geçiriyorsunuz? Sizin ruhunuza ve üretiminize etkisi ne oluyor? Özge Günaydın: Açıkçası ben de herkes gibi başta bir şok yaşadım ama sonrasında fark ettim ki, zaten benim günlük rutinlerimde pek de bir değişiklik olma-
RÖPORTAJ: FİGEN NALAN ÖZKAN fozkan@doganburda.com
“Sergiyi ilk kurduğumuz gün herkese şunu söylemiştim. Bu kapıdan içeri giren kişi, aynı kişi olarak dışarı çıkamaz, çıkmamalı. Mutlaka o kişide bir iz bırakmalı. Umarım, bunu başarmışızdır.”
dı. Hayatımın çok önemli bir bölümünde atölyede olduğumdan, bu dönemin verimli geçtiğini bile söyleyebilirim. Ayrıca seyredemediğim tüm bienal filmlerini ve müzelerin arşivlerini de ziyaret etme fırsatı buldum. Ağırlıklı olarak bu dönemde resim yapıyorum. Sanat, bilinç dışımızı sağaltabileceğimiz en önemli ifade aracı ve tabii ki bana muhteşem geliyor. Benim açımdan çok verimli bir dönem olarak bahsetmem mümkün. HELLO!: Soyu tükenen canlılara ve gezegenimizin yok oluşuna dikkat çeken kişisel serginiz ‘Rhinos Back in
Town’un çıkış hikayesini anlatır mısınız? Bu farkındalığa vurgu yapmanızda sizi tetikleyen ne oldu? Ö. Günaydın: Serginin hazırlık dönemi yaklaşık iki yıllık bir süreyi kapsıyor. Gelişen doğa olayları bir sanatçı olarak her zaman dikkatimde olmuştur. Benim için sanatım, bir ifade biçimini temsil eder. Açıkçası hep bir derdim vardır. Son yıllarda gezegenimizde yaşanan orman yangınları, sel baskınları, iklim değişikliği, buzulların parçalanması ve diğer canlı türlerinin katledilmesi bu serginin tüm parçalarının altyapısını oluşturdu. Çevre ve hayvan haklarıyla ilgili uzun zamandır yazdığım yazılar ve yaptığım araştırmalardan yola çıkarak, bu sefer gergedanların şehre geri dönmesi gerektiğine karar verdim/verdik diyebilirim. Serginin küratörü ve birlikte ‘land art’ çalışmaları yaptığımız Denizhan Özer hocamızla beraber farkındalık yaratmak amacıyla bu sergiyi hazırladık. Sonrasında bize büyük, dev bir mekan lazımdı. Burada da Masterpiece Hall-Maslak ve yöneticisi Ayça Okay devreye girdi. Ayça Hanım hem küratör yardımcısı hem de sergi mekanı temsilcisi olarak bizimle birlikte son bir yıldır inanılmaz efor sarf etti. HELLO!: Tabii şimdi koronavirüs dönemi. Serginiz dijitalden takip edilebiliyor. Bu ruhunuza nasıl geliyor? Ve belgesel tadında kısa bir film de çektiniz. Bu filmin içeriğini anlatır mısınız? Ö. Günaydın: Koronavirüs döneminde benim mottom; ‘no distance’. Yani aslında birbirimizden uzakta değiliz, bilakis daha da yakınız ve artık birbirimizi anlamaya, doğayı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyoruz. Görünmez ağlarla bağlıyız. Serginin dijital hali de çok etkileyici oldu. Denizhan Hocamız masalsı bir anlatımla gezdiriyor izleyiciye sergiyi. Tabii ayrıca sergi-
“Koronavirüs döneminde benim mottom; ‘no distance’. Yani aslında birbirimizden uzakta değiliz, bilakis daha da yakınız ve artık birbirimizi anlamaya, doğayı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyoruz.” nin ziyaret edilmesini de arzu ederim. Burada sanata katkılarından dolayı Nef’e de teşekkürlerimi iletmek isterim. Nef sponsorluğundaki sergimiz eylül ayına kadar Masterpiece Hall-Maslak’ta ziyarete açık olacak. Randevu sistemi ile de gezilebilecek. Belgeselde ise gergedanın şehre geri dönüş hikayesini anlatıyoruz. Neden geri döndüğünü simgesel görsellerle ifade ediyoruz. Gergedanlar şehre geri döndü çünkü insan kendi eliyle doğayı katletti ve gezegen yok oluş aşamasında. Bugün yaşadığımız virüs krizi de insanların yarattığı
tahribatın neticelerinden bir tanesidir. Kapımızda susuzluk, kıtlık, türlerin yok oluşu gibi pek çok hadise daha bekliyor. Farkında ve ayırdında olmamız şart. Artık göz ardı edemeyeceğimiz gerçeklerle çarpıştık. Yüzümüze tokat gibi çarptı. HELLO!: Gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak amacıyla dünyamızın altıncı büyük kitlesel yok oluş evresinde olduğunu, soyu tükenen gergedanlar üzerinden irdeliyorsunuz... Gergedanlar ile iletişim kurduğunuz bir nokta oldu mu?
Ö. Günaydın: Onlarla iletişimim 10 yaşımdan beri devam ediyor. Gergedanlar soyu tükenen canlılara temsil niteliğinde. Tek eşli, otobur, hiçbir canlıya zararı olmayan, bebeklerine dört yaşına kadar bakan ve gübresi çevresel döngü için fevkalade önemli olan bu canlılar maalesef boynuzlarında cinsel gücü artırıcı keratin barındırdığı gibi uydurma bir haber nedeniyle katlediliyorlar. Ki bu haber defalarca bilim insanları tarafından yalanlandı ve belgeleriyle çürütüldü. Düşünün ki insan gübresi bile hiçbir işe yaramazken, gerge-
A
157
lifestyle
Sanatçı Özge Günaydın, “Hayat felsefem; sade ve basit yaşamak. Benim için lüksün tanımı parayla satın alınamayacak şeylerdir. Mutluluğum kişilere, durumlara, metaya bağlı değil. Bu büyük bir özgürlük. Umarım artık insanlar, ‘Bana ne’ demeyecek, diyemeyecek. Çünkü gezegenimizde olan biten her şeyin bir zincir etkisi var. Bunu hem sezgisel hem de deneyimsel olarak anladık” diyor.
158
danların sadece gübresi bile fevkalade kıymetli. Ama bizler, hırs ve ihtiras sahibi canlılar olarak onları ve doğayı yok ediyoruz. Doğada bu ve benzeri nedenlerle yok ettiğimiz pek çok canlı türü ve bitki örtüsü var. Gergedanlar burada bir simge, asaletleri ve erdemleriyle bize sesleniyorlar: “Hey insan evladı! Dur!” HELLO!: Doğa ile yüzeysel olarak kurduğumuz ya da kuramadığımız ilişkiyi, içinde bulunduğumuz zaman dilimine bağlı olarak düşünsel ve sezgisel olarak ele alıyorsunuz. Siz neler gözlemliyorsunuz bu bağlamda? Ö. Günaydın: Çevresel faktörlerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha idrak ettik. Dünyanın bir ucundaki gözle görülemeyecek bir virüs bugün hepimizi eve kilitledi. Ve açıkçası ekonomi bundan çok büyük bir yara aldı. Umarım, artık insanlar, “Dünyanın bir ucunda yanan ormandan bana ne? Dünyanın bir ucunda katledilen gergedandan bana ne?” demeyecek, diyemeyecek. Çünkü gezegenimizde olan biten her şeyin bir zincir etkisi var. Bunu hem sezgisel hem de deneyimsel olarak anladık. HELLO!: Bu sergi, kendi gerçeğini unutarak doğadan uzaklaşan insana kendini hatırlatacak mı pekiyi? Ö. Günaydın: Umarım… Sergiyi ilk kurduğumuz gün herkese şunu söylemiştim. Bu kapıdan içeri giren kişi, aynı kişi olarak dışarı çıkamaz, çıkmamalı. Mutlaka o kişide bir iz bırakmalı. Umarım bunu başarmışızdır. HELLO!: Bu kapsamlı sergi sanatseverlerin beş duyusuna da hitap ediyor; resim, heykel, dijital manipülasyon, enstalasyon, video art, belgesel de var. Ö. Günaydın: Beş duyunuzu saran bir ortam her zaman daha etkileyici olmuştur. Kokladığınız, dokunduğunuz, tattığınız, görüp duyup hissettiğiniz bir ortamdan kaçamazsınız. Sizde bir iz bırakır, bırakmalı da… HELLO!: Serginin kokusu da olacak ve galeriyi ziyaret edenleri eski zamanların kırsal alanlarına götürecek. Siz bu kokuyla ne hissettiniz?
Ö. Günaydın: Sevgili dostum, koku uzmanı Bihter Türkan Ergül’ün hazırladığı onlarca koku içinden Denizhan Özer ile beraber seçtik sergi kokusunu. “Tamam, bu işte!” diyene kadar da aylarca uğraşıldı. Bu koku sizi ormanın içine, o özlediğiniz tazeliğe götürüyor. O koku bende canlanma, sadelik, tazelik hissi ile beraber bilinç dışımda müthiş bir etki bırakıyor. Ruhumu sarıyor. HELLO!: Sergide paneller de var değil mi? Ö. Günaydın: Evet, normal şartlarda sergi süresince farklı isimlerle, doğa bilinci ve sanat ana başlığı altında çeşitli paneller düzenlemeyi planlamıştık. COVID-19 sürecinde bunları da online üzerinden, ‘zoom meeting’ler aracılığı ile yapacağız. Ne kadar
“Kadın ve erkek ayrımı beni rahatsız ediyor. Ayrıca feminist de değilim. Öncelikle bir insanım. Yaptığım her şeyi önce bir insan olarak yaptım.” çok kişiye ulaşabilir, bu farkındalığı ne kadar çok bireye geçirebilirsek o kadar mutlu olacağım. HELLO!: “Ben bir sanatçı olarak görünür olanla tinsel olan arasında bir bağ kurmaya çalışıyorum. Şeylerin görünüp anlık zevk verdiği bir düzen değil, kalıcılığın peşinde ve ayırdında olma derdindeyim” diyorsunuz. Dünya ile beraber can çekişiyor ve bazen sessizce çığlıklar atıyorsunuz. Bu kalıcılığa nasıl ulaşacaksınız pekiyi? Ö. Günaydın: Bu kalıcılık bıraktığınız izlerle oluşuyor. Sadece bir sergi değildi yapmaya çalıştığımız. Görünüp kaybolmak değildi. Kısa filmimiz bu kalıcılık anlamındaki en önemli belgeleme. İz bırakmak, unutulmamak için uğraştığımız her şeyin bir göstergesi… Bir sergiye veya bir filme gidersiniz, her şey rengarenk, muhteşem ve çok eğlencelidir. Ya sonra, sizde ne
kadar iz bırakır? Etkisi ne olur? Dünya çapında sergi ve müze gezen biri olarak, dönüp özeleştiri yaptım, tüm ekip yaptık. Sanat sadece zevk mi vermeli, sadece bir görsel şölen midir? Bana göre değil. Benim sanatımın bir derdi var ve bir sorunsalın üstüne gidiyor. Benim ruhuma işleyen şeyleri görünür kılmaya ve anlatım diline dökmeye gayret ediyorum. HELLO!: Sanatın evrensel kavramını ve iyileştirici gücünü toplumun her kesimine yayabilmek için çeşitli çalışmalar yaptınız. Sanatın iyileştirici ve dönüştürücü özelliklerinden herkesin faydalanmasını istiyorsunuz. Biraz açalım mı bunu? Ö. Günaydın: Evet, bu anlamda dört yıl önce Sanat Seninle Derneği’ni kurduk ve derneğimizin en önemli amacı herkesin elinin bir kez bile olsa fırça tutması ve ayrıca genç sanatçı arkadaşlarımıza destek olmak. Ayrıca sanat ve toplum arasındaki bağı daha da kuvvetlendirmek için dergi çıkartmaya başladık. Mayıs ayında dijital dergimiz Sanat Seninle’nin ilk sayısını yayınladık. Çünkü biliyoruz ki; sanatın dini, dili, tarafı yoktur. Birleştirir ve iyileştirir. HELLO!: ‘Lidya’nın Masalları’, ‘Cari Hesap’, ‘Cari Hesapsız-Kendime Notlar’, ‘Panik Yok’, ‘Ben Kanserim’, ‘Renkli Fikir Kumbaram’, ‘Zeynep Hanım’ ve ‘I’am Gonna Live 100 Years’ olmak üzere sekiz kitap yazdınız. Pek çok mesaj verdiniz. Kitap yazma ruhu nasıl oluştu? Ö. Günaydın: Küçük yaşlarımdan itibaren yazıyorum. Hatta gönderilmemiş mektuplarım var. Kendimi en iyi ifade ettiğim alanlardan bir tanesi de yazmak. Yılda yaklaşık 100-150 arası kitap okurum. Nitelikli bir okuyucu olduğumu söyleyebilirim. Yazılarımı kendi web sitemden de takip edebilirsiniz. Şiir, oyun, roman, kısa hikaye, masal gibi çeşitli alanlarda yazıyorum. Aforizma en çok yazdıklarımdan. HELLO!: Pekiyi resim, heykel, edebiyat sizi nasıl bir yaşam algısına ve yaşam felsefesine sürükledi? Ö. Günaydın: Sade ve basit yaşamak.
“Küçük yaşlarımdan itibaren yazıyorum. Hatta gönderilmemiş mektuplarım var. Kendimi en iyi ifade ettiğim alanlardan bir tanesi de yazmak.”
Benim için lüksün tanımı parayla satın alınamayacak şeylerdir. Yukarıda bahsettiğiniz her şey benim için bedava. Bu nedenle benim felsefemin temelini oluşturuyor. Mutluluğum kişilere, durumlara, metaya bağlı değil. Bu büyük bir özgürlük. HELLO!: İki çocuğunuz var. Onların sanat ile olan ilişkisi ve algısı nasıl? Ö. Günaydın: Lidya 22 ve Alisa 10 yaşında. İkisi de sanata müthiş ilgili. Hatta Alisa henüz beş yaşındayken mini sanat belgeselleri ve anlatımları çekmeye başladı. Ayrıca o da resim ve heykel yapıyor. Kendi atölyesi bile var. Lidya, Sorbonne Üniversitesi Ekonomi son sınıfta ve eşzamanlı Ecole Du Louvre’da sanat tarihi eğitimi alıyor. Ayrıca Hub Design-Paris temsilcisi. Nefis resim yapar ama daha çok sanatın ‘business’ tarafı onun ilgisini çekiyor. Paris’te pek çok sanatçı ve sanat galerisiyle işbirlikteliği kurdu. Hub Design gibi uluslararası ağa sahip
“Bir gün kadın-erkek tanımlaması bir kenara bırakılırsa bu çatışmaların da sonunun geleceğine inanıyorum. ‘Kadın olmam neden sizin için bir fark yaratıyor? Bunları yapanın kadın olmasının ne önemi var?’ diyerek dünyanın cinsel ayrımcılığına bir bakış açısı sundum.”
bir kurumun temsilcisi olması da beni ayrıca gururlandırıyor. Onlara söylediğim tek şey; mutlu olacağınız şeyleri yapın ve başkaları ne der sakın umursamayın. ‘Renkli Fikir Kumbaram’ isimli kitabımda onlara yazdığım bir mektup var. Bence çocuklar neye maruz kalıyorsa neticesinde o kişi oluyorlar. Benim kızlarım çok küçük yaşlarından itibaren sanata ve kitaba maruz kaldılar. Bu nedenle ikisinin de en büyük tutkusu okumak ve sanatsal faaliyetler. Ayrıca Lidya’nın henüz 15 yaşındayken çıkarttığı bir şiir kitabı var. Aile içinde de birbirimize devamlı mektuplar ve şiirler yazan bir durumdayız. Açıkçası çocuklar bizim aynamız gibi, neyi görürlerse onu yapıyorlar. HELLO!: İş kadını, yazar, ressam, heykeltıraş olarak bütün bu dengeyi nasıl kuruyorsunuz? Ve bu alanlar birbirinden nasıl etkileniyor? Bakış açıları birbirini nasıl tamamlıyor?
Ö. Günaydın: Buradaki toplumsal bir algıyı ve söylemi değiştirmek lüzumu hissediyorum. İş kadını değilim, iş insanıyım. Bahsettiğiniz tüm konular birbirini besliyor. İşimdeki yaratıcı taraf sanatı, sanat işimi besliyor ve beni verimli kılıyor. Hepsi mükemmel bir denge ve ahenk içinde devam ediyor. Benim hayata genel anlamdaki bakış açım tek bir pencereden olmamıştır. Farklı pencerelerden ve açılardan bakmayı çok severim. HELLO!: Pekiyi kadınların gücünü nasıl buluyorsunuz? Etkilendiğiniz kadın sanatçılar arasında kimler var? Ya da idol olarak gördüğünüz kadınlar? Ö. Günaydın: Dünya insanlarla tekrar güzelleşecek, yeşerecek ve iyileşecek... Bahsettiğim gibi kadın ve erkek ayrımı beni rahatsız ediyor. Ayrıca feminist de değilim. Önce bir insanım. Yaptığım her şeyi önce bir insan olarak yaptım. Dişi bir varlık olarak iki çocuk doğurmayı başardım ama yazar, sanatçı ve iş insanı olmanın kadın olmakla ilgisi olduğunu düşünmüyorum, inanmıyorum. Bir gün kadın-erkek tanımlaması bir kenara bırakılırsa, bu çatışmaların da sonunun geleceğini düşünenlerdenim. 2019 yılında New York’ta UN Women etkinlikleri kapsamında bir panele katıldım ve orada panel başlamadan önce moderatör bizleri tanıtıyordu. Sorunuzda da geçtiği gibi yazar, iş kadını, anne, sanatçı vb. olarak tanıtımını yaptı ve sonra sözü bana verdi. Ben de tüm izleyicilerden 30 saniyeliğine gözlerini kapatmalarını istedim. Sonra onlara, “Merhaba, ben Özge Günaydın, sanatçı, yazar, iş insanıyım ve iki kızım var” dedim. “Ve lütfen biri bana söylesin, bunu bir erkek Ahmet adıyla söyleyebilirdi. Kadın olmam neden sizin için bir fark yaratıyor? Bunları yapanın kadın olmasının ne önemi var?” diyerek dünyanın cinsel ayrımcılığına bir bakış açısı sundum. Dönemsel olarak her zaman etkilendiğim akımlar ve sanatçılar oldu ama hiçbir zaman idolüm olmadı.
159
lifestyle SANAT
The TO-DO list SERGİ
SANATSEVERLERİ YALNIZ BIRAKMIYOR
160
4
TİYATRO
5
DANS
PICASSO İSTANBUL’DA
Pablo Picasso’nun tüm dönemlerini kapsayan ‘Picasso İstanbul’da’ sergisinin, digitalSSM arşiv kaynaklarıyla hazırlanan çevrimiçi versiyonu, Sakıp Sabancı Müzesi’nin web sitesi, sosyal medya hesapları ve YouTube kanalından izlenebilir. Paris ve Barselona’daki Picasso müzelerinden, Musée d’art moderne Lille Métropole’den, FABA’dan ve aile koleksiyonlarından ödünç alınmış 135 eser, sanatçının her dönemini temsil edecek bir seçkiyle izlenebilir.
COVID-19 salgını nedeniyle ziyarete kapalı olan OMM - Odunpazarı Modern Müze, karantina döneminde bir araya getirdiği dijital içerikleriyle sanatseverlerle buluşuyor: Ansen, Dilara Fındıkoğlu, Ersin Han Ersin, Osman Özel gibi farklı alanlarında çalışmalarını sürdüren sanatçılarla gerçekleştirilen söyleşiler ile etkileşimli kinetik heykel ‘Ada’nın yaratıcısı, sanatçı Karina Smigla-Bobinski,@ommxart instagram hesabından dinlenebilir.
2
3
SERGİ
TİYATRO
100. YAŞ KUTLAMASINDAN
İKSV, 2002 yılında yapımcılığını İstanbul Tiyatro Festivali’nin üstlenmiş olduğu ‘Nâzım’a Armağan’ oyunu YouTube’dan izleyebilir. Sanatseverler, Genco Erkal’ın tasarladığı, yönettiği ve rol aldığı ‘Nâzım’a Armağan’ ile Yıldız Kenter, Ayla Algan, Zeliha Berksoy, Jülide Kural, Zuhal Olcay, Tilbe Saran, Sema Moritz, Zeynep Tanbay, Işık Yenersu gibi seçkin sanatçıları evlerinde izleme şansı buluyor. Nâzım Hikmet’in 100. yaş kutlamalarına bir katkı olarak tasarlanan ‘Nâzım’a Armağan’ oyununun yanı sıra Hüseyin Karabey imzalı ‘Şiirden Sahneye: Nâzım’a Armağan’ belgeseli de izlenebilecek...
KADININ KOŞULLARI
Koronavirüs günlerinde, izole yaşayan kadınların hikayelerini anlatan ‘Her Güne Bir Vaka’ (Arkası Yarın) serisi BGST Tiyatro, YouTube kanalında izlenebilir. Sevilay Saral’ın yazdığı kadın monologlarını Aysel Yıldırım, Bulut B. Sezer, Ayşenil Şamlıoğlu, Elif Karaman, Songül Öden, Berna Laçin, Zeynep Okan oynuyor. ‘Her Güne Bir Vaka’, farklı sınıfsal ve sosyal konumlara sahip kadınların izolasyon koşullarında neler yaşadıklarına odaklanıyor.
RENKLER VE DANS ANNELER İÇİN
Calpulli Meksika Dans Topluluğu’nun Meksika’nın kültürel mirasını rengarenk yansıttığı ‘Evlilik Seremonisi’ gösterisi İş Sanat’ın YouTube hesabından izlenebilir. Türk resim sanatının önde gelen isimlerinin Anneler Günü’ne özel ‘annelerimizin’ resmedildiği eserlerinden oluşan bir seçki sosyal medya hesaplarından görülebilecek. Müzik tutkunu anneler de pek çok seçkiyi İş Sanat’ın spotify hesabından dinleyebilir.
HAZIRLAYAN: FİGEN NALAN ÖZKAN fozkan@doganburda.com
1
Kültür - sanat etkinlikleriyle dopdolu bir hafta... Sergiler, konserler, tiyatrolar, filmler ve kitaplar sizi bekliyor.
MUHTEŞEM TATLAR
SPORCULARLA MOTIVE OLUN
Godiva, 94 yıllık tecrübesiyle hazırladığı ‘2020 Bayram Koleksiyonu’ ile çikolata alanındaki uzmanlığını bir kez daha kanıtlıyor. Tüketicilerine 1926’dan bu yana en prestijli çikolata deneyimini sunmayı hedefleyen Godiva, ‘Bayram Koleksiyonu’nda muhteşem lezzetlerini sofistike aranjmanlarla bir araya getiriyor.
Evde kaldığımız bugünlerde müzik listenizde bir değişiklik yaparak motivasyonunuzu yükseltmeye ne dersiniz? Dünya şampiyonu kadın güreşçimiz Yasemin Adar, Olimpiyat mücadelesi veren ilk modern pentatlet İlke Özyüksel, Paralimpik Oyunları’nda ilk Türk kadın tekerlekli sandalye tenisçisi Büşra Ün gibi sporcularımızın kendilerini motive eden müzik listelerini Apple Music sizler için derlemiş.
DAHA ESNEK, DAHA KONFORLU
Nomadic Republic, kauçuk tabanlı sandaletlerini, bu yaz daha fazla modele uygulamış. Sadece şık ve orijinal görünümü değil, sürdürülebilir ve doğa dostu yapısıyla da öne çıkan sandaletler, geri dönüştürülebilir malzemelerden oluşuyor. Tamamen el yapımı ve vegan olan halat ve ip sandalet modelleri, antibakteriyel olmalarının yanı sıra hiçbir kanserojen ve alerjen madde de içermiyor.
FOKUS
HELLO! LOVES Moda, seyahat, teknoloji, en son piyasaya çıkan ürünler, en trend etkinlikler... HAZIRLAYAN: BÜŞRA NAZLAN ÜREGÜL nuregul@doganburda.com
ORGANİK KORUMA
Organik sertifikalı Soltis güneş bakımı serisi, etkin bir güneş koruması sağlamak amacıyla geliştirildi. SPF 35 ve SPF 50 seçenekleriyle cildinizi zararlı güneş ışınlarından korurken, aynı zamanda kaybettiği nemi geri kazandırarak cildinizi korumaya, beslemeye ve hasar görmüş hücreleri onarmaya yardımcı olur. Üstelik altı aylık bebeklerden itibaren her yaş grubu için kullanılabilir.
ZAMANSIZ STIL YINE BAŞROLDE
Brooks Brothers’ın ikonikleşmiş hediye seçeneklerinden biri olan ‘Supima’ pamuğundan ütü gerektirmeyen gömlekler, renk ve desen seçenekleriyle bu yıl yine klasik çizgisinden ödün vermek istemeyen babalar için tercih edilen hediyelerin başında geliyor. ‘Supima’ non-iron gömleklere bu sezon eklenen performans özellikleri ise ekstra streç ile nemi emen ve nefes alabilen ‘Coolmax’ kumaş inovasyonları oluyor.
RENKLI VE RAHAT
Mudo’nun yeni koleksiyonu etnik desenler, tek renk sevenler ve çiçek desenleri ile her tarza uyacak. Farklı kesim ve tiril tiril kumaşlar ile elbiselerinizi şimdiden seçmeye başlayın. Pantolon rahatlığından vazgeçmeyen biriyseniz; hiç şüphesiz her vücuda uyacak kesimleri çok rahat bulabilirsiniz. Şık bir ev kombini için üzerinize keten bir bluz veya “Rahatıma düşkünüm” derseniz bir tişört ile Ramazan Bayramı kombininiz hazır...
KADIN GIRIŞIMCILERE DESTEK
Morhipo.com’da yer alan ‘İyi İşler Dükkan’ satışta. ‘İyi İşler Dükkan’da tekstil, hazır giyim, ayakkabı, çanta, aksesuar, ev ve mutfak tekstili gibi alanlarda faaliyet gösteren, ‘İyi İşler’e katılan 23 kadın işletmecinin binlerce ürününü Morhipo. com müşterilerinin beğenisine sunuyor.
161
lifestyle Jonathan Cainer’ın yeğeni Oscar Cainer, ünlü astroloğun 150.000’den fazla astrolojik yorum içeren arşivinden yararlanarak oluşturduğu eşsiz bakış açısıyla tüm dünyada HELLO! okurlarına burçları yorumluyor. “Sen benim sırtımı kaşırsan, ben de seninkini kaşırım” sözü, sadece kendi kendi(23 Haziran - 23 Temmuz) lerine kaşıyamayacakları bir kaşıntısı olanlar için söylenmemiştir. Bazen başkaları için bir iyilik yapmak, kendimiz için yapmaktan daha kolaydır. Merkür senin burcuna girerken, eğer birisine yardım istiyorsa yardımcı olması gerektiğini gösterebilirsen, bundan ikiniz de faydalanacaksınız.
Aslan
Naomi Campbell 22 Mayıs 1970
Koç Duvarları olmayan bir barınağa sığınmanın anlamı nedir ki? Yeni bir zorlukla karşılaşana kadar nasıl incinebi(21 Mart - 20 Nisan) lir bir pozisyonda olduğumuzun genellikle farkına varmayız. Geçmiş tecrübelerimize dayanarak, kendimizi yalnızca bize öğretilmiş olan durumlara karşı korumaya meyilliyizdir. Büyük olasılıkla, şu anki başa çıkma stratejilerin bu hafta pek işe yaramayacak. Muhteşem fikirlerin şanslı alıcılarından birisin.
Boğa İki ekstrem ucun arasında gidip gelme eğilimi bu zorlu günlerde çok daha fazla vurgulanır oldu. Bir an tüm (21 Nisan - 21 Mayıs) alçak gönüllülüğümüzü kuşanmış hissederken, hemen sonrasında kibirli olabiliyoruz ki aslında ikisi de uygun değildir. Dengeyi bulmak kolay değildir. Bu karşılanması kolay bir talep değil. Ama bunu başarabildiğimizde, hayat tatmin edici hale gelir. Bu hafta bariz olanın ötesine geçebilirsin.
İkizler
162
Her ne kadar “Şeytan azapta gerek” deseler de ben öyle ayaklarını uzatıp aylak aylak (22 Mayıs - 22 Haziran) takılan fazla ‘iyi’ insana rastlamadım. Hatta, bunların genellikle daha da fazla enerji harcamaya ihtiyacı vardır. Eğer sen daha az onurlu bir kişi olsaydın, zorlu bir durumdan çıkmak için hileli bir yolu seçerdin. Kendini ipten kurtarmak için tam olarak ne yapman gerektiğini görebiliyorsun. Ancak asil bir insan olma kararlılığı sana daha fazla tatmin getirecektir.
Hayatımızda, beklentilerimizin doğal olarak arttığı ve umutlarımızın yüksek olduğu zamanlar vardır. Nasıl ye(24 Temmuz - 23 Ağustos) rine getirip getiremeyeceğimizi bir an bile düşünmeden, kendimizi sözler verirken buluruz. Zaman geçtikçe, şartlar değişir ve tabii biz de aynı şekilde. Her ne kadar bu, güçte azalmayı işaret ediyor gibi olsa da geleceğin için ilham verici bir sezgiyi de beraberinde getiriyor olacak.
Başak Yönetici gezegenin Merkür yeni göksel yuvasına yerleşirken, kozmos sana desteği(24 Ağustos - 23 Eylül) ni sunuyor. Ancak gerçekten ve metaforik olarak zorlu bir durumun içerisinde sıkışıp kaldığından, bu gelişmelerle alakalı hemencecik rahat hissetmeyebilirsin. Çok sıkı bir şekilde idare edilen bir geminin kaptanı olmak zorunda kalmışken, karaya çıktığında sorumluluğu üzerinden atmanın getirdiği özgürlüğe şükretmek biraz zaman alır. Adapte olmaya çalış.
Terazi Elinde birisinin ihtiyacı olan bir bilgi varsa, onu paylaşmaktan çekinme. İletişimin (24 Eylül - 23 Ekim) gezegeni olan Merkür burç değiştirirken, daha net iletişimleri destekler. Cehalet nadiren mutluluk demektir, her ne kadar elçiler zorlu bilgileri ulaştırmaya çalışırken ‘vurulsalar da’ senin bilgiyi öyle bir paylaşma tarzın var ki bu, insanların rahatlamasını ve söylemen gereken şeyleri duymalarını sağlıyor. Paylaşmaktan sakın korkma.
Akrep Bazı şeyler bizim herhangi bir müdahalemiz olmadan, kendiliğinden ortaya çıkar. Baskı (24 Ekim - 22 Kasım) iyi bir örnektir; kendi kendini üretir. Hayatımızdaki varlığının ne kadar olduğunun bir önemi olmaksızın, her zaman daha
fazla olma potansiyeli vardır. Etrafımızda pek fazla yokmuş gibi göründüğü zamanlarda, yakın bir zamanda geleceğine emin olabiliriz. Şu anda seni daha kolay şartlara ulaştıracak bir yörüngede olduğunu hatırladığın sürece, büyüyen bir rahatlama hissinin değerini bileceksin.
Yay Parayla satın alınamayacak tek şey aşk değildir. Refah hissi. Mizah anlayışı. Bilgelik. Umut. Samimiyet. Pozi(23 Kasım - 21 A ralık) tiflik. Gezegenimizin yeni bir gerçekliği kabullenmeye başlamasıyla beraber, bu nitelikler daha değerli ve eşsiz bir hal kazanıyor. Sahiplenmek istemediğin ya da ihtiyacın olmayan bir şeye sahipsin. Bu hafta, eğer ona yol verirsen, bedel ödemediğin ve daha faydalı bir şeye merhaba diyebilirsin.
Oğlak Bir sürü sorumlulukla uğraşıyorsun. Çok önemli bir karar omuzlarına binmiş durumda. (22 Aralık - 20 Ocak) Eğer doğru tercihi yaparsan, bir felaketi engelleyeceksin; yanlış tercih yaptığın durumda ise bundan sorumlu tutulacaksın. Tam da bu yüzden işleri son derece titizlikle ve hassasiyetle alıyor; tüm olasılıkları ölçüp biçiyorsun. Merkür burç değiştirirken, kaybedeceklerinin düşündüğünden daha az olduğunu görmeni sağlıyor. Bu hafta kayıtsızlık faydalı olacak.
Kova Bir rutin içerisinde olmak rahatlatıcıdır; herkes kendine (21 Ocak - 19 Şubat) göre bir düzen kurar. Sonrasında, çok fazla rahatlamaya başlayınca, kozmosun müdahale etme gibi bir eğilimi söz konusudur. Tıpkı bir çığın durdurulamaması gibi bizi, şartlarına uyum sağlamak dışında başka şansımızın olmadığı yeni bir bölgeye sürükleyene kadar büyümeye devam eder. Bu hafta, Merkür burç değiştirirken, beraberinde bir seçim yapabilme cesaretini de getiriyor.
Balık Eğer etrafın, neyin yanlış neyin doğru olduğuna dair oldukça net fikirleri olan insan(20 Şubat - 20 Mart) larla çevriliyse, kendi fikirlerinin geçerli ve sunmaya değer olduklarından nasıl emin olabilirsin? Kimsenin inançlarını ödünç alamazsın. Sadece kendininkilere güvenebilirsin. Bu hafta dramatik bir durumu karar noktasına getirecek. Eğer kalbinden geçenlere karşı dürüst olur ve senin için gerçekten önemli olan şeyin peşine düşersen, güçleneceksin.
FOTOĞRAF: GETTY IMAGES
Yengeç
TEGV’in birbirinden şık davetiyeleri ve yeni hediye seçenekleriyle evlilik töreniniz ışıl ışıl olsun, çocukların geleceği aydınlansın.
Ürünlerimizi incelemek ve sipariş vermek için: Tel: 0216 290 70 84 siparis@tegv.org www.tegv.org