2012 03 09 mart kitap eki

Page 1

.

KITA P Aydınlık

BU SAYIDA

35 KİTAP TANITILIYOR Toplam: 63

9 Mart 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı:2

8 Mart DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

r a l n ı d Ka r a l p a t i K e v

Prof. Dr. Gülay Toksöz “KALKINMADA KADIN EMEĞİ”

... n i ç i k lma o i b i h z sa ö s a d Ya am

Bir kadın, bir yazar: VIRGINIA WOOLF

Gülsüm Cengiz “KADINLAR İÇİN SÖYLENMİŞTİR”

Birgitta Trotzig ÇAMURDA BİLE KADIN



Aydınlık KİTAP

9 MART 2012 CUMA

İÇİNDEKİLER

3

SUNU

Yeni bir sınavın eşiğinde, “Bilimsel Sosyalizm ve Bilim”

s. 4

Haftanın Portresi: 60. ölüm yıldönümünde Aleksandra Kollontay s. 5

Aydınlık Kitap, bu hafta kadınlarla ilgili kitaplara ve kadın yazarlara öncelik veriyor. Çünkü...

Bir kadın, bir yazar: Virginia Woolf

s. 6

Mario Puzo, Nazilerin peşinde

s. 7

Sema Kaygusuz: “Hayatımdaki en uykusuz kişidir Birhan” s. 8

s. 10

Prof. Dr. Gülay Toksöz: “Kadın, kendi yaşamında söz sahibi olmalı s. 11-12 “Türklerin Yazılı Kültürü”

s. 13

Büyük Dedem Karl Marx

s. 14

Seyyit Nezir: Arakablo

s. 15

Bir Kitap Bir Film: “Yüzücü

s. 16

Çocuklar için

s. 17

Yeni Çıkanlar

s. 18-19

Mecit Ünal: Gülden Terazi

s. 20

Sahaf ve Anadolu’dan Kitabevi

s. 21

Alıntı test / Bulmaca

s. 22

. KITA P Aydınlık

Editör: Pınar Akkoç Yazıişleri: Damla Yazıcı Reklam Müdürü: Saynur Okuroğlu Sayfa Sekreteri: Egemen Yamandağ

Ülkemizde, çocuklarına kitap okuyan ebeveynlerin toplam nüfusa oranı, yüzde 51... Babalar, bu toplamın yüzde 20’sini, anneler ise yüzde 80’inini oluşturuyor. Kadınlar, çocukları değil, bu kez kendileri söz konusu olduğunda da erkeklerden yaklaşık üç kat fazla kitap okuyorlar. Yüzde 18’e karşılık, yüzde 50... Gençliğe bakıldığında da benzer bir manzara çıkıyor karşımıza. Kız öğrenciler, erkeklerle kıyaslandığında kitaplarla dört kat daha fazla dostluk kuruyorlar. Kızlar roman, öykü ve deneme türlerine yönelmişken, genç erkekler daha çok çizgi romanları tercih ediyor. Şunlar da çarpıcı veriler:

Gülsüm Cengiz ve Anadolu kadınının şiirli tarihi s. 9 Çamurda bile kadın

Kadınlar aydınlatıyor

Kitap, Türkiye’de ihtiyaç maddeleri sıralamasında, ancak 235. sırada yer alabiliyor... Bir yılda kişi başına kitap için harcadığımız para, 45 cent... Bir Japon yıl boyunca 25, bir İsveçli 10 kitap okurken, 6 Türk 1 kitap okumakta... Türkiye’nin en hareketli, en bereketli, nüfusu yaz aylarında üç katına çıkan dünyaca ünlü tatil beldesinde 230 içkili restoran, 127 kahvehane, 103 kafe-bar, 12 disko mevcut. Kitabevi sayısı ise, yalnızca 2 (iki)... 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlarken, okuyan ve okutan kadınlarımızın, ülkemize ilişkin bu genel ve olumsuz tabloyu değiştireceklerine inanıyoruz. Tıpkı, “Bakış Açısı” şiirinde “Fırıncı fırında pişer Çiftçi kendini eker toprağa Değirmenci ellerini öğütür un diye Yolcu uzanır gider Fırından, ekinden, Yoldan, değirmenden Bakarım dünyaya Ben” diyen şair Cemile Çakır’ın sesinin çoğalacağına inandığımız gibi... Aydınlık Kitap, ilk sayısında okurlardan ve yayın dünyasından yoğun ilgi gördü. Bayilere çıktığımız 2 Mart günü, Aydınlık gazetesi toplam 7 bin yeni okur kazanarak, tirajını 60 binlere yükseltti. Aydınlık Kitap, şu anda en çok okura ulaşan haftalık kitap eki konumunda... Tüm okurlarımıza teşekkür ediyor, bu ilgiyi karşılıksız bırakmayacağımızı, Aydınlık Kitap’ın içeriğini her sayısında daha da zenginleştireceğimizi, bir kez daha vurguluyoruz. Kitaplarla, okurlarımızı, Türkiye’yi aydınlatmayı tüm hızımızla sürdüreceğiz. Haftaya, yeni kitaplarla, yeni yazarlarla buluşmak üzere...

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. adına sahibi: Mehmet Sabuncu Genel Yayın Yönetmeni: Serhan Bolluk Sorumlu Müdür: Mehmet Bozkurt

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 www.AydinlikGazete.com kitap@aydinlikgazete.com Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Yalçın Koreş Cad. No: 12/A Bodrum Kat Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 655 44 34


4

Aydınlık KİTAP

9 MART 2012 CUMA

DO U PER NÇEK’TEN “B L MSEL SOSYAL ZM VE B L M”

Yeni bir sınavın eşiğinde... “Bilim ve bilimsel bilgi, en başta gerçeğin, pratiğin bütünsel, eksiksiz bilgisine ulaşmakla başlar. Nasıl yarım hamilelik diye bir şey yoksa, yarım bilim ve yarım bilgi diye de bir şey olmaz”

MEHMET ULUSOY Nerdeyse son otuz yıldır küresel çapta karşıdevrim, ortaçağa dönüş sefaleti ve bir alçalış yaşanıyor. Bilimsellik, gerçek aşkı, hakikatseverlik, neredeyse “karın doyurmayan”, modası geçmiş değerler, kavramlar haline getirildi. Sözde “yenilik”, “değişim” vb. masallarla, postmodern paketlerde sunulan ortaçağ hurafeleri ve emperyalist yalanlar, “saygın” değerler haline getirildi. Tarih bilimi ise, kısa yoldan söyleyelim, laf cambazlarının, canının istediğini istediği yerden alıp, gönlünce kullandığı bir malzeme deposuna çevrildi. Hurafe salgınından kimi bilimsel sosyalistler de paylarını aldı… Kendi tarihimizle, pratiğimizle ilgisi olmayan belli kalıpları, şablonları tekrarlayan ezbercilik, solun pençesinde kıvrandığı ciddi bir hastalık. Sosyalistlerin bir bölümü, dünyada devrim dalgasının geri çekilmeye başladığı 1970’lerden günümüze yaklaşık kırk yıldır hakikati öğrenme ve tartışma enerjilerini, bilime bağlılığı, devrimci ilkeleri büyük ölçüde yitirdiler ne yazık ki. Oysa, tarihin, toplumsal devrimlerin bize öğrettiği en büyük ders, gerçeklerin birleştirici olduğudur; büyük gerçekler ise daha da birleştiricidir. Bertold Brecht’in çok anlamlı, öğretici bir sözü vardır: “Bilen böler, çok bilen birleştirir”. Bilim ve bilimsel bilgi, en başta gerçeğin, pratiğin bütünsel, eksiksiz bilgisine ulaşmakla başlar. Nasıl yarım hamilelik diye bir şey yoksa, yarım bilim ve yarım bilgi diye de bir şey olmaz. Oysa Türkiye solu, yarım bilgilerle, -saygı duyulası- ne büyük mücadelelere girişti. Ancak bilime ve teoriye önem vermedi, bilimsellik etiğinden uzaklaştı. Böylece Brecht’in işaret ettiği yarım bilgili “bilen”, ama bölen sosyalistlik, doğal karşılanan yaygın bir eğilim oldu.

DENEKTA I: TOPLUMSAL PRAT K YA DA B L M Bilimsel sosyalist olmanın ölçütü ve mihenk taşı, toplumsal pratiktir, bilimdir; yani gerçeğin bütünsel bilgisidir. Ve bu toplumsal pratik, tarihin içindedir, dışında değil. “Bilimsel sosyalizm, daha kuruluşunda, hem kaynağını saptamıştır ve hem de onunla bağlantılı olarak kendisini sınayacağı bir denektaşı belirlemiştir: Toplumsal pratik ya da bilim.” Yukarıdaki cümle, Doğu Perinçek’in “Bilimsel Sosyalizm ve Bilim” kitabının başında, önsözde yer alıyor. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in Kaynak Yayınları’ndan çıkan kitabının özünü, temel mesajını bu fikir oluşturur. 1980’ler ve özellikle 1990’lardan sonra Bilimsel Sosyalizm hurafelerle, ayrık otlarıyla kuşatıldı. Yani, “Türkiye’de sosyalist hareketin son elli yıllık deneyimine bakarsak, bilimselliğin hor görüldüğü saptanabilir” (s.12). Bilimsel Sosyalizmi bilimin denek taşına vurma ihtiyacının daha temel diğer bir nedeni, küresel karşıdevrimle içine girdiğimiz 21. yüzyılın yeni olgu-

larını kavrama zorunluluğudur. Son otuz yıldır yaşanan gelişmelerin, yetersiz birikimle, yarım bilgi ve teorilerle, hele şabloncu kafalarla değerlendirilmesi olanaksızdı. Bilimi, bilimsel teoriyi küçümseyen solculuk, “yüzyıllar boyu ezile ezile, yenile yenile ağıt yakan Anadolu köylü ruhu”na teslim olmuş, “sosyalist hareket, başarı peşinde koşmak yerine, ıstıraplardan haz duyan bir mecraya itilmiştir” (s.13). İnsanlığın 1789’un gerilerine sürüldüğü yeni bir ortaçağ dalgasının yaşandığı bu sürece ancak bütün geçmiş deneyimleri ve bilimsel birikimi kucaklayıp aşan olgun, yetkin bir teoriyle yanıt verilebilirdi. Bu, aynı zamanda, 200 yıllık tarihsel olguların, hakikatin mihenginde Bilimsel Sosyalizmin yeniden bir sınava sokulması ve bilimselliğini kanıtlaması demekti.

DEVR MLER N TEMEL KARAKTER

BA ARI VE BA ARISIZLIKLAR Bu devrimlerin temel karakteri nedir? “Toplam olarak baktığımız zaman, dünyamızın 1917 Ekim devriminden sonra söylendiği gibi ‘Proleter Devrimleri Çağı’nda değil, bugün milli demokratik devrimler çağında olduğu görülmektedir” (s.150). Dahası var; “Avrupa’nın gelişmiş denen ülkelerinde Haçlı seferlerinin, hurafenin, mafyalaşmanın vb. alıp başını yürüdüğünü görüyoruz. Emperyalist - kapitalist dünyada bir karşıdevrim dönemi yaşanıyor. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi gelişmiş denen ülkeler bile, yer yer demokratik devrimlerin gerisine düşmüşlerdir…” (s.151). “Bilimsel Sosyalizmin Türkiye’deki Kaynakları” başlıklı bölümde Türkiye devrim pratiğinin denek taşında Bilimsel Sosyalizmin başarı ve başarısızlıkları inceleniyor. İşte bu çok önemli tezleri içeren, büyük tartışma açacak bölümden bir kesit:

Bilimsel Sosyalizmin, 19. yüzyılda bilimin içinden bilimsel bir teori ola- K M DAHA GERÇEKÇ ? rak doğuşunu incelerken Perinçek, “TKP önderliği, 1919 yılından itikuşkusuz, ayetlere dönüştürülmüş baren eylem kılavuzu olarak Mark“Marksist” kalıpları ezberlemekle yetinen solculuğun düştüğü sefaleti, ta- sizm-Leninizmi kabul etti. (…) rikatlaşmayı düşünüyordu. “Oysa Kemalist Devrim önderliğinin büyük hiçbir bilgi, altında Marks’ın, En- itibar sahibi olduğu koşullarda, onun gels’in, Lenin veya Mao’nun, Einste- solunda bir örgüt olarak kitleler in’in veya Atatürk’ün veya Hz. içinde örgütlenemedi. Dar bir öncü kadro olarak kaldı. Pratiğindeki ve Muhammed’in imzası olörgütlenmesindeki bu sınırlıduğu için doğru değillık, ideolojik ve siyasal çizdir. Herhangi bir Kitapta, gisine de yansıdı. Türkiye bilim adamının, n eri istl yal sos zeminine dayanan bir Galilei’nin, mücadele geliştiretart mas na Kopernik’in medi. 1919 koşullainsanlığın k kat sunulan ve rında işçi sınıfına bilimsel biniteli inde çok önemli dayanmak adına, rikimine İstanbul merkezli katkısı önermeler var. Özellikle 20. faaliyeti, aslında nasıl ele izm yal sos yüzy l partiyi Kemalist alınırsa, deneyimlerinin Marks’ın, Devrimin sağına teorile tirilmesi ve Türkiye Lenin’in, ve İstiklal Savaşı Mao’nun, pratiğinin kenasosyalist hareketinin A t a rına düşürmüştü. ve un sun kapsaml bilanço türk’ün (…) Mustafa ele tirel katkısı da Kemal Paşa, nesöyle ele alıde erlendirmesinin nel olarak Şefik nır; gerçekler Hüsnü veya Mustafa lüm bö bulundu u likle sınanır…” Suphi’den daha maçarp c tezler (s.91). teryalist, daha gerçekçi, içeriyor Kitapta, sosya20. yüzyılı ve Lenin’in listlerin tartışmasına teorisini daha doğru uygulasunulan ve katkı niteliyan bir konumdaydı. Bunun için ğinde çok önemli önermeler başarılı oldu. Başka deyişle İstanvar. Özellikle 20. yüzyıl sosyalizm de- bul’da bildiri dağıtanlar, 19. yüzyılda neyimlerinin teorileştirilmesi ve Tür- kaldıkları, 20. yüzyılın Bilimsel Soskiye sosyalist hareketinin kapsamlı yalizmini uygulayamadıkları için o bilançosunun ve eleştirel değerlendiryanlışlara düştüler” (s.209-210). mesinin bulunduğu bölümler çarpıcı Bugün, Türkiye sosyalizminde taritezler içeriyor. Örneğin, önemli bir hin kenarında ve muhalefetle yetitez, “Bilimsel Sosyalizmin dünyalılaştığı”, ezilen ve gelişen dünya pratikle- nen hastalığın köklerinde bu mirasın rinde zenginleşip, ete kemiğe olduğunu söyleyebiliriz. 100 yıllık deneyiminin en kapbüründüğü 20. yüzyıl devrimlerinin samlı, en gelişkin ve olgun değerlentemel bir özelliğinin, “bütün devrimdirmesini içermektedir. Bundan lerin emperyalist müdahale ve işgale karşı vatan savunmasından geçerek sonrası, sosyalist, ilerici okurun zafere ulaştığı”dır. Emperyalist bir ül- okuma sabrına, iradesine ve tarkede gerçekleşen Sovyet Devrimi tışma/eleştirme duyarlılığı ve sorumluluğuna kalıyor. dahil.


Aydınlık KİTAP HAFTANIN PORTRES

Aleksandra Kollontay “Kadının özgürlüğünün tamamlanması ancak, gündelik yaşamdaki köklü bir dönüşümle gerçekleşebilir”

“Romanlarda bile yaptı. Kadınlakadın kahramanların rın da erkekler çoğunda yaşamın gibi cinsel öztemel içeriği aşk duygürlük yaşayagusuna indirgeniyor. b i l e c e ğ i Eğer gönlü boşsa yaüzerine temelşamı da boş gibi gelilendirdiği tezyor kadına. Burada lerini, cinsel kadınla erkek arasında ahlakın yalbüyük farklılık var. Ernızca sosyalist kekte gönül yaşamının bir toplumda yanında daima özel bir gelişeceği düetkinlik alanı oluyor ve şüncesiyle birkadın bekleyiş içinde eridiği sı- leştirdi. Sovyet hükümetindeki rada ‘o’ erkek kadının bilmediği bakanlık görevinde de tepkiler anlamadığı başka bir dünyada ka- alınca, 1926’da Meksika’da, derine karşı mücadele veriyor. 1927’den 1930’a kadar Norveç’te Tutkuyla beklen erkeğin işinden ve 1930’dan 1945’e kadar farklı döndükten sonra kendini tama- ülkelerde büyük elçilik görevleri men kadına adamak yerine çanta- verildi. 1933’te kadınlarla ilgili çasından kağıtlar çıkarması lışmaları için Lenin Nişanı ile herhangi bir toplantıya yetişmek 1942 ve 1945 yıllarında da diplove ya kitaba gömülmek için yeme- matik çalışmaları nedeniyle İşçi ğini atıştırmak için acele etmesi Sınıfı Kızıl Sancağı ödülleri aldı. yüzünden kimbilir ne çok psikolo- 1945 yılından sonra SSCB Dışişjik dram yaşanıyor şu dünyada...” leri Bakanlığı danışmanlığı görBu satırların sahibi Aleksandra evinde bulundu. Kollontay 31 Mart 1872’de St. Pe“Kadının özgürlüğünün tamamtersburg’da kentsoylu bir ailenin lanması ancak, gündelik yaşamdaki çocuğu olarak dünyaya gelmesine köklü bir dönüşümle gerçekleşebikarşın, ailesinin beklentilerinin lir” ve “Cinsler arasındaki ilişkilere tersine emekçi kesimle ilgilenerek kıskançlık duyguları, diğeri üzeMarks ve Engelsyapıtları rinde tensel ve ruhsal taokumaya başladı. 20 yasarruf isteği ve şındayken evlendi, yüzyıllardan beri la tkuy “Tu ancak evliliği fazla varlıklarının biribeklen erke in benimseyemedi cik kurtuluş yoten dük dön i inden ve 1893 yılında lunu aşkta n ame tam dini sonra ken eşinden ayrılagörmeye alışkad na adamak yerine rak Zürih’e mış kadınları çantas ndan ka tlar ç karmas ekonomi eğiözellikle yaherhangi bir toplant ya yeti mek timi görmeye kalayan salve ya kitaba gömülmek için gitti. 1906’da gın halindeki Rus Sosyal Deyalnızlık duyyeme ini at t rmak için acele mokrat İşçi Pargusu, egeetmesi yüzünden kimbilir ne tisi’nde etkinlik menliğini çok psikolojik dram gösterdi. Alman sürdükçe ‘serya an yor u komünist lider Rosa best aşk‘ anlamsız a...” yad dün Lüksemburg’dan etkibir söz olarak kalalenerek Rusya’ya dönen caktır” diyen Kollontay, Kollontay, sınıf mücadelesi üze- tam 60 yıl önce, 9 Mart 1952’de yarine görüşler kaleme aldı ve ya- şama veda etmişti. Aleksandra Kollontay‘ın kitapyımladı. Yazılarının tepki görmesi üzerine Almanya’ya sürgüne gi- ları ülkemizde “Maksizm ve Cinderek sosyalizm üzerine çalışma- sel Devrim”, “Kollontay: Özgür lar yaptı. 1915 yılında Bir Kadın Komünistin OtobiyoBolşeviklere katıldı. 1917’de tek- grafisi”, “Kızıl Aşk”, “İşçi Arılarar Rusya’ya dönerek devrim hü- rın Aşkı”, “Birçok Hayat kümetinde yer alan tek kadın Yaşadım” başlıklarıyla yayımlanolarak, kadınlarla ilgili çalışmalar mıştır.


6

Aydınlık KİTAP

9 MART 2012 CUMA

Bir kadın, bir yazar: Virginia Woolf “Kendine Ait Bir Oda”, kadınların bir yıl önce Birleşik Krallık’ta uzun mücadeleler sonucu genel oy hakkını kazandıkları bir dönemde yayımlanmıştır ve zamanının feminizm, cinsiyet, cinsellik ile modernite tartışmalarının tam ortasına doğar İ. UTKU KAVASOĞLU Ölümünün üzerinden geçen 71 yıldan sonra, artık telif yasaları açısından da eserleri resmen birer “klasik” kabul edilen Virginia Woolf, yeniden, bu kez de yeni çevirileri vesilesiyle Türk okurlarının gündeminde girmiş bulunuyor. 59 yaşında intihar ettiğinde beş ciltte toplanan günlüklerinde yazdığı gibi “kabına sığmamacasına çalışan beyninin” ürettiği sayısız çalışma bırakmıştı geride. İçinde yaşadığı çağa, modern yaşama, modern insana ve modern sanata dair her şeyi yazdıklarına konu eden ve doymak bilmez bir keşfetme, yorumlama ihtiyacıyla harekete geçen bir yazardı Virginia Woolf. Öyle ki modernizmin deneyimini ve bilincini bir yandan kaydedip bir yandan şekillendirmekle kalmamış, kendisini çok neşelendiren yazma süreçlerini de bir inceleme konusu haline getirmiştir. Yazma eyleminin ta kendisine dair duyduğu bu tutku başta “Mrs. Dalloway” ve diğer pek çok romanında yetkin örneklerini sergilediği “bilinçakışı” tekniğine sıçramasına olanak sağlamış, İngiliz tarihinin dört yüz yıllık kesitini sunduğu “Orlando”sunu yaratmıştır. 1920’li yıllar hayatı tarihin adeta hızlanarak aktığı bir dönemi kapsayan - Viktoryen dönemin sonlarında doğmuş, Boer Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, Ekim Devrimi, Avrupa’da faşizmin iktidara gelişi, İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcına tanıklık etmiş- Woolf’un yazarlığının en verimli dönemi olarak görülebilir. Önemli romanları “Jacob’un Odası” (1922) “Mrs. Dalloway” (1925), “Deniz Feneri” (1927), “Orlando” (1928) ve “Dalgalar” (1931) bu dönemin meyveleridir. Ancak bu dönemin sonlarında 1929 yılında, bizim de özel olarak ele alacağımız ve önemi yalnızca Woolf’un eserleri içindeki yeriyle sınırlı kalmayan bir kitabı yayımlanır: “Kendine Ait Bir Oda”.

KÜÇÜMSEY C SORULARA CEVAP “Kendine Ait Bir Oda”, kadınların bir yıl önce Birleşik Krallık’ta uzun mücadeleler sonucu genel oy hakkını kazandıkları bir dönemde yayımlanmıştır ve zamanının feminizm, cinsiyet, cinsellik ile modernite tartışmalarının tam ortasına doğar. Virginia Woolf’un 1928 yılı boyunca Cambridge Üniversitesi’nde kadın öğrencilere verdiği dersler etrafında şekillenen “Kendine Ait Bir Oda” gerek ele aldığı konu gerekse de bunu ele alış biçimiyle dikkat çeker. Jane Austen’dan Brontë kardeşlere bir dizi kadın

yazar üzerinden erkeklerin yönelttiği şu hapseden bütün bir geleneğe başkaldırıdır. küçümser soruya cevap aramaktadır: “Dü- Kadının anonimleştiği figürleri eleştirmiş, şünce alanında bizler kadar yetenekli ol- kendi bireyselliğini kazandığı berrak, engel duğunuzu öne sürüyorsunuz. Madem öyle, tanımamış bir zihnin yazmanın birinci koneden içinizden Shakespeare gibi bir deha şulu olduğunu öne sürmüştür. çıkaramıyor, niçin bir Savaş ve Barış yazaKadınların yalnız roman veya şiirde mıyorsunuz?” Buna karşılık Woolf’un değil, bir zamanlar yalnızca erkeklere ait kadın ve kurmaca sorunsalına en iyi yanıtı olduğu düşünülen her alan ve başlıkta kendisi kurmacaya dönüşen ve onun ola- üniversiteler, tarih, temel ve sosyal bilimnakları içerisinde devinerek bir kadının ler, müzik, resim vs.- üretimde bulunmaOxbridge’de (İngilizlerin Oxford ve Cam- larını isteyen Woolf’un kendisi de bu bridge Üniversiteleri geleneğine verdikleri alanda bir öncüdür. Kocasıyla birlikte kurad) ve British Museum’ın rafları arasında dukları Hogarth Press’te T.S. Eliot, E.M. geçirdiği bir gününü anlatması fevkalade Forster, Katherine Mansfield’in yanı sıra yaratıcı bir eylemdir. Zira, her fırsatta ken- Freud’un ilk İngilizce çevirilerini yayımdine özgü anlatım olanaklarını yakalamış larlar. Yine kocasının, ölümünden sonra bir kadın yazar olan Woolf’un “Kendine derleyip dört ciltte topladığı denemeleriyle Ait Bir Oda”da sık sık belirttiği gibi kaWoolf, önemli bir edebiyat eleştirmenidir. dınların yazın alanındaki en önemli eksiklerinden biri de erkeklerin onlara nasıl 20’li ve 30’lu yılların İngilteresi’nde düyazmaları gerektiğini dikte ettikleri kalıp- şünsel hayata müdahalenin yollarını arayan ve dönemin entelektüellerinin lara sıkışmış olmalarıdır. toplandığı avangart, anti-faşist bir mer“Kendine Ait Bir Oda” cinsiyet, cinkez halini almış Bloomsbury sellik, materyalizm, eğitim, ataergrubunu kurarlar. Virginia killik, kadın düşmanlığı, Toplumsal Woolf kadınların mücaöznellik, “Shakespeare’in delesi için yapılması rolleri evde kız kardeşi”, ırk, sınıf ve gerektiğini düşünbenzeri üzerinden geroturmaya, çocuk düğü her şeyi kendi çekleştirilen bir dizi a uçk kul r bire n do ura hayatında uygulaönemli feminist tartışeye ü m makinesine dön mada locus classicus mış bir aydın olarak ve erke i yüceltmeye olarak başvurulan bir görülmelidir. indirgenmi kad nlar n kaynak halini almıştır.

TRAJ K toplumlar n geçirdikleri ya dün B R SON dönü ümler tüm ölçe inde ne kadar Ne yazık ki “Ken“Bir kadının, eğer kurbirbirine dine Ait Bir Oda”da maca yazacaksa parası ve “16. yüzyılda üstün bir yebenziyor DÜ ÜNDÜ ÜNÜ YA ADI

kendine ait bir odası olmalıdır.” Virginia Woolf bunları yüzlerce yıllık geçmişe sahip Oxford ve Cambridge Üniversitelerinde eğitim almış beyaz erkeklerin omuzlarında yükseldiğine inanılan İngiliz toplumunun hep ötelediği kadınlara edebiyat alanında bir çıkış yolu göstermek için yazmıştır. Kadınlar sayesinde ve onların yoksunlukları sayesinde serpilen İngiliz toplumunun -ve diğer ataerkil toplumların- kendini kadının üzerinde konumlandırmasının acı tarihini anlatmıştır. Toplumsal rolleri evde oturmaya, çocuk doğuran birer kuluçka makinesine dönüşmeye ve erkeği yüceltmeye indirgenmiş kadınların -toplumların geçirdikleri dönüşümler tüm dünya ölçeğinde ne kadar birbirine benziyor- ekonomik bağımsızlığının önemine dikkat çekmiştir. Kadının toplumdaki yeri, evlenmenin kadın yaşamındaki rolü, kadın-erkek ve kadınlar arası ilişkilerinin doğası onun romanlarındaki leitmotiflerdir. Clarissa Dalloway’in bir gününü anlatırken iki kadının dostluğu üzerine yazdıkları kadının edebiyattaki rolünü aşık olan ve/veya olunana

tenekle doğan herhangi bir kadın hiç kuşkusuz çıldırır, kendini vurur veya günlerini köyün dışında bir kulübede, korkulan veya alaya alınan bir yarı büyücü, yarı cadı olarak geçirirdi” diye yazan bir kadının Avrupa’nın ortaçağı yeniden yaşadığı dönemde intihar etmesi son derece trajiktir. Öte yandan artık tam anlamıyla bir klasik sayılan Woolf’un eserlerinin insanlığa mal olmasının bizim için kimi iyi sonuçları olduğu da açık. Bu yılın başında Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından arka arkaya gerçekleştirilen yeni, özenli çevirileriyle tekrar Türk okurunun gündemine girdiğini söyleyebiliriz. Woolf’un en önemli romanı sayılan “Mrs. Dalloway”i Türkçe’nin iki önemli çevirmeni Tomris Uyar ve İlknur Özdemir’in kaleminden keşfetmek okurlar için zenginleştirici bir deneyim olacaktır. Eminim ki Virginia Woolf da yazdıklarının hakkını veren kadın çevirmenleriyle gurur duyardı. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününüz kutlu olsun.


Aydınlık KİTAP

MARIO PUZO, NAZ LER N PE NDE: “MÜN H'E KADAR ALTI MEZAR”

Dünya için bir ! r e l i d l i ğ e d p ı y a k Puzo'nun mafya kadar Nazilerin dünyasını da çok bildiğini ve araştırdığını kanıtlayan, kolay okunan bir roman ELVAN KÜREKÇİOĞLU New York'un Hell's Kitchen, yani “Cehennem Mutfağı” diye bilinen bölgesi, İtalyan mafyasının başrolde olduğu kaç kitaba, kaç filme ilham vermiştir saymakla bitmez ama en azından Mario Puzo'nun (1920-1999) doğum yeri olarak “Baba”, “Aptallar Erken Ölür”, “Omerta” gibi unutulmaz “gang” serüvenlerine çok özgün bir mekan oluşturduğunu, bolca malzeme verdiğini gayet iyi biliyoruz. ABD ordusunda onbaşı olarak katıldığı İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, kitaplara gömülüp yazar olmayı kafaya koyan genç Puzo, yayımlanan ilk iki romanı pek ses getirmeyince sala pes etmemiş, tam tersine iyice hırslanmış, tüm dünyanın dikkatini çekecek bir romana imza atacağı konusunda sağa sola yeminler etmişti. Puzo'nun çok satan romanlarının Türkiye yayıncısı olan E Yayınları, 1967'de nedendir bilinmez

yazarın Mario Cleri adıyla sunduğu “Münih'e Kadar Altı Mezar”ı da okurlarla buluşturdu. Yayınevi, “ilk kez tam çeviri-

siyle...” notunu da düşmüş. Savaş tecrübesinin yansıdığı, belli ki daha o dönemde zihinde kurgulanmış bir roman “Münih'e Kadar Altı Mezar”. Olan biten kısaca şöyle: Michael Rogan sıra dışı hafızası ve olağanüstü şifre çözme yeteneğiyle ABD istihbaratında görev yapan bir subaydır. Savaş sırasında Avrupa'da görevlendirilir, görevi sırasında aşık olur ve evlenir. Fakat yaptığı bir dikkatsizlik onu ve ailesini kötü bir sona doğru sürükler. Naziler tarafından yakalanıp tutuklandıkta sonra bir savaş esiri gibi değil, bir kobay olarak kullanılır. 10 yıl sonra Avrupa'ya döndüğünde tek bir amacı vardır ve işkencecilerini teker teker avlamanın zamanı gelmiştir. “Derken göğsünde fiziksel soğukluk gibi bir şey fark etti. Sanki bütün gövdesine ölüm dokunmuş gibiydi. Soğukluk yayılıyordu. Ama üşümüyordu. Hiçbir gerçek fiziksel rahatsızlık duymuyordu. Sadece, bizzat kendisi, ölüme bir nevi ev sahipliği yapmış gibiydi sanki” satırlarında olduğu gibi kahramanın ruhsal dünyasında da adımlar atan ama daha çok akıcı-kolay bir anlatıma dayanan “Münih'e Kadar Altı Mezar”, Puzo'nun mafya kadar Nazilerin dünyasını da çok bildiğini ve araştırdığını kanıtlayan, kolay okunan bir roman. Merakınızı biraz daha kışkırtalım... Romanda Michael Rogan'a işkence edenlerin yedi kişi olduğu belirtiliyor ısrarla. Peki, Münih'e kadar acaba neden “altı mezar”... Acaba yedinci işkenceci kim ve ona ne oldu? Yanıt, elbette ki romanda gizli ve düğümü şimdiden çözmemek için “suskunluk yasası”na uymak zorundayız! Fakat şu kadarını söylememizin pek sakıncası yok: “Kötüydüler, dünya için bir kayıp hiç değildiler, fakat son anlarında üzerlerine bir insanlık pırıltısı düşmüştü.” (Münih'e Kadar Altı Mezar, Mario Puzo, E Yayınları, Çev: Hamide Koyukan, 144 s.)


8

Aydınlık KİTAP

9 MART 2012 CUMA

SEMA KAYGUSUZ, “KARADUYGUN” VE ALINLARI DO U TAN DÖVMEL NSANLAR

“Hayatımdaki en uykusuz kişidir Birhan” Kitap boyunca Kaygusuz’un sizi elinizden tutup kendi evrenine bir büyücü edasıyla nasıl çektiğini şaşkınlıkla görüp bir süre o dünyada kaybolduktan, karaduygun insanlarla hemhal olduktan sonra kendi gündelik evreninize dönmenin imkansız olduğunu görürsünüz.. Zira onun insanları dünyanın dibini gören, eğreti olduğu kadar sancılı, sancılı olduğu kadar da sahicidirler…

Bir şair ancak bu kadar edepli anlatılır. Hayvanlar ve insanlarla örülü pek çok hikayenin sessiz çığlığıdır Birhan… “Eski tanrılar uyku nedir bilmezdi” cümlesiyle başlayan anlatı metninde Birhan, onu gece uykusundan uyandıran garip sesin kaynağını yedi anlatı metnine bağlanan yedi öyküyle birlikte arar. Hiçbir karakterin önüne geçmez, rol çalmaz; anlatı boyunca usul usul varlığını hissederiz sadece… O bir karaduygundur ne de olsa… Sessiz, derinden…

“ÇA RILAN MUSA”

Kitap boyunca Kaygusuz’un sizi elinizden tutup kendi karaduygun evrenine bir büyücü edasıyla nasıl çektiğini şaşkınlıkla görüp bir süre o dünyada kaybolduktan, karaduygun insanGÜLSEN ARSLAN Kitabın içeriğine dair bir şeyler larla hemhal olduktan sonra duyup okuyanların aklına gelen ilk soru kendi gündelik evreninize "Neden Birhan Keskin?"dir. Ancak bu dönmenin imkansız oldusoru sayfaları çevirdikçe oluşan atmos- ğunu görürsünüz.. Zira fer karşısında anlamsızlaşır, havada onun insanları dünyanın dibini gören, kalır. Sema Kaygusuz, dünyanın dibine eğreti olduğu kadar sancılı, sancılı olbakma cesareti gösteren karaduygun- duğu kadar da sahicidirler… “… Hüzünlüler ‘o yok bu yok, olaları, dünyanın kimsenin duymadığı caktı ama olmadı’ diye dünyaya içerler" uğultusuna kulak kabartan şair Birhan ve mızıldanırlarken karaduygun insanKeskin’in gövdesinde anlatır. Kitabı lar daha damardandır. Onlar, “ben var okuyanlara bir aidiyet duygusu verecek mıyım, yok muyum, hangi zamanda, kadar… kimin içindeyim diye diye üflendiği neyi “Karaduygun” sözcüğünün Anadoyadırgayan davudi bir ıslık gibi eğreti, lu’da "melankolik"e denk kullanıldığını ve Sema Kaygusuz’un neden böyle bir üflediği ıslığı yabancılayan bir ney denli seçim yaptığını kitapla birlikte dönüştü- bigane, her dünyevileşme anını sancıyla ğünüzde anlıyorsunuz. İçinde biraz yaşayan, can ile hayat arasındaki ölçüolsun karaduygunluk olan okurun bu süz uzaklığı kılcallarında hisseden, alıngirdaba kapılmadan çıkması, yeniden ları doğuştan dövmeli insanlar"dır. Birhan’ın kendine yansıyan görüntügündelik hayatın akışına ayak uydursünü şöyle anlatır Sema Kaygusuz; ması neredeyse imkansız gibi. “Bana sorsalar şimdi, Birhan’ı neresinden tanırsın? Ne şairliğinden kavrayaB R A R ANCAK BU KADAR bilirim iyice, ne her gündönümünde “EDEPL ” ANLATILIR katmerlenen meşrebinden, ne de hayGelelim kitabın kahramanı Birhan retten beslenen fikrinden. SöyleyecekKeskin’e. Arka kapakta "Dünyayı söz- lerim hep eksik kalır. Bir tek cüklerle okşayan" bir şairin kitabın "baş- uykusuzluğunu tarif edebilirim onun.” kişisi" olduğu anonsu, popüler iştahla “Başkalarının doyasıya uyuduğu uyelleri raflara uzanan aç okurun bekkulardan kovulmuşçasına gülentisini karşılamayacak türden. cenik" Birhan’ı Türkçeye harf harf muamele sinematografik bir baeden, evirip çevirip binbir Kaygusuz, kışla anlatır Keskin. şekilde, en gulyabani haGece pijamasıyla ler popü liyle önümüze koyan oradan oraya savKaygusuz’dan da rulurken görükültürün, bir airin ancak bu beklenir. Porür Birhan’ı. mahremiyetini püler kültürün, bir “Yazdı, karaşairin mahremiyetini ladı, yazdı, hiçgözetleme ve talan gözetleme ve talan bir şey etme güdüsüne etme güdüsüne kuryazamadı…Bir ban etmez yazar şair fersah yatak bir kurban etmez yazar arkadaşı Birhan’ı… fersah koridor, el air arkada Öyle ki okurlar, kitayordamıyla yakılan bın yazınsal kahramanı olışık, iki fersah mutn’ … ha Bir masına karşın, en ifşa fak… İki fersah tepeleredilmemiş, dikizlenmemiş, röntden sarkan İstanbul… genlenmemiş biçimiyle, Birhan’ı peGece avlanan kuşların bile paydaş şine düştüğü sesle duyumsar Birhan'ı. olamayacağı yalnızlığını, rüyalardan

kurumunun açtığı bir yarışmada en birinci oldum'. Derken bir ay sonra yazara köyden bir mektup gelmiş. ‘Evladım, birinciliğini tebrik ederim. İnşallah ikinci de olursun, üçüncü de.’ Osman Şahin bu yanıta anlam verememiş. Tezkereyi alır almaz köye dönmüş. Bakmış ki annesi bir elma ağacının altında kurutmalık elmalarla sofralıkları ayırıyor. ‘Anne’ demiş ‘birinciliğimi beğenmedin mi?’Annesi birkaç tane elmayı iki eliyle avuçlayarak oğluna uzatmış. Demiş ‘birinciyi ne yapayım, bak bunlar yan yana daha çok' " Kaygusuz, Şahin’in saya saya değil de toplaya toplaya hissettiğini söylüyor. Şahin’in annesini en iyi anlayan belki de kitaptaki enfes karakterlerden biri olan terzi Helin’in sözleri… "Dünyaya nasıl alışırsan öyle konuşursun."

“KELEBE E DÜ MEDEN” Kaygusuz’un kitabı öykü tadında bir anlatı… "Çağrılan Musa"yla birlikte, "Köpek Çağı", "Adak", "Musallat", "Birkaç Kişi", "İki Değişik Lokma", "Kelebeğe Düşmeden" başlıklarıyla karşımıza çıkan yedi anlatıda, kesilen hayvanlarla, acıyla tecrit edilişini, kendi içinde kayboluşunun ıstırabıyla, sabaha karşı kedi mırıl- inleyen insanların birbirine karışan haytılarına, buzdolabı motoruna, annesinin kırışları, yere yıkılan kurbanlık bedenüfürüklü uykusuna gözlerini kapar” lerin onurlarının nasıl yerle bir olduğu… Rodos’ta kelebekler vadiyarı baygınlıkla. "Bizi kimse dürtmemeli, değil mi Bir- sinde üst üste ölüme yatan kelebekler… Ve bütün bu evrene "dönüşmehan, kendiliğimizden uyanmalıden" nasıl bakılamayacağıyız" ithaf cümlesiyle şaire na “Ba nın hikayesi… Birhan’ın adansa da kitap karanlığın "burada yürüyemem sorsalar imdi, pusuya düşürdüğü inben" dediği kelebekden sanların anlatısıdır asesin ner an’ Birh ler vadisinde, "Kelında… "Tek başına tan rs n? Ne airli inden lebeğe düşmeden" temsilidir kitlesel bir kavrayabilirim iyice, ne her yürümenin eziyeuykusuzluğun" detini bir tek Birhan gündönümünde katmerlenen diği şair de kurtaraen rett hay de bilir, “Doğaya ne , den maz Musa’yı.. me rebin duyduğu hayranen. ind fikr "Çağrılan Musa" anbeslenen lıkla doğanın şidik latısıyla birlikte eks Söyleyeceklerim hep det uyandıran Musa Anter’i gece kal r. Bir tek yasaları aynı yüölüme sürükleyen Diunu tarif zlu usu uyk rekte çözünür”, jivar’ın adımlarıyla, teedebilirim çünkü. dirginlikle yol alırız Bütün bu karaduyonun.” pusuya doğru… Ve ilk defa gun-melankolik ve ağır hiscapcanlı bir cinayete tanık olsiyata rağmen kitapta kalaycı makla kalmayıp, Musa Anter olur, ölürüz geceyle birlikte… Biz uyurken, Gülayşe’nin hikayesi, neşesiyle ayrı bir kurtaramasa da Birhan’ın uykusuz kal- yerde duruyor. Yine de havuzda cebelleşen çocuklaması Musa’yı… Dijivar’ın belinden çırın çığlıkları… Yavrusuna uçmayı öğrekarıp Musa’ya doğrulttuğu 14’lük tabancanın sesi… Tak tuk tak… Şairin ten karganın bağırtısına karışırken… ses’le irkilip bir bilinemeze doğru kara- Kurbanlar bir bir yere devrilirken, bu acımasız şöleni uzaktan izleyen köpekduygun koşması kimin içindir sahi? lerin bakışındaki mahcubiyeti bir tek uykusu kaçan şairler görüyor. Şair Bir“B R NC Y NE YAPAYIM, YAN han Keskin üstünde pijamasıyla dikeleYANA DAHA ÇOK” dururken, dünyanın uğultusunu Birhan şehrin uğultusunu, seslerini, dinlemekle kalmıyor, olan biteni -bizim mırıltısını, hecelerini toplayarak, hisse- yerimize-acıyla görüyor da. derek yol alır, yazar Osman Şahin’in Birhan ve belki de Kaygusuz…"Aynı köylü annesi gibi… Bir mi yoksa çok mu ekmekten bölünen bölündüğü anda iyidir.. Kitaptan bir anektod, anlatı… farklı niteliklere bürünen ‘İki Değişik Osman Şahin “…Askerliğini yaparken Lokma’ydılar. Uydurulmuş her şeyi haöyküleriyle bir yarışmaya katılmış. tırlamaya açık, biri tak tuk, öbürü bam Ödülü aldığını öğrenir öğrenmez anne- güm aynı garip dünyaya başka türlü yusine mektup yazmış. Demiş ki ‘güzel varlanıyorlardı." Karaduygun halleanacığım, Türkiye’nin çok önemli bir riyle… Elmaları, toplaya toplaya…


Aydınlık KİTAP

9 MART 2012 CUMA

9

GÜLSÜM CENG Z’DEN B R 8 MART ARMA ANI: “KADINLAR Ç N SÖYLENM T R”

Anadolu kadınının şiirli tarihi CAFER YILDIRIM Yazının başlığı bir kitabın alt başlığından esinlenmedir. İnsanlık tarihi bir yanıyla kadının tarihi olarak da okunabilir. Ülkemiz tarihini de aynı şekilde okuyabiliriz. Sözünü ettiğim kitap bir bakıma böylesi bir okumaya davet ediyor. Anadolu kadınının izini tarihsel akış içinde ve üstelik şiirler üzerinden sürüyor. Dünya görüşleri, hayata bakışları, algı dünyaları birbirinden farklı 100’den fazla şairin rehberliğinde yapılan yolculuğun keyifli olduğu kadar iç burkucu bir tarafını olduğunu da söylemeliyim. Kolay değil, onlarca şairin duyarlık alanından geçeceksiniz, muhayyilenizde temsil değeri taşıyan yüzlerce kadın portresi canlanacak. İlk portre Tevfik Fikret’in ablasına ait ve Fikret tarafından çizilmiş: “Öldürdüler… Bu hem de bugün, şimdi olmadı; Çoktan gömüldü gençliğinin güzelliği, inceliğin, Yüreğin, kadınlığın, onurun, dinlenişin. Bir an didiklemekten o hain yorulmadı, Bittin çamurlu tırnağı altında kalabalığın! Tırnak, çamur, tokat… Bu yazgın değil senin, Ey kutlu temizlik, en utangaç güzellik, Ey utancın doğan güneşi, ey gül peçeli kızlık… Tırnak, çamur, tokat… Sonu yalvaran bir hayat. Tırnak, çamur, tokat… Sonu yok olma, toprak!”

KADIN YÜKSELMEZSE… Ziya Gökalp “Meslek Kadını” manzumesinde, bütün manzumelerinde olduğu gibi sade bir dil, fakat tartışmacı bir teknikle kadının neden meslek sahibi olmak, toplumsal hayat içinde yer almak zorunda olduğunu anlatıyor. “Kadın çalışmazsa fikri yükselmez, Tabii o zaman size denk gelmez.

Gülsüm Cengiz

şairler kadının insan kimliğini iyice belirginleştiriyorlar. Kadının geleneksel yapı içinde kalmasından, sınırları çizilmiş bir alanda annelik ve eşlik rolünü layıkıyla yerine getirerek mutlu olmasından huzur duyan şairlerimiz de var. Halide Nusret Zorlutuna onlardan biri. Yerleşik değerlerin penceresinden bakıyor kadına: “Eşiğinden atlarken ferahlar yüreğiniz: Ne taşlıkta bir leke ne tahtalarda bir iz! Bu şipşirin yuvacık sabun kokar kış ve yaz Örtüleri bembeyaz, perdeleri bembeyaz… Her köşede ince bir kadın zevki parıldar, Her şeyde bir kadının göz nuru, emeği var.”

Diyorsunuz onun eksiktir aklı Arttırmak istiyor, değil mi haklı?

“ÇOK GÜLME, ÇOK KONU MA…”

Kadın yükselmezse alçalır vatan Samimi olamaz onsuz bir irfan.”

Tam da bu noktada, hiç mola vermeden, hiç arıza göstermeden bütün bir toplumun maneviyat dünyasını elden geçiren, o dünyayı sürekli yoğuran zihniyet denen gerçeklikten söz etmek gerekiyor. Erkeğin sopası ve bıçaktan keskin bakışlarından daha etkili ve hizaya sokucu güç bensini bu zihniyetten alıyor, bu zihniyetin elleriyle yükseliyor ve onaylanıp onurlanıyor. Zihniyetin faal işçileri ise maalesef annelerden oluşuyor. Emel İrtem’in dizeleri bu durumu çok çarpıcı biçimde yansıtıyor:

Cumhuriyetle birlikte edindiği kazanımların kendisinden geri alınmak istendiği, kadının yeniden peçe ile erkeğin, ahlak ve hizmet formatında şekillendirilmeye çalışıldığı içinde yaşadığımız süreçte Gökalp’in 80 yıl önce davasını güttüğü o pırıl pırıl düşünceler daha bir önem kazanıyor. Edebi alandaki birçok yenilik gibi kadının erkekle birlikte hayatı omuzlayan bir kimlikle ilk kez karşımıza çıkmasını da Nazım Hikmet’e borçluyuz. Kadın, Nazım’ın şiirinde ayağa kalkıyor. Acınan, haline baktıkça ağlanılan bir varlık olmaktan çıkıyor ve insanlaşıyor. Nazım’ın açtığı yolda yürüyen toplumcu gerçekçi

“hiç de hayata ait değil kahkaha annem demişti mukayyet ol ağzına çok gülme çok konuşma çok görünme yoksa seni vereğen sanırlar a kızım insana önce haya lazım”

Asaf Halet Çelebi’nin kadının geleneksel konumunu, erkeğin yerleşik değerler üzerinden kadına bakışını ironik bir kurguyla ortaya koyduğu bir şiiri var ki o şiiri yazının sonuna sakladım. Şiirler aracılığıyla Anadolu kadınının tarihini aktaran kitabın, hazırlanma sürecinin de ayrı bir tarihi var. 1991 yılının son günlerinde başlayan hazırlık süreci, 2010’un son aylarında tamamlanabilmiş. 10 yıllık bir zaman diliminden süzülen emek ve çabanın sonucu ortaya gerçekten kapsamlı bir ürün çıkmış. Gülsüm Cengiz’in kitabıyla birlikte çıkacağınız yolculuk “Bu Kitabın Öyküsü” adlı yazıyla başlıyor. Kitabın yazılış öyküsünden sonra kadının tarih içindeki konumuyla ilgili bilgi verici bir bölüm var, yararlı oluyor. Sonra şiirlerden oluşan ana bölümler geliyor. Her bölüm çeşitli şairlerden seçilmiş şiir adları ya da dizelerle adlandırılmış.

R ADLARIYLA BÖLÜMLER… “Kadın Olanın Türküsü” (Gülten Akın-birinci bölüm): Bu bölümde kadınlara ses olan, kadın kimliğinden söz eden şiirler var. “Kızım Ürkek, İçli Bir Kuştur” (Fikret Demirağ-ikinci bölüm): Kırsal kesim ya da kent yaşantısına ait genç kız portreleri yer alıyor bu bölümde. “Analar” (Arif Damar-üçüncü

bölüm): Şairlerin analık hallerini yansıttıkları şiirlerden oluşuyor. “Doğunun Kadınları” (Hilmi Yavuzdördüncü bölüm): Etnik farklılığından dolayı baskı görmüş, acı çekmiş kadınlarla ilgili şiirler bu bölümde toplanmış. “Kör Yaşam” (Sabahattin Yalkın-beşinci bölüm): Tecavüze uğramış, cinsel istismar görmüş, bedenini satarak yaşamak zorunda kalmış kadınlarla ilgili şiirler bu bölümde yer alıyor. “Sevgiyle Başlarız İşimize” (Süreyya Berfe-altıncı bölüm): Bu bölüm işçi, emekçi kadınlarla ilgili şiirlerden oluşuyor. “Doğuran Bir Kadına Direnç” (Sennur Sezer-yedinci bölüm): Kendine biçilen sınıfsal ve geleneksel rolleri reddeden, soran, sorgulayan, özgürleşme mücadelesi veren, toplumsal mücadele içinde yer alan ve bu nedenle gözaltına alınan, hapis yatan, işkence gören kadın temalı şiirler ise bu son bölümde toplanmış. Kendisi de şair olan Gülsüm Cengiz kitaptan muradını “yaşadığımız coğrafyadaki kadın yaşamlarına tanıklık sunmak, kadının toplumsal yaşam içindeki yerine ışık tutabilmek, insanın özgürleşme mücadelesine küçük de olsa bir katkı sunabilmek” olarak açıklıyor. Yaptığı çalışmanın belirlediği amaca yeterince uygun olduğunu söylemeliyim. “Kadınlar İçin Söylenmiştir/Anadolu’da Kadınların Şiirli Tarihi”, antolojiyi içeren ama kurgu, kapsam ve içerik olarak antolojiyi aşan niteliğiyle artık ülkemiz kadınları için sürekli kılınmış bir 8 Mart armağanıdır.

ERKEKLERE AYNA Asaf Halet’in sözünü ettiğim şiiri “Kadıncığım” adını taşıyor: “oyluk kemiğimi çıkartıp kendime bir kadıncık yaptım ve bir şamar vurup rafa oturttum ben evden çıkınca kadıncığım yemeklerimi pişirdi söküklerimi dikti ve akşam olunca korkusundan çıkıp rafa oturdu geceleri kadıncığımın dizine korum başımı ve üç kıl koparınca uyurum” Asaf Halet’in şiiri bakalım kaç erkeğe ayna olabilecek? İroninin gülümseten illüzyonundan kaç erkek aynadaki suretine samimiyetle bakabilecek? (Gülsüm Cengiz, Evrensel Basım Yayın, 648 s.)


10

9 MART 2012 CUMA

Aydınlık KİTAP

ÇAMURDA BİLE KADIN DAMLA YAZICI “... Akışkan, göz kamaştıran ve denizin uğultularını taşıyan ışığın içinden geçerek yürüdü kadın. Ama ne ışık, ne deniz, ne de kokular ulaşabildiler kadına. Unutmak istediği bir anının taşıyıcısıydı o. Ama insan eğer onunki kadar güçlü bir unutma isteği taşırsa, unutmayı istediği şeye öylesine bağımlı hale gelirdi ki, başka bir şeyi göremez olurdu gözleri. İşte tam da bu yüzden ayaklarının altında uzanan bu dünya onun için artık ölmüştü.”

vardı, pırıltılı karanlık suların akışına benzeyen. ” 1920’lerin 30’ların İsveç’inde bir kadın, kendine yeni bir hayat kurmak için çabalıyordu, emek veriyordu ruhu ve ayakları. Yalnız bir kadın, toplumdan dışlanmış olan bu kadın “normal” bir toplum üyesi olmaya çabalıyordu.

“... Ve kış geldi. Kadının hissettiklerini böyle anlatıGöller buz tuttu, yor cümleler kitabın başında ama “Kirden yolları buz kapokudukça öyle bir hayatla karşılaladı. Hayatını m la ta şıyoruz ve anlıyoruz ki; insan ölsuya dair işmedikçe dünya ölmez! raplar , ço lerle idame İsveç edebiyatının çarpıcı ettirenlear b l kka aya bir romanı olan “Çamur paramparça rin parKralının Kızı” Ayrıntı Yayınlikleriyle ter i da ya makları ları’nın Yeraltı Edebiyatı kuşişti, çatü şağında sunularak üzerinde yürüdü laklarla okuyucuyla buluştu. Yazar kaplandı. dünyayd bu dünya. Birgitta Trotzig’in betimleme T ırnakustalığı ve okuyucuyu derin Dünyan n böyle bir yüzü ları yarıldı, bir drama saplanmaktan kurl k ran ka lt l tırnak dipp r d , var tarıp, efsanevi bir dil ile somut leri yaralarla olanı kaynaştırarak özgün bir sular n ak na doldu. Kadın tarzla anlatacaklarını ortaya koy” . çamaşır yıkıyen nze be ması kitabı yaşatan en önemli nokta. yordu. Buz kırıyor, Trotzig ilk kitabı “Ur de alskandes yollara biriken karı teliv”i 1951 yılında yayımlandı. Hayatındaki mizliyordu. ” mezhep değişikliği sonrası Katolik temalar ve efsaneler eserlerinde yer almaya başladı. 1993 yılında Nobel Kendi içine kapanmış bir topEdebiyat Ödülleri’ni veren İsveç Akademisi’ne seçildi lum ve kendi işlerine gömülmüş ve sekiz yıl bu görevde buludu. “Çamur Kralının Kızı” insanların oluşturduğu bu topluise yazarın Türkçeye çevrilen ilk kitabı olma özelli- mun ülkesi İsveç’te, ayakta böyle ğiyle karşımıza çıkıyor. kalınıyormuş demek dedirten bö-

YA AYAN, YA LANAN B R KADIN Anlatan kalem kadın olunca, bir kadın karakterin uygularının tarifi de o kadar incelikle ifade edilmiş oluyor. Büyüyen, duyumsamaya başlayan, arzulayan, iğrenen, anne olan, yaşayan, yaşlanan ve bütün bunlarla birlikte bir kadın; var olan. Unutmak istediği bir anıyı ona bir çocukla miras bırakan çirkin bir adam, kadının betimlemesinde ise kalın derili bir hayvan. Kadının bu kalın derili hayvana karşı koyamadığı hisler... Kadını iğrendiren hisler... Engel olunmaz bu duygu durumu kadına bir çocuk vermiş ve çamur adam bütün çamurluğunu bu kıza bulaştırmıştı sanki. Kadın çocuğunu sevme ve sevmeme durumu arasında kalmış ama ona tutunmuştu. Hayatta kalmak için çabaladı, toplumun babası belli olmayan, kucağında bir bebekle gezen bu kadına bakışını değiştirmek için çalıştı,sürekli çalıştı.

DÜNYANIN Ç N GÖRMEK “ ... Ve kadın alacasında geldiğinde, o uzun ve yorucu günün ardından ilk kez oturabiliyordu bir yere. O anlarda giderek kararan bu odadan mağarada, kız çocuğu kucağında olduğu halde oturdu sadece. Ve dünyanın içini görürdü, dünyanın düşüncelerini, kalbini duyumsardı. Kirden taşlaşmış çorapları, paramparça ayakkabıları ya da iş terlikleriyle üzerinde yürüdüğü dünyaydı bu dünya. Dünyanın böyle bir yüzü

lümler her şeye rağmen yaşanıyordu. Birgitta Trotzig Kız ve anne arasındaki sevgi ve nefret hissinin - ki nefretin yoğunluğu daha fazla kitapta – ince damarlarını çok iyi ele alıyor yazar. Okuyucu efsanevi bir hikaye içinde bu duygu dalgalanmalarına tanık oluyor. Kadının kendi hayatının yansıması süreç içinde bir başka kadının hayatı oluyor sanki. Bu noktadan sonra ikinci bir benzer hikayeye tanık olmaya başlıyor okuyucu.

külüyor.

HAKKINDA HÜKÜM VER LEN...

“ Bir kız çocuğu vardı. Toplum hüküm verenler ve hakkında hüküm verilenlerden ibaretti. Hüküm sahipleri hükmü verilenlerin sınırlarını çizerlerdi. Hakkında hüküm verilen ancak ona uygun “ ... Annesi genel insanlık değerleri görülen kafesin içinde hareket edebilir, onun içindeki havanın el verdiğince nefes alabilirdi.” içinde normal ve namuslu bir insan olmak için çırpınırken kız da Kadın, adam, toplum, çocuk, Olay bahçede normal insanlar ve işçi, yaşam gibi kelimelerin her onların değerleriyle mücabirini duygusuyla aktarabiörgüsünün delesini sürdürecekti. ” len bu İsveç romanı ölümü a k z n hayat n Çirkin, esmer, çade pas geçmiyor. Trotmurdan bir kız annekaymas n n ard ndan zig’in 1985 yılında sinin kaderine sahip Stockholm’de “Dykunnlar ve hikayeye ana ya çıkarcasına yaşıyor gens dotter” adıyla yar atla hay i yen dahil olan hayatı. Bu bir tesayımlanan bu romanını, düf mü yoksa, anlat l rken kitap boyunca özgün bir romanı okuhayat kadınlara manın mutluluğuyla lemelerin yo unlu u tim be hep bu kadar ağır okuyacağınızı söylebizi soyut bir dünyaya çekse mı davranıyor sorumek yanlış olmaz. suna ulaştırıyor hide hayata dair kurulan ve Hayat ve direnç, acı ve kaye bizi. Abartılmış mutluluk adına söylekarakterlere yedirilen bir yan görmek belki nenlerden sonra son cümiler tir ele sal lum top de hikayenin bu dejavuleyi kitaba bırakıyorum. göze çarp yor sundan kaynaklanıyor. “Çivili elbise giymeye, çivili Olay örgüsünün kızın hayatakta yatmaya alışmış olmalıydı yatına kaymasının ardından yakadın. Kadının artık yaralanamaz deşananlar ve hikayeye dahil olan yeni recede katılaştığı gerçekti. ” hayatlar anlatılırken kitap boyunca Kadının mücadele ruhunun önünde saygıyla eğilibetimlemelerin yoğunluğu bizi soyut bir dünyaya yor ve iyi okumalar diliyorum. çekse de hayata dair kurulan ve karakterlere yediri(Çamur Kralının Kızı len toplumsal eleştiriler göze çarpıyor. Okuyucunun Birgitta Trotzig bir kitabı okurken altını çizme eğiliminde bulunmaAyrıntı Yayınları, Çev. Figen Öztürk, 269 s.) sını körükleyen cümleler Trotzig’in kaleminden dö-


Aydınlık KİTAP

SÖYLEŞİ

9 MART 2012 CUMA

11

PROF. DR. GÜLAY TOKSÖZ VE “KALKINMADA KADIN EME ”

“Kadın, kendi yaşamında söz sahibi olmalı” PINAR AKKOÇ

“Kadınlar, çocuk doğurup, bakıp büyüterek kuşaklar düzeyinde yeniden üretici faaliyet içinde oluyor, toplumun devamını sağlıyorlar. Yanı sıra yaşlılara ve hastalara bakıyorlar. Bütün bunlar ailenin ve toplumun refahı açısından vazgeçilmez hizmetler. Ama hem erkekler hem de erkek egemen toplum tarafından küçümsenen, karşılığı olmayan bir emek söz konusu.”

2004-2008 yılları arasında Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanlığını yürüten, halen A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’nde öğretim üyeliğini sürdüren Prof. Dr. Gülay Toksöz, “Sendikacı Kadın Kimliği” (1998), “Gelişmiş Ülkelerde İşsizlik Üzerine Güncel Tartışmalar” (1999), “Sosyal Koruma Yoksunluğu-Enformel Sektör ve Küçük İşletmeler” (Şerife T. Özşuca’yla birlikte, 2003), “Uluslararası Emek Göçü” (2006), “Türkiye’de Kadın İstihdamının Durumu“ (2007) gibi çalışmalarıyla tanınıyor. Toksöz, kısa süre önce yayımlanan son çalışması “Kalkınmada Kadın Emeği”nde kapitalizm ile patriarka arasında nasıl bir etkileşim vardır, farklı büyüme modellerinin kadın emeği ve istihdamı açısından farklılıkları nelerdir, kadınların eğitim ve istihdama erişimlerini önleyen patriarkal tahakküm değişik ülkelerde ne tür farklılıklar göstermektedir gibi sorulara yanıtlar veriyor. Sayın Toksöz, uzun yıllardır iktisat alanında akademik çalışmalarınız var. Son dönemde kadın çalışmalarına yöneldiğinizi söyleyebiliriz. Yeni çıkan kitabınızda her iki alanda yaptığınız çalışmalardan yola çıkarak kadının iktisadi gelişmelerde oynadığı rolü ele alıyorsunuz. Türkiye’de bu yönde akademik anlamda pek fazla çalışma yok gibi görünüyor… İktisat denildiği vakit akla öncelikle mal ve hizmet piyasaları gelir. Oysa işgücü piyasaları da iktisadın temel ilgi alanlarındandır. Benim iktisat alanındaki çalışmalarım en başından beri kadınların işgücü piyasasındaki durumları ve çalışma yaşamındaki sorunlarıyla ilgili oldu. Kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları ayrımcılıkların çözümü noktasında sendikaların, işgücü piyasasının temel kurumları olarak yetersiz kalma nedenlerini 1980’li yıllarda yazdığım doktora tez çalışmamda Almanya’daki göçmen kadınlar açısından ele aldım. Sonra 1990’lı yıllarda Seyhan Erdoğdu ile birlikte yaptığımız çalışma Türkiye’de sendikaların yapısı ve kadınların sendikalarda temsil zorlukları üzerineydi. Sendikalarda kadın üye oranının düşük olmasının önemli bir nedeni, istihdama düşük katılımları ve özellikle sanayideki istihdamlarının çok sınırlı olmasıydı. Dolayısıyla son yıllarda daha çok kadınların istihdamdaki yeri, bunu belirleyen makro ekonomik ve kültürel faktörler üzerinde yoğunlaşmaya başladım. Bu da beni karşılaştırmalı çalışmalara, yani Türkiye’nin durumunu anlamak için başka gelişmekte olan ülkelerin durumuna bakmaya ve kalkınma literatürüne yöneltti. Kalkınmada kadının rolünden söz etmeden önce “kalkınma” tanımını masaya yatırmak lazım galiba. Kalkınma

denince hemen ekonomik gelişmeler ge- değer atfedilmeyen ama toplumsal yaşamın sürmesi açısından hayati öneme liyor akla. Oysa tek başına bu değil.. Evet, kalkınma denilince akla ilk gelen sahip bir emek harcıyorlar. Bu emekle kadınlar hem günlük olarak, hem kuekonomik büyüme, sanayişaklar düzeyinde yeniden üretici leşme, ithalat, ihracat Kad nlar faaliyette bulunuyorlar. Günperformansı, cari açılük olarak başta kocaların ğın azalması, milli hane içinde ertesi gün çalışabilir dugelir artışı gibi kokar l olmayan, bir rumda olmasını sağlayanular oluyor. Bu de er atfedilmeyen ama cak temel mal ve tarz bir kalhizmetleri sunuyorlar. kınma anlayıtoplumsal ya am n sürmesi me Yani yemek pişirip, şının kendi öne ati hay aç s ndan evi temizleyip, çamabaşına toplum r. sahip bir emek harc yorla şır yıkayarak kocanın ve insan refaBu emekle kad nlar temel ihtiyaçlarını hını artırmadıkarşılıyorlar. Öte yanğ ı n ı n , hem günlük olarak, hem dan çocuk doğurup, ekonomik olaku aklar düzeyinde bakıp büyüterek kuşakrak büyüyen ülyeniden üretici lar düzeyinde yeniden kelerde bile faaliyette üretici faaliyet içinde oluadaletsiz gelir dağıyor ve toplumun devamını lımının, bölgeler ve bulunuyorlar sağlıyorlar. Çocuklara bakmacinsiyetler arası eşitsiznın yanı sıra yaşlılara ve hastalara liklerin sürdüğünün kavranbakıyorlar. Bütün bunlar ailenin ve topması ve yaşanan yoğun tartışmalar insan odaklı bir kalkınma anlayışının ön lumun refahı açısından vazgeçilmez hizplana çıkmasında etkili oldu. İnsan odaklı metler. Ama hem erkekler hem de erkek kalkınma, insanların sınıf, ırk, etnik köken, egemen toplum tarafından küçümsenen, cinsiyet farkı gözetilmeksizin insan onu- karşılığı olmayan bir emek söz konusu. runa yakışır bir yaşam sürmesi için yapılan Kadınlar gelir getirici çalışma için işgücü çalışmaların tümünü kapsıyor. İnsanların piyasasına katıldıklarında hane içi emek sahip oldukları kapasiteleri, yetenekleri onların düşük vasıflı, düşük ücretli işlerde yoğunlaşmasının temel gerekkullanarak kendi yaşamları üzerinde söz çesi oluyor. Aileye ve karar sahibi olmalarını öngörüyor. Bu katkı olarak çalışnoktada özellikle kadınların kendi yatığı gerekçesiyle şamları üzerinde söz sahibi olmaları düşük ücret veçok büyük önem taşıyor. riliyor. Zaten HANE Ç KAR ILIKSIZ evlenip veya çocuk doğuEMEK rup ayrılaKadın emeğini kavramsal c a ğ ı olarak nasıl ele almak gerekigerekçeyor? Sadece istihdam üzerinsiyle, işe den yapılan değerlendirmeler alınmıvar. Siz kitabınızda özellikle yor. İşe kadının hane içi emeğine dealınsa ğiniyorsunuz. b i l e Kadınların kendi yamesşamları üzerinde söz sahibi olabilmeleri, onların kendi emekleri ve bedenleri üzerinde söz sahibi olabilmeleri demek… Kadınlar hane içinde karşılığı olmayan, bir

Prof. Dr. Gülay Toksöz


12

9 MART 2012 CUMA

Aydınlık KİTAP

SÖYLEŞİ

Erkekler kadınlardan karısı, kızı, kardeşi ve benzeri olarak hane içinde kesin itaat bekliyorlar. Karşılıksız emeğin devamını bekliyorlar. Oysa kadınlar gelir elde etmek, yoksulluktan kurErkekler tulmak ve erkeğe ekonomik açıdan tabi olmamak için hane s , kar n rda nla kad dışında çalışmak istiyor. İşte i zer k z , karde i ve ben bu noktada koca ya da olarak hane içinde kesin baba ya da ağabey gibi bir erkeğin kendi otoritesinin itaat bekliyorlar. Kar l ks z sarsılabileceği, kadınların . rlar liyo bek n eme in devam çalışma yaşamında başka Oysa kad nlar gelir elde etmek, erkeklerin bulunduğu ortamlarda yer alabileceği yoksulluktan kurtulmak ve ve arkadaşlık kurabileceği erke e ekonomik gibi gerekçelerle kadınlara aç dan tabi olmamak yönelik şiddet uyguladığını için hane d nda görüyoruz. Yani kadınların temel insan haklarına sahip çal mak istiyor çıkması, eğitim görme, çalışma haklarını kullanarak, istediği kişiyi eş seçerek insan onuruna yakışır bir yaşam sürmek istemesi kadını kendinden daha aşağı ve değersiz bir varlık olarak gören erkeklerin kadınların yaşam hakkını ortadan kaldırması sonucunu getiriyor. Bu noktada kadınların kendilerine baskı uygulayan erkeklerden uzaklaşması, kendi ayakları üzerinde durabilmesi için başta sığınma evleri olmak üzere kurumsal yapıların, mesleki eğitim ve istihdam fırsatlarının sunulmasında devlete büyük görev düşüyor. Türkiye’deki kadın örgütlenmesi hakkında (emek bazlı ve kültürel-politik örgütlenmeler) genel düşünceleriniz neler? Türkiye’de aktif bir kadın hareketi var. Özellikle kadına yönelik şiddete karşı mücadelede devleti ve toplumu harekete geçirmek noktasında kadın örgütlerinin oluşturduğu ittifakların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Son yıllarda kadın emeği üzerine çalışan örgütleri ve araştırmacıları bir araya getiren etkinlikler de oldu. Özellikle Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi’nin (KEİG) kadın istihdamını artırmak yönünde geliştirdiği politikaların, kadının hane içindeki karşılıksız bakım emeğinin topluma ait bir sorumluluk olarak görülmesi ve kamusal bakım hizmetleri sunulması konusundaki taleplerinin yetkililerce ciddiye alınması gerektiğinin altını çizmek isterim.

C DD ADIMLAR ATACAK S YAS RADE ART

Prof. Dr. Gülay Toksöz: Özellikle kad na yönelik iddete kar mücadelede devleti ve toplumu harekete geçirmek noktas nda kad n örgütlerinin olu turdu u ittifaklar n çok önemli oldu unu dü ünüyorum.

leki eğitime katılmıyor, işte yükselme fırsatı verilmiyor. İşten ilk çıkartılanlar kadınlar oluyor. İşte benim çalışmam gelir getirici çalışma biçimlerinin yanı sıra kadınların hane içi ödenmeyen emeğinin kalkınma açısından taşıdığı önemi ortaya koyuyor. Akademik dünya açısından neler söyleyebilirsiniz kadın emeğiyle ilgili? Genel anlamda eşitlik-eşitsizlik sorunu ya da fırsat eşitliğiyle ilgili temel vurgularınız neler olabilir… Türkiye ve yurtdışına dair, ilginç olduğunu düşündüğünüz gözlemlerinizi alabilir miyiz? Tüm eşitsizliklerin temelinde kadının emeği ve bedeni üzerinde erkek denetiminin bir diğer deyişle patriarkal sistemin yattığı, feminist sosyal bilimciler tarafından 1970’li yıllardan bu yana yürütülen çalışmalarda ve tartışmalarda dile getirildi. Kuşkusuz tartışmalarda öne çıkan bir diğer nokta bu eşitsizliklerin sınıfsal ve ırk temelli eşitsizliklerle iç içe geçerek kadınlar açısından farklı yoğunluklarda yaşanmakta olduğuydu. Yani yoksul bir siyah kadın açısından sorunlar orta sınıftan beyaz bir kadına kıyasla çok daha yoğun ve acımasız bir şekilde yaşanıyordu. Dolayısıyla farklı kadın gruplarının farklı taleplerinin ve önceliklerinin olabileceği, birinin diğerine kıyasla daha önemli addedileme-

yeceği, kadınlar arasında yürütülecek ittifak politikalarıyla ortak sorunlarla mücadele edilebileceği genel kabul gördü. Özellikle kadına yönelik şiddete karşı mücadelede bunun somut örneklerini görebiliriz.

8 Mart, günümüz Türkiye’sinde nasıl bir anlam taşıyor sizce? Türkiye ve Türkiye’deki kadınları yakın ve orta vadede nasıl bir gelecek bekliyor? 8 Mart Dünya Kadınlarının Dayanışma Günü olarak anlamlı bir gün. Türkiye’de kadının temel insan haklarına ilişkin taleplerin, eğitim görme ve düzgün bir işte çalışma hakkının, şiddetten arınmış, İnsan onuruna yakışır bir yaşam sürme hakkının savunulması açısından 8 Mart bilinç yükseltici bir işlev taşıyor. Ama sorunların bir günde veya bir haftada dile getirilip sonrasında her şeyin eskisi gibi kalmaması gerekir. Sorunları çözmek üzere ciddi adımları atacak bir siyasi iradenin olması gerekir. Eğitimde 4+4+4 formülüyle kız çocuklarına nitelikli bir eğitim verilemeyeceği gibi işgücü piyasasında esnekliği kadın istihdamını artırmanın yolu olarak gören yaklaşımlarla da eşitlikçi ve adil bir çözüm bulunamaz.

Türkiye’de Son zamanlarda kad n n temel genel olarak, kadınKADINLAR DDETE D REN YOR ların sorunlarına insan haklar na ili kin eğilmek ve öyküleTürkiye’de kadına yönelik şiddetin giderek arte rm gö tim e i , rin taleple rini anlatmak anmasının nedenleri nedir? Sizin ilgi ve çalışma ve düzgün bir i te çal ma l a m ı n d a , alanınız ile bu manzara arasında nasıl bir bağ beğendiğiniz, hakk n n, iddetten ar nm , kurabilirsiniz? o kurlarımıza bir r Bu sorunuzun cevabını bir önceki soruyla bağyak na uru on nsan önereceğiniz herlantılı olarak vermek istiyorum. Kadınlar araya am sürme hakk n n hangi bir kitap, sında elbette sınıfsal eşitsizliklere bağlı ciddi film, tiyatro oyunu savunulmas aç s ndan farklar var ama kadına yönelik şiddet tüm sınıflaroldu mu? dan kadınların yüz yüze geldiği ortak bir sorun. Tür8 Mart bilinç Ankara Üniversikiye’de son dönemlerde şiddetin yaygınlaşmasını ben yükseltici bir i lev tesi Kadın Çalışmaları kadınların eskiden olduğu gibi şiddete boyun eğmeyip ta yor Anabilim Dalı’ndan öğredirenmesiyle açıklıyorum. Kuşkusuz buna ekonomik nedenlere bağlı açıklamalar da getirilebilir. Artan işsizlik ve yoksulluğun haneyi geçindirmekle yükümlü görülen erkeği baskı altına aldığı ve bunun yarattığı öfkenin kadınlara yöneldiği söylenebilir. Bunun gerçeklik payı var ama bence şiddet olgusunu açıklamakta yetersiz kalıyor.

tim üyesi bir arkadaşımızın, Güzin Yamaner’in yazdığı bir romanı önermek isterim. “Çalınmış Zamanlara Veda-Çuha Çiçeğim” ismini taşıyor. Teşekkür ediyoruz.


Aydınlık KİTAP

EN TODER 'N N GÖZÜND LTÜRÜ” Ü K I IL Z A Y N R E L K R “TÜ

Engel de var yücelik de... Giambattista Toderini, birinci elden tanıklıklara ve gözlemlere dayanan tarihçesinde zengin bir kaynak ortaya koyuyor troloji ve müzikle ilgili literarüREHA GÖNENÇ Bir Batılının gözünden Osmanlı kül- türü gözden geçiren birinci bölümtürünün kapsamlı bir değerlendir- den sonra eğitim sistemini ve kümesi, 14. ve 18. yüzyıllar arası dö- tüphaneleri inceleyen uzunca bir nemde Türklerin yazılı kültürü üze- ikinci bölüm yer alıyor. Yazar şöyle rine klasikleşmiş bir deneme... Ve- diyor bu bölümde: “Türklerin mednedikli Cizvit papazı Giambattista reseleri, özellikle de sözünü ettiğimiz Toderini (1728-1799), 1781'de İs- İstanbul'dakiler Arap ve İran medtanbul'a gelmiş ve beş yıl kalmış, kül- reselerinin parlaklığına hiçbir zatürel araştırmalar yapmıştı. Teoloji- man erişemeseler de, sayıları akıllınin yanı sıra felsefe ve arkeoloji eği- ca kurallarla yönetilmeleri, iyi yetiştimi de almış olan, aynı zamanda nü- miş müderrisleriyle yine de onlardan mizmatik uzmanlığı bulunan Tode- pek geri kalmazlar. Üstelik zengin varini, İstanbul'dayken yazma ve bas- kıflarla donatılmış bu medreseler çok ma eserlerle birlikte denizcilik, as- sayıda talebeyi ayrı hücrelerde batronomi ve coğrafyayla ilgili aletler, rındırıp besleyebilir. Zaten bu eli açıklık ve yücelik havasıyla eski paralar toplamış, VeTürk medreseleri Avnedik'e dönüşünde de rupa milletlerinin elimizdeki kitabı yaz“Bu okulları arasında mıştı. sivrilir ve belki ve k eli aç kl Türkleri, “Nüde hepsini gerifusun büyük bövas yla ha lik ce yü de bırakırlar.” lümünün ilimKitabın en i ler se lerde ilerleme Türk medre ilginç verilekaydetmesini, in rin ri, Osmanlı tle lle mi a rup Av Avrupa'daki basımcılığıyeni aydınlanokullar aras nda nın tarihine madan yararayrılan üçünlanmasını dursivrilir ve belki de cü bölümde duran neredeyse e rid ge yer alıyor. Toini ps he aşılmaz bir diğer derini, birinci elengel, edebiyatlab rak rlar.” den tanıklıklara ve rından duydukları gugözlemlere dayanan rur ve kendi dinlerinden tarihçesinde zengin bir olmayan ülkelerden gelen her kaynak ortaya koyuyor. türlü bilgiyi aşağılamalarına yol açan Son olarak, yayınevinin sunuşunMüslüman batıl inançlarıdır. Kafir daki bir nota yer verelim: “Okur kidilleri adını verdikleri bizim dillerimi yerlerde İslam dininin aşağılanmizi öğrenmeyi yüzkarası gibi gödığı, batıl, sapkın bir inanç olarak nirürler” diyerek tanımlayan Toderini, telendiği ifadelere rastlayacaktır. genel eğitim, dini eğitim, medreseBunlar aynı zamanda cizvit papazı ler ve kütüphaneler, matbaacılık gikimliği taşıyan yazarın Hıristiyanca bi konulardaki izlenimlerini aktarıtaassubunun bir ifadesi olarak göyor, “Türklerin Yazılı Kültürü / Türklerin Edebiyatı” adlı, zamanın- rülmelidir.” da üç cilt halinde yayımlanış çalış(Türklerin Yazılı Kültürü, Gimasında. ambattista Toderini, Yapı Kredi Dinsel kültür, dil, belagat, mantık, Yay., Çev: Ali Berktay, 347 s.) matematik, tıp, kimya, astronomi, as-


14

9 MART 2012 CUMA

Aydınlık KİTAP

x r a M l r Devrimci Tutku: Ka Gençliğinden başlamak üzere Marx’ın iddialı, inatçı, öğrenmeye ve değiştirmeye derinden bağlı kişiliğiyle yüz yüze geliyoruz. Bu bakımdan yazar Longuet bugünkü okurun magazin diye nitelendirebileceği ancak Marx’ın kişiliğini yansıtması bakımından oldukça ilginç kesitlere yer veriyor EMRAH MARAŞO “Ruhuma gerekli olanı, dinginlik içinde gerçekleştiremiyorum, rahattan ve dinlenmekten kaçarak hep mücadeleye doğru koşuyorum. Tanrıların bahşettiği her şeyi fethetmeyi, bilim dünyasını cesaretle keşfetmeyi, şiirde ve sanatta ustalığımı ortaya koymak isterdim. Durup dinlenmeden her şeyi öğrenme, istek ve eylemi bizden uzaklaştıran uyuşukluktan kaçınma, kısır düşünceler içinde kokuşup gitmeme ve aşağılık boyunduruğa boyun eğmeme yürekliliğini göstermek gerekiyor, zira bizi eyleme geçiren her zaman arzu ve umuttur.” Geçtiğimiz günlerde raflarda yerini alan “Büyük Dedem Karl Marx”ı neredeyse özetliyor bu coşkulu sözler. Bilimsel sosyalizmin büyük kurucusunun işçi sınıfının ve insanlığın kurtuluşuna adanmış yaşamına, ona eşlik ederek tanık oluyorsunuz kitabı okurken...

ileri atılan İngiltere ve Fransa’nın gerisinde kalmış Almanya’nın bir parçasıdır. Marx, tam da böyle çelişkili ama bir yandan da devrimci ateşin inatla yandığı bir coğrafyada dünyaya gelir.

S YASAL EYLEM N ODA INDA

pratiği karşılaştırır, gerçek hayata girer. Sosyalist düşüncenin merkezi Paris’te, tarihin yönünü ve motor gücü olan sınıf mücadelesini keşfeder. Brüksel’de, araştırmalarını sonuçlandırır. Sonra, ekonomi dünyasının merkezi ve ideal bir gözlem yeri olan Londra’ya gelir.” Elbet bu gelişimin bir öncesi vardır. Paris’te ütopik sosyalistler, Cabet ve Sain-Simon’un fikirlerinden derinden etkilenmiş olan emekçi önderleriyle tanışması ve o çevrelere girmesi, Proudhon’dan ekonomi politiğin bilimsel incelemesini öğrenmesi, August Von Cieszkowski’nin pratik eylem felsefesini (praksis) geliştirmesi ve toplumsal sorunu dünyayı değiştirmenin odağına koyması, Marx’ın, havada asılı duran uçuk filozof “imajı”nı yıkmaktadır.

Gençliğinden başlamak üzere Marx’ın iddialı, inatçı, öğrenmeye ve değiştirmeye derinden bağlı kişiliğiyle yüz yüze geliyoruz. Bu bakımdan yazar Longuet bugünkü okurun magazin diye nitelendirebileceği ancak Marx’ın kişiliğini yansıtması bakımından oldukça ilginç kesitlere yer veriyor. Bunlardan biri Marx’ın lise öğrencisiyken bir aristokratla girdiği kılıç düellosu ve sol gözünün üzerinden yara alması... Yazar bunu büyük devrimcinin “hiçbir hesaplaşmadan geri durmadığını” örneklemek için aktarıyor. Kitapta yeri geldiğinde böyle anlardan bahsediliyor ve okur sıkıcı bir kronolojiyi takip etmek zorunluluğundan kurtuluyor. MARX’IN YA AMININ TAR HSEL Kitabın esas belirleyici noktası, son yaşadığıMATERYAL ZM mız ekonomik krizle birlikte, Marx’ı, geleceği Büyük dedesi Karl Marx’ı son derece yalın yüz elli yıl önceden görmüş uçuk bir dahi bir üslupla anlatan Robert-Jean Lonolarak resmeden, onun siyasal eyguet, okuru gereksiz bilgilere boğlemciliğini görmezden gelen burmuyor. Marx’ın iradesine olan Kitab n juva popülizmine ve “sol”cu hayranlığını gizlemeyen ve her üstenciliğe karşı iyi bir özet yici irle bel s esa defasında onun tutkulu öğDEMOKRAT K DEVR MC olması. Kanıyla, canıyla noktas , son renme, araştırma, olguların mücadele eden; eline Marx’ın bir Parti girişimi olarak örgütleya ad m z ekonomik özüne nüfuz etme ve değişgeçen parayı devrimci diği, “demokrasinin organı” sloganıyla çıkan, tirme amacını, kitap bokrizle birlikte, Marx’ , mücadelenin hizmetine Almanya’da cumhuriyetçi bir hükümetin kuyunca kısa ama doyurucu sunan, burjuvazinin sür- rulması için mücadele eden “Neue Rheigelece i yüz elli y l önceden başlıklarla tarihsel bir seyir günlerinin kendisini ve rak ola i dah bir k uçu nishche Zeitung” gazetesi bu büyük görmü içinde vermeyi yeğliyor. ailesini ittiği sefil koşulsal siya devrimcinin en önemli siyasal eylemlerinden n resmeden, onu Kanımızca bu tarz, bilimsel lar nedeniyle üç çocubiri olarak, hem teorik hem de tarihsel ban sosyalizme merak duyan ve eylemcili ini görmezde ğunu küçük yaşta kımdan bugün özellikle incelenmesi gereken bir yerden başlamak isteyen kaybeden Karl Marx’ın gelen burjuva popülizmine bir pratik. Bu dönemde sansürcülere, hüküokur için oldukça yerinde. siyasal eylemciliğinden ve “sol”cu üstencili e metin baskısına, yanında duran liberallerin Nitekim Marksizmi öğrenmek asla taviz vermemesini kar iyi bir özet gevşek ve ilkesiz tutumlarına da karşı durur. isteyen ama onun ruhunu, orcanlı örneklerle öğreniyor, İki kez mahkemeye verilir ve jüriyi etkileyerek olmas taya çıktığı toplumsal koşulları ve Paris’te ve Almanya’da devbu davalardan beraat eder. Marx’ın mücadekarakterini görmezden gelerek, bu rimci mücadelenin taktiklerini, lesinin önemli bir kesitini oluşturan söz koetkenlerden habersiz olarak yapılan okusomut duruma göre belirleyen bir nusu döneme ilişkin yazıları incelemek, malar, bir süre sonra hayal kırıklığına dönüşMarx’la karşılaşıyoruz. Bu bakımdan bilimsel mekte. Bu nedenle okur için kitap, aynı özellikle içinden geçtiğimiz aydınsosyalizmle ilgilenen herkesin önüne zamanda Marx’ın eserlerini incelemek için bir yeni sorular ve öğrenme kapıları açılanma ve özgürlük düşmanı ceHer başlangıç kitabı niteliğinde... Ama sadece bulıyor. reyana göğüs germek nunla sınırlı değil. bakımından ayrıca önem tadefas nda şıyor. Marx’ın bu dönemMEKANLAR VE bir kar lara luk zor BEREKETL TOPRAKLAR deki mücadeleye ilişkin MARKS ZM irade sava veren ve Marx, biyografisini anlatan bir çok metinde yazıları, Türkiye’deki Brüksel’e, Paris’e ve Lonyazdığı gibi Almanya’nın Ren bölgesinde düntoplumsal sefalete kar yayıncısını bekliyor. yaya gelir. Ancak Marx’ın doğumundan gençli- dra’ya olan sürgünler, aynı l ac lar ise ki ”Büyük Dedem Karl nin ele cad mü zamanda Marx için yeni ğine kadar olan gelişim sürecini anlamak için Marx”, bütünsel olarak n ede e ifad ini di olanaklar anlamına gelir. önemsizle tir yetiştiği toprakların hangi toplumsal ve siyasal Marx’ın yaşamını devHer defasında zorluklara sürecin ürünü olduğuna bakmak gerekiyor. Marx, zorunlu olarak her rimci mücadelenin hizkarşı bir irade savaşı veren Renanya bölgesi 1795’de Büyük Devrimin ülgitti i ehirde i çi s n f n n metinde sunan, ve toplumsal sefalete karşı kesi Fransa tarafından ilhak edilir ve 20 yıl boe sin efe fels yavanlıktan uzak, özel ne, jisi olo ide yunca bu ülkenin yönetiminde kalır. Devrim’in mücadelenin kişisel acıları yaşamına dengeli olarak i yen ve politikas na rüzgarı Renanya’ya ulaşmış, kilise ve soyluların önemsizleştirdiğini ifade eden yer veren ve içinde vurguMarx, zorunlu olarak her gittiği mülkleri burjuvazi tarafından satın alınmaya katk lar lanması gereken pek çok şehirde işçi sınıfının ideolojisine, başlanmış, liberaller ve gericiler arasında sunar noktayı barındıran bir kitap... felsefesine ve politikasına yeni katbüyük bir mücadele kopmuş, ütopik sosyalizmin önemli ismi Saint-Simon’un fikirleriyle ta- kılar sunar. Yazar bu durumu şöyle (Büyük Dedem Karl Marx, özetliyor: “Marx, Spree’nin Atina’sı, felsefenin nışmıştır Renanya... İktisadi, siyasi ve kültürel rakipsiz merkezi Berlin’de, tüm kuramsal bilgiRobert-Jean Longuet, olarak burjuva devriminin içindedir bir yanıyla, leri sonuna kadar inceler. Köln’de, kuram ile Yordam Kitap, Çev. Renan Akman, 224 s.) öte yanıyla da ulusal birliğini sağlayamamış,


Aydınlık KİTAP

ARAKABLO

9 MART 2012 CUMA

15

Parçalı Ham / halat şiirin karnındaki yük

SEYY T NEZ R

Ahmet Güntan takipçi istemediği için mi nedir, Parçalı Ham Manifesto’ya kimse sokulamıyor: “Kimsenin peşimden gelmesini istemiyorum, hiç kimsenin, hiç. Birini istersem ben onun peşinden takılırım.” Öyle yapıyor zaten ya, pek öyle bir kişinin de değil, her iyi şair “parça”sının peşine takılıyor

Ş

iirimiz, postmodern parçalanmanın teknoloji destekli yayılımıyla birlikte, yeni binyılın başlarında, farklılık adına uç veren girişimlerin tutunma umarıyla ürettiği “manifesto” denemelerini de yüklendi. Bir şiir kitabıyla ortaya çıkan, önünde ya da peşi sıra bir de manifesto sundu. Şiirimizin işte bu güdüler keşmekeşinde hazırlanmış Ahmet Güntan imzalı (134+12 parçadan oluşan) son manifestosunu Gültekin Emre, Akatalpa’da (Temmuz 2011), “Şiir yazanlar bunun üstüne düşünmek ve şiirimize yeniden dönüp bakmak zorundayız artık bundan sonra.” sözüyle karşılayıp yargısını şöyle pekiştirdi: “Parçalı Ham, bana göre, şiirimizde bir milat oluşturuyor ister kabul edelim, ister kabul etmeyelim. Şiirimiz kendini hizaya çekmek zorunda bundan sonra. Parçalı Ham, varolan dile, günümüzün şiir anlayışına, şiir sanatlarına, kafiyeye, sıfata, imgeye... Ustaca saplanmış bir hançer; ‘Şiirimizin Kaderi’ne de!” (Buradaki ‘Şiirimizin Kaderi’nin İkinci Yeni üstüne Asım Bezirci’nin 1956’da kaleme aldığı olumsuzlayıcı yazının başlığı olduğunu anımsatalım / SN.) Güntan takipçi istemediği için mi nedir, Parçalı Ham Manifesto’ya kimse sokulamıyor: “Kimsenin peşimden gelmesini istemiyorum, hiç kimsenin, hiç. Birini istersem ben onun peşinden takılırım.” (s. 20, parça: 38) Öyle yapıyor zaten ya, pek öyle bir kişinin de değil, her iyi şair “parça”sının peşine takılıyor, “parça”lı filmleri kaçırmayan delikanlılar (s. 16, p: 17) misali. Güntan burada felsefeyle kesişmektense, postmodernizmle birlikte şaire yalvaçlığı yakıştıran tutumla örtüşmeyi seçer: “Şiir yazmama yardım edecek bir filozof tanımadım hiç, şiir an’ı hepsini unutturur. Benim Allah’a en kuvvetli duam şudur: İçimdeki bu yan sesleri kaldır-

zete.com seyyitnezir@aydinlikga

mama yardım et, şair duası, zihinsel yoksulluğu istiyorum Allah’tan.” (s. 30, p: 79) Bu, vahiy için mağaraya çekilip yalıtılmakla eş anlamlıdır. Nitekim bütünlükten sakınmak gereken ana parçaları sıralarken şair bu tutumunu daha bir açığa vurur: “Kader egzersizleri. Allah’a emanet edilmiş düşünce. Hayret parçacıkları. Kendiliğindenlik. Çözgün. Namevcut. Yakınlık. Gaybet-ül Efkâr. İnşirah-ı Sadr. Kalbin somut suyla yıkanması.” (s. 35, p: 115) Yani şair, sözü ve şiiri yeniden kutsal kitapların eşiğine götürüp bırakmalı, bugüne oradan muhalefet fidesi yeşertmelidir. İşte şimdi bir de Nuh tufanı gerekecektir: “Şiirin bir edebiyat türü olarak işgalden kurtulup o alanın şaire geri gelmesinin tek şartı çok büyük bir insanlık faciasının sonunda bugünkü büyük haberleşme aygıtının tamamen çökmesidir.” (s. 18, p: 27). Böylece Güntan, toplumsal diyalektiğinden yalıtılarak teknolojik bir yongaya sıkıştırılan bireyi somutluk adına bu kez tam da Yeni Ortaçağ tasarımlarına uygun bir çağdışı kopuş yönünde dinsel yalıtım ağıyla bütüncül bir kuşatmaya boyun eğme gizeminin görkemli karın ağrılarına saklayarak gerçeğin yüklediği ağırlıklardan kurtarıyor. Güntan, her şeye karşın, parça ve bütün diyalektiğinde felsefeyle olası ödeşmelerin önünü keserek din içindeki yerini sağlamlaştırır (s. 36, p: 120): “Parçalılıktan filozofların, düşünce adamlarının beklediğini beklemiyorum, bu beni ilgilendirmiyor, parçalılık Batı’da anlam arayışından çok yıkıntıyı somutlaştırır. Ben felsefeci değil, şairim, benim yerim dile hayretin yerini bulmak.” Başka deyişle, şair, gerçeklikteki parça bütün diyalektiği üstüne ileri geri söz parçalamaktan en sonunda kaytarır. Çünkü markette torbaya doldurduğun pek çok parça arasındaki ilişkiyi, tüketim ekonomisinin yarattığı ihtiyaç bütünlüğü dışında ele almak olsa olsa bönlüktür. Kaldı ki, felsefe seni ilgilendirmiyorsa, tür olarak şiirle senin parçaların arasında ayrıca 134+12 parça niye yer alıyor? Şiirin ayetler kitabı niyetine yazdığı Parçalı Ham manifesto boyunca, Güntan, şiirin bir karın ağrısı, sıkıntı olduğunu savunur (s. 15, p: 13; s. 16, p: 20; s. 18, p: 26; s. 20, p: 36). Tam da bu nedenle, “Parçalı Ham = Karın ağrısı”, yani şiirin ta kendisi, “Ikınma Sıkınma kaldırmaz.” (s. 20, p: 35-36; s. 15, p: 13; s. 37,p: 124134) Bu bana, Kant’ın “Öznel ilkelere dayanmadan bağırsak gazı kavranamaz” önermesini anımsattı. Bu kördüğümü çözmekle yükümlüyken, bir de “Beyin kimyasının esiri olan” şair için (s. 19, p: 32) karın ağrısından tek kurtuluş olanağı gerçeküstücülüktedir: “Otomatik Metin, yalanın panzehiridir: beynin kendi somutluğuna kaçışı.” (s. 19, p: 33) Bu durumda Gültekin Emre’ye de sormaktan kendimizi alamıyoruz: Peki Güntan yeni bir milat oluştururken kaçıncı Milat’tan işe koyuluyor acaba? Güntan, gerçekliğin tek tek her parçadaki yasalarını bütünlüklü olarak görebilmede ik-

tisadın belirleyiciliği konusuna ise hiç girmiyor: Oysa tam 7 yerde parçacıklarına göndermede bulunduğu Mallarmé, modernizmin temel ilkesini vurgulayan şairdir: “Zihinsel araştırmaya açık yalnızca ve yalnızca iki yol vardır. Gereksinimimizin ikiye ayrıldığı bu dallardan biri estetikse, öteki ekonomi politiktir.” (F. Jameson, Marksizm ve Biçim, çev.: Mehmet H. Doğan, YKY, Ocak 1997) Ama bu önermeyi, Güntan, otomatik yazı tekniğine ve “beyin kimyasına ihanet” olarak yorumluyor olmalı... İyi de, şiirin kapsamına yönelirken, “Şiir şeyler dünyasına bakmazsa sözünü söyleyemez, imkânsız bir macera olur, şiirsel zekâ bakımından tek bir adım bile atamaz, atarsa koftileşir” (s. 31, p: 91) diyebilen bir şair ve kuramcı, şeylerle insanlar arasındaki ilişkiyi Marx’ın meta fetişizmi ilkesini ve bir bütün olarak iktisadı göz ardı edip ne kadar irdeleyebilir? Sonuç olarak buram buram bütünsellik, şiirin tam yüz yıllık meselesi olagelirken, allasen şimdi ilan edilen bu neyin miladıdır? Onca karın ağrısıyla dönüp geleceği yer, cim karnında bir nokta misali, şiirin yüzyıllardır işlenen “torbasında eski yeni birikmiş ne varsa kullanabilme yetisi” olacaktıysa, yani karnındaki yük sahipliyse bu nasıl hamlıktır? Ya da hangi parçası ne kadar hamdır? * “Varolan dile, günümüzün şiir anlayışına, şiir sanatlarına, kafiyeye, sıfata, imgeye...” asıl neşteri Orhan Veli ve arkadaşları Garip Bildirisi ve ürünleriyle vurdu şiire. Üstelik bildirinin onca 70. yıl etkinliği yapılmışken bu gerçeğin anımsanmaması yadırgatıcı değil mi? ** Şiirimizin önce Doğu-İslam, XIX. yy’da ise Batı etkisine girişinin ardından, sırasıyla Nâzım Hikmet, Garip, İkinci Yeni çizgileriyle gerçekleştirdiği kopuşlar ve yeniden geleneğe kendi boyutunda eklemlenmeler anımsanacak olursa galiba ilk iş olarak şu milatları sıraya koymak gerekecek... (Parçalı Ham, Ahmet Güntan, YKY, Şubat 2011, 262 s.)


16

Aydınlık KİTAP

9 MART 2012 CUMA

B R K TAP B R F LM

Yüzücü’nün beyhude kulaçları

“Kavga dövüş sahnesi olmadan, tek bir silah patlamadan insanı bu denli altüst eden başka bir Amerikan filmi yoktur” denir. Karşımızda gerçekten de okuru ve seyirciyi sarsıp hüzne boğan bir yıkım yolculuğu vardır

TUNCA ARSLAN John Cheever, 1912 Quincy-Massachusetts doğumlu (ö: 1982), kalem kağıda 11 yaşında sarılan ve çalışmalarında “günümüz uygarlığını neredeyse saplantılı şekilde deşen” bir yazar. Eleştirmenler, “banliyo yaşamının parlak yüzeyi altındaki kaos ve akıldışılığı” kendine özgü bir üslupla yansıtmak konusunda çok başarılı olduğu konusunda hemfikir. Cheever’in en bilinen yapıtı ise 1993’te Yapı Kredi Yayınları’nca yayımlanan “Yüzücü”ye (çev: Tomris Uyar) adını veren 10 sayfalık öykü. Öykünün 1966’da, Hollywood’un fazla şöhret sahibi olmayan ama enikonu sıra dışı yönetmenlerinden Frank Perry’nin elinde beyazperde serüvenine dönüşmesi ise sinema tarihine de benzersiz bir yapıt kazandırmıştı. Yüzde 90’ını Perry’nin çektiği ama halen bilinmeyen bir nedenle tamamlamadığı (Sydney Pollack bitirdi) “Yüzücü” için, “Kavga dövüş sahnesi olmadan, tek bir silah patlamadan insanı bu denli altüst eden başka bir Amerikan filmi yoktur” denir. Karşımızda gerçekten de okuru ve seyirciyi sarsıp hüzne boğan bir yıkım yolculuğu vardır.

RÜYADAN UYANIRKEN Öykünün kahramanı Neddy Merrill, o gün evine alışılmadık bir yoldan gitmeye karar verir. Connecticut’un zengin banliyölerinden birinde yaklaşık sekiz mil boyunca izleyeceği güzergâha, karısının adından yola çıkarak, “Lucinda Irmağı” der. Tam olarak söyleyeyim, aslında Neddy Merrill, yöreyi bir ucundan diğerine komşularının havuzlarında yüzerek geçecektir. Orta yaşlara gelmiş ama görünüşünden gençlik

ve sağlık fışkıran, yaşamında hiçbir kısıtlama olmayan, varlıklı Amerikalılardan biridir Merrill. Güzel bir eşe, harika bir eve sahip, sevgili kızlarının geleceğini şimdiden garantiye aldığını düşünen, hoşnutluk duygusuyla yüklü, keyfi yerinde bir adamdır. Klasik deyimle, Amerikan rüyasında iyi bir yer tutabilmiş, refah ve mutluluk içinde, yaşam ve dünya hakkında gereği kadarını bilen, kendisini hep dostların arasında hisseden şanslı biridir.

DAVETS Z M SAF R Üzerinde yalnızca mayo bulunan kahramanımız, güneşli bir yaz günü, ilk havuza dalar. En sondaki havuza, yani kendi evine doğru kulaç atmaya başlar. Önünde, bir yüzme havuzu zinciri uzanmaktadır. Yolculuğunun her etabında, farklı bahçelere girip havuzlara dalınca, tıpkı kendisi gibi geleceğe güvenle bakan dostlarıyla karşılaşır. Ve her seferinde geçmişindeki bazı olaylarla yüzleşir. Gün akşama dönmeye başladıkça, girdiği her havuz ve attığı her kulaç, onu gerçeğe biraz daha yaklaştıracaktır. Yıllar sonra ironik biçimde bir bluejean firmasının reklamlarında kullanılan bu tema ve “kahraman”ın taşıdığı altüst ediciliğin sırrı, elbette ki filmin çok sağlam bir metin ve senaryoya dayanmasında, Perry-Pollack yönetiminin eşine az rastlanır lirik bir üslup tutturmasında, filmin tema müziğini besteleyen Marvin Hamlisch’in dehasında yakalanabilir. Ancak tüm bunlar ve sayılabilecek diğer artılar, eğer Neddy Merrill rolünde izlediğimiz Burt Lancaster’ın değil de herhangi bir başka oyuncunun performansıyla birleşseydi büyük olasılıkla

çok başka bir sonuçla karşılaşabileceğimiz de rahatlıkla söylenebilir. Lancaster, tek kelimeyle olağanüstüdür bu filmde. Tüm kariyerinin en kompleks, en zorlu ve en unutulmaz kişiliğini canlandırır. Yitik zamanın aranması yolculuğuna çıkan zavallı Neddy Merrill’in hüzün verici gerçekliği, Lancaster’in dışavurumculuğun doruklarında gezinen oyunculuğunda başarıyla somutlanır. Kahramanımız evine yaklaştıkça o pırıl pırıl yaz güneşi de yerini sonbahar havasına bırakır. Komşuları da artık ona yolculuğun ilk aşamalarında olduğu gibi iyi davranıp güler yüz göstermemekte, hatta bazıları bağırıp çağırmakta, davetsiz misafir muamelesi yapmaktadır. Finale doğru, Amerikan başarı öyküsünün tam bir yıkıma dönüşmüş olduğunu hissederiz. Efsanenin yerini, çöküş almıştır ve Neddy Merrill’in belleği açılmaya başlamıştır.

BOMBO B R EV Evine vardığında… Karşısına, karanlık, bakımsız, kapısı kilitli, olukları çürümüş, terk edilmiş bir ev çıkar. Kapıya yumruklar indirir, karısına ve kızlarına seslenir ama o pencerelerden içeri bakınca evin çoktandır bomboş olduğunu anlar. O artık yorgun, üşümüş, yalnız, her şeyini kaybetmiş bir Amerikalıdır. Kahramanımız rüyadan uyanmıştır. 2005’te Mark Tierney yönetiminde “Naked in London” adıyla yeniden beyazperdeye aktarılan “Yüzücü”, Amerikan bireyciliği ve yabancılaşma üzerine gelmiş geçmiş en yumuşak anlatımlı “sert eleştiridir ve şaşırtıcı bir anlam derinliğine ulaşan acı verici bir beyazperde şiiridir.


ÇOCUKLAR Ç N

Aydınlık KİTAP

Ay’a Tırmanan Çocuk

vabı Paul veriyor: “Sosis yemek, saİREM HALIÇ Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan vaşa gitmekten daha iyidir!” Molly’nin ve Benjamin’in dedikle“Ay’a Tırmanan Çocuk”, David Alrine göre hayal ettiğimiz şeyi görürmond’un son çocuk romanı. David hayallerimiz dünyayı Almond çocuk ve gençlik romanla- müşüz, yaşanabilir hale getiriyormuş. Paul rında sevilen ve Hans Christian Anbir çocuk olduğu için bunu yapmakta dersen Ödülü’ne layık görülen bir yazar. Ülkemizde de “Garajdaki zorlanmıyor ve hayallerinin yardıGiz” ve “Dünya Büyülü Bir Yer” gibi mıyla Ay’a ulaşıyor. Orda tanıştığıkitaplarıyla tanınıyor. Bu kitabında mız Fortuna, bize Ay’daki hayatı da Ay’a ulaşmak isteyen Paul’ün fel- anlatıyor, Ay’da bir iki hafta geçiren sefe dolu macerasını anlatıyor. insanların iyi ve nazik insanlara dönüştüÇocuk kitabı kategorisinde olsa da ğünü söylüyor. Bu konuda bir de öneAlmond bu kitabı hepimizin okuma- risi var: “Dünya’daki herkesi bir yıl Ay’da kalmaya zorlamalı, işleri yosını istemiş bence. luna koyardı bu.” 29 katlı bir apartmanın Daha önce “Evvel bodrum katında yaşaMolly’nin zaman içinde…” diye yan ve kendini yalbaşlayan hiçbir mave Benjamin’in nız hisseden Paul, e salda apartmana gör rine ikle ded okuluna bir türlü rastlamadım, doi ey iz ısınamamış ve hayal etti im layısıyla başlar bir gün canı iz rim görürmü üz, hayalle başlamaz kenokula gitmek ya anabilir hale yay dün dimi Paul’ün yeyerine kendini getiriyormu . Paul bir rine koymakta çok uzak hissetzorlanmadım. çocuk oldu u için bunu tiği gökyüzüne Çünkü birçoğudokunmak istiyapmakta zorlanm yor ve muz Paul gibi yor. Bunun için hayallerinin kocaman apartmanilk yapması gereyard m yla Ay’a larda yalnızlaşıyoruz ken apartmanın son ula yor ve hepimizin içinde katına ulaşmak. Bu Paul gibi gökyüzündeki fekısa yolculuğunda aynı rahlığa ulaşma isteği var. Çocuk apartmanda yaşadığı halde hiç tanışmadığı insanlara rastlıyor. Onla- kitaplarında en çok istediğim gerrın yardımıyla ulaştığı son katta kar- çekçiliği bu kitapta da buldum. Ayşısına neşeli ve açıksözlü Molly rıca Polly Dunbar’ın çizgileriyle çıkıyor ve Paul’ü erkek kardeşi Ben- karakterler canlılık kazanmış, resimjamin’le tanıştırıyor. Buradan itiba- ler Küçük Prens’i andırıyor. Baskı ren Paul’le birlikte biz de kalitesi de iyi olunca çocukları okuBenjamin’den çok şey öğreniyoruz, maya teşvik eden renkli, canlı bir özellikle de mutluluğu. Savaşa mec- kitap ortaya çıkmış. Kitap 8-12 yaş buren katıldığını söyleyen Benjamin grubu için yazılmış görünüyor ama bize savaştan daha iyi ne olduğunu bence Paul’ü, Molly’yi ve Benjamin’i sorduğunda bizim veremediğimiz ce- hepinizin tanımasında fayda var.

9 MART 2012 CUMA

Kocakafa Nate Sınıfta Tek Başına

17

Gezgin

Nate büyük işler için yaratıldığını biliyor. Gerçekten büyük işler... Ama siz müthiş biri olsanız da hayat istediğiniz gibi gitmeyebilir. Nate’in başı beladan kurtulmaz, ama bu onu rahatsız ediyor mu? Hayır, asla! O zaten büyük bir adam olduğunu biliyor.

Televizyonda izlediği belgesellerden sonra dünyayı gezip görme tutkusu sarmıştı Ege’yi. Bunu yapabilmek için çok para gerektiğini biliyordu elbette. Hem daha 10 yaşındaydı; yani dünyayı gezip dolaşmak için henüz çok küçüktü. Ancak, yolculuğa çıkmanın ille de otobüse, vapura, uçağa binip bir yerden bir yere gitmek olmadığını anlaması uzun sürmedi. Bunu nasıl mı başardı? Bu sorunun yanıtını Ege’yle birlikte yapacağınız yolculuklarda bulacaksınız.

L NCOLN PE RCE, Alt n Çocuk, Çev. Oya Alpar, 224 s.

Bilgin Adal , Can Çocuk Yay nlar , 104 s.

Sıradışı Jason Blake, nörotipiklerin dünyasında yaşayan, 12 yaşında otizmli bir çocuk. Jason’a göre, çoğu zaman bir şeylerin ters gitmesi sadece an meselesi. Kendisiyle aynı web sitesine hikâyeler gönderen Anka Kuşu’yla karşılaştığında bir şeylerin farkına varıyor. Jason hikâyeler yazarken kendisi olabiliyor ve Anka Kuşu rumuzlu Rebecca’nın ilk gerçek arkadaşı olabileceğini düşünüyor. Ancak Jason onunla tanışmaya can atmasına rağmen, bir yandan da ya tanışırsak diye ödü kopuyor... Rebecca’nın onun gerçekte kim olduğunu de-

Nora Raleigh Baskin

ğil, onda sadece otizmi görmesinden korkuyor. “Nörotipikler gözlerine bakmanızdan hoşlanırlar. Bunun, dinlediğiniz anlamına geldiği varsayılır; sanki tersi doğruymuş gibi, ki değil: Birine bakmamanız onu dinlemediğiniz anlamına gelmez. Bir insan yüzüyle dikkatim dağılmazken daha iyi dinleyebilirim: Gözleri ne diyor? Bu bir kaş çatış mı, gülümseme mi? Neden alınlarını böyle kırıştırıyor ya da yanaklarını böyle kaldırıyorlar? Bu ne anlama geliyor? Bunca şeyi düşünmeniz gerekirse onca kelimeyi nasıl dinleyebilirsiniz?”

L NCOLN PE RCE, Alt n Çocuk, Çev. Oya Alpar, 224 s.


Aydınlık KİTAP

18 9 MART 2012 CUMA Anonymous

Zavallılar

Sabri Kaliç, Maya Kitap, 144 s.

Alasdair Gray Sel Yay nlar Çev: Süha Sertabibo lu, 312 s.

Anonymous Unutmaz... Anonymous Affetmez... Kendilerini “isimsiz” anlamına gelen “Anonymous” diye tanıttılar. Guy Fawkes’ın yüzünü maske olarak seçtiler. Anon’lar adlarını duyurdukları ilk günden beri gündemimizden hiç düşmediler. WikiLeaks, Wall Street, Arap Baharı gibi olaylarda, devletlere ve büyük şirketlere karşı protestocuların yanında yer alıp, internet üzerinden siber saldırılar düzenleyerek dikkatleri üzerine çektiler. CIA, Pentagon, FBI gibi ABD’nin en güçlü kurumlarının yüksek derecedeki güvenlikli web sitelerine, Türkiye, İspanya, Yunanistan, İsrail, İsveç, İran, Tunus ve Suriye gibi birçok ülkenin resmi web sitelerine yaptıkları saldırılarla, internet ve medya sansürüne karşı savaştılar. Peki, kendilerine “Siber Aktivistler” diyen, neredeyse dünyanın her yerinde polis tarafından aranan bu insanlar kim?

Artık Huzur Yok

Chinua Achebe, thaki Yay nlar , Çev. Nazan Ar ba Erbil, 168 s. “Parçalanma”nın yazarından bir devam kitabı... İngiltere’de aldığı eğitimin ardından ülkesi Nijerya’ya dönen ve devlet memuru olarak işe başlayan Obi Okonkwo, karşısında yozlaşmış, rüşvetçi bir yönetim bulur. İdeallerine bağlı olan Obi kendisine teklif edilen tüm rüşvetleri elinin tersiyle iter... Ta ki ailesinin onaylamadığı bir kıza âşık olana dek. Yaşadığı aşk onu derin bir duygusal çalkantının yanı sıra mali bir çıkmaza da sürükler ve Obi kurtulamayacağı bir kapana kısılır.

İnsanı Tanıma Sanatı

Alfred Adler, Say Yay nlar , Çev. Kâmuran PAL, 328 s.

Tuhaf, korkunç, sesi kulak zarlarını patlatan, insandan çok bir canavara benzeyen ama bir o kadar da duygusal, dâhi bir bilim adamı, hoyrat bir feminist yaratabilir mi? Yoktan var edilen zengin, güzel, fırtınalı kadını yoksul bir tıp öğrencisi için karşı konulmaz kılan tuhaf sır bu zavallı adamın kusurlu hayalleri mi yalnızca? Peki, insan eliyle yaratılan bir kadın dünyanın sorunlarına karşı siyaseten nerede durur? Bu gerçek aşk ve bilimsel cesaret öyküsü okuyucuyu İskoçya ameliyathanelerinden kapıp aristokratik kumarhanelerden, yoksul İskenderiye’den ve bir Paris genelevinden rüzgâr gibi geçirerek bir İskoç kilisesinde gerçeklerle buluşturuyor.

Adler’in bir dizi konferansından doğan bu yapıtın başlıca amacı, toplum içindeki etkinliğimizin içerdiği kusurları bireylerin hatalı davranışlarından yola çıkarak anlamak, söz konusu hataları göz önüne sermek ve bireylerin toplum yaşamına daha iyi uymalarını sağlamaya çalışmak.Yapıt öte yandan, bireysel psikolojinin en temel ilkelerini ve bunların insanı tanımada taşıdığı değeri, ortak yaşamdaki ve kişinin kendi yaşamını kurmadaki öneminin açıklama amacı taşıyor. Adler, yaşamın, çağımızda pek de göremediğimiz anlamını, gerçekten de bir sanatçı gibi ince ince işleyerek ortaya koyuyor.

Ortadoğu’da Kanlı Bahar

Gülümsemek Direnmektir

Hüsnü Mahalli, Destek Yay nlar , 272 s.

Mustafa Balbay, Cumhuriyet Kitaplar , 272 s.

Türkiye’de Ortadoğu denince akla gelen ilk isimlerden gazeteci Hüsnü Mahalli, kitabında son dönemde yaşanan gelişmelerden yola çıkarak Türkiye ve Arap dünyasına ilişkin tahliller yapıyor. Kitaptan bazı başlıklar şöyle: Gerçek amaç demokrasi değil, İslam. Daha dindar bir Türkiye geliyor Ortadoğu’da yeni ‘Kıble’ Washington. Modellerden model seç: Türkiye, Mısır ya da Pakistan! Suriye düşmeden Arap Baharı yaz olur Hüsnü Mahalli bu çalışmada bölgemizde yaşananlara farklı bir pencereden ışık tutuyor.

Balbay, “Silivri Toplama Kampı-Zulümhane” kitabında Ergenekon davalarını ve hapishane yaşamını anlatmıştı. “Düşünüyorum O Halde Sanığım-Zulümname” kitabında yaşadıklarını şiirsel bir dille kaleme aldı. “Demokrasi Tanrısı-Zulümdar” kitabında Türkiye’nin 21. yüzyılın ilk 10 yılındaki genel görünümünü roman kurgusuyla yazdı. Mustafa Balbay’ın yaşam, gazetecilik, hukuk ve siyaset üzerine yazılarından oluşan “Gülümsemek Direnmektir”, Balbay’ın “Silivri Üçlemesi” adını verdiği o yapıtların çerçevesi niteliğinde. Bu eserde okur, Silivri Hapisanesi’nde tek başına ayrı bir hücrede tutulan Balbay’ın, daha yaşanılası bir Türkiye ve dünya arayışına ortak oluyor.

YENİ ÇIKANLAR

Kir

Tarkan Barlas, Everest Yay nlar , 202 s. Beyaz yakalı Sadık, kırsal kökenli, Zeynep ve komiser Hazım’ın İstanbul’da kesişen hayatları, sıra dışı bir cinayetin, zor bir aşkın ve yıkılan binaların arasında şekilleniyor. Sadık, her gün her şeyin değiştiği, mesleklerin bile hızla tüketildiği bir ortamda yolunu bulmaya, geçmişinden arınmaya çalışırken, öldüğünden emin olduğu bir adamı sağda solda görüp peşinden koşuyor. Tek çocuğuyla şehirde tutunmaya çalışan Zeynep’in tek isteğiyse, daha iyi bir eve, daha iyi bir İstanbul’a, daha iyi bir bedene taşınmak. Komiser Hazım, suçu ve suçluları ararken, iyiyi kötüyü ayırma telaşında. Herkesin ötekine benzemekten korktuğu bir dünyada, üçü de geçmişteki sırlarıyla ve korkularıyla yüzleşmek pahasına yollarına devam ediyorlar.

Beat Kuşağı

Jack Kerouac, Siren Yay nlar , Çev. Garo Karg c , 120 s. Kahvaltı niyetine şarap, şiir ve hayal. “Beat” ekseninde yaşam: Bodoslama, dibe vura vura, anında, şimdi ve burada. Yaşama coşkusu: olabildiğince naif ve bir o kadar heyecanlı ama bilgece, son sürat, doludizgin. Bir döneme damgasını vuran “Beat”ler, Kerouac’ın kaleminde yaşamın ritmine karşı kendi ezgilerini patlatıyorlar şimdi de. Dostlardan oluşan bir ağ bu; sıradan, sıradanlığıyla olağanüstü bir günün sınırları içinde. “Oyun dediğin budur işte: özel bir konusu yok, özel bir “anlamı” yok, insanlar nasılsa aynen öyle. Yazdığım her şeyi, dünyaya inmiş ve onu hüzünlü gözlerle izleyen bir Melek olduğumu hayal eder ve öyle yazarım.”


YENİ ÇIKANLAR

Kapitalizmin Sınırları ve Toplumsal Proletarya

Haluk Yurtsever, Yordam Kitap, 408 s.

Aydınlık KİTAP

Kovboy Kızlar da Hüzünlenir

Tom Robbins, Ayr nt Yay nlar , Çev. Sona Ertekin, 384 s.

Dünyayı daha iyiye, güzele doğru değiştirmek, sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum kurmak gerçekten olanaklı mı? Daha hakça, eşitlikçi ve özgür bir topluma geçiş için gerekli toplumsal rolü kim, hangi güç ve özneler yerine getirebilir? Yaşadığımız dünyadan hoşnut olmayan, bununla da kalmayıp dünyayı değiştirmek için mücadele eden milyonlarca insan, bu sorularla yüz yüzedir. Bu soruların bir bölümünün yanıtlarının tarih içinde verilmiş olduğunu düşünebiliriz. Ama toplumlar ve insanlar bu tür temel soruların, her yeni durumda yeniden yanıtlanmasını isterler. Çünkü, nesnel ilişkiler, dış ve iç koşullar, çözülecek öncelikli sorunlar, toplumsal değer dizgeleri, öne çıkan toplumsal güçler, düşünce, eylem ve örgüt biçimleri her tarihsel dönemde başka başkadır.

1970’lerin anarşizan hippi kültüründen esinlenen uçuk ama eleştirel bir hikayedir bu kitapta anlatılan. Anatomik bozukluğunu bir avantaja çeviren Sissy Hankshaw’ın hikayesi... Sissy muazzam büyüklükte bir başparmakla doğmuştur. Bu sayede çok iyi otostop yapabildiğinden bütün ülkeyi dolaşır. Sonra model olmaya karar verir. Reklam filmi çekimleri için Kaliforniya’ya gider ve kovboy kızlarla tanışır. Bu kızlardan kafa dengi Bonanza Jellybean ve II. Dünya Savaşı sırasında Amerika’da kurulan Japon toplama kampından kaçan The Chink ile birlikte yeni bir hayat kurmaya çalışır... Tom Robbins’in bu romanında aşktan cinsel özgürlüklere, siyasi isyandan hayvan haklarına, bedene, doğaya, dine kadar bir çok konuya rastlamak mümkün.

Altı Öykü

Siyah Koku

Joseph Conrad, leti im Yay nlar , Çev. Hasan Fehmi Nemli, 288 s.

Gülay e Koçak, Yap Kredi Yay nlar , 496 s.

Denizlerin sesini romanlarına taşıyan usta yazar Joseph Conrad farklı zamanlarda yazdığı öykülerini Altı Öykü’de bir araya getirmiş. Yazar, romanlarından aşina olduğumuz politik gerilimi ve savaş alanlarından, ıssız adalardan, gemilerin güvertesinden taşan maceracı ruhu öykülerine de sızdırıyor.Kitabın, filme de uyarlanan ilk öyküsü “Gaspar Ruiz”, İspanya’daki bağımsızlık savaşları sırasında esaretten kurtulan güçlü bir askerin hayatını anlatırken bir aşk hikâyesine de uzanıyor. Diğer öyküler “Muhbir”, “Hoyrat”, “Bir Anarşist”, “Düello” ve “İl Conde”, her biri Conrad’ın romancılıktaki ustalığının izlerini taşıyor.

Gülayşe Koçak’ın bir aşk hikâyesine odaklanan son romanı Siyah Koku, arka planındaki insanlık dramları nedeniyle bir kara ütopya olarak da okunabilir, her şeye rağmen umuda çağrı olarak da… Ayrımcılığın sürdüğü, kuraklığın arttığı, yollar boyunca teskin edici maddelerin havaya püskürtülerek herkesin “uyuşturulduğu”, devlete ekonomik getiri sağladığı için bütün yetişkinlerin zorunlu organ bağışına tabi tutulduğu bir yakın-gelecek zamanda Mine ve Tuncay’ın yaşadığı bıçak sırtı ve tuhaf bir aşk… Siyah Koku, Gülayşe Koçak’ın korku ve güven duygularını temel alarak; sahicilik, unutma, hatırlama, farkında olma kavramları çerçevesinde ördüğü bir roman.

Lütfen Sessiz Olur musun Lütfen?

9 MART 2012 CUMA

19

Osmanlı’da Sosyalizm, Türkçülük ve İttihatçılık

Raymond Carver, Can Yay nlar Çev. Ayça Sabuncuo lu, 256 s. . Arda Odaba , Kaynak Yay nlar , 360 s.

20. yüzyılın ikinci yarısında en önemli Amerikan yazarlarından biri olarak tanınan ve 1980’lerde kısa öykünün yeniden canlanmasında büyük katkısı olan Raymond Carver’ın ünü, ölümünden sonra daha da yaygınlaştı. Yazarın kısa öykülerinden oluşan bir derleme olan “Lütfen Sessiz Olur musun Lütfen”, ilk olarak 1976’da yayımlandı. Bugünlerde ise Ayça Sabuncuoğlu’nun çevirisiyle Türk okurlarıyla buluşuyor. Öykülerinin köşeye sıkışmış, kendini ifadeden aciz, yılgın kahramanları akıntıya kürek çekerek günü yaşayabilmek, gelecek kaygısından ve onları yok etme tehlikesini taşıyan geçmişteki hatalarından uzaklaşabilmek için savaşıyor.

Bu kitap, ilk sosyalist aydınlardan olmasına karşın neredeyse hiç tanınmayan Rasim Haşmet Bey’i eksen alarak, II. Meşrutiyet döneminde Sosyalizm, Türkçülük ve İttihatçılık arasındaki ilişkileri inceliyor… İlk Türk sosyalistlerinin 19081909’da Selanik’te ortaya çıkışları, bu sosyalist çevrenin Türkçüleşme süreci, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu ile ilişkileri ve tarihimizdeki ilk Dönmelik (Sebataycılık) tartışmasının Rasim Haşmet tarafından başlatılışı, ele alınan konular arasında… Osmanlı sosyalizmine dair, bugüne dek bilinmeyen pek çok yeni bulgu, bu eserde gün ışığına çıkarılıyor…

Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler

Kırmızının Otobiyografisi

C. W. Ceram, Remzi Kitabevi, Çev. Hayrullah Örs, 368 s.

Anne Carson, Metis Yay nlar , 168 s.

Heykelleri ve kuleleriyle, piramitleri ve merdivenleriyle insanoğlunun yarattığı ilk uygarlıkların destanı!Bu kitap, bilimin doğuşundan Troya’nın hazinelerine; Mısır piramitleri ile mumyaların gizeminden hiyeroglifin çözülüşü ve çivi yazısının okunuşuna; Babil Kulesi ve Tufan’ın öyküsüne kadar sayısız arkeolojik bulgunun bilimsel romanıdır. Doğu Akdeniz’de Minoslular ve Yunan devletleri, Nil Vadisi’ndeki imparatorluklar, Mezopotamya’da Sümer, Babil, Asur krallıkları; öte yandan Aztekler ve Mayalar birbirinden ilginç öyküleriyle bu yapıtta canlanıyor.

Anne Carson’ın Metis’ten çıkan ikinci şiirsel romanı. Romanın başkahramanı Geryon, adını Yunan mitolojisindeki devden alıyor; hikâyesi de Herkül’ün onuncu görevine ilişkin mitle bağlantılı. Geryon’un çocukluktan yetişkinliğe geçişinin ve Herkül adında bir gence duyduğu aşkın öyküsünü anlatan kitap, şiirin tutumlu ve çağrışım yüklü diline ve romanın sürükleyiciliğine sahip bir ahir zaman destanı. HYPERLINK “http://www.metiskitap.com/Ca talog/Book/5389” \n _blankKırmızının Otobiyografisi


Aydınlık KİTAP

20 9 MART 2012 CUMA

GÜLDEN TERAZ

İstanbul’a kenar süsü New York’a mezar

MEC T ÜNAL

“Eğil Dağlar”dan Adonis’in “New York’a Mezar” adlı kitabına uzanan bir köprü artık bu vapur… Yahya Kemal’in “Eğil Dağlar”da, “Aziz İstanbul”da ve birçok şiirindeki imgeler nasıl şehre birer güzelleme, bu vapur gibi birer kenar süsü yerindeyse, Adonis’in “New York’a Mezar” adlı şiiri de o denli topyekûn bir kargış, bir beddua. Güne li bir stanbul günü. Pazar. Kad köy’de -seninle ilk bulu tu umuz- eski iskelenin oldu u tarafta miting haz rl klar var. Dolmu la Kad köy’e gelirken tam köprünün bitti i, r ht m n ba lad yerde gördü üm pankartlarla duydu um c l z sesler bu nedenleymi demek ki. Eski iskele ile Haldun Taner Sahnesi’nin aras ndaki, çocuklara yeni harfleri ö reten Atatürk an t n n bulundu u alana kurmu lar sahneyi.

CAM FANUSTAN YAPILMA B R DÜNYANIN Ç NDE Dolmu tan inip iskeleye yürüdü üm zaman zarf nda kar la t m insanlarda ne bir merak, ne bir heyecan belirtisi gözledim. Her ey son derece ola an ve son derece s radanm gibi. Akbil gi elerinin önünde iki sendika görevlisine muhtemelen toplanma yerini soran kad nla adamda da bir heyecan belirtisi yoktu. nsan adres sorarken bile, tarifi heyecan ve merakla dinler, de il mi? Otobüsler, dolmu lar, sürücüler ve yolcularda da yok bu. Herkes sanki ancak içinde var olabildi i, kendisininkinden ba kas na benzemeyen, kendisininkinden ba kas na da de meyen cam fanustan yap lma bir dünyan n içinde bekliyor. Sadece bu. Bekleyi . Ama hareket halinde. Kad köy’ün gündelik ya am na birkaç saatli ine canl l k getirecek yüksek sesli müzikte de var bu; Atatürk’ün yeni harfleri gösterdi i tahtaya, Haldun Taner’in duvarlar na, Kad köy’deki eski ve yeni iki iskeleye, büfelere, çiçekçilerin mevsimd kesme çiçeklerine, güne in klar na, vapur düdüklerine, çevik kuvvet polislerinin mi ferlerine çarpan “Venseremos”un na meleri, ölgün birer sokak lambas sanki. “Türkiye i çi s n f na selam” çal n rken de bir k p rdama, bir heyecan ve merak belirtisi görülmedi havada. stanbul’un hayat na k sa süreli ine – ehre bir camdan bak yormu gibi- girip ç kman n bu türlü izlenimlere yol açan bir yan olmal . Yine de, tarihinin her döneminde ya ad büyük olaylar bugün de sessiz ve derin bir uyku içinde bekleyerek ya ayan bu stanbul, o stanbul de il. “O stanbul” sözünde daha kaç stanbul’dan söz edebilece imizi bilerek söylüyorum bunu. Mithat Cemal’in “Üç stanbul”unun üstüne kendi hayatlar m z bir tarafa, u son 30-40 y lda daha kaç stanbul roman s ar?

YA ADI I DEVR N B TMES N BEKLEYEN EH R

ete.com mecitunal@aydinlikgaz

Edebiyat m za stanbul üzerine yaz lm eserlerin en ba ta gelenlerinden birini, “Aziz stanbul”u arma an eden Yahya Kemal, ba ka bir zaviyeden görünümlerine de yer verdi i “E il Da lar” kitab nda stanbul’un, “k rk seneden beri daima ya ad devrin bitmesini” bekledi ini söyler. Yahya Kemal’in bu sat rlar yazd y llardaki stanbul, y k lm ve y k lmakta olan bir imparatorlu un Anadolu’dan gelecek zafer haberlerini bekleyen esir dü mü ba ehriydi. O günlerde de vard bu rüzgâr, bu gökyüzü, bu deniz ve birbirine benzeyen bu yorulmu insan yüzleri…

“ stanbul Türkleri bir cemâat hâlinde te ekkül etmek için sulhün tekarrürünü bekliyorlar,” diyor Yahya Kemal. “ stanbul k rk seneden beri daima ya ad devrin bitmesini bekler. Abdülhamîd-i Sâni idaresi alt nda bir mumya gibiydi, o devrin bir gün bitip de kollar n n, ayaklar n n çözülece i ân bekler dururdu. Ondan sonra me rûtiyetin tekarrürünü, o devirde aç lan harplerin, ke meke lerin hâtimesini bekledi. Son büyük harpte âdetâ Ârâf mevkiindeydi. Bir te ebbüs mevzûbahis olsa ‘hele harp bitsin de!’ cevâb haz rd . Harp bitti, o kadar özledi imiz mütârekeye kavu tuk. Bu defâ da: ‘Hele musâlâha edilsin de!’ sözü ç kt . stanbul Türkleri hâlâ bekliyor!” (E il Da lar, sf. 65, Kültür Bakanl Yay nlar , Ankara, 1981).

STANBUL’DAN STANBUL’A KRONOLOJ K KÖPRÜ Yahya Kemal’in sava , mütareke ve ulusal mücadele y llar nda yazd yaz lardan olu an “E il Da lar”daki “As l Siyaset” ba l kl bu yaz n n belirtti i zamandan 40 y l geriye giderek bakaca m z stanbul, gerçekten de hep ya ad devrin bitmesini bekleyen bir ehir görüntüsü vermekte, 1880’lerden 1920’lere çekilecek bir kronolojik çizgide kendisinden 40 y l sonras na köprüler kuran nice olay n sona ermesini beklemektedir. Bu kronolojik köprüyü, ehrin bilinen tarihinin en eski dönemlerine kadar uzatarak, stanbul’un asl nda tüm zamanlarda ya ad devrin bitmesini bekleyen bir ehir oldu unu söyleyebiliriz. Bugün de öyle de il mi? Bugün de, önce ad m ad m, küçük küçük, parça parça, sonra etinden kopar lan her parçan n durmadan büyüyerek süren y k l n ses ç karmadan izledi imiz Cumhuriyet’in bu en önemli ehri, bir ba ka devr-i istibdad n, bir ba ka 12 Eylül devrinin geli ini beklemekte de il mi? Az sonra yana p yolcular n bo altt ktan sonra yeni yolcular n alarak kalkacak olan u vapur gibi. stanbul sevgisinin bir f kraya konu olacak denli büyük oldu unu bildi imiz koca airin “E il Da lar”da stanbul’la ilgili tek saptamas bu olamaz tabii. Toplar n ehre çevirmi sava gemilerinin namlular n n, sokaklarda yank lanan dü man çizmelerinin seslerinin aras ndan bakan Yahya Kemal, kula Ankara’da, stanbul’da bir devrin sona erip bir ba ka devrin ba lay n n da ipuçlar n vermektedir.

NEW YORK B R KAT L OLAB L R ANCAK Laf laf açar ya, kitap da kitab ça r yor i te. “E il Da lar”dan Adonis’in “New York’a Mezar” adl kitab na uzanan bir köprü art k bu vapur… Yahya Kemal’in “E il Da lar”da, “Aziz stanbul”da ve birçok iirindeki imgeler nas l ehre birer güzelleme, bu vapur gibi birer kenar süsü yerindeyse, Adonis’in iiri de o denli topyekûn bir karg , bir beddua New York’a. Yahya Kemal’den Adonis’e, stanbul’dan New York’a geçince insan, Adonis iirinin o jilet gibi kesici, zehir gibi ac sözcükleri kar s nda bir duvara çarpm , ya da an-

s z n eli b çakl biriyle kar la m gibi oluyor. Ne kenar süsü kald i te, ne vapur! Evet, Adonis’in betimledi i New York bir katildir ancak! “Bir elinde Özgürlük dedikleri kâ t parças n Tarih dedi imiz kâ t tomar n tutmaktad r. Ad dünya olan bir çocu u bo maktad r öteki eliyle.” (Adonis, “New York’a Mezar”, sf. 41, Can Yay nlar , stanbul, 2012). Emperyalizmin ba kenti New York, Adonis’in dizelerinde bir katil olman n yan nda, “rüzgâr n yay nda oturan”, “bir baca gökyüzünde, öteki suda” bir kad n heykeli olarak çizilmektedir. “New York = IBM + SUBWAY, çirkef ve suçtan gelip çirkef ve suça giden. New York = Delili in gürültülü rmaklar halinde f k rd yeryüzü kabu undaki delik”tir. (Sf. 53). “New York’a Mezar”, hiçbir ehre yaz lmam lanetlemelerle dolu. lk anda Tevfik Fikret’in stanbul için yazd “Sis”i akla getiriyorsa da, “Sis”teki stanbul, New York gibi emperyalist bir ehir de ildir. Tevfik Fikret “Sis”te, “bin kocadan arta kalan bir fahi e”ye benzetir stanbul’u, Adonis’in New York’u olsa olsa bir vampirdir ayr ca. “Söyle bize: Nerede y ld z n senin? Sava ba layacak ot ile bilgisayar aras nda. Duvara as l bütün ça m z ve i te kan yor, iki kutbu birle tiriyor bir ba , yukar da. Merkezde, Asya. Daha a a da, iki ayak görünmez bir gövde için. Tan yorum seni, ha ha n miskinde yüzen ceset. Tan yorum seni, memenin memeye kar oyunu. Sana bak yorum ve dü lüyorum kar . Sana bak yorum ve güzü bekliyorum. Senin kar n gecenin ta y c s d r, gecen ta r insanlar -ölü yarasalar . Sende mezarl kt r her duvar, her ayd nl k bir kara mezar kaz c s d r kara ekmek kara a getiren, bunlarla Beyaz Saray’ n tarihini yönlendiren” (sf. 50).

TÜRK VE ARAP R N N BULU TU U MGE Adonis “Sis”ten 69 y l sonra yazd iirde New York için ayn imgeyi, mezar kullanarak Fikret’le bulu uyor. Fikret stanbul için iirin sonunda, “Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey ehr;/Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!...” demekte, Adonis ise bu imgeyi hem ba l kta hem de iirin içinde kullanmaktad r: “New York + New York = Gömüt ya da gömütle ilgili bir ey. New York - New York = Güne ” (Sf. 64). Bu bulu mada, her iki airin daha ba ka ortak yönleri oldu unun i aretleri de var, aran rsa. Bunlardan biri u; Fikret bizim iirimizin, Adonis Arap iirinin modernle mesinin öncülerinden. ki iir – Türk ve Arap iiri,- iki airin iki ayr ehri yazd klar iki ayr iirde ortak bir imgede bulu uyorlar. Özdemir nce ustan n çevirisiyle yay mlanan kitapta, airin “Tâ’ifa Krallar n n Tarihine Öndeyi ” ile “Bu benim ad md r” ba l kl iki iiri d nda, nce’nin Adonis’le yapt bir de söyle i var ki, modern Arap iirinin en büyük airini anlaman n bir ba ka anahtar durumunda.


Aydınlık KİTAP

SAHAF

9 MART 2012 CUMA

21

Verges ve kopuş savunmaları Jacques Verges, çağımızın en ünlü avukatı olarak var!” diye soruyordu ilk duruşmada ve tüm savunbiliniyor. 1925’te Katalan asıllı bir Fransız babayla, masını bunun üstüne kurmuştu. Jacques Verges’ye Vietnamlı bir annenin oğlu olarak, Fransız sömür- göre dünyamızda barbarlık, 1945’teki Nürnberg Yargesi Reunion adasında doğdu. İkinci Dünya Savaşı gılamaları’yla son bulmamıştı ve Barbie’yi ya da RAF sırasında, Cezayir, Fas, İtalya ve Fransa’da direniş ha- militanlarını savunmak, emperyalizme saldırmak için reketlerine katıldı. 1945’te Fransız Komünist Parti- önemli fırsatlar sağlıyordu. 1988’de Vivet Kanetti’nin çevirisiyle Metis Yayınsi’ne üye oldu, 1955’te avukatlığa başladı. İlk önemli ları’ndan çıkan “Savunma Saldırıyor”, varolan davalarına, Fransız emperyalizmine karşı saadalet mekanizmasını kabul eden “uyum savaşan Cezayirli direnişçileri savunarak vunmaları” ile Sokrates ve Dimitrov’un imza attı ve “kopuş savunması” kav1988’de uyguladığı, yeni bir gerçekliği gözler ramını ortaya koydu. Mozambik ve Vivet Kanetti’nin önüne sermeyi hedefleyen “kopuş Angola başta olmak üzere, Afriçevirisiyle Metis savunmaları” arasındaki farkı, çok ka’daki bağımsızlık savaşlarında Yay nlar ’ndan ç kan ilginç ve öğretici örneklerle açıkönemli rol oynadı. Çin’e gitti, “Savunma Sald r yor”, varolan layan, hukuk tarihine çok değişik Mao’yla dost oldu. Che Gueaçılardan bakan bir kitap. Ververa’nın ilk karısı İlda’nın yaadalet mekanizmas n kabul eden ges, “uyum savunması yapanlazarları arasında olduğu “uyum savunmalar ” ile Sokrates bir rın kellelerini kurtardığını ama “Devrim” adlı bir dergi çıi yen ve Dimitrov’un uygulad , ikincilerin “davayı kazandığını” kardı. 1965’ten itibaren İsraeyi gerçekli i gözler önüne serm vurguluyor. il’de yargılanan FKÖ ” hedefleyen “kopu savunmalar militanlarını savundu. Kısaaras ndaki fark , çok ilginç ve TÜRKÇE BASIMA ÖNSÖZ cası 20. yüzyılın ikinci yarıö retici örneklerle aç klayan, sında, dünyanın hemen her Mao’nun “Ordu, polis ve adaköşesinde emperyalizmin bahukuk tarihine çok de i ik leti içeren devlet çarkı, bir sınıfın şına bela kesildi ve özellikle mahaç lardan bakan bir başka bir sınıfı ezmek için kullandığı keme salonlarını, “iddia araçtır” sözünü alıntılayarak açılan kikitap. makamına” dar etti. tapta, yazarın Türkçe basım için özel olarak yazdığı bir önsöz de yer alıyor. Verges, NAZ LERDEN NE FARKINIZ VAR? Mart 1988’de Paris’te şöyle seslenmiş Türk okurlaVerges, 1979’da eski Nazi Klaus Barbie’nin ve- rına: “Tumturaklı sözlerin gerisinde alçakça manevkaletini üstlenerek tüm dünyayı şaşırttı. Ona göre, raların sürünüşünü görmek için, büyük bir ayık kalma bu emperyalizmin iki yüzlülüğünü teşhir etmenin bir çabası gerekir. Bu denemeyi adaletin gizli mekanizyoluydu ve dünyadaki barbarlığı sürdüren ABD, İn- malarına ışık tutmaya vakfettim. Dilerim, Türk kagiltere, Fransa gibi ülkelerin eski bir Naziyi yargıla- muoyuna, hep daha fazla demokrasi için verdiği maya hakları yoktu. “Sizin Nazilerden ne farkınız aralıksız mücadelesinde yardımcı olsun.”

ANADOLU’DAN KİTABEVİ

ESKİCİ KİTABEVİ/ TEKİRDAĞ

1 kitap karşılığı 50 bin kitap İMDAT ŞAHİN Başlıkta da belirttiğimiz gibi 1 kitap alıp karşılığında 50 bine yakın kitap okuyabilirsiniz. Nasıl mı? Tekirdağ’da bulunan Eskici Kitabevi’nden bir tane kitap satın alıyorsunuz, daha sonra o kitabı getirip diğer kitaplarla 1 TL karşılığında değiştirebiliyorsunuz. Eskici Kitabevinde 50 bine yakın kitap bulunmakta. Eskici Kitabevi sahibi Özkan Gezici’nin kitap sevgisi 1997’lere dayanıyor. Öğrencilik yıllarında Özkan Gezici hem okuyor hem de küçük bir tezgahta kitap satarak para kazanıyordu. Ziraat fakültesinde okuyan Gezici, mesleğini yapmaktan vazgeçip kitabevi kurmaya karar verir. 2000’li yıllara doğru Eskici kitabevini açar. Şu sıralar Özkan Gezici’nin ağzına kadar kitap dolu olan iki tane dükkanı bulunmakta. Kitabevi sadece kitap satmakla kalmıyor. “ 2011 yılında Tekirdağ’da ilk kez kitap şenliği düzenlendi. Eskici Kitabevi olarak orada yazarlarla okurları buluşturduk. Tekirdağlı okurlarımız kitap şenliğimizden hoşnut kaldılar. Bu sene de Milli Eğitim Müdürlüğü ile birlikte 24 Şubat - 02 Mart 2012 tarihleri arasında ikincisini düzenledik” diyor Gezici. Yine kitabevine dair ayrıntılı bilgiyi Ge-

zici’den alıyoruz: “Eskici Kitapevi’nde 7’den 77’ye tüm okurlar için kitaplar mevcut. Tekirdağlı okurlar daha çok çocuk kitapları, macera kitapları ve siyasi kitaplar okumaktadır.” Günlük ortalama kaç kitap satılıyor sorumuza Gezici şu cevabı veriyor: “Günlük satılan kitap sayısı 1015 civarındadır fakat değişim yaptığımız kitaplarla birlikte bu sayı 45-50’lere kadar çıkabiliyor.” Eskici Kitabevi’nden ayrılırken Gezici’nin şu sözleri kalıyor aklımızda: “Nasıl vücudumuzun gelişmesi için gıdaya ihtiyaç varsa, insan beyninin gelişmesi için de kitaba ihtiyaç vardır. Bunun için tüm Tekirdağlı hemşehrilerimi Eskici Kitabevi’ne kitap almaya davet ediyorum.”


22

Aydınlık KİTAP

9 MART 2012 CUMA

ALINTI-TEST

Okuyaca n z bölümler hangi yazar n hangi kitab ndan al nt lanm t r?

1

Yunanistan’da kadınlar hemen hemen bir harem ve hapishane hayatı yaşarlar, kadınlar kocaları ya da babalarıyla yemek yiyemezlerken Egeli kadınlar, kocaları ve babalarıyla birlikte masanın çevresindeki sandalyelere oturarak yemek yerlerdi. Bu tür yemek göreneği çok sonraları Avropa’ya geçti.

2

Aşkı iyi bilirim ben, sevmem o duyguyu. Hem doğada aşk maşk diye bir şey yoktur, kadınların uydurmasıdır. Başıma ödül konsa, beni aşkla seven bir kadına sığınmaktansa, sıkıştırılmış bir hayvan gibi ormana gizlenmeyi yeğ tutardım, orada daha bir güven içinde bulurdum kendimi. Ama sevgi vardır, arzuyla karışık sevgi de vardır, büyük şeydir.

3

“Bu nine böyle mi doğmuş” diye sormuştun annene. Annen de her zamanki şifa veren somutlaştırma yeteneğiyle “Olur mu hiç” demişti. “O nine doğduğunda bebekti, büyüktü senin kadar oldu, büyüdü benim kadar oldu, büyüdü anneannen kadar oldu, sonra anneannenin annesi kadar oldu” deyince dehşete kapılıp cıyaklayarak ağlamaya başlamıştın. Evreni çalınmış bir Tanrı’nın ağlayışıydı bu.

a) Halikarnas Balıkçısı / Merhaba Anadolu

a) Stendhal / Kızıl ile Kara

a) Nicole Avril / Yüzün Romanı

b) Thomas Mann / Alacakaranlıkta

b) Cenap Şahabettin / Tiryaki Sözleri

b) Sema Kaygusuz / Yüzünde Bir Yer

c) Ruth Rendell / Taştan Hüküm

c) Marquez / Kolera Günlerinde Aşk

c) Beverly Angel / Kimliksiz Kadınlar

d) P. D. James / Kadınlara Göre Değil

d) Colette / Dişi Kedi

d) Fay Weldon / Bir Dişi Şeytanın Hayatı ve Aşkları

e) Maeve Binchy / Aşk ve Çocuk

e) Henry de Montherlant / Genç Kızlar

e) Günther Grass / Teneke Trampet

Geçen haftan n do ru yan tlar : 1- (b)

2- (c) 3- (e)

Do ru yan tlar gelecek hafta bu sayfada…

BULMACA Soldan sağa 1. Resimdeki yazar - Resimdeki yazar n bir roman 2. Molibden’in simgesi - Hararet - Fas’ n plakas - Ad, ün 3. Güre te bir oyun - Bir yüzölçümü birimi - Bir tür ke if gemisi 4. Radyum’un simgesi - Yabanc - “... Gündüz Kutbay” (ney üstad ) - Bir ekerleme türü 5. ini bilen, ölçülü ve hesapl i gören - ehzade e itmeni M s r’ n plakas 6. Türk veren Sendikas Konfederasyonu (k sa) - Naz m biçiminde bilmece - Saz n en kal n teli ya da kiri i 7. Be - Türkü, ark - Tanr

8. S n r ni an - E ek sesi - “... Güler” (foto rafç ) 9. Sunak - Ceylan - Doktor (k sa) 10. Horoz, hindi gibi hayvanlar n tepesindeki deri uzant s Pi irilerek haz rlanm yemek - Oy 11. Lityum’un simgesi - Ha in, kaba - Üç tekerlekli Alman motorsikleti 12. Eski Türklerde “totem”e verilen ad - Parça ya da ezme et ya da sakatata çe itli harçlar kat larak haz rlanan bir arküteri ürünü - Çin’in para birimi 13. Lavrensiyum’un simgesi - Derinin parlat lmas - Yönetmek için at n a z na tak lan demir alet - Geni lik

14. Gösteri , caka, çal m - Ulusal bir parayla yabanc bir para birimi aras ndaki de i im oran - Kars yöresinin bir halk oyunu 15. Eski bir Hindu tap na tipi - Koyun, keçi gibi hayvanlar n boynuna tak lan ç ng rak - Satrançta taraflardan birinin yenilgisi

Yukarıdan aşağıya 1. 1903 - 1967 y llar aras nda ya amm olan ünlü ressam m z Bir nota 2. Bir resmi suland r lm renklerle boyama ya da gölgeleme biçimi - Lübnan’ n plakas - eytan 3. Divit, yaz hokkas - skambil ka d nda “sinek” - Sanca , yelkeni ya da sereni a a alma 4. Numara (k sa) - Enerji - Eski Türklerde “totem”e verilen ad En k sa zaman parças , lahza 5. Su yosunu - nce yap l , nazenin - “... Gündüz Kutbay” (ney üstad ) 6. Yerle im alanlar d nda kalan yerler - Bir devleti ba ka bir devlet kat nda temsil eden kimse, sefir - Dindar Yahudilerin ba lar na örttükleri takke 7. Favori - Mezopotamya panteonunda tüm tanr lar n babas ve kral olan gök tanr s - Kara ta tlar nda yolu ayd nlatan çok kl fener 8. Ahlakça kötü say lan eyleri adet edinme - Erkek keçi 9. Kuma - Bir cetvel türü - Tümör 10. Japonya’da buda rahibesi - Ö ütücü di - sviçre’de bir nehir - Çok s k dokulu ve sert bir seramik hamuru türü 11. Saf, sersem - Atlar için yaz lm kaside 12. Kartal tak my ld z n n eski dildeki ad - Rutenyum’un simgesi - Arap edebiyat nda bir iir türü 13. “Kar t” anlam nda yabanc bir önek - “... Güler” (foto rafç ) Satürn gezegeninin be inci uydusu - Kilometre (k sa) 14. Tantal’ n simgesi - Bir damla gözya - Bir bulunma hali eki - Artma, ço alma 15. Yumurta, peynir, domates, vb. ile haz rlanan yemek - Su borusu, künk - “... King Cole” (Amerikal caz piyanocusu ve ark c )

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ



QH NHGLVL] QH NLWDSVĂ—] QH N NHGLVL] Q NLWDSVĂ—Ă—] QH Ă´diWWdbäa X”o”a X_h oeb Ă´diWdbäa X”o”a X_h oeb Woh häcädW ][bc_ò Xkbkdkoeh$ WohäcädW ][bc_ò Xkbkdkoeh$

8_b_dc[o[d o�db[h_oob[ 8_b_dc[o[d o�db[h_ob[ dWp_p_c l[ ]_pb_ 7ho oWd dWp_p_c l[ ]_pb_ 7hoWd a”bjb[h_$

)$ : )$ :”doW IWlWòä _diWdbäóäd l[ :”doW IWlWòä _diWdbäóäd l[ Z”doWdäd iehkdbWhädW aW\W Z”d doWdäd iehkdbWhädW aW\W oehWd WoZädbWhäd ]”dZ[c_d[ oehW Wd WoZädbWhäd ]”dZ[c_d[ ]_hZ_ X_b[$ 7bfWibWd ?òäabä ZW ]_hZ Z_ X_b[$ 7bfWibWd ?òäabä ZW o[d_ a_jWXä D[eb_X[hWb_pc l[ o[d _ a_jWXä D[eb_X[hWb_pc l[ )$ :”doW IWlWòäĂŠdZW oWabWòWd ) )$ : : :”doW :”doW IWlWòä IWlWòäĂŠdZW dZW oWabWòWd oWabWòWd Xk X”o”a \[bWa[j_ [b[ Wbäoeh$ Xk X X”o”a \[bWa[j_ [b[ Wbäoeh$ OWòWdWYWa X”o”a aWeikd OWò òWdWYWa X”o”a aWeikd aecòkbWhäobW iWlWòW _j_b[d aec còkbWhäobW iWlWòW _j_b[d J”ha_o[ĂŠo_ dWiäb [ja_b[o[Y[Ăł_ J”ha a_o[ĂŠo_ dWiäb [ja_b[o[Y[Ăł_ iehkikdW oWdäjbWh Whäoeh$ iehk kikdW oWdäjbWh Whäoeh$

>_jb[hĂŠ_d {‚”dY” H[_Y^ĂŠädäd >_jb[hĂŠ_d {‚”dY” H[_Y^ĂŠädäd o[d_b]_i_dZ[d -& oäb iedhW Wòähä o[d_b]_i_dZ[d -& oäb i edhW Wòähä iWĂłYä l[ äha‚ä ^Wh[a[jb[h X_h iWĂłYä l[ äha‚ä ^Wh[a[j jb[h X_h a[p ZW^W o”ai[b_ò[ ][‚c[aj[$ a[p ZW^W o”ai[b_ò[ ][ [‚c[aj[$ 7bWdädZW abWi_ab[òc_ò X_h 7bWdädZW 7bWdädZW abWi_ab[òc_ò abWi_ab[òc_òò X_h ò X_h XWòlkhk aWodWóä ebWd DWp_pc_d XWòlkhk aWodWóä ebWd DWp_pc_d =_pb_ AÂ?a[db[h_" a”h[i a”h[i[bb[òc[" i[bb[òc[" a_jb[i[b ]Â?‚ l[ Z_dY_ a_jb[i[b ]Â?‚ l[ Z_dY_ c_bb_o[j‚_b_a eb]kbWhäobW aWhòä c_bb_o[j‚_b_a eb]kbWhäobW aWhòä aWhòäoW ebWd ]”d”c”p Z”doWiä aWhòäoW ebWd ]”d”c”p p Z”doWiä _‚_d Z[ X_h koWhä d_j[b_Ăł_dZ[$ _‚_d Z[ X_h koWhä d_j[b__Ăł_dZ[$ vat Akkoyunlu Çeviren: Ali Ce

Atmaca Çeviren: Volkan

'..& _b[ '/() WhWiä '.. & _b[ '/() WhWiä kbkibWhWhWiä _b_òa_b[h ibWhWhWiä _b_òa_b[h kbki W‚äiädZWd ‚ea Â?d[cb_ W‚äi iädZWd ‚ea Â?d[cb_ X_h ZÂ?d[c$ >~b~ ‚Â?p”c X_h Z ZÂ?d[c$ >~b~ ‚Â?p”c X[ab[o[d <_b_ij_d IehkdkĂŠdk X[a ab[o[d <_b_ij_d IehkdkĂŠdk Xk aecfbe" ò_ZZ[j" Xk a aecfbe" ò_ZZ[j" j[^Z_j l[ iWlWòbW Zebk j[^Z Z_j l[ iWlWòbW Zebk ZÂ?d d[c_d X_h ”h”d” ebWhWa ZÂ?d[c_d X_h ”h”d” ebWhWa [b[ WbcWa ][h[a_h$ 8k ] [b[ WbcWa ][h[a_h$ 8k ZÂ?d d[cZ[ 8WjäĂŠZW [ja_b_ ebWd ZÂ?d[cZ[ 8WjäĂŠZW [ja_b_ ebWd Wdj_ _i[c_j_pc" iWZ[Y[ 7hWf# Wdj_i[c_j_pc" iWZ[Y[ 7hWf# Cki i[l_ ‚WjäòcWiädäd Z[Ăł_b" Cki[l_ ‚WjäòcWiädäd Z[Ăł_b" EhjW WZeĂłkĂŠZW Xk]”d[ Z[a EhjWZeĂłkĂŠZW Xk]”d[ Z[a i”h[ [][b[d ‚Â?p”ci”pb”ó”d i”h[][b[d ‚Â?p”ci”pb”ó”d Z[ [ Â?d[cb_ d[Z[db[h_dZ[d [d Z[ [d Â?d[cb_ d[Z[db[h_dZ[d iWo äbWd I_oed_pc_d ehjWoW iWoäbWd I_oed_pc_d ehjWoW ‚äaä òädW oeb W‚cäòjäh$ ‚äaäòädW oeb W‚cäòjäh$

CWiedbkĂłkd ][h[a X_pp_c CWiedbkĂłkd ][h[a X_p_c jWh_^_c_pZ[ ][h[ai[ Z Z_Ăł[h Ă´ibWc jWh_^_c_pZ[ ][h[ai[ Z_Ăł[h Ă´ibWc ”ba[b[h_d_d jWh_^b[h_dZ Z[a_ o[h_ ”ba[b[h_d_d jWh_^b[h_dZ[a_ o[h_ d[Z_h5 Ă´ibWcYäbWh WhWi iädZWa_ d[Z_h5 Ă´ibWcYäbWh WhWiädZWa_ ”db” cWiedbWh a_cb[hZ Z_h5 ??$ ”db” cWiedbWh a_cb[hZ_h5 ??$ 7XZ”b^Wc_ZĂŠ_d l[ Cki ijW\W 7XZ”b^Wc_ZĂŠ_d l[ CkijW\W A[cWb 7jWj”haʔd cWi iedbka A[cWb 7jWj”haʔd cWiedbka ^WaaädZWa_ Z”ò”dY[b[ h_ ^WaaädZWa_ Z”ò”dY[b[h_ d[oZ_5 '/&. :[lh_c_ĂŠd Z_5 '/&. : _ _ĂŠdZ[ l[ Z d[oZ_5 '/&. :[lh_c_ĂŠdZ[ l[ 9kc^kh_o[jĂŠ_d akhkbkò òkdZW 9kc^kh_o[jĂŠ_d akhkbkòkdZW cWiedbka dWiäb X_h heb eodWZä5 cWiedbka dWiäb X_h heb eodWZä5 :[Ăł[hb_ jWh_^‚_ Eh^Wd AebeĂłbk" :[Ăł[hb_ jWh_^‚_ Eh^Wd AebeĂłbk" Ă´ibWc Ă”b[c_dZ[ CWied dbka Ă´ibWc Ă”b[c_dZ[ CWiedbka XWòbäabä ‚WbäòcWiäobW X Xk iehkbWhW XWòbäabä ‚WbäòcWiäobW Xk iehkbWhW iWZ[ X_h Z_bb[ W‚äa l[ d d[id[b iWZ[ X_h Z_bb[ W‚äa l[ d[id[b oWdäjbWh l[h_oeh$

8_pW Wdi A”bj”h”dZ[ IjhWj[`_ 8_pWdi A”bj”h”dZ[ IjhWj[`_ IWd Wjä IWdWjä

OWaäd jWh_^_c_p_d OWaäd jWh_^_c_p_d ]_pb[d[d ][h‚[ab[h h_ob[ ]_pb[d[d ][h‚[ab[h_ob[ o”pb[òc[o[ ^Wpäh c cäiädäp5 o”pb[òc[o[ ^Wpäh cäiädäp5

OWò òWZäóäcäp jefhWabWhäd OWòWZäóäcäp jefhWabWhäd a”bj j”h”ob[ ò[a_bb[dc_ò X_h a”bj”h”ob[ ò[a_bb[dc_ò X_h _cf fWhWjehbkĂłkd ijhWj[`_ _cfWhWjehbkĂłkd ijhWj[`_ X_h_a a_c_d_ WajWhWd Xk a_jWfjW X_h_a_c_d_ WajWhWd Xk a_jWfjW oWbd däpYW iWlWòbWh ^_b[b[h däpYW iWlWòbWh" ^_b[b[h oWbdäpYW iWlWòbWh" ^_b[b[h l[ j jWaj_ab[h o[h Wbcäoeh$ l[ jWaj_ab[h o[h Wbcäoeh$ 8_h b_Z[h_d WĂłpädZWd Ç8kdk 8_h b_Z[h_d WĂłpädZWd Ç8kdk X[a ab[c_oehZkc Ăˆ iÂ?p”d”d X[ab[c_oehZkc Ăˆ iÂ?p”d”d WibW W ‚äacWcWiä ][h[aj_Ăł_d_ WibW ‚äacWcWiä ][h[aj_Ăł_d_ X[b_ _hj[d IjhWj[]_aed" _^j_oWjbä X[b_hj[d IjhWj[]_aed" _^j_oWjbä ebc cWoä l[ Wabä ^[h ò[o_d ebcWoä l[ Wabä ^[h ò[o_d ”ij” ”dZ[ jkjWd :eĂłkbk XWaäò ”ij”dZ[ jkjWd :eĂłkbk XWaäò W‚äi iädä X_b][Y[ Â?p[jb_oeh$ W‚äiädä X_b][Y[ Â?p[jb_oeh$

2ĂƒYTĂƒaĂƒ 2LKP @H`ĂƒUL]P 2ĂƒY T LKP @H`ĂƒUL]P TĂƒaĂƒ 2 ,TLR[HY :VRHR 5V! .Â…TÂ…Ă…Z\`\ Ă‚Z[HUI\S ;! ,TLR[ HY :VRHRR 5V! .Â…TÂ…Ă…Z\`\ Ă‚Z[HUI\S ;! -! -! ^^^ ^^^ RPYTPaPRLKPRP[HW JVT L WVZ[H! RPYTPaPRLKP'RPYTPaPRLKPRP[HW JVT ^ RPYTPaPRLKPRP[HW JVT L WVZ[H! RPYTPaPRLKPP'RPYTPaPRLKPRP[HW JVT

Jkjkabk ]Wp[j[Y_b[h Jkjkabk ]Wp[j[Y_b[h 8Whäò F[^b_lWd l[ 8Whäò F[^b_lWd l[ 8Whäò J[haeĂłbkĂŠdkd j_j_p X_h ‚WbäòcWobW j_j_ j_j_p X_h ‚WbäòcWobW X_ b b ^WpähbWZäabWhä Xk a_jWf ^WpähbWZäabWhä Xk a_jW f ]”dZ[cZ[d Z”òc[o[Y[a ]”dZ[cZ[d Z”òc[o[ [Y[a X_h XWòlkhk a_jWXä ebZk l[ X_h XWòlkhk a_jWXä ebZ Zk l[ J”ha_o[ĂŠZ[ jWòbWhä o[h_dZ[d J”ha_o[ĂŠZ[ jWòbWhä o[ [h_dZ[d eodWjjä$

2ĂƒYTĂƒaĂƒ 2LKP 2P[HIL]P 2ĂƒY TĂƒaĂƒ 2LKP 2P[HIL]P ;Â…ULS 4L`KHUĂƒ 5V! )L`VĂ S\ Ă‚Z[HUUI\S ;! ;Â…ULS 4L`KHUĂƒ 5V! )L`VĂ S\ Ă‚Z[HUI\S ;! ^^^ ^^^ MHJLIVVR JVT RPYTPaPRLKPRP[HW MHJLIVVR JVT RPYTPaPRLKPRP[HW [^P[[LY JVT RYTaRLKPRP[HW [^P[[LY JVT RYTaRLKPRP[HW


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.