2012 06 15 haziran kitap eki

Page 1

.

KITA P Aydınlık

BU SAYIDA

34 KİTAP TANITILIYOR Toplam: 563

15 Haziran 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 16

Vahşi Batı’nın en hızlı kovboyu

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Yazar-yayıncı Mine Soysal:

“Çocuk, çok berrak bir okur...”

Delphine ve Marinette

Astronot olmak isteyen bir çocuk

Hiç bitmeyen öyküler

n i ç i ı r a l y a z Ya u l u k o k z i n ı r e a d l p a t i k k u çoc

Rüzgâra en yakın yerde

Delil, hep üretilir!



Aydınlık KİTAP

15 HAZ RAN 2012 CUMA

İÇİNDEKİLER

3

SUNU

Haftanın Portresi: Tahir Alangu (1916-1973) s. 4 Vahşi Batı’nın en hızlı kovboyu

s. 4

Delphine ve Marinette

s. 6

Seçtiklerimiz

s. 8

Hiç bitmeyen öyküler

s. 9

Astronot olmak isteyen bir çocuğun kitaplığı

s. 10

Küçüklere masallar, büyüklere dersler: Küçük Prens

s. 11

Kapak/yazar-yayıncı Mine Soysal’la çocuk kitapları üzerine: Çocuk, çok berrak bir okur...

s. 12-13-14

Kaostan düzene güvenlik ve hijyen terörü s. 15 Rüzgâra en yakın yerde

s. 16

Emekçiler de onu yazıyor

s. 17

Yeni Çıkanlar

s. 18

Delil, hep üretilir!

s. 20

Sahaf-Anadolu’dan Kitabevi

s. 21

Alıntı Test-Bulmaca

s. 22

1- Zübük Aziz Nesin, Adam Yayınları, 272 s. 2- Deliler Boşandı Aziz Nesin, Nesin Yayınları, 176 s. 3- Gol Kralı Aziz Nesin, Adam Yayınları, 287 s. 4- Ah Biz Ödlek Aydınlar Aziz Nesin, Nesin Yayınları 5- Büyük Grev Aziz Nesin, Nesin Yayınları, 320 s.

. KITA P

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Editör: Pınar Akkoç Yazıişleri: Damla Yazıcı Reklam Müdürü: Saynur Okuroğlu Sayfa Sekreteri: Yasin Sarı

Çocuklar, gökku a n n tüm renklerini içerirler. Tüm kitaplarda da o renkleri görmek isterler... lk say s ndan itibaren çocuklara yönelik yay nc l n örneklerine, çocuk kitaplar na özel bir önem veren Ayd nl k Kitap, bu say s nda kapak konusu olarak çocuk masumlu uyla okuman n, çocuk masumlu uyla yazman n nas l gerçekle ebilece ini soru turuyor bir anlamda. Amac m z yaln zca, her yaz mevsiminde, okullar tatile girdi inde al kanl kla yap lan türden “Çocuklar yaz n ne okusun?” dosyas yapmak de il... Bu alan n ülkemizdeki en yetkin isimlerinden biri olan Mine Soysal'la yapt m z söyle ide de görece iniz gibi, ilk bak ta göründü ünden çok daha geni boyutlu bir alan n; profesyonelli in, yeti kinlere yönelik yay nc l ktan çok daha fazla hüküm yürütmesi gereken bir dünyan n gerçeklerini aktarmay da amaçlad k bu say m zda. Soysal, çocuklar n “en berrak” okurlar oldu unu vurguluyor... Tüketim ç lg nl n n ana hedeflerinden biri konumundaki çocuklar m za yönelik kitaplar n “tüketilmesi” de il, nas l haz rlanmas ve nas l “okunmas ” gerekti i konusunda da berrakl k sa lanmas gerekti ini dü ünüyoruz Ayd nl k Kitap olarak. Baz çocuk kitaplar vard r ki onlarla birlikte büyüyen küçükler, sonunda mutlaka iyi büyüklere dönü ürler. Çocuklu unda, bir eftalinin, kar ncalarla, kargalarla, toprakla, güne le ve insanla ili kisini anlatan bir kitab okuyan birisinin, payla may bilmemesi, kötü bir insan olmas pek mümkün de ildir sanki. Çocuk kitaplar n n, berrakl yitirmemesi ve göku a n n tüm renklerini içermeyi sürdürmesi dile iyle, bir de projeden, “Çocuk Yazarlar”dan söz edelim...

ÖneriYorum

Aydınlık

Çocuk masumluğuyla yazmak ve okumak...

stanbul Teknik Üniversitesi'nin de i ik fakültelerinde okuyan sekiz ö rencinin Ekim 2011'de ba latt “Çocuk Yazarlar” projesi, yard ma muhtaç çocuklar n, ileti im ve kendilerini ifade etme becerilerinin geli tirilerek toplumda en iyi ekilde yer almalar na bir nebze de olsa katk da bulunman n yan s ra çocuklar n hayal güçlerini geli tirmek, edebiyata kar ilgilerini uyand rmak ve canl k lmay amaçl yor. “Onlar gelece i yaz yor” slogan yla süren çal malarla ilgili ayr nt l bilgi edinmek isteyen okurlar m z, cocukyazarlar.com adresini ziyaret edebilirler.

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. adına sahibi: Mehmet Sabuncu Genel Yayın Yönetmeni: Serhan Bolluk Sorumlu Müdür: Mehmet Bozkurt

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 www.AydinlikGazete.com kitap@aydinlikgazete.com Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Yalçın Koreş Cad. No: 12/A Bodrum Kat Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 655 44 34


4

15 HAZ RAN 2012 CUMA

Aydınlık KİTAP

HAFTANIN PORTRES

Tahir Alangu (1916-1973)

Başta “Keloğlan” olmak üzere masallar, gölge oyunları, destanlar, göçmen folkloru ve bunlarla ilgili kuramsal sorunlar hakkında araştırmalarda bulundu. Halkbilimin geleneklerin incelenmesinde eskiye bağlı kalınması yöntemine karşı çıktı. 1916'da İstanbul'da doğan Tahir Alangu, 1938'de Kabataş Lisesi'ni, 1943'te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdikten sonra, köy enstitülerinde ve çeşitli liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı, gazetelerde eleştirileri yayımlandı. Ferhan Şensoy, Selim İleri, Nedim Gürsel, İzzet Yasar gibi günümüz yazar ve sanatçıları, Alangu'nun yetiştirdiği öğrencilerdendir. Boğaziçi Üniversitesi'nde halkbilim dersleri veren Alangu'nun şiirleri, eleştirileri, edebiyat, tarih ve halkbilim üzerine yazıları öğrencilik yıllarından başlayarak “Yurt”, “Tarihten Sesler”, “Yeni Türk”, “Değirmen”, “Gündüz”, “Yeni Yurt”, “Yenilik”, “Yeditepe”, “Türk Dili”, “Dost” ve “Kim” gibi dergilerde yayınlandı. 1960-1969 arasında “Varlık” dergisinde roman ve öykü değerlendirmeleri yazdı, Varlık Yıllığı'nın hazırlanmasına katkıda bulundu. “Vatan” ve “Cumhuriyet” gazetelerinde de yazdı. Ömer Seyfettin'in bütün eserlerini baskıya hazırladı. Asıl kültürel katkısını halkbilim dalında yaptı. Başta “Keloğlan” olmak üzere masallar, gölge oyunları, destanlar, göçmen folkloru ve bunlarla ilgili kuramsal sorunlar hakkında araştırmalarda bulundu. Halkbilimin geleneklerin incelenmesinde eskiye bağlı kalınması yöntemine karşı çıktı, bu bilimin eskinin temelleri üzerinde yeni bir çağdaş toplum yapısı oluşturulmasına katkı sağlayacağını savundu. 19 Haziran

1973'te İstanbul'da yaşama veda etti. Başlıca yapıtları arasında “Kalavela” (Ünlü Fin destanının incelenmesi ve 50 türküsünün özeti, 1943), “Servet-i Fünun Edebiyatı Antolojisi” (1958), “Cumhuriyetten Sonra Hikaye ve Roman” (3 cilt, 19591965), “Ömer Seyfettin”, (Biyografi-roman, 1968), “100 Ünlü Türk Eseri” (1974), “Billur Köşk Masalları” sayılabilir. Ferhan Şensoy, lise yıllarında tanıdığı öğretmeni Alangu'yu şöyle anlatmıştı: “Ona herkes Baba Tahir, diyor... Koridorda görmüşlüğümüz var. Tahta bir ağızlıkla sigara içiyor. Pek kimseyle konuşmuyor. Siyah ya da kahverengi çizgili yakım elbise ve yelek giyiyor. Çantasını hiç elden bırakmıyor. Derken bir gün zart diye giriyor sınıfa, gözünde şişe dibi gözlükler, elinde tahta ağızlığı, dolma parmaklar sıkı sıkı tutuyor ağızlığı, ağır ağır yürüyor kürsüye, saçı epeyce dökülmüş, kararlı dev adam. Kırlaşmış pos bıyıkları gülümseyen ağzını saklıyor. - Oturun!, diyor, isteksizce ve yarım göt ayağa kalkmış ve gereken suskunluğa henüz ulaşamamış bizlere. Şöyle bir bakıyor sınıfa. biz de ona bakıyoruz. sırıtıyor. Biz de sırıtsak mı acaba? - Mollalar, o önünüzdeki, üstünde 'edebiyat' yazan kitap okunmayacak. Ananıza babanıza söyleyin, Size birer Sait Faik külliyatı alsın... Haftaya edebiyat! Bu ders serbestsiniz, ne isterseniz yapın! diyerek çekip gidiyor sınıftan.”

Vahşi Batı’nın en hızlı kovboyu EMEL TELCİ

Gölgesinden bile hızlı silah çekebilen, fakir ve yalnız kovboy Red Kit'in yeni maceraları, hikayeler ve çizgi romanlar halinde Yapı Kredi Yayınları tarafından hazırlandı. 17 Hazirana kadar devam eden sergisi de YKY Kültür Merkezi'nde sergileniyor. İlk olarak 1946 yılında Belçikalı karikatürist Morris tarafından çizilen Red Kit (Lucky Luke), sadık atı Düldül (Jolly Jumper) ve şapşal köğeği Rin Tin Tin (Rantanplan) ile birlikte evlerinden çok çok uzaklarda suçlularla mücadele eder. İflah olmaz düşmanları Dalton Kardeşler (küçükten büyüğe Joe, Jack, William, Avarel) her biri birbirinden şaşkın haydutlardır ve paçayı bir türlü kurtaramazlar. Diğer unutulmaz karakterler feci kurabiyeler yapan Kalamiti Jane, Billy Kid, Yargıç Roy Bean, Jesse James, Akbaba ve postacı Hank'tir. Red Kit dünyada pek çok defa animasyon ve televizyon serisi olarak filme çekilmiştir. Türkiye'de 1967'de çekilen, başrolünde Öztürk Serengil'in oynadığı film, Öztürk Serengil'in rüyasında kendini Red Kit sanmasıyla başlar. 1974'te çekilen "Atını Seven Kovboy" isimli filmde de Red Kit Sadri Alışık'tır. Red Kit dünya üzerinde en çok Türkiye'de tanınır ve sevilir. Orijinal adı Lucky Luke olan kovboya, 1954 yılında Türkçe uyarlamasını hazırlarken Red Kit adını veren Ferdi Sayışman, ismin nerden geldiğini de şöyle açıklamış: "O zaman Lucky Luke'un maceraları Fransız Spirou dergisinde çıkıyordu. Burada da yayınlamaya karar verince, Türkçe ne isim koyalım diye düşünmeye başladık. Bir arkadaşın çıkarmak istediği Red Rider (Kızıl Sürücü) diye bir dergi vardı. Ben de Bil Kit diye başka bir derginin kopyasını yapıyordum. Red kısmını Red Rider'dan Kit kısmını da Bil Kit'ten aldık, Red Kit oldu." Red Kit 1983 yılında ağzındaki sigarayı atıp yerine saman parçası tutmaya başlayınca, Dünya Sağlık Örgütü'nden ödül almış. Sigara içmediği gibi aynı zamanda kimseyi öldürmeyen ya da yaralamayan tek kovboydur. Bütün ömrü hapisten kaçan Daltonları tekrar hapse tıkmakla geçer ama yine de komik ve mütevazı yanından bir şey eksilmez. Hep aynı kıyafeti giyer, sarı gömlek, siyah yelek, kırmızı fular ve şapka. "İçimde takip edildiğime

dair bir his var " der devamlı ve yanılmaz. Kasabaya gelen tüm yabancı kadınlar Red Kit'in yakışıklılığından etkilenir. Atı Düldül de en az onun kadar yakışıklıdır. Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan "Red Kit 11- Benim Kahraman Kovboyum" adlı kitapta Red Kit yine garip maceraların içine giriyor. Kasabaya gelen dünya güzeli Lola Montes ve Baron Eugene de Primesautier hazine peşinde türlü oyunlar oynuyorlar. "Red Kit- Toplu Albümleri 4" ise "Mavi Ayaklara Karşı", "Joss Jamon'a Karşı" ve "Daltonların Yeğeni" isimli üç albümden oluşan bir çizgi roman. 1956-58 yılları arasında ayrı ayrı yayımlanan bu albümleri Yapı Kredi Yayınları tek bir kitapta toplamış. Çocukken çok izlediğim Red Kit çizgi filmlerinin sonunda çalan müzik, Pembe Panter ve Dedektif Gadget'ın müzikleriyle birlikte en sevdiğim çizgi film müziğidir. "Ben fakir ve yalnız bir kovboyum, evimden çok çok uzaklardayım" der Red Kit ve günbatımına doğru yol alır. Eğlenceli okumalar diliyoruz. ("Red Kit Toplu Albümleri 4" ve "Red Kit Benim Kahraman Kovboyum", Goscinny, Çizen: Morris, Çev: Eray Canberk, Yapı Kredi Yayınları)



6

Aydınlık KİTAP

15 HAZ RAN 2012 CUMA

Delphine ve Marinette İREM HALIÇ irem.halic@hotmail.com

Fransız romancı, mizah, senaryo, oyun yazarı ve masal dünyasının en sevilen yazarlarından biri olan Marcel Ayme'ın, eserlerindeki gerçeküstü kurguları ve farklı teknikleriyle çocuklar için apayrı bir yeri vardır. Akla gelmemiş konuları işlediği romanları adeta çocukların hayal dünyasıyla yarış halindedir. Mesela en çok bilinen öyküsü olan, Paris'te bulunan bir heykelin yapımı için de ilham vermiş olan "Duvargeçen", duvarların içinden kolayca geçme yeteneği bulunan çekingen bir devlet memurunun herkesi şaşkına çeviren serüvenini anlatır. Marcel Ayme'ın yarattığı insancıklar için şöyle söylenir: "Marcel Ayme'ın romanlarındaki tuhaf insanlar, aslında çoğu zaman kendileri de tuhaflıklar yapan normal insanların yanı başlarında gezinirler." 1902'de Burgonya'da doğan Marcel Ayme, Paris'te gazeteci olarak çalışmış. İlk romanı "Brulebois" 1926'da yayımlanmış. "La Table aux creves" kitabıyla "Prix Renaudot" ödülünü kazanmış. Sonra çocuklara yönelik öyküler, romanlar yazmaya başlamış. En ilginç romanlarından biri olan "İğreti Surat" görünürde iyi bir işi, huzurlu bir aile yaşantısı olan kentli Bay Cerusier'nin yüzünü kaybetmesinin hikayesini anlatıyor. Yüzünün değişmesiyle birlikte eskisinden çok daha yakışıklı olan bir adamın, o zamana dek kontrolünü elinde bulunduramadığı yaşamına hükmetme arzusunun kimi zaman keskin bir mizahla aktaran roman ikinci bir şans yakaladığını düşünen bu adamın macerasını anlatıyor. Yapıtın bir başka özelliği de, usta eleştirmen ve çevirmen Nurullah Ataç tarafından Türkçe'ye aktarılmış olması. İKİ GÜZEL KIZKARDEŞ Sizin için okuyup incelediğimiz, Can Yayınları'ndan çıkan, Tahsin Yücel çevirisi masallar da, diğer romanlarındaki gibi hem çok ilginç hem de çok eğlenceli. Bu masalların iki küçük kahramanı Delphine ve Marinette, altın saçlı, güzel mi güzel iki kız kardeş. Büyük bir çiftlikte aileleriyle yaşıyorlar ve çeşit çeşit hayvanları var. Delphine ve Marinette'in yaşadığı sıradan olayları anlatırken Marcel Ayme, hayvanları da alışıldık bir şeymiş gibi insan benzeri kişiliklere büründürüyor ve konuşturuyor. Her biri düşünceleri ve türlü türlü becerileri olan hayvanlar. Marcel Ayme diğer tüm masal kahramanı hayvanlara oranla daha fazla kişilik yüklemiş her birine. Bu konuyla ilgili olarak ilk okuduğum "Kurt" masalından başlamak isiyorum. KURTLA OYUN Kurt paradigması yüzyıllar boyu farklı şekillere bürünerek masallara konu olmuştur.

dönüyorlar, ancak o zamana dek okuduklarım nefes kesici ve tüyler ürperticiydi. Hayvana dönüşen kızların yaşadıkları karşısındaki düşünceleri ve hislerini okura hiçbir şeyi atlamadan, kesintiye uğratmadan veriyor Marcel Ayme. Bunlara benzer masallarda benzeri görülmemiş psikolojik tespitler barındıran bir diğer masalı da "Suluboyalar" dı. Bugs Bunny'nin çizerin fırçasıyla tüm çizgi film boyunca yön verdiği, gidişata göre yeni evler, kulübeler, yollar, eşyalar çizerek kurguyu o an oluşturuyormuş izlenimi verdiği bölüm tüm Bugs Bunny severlerin unutmadığı bir bölümdür. Delphine ve Marinette de çiftliklerindeki hayvanların resimlerini çizerken, farkında olmadan onları gerçekten değiştirdiYeryüzünde bu masalların farklı toplumsal ler. İlginçtir ki kızların ve hayvanların bu denormlara uyarlanmış yaklaşık otuz beş ğişimleri kabullenmeleri zor olmadı. versiyonu varmış. Kurt figürü de en Ebeveynler ise derhal veteriner çağırason Grimm Kardeşler'in kirlilikrak olaya müdahale ettiler. leri, aşırılıkları ve cinselliği sanBunlar gibi biri "Daldaki Kedinin sürleyerek toplum tarafından Mavi Masalları" diğeri "Daldaki daha kabul edilebilir hale geKedinin Kırmızı Masalları" tirdikleri uyarlamadaki kötü olmak üzere iki ayrı kitapta topve uyanık haliyle akıllardadır. lanmış tam on beş masal var. Ama hâlâ hayvansal özellikEn çok akılda kalanı ise kuşkuler taşır. Marcel Ayme'ın suz Marcel Ayme ile bütünlekurdu ise içinde psikolojik şen "Yağmur Yağdıran Kedi" gelgitler yaşayan, kimliğini dir. Alfons isimli bu kedi basit bulmaya çalışan, iyi mi kötü bir kol hareketiyle yağmur yağmü olduğunu anladırma yeteneğine sahip. Devamak için kendini sımını heyecanınızı kaçırmamak nayan, adeta kişisel için anlatmıyorum. Ama hayatım gelişimini tamamlaMarcel boyunca unutamayacağım bir kaAyme maya çalışan insana rakter olan sakallı Melina Teyze'ye benzer bir varlıktır. Kurt, dikkat! Delphine Marinette'le tanıştıYazıyı bitirirken küçüklüğümüzün duru seğında kızların altın sarısı saçların- rüvenlerini, serüvencilerini ve bizi güzel, çıldan, güzelliklerinden ve çocuksu gın, ütopik hayallere sürükleyen yaratıcılarını saflıklarından etkilenir ve içindeki saygıyla ve sevgiyle anıyorum. Çocukları terart niyet yok oluverir. Kurt gittikçe temiz kalplerinden öpüyorum. iyi olduğuna inanmaya başlar, kızları da inandırır. İki kardeş ve kurt ("Daldaki Kedinin Mavi Masalları" ve birbirlerine epey alışırlar. Rande"Daldaki Kedinin Kırmızı Masalları", Marcel vulaşıp ebeveynleri evde olmadığı Ayme, Çev: Tahsin Yücel, Can Yay.) zamanlarda buluşup çeşitli oyunlar oynarlar. Ta ki sıra "kurtçuluk" oyununa gelene kadar. Kurt bu oyunda çocukları kovalayıp korkutan kurdu oynamalıdır. Kendinden emin oyuna başlar ama sandalyenin altında rol icabı pusuda beklerken oyunun senaryosu aklına geldikçe, gözleri parlamaya, ağzı sulanmaya, pençeleri hareketlenmeye başlar ve nihayetinde kendine hakim olamayıp kızları yutuverir. Tabii ebeveynler eve döndüklerinde kızlarını kurdun karnından çıkarırlar ve kızlar birlikte geçirdikleri güzel vakitlerin hatırına kurdu affedip gitmesine izin verirler. Kurt yaptığı şeyden çok pişmanlık duyar ama istemeden yaptığının da farkındadır. Bazen iyi olduğumuzu sanırız, oysaki sadece kötülük yapmak için fırsatımız olmamıştır. Bir diğer masal hayal kurarken at ile eşek olmayı dileyen Delphin ile Marinette'in sabah uyandıklarında at ve eşek olmalarıyla başlıyor. Devamında gelişen olaylarda yine kimlik ve hatıralarla ilgili ilginç çözümlemeler yapılmış. Hayvana dönüşen kızların anne babaları o hayvanların kendi çocukları olduklarını bilYazar n melerine rağmen zaman geçtikçe buna inan‘Duvargeçen’ mamaya başlayıp onlara ezelden beri kitab ndan hayvanmışlarcasına muamele ediyorlar ve esinlenerek daha fenası hayvan olmaya alışan kızlar hatıyap lm olan Paris’teki ralarını yavaş yavaş kaybedip hayvanmışcasına heykeli. davranıyorlar. Neyseki bir sabah eski hallerine



Aydınlık KİTAP

Midas'ın Serçeparmağı

SEÇTİKLERİMİZ

Melek ve Dostları Ayla Kutlu, Bilgi Yay nevi, 240 s.

Erol Büyükmeriç, Logos Yay., 16 s.

Dünya Kitap Altın Sayfa İlk Gençlik Çağı 2006 ödülüne layık görülen bu yapıtı ile ilk gençlik dönemindeki gençleri sanatın, tarihin, arkeolojinin ve mitolojinin gizemli dünyasına çeken Erol Büyükmeriç, Anadolu'da meydana gelen farklı olaylardan ve onlar için söylenen sayısız söylencelerden biri olan, her dokunduğunu altına çeviren, eşek kulaklı Frigya Kralı Midas'ı farklı bir şekilde aktarıyor. Midas, yaşadığı çağın üzerinden yüzyıllar geçmiş olsa da günümüzde yaşamaya devam eden ender kişiliklerden.

Güzel bir çocuk Melek. Tüm çocuklar Melek ve Dostları gibi... Onun da sevinçleri var; kıskançlıkları, korkuları var. Ve sevgi dolu yüreğine doldurduğu dostları var; tüm çocuklar gibi... “Melek'in fındık rengi gözleri var. Ağzı da kiraza benziyor. Düz ve uzun saçlarını annesi atkuyruğu bağlıyor" diye başlıyor Melek'in maceraları... Siz de onunla tanışıp arkadaş olmak ister misiniz?” “Melek ve Dostları” her biri türlü maceraları konu alan toplam 15 öyküden oluşuyor.

Garfield ile Arkadaşları Ece ile Arda Peribacaları Ülkesinde

Odie A k, Jim Davis,Yap Kredi Yay nlar , Çev.Elif Gökteke, 84s.

Derman Baylad , Bulut Yay., 144 s.

Ece ile Arda'nın hikayelerini anlatan Efsaneler Dizisi'nin dördüncü kitabı “Ece ile Arda Peribacaları Ülkesinde”. "Kapadokya milattan önce iki bininci yılın ortalarına doğru Kızılırmak yayı içinde bir devlet kuran Hititler tarafından yönetildi. Daha sonra bir imparatorluğa dönüşen bu devlet Kuzeybatı'dan gelen Deniz Kavimleri tarafından yıkılınca ayrı ayrı küçük devletçiklere dönüşen Hitit beyliklerinin yönetimine geçti. Milattan önce 550 yılına doğru Pers Kralı Kyros Orta ve Doğu Anadolu’yu fethedince Kapadokya dediğimiz bölge de bugünkü İranlılar'ın ataları sayılan Persler'in yönetimine girdi."

“Garfield ile Arkadaşları” serisinin ikinci mini macerası “Odie Âşık”, tembel ve obur olduğu kadar bencil de bir kedi olan Garfield'in suçluluk duyarak hatasını telafi etmeye çalıştığı ender olaylardan birini konu alıyor... Dünyanın en ünlü sarmanı, Jon'un aldığı fırçaya âşık olan ev ve oyun arkadaşı saf köpekçik Odie'nin artık kendisiyle oynamamasına bozularak fırçayı gizlice çöpe atar. Ancak kendisinin "cinayet gecesi" olarak tanımladığı o geceden sonra hiçbir şey eskiye dönmez. Bir yandan pişmanlık, bir yandan da güzeller güzeli kız arkadaşının bile kendisini ayıplaması Garfield'e fırçayı bulmaktan başka seçenek bırakmaz. İşte o an heyecan başlar.

Martılara Simit Atacaktık Hani?

Uçurtmayla Balık Tutmak

Irmak Ayd n/ Duygu Uzel, Çitlembik Yay nevi, 232 s.

Halime Y ld z, Evrensel Bas m Yay., 61 s.

Çocukluk yıllarını neşe içinde geçirenlerden değil Irmak. Sıradan bir çocukluk değil onunkisi. Kolay hiç değil. Erken yaşta büyümek; anneyle babanın ayrılmış ve her ikisinin de yeniden evlenmiş olması yetmezmiş gibi, cezaevindeki baba hasretiyle de yaşamak zorunda kalıyor. Annesi, ikinci babası ve kardeşiyle paylaştığı hayat bu özlemin gölgesinde yaşandığından hep eksik kalıyor. Babasını beklemek, beklerken özlemek, özlerken düşlemek zor; fakat sonrasında yaşayacaklarının daha da zor olacağı kimin aklına gelir?

“Elindeki kitabın içine düşmek üzere olan bir çocuk gördüm. "Ne yapıyorsun yavrum?" diye sorunca, "Uçurtmayla balık tutuyorum amca" dedi. "Deminden beri izliyorum seni. Yüzün bir gülücüklerle doluyor, bir durgunlaşıyor, epeyce ilginç olmalı?" "Bu kitap yaşamı anlatıyor ama bildiğin bir sıradanlıkla değil. Burda gökyüzü de var, deniz de... Balık da var, şiir de... Düşündüren konular da... Yani yaşamın kendisi var bu kitapta. Annem ve babam da bu kitabı okusa keşke. Büyüklerin yaşamındaki eksik parça bence bu kitap!.."


BABİL BALIĞI

Aydınlık KİTAP

15 HAZ RAN 2012 CUMA

9

HİÇ BİTMEYEN ÖYKÜLER M. SALİH KURT mustafa.salih.kurt@gmail.com

“İyi çocuk edebiyatı sadece yetişkinin içindeki çocuğa hitap etmekle kalmaz, aynı zamanda çocuğun içindeki yetişkine de hitap eder.” – Anonim Bu yazı tamamen ebeveynlere, ilerde ebeveyn olmayı düşünenlere, yaşça küçük yeğenlere, kuzenlere sahip gençlere, çocukluklarında neyi kazandıklarını veya neyi ıskaladıklarını anlamak isteyenlere yöneliktir ve çoğunluğu kişisel deneyimlere dayanmaktadır. Eğer kişisel deneyimlerden veya öykülerden nefret ediyorsanız ve bahsi geçen gruplardan hiçbirine kendinizi ait hissetmiyorsanız, yazıyı okumayı şu anda bırakınız. Kendimi didiklemek üzere oldukça boş vaktimin olduğu dönemlerden birinde, öykülere, kitaplara, bilim kurguya, çizgi romanlara ve modern dünyanın öykü sunma formlarına (sinema, bilgisayar oyunları vb.) olan ciddi ve tedavisi mümkün olmayan bağımlılığımın nedenlerini araştırıyordum. Bir Cumartesi gecesi yine kaseti başa sararken gerçek kafama dank etti. Yetişkinlerin, küçüklüklerinde yaşadıkları sendromların bir bütünü oldukları gerçeğinden yola çıkarak, okuma alışkanlığının, hayal gücüne ve alternatif dünyalara bağımlılığın da kaynağının çocuklukta bulunduğunu anlamam, bunca zaman sanki bütün bu alışkanlık benim eserimmiş gibi aptal aptal dolaşmam, neden bu kadar vakit aldı bilemiyorum. 6 yaşında ilkokula başlamıştım, evet, ancak başladığımda da okumayı biliyordum. Bunun nedeni ileri zeka, özel eğitim vb. olamazdı çünkü özel bir eğitim almamıştım, hayatım boyunca da devlet okullarında okuyacaktım ve yalnız değildim. Kardeşim de ilerleyen yıllarda okula başlamadan okuma ve yazmayı öğrenecekti. Tek, basit bir nedeni olabilirdi; ebeveynlerimiz bir şeyleri doğru yapıyor olmalıydılar. Her Pazar sabahı cam kenarında babam gazete okurken kucağında oturduğumu, beni hiç zorlamadan soru sormamı beklediğini ve resimleri dikkatimi çeken sayfaların başlıklarının üzerinde parmağını gezdirip işaret ederken okuduğunu, anlattığını hatırlıyorum. Nihayetinde yine böyle bir sabahta büyük bir manşete bakarken, “aaa baba bu ‘Cumhuriyet’ değil mi?

Aaa bak burada ‘misafir’ yazmıyor mu?” diye sorduğumu hatırlıyorum. Yıllar sonra Emilie Buchwald’ın şu sözleriyle karşılaştım: “Çocuklar, ebeveynlerinin dizleri üzerinde okurlara dönüşürler.” Yazımız çirkin olduğu ve yaşımız küçük olduğu için sınıf atlatılmadan muazzam eğitim sistemimizin 1. sınıfına mahkûm edilen kardeşim de ben de okula son derece sıkıcı, kitap okumak, oyun oynamak dururken sayfalar boyunca yatay, düşey, eğri çizgi çekmek zorunluluğunda kaldığımız bir yarı işkenceyle giriş yaptık. Her öğrenci gibi elbette en mutlu olunan zamanlar yaz tatilleriydi. Hâlâ var mı bilmiyorum, o zamanlarda “Tatil Kitapları” vardı. İçinde bilmeceler, bulmacalar, öyküler, boyama kısımları bulunan kitaplardı bunlar. Tek kötü yanları çok çabuk bitmeleriydi. 1. sınıfın sonunda, yaz tatilinde, evin içinde sıkıntıdan gözü dönmüş bu çocuğa annem bir gün iki kitap getirdi ve “bunları oku” dahi demeden önüme bıraktı. Seçimi ve keşfetmeyi bana bırakmanın en doğrusu olduğuna inandığını düşünüyorum. Daha önce okuduğum hiçbir kitaba benzemiyordu bu kitaplar. “Cin Ali” gibi ince değildi, kalındı ama Tatil Kitabı gibi resimli ve renkli de değildi, bir kapaktan ötekine yazılarla doluydu. Kitaplardan biri Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”si diğeri Jules Verne’in “Denizler Altında 20 bin Fersah”ıydı. İlk düşüncemin “sıkılırım ben bunları okurken,” olduğunu hatırlıyorum ancak ne zaman “iyi bari deneyeyim,” dediğimi ve neden ilk önce Seyahatname’yi elime aldığımı bilmiyorum. Okumaya başlamanın ardından pek de şaşırtıcı olmayan gelişmeler meydana geldi; özetle sıkıldım. Yaklaşık bir elli sayfa sonra, mekan tasvirlerini gözümde canlandırmaktan, bilmediğim kelimelere aklımda anlam uydurmaktan bıkmış ve bezmiş şekilde kitabı bir kenara fırlatmıştım. Sonraki iki gün boyunca, büyükannemin ahşap evinin içerisinde koştururken, kafamda sü-

rekli Evliya Çelebi gibi benzetmeler ve tasvirlerle dolaştığımı ve sonunda merdiveni anlatmanın bir yolunu bulamayınca, “acaba o nasıl anlatırdı ki?” “kitapta var mıdır ki?” şeklinde saf sorularla okumaya döndüğümü hatırlıyorum. Cami, minare, han, hamam vs. derken kitap bitmişti. Sonra Jules Verne’in kitabının kapağına bakınca meraklanmaya başlamıştım; denizin altında astronot gibi giyinmiş bir adam, köpekbalığı… İlk önce “vay be bu adam da denizin altını gezmiş herhalde,” diyerek okumaya başlamıştım. Hayatım sanırım o gün değişti. Ne macera, ne merak, ne ilgi, ne okuma ilgim o tarihten sonra bir nebze bile azalmadı aksine sürekli arttı ve arttı. O tarihten bu yana binlerce kitap okudum belki ama Jules Verne’in kahramanı Kaptan Nemo benimle her zaman yolculuk etti. Aynı şekilde küçüklüğümde, istisnasız her mizah dergisini takip eden rahmetli dayımdan aşırdığım mecmualar, okuduğu kitapları hiçbir zaman saklamayan ve paylaşan diğer rahmetli dayımın verdiği korku edebiyatının güzel örnekleri, babamın evde eksik etmediği çizgi romanlar, çocukluğumun olduğu kadar yetişkinliğimin de hâlâ en güzel anıları ve maceralarıdır. Bu nedenle çocuklarınıza, kardeşlerinize, yeğenlerinize, kuzenlerinize kitap sevgisini aşılamaya çalışınız ama bunu zorla yapmaya, yönlendirmeye kalkışmayınız, onların keşfetmelerine izin veriniz. Çünkü o maceranın yüzde doksanı keşfetmektedir. Olanak sağlayınız. Velev ki günümüzde çocuk edebiyatına yönelik eserler -tüketime de oldukça açık olduklarından elbette- büyük bir hızla ve özenle hazırlanmaktadır. Harry Potter, Peter Pan, Oz Büyücüsü vb. çok bilinen örneklerin yanı sıra özellikle tavsiye edebileceğim Terry Pratchett’ın “İnsanlığı Ancak Sen Kurtarabilirsin” (Tudem Yayınları ve Dost Yayınları), “Muhteşem Maurice ve Değişmiş Fareleri (Tudem Yayınları) ve Tudem yayınlarından çıkan diğer kitapları, Doğan Egmont Yayıncılıktan “Spiderwick Günceleri”, yayınlarıyla yeni tanıştığım Final Kültür Sanat’ın çocuk ve ilk gençlik edebiyatına

yönelik son derece özenli çalışmaları ve özellikle “Juniper Berry”, hepsinin ötesinde işte bu kitabı her çocuk okumalı diyebiliciğim Michael Ende’nin “Bitmeyecek Öykü”sü (Kabalcı Yayınları) ve diğer kitaplarını sayabilirim. Liste sabaha kadar sürer, o yüzden kısa tutuyorum. Elbette Mitch Hedberg’in de dediği gibi “her kitap, eğer çocuk anlıyorsa, bir çocuk kitabıdır.” Bu nedenle çocuklara sunacağınız kitaplarda tür ve kategori ayrımına çok da fazla takılmamanızı, tıpkı annemin bana verdiği kitaplarda olduğu gibi, ilgi, macera, anlaşılabilirlik, hayal gücü, farklı bakış açıları, yaratıcılık, alt metinde anlatılanlar gibi faktörleri göz önüne alarak kitap seçmenizi tavsiye ederim. Philip Pullman şöyle der; “İş çocuklar için öyküler anlatmaya geldiğinde, ihtiyaçları olan şey yalın bir dil değildir. Güzel bir dile ihtiyaçları vardır.” Asıl unutulmaması gereken şey, her çocuğun kitap okumaktan zevk almayacağı olmalıdır. Çünkü hareketlidirler ve çoğu çocuk sabit kalmayı sevmez. Ancak her çocuk çok iyi bir öykü dinleyicisidir. Vakit ayırınız. Eğer çocuğunuz okumaktan sıkılıyorsa kitabı ona, canlandırarak okuyunuz. Bu anlamda ilk yazma deneyimimin küçükken kardeşim uyumadan önce anlattığım “sevimli ayıcık Tontiş maceraları” olduğunu ve öykü dinlemek kadar anlatmanın da içinizdeki çocuğu ve macerayı tekrar açığa çıkaracağını vurgulayalım. Aslen bütün duygu macera ve hayal gücüdür, eylem önemli değildir ve kitap bunun için sadece bir araçtır. Sayfanın sonuna yaklaşıyoruz ve çocuk edebiyatı üstüne anlatmak istediğim bir dolu şey var. Devamını başka bir yazıya saklayalım ve konuyla ilintili iki önemli ve farklı nokta için iki alıntıyı paylaşarak ve üstüne düşünmeyi sizlere bırakarak vedalaşalım. Gilbert Keith Chesterton der ki “Peri masalları gerçekten ötedir; sadece bize ejderhaların var olduklarını söyledikleri için değil aynı zamanda onların da yenilebileceğini anlattıkları için.” Çocuk kitapları yazarı, eleştirmeni ve tarihçisi Leonard S. Marcus da şöyle der, “Her nesilde, çocuk kitapları yaratıldıkları toplumu yansıtırlar; çocuklar her zaman ebeveynlerinin layık olduğu kitapları edinirler.”


10

15 HAZ RAN 2012 CUMA

Aydınlık KİTAP

Astronot olmak isteyen bir çocuğun kitaplığı MURAT HATUNOĞLU murathatunoglu@yahoo.com

Eskileri karıştırmak ne güzeldir. Hatıraları, eşyaları ya da eşyaların dahil olduğu hatıraları. Anne babamın yaşadığı eve her gidişimde mutlaka eskiye dair bir şeyleri kurcalarım. Ya eski fotoğraf albümleri olur malzemem, ya eski bir çekmece ve içindeki sayısız ganimet ya da aile kütüphanemiz. Bu ziyaretimde ilk hedefim kitaplık oldu. Gerçi kitaplıktan önce bir iki çekmece karıştırdım, ama sayılmaz; içindekileri olduğu gibi yere boca etmeden, her parçayla tek tek ilgilenip hepsine yazılmış olan hatıraları okumadan bakmak, bakmak sayılmaz. Bizimkiler, sağ olsunlar, her gidişimde beni şaşırtacak işler icatlar çıkarıyorlar. Bu gidişimde, kütüphanede kitap aramak için satın aldıkları kafa ışığı ile şaşırttılar. Maden işçilerinin sarı baretlerinin üstüne sabitledikleri ışıklardan almışlar, akşamları kitap aramak için. Hem işlevsel olmuş hem de manidar. Ben de uydum onların yöntemine, başladım kitaplar arasında gezinmeye. Başlarda yeni kitaplar çekti dikkatimi. Bir sürü kitap almışlar son birkaç ayda, gıcır gıcır, yepisyeni. “Acaba babam bunların hepsini okuyor mudur?“ diye sordum, o sırada oradan geçen annem, “Valla okuyor gibi görünüyor.” dedi. “İyi bari.” dedim, burnumu henüz yeni kokusunu kaybetmemiş kitaplara daldırırken. Yeninin kokusu, dokusu, duruşu güzeldir, düzenin ve tazeliğin sayesinde; ama eskide de bu niteliklerin hepsi ayrı güzeldir, düzensizliğin, kusurun, mayhoş kokunun ve en önemlisi hatıraların görünmez izlerinin lütfuyla. Düşey dizilen kitapların üstüne yatay konularak kapasiteyi tam dolduran yeni kitaplardan sıkılınca, alt raflara, eskilere yöneldim. Hiç dokunmadığım kitaplar, biraz aşina olduğum kitaplar, daha önce karıştırdığım kitaplar, okuyup beğenmediğim hâlde atmayı aklımın ucundan bile geçirmediğim kitaplar, seve seve okuduğum kitaplar... derken, bir bölüme, en dipte kalmış bir bölüme ulaştım: ilköğretimin ilk yıllarındayken ayıla bayıla okuduğum, okurken hayaller kurduğum, neredeyse her satırını eksiksiz öğrendiğim ve etraftakilere öğrettiğim kitaplar; TÜBİTAK Popüler Bilim Kitaplığı - Çocuk Kitaplığı’ndan kitaplar. Hemen bir tanesini elime aldım, günün piyangosu olarak, yıllar yıllar önce aldığım bir notla karşılaştım. “Büyüme ve gelişmeyi engelleyen zararlılar” üzerine notlar almışım, işin ilginci, alkollü içkilerin nasıl üretildiği konusunda epey yoğunlaşmışım. Eskiden elyazım ne kadar güzelmiş, diye düşündüm, kağıt parçasını -hâlen yitirmediği kokusunu içime çektikten sonra- kitabın arasına attım. Ve başladım kitapları karıştırmaya. Önce, kapağında bir kafa kesiti ve bolca

karikatür olan “Beyin” isimli kitabı aldım elime. 750.000 TL imiş 1999’daki fiyatı. Fiyatın üzerinde duran karikatüre baktım sonra, adeta aileden birinin fotoğrafı gibi geldi, hiç yabancılaşmamışız. İç sayfalara geçince, gözüme bir başlık çarptı: “Tarihteki Beyinler” ve oradaki şu cümleler: “Üç bin yıl kadar önce yaşamış olan şair Homeros, kaynağın (beynin M.H.) akciğerler olduğunu düşünüyordu.” “Aristoteles (M.Ö. 384-322) ise kalpten kaynaklandığını düşünüyordu. Birçoğumuz hâlâ sevginin kalpten geldiğini düşünürüz ama bu, bilimsel açıdan saçmalıktan başka bir şey değil.” Sonra, muhtemelen en çok okuduğum ve bu yüzden kapağı grileşmeye başlamış olan “Vücudunuz Nasıl Çalışır?” adlı kitaba geçtim. Vücudumuzdaki sistemlerin çalışma biçimlerini rengârenk resimlerle anlatan bu kitap, bana bebekleri leyleklerin getirmediğini öğreten kitaptı. Sembolik bir “anne makinesi” ile “baba makinesi” üzerinden, bir çocuğun iç dünyasını zedelemeyecek şekilde anlatılıyordu cinsellik. Bu sayede, anne ve babamın sırtından “Bebek nasıl oluyor?” sorusunun yükünü almıştı. Hatta, muhtemelen birçok anne babadan bu yükü almıştı. Babası şehrin ünlü jinekologlarından olan bir arkadaşıma bile sistemi ben anlatmıştım. Sonra, “Bir Zamanlar...” isimli kitaba geçtim. Tekerlekten uzay gemisine, tuvaletten kâğıda icatların öyküsü ve zaman içinde geçirdiği değişimler anlatılıyordu. Konular çocuklara resimleriyle, oyunlarıyla -hiç sıkıcı olmadankavratılıyordu. “Dünya ve Uzay”ı aldım elime. Diğer kitaplara göre kalın ve ağırdı bu kitap. Sınıfta, astronot olmayı isteyen tek çocuğun ben oluşumun sebebi bu kitaptır. Ben büyüyene kadar Türkiye’den astronot çıkabilme imkânının doğabileceğini düşünüp sene hesabı yapardım. Uzayla ilgili şeylere hep merakla bakardım, en büyük hayallerimden birisi teleskop sahibi olmaktı mesela;

heyhat astronotluk şurada dursun, kırk elli kişilik sınıfla fen bilgisi laboratuvarına bile senede bir iki kez -o da belki- gidebiliyorduk. Her şeye rağmen, bu kitap bana çok şey katmış, hayal ve bilgi dünyamı büyütmüştü. Laf aramızda, yazımı yazdıktan sonra bir kez daha okuyacağım bu kitabı. Anlatı o kadar güzel ki, animasyon filmlerin sadece çocuklar için olmayışı gibi, büyükler okurken de sıkılmıyor bu kitabı. Bir de bu kitabın ardılı olarak okunabilecek bir kitap var: “Astronomi” Bir sonraki durağım, “Depremler ve Yanardağlar” oldu. 17 Ağustos’un olduğu sıralarda okumuştum bu kitabı. Hangi şiddetteki depremin ne etki yaratacağını öğrenmiştim çocuk yaşta. Keşke büyükler de öğrenmiş ve ona göre hareket etmiş olsaydı... “Ekoloji” diye de bir kitabım varmış, unutmuşum onun varlığını. Görünce hatırladım bu maviyeşil kitabı. Organik tarımdan geri dönüşümlü kâğıt yapımına nice ilginç konu vardı içinde. Bolca da deney tarifi veriliyordu. Evde karınca kolonisi gözlemlemek bile mümkündü basit bir tarif ve yetişkin desteğiyle. Deney demişken, en sevdiğim kitaplardan biri olan “Bilimsel Deneyler”den de söz etmeden geçmeyeyim. Okulda laboratuvar imkânı yoktu, ama bu meraklıya engel değildi. Evde yapılabilecek basit, öğretici, şaşırtıcı ve eğlenceli deneylerle doluydu bu kitap. Mesela, en basitlerinden, bir kova dolusu suya bir bardağı, ağzı su yüzeyine bakacak şekilde batırırsanız, bardağın içine önc e d e n yerleştirdiğiniz kâğıt ıslanır mı, ıslanmaz mı? Peki neden? Peki ya evde müshil ilacı ile görünmez mürekkep yapmanın beş dakikadan bile az süreceğini, bu mürekkep ile yazılan yazıları okumak için ise çamaşır suyu kullanmanın yeterli olacağını söylesem? Çok güzel şeyler var bu kitapta, çok.

“İnternet” diye de bir kitabım vardı. Hem çocuklara hem büyüklere, internet kullanımını, e-posta gönderimini öğrenmek isteyen herkese uygun bir kitap. İnternet kullanıp da, “Ya bu işler nasıl dönüyor acaba?” diye soranlara da uygun bir kitap. Ve -şimdilik- son olarak, “Prof. Zihni Sinir - Proceler” kitabı var. Çılgın icatlarla dolu bu kitapta hem mizah var hem taşlama, hem zekâ pırıltısı var hem saçmalama. Bu kitapta yer alan ilginç icatların bazı dükkânlarda satıldığını da ekleyeyim. Yani bu kitabı alırsanız, muhtemelen masrafınız da biraz daha artacak; ama çocuğunuzun alacağı keyfin yanında lafı mı olur (siz çocuğunuzdan daha çok eğlenebilirsiniz, haberiniz olsun)! Velhasıl sevgili okur, popüler bilimin çocuk kitaplığında minik bir gezintiye çıkmış olduk. Bu kitapları görünce, bu kitapları satın alan ve bana sunan insanlara, anne ve babama bir kez daha minnet duydum. Ben bu kitaplar sayesinde bilime, tarihe, teknolojiye ilgi duydum. Bu kitaplar sayesinde arkadaşlarımla bilgi ağı kurdum. Yazın evde otururken yaramazlık yapmak bile gelmezdi aklıma, kitaplarla uğraşmaktan. Ve görüyorum ki, o bilgilerin çok önemli bir kısmı kalıcı olmuş. Sade bilginin haricinde de çok katkı sunmuş. Analitik düşünmeye itmiş örneğin bu kitaplar; yaratıcılık katmış ayrıca. Okul derslerinin uçuculuğunun karşısında, kalıcılığıyla eğitmiş bu kitaplar zihnimi. Konu çocuklar olunca hassasiyeti artırmak gerekiyor, zira insanlara çok önemsiz, değersiz görünen şeyler aslında çocukların geleceğine büyük etki ediyor. Fotoğraf meraklısı arkadaşım Yusuf Avşar anlatmıştı. Bir gün usta fotoğraf sanatçısı İsa Çelik ile gezerlerken, bir dükkânda boyama kitabı görmüşler. Birden sinirlenmiş usta. Arkadaşım çok şaşırınca, İsa Hoca açıklama yapmakta geç kalmamış. Boyama kitaplarının saçmalık olduğu, yaratıcılığı ve düşünme becerilerini kısıtladığı ve bu yüzden insanların kalıplar içinde düşünmeye zorlandığı minvalinde sözler söylemiş. Bıraksınlar da, demiş, o boyamayı yapan çocuk elmayı nereye koyacağını kendi bulsun. Evet sevgili okur, siz de bırakın çocuğunuzu, hem elmayı nereye koyacağını kendi bulsun hem ne okuyacağını. Büyüyünce ne olacağına kendisi karar versin, büyüsün, olsun, size minnet duysun. Bu dünyadan geçen ve göçen tüm emekçi anne babalara, en çok da hem anne hem baba olanlara şükranla, Babalar Günü kutlu olsun. *Bu kitapların tamamı ve daha fazlası hâlen TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları dahilinde mevcuttur.


Aydınlık KİTAP

15 HAZ RAN 2012 CUMA

11

ASTERO D B612'YE HO GELD N Z!

Küçüklere masallar, büyüklere dersler: KÜÇÜK PRENS MELİS YALÇIN melisyalcin89@hotmail.com

“Altı yaşımdayken, bir gün ‘Yaşanmış Olaylar’ adlı bir kitapta çok etkileyici bir resim gördüm: Balta girmemiş ormanlarda bir boa yılanının bir hayvanı nasıl yuttuğunu gösteriyordu. İşte, resmin kopyası yukarda. Kitapta şöyle deniyordu: ‘Boa yılanları avlarını olduğu gibi, hiç çiğnemeden yutarlar. Sonra da kımıldayamaz hale gelirler, yediklerini sindirmek için altı ay süreyle uyurlar.’ O zamanlar, büyük balta girmemiş ormanlarda olup bitenler üstüne çok kafa yordum. Sonra da renkli kalemlere sarılarak, hayatımın ilk resmini çizmeyi başardım. İşte 1 numaralı resmim. Şöyle idi:

Bu şaheserimi büyüklere gösterdim, korkmuyor musunuz, diye sordum. - Niye korkalım? Şapkadan korkulmaz ki! dediler. Oysa ben şapka çizmemiştim, yuttuğu fili sindiren bir boa yılanı çizmiştim. Baktım ki büyükler resmimi anlamıyor, boa yılanının içini çizeyim de anlasınlar bari dedim. Büyükler öyledir işte, anlatmazsan, anlamaz onlar. 2 numaralı resmim şöyle oldu:”* İşte böyle başlar “Küçük Prens”in yazarı

Antoine de Saint-Exupéry’nin büyüklerle olan anlaşmazlığı, kime gösterse inandıramaz gördüklerinin bir şapka olmadığına. Ama bir gün karşılaşacaktır onu anlayacak birine, Asteroid B612’den gelen Küçük Prens’e. Ve onun ağzından anlatacaktır insanlara aptallıklarını. Fransız yazar ve pilot Antoine de SaintExupéry'nin New York’ta bir otel odasında yazdığı ve 1943’te yayımlanan bu roman, basit bir çocuk kitabı gibi görünebilir ilk bakışta ancak sayfalar ilerledikçe böyle olmadığı anlaşılacaktır; zira yaşam, sevgi ve aşk hakkında derin anlamlar içermektedir. “Exupéry, kitabında, İkinci Dünya Sava-

şı’nın yarattığı korku, umutsuzluk ve yıkımların getirdiği duygulardan da yola çıkarak, evrensel değerlerin çöküşünü hüzün ve melankoli yüklü bir biçimde yansıtır. Çocuk için fantastik yönü daha öne çıkan metin, yetişkinlere felsefi yönüyle seslenir. Bu nedenle iki perspektifli (hem çocuğa hem de yetişkine seslenen) olarak ele alınabilir. Metin ana çizgisini Küçük Prens’in gezegenler arası yolcuğu üzerine oluşturur. Gezegenler, yitirilen değerlerin ve bu değerleri yitirmeye yol açan tutku ya da saplantıların imgesel yansımasıdır. Kralın gezegeni otorite tutkusunu, sanatçının gezegeni, kendini beğenmişliği ve sanatçının toplumla yitirmiş olduğu iletişimsizliği, sarhoşun gezegeni, umutsuzluk ve buna dayanan unutma isteğini, işadamının yaşadığı gezegen, amaçsız sahip olma tutkusunu, fenercinin gezegeni anlamsız ve sorgulamaksızın yerine getirilen görev duygusunu, coğrafyacının yaşadığı gezegen ise bilimi kimin için yaptığını unutan bilim adamını ve bilim anlayışını sembolize eder. Son gezegen ise dünyadır ve dünya insanların kendi değerlerinden daha çok giysileriyle anlam ve değer kazandıkları, biçimin özden daha fazla önemli olduğunu yansıtan bir imge görünümündedir. Metin ana mesajını sevgi ve emek üzerine yoğunlaştırır ve bu imge Küçük Prens’in kendi gezegenindeki ‘gülü’yle anlam kazanır.”** "Bir yıldızda yaşayan bir çiçeği seviyorsanız, geceleyin yıldızlara bakmak hoştur. Ve geceleri gökyüzüne bakarsın. Her şeyin çok küçük olduğu gezegenimi gösteremem sana. Belki böylesi daha iyi. Yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun. Böylece gökyüzündeki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin..." Fransa'da çok sevilen Küçük Prens'in resmi zamanında elli franklık banknotların üzerine basılmıştır. İncil’den sonra en çok okunan kitaplardan biri olan “Küçük Prens”, ülkemizde de çok sevil-

miştir. Onlarca çevirisi yapılmıştır ancak Selim İleri’nin Bilgi Yayınevi’nin Çocuk Klasikleri serisinden çıkan çevirisi ve Can Yayınları’ndan çıkan Tomris Uyar çevirisi aralarında en iyileridir. Kitapta Küçük Prens'in yaşadığı asteroidi bulan bir Türk astronomdur. Bu astronom asteroidi uluslararası bir kongrede anlatır fakat kimse onu dinlemez çünkü fes takıyordur ve kıyafetleri de Doğulu olduğunu gizleyemiyordur. Bir süre sonra bir Türk “diktatör” kıyafet devrimi yapıp herkesi Avrupalı gibi giyinmeye zorlar. Aynı astronom bu defa modern kıyafetlerle kongreye katılır ve herkes ikna olur. Atatürk'ü bir diktatör olarak tanıtan bu satırlar yüzünden uzun yıllar Türk okuyucusu kitabı sansürlü okudu. Yine bu yüzden kitap, eleştirilere maruz kalabileceği gerekçesiyle 2005 yılında ilköğretim öğrencilerine önerilmek üzere hazırlanmış olan 100 Temel Eser arasından çıkarıldı. "Hiç kimsenin kitabımı özensizce okumasını istemem doğrusu. Bu anılarımı yazarken çok üzüntülü anlar yaşadım. Arkadaşım, koyunu ile birlikte beni bırakıp gideli tam altı yıl oldu. Onu burada anlatmaya çalışıyorsam, bu biraz da onu unutmamak için. Arkadaşı unutmak çok üzücü bir şey. Herkesin arkadaşı olmamıştır. Arkadaşımı unutursam, kendimi o, sayılardan başka bir şeye değer vermeyen büyükler gibi hissederim yoksa" diyen Saint Exupéry, kitabı yazdıktan altı yıl sonra “Le Petit Prince” adlı bir uçakla keşif uçuşu yaparken Akdeniz üzerinde kaybolur ve bir daha kendisinden haber alınamaz. Küçük Prens gibi esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan Exupéry, bize kalbimizde her zaman özel bir yeri olacak bu kitabı armağan ederken, bir soru bırakır zihinlerimizde: Küçük Prens'in koyunu, Küçük Prens'in çiçeğini yedi mi, yemedi mi? *Kitabın ilk sayfasından alınmıştır. **http://ceviribilim.com/?p=127

KİTAPTAN İkinci gezegende kendini beğenmişin biri oturuyordu. Küçük Prens'i uzaktan görünce: - Ha, ha! İşte hayranlarımdan biri ziyaretime geliyor, diye bağırdı. Öyle ya, kendini fazla beğenen insan, dünyada herkesi kendine hayran sanır. - Günaydın, dedi Küçük Prens şapkanız ne garip! - Selam vermeye yarar. Beni alkışladıkları zaman, şapkamı çıkarır, selam veririm. Ne yazık ki buralara uğrayan yok. Küçük Prens: - Ha, öyle mi? dedi, ama anlayamadı. - Ellerini çırp! Küçük Prens ellerini çırptı. Kendini beğenmiş adam da alçak gönüllü bir tavırla şapkasını çıkarıp selam verdi. Küçük Prens de: "Burası kralın gezegeninden daha eğlenceli bir yer" diye düşündü ve alkışlamaya başladı. Kendini beğenmiş, şapkasını çıkarıp yine selam verdi. Bu oyun beş dakika böylece sürüp gidince, Küçük Prens'in canı sıkıldı: - Peki, şapkanızı aşağıya indirmeniz için ne yapmalı? diye sordu. Ama öteki bu soruyu duymadı bile, onun gibi kendin ibeğenmişler yalnız alkışları duyarlar. - Bana çok mu hayransın? diye sordu. - Hayran olmak ne demek? - Hayran olmak, benim, gezegenin en güzel, en iyi giyinmiş, en zengin, en zeki adamı olduğumu kabul etmektir. - İyi ama gezegeninde yapayalnızsın! - Ne olacak, hatırım için, bana hayran ol. Küçük Prens omuzlarını silkerek: - Peki, dedi, sana hayranım. Ama ne işine yarayacak? Sonra da kalktı gitti. Yolda: "Büyükler amma da tuhaf insanlarmış" diye düşündü.


12

15 HAZ RAN 2012 CUMA

Aydınlık KİTAP

KAPAK

GÜNIŞIĞI KİTAPLIĞI'NIN KURUCULARINDAN YAZAR VE YAYINCI MİNE SOYSAL:

Çocuk, çok berrak bir okur... “Bugün 'Şeker Portakalı'nı okuyan çocukların dünyası ile bizim etkilendiğimiz dünya bambaşka. Bugün sanmayın ki çocuklar 'Şeker Portakalı'ndan bizim gibi etkileniyorlar. Aynı şekilde 'Küçük Prens' de öyle. Bugünün çocuğu için o kitapta bizim algıladığımız felsefelerin hiçbir anlamı yok.” DAMLA YAZICI Çocuk çocukken kollarını sallayarak yürürdü Derenin ırmak olmasını isterdi Irmağın da sel Ve su birikintisinin de deniz olmasını ... Çocuk çocukken Çocuk olduğunu bilmezdi Bağdaş kurup otururdu Sonra koşmaya başlardı Saçının bir tutamı hiç yatmazdı Ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi Wim Wenders- Wings of Desire

Büyümenin önlenemez acısıyla karşılaşmadığımız, kendimizi duru bir nehrin akışı gibi akan zamanın içinde bulduğumuz yılların özlemiyle hazırlanmış bir yazı yazmak oldukça zor. Çocukların içinde olduğu her şeyin güzelleştiğini fark etmem çocukluğumu geride bırakmamla başladı. Çocukluğumda okuduğum kitapların hayatımın en güzel kitapları olduğunu ise yetişkinler için yazılmış kitapları okuduktan sonra anladım. Salinger'ı keşfetmem üniversite yıllarımın ilk zamanlarına denk geldi. “Çavdar Tarlasında Çocuklar”ı okuduğumda yalancılığının bile dürüstlüğünü taşıyan biriyle karşılaştım: Halden Caufield. Ve kitaba adını veren, Holden'ın anlatımından dökülen şu cümleler bütün unutulmazlığıyla hafızama kazındı: “Her neyse, hep, büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta -yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim.Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum, bu çılgın bir şey.” İşte çocuk kitapları, çocuk kitabı yayıncıları, yazarları, kahramanları Holden'ın tam olarak istediği şeyi yapıyor belki de. Çocukların kitap okumaya başlaması ve bu duyguyu sevmesi ilginç bir süreç. İlk sayfadan müthiş etkileyicilik yaratacak bir kitapla okuma serüvenine başlamış şanslı insanlar sınırlıdır. Çocukların kitap okumaya büyük bir aşkla başladıklarını söylemek yalan olur. Oyun küçük bir çocuğa her zaman daha çekici gelmiştir, fakat kitap okumanın da oyun oynamak kadar zevkli olduğunu anlamasıyla bu istem eşitlenir. Kanaatimce kitapların in-

sanı içine alıcılığı ortalarına doğru başlar ve bir sabır gerektirir. Bu sabrı gösteremeyenler kitaplar âleminin yoldaşlığına kavuşamazlar. İşte bu sabrı sağlamada ve sıkıcılık aşamasını daraltmada ilk okumalar teşvik ve görev bilinciyle sağlanır. Bu teşvik ve görev bilinci öncelikle ailelerin, ardından da öğretmenlerin bilinçlendirilmesiyle gerçekleşir. Bir zincir gibi kurulması gereken sistemde ailelerin ve öğretmenlerin bakış açılarını ise doğru yayın anlayışı ve uzmanlaşmış bir yapı ile çocuk ve gençlik edebiyatını okura sunan yayınevleri belirler. Bu zincir birbirini besler ve çocuk-gençlik edebiyatının niteliksel anlamda gelişimini sağlar. Bu hafta çocuk ve gençlik edebiyatı temasıyla çıktığımız ekimizde Aydınlık Kitap olarak, bu niteliksel gelişime katkısı büyük olan bir

muz söylenebilir. Çok olumlu denemeler yapılmış ama hem ebeveynler açısından da okullar açısından yeterlilik sağlanamamış. Kütüphaneler ise zaten çok az. Böyle bir ihtiyaç olduğu, böyle önemli bir yayıncılık dalı bulunduğu konusunda pek bir fikir yok. O nedenle en doğru sözcük “çorak” bir ülke. Oysa biz edebiyatla büyümüş çocuklardık ki ailemiz de öyle edebiyatla çok içiçe değildi. Öğretmenlerimizden almıştık bir şeyler. Edebiyat, şiir hayatımızın bir parçasıydı. Onlarsız bir yaşamı zaten düşünmüyorduk , bilmiyorduk da. Ama iş yaşantısına başladığımızda Türkiye'nin çocuklara ve gençlere göre organize edilmemiş bir ülke olduğunu daha iyi anladık. Çocuğun ve gencin ilgi alanlarını, merak konularını körüklemeyen, çocuklara ve

Mine Soysal: natla sadece ve sadece Türkiye'den ve dünyadan ça da çocuk ve gençlik edebiyat kitaplar yay mlamaya karar verdik.

isim, Günışığı Kitaplığı'nın kurucularından, yazar ve yayıncı Mine Soysal ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Çocuk edebiyatına ve çocuklara yönelik yayıncılığa giriş süreciniz anlatır mısınız biraz. Günışığı Kitaplığı'nı 1996 yılında sevgili arkadaşlarımla, Mürem Beykan, Hande Demirtaş'la kurdum. İlk günden beri birlikte olduk. O günün ortamına bakıldığında, çocuk yayıncılığı açısından çorak bir ülke, renksiz bir ülke olduğu-

gençlere yönelik uygulama ve programları sunmayan bir ülkedir ne yazık ki Türkiye. Gönlünde yayıncılık sevdası yatan insanlar olarak bunu çocuktan ve gençten başlatmalıyız diye düşünüyorduk. 1996'da ilk adımı attığımızda bir söz verdik kendimize; dedik ki biz yayınevi kuruyoruz ama kısa vadeli bir yayınevi olmayacağız. İnatla sadece ve sadece Türkiye'den ve dünyadan çağdaş çocuk ve gençlik edebiyatı kitapları yayımlamaya karar verdik. Bu inadı da 16 yıldır sürdürüyoruz. Bu sayede de galiba

Günışığı Kitaplığı olarak Türkiye'de genç okur sayısındaki artışa belli bir katkıda bulunduk ve hâlâ o inada tutunuyoruz. Hikâyemizin başlangıcı böyle.

“KOLAY K TAP, KOLAY MÜ TER ” YANILSAMASI Tüketim kültürünün hedef kitlelerinin başında çocuklar geliyor. Çocuklara yönelik kitaplara, çocuk edebiyatına nasıl yansıyor bu? Tüketim toplumu dediğimiz şey son 8090 yıldır dünyanın ekonomik çözümlerinin sunduğu bir yaşama biçimi. Biz bunu kültürel verilerimizle doğru bir şekilde yönetebilirsek bambaşka bir sonuç elde edebiliriz ama gene bizim ülkemizin verilerinden ötürü de kimsenin bir şeyi iyi yönetme derdi yok. Mesela bugün burada “Shoppingfest” başlayacak ve akşam 17'den sonra yürüyüş var. Türkiye'de ne kadar önemli konularımız, ne kadar acil dertlerimiz var ama kimse bunlar için yürümez burada ama alışveriş festivali için yürür! Aslında bu bütün dünyada böyle. Sonuçta tüketim toplumu haline getirilmek Türkiye'ye özgü bir şey değil. Her yere yaptık biz bunu, insanlık yaptı bunu. Ama çocuk ve gençlik kitaplarında tabii ki kolay tüketilen metinlerin, kolay anlaşılan kolay konuların daha çok müşteri bulabildiği yanılsamasıyla da özdeşleştirebilirim bunu. Tüketim toplumuna bizim alanımızın verdiği hizmet aslında tam da edebiyat gibi çok büyük ve çok derin bir yapının çok kenarlarında dolaşan, içine katılamayan, sığ, yüzeysel ve benim edebiyat diyemeyeceğim bir kitap grubunun sıklıkla ve çoklukla çocuklarımıza sunulması olarak tezahür ediyor. Bizim en çok kaçındığımız noktalardan biri bu aslında. Çünkü edebiyat hiç de kolay bir şey değildir. İnsan kitap okurken için çaba göstermek durumundadır ön bilgilenmesinin olması gerekir ve edebiyat öyle şıp deyip parmağımızı çıtlattığımız zaman tüketebileceğimiz kolaylıkta bir olgu değildir.

ÇOCUKLARI SORGULAYAMAYIZ Günümüzdeki çocuk kitapları eskisi gibi kült çocuk kahramanları çıkarabiliyor mu? Zeze, Küçük Prens gibi etkileyiciliğini uzun süre taşıyan karakterleri günümüz çocuk kitaplarında artık göremiyoruz sanki. Verdiğiniz örnekler çok güzel ama bunların hepsini yetişkin olarak okudunuz ve yetişkin olarak kullandınız. Zeze'yi bir çocuğun kahraman olarak bellemesi mümkün değil. Zeze bize göre kahraman. Çünkü “Şeker Portakalı”nın çocuk edebiyatıyla aslında hiçbir alakası yok. Çok sevdiğim bir kitap ve okuduğumda öyle zırlaya zırlaya ağlamıştım ki ev aha-


Aydınlık KİTAP

KAPAK

15 HAZ RAN 2012 CUMA

13

lisi birşey oluyor sanmıştı. Bugün “Şeker Portakalı”nı okuyan çocukların dünyası ile bizim etkilendiğimiz dünya bambaşka. Bugün sanmayın ki çocuklar “Şeker Portakalı”ndan bizim gibi etkileniyorlar. Aynı şekilde “Küçük Prens” de öyle. Bugünün çocuğu için o kitapta bizim algıladığımız felsefelerin hiçbir anlamı yok. Çocuk çok berrak bir okur. O nedenle ben çocukların bugün kendilerini özdeşleştirebilecekleri kahraman çıkarma konusunda çok başka eğilimde olduklarını, popüler kültürü izlediklerini, o banttan Batmanlar, Örümcek Adamlar gibi bir sürü şey emdiğini ve onları yaşının, cinsiyetinin ihtiyaçlarına göre geçici dönemlerde kullanıp sonra onları da attığını düşünüyorum. Ama biz onlara sürekli ve nitelikli edebiyat servis edebilirsek, modadan uzaklaştığı noktada edebiyatı kendine arkadaş ve yoldaş edeceğini biliyoruz. Kendi dönemimizle eşleştirmememiz gerekli onları. Onlar belki bizim hatırladığımız “Küçük Prens” gibi Örümcek Adam'ı hatırlayacaklar. Bu kötü bir şey değil, burada çocuğun sorgulanacağı yargılanacağı bir durum yok. Tüm dünyadaki çocukların başından aşağı Örümcek Adam'ı biz geçiriyoruz,yani yetişkin dünya.

“B LG LEND R C ” OLMAK ART DE L

Mine Soysal, Damla Yazıcı’nın sorularını yanıtlarken.

Bütün çocuk kitapları iyi midir? “İyilik” üzerine mi kurgulanır? Çocuk edebiyatının şöyle bir beklentisi var yetişkinlerin kafasında, algıda böyle bir sapma var; çocuğa mesaj verilmesi lazım, çocuğa bilgi aktarılması lazım ve çocuğun doğruyu yanlışı okuduğu kitaptan öğrenmesi lazım. Bunun da şöyle bir temel nedeni var; çocuk edebiyatı bundan 10 yıl öncesine kadar eğitim yayın-

cılığının bir alt parçası gibi algılanıyordu. Eğitim yayıncılığı ne demek: bilgilendirici kitaplar. Okul öncesi kavram eğitimi kitapları, okuma kitapları, küçük öykü kitapları vb... Bu kategoride, temel bir alanda çocuğun bilgilenmesini, kültürel, toplumsal, dini, ahlaksal donanımını sağlamak gibi bir işlev anlaşılıyordu. Bizim başından beri en

Mine Soysal'dan beş kitap önerisi 1- Buzdolabındaki Köpek- Behiç Ak Haski cinsi bir Sibirya kurdu güneyde bir köye hediye geliyor ve tabii ki yaz sıcağında aklını kaçırıyor hayvancağız. Behiç Ak çok yaratıcı bir yazar ve inanılmaz bir aklı var. Dünyayı, hayatı, tarihi, coğrafyayı çok iyi yakalayan bir yazar. Çocuklarla kurduğu diyalog da ayrı tabii. 2- Aydede Her Yerde- Hacer Kılcıoğlu Bu tatilde mutlaka bir yerlere gidemeyen çok sayıda çocuğumuz olacak. Bu kitaptaki 16 öykü dünyanın 16 farklı ülkesinde geçiyor ve hepsinin ortak özelliği, Aydede var her yerde. Bulundukları yerden dünyayı dolaşabilecekleri, çok sıcak bir yapısı olduğunu düşündüğüm bir kitap. 3- Çıtır Çıtır Felsefe- Aşk ve Dostluk- Brigitte Labbe Tam yaz konusu. Çocukluktada yetişkinlikte de insaoğlunun en kafasını karıştıran duygular: bu aşk mı yoksa dostluk mu? Yazar mükemmel bir yalınlıkla anlatıyor. Aile içi şiddetten çocuk haklarına bütün konuların 40 sayfa içinde bu kadar yalın anlatıldığı başka bir metin bilmiyorum. Hem aileler hem de çocuklar bu aşk ve dostluk üzerine biraz kafa yorsunlar isterim, bu sevindirir beni. 4- Leylek Havada- Leyla Ruhan Okyay Yazarın bizim Köprü Kitaplar projemiz için yazdığı bir roman bu ve yazarın da aynı zamanda ilk romanı. Silivri'de geçen çocukluk anılarını, o kumların, suyun içinde geçen yazını anlatıyor. Çocukluk anılarından yola çıkıyor ve sonra bir konu komşu ekibiyle bir otobüs dolusu insanın eski Avrupa'ya, utanç duvarının olduğu, Yugoslavya'nın büyük Yugoslavya olduğu bir dönemde yapılan bir otobüs yolculuğunu antıyor. Beni başka bir döneme götüren ama bugünün çocuğunu da çok akıllıca o döneme konuk edebilen ve müthiş yaz kokan bir kitap. 5- Acayip Bir Deniz Yolculuğu- Müge İplikçi Yaz için küçük yaş grubunun ailece okuyacağı bir kitap. Bu kitabın bir proje olduğunu da söylemek gerek. Kibele'nin hikayesinin çocuklar için yazımıdır bu kitap. Deniz kokan bir tatil kitabı.

çok mücadele ettiğimiz bu konuydu. Burada şunu tespit etmek gerek; çocuk ve gençlik için elbette eğitsel kitap yapılır, ayrı bir uzmanlık ve yayıncılık alanıdır ve dünyada da bu görülür. Ama edebiyat dediğimiz şeyin bununla hiçbir alakası yok. Edebiyatın bilgilendirici olma gibi hiçbir derdi yok. Edebiyat dediğimiz şey kendi vurgusuyla, kendi öyküsünü, kendi kurgusuyla, kahramanlarıyla kendi zaman ve mekan yaratımıyla insanın bir tarafından girer ve çıkar. Onun izi, yazarın, ortaya çıkış serüvenin ve dilinin başarısıyla ilgilidir. Okur, yazar ve yayınevi arasında bir hattır edebiyat ve o hat insanlara girer çıkar. Bir şiiri okuduğunuz 10 dakika mıdır, bir kitabı okuduğunuz 10 gün müdür, o süre içinde edebiyat eseri belleğimizde bir iz bırakır ve biz bilelim veya bilmeyelim o izle yaşarız. Edebiyat böyle bir şey ve hayatımızda çok az şeyden böyle çıkarsamalar ve izler elde edebiliyoruz.

biyatı tamamen yaratıcı yazarlık konusu olan bir alandır. Yaratıcı yazarlıktan kastım nedir... Gerçekten yazdığı metnin edebi metaforlarıyla, edebi gücüyle, her şeyiyle edebiyat tarihinde kabul bulacak bir metin olması anlamına gelir. Bizim öncelikle aradığımız şey budur. Zaten bu da o eğitim yayıncılığının didaktik söylemlerinden hızla uzaklaşmak anlamına geliyor. Bazı ebeveynler ve öğretmenler bu konuyu sıkça tartışırlar. İşte bu kitap cinayetten bahsediyor, ben nasıl okuturum bunu çocuğuma diye yakınıyorlar. Oysa ülkemize bakıyoruz, çocuk her gün haberlerde kadınların, çocukların, insanların vahişice öldürüldüğü bir toplumda yaşıyor, bunları dinliyor, okuyor, izliyor, bu koşullarda büyümeye çalışıyor. Ama biz edebiyat gibi dünyanın en korunaklı büyük güçleri tarafından bile çocuğumuza korkunç şeyleri aktarmayacağımızı ve koruyacağımızı sanıyoruz, çok yanlış tabii ki.

Çocuk kitapları bir şeyler “öğretmek” zorunda değil, iz bıraksın yeter diyorsunuz... Edebiyatın gerçek anlamda ne olması gerektiğini çok sorgulamayan öğretmen kökenli çok sayıda insanın çocuk kitabı yazmaya soyunmuş olması, “madem ben bir kitap yazıyorum, okuyan çocuk da bundan bir şey öğrensin” diye son derece iyi niyetle yola çıkıp çok hasarlı bir sonuca neden olması özellikle 1990'lı yıllarda neredeyse tavan yapmış durumdaydı. Bizim en çok mücadele etmek zorunda kaldığımız şey bu “öğretmen” yaklaşımıydı. Ben çok sayıda emekli öğretmenimizle yazışmışımdır o dönemde. Ama bilinmeli ki; edebiyatın çocuğa bir şeyler öğretmek amacıyla değil, tam tersine dünyayı algılamasında, kendini tanımasında, çok farklı mekanizmalar yaratabilecek, bir çaba içine sokabilecek çok daha sınırsız bir kaynak olarak algılanması gerekir. Çocuk ve gençlik ede-

YARATICI ED TÖRLÜK... Çeviri kitaplar konusunda çocuk ve gençlik alanında durum ne? Nasıl bir ilerleme sağlanıyor? Çocuk ve gençlik edebiyatının en temel noktası yayıncılıkta uzman editörlük konusu. Türkiye'de Günışığı Kitaplığı'ndan önce uzman editörlük diye bir alan bizim dalda söz konusu bile değildi. Bizim kitaplarımızın künyesinde editör adı mutlaka yazar. Çünkü bizim için o kitapla ilgili yapılan bütün çalışma, yazarın yazma süreci de dahildir buna, editörü tarafından finalde nasıl bir yayıncılık projesi olacağının hayali baştan kurularak çalışılır. Ve bir kitabın resimlemesi, bir kitabın çevrilmesi, bir kitabın grafik tasarımının nasıl olacağı editörü tarafından ayrıntılı bir şekilde ilk andan itibaren belirlenir. Ben ona artık yaratıcı editörlük diyorum. Yazarlarımızın “yaşam koçluğu”nu üstlenebilen, onların yaşamında hayatını


14

15 HAZ RAN 2012 CUMA

kolaylaştıracak bir takım duygusal fiziksel durumlara bile gerektiğinde kafa yoran, Batı'nın çok yakından tanıdığı, gerçekten Türkiye'ye hâlâ çok yabancı olan editörlük anlayışıyla çalışılır. Şimdi böyle olunca çeviri edebiyatta da biz oldukça aktif ilerledik. Bu işe başladığımız ilk yıllarda ölçütler konusunu çok tartıştık. Kendi içimizde, hem kuramsal anlamda, hem yaş grupları, hem de Türkiye'nin kendine özgü okuma dinamikleri anlamında ayrıntılı incelemeler, okumalar ve değerlendirmeler yaptık. Hatta biz bu süreci yaklaşık 10 yıla yayılan çok ağır bir süreç olarak değerlendiririz kendi yapımız içinde. O süreçte yurtdışından incelediğimiz çeviri kitapları daha kolaylıkla, daha güvenerek, daha çabuk yayınlayabileceğimizi görüyorduk. Çünkü editörlük anlamında metinler çalışılmış, kitaplar profesyonel anlamda resimlendirilmiş, grafik tasarımları son derece yetkin bir şekilde hazırlanmış kitaplardı ve tabii ki bizim işimiz de kolaylaşıyordu. Bunun çok iyi bir başlangıç süreci olduğunu, Türkiye'ye çağdaş çocuk ve gençlik edebiyatı akımlarını, eğilimlerini, konularını konuk etmemiz ve buradaki okurla, öğretmenle, kütüphaneciyle buluşturmamız gerektiğine inandığımız için böyle bir yol izledik. Hatta o süreçte oransal olarak çeviri edebiyatı yayımlayan bir yayınevi gibi görülüyorduk. Ama bu bir başlangıçtı ve biz bunu 10 yıl içinde tersine çevirdik. Ama tam tersine de çevirmedik çünkü bizim alanımızda çeviri edebiyatının da bugün çok önemli bir yeri olduğuna inanıyoruz. Kendi ülkesinden okuduğu kadar dünyadan da okumak zorunda bugünün çocukları ve gençleri. O nedenle şu anda yüzde 60 yerli, yüzde 40 çeviri eser gibi bir oranda tutuyoruz. Çeviri edebiyatında çevirmenin dilsel becerileri kadar çevirdiği metnin, çevirdiği dilin kültürel değerlerine en yüksek oranda dönüştürülmesi ve Türkiye'deki o yaş grubunun bugünkü algısını çok iyi tanıyan bir çevirmen olabilmesi ya da editörüyle bu noktada yakın temasta çalışabilmesi gerekmektedir. Çünkü konuk ettiğimiz o kültürü, bizim kültürümüze çevirirken hangi yaş grubu çocuğa hitap ediyorsa ona göreliğin uzmanı tarafından çözümlenmesi lazımdır.

MUTLULUK VER C DENEYSEL SÜREÇ Bu alana girdiğiniz yıllar için çocuk ve gençlik edebiyatı konusunda çorak yıllar olduğunu söylediniz. Peki günümüzde bu çoraklık sürüyor mu yoksa belli şeyler aşıldı mı? Günümüzde bu çoraklık bitti. Türkiye çorak bir ülke değil artık çocuk ve gençlik edebiyatı açısından müthiş denemeler yapılıyor, mutluluk verici bir deneysel süreç bu. Çok yayınevi bu alana emek vermeye çalışıyor. Hatta bizim gibi sadece çocuk ve gençlik edebiyatı yayıncılığıyla ayakta durmaya çalışan cesur denemeler görüyoruz. Niceliksel anlamda çok yüksek bir üretim dönemindeyiz. Bu sayede okurun giderek artan talebini daha çeşitli türler, yazarlar, anlatım biçimleri gibi çok çeşitli başlıklarla karşılama zenginliğimiz var artık. Bu çok olumlu bir şey. Özellikle burada niceliksel artış diye altını çizmek istiyorum... Çünkü bütün bu

Aydınlık KİTAP

KAPAK

tarafından orada kolay tüketilebilecek, leme alınmış, son derece güzel kitapkolay algılanabilen, ucuz, bu iki dille ya- lardı. Bizim aslında gençlik edebiyatının yımlanan kitaplar hazırlandı. Teda'nın yolunu açma çabamız meyvesini verdi ve yıllık listelerine baktığınızda bazı çocuk gerçekten sadece elele tutuşan gençlerin kitabı yazarlarının Orhan Pamuk kadar aşk hikayesiyle bu işlerin anlatılamayaçevrildiğini görürsünüz. Oysa buradaki cağını, aşkın da dostluğun da, eğitim esas hikaye o dile çevrilmesi değil, sa- hakkının koparılmasının da, erken yaşta dece iki dilli olarak kitaplarının yayım- evlendirilmenin de pek çok Türkiyeli lanması anlamına geliyor. Biz buna konunun aslında bütün dünyanın dertçeviri edebiyat projesi diyemiyoruz as- leri olduğunu gösterdi. Bunları da genlında. Bizim üzerinde çalıştığıçliğe edebiyat diliyle ne kadar erken mız şey; örneğin Zeynep düşündürür, konuşturur, tartışCemali'nin “Ballı tırabilirsek, farkındalıklarını Çörek Kafeteryası” da o kadar kolay harekete u anda kitabı İtalyanca yageçirebileceğimizi düeditörlerin yımlanıyor. Şu şündük. 1990'ların soyeti mesinin nihayet yolu anda kitap piyanundandan itibaren saya çıkmak çok ciddi bir şekilde aç ld . Genç editörlü e aday üzere. İtalya'da ağırlık vermeye başarkada lar yay nevleri çat lar İtalyanca koladık gençlik edebinuşan, ister alt nda toplanmaya ba lad lar. yatına. Daha sonra Cezayirli olsun Batı'nın gençlik Ama editörlük öyle bir eydir ki edebiyatını çok yabugünden yar na de il bugünden kından takip eder çok sonraya meyvesini veren bir ve çok tartışır olmuştuk. O süreçte uzmanl k alan d r. Bu niteliksel şunu fark ettik ki çoyükseli önümüzdeki cuklar için sağladığımız kitap okuma süreçte kendini hizmetini gençlerimize gösterecek. de sunmalıyız. Köprü Kitaplar koleksiyonumuzu oluşturduk. Türk edebiyatının usta yazarlarının, çocukların ya da gençlerin de okuyabileceği kitaplarını yayımladık. Oktay Akballar, Fakir Baykurtlar, Ömer Seyfettinler... İlginç bir yayıncılık projesidir bu. Bu proje kapsamında öğretmenler de anladılar ki aslında çocuk edebiyatı ve gençlik edebiyatı, yetişkin edebiyatı ile içiçe geçebilen karmaşık ancak okuduğun zaman belleklerdeki raflarına yerleşebilen, son derece değişken dinamiklerle işleyen konular. Bunlar böyle kalın çizgiler çekilecek konular, alanlar, yaşlar değil aslında. Daha sonra daha cesur kitaplar yayımlamaya başladık. Ellen Wittlinger'ın “Zor Sevgiler” kitabı buna örnektir. Gençlik edebiyatı dediğimiz şeyin cesaret, kararlılık, öngörü gerektirdiğini ve bugünün genci için çok sonradan kullanabileceği taşları suya bırakmak ve aslında ona çok çeşitli yollar sunabilmek olduğunu gördük. Bu süreçte bir duvara tosladık. Öyle kitaplar oluyor ki çok seviyorsunuz, yayımlamak istiyorsunuz ama ergen kadronun okuması için henüz Çok yay nevi bu alana emek vermeye çal yor. Hatta bizim gibi sadece çocuk ve gençlik erken olabilecek bir takım duygu anlaedebiyat yay nc l yla ayakta durmaya çal an cesur denemeler görüyoruz. tımları söz konusu olabiliyor. Felsefi derinliğin ergen ekiple yeterince güçlü bir çocuk ve gençlik edebiyatımız ola- ister İtalyan olsun o yaş grubu çocuklar buluşamayacağını düşündüğümüz çok bilsin. Biz bunun da gücünü sağlayabi- okuyacak onları, eğitim kitabı olarak ya- daha başka bir yelpaze ortaya çıktı; yımlanmıyor o kitap, edebiyat eseri ola- genç-yetişkin dediğimiz bir edebiyat. leceğimize inanıyoruz. rak yayımlanıyor. Bu çok önemli bir Karışık bir grup, 15+ dediğimiz kategori. Bunu iyice billurlaştırdığımızda, Türkiye'deki çocuk ve gençlik edebiya- konu diye düşünüyorum. editöryal anlamda incelediğimizde, bu tının dünyaya açılması konusunda GENÇL K Ç N CESUR K TAPLAR net ayrımları gördüğümüzde evet dedik, adımlar var mı? Bizim kitaplarımız İsviçre, İtalya, Al- Gençlik kitapları alanına yönelik bir bu grup kitabı da biz yayımlarız. Ticari manya'da yayına girmek üzere. Türkiye alt marka olarak “On8 Kitap” yayın- kaygıyı arka planda bulunduracak bir genelinde şöyle bir yanlış anlayış vardı; larını kurdunuz. Bu alana dahil oluşu- algı şarttı. Türkiye'de şu an en yaygın tiAlmanya, Belçika, Hollanda gibi Türk nuzun nedeni neydi, önemli bir boşluk cari getiriyi sağlayan vampir edebiyatı, melek edebiyatı, fantastik edebiyat tam göçmenlerin olduğu ülkeler, anayasaları mu gördünüz bu konuda ? gereği yabancı vatandaşının kendi ana- Gençlik edebiyatı konusunda Türkiye'de da bunu karşılıyor. Popüler okumaya hiç dilinde okumasını sağlamak zorunda. ilk çalışan yayıneviyiz biz. Bunlar Türki- karşı değilim. Geniş kitleleri okumaya Bunu iki dilli çocuk kitaplarıyla yapı- ye'de ilk çıktığı zaman 7-8. sınıf öğrenci- alıştırması, kitabın korkutucu bir şey olyorlar. İki dilli çocuk kitapları yayımla- lerinin dudak büktüğü ama sonra alınca madığını, tam tersine eğlendirici oldunır o ülkelerde ve bunu genelde okullar buldukları yerde okumaya başladıkları, ğunu göstermesi açısından çok kullanır. Çocuk edebiyatının yurtdışına keyif veren; onların okuma gereksinim- önemsiyorum. Herkes istediğini okuaçılımını bu iki dilli kitaplarla anladık lerini, ihtiyaç duydukları okuma ritmini malı. Ama edebiyat, elinizi biraz daha uzun yıllar. Bir takım çeşitli ilişkilerle ve temaları, kahramanları kullanan, son kuyunun dibine götürmenizi gerektiren veya Almanya kökenli Türk yayınevleri derece yaratıcı yazarlar tarafından ka- bir şey ve biz bunu yapmaya çalışıyoruz. olumlu niceliğe karşın yazarlık konusunda, uzman editörlük konusunda, yayınevlerinin yapısal olarak profesyonelleşmesi konusunda, yani yayın kadrolarının, satış-pazarlama kadrolarının uzamanlaşması konusunda çok taze bir devinim var. Bu noktada ellerine gelen bir dosyayı bir yayınevinin çok yüksek nitelikte bir kitap haline getirip yayımlaması için tabii ki uzman editörlüğe ihtiyacı var. Şu anda editörlerin yetişmesinin nihayet yolu açıldı. Genç editörlüğe aday arkadaşlar yayınevleri çatıları altında toplanmaya başladılar. Ama editörlük öyle bir şeydir ki bugünden yarına değil bugünden çok sonraya meyvesini veren bir uzmanlık alanıdır. Bu niteliksel yükseliş bütün bunlarla önümüzdeki süreçte kendini gösterecek. Niceliksel tırmanışı esas niteliksel güçle donatmamız gerekli ki bütün dünyanın dikkatini çekebilecek


Aydınlık KİTAP

15 HAZ RAN 2012 CUMA

15

Kaostan düzene güvenlik ve hijyen terörü Baç, ''Gündelik ya am çerçevesinde emniyet, sa l kl l k ve pürüzsüzlük aray n n yaratt söylem / eylem zemini nas l bir sessiz iddet içermektedir?'' sorusunu sormaktad r. Soru kitab n ba l na yerle en iddet kavram n n bir paket içerisinde (düzen, düzenin söylemsel ve eylemsel s n rlar , düzenin arzu edilirli i olarak hijyen ve güvenlik) geldi ini ortaya koymakta ve bu paket içerisinde iddetin yerini sormaktad r CENK ÖZDAĞ ozdagcenk@hotmail.com

Ç VE DI I AYIRAN ÇEMBERD R ''Kuzey Amerikalılar günlük iletişimleri sırasında aralarında yaklaşık 3 ayaklık (91 santimetre) mesafe bulunmasını tercih ederler''. Murat Baç, Yeni İnsan Yayınevi tarafından basılan “Kaos Kelam Hijyen Şiddet” başlıklı eserinde bu cümlenin etrafında, berisinde, ötesinde gezinerek Kanada topraklarındaki bir Türk felsefeci olarak felsefeyi adeta ete kemiğe büründürüyor. Yukarıdaki ifade Kanada'yı tanıtma amacıyla yabancı öğrencilere verilen bir broşürde yer alıyor. Broşürde çizilen sınırın iki işlevi var: Okuyucuya yönelik sınır sayesinde okuyucunun olası bir utançtan kurtulması, okuyucunun kendisini sınırlaması sayesinde ev sahibinin sınırının güvenliğinin sağlanması. Yüzeysel bir bakışla yabancılara hata yapmalarını engelleyecek çok yerinde bir öneriyi içeren broşürün esas amacını yazar şu şekilde ortaya koyuyor: ''Aslında korunacak olanlar kaotik ortamlardan gelen ötekiler değildir. Ötekiler düzeni özümseyene kadar sabırla eğitilir; logos'un ev sahipleri ise diğerlerinin yaratacağı pürüzlerden, mantıksızlıklardan, ve bireysel alanlarına yönelik sınır ihlallerinden korunur''. Kendi içinde kurduğu düzenin dışına ittiği kaos'tan korunmak isteyen Batılı birkaç amaca kilitlenir: ''...Birbirinden tamamen bağımsız olmayan birkaç telos (amaç) ağırlıklı olarak ön plana çıkar: sistematiklik, işleyişte-verimlilik, çileyi-sıfırlama''. Bu açıdan bakıldığında düzenin dışına itilen kaos, düzende tekrardan düzenlenir, aykırılıklar düzene bağımlı kılınır, marjine (kıyıya) atılanlar kıta sahanlığı içerisinde tutulan yaramaz çocuklara dönüştürülür. Batılı güvenlik konseptiyle yarattığı düşman algısını şiddetle eğitir. Bu eğitimin bir sonucu da güvenlik çemberi içindekilere çemberin dışını izleterek verdiği huzur ve saadetin yanı sıra bu çemberin içinde olmanın bedeli olarak toplumsal kurallara itaat etmeleridir.

H JYEN K YA AMIN SLOGANI: YA ANMAYAN YA AM K RLENEMEZ! Özne'nin oluşum süreci olarak da görülebilecek Batı Felsefesinin seyrinin son uğrağı olarak hayatla, nesneleriyle mesafe kuran bireylerin kirlenmemişliğini, hayata dokunmadan yaşayışlarını konu edinen kitap, bu olguya bir başka pencereden de bakıyor ve kirlenmemeye çalışanların tepeden tırnağa pisliğe batmış olduklarını ortaya koyuyor. Kaos'tan düzene (logos'a – düzene, söze, akla) kaçan insan söylem aracılığıyla hayatı arasına koyduğu mesafe sayesinde temiz kalmaya çalışıyor. Bu hijyenik tutum ne temiz kalabilen ne de gerçek anlamda kirlenebilen ama hepsinden öte temiz kalmak

adına kendi hayatını yaşayamayan insanları yaratıyor. Baç, ''Gündelik yaşam çerçevesinde emniyet, sağlıklılık ve pürüzsüzlük arayışının yarattığı söylem / eylem zemini nasıl bir sessiz şiddet içermektedir?'' sorusunu sormaktadır. Soru kitabın başlığına yerleşen şiddet kavramının bir paket içerisinde (düzen, düzenin söylemsel ve eylemsel sınırları, düzenin arzu edilirliği olarak hijyen ve güvenlik) geldiğini ortaya koymakta ve bu paket içerisinde şiddetin yerini sorgulamaktadır. Bir reality show programını izleyen seyirci kadar yaşayan, Afrika'da acı çeken çocukları bir yardım kampanyası reklamında izleyen ev sakinleri kadar acı çeken, zorunlu iş saatlerinin esnetilmesi ya da özgeçmişini biraz kalınlıştırmak için ''gönüllü'' etkinliklere katılan modern insanın rasyonal irrasyonalliği işte bu tutumun bir sonucu. Hayattaki tüm edimlerin başına uzaktan anlamındaki tele- ya da sanal ortama gönderme yapan e- önekini koyan modern insan tele-phone ile sesi, tele-vision ile görüntüyü uzaktan duyar; tele-pati ile atalarına mesaj yollar; e-learning ile bilgiyi, e-shopping ile metaları evine getirtir. Modern insan bütün bu aracılarla hayatla arasına mesafe koyarken bir yandan da Doğu'nun kadim bilgeliğini (örneğin Budizm'i) hayatına katmaya çalışır. Hayat ile hayal arasındaki ayrımların yitip gittiği ortamda bu türden sonsuz örnekle bezeli yaşamımsılar geçip gider.

KÜLTÜREL KODLAMADA E TLENEN ED MLER VE ONTO-ETHOS Yukarıda kaynağına işaret etmeye çalıştığımız uzaktanlığı ve sanallığı Murat Baç deneme-anı-aforizma bileşimiyle adlandırabileceğimiz eserinde büyük bir ustalıkla işlemektedir. Yarı kurgu-yarı gerçek diyaloglarla olgusal olarak uçlarda yer alan kişi tiplerinin arasındaki ortak etik zemini olanca sadeliğiyle açığa çıkmaktadır. Etiğin ontolojisini tartışan Baç, etik değerlendirmelerimize dayanak oluşturan evrensel bir normatif ayrıcalığa ontoethos adıyla kavramsallaştırmaktadır. Bu varoluşsal zemin yapaydır: belirli koşulların, geleneklerin göreneklerin, toplumsal yapının kodlamasının bir sonucu olarak oluşan bu yapaylık içinde doğan insanların doğallığı haline gelir ve bu insanlarca sor-

gulanmadan onların sınırlarını belirler. Bu yapının ürünü olan kişilerce sözü edilen sınırların ihlali söz konusu olmadıkça görünmez olan sınırlar olanca katılıklarıyla bu kişiler için oradadırlar. Bir yabancının (farklı bir onto-ethos diyarından gelen) bu sınırı zorlaması sonucunda ''Kendi yaşam-dünyasının yapılabilir / yapılamaz'ları düzleminde, yani normatif ufkunda, görünmez ama katı bir şeylere çarpmaktadır''. Bu açıdan bakıldığında farklı kültürel ortamlarda sahne alan farklı iki edim benzer bir sorgulamasızlıkla gerçekleştiriliyor. Eserde bunun bir örneği olarak Kanada'da yaşayan bir felsefe öğrencisiyle Anadolu'nun bir köyünde namus cinayeti işleyen bir babanın eşitlendiğini okuyoruz. Kültürel göreliliğin ötesinde iyilik ve kötülük arayan akıl, Baç'ın eseri boyunca sıklıkla sendelese de bu iki eylem arasındaki farktan ziyade eylemlerin gerçekleştiği zemine ilişkin sorular sormayı sürdürüyor.

DEOLOJ K HEGEMONYA, DDET VE ONTO-ETHOS Batılı'nın (daha doğrusu Kanada'da cisimleşen kapitalist modern toplumun tam anlamıyla uyumlu bireyinin) tüketimsel, üretimsel, davranışsal ve bilişsel yönlerden nasıl güdülendiği eserde geniş bir biçimde, örneklerle bezeli bir anlatımla ortaya konuluyor. Kapitalist Dünya'nın reklamlarında, filmlerinde, dizilerinde ve reality showlarında yaratılan çarpıtılmış gerçeklikte dönüşen bireylerin çarpıtılmış zihinleri ezber bozan göndermelerle serimleniyor. Marx'ın ideolojiyi tanımlarken kullandığı ''çarpıtılmış bilinç'' ifadesinin hem kavramsal hem de olgusal açıdan yeni bir dille kavratılması yazarın Türkçe okur için en büyük yeniliğini oluşturuyor. Batılı'nın ''güvenlik algısı''nı borçlu olduğu yapay şiddet ortamını tatbikatları ve aşırı önleme başvurdurma güdülemesiyle örnekledikten sonra yazar şu saptamaları yapıyor: ''Normal bir yaşam yaşayan sıradan bir şehirli insan olarak güvenliğiniz o kadar kırılgan ve mükemmellikten uzaktır ki, eğer yeteri kadar dikkatle bakarsanız, sizi kuşatan ve koruyan bütün toplumsal emniyet kemerlerine rağmen yaşamınızın güvenli görüntüsünün altında her zaman yeni bir potansiyel tehlike yakalayabilirsiniz. Ve yaşamınızı her zaman biraz daha emniyetli hale getirebilirsiniz''. Burada ortaya konan ''emniyetli hale ge-

tirme'' düşüncesinin bir sınırı olmayışı tıpkı tüketim özgürlüğü öncelikle emniyette olma özgürlüğü ve sonrasında da emniyette olma zorunluluğuyla giderek emniyet için itaat zorunluluğuna oradan da yeniden emniyet için itaat etme özgürlüğüne dönüşmektedir. Bu özgürlüğün bir sonucu olarak toplumsal kuralları içselleştirmiş, entegrasyon sorununu çözmüş modern insanın eylemleri gözlenmektedir. Bütün bu özgürlükler ve zorunluluklar, korku ve güvenlik arzusu öylesine iç içe geçmiştir ki öncelikle ''… korku ve endişe üzerinden pazarlama yapan piyasa aktörleri duruma o kadar hakimdi ki, kârın nereden gelebileceğini hızlıca algılayıp, uygun hamleyi tam zamanında yapıyorlardı. İnsanlar için yapılan ilk yardım çantalarına ek olarak bazı şirketler piyasaya ev hayvanları için hazırlanmış Y2K ilk yardım çantaları da sürmüştü''. ''Duyarlı ve düşünceli'', dahası ''bilinçli'' tüketici bütün bu yardım araç-gereçlerini edinip ''güvenlik algısını'' sorunsuz bir biçimde canlı tutabilmektedir. Yukarıda özetlendiği türden bir güvenlik ve huzur için güvenliksizlik terörü uygulayan piyasa hem entegre olmuş üyelerini terbiye etmeyi sürdürüyor hem onların kazançlarına yapay güvenliksizlikle el koyuyor hem de düzenin dışındaki kaos diyarından düzene entegre edilmesi arzulanan kişileri eğitip düzenli sömürüye hazırlıyor. Yazar, bütün bu sürecin öznesiz ilerleyen bir dinamik olduğundansa planlılığa dikkat çekiyor ve bu sürecin aynı zamanda bir sonucu olan aktörlerce yürütüldüğünü vurguluyor.

ESERE L K N SON NOTLAR Eserin bazı bölümleri yazarın başka yazılarının elden geçirilmesi ve eser içerisinde yeniden yapılandırılmasıyla oluşmuş: sözgelimi, ''Özgürlüğün dağıtımı ve tüketimi'' başlıklı bölüm Felsefe Tartışmaları'nın 31. sayısında çıkan bir yazıdan, ''Geçmişin ve geleceğin sessizlikleri'' başlıklı bölüm Vehbi Hacıkadiroğlu Armağanı: Felsefe Tartışmaları adlı kitapta geçen ''Sükut ve Kelam: Geçmişin ve Geleceğin Sessizlikleri için Görüngübilimsel Önsöylemler'' başlıklı bölümden, 7. Bölümde yer alan felsefe ekleri Ahmet Cevizci editörlüğünde çıkarılan Felsefe Ansiklopedisi'nin 5. cildinde yer alan ''Epistemoloji'' maddesinden, Betül Çotuksöken ile Ahu Tunçel'in editörlüğünde çıkan Bilgi Felsefesi içinden ve Murat Baç'ın Anadolu Üniversitesi Yayınları tarafından basılan Epistemoloji kitabından, 7. Bölümde yer alan ''Dil'' altbaşlığı Felsefe Tartışmaları'nın 28. sayısından hareketle yazılmıştır. Baç'ın bu eseri üzerine uzun bir yazı dizisi yazmak mümkün olsa da bu kadarıyla yetiniyor, devamı için okura kitaba başvurmasını öneriyoruz. (Kaos Kelam Hijyen Şiddet, Murat Baç, Yeni İnsan Yayınları, 170 s.)


16

Aydınlık KİTAP

15 HAZ RAN 2012 CUMA

ARA KABLO

ÖZDEM R NCE'N N TOPLU RLER KIRMIZI YAYINLARI'NDAN ÇIKTI

Rüzgâra en yakın yerde Geleneksel Türk iirinden hem söyleyi hem ça r m hem ahenk hem de temasal bak mdan farkl bir iir olu turma iste i, bir aray çabas her halinden seziliyor bu iirlerin. Her okuyanda yeni anlamland rmalara imkân verecek, yeni anlam alanlar na götürecek bir içerik ve bu içeri i öne ç kartacak çe itli biçimsellik kurgular iirlerin öne ç kan en belirgin özelli i olarak dikkat çekiyor CAFER YILDIRIM cfryildirim@hotmail.com

Tamamlanmamış ve kesintiye uğratılmış aydınlanma sürecimizde öne çıkan az sayıdaki aydınlarımızdan birisi oldu. Beş yüz ya da bin okuru olan edebiyat-sanat dergilerinde, bazen çıktığı televizyon programlarında olduğu gibi en kitlesel gazetelerde de Cumhuriyet’i, Cumhuriyet değerlerlerini canla başla savunmaktan geri durmadı. Tabii ki karşı devrimcilerin boy hedefi haline geldi ama o bundan çekinmedi. Birkaç yıl önce bir televizyon programında onu dinlerken şu cümlelerinin bana güç ve umut verdiğini anımsıyorum: “Ülkemin ve halkımın bana verdiklerinin karşılığını ödemek için üzerime düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyorum.” Ülkesine ve halkına karşı duyduğu sorumluluk duygusu ne var ki onu geniş kesimlere sesini ulaştırabildiği gazetedeki köşesinden etti. O ise köşesine çekilip kendi yaşantısının keyfini çıkartma yolunu seçmedi. Cumhuriyet’in bütün kurumlarını ele geçirmiş olan ABD destekli gericiliğe karşı en cesur muhalefetin sesi olan Aydınlık gazetesine geldi. Aydınlanma mücadelesine daha yoğun bir biçimde katkı sunacağını beyan etti. Laik Cumhuriyet’in İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürülme tehdidi altında olduğunu sezen ve gören bütün aydınlar, devrimciler onun Aydınlık’a gelişini coşkuyla karşıladılar. Doğu Perinçek bu durumu “gurbetten vatana dönüş” olarak tanımladı. Yazımın bundan sonraki bölümleri onun şairliğiyle ilgili olacaktır. Nedeni ise Özdemir İnce’nin şiirlerinin toplu basımının nihayet yapılmış olmasıdır.

YEN ANLAMLANDIRMALARA MKÂN... 1954’ten 2007’ye uzanan tam altı ciltlik bir külliyat… Her cildin alt başlığında “toplu şiirler 1, toplu şiirler 2” sıralamaları olsa da her cilt ayrı bir ad taşıyor. Kapak tasarımından yazım ve baskı tekniğine dek özenli bir çalışma ve yoğun bir emeğin ürünü olan toplu basımların altında Kırmızı Yayınları’nın imzası bulunuyor. Özdemir İnce şiirinin toplu basımları daha önceki yıllar da farklı yayınevlerince gerçekleştirilmek istenmiş. Ama bütünlüklü bir çalışma noktasına çeşitli sebeplerden dolayı sanırım ulaşılamamış. Sonunda bu iş Kırmızı Yayınları’na nasip olmuş. Yazımı isimlere ve tarihlere boğmak istemiyorum ama bazı isim ve tarihleri de atlamak istemiyorum. Özdemir İnce külliyatının 1. cildi “Gürlevik”le başlıyor. Onun şairlik süreci de kaderi diğerlerinden bambaşka olan bu kitaptaki şiirlerle başlıyor. Özdemir İnce’nin “Yılmaz (Pütün) Güney ve Nihat Ziyalan için” ithafıyla sunduğu bu kitaptaki şiirler 1954-60 yılları arasında yazılmış ve şairin

18-20 yaş arası dönemine denk düşüyor. “Gürlevik”teki şiirler yazıldıkları dönemin önde gelen dergilerinde yayımlanmışlar ama 1990’a kadar kitap haline getirilmemişler. Bu şiirlerin bir diğer özelliği de ilk okurlarının ithafta adları bulunan kişiler olmasıdır. “Bardaklara varıyor elim kaldırıyorsunuz ya güzel başınızı Hele bir damla bulut akıyor canlı siyahlarda iyi evlerde Çiçekleniyor yorgunluklar sizinle yün ipliklerde Bakıyorum pazardır bakıyorum kırlangıçlar geçiyor pencereden” Geleneksel Türk şiirinden hem söyleyiş hem çağrışım hem ahenk hem de temasal bakımdan farklı bir şiir oluşturma isteği, bir arayış çabası her halinden seziliyor bu şiirlerin. Her okuyanda yeni anlamlandırmalara imkân verecek, yeni anlam alanlarına götürecek bir içerik ve bu içeriği öne çıkartacak çeşitli biçimsellik kurguları şiirlerin öne çıkan en belirgin özelliği olarak dikkat çekiyor. Özdemir nce

Özdemir İnce’nin “Gürlevik” şiirleri, aynı dönemde Pazar Postası’nda yayımlanan ve daha sonra II. Yeni Şiiri olarak adlandırılacak diğer şiirlere benziyor birçok yönüyle. Tabii ki onlardan ayrılan belirgin tarafları da var. Örneğin belirginleşmeyen tematik izlekler, uzak ve karmaşık çağrışımlara başvurulması, anlamın özellikle kapatılarak okurun anlam alanının genişletilmek istenmesi ve yer yer genel söyleyişten kopuk uçarı söyleyişlere yer verilmesi gibi özellikler açısından döneminin diğer şiirleriyle kan bağı bulunuyor bu şiirlerin. Fakat dille fazla oynanmamış olması, büyük oranda Türkçenin sentaksına bağlı kalınması, söyleyişteki uçarılık oranının düşük tutulması bakımından da döneminin genel eğiliminden farklılık gösteriyor.

DUYGU VE SES 1958-61 arasında yazılan şiirlerin yer aldığı “Sarnıçlar”da ise arayış döneminden edinilen yeniliklerin sürdürülmesiyle birlikte, eski ile alışverişte

sağduyunun devreye girmiş olduğunu hissettiren örnekler bulunuyor. Ahenk bakımından “Pofuduk Pumpkini”, içerik bakımından “Seni Kendimden Anlıyorum” bu örneklerdendir. “Sarnıçlar”daki birçok şiirde Türk okurunun duygu ve ses zevkiyle bağlar kurulmaya çalışıldığına tanık oluyoruz. Tabii ki “Sarnıçlar”la birlikte söyleyişte arılaşma, tema düzleminde ise belirginleşme de kendini gösteriyor. 1960-61 yıllarında yazılmış şiirleri içeren “Kargı” sözünü ettiğim açılardan şiirsel özelliklerin daha bir öne çıktığı, daha öceki eğilimlerin bir tarza dönüşmeye başladığı bir eserdir. Özdemir İnce şiirinden tabii ki haberdardım. Fakat onu ilk kez bütünlüklü olarak okuyorum ve henüz toplam şiirlerinin ikinci cildindeyim. Okuduğum kadarıyla şirinde keskin dönüşümlerden söz edemem. Fakat içten içe işleyen, yavaş adımlarla ilerleyen bir değişimin izini de sürekli hissettiğimi belirtmeliyim. “Gürlevik”, “Sarnıçlar” ve “Kargı”nın şiir başlıkları üzerinden bile bu değişimin izi sürülebilir. 1963-66 yılları arasında yazılmış şiirlerin yer aldığı “Tutanak”ta şöyle yazıyor şairimiz: “Konuş artık bilenmiş suskunluğunla Artık bilelim örste biriken gerçeği Erit sözü ağzında bir ezgi gibi üfle Dolaşsın aramızda yalvaç çabukluğu Anlat bize nedir avluyu dolduran soluk Bu yanık kokusu, buğdaydaki ölçek. Anlat bize dağları denizleri Söyle ne diyor kitaplar, taşın ağırlığı ne? Göster bize boş odaları, karatahtaları Söyle uçsun sözcükler ak duman olsun Parlatsın ekim sofralarını.” Bazı bölümlerini alıntıladığım şiirin adı “Ozan”dır. 1965 yılında yazılmış olan “Ozan” şiirini, Özdemir İnce’nin şiir çizgisinde gerçekleştirmek istediği gelişmenin bir özlemi ya da kendine çizmiş olduğu yol haritasının bir bildirisi olarak da değerlendirebiliriz. Bütün ilerici söylem ve eylemlerin zorbalıkla bastırılmaya çalışıldığı içinde bulunduğumuz süreçte irticai güçlerin hıncına en yakın yerde duran Türk şiirinin ustalarından Özdemir İnce ile ilgili okumalarımı daha sonraki yazılarda paylaşmaya devam etmek istiyorum.


Aydınlık KİTAP

EDEB YATIMIZIN DEV ÇINARI: TARIK DURSUN K.

Emekçiler de onu yazıyor AYDOĞAN YAVAŞLI

Hiç kuşkusuz, 50 Kuşağı'nın en önemli hikâyecilerinden biri, okurlarının karşısına o enfes dil tadıyla her cumartesi çıkan gazetemiz yazarı Tarık Dursun K.’dır. 26 Mayıs 2012 günü, Tarık Dursun K. 82’yi devirip… Hayır hayır, gerisini yazmayacağım. Çünkü onun yılları başkalarının yıllarına benzemiyor. O, kendi deyimiyle 82 değil, 28 yaşındaydı. Bir yazarın yaşı hesaplanırken onun mücadele azmine bakmak gerekiyordu. Halkına sırtını dönmüş, mücadele azim ve kararlılığını yitirmiş bir yazar, esasen yaşarken ölmüş demektir. Yaş gününde hep birlikteydik: Oğlu Zafer İstanbul’dan çıkıp gelmişti. “Hasangiller” adlı romanının kahramanı rahmetli Hasan Göksu’nun kızları ile torunu ise Buca’dan geldiler. Foça’dan gelenler de vardı. Yaz aylarını orada geçirmesi için beklediklerini söylediler. Bütün sevdikleri ve sevenleri yanındaydı. O yüzden olacak, Tarık Dursun K. çok heyecanlandı. Fakat en anlamlı armağanı, neredeyse beş yıldır yardımcılığını yapan Hamide Bahriyeli verdi. Menemenli bir ilkokul mezunu olan o emekçi kadın, Tarık Dursun K.’ya bin bir emekle hazırladığı bir kitabı sundu: “Öpüldünüz Çocuklar / Dostlarının Dilinden Tarık Dursun K.’ya Armağan Kitap.” Adı geçen kitapta Tarık Dursun K. hakkında Doğan Hızlan’dan tutalım Hayati Asılyazıcı’ya, Buca Belediye Başkanı Ercan Tatı’dan sinema sanatçısı Kemal İnci’ye, onlarca dostunun yazısı var. Kimi onun hikâyeciliğine dikkat çekmiş, kimi sinemacılığına, kimi gazeteciliğine, yayıncılığına… Ama en çok da vefası hiç eksik olmayan dostluğuna, içtenliğine… Bizim “baba-oğul”luğumuz eskilere dayanır. Birbirimizin sırlarını bilir, saklarız. Nitekim doğum gününde bu kadar çok dostunu yanında görüp heyecanlanınca beni yanına çağırdı ve şunu söyledi: “Demek ki boşuna yazmamışım.” Herkes bilir: Tarık

Tar k Dursun K.

Dursun K. İzmir doğumludur. Çocukluk ve ilkgençlik yılları İzmir’de geçmiştir. Alsancak’ın, Basmane’nin, Alireis Mahallesinin, Bostanlıköy’ün, Karşıyaka’nın sokaklarında avarelik yapmış, girip çıkmadığı iş kalmamış, tütünde çalışan kızların peşinden koşmuş; Kemeraltı’nda, Havra Sokağında, Yasef Usta’nın meyhanesinde gençlik arkadaşlarıyla kupa kupa şarap içip aşkını dile getirmiştir. Onun romanlarını, hikâyelerini okuyanlar, ondaki bu İzmir sevgisini çok iyi bilirler. “Gâvur İzmir Güzel İzmir” adlı kitabının önsözü yalnızca iki sözcüktür: “İzmir, Ah!” Fakat onun gerçek ustalığı, yazdıklarının arka planında, emekçilerin ve geleneksel ilişkileri içinde yaşarken yitip gitmiş “küçük insanlar”ın o yıllardaki acılarına, sevinçlerine, hüzünlerine ve aşklarına birinci elden tanık etmiş olmasıdır. Gerçekten de Tarık Dursun K.’nın dışında hiçbir yazar, İzmir’in “bildik insanı”nı bu kadar gerçekçi tanımamış ve tanıtmamıştır. Dahası, onun hikâyelerinden tutalım romanlarına, denemelerinden çocuk kitaplarına; hepsinde Türkçenin bütün o akıcılığı, o diriliği ve zenginliği kendini gösterir. Hikâyelerindeki ilk cümleyle vurur, kendine bağlar okuru. Sonra yeşillikler içinde akan bir ırmağa çeker ve denizlere götürür. Onun bütün derdi tasası; Şark Sanayi’nde, Tekel’in tütün depolarında, kasap dükkânlarında, yazlık sinema önlerinde çalışan, arada bir işi asıp sevdiği kızın peşinde koşan, harasız pulsuz gariban takımıdır. Onların dilini, huyunu, suyunu, ne yapıp edeceklerini, hepsini, hepsini bilir ve kıvrak bir dille okuruna gösterir. Okuru kendine katar. “Denizin Kanı”nda sünger avcısı yapar, “Kopuk Takımı”nda kasap çırağı… “İmbatla Dol Kalbim”de siz de Alsancak’ın denize çıkan rüzgârlı sokaklarında avare avare dolanır, “Ona Sevdiğimi Söyle”de âşık olursunuz. Tarık Dursun K., dostlarının, dostlukların adamıdır. Yıllardır yanında bulunmanın sağladığı bir imtiyaz olarak hemen bütün hikâye ve romanlarında adları geçen Hasan Göksu’yu, Muhtar Kemal’i, Esat Balım’ı, Doktor’u ve Amerikalı Sinço’yu tanıdım. Yazmaya hazırlandığı hikâye ya da roman olsun, hepsinin öncesinde bulundum, zihni hazırlıklarına tanık oldum. Beynim ve kalbim ondan onlarca, yüzlerce anıyla dopdolu. Fakat hal böyleyken, en güzelini, en anlamlısını ve en kalıcısını, yıllardır yanında olan bir emekçi kadın yaptı: Ona kitap armağan etti. En güzeli buydu: Tarık Dursun K., demek ki emekçileri boşuna yazmamış. Şimdi emekçiler onu yazıyor!


Aydınlık KİTAP

18 15 HAZ RAN 2012 CUMA Vahşi Oğlanlar William S. Burroughs, Ayr nt Yay., çev. Ahmet Ergenç, 160 s.

Nemesis Philip Roth, Yap Kredi Yay nlar , çev. Deniz Koç, 176 s.

YENİ ÇIKANLAR

AV. BURHAN APAYDIN’IN ANILARI: “ADALET SAVA ÇISI”

Delil, hep üretilir! Yass ada duru malar n n hiç bilinmeyen ayr nt lar na de inilen “Adalet Sava ç s ”nda, günümüze miras kalm olan “delil üretme”lerin, hâkimlerin nas l san klara a a lay c davran larda bulundu unun Türkiye hukukundaki ilk örneklerinin alt çiziliyor HAKAN GÜNGÖR

Beat Kuşağı yazarlarının en yıkıcı ve en deneysel mensuplarından biri olan William S. Burroughs bu çok parçalı, çarpıcı romanında okuru tehlikeli bir yolculuğa davet ediyor. David Bowie'den Ian Curtis'e kadar birçok "karşı-kültür" figürünü etkilemiş olan bu şiddetli roman, dünyanın şiddetine edebi bir şiddetle karşılık veriyor. Yer altı figürleri yer-üstüne saldırmaya karar verdiğinde ortaya çıkan bu edebi "vahşilik" yeryüzünün "ötekileri"nin öfkeli ve alaycı sesini duymak isteyen okurlar için. “Vahşi Oğlanlar” kimilerine göre bir distopya, kimilerine göre ise bir ütopya...

İtalyan Düğünü Nicky Pellegrino, Do an Kitap, Çev. Gamze Var m, 240 s.

1944 yazında, polio salgını Newark sakinlerinin, ama özellikle de çocukların hayatlarını cehenneme çevirirken, gözleri yeterince iyi görmediği için orduya alınmayan genç beden eğitimi öğretmeni Bucky Cantor, şehrin Yahudi mahallesindeki bir okulun bahçe sorumluluğunu yapmakta ve orada oynayan çocukları hastalıktan korumaya çalışmaktadır. Şehirden ve salgından uzaktaki bir yaz kampında çalışan sevgilisi Marcia'yı bir mutluluk hayali olarak hep aklında bulunduran Bucky, bu hayale bir an önce ulaşmak için acele ettiğinde, bütün hayatını değiştirecek bir seçim yaptığının farkında değildir.

Anne Hiç Canım Acımadı Tuncay Özkan, Cumhuriyet Kitaplar , 226 s.

Doğan Yurdakul ve F. Cengiz Erdinç’in, Adnan Menderes, Uğur Mumcu, Dündar Kılıç gibi önemli isimlerin avukatlığını yapmış olan Burhan Apaydın’la yaptıkları nehir söyleşi “Adalet Savaşçısı” Türkiye’nin bir dönemine ışık tutuyor. Bu ışık geçmişle birlikte bu gün içinde bulunduğumuz hukuki durumu da aydınlatıyor. Ergenekon, Balyoz, Odatv gibi davalarda işlenen hukuk cinayetleri, bu kitapla birlikte, çok ilginç biçimde daha iyi anlaşılıyor. Doğan Yurdakul’un Odatv davası kapsamında tutuklu olduğu sırada tamamlanabilen kitap, hâkim ve savcıların tutumları açısından günümüz ile Yassıada duruşmaları arasında paralellik olduğunu ortaya koyuyor. Yassıada duruşmalarının hiç bilinmeyen ayrıntılarına değinilen “Adalet Savaşçısı”nda, günümüze miras kalmış olan “delil üretme”lerin, hâkimlerin nasıl sanıklara aşağılayıcı davranışlarda bulunduğunun Türkiye hukukundaki ilk örneklerinin altı çiziliyor.

“ÜRET LM DEL L”LER N KAYNA I

Gelinlik tasarımcısı Pieta, kız kardeşi için mükemmel bir gelinlik yapmakla meşgul. Ama bu arada kafası soru işaretleriyle dolu: Annesi neden hep üzgün ve endişeli? Babası, komşuları DeMatteo ailesinden neden nefret ediyor? Halası Isabella'nın adının anılması neden evde huzursuzluğa yol açıyor? Pieta, gelinliğin boncuklarını işlemede kendisine yardımcı olan annesinden ailesinin sırlarını yavaş yavaş öğrenir. Tabii biz de onunla birlikte...

Sizin hukukunuz, dünyadaki hiçbir hukuk, bir insanın vicdanından daha büyük değildir. Ben vicdanımın temizliğiyle burada dimdik duruyorum! Hayatımın sonuna kadar da dururum. Ben hasretten yaprak dökmesinler diye burada göğsümün üstünde sakladığım fesleğenleri, yarime gönderiyorum.

Güvercinler Arasında Bir Kedi

Kahrolsun Dostoyevski

Agatha Christie, Alt n Kitaplar, Çev. Çi dem Öztekin, 304 s.

Meadowbank, zengin aile kızlarının eğitim gördüğü ünlü bir yatılı okuldur. Gece yarısı spor salonundan gelen esrarengiz ışık iki öğretmenin dikkatini çeker. Salona gidip baktıklarında pek de sevilmeyen beden eğitimi öğretmeninin cesedi ile karşılaşırlar; kadın kalbinden vurulmuştur. "Kedi" saldırıya geçmiştir, bu yüzden okulda kargaşa başlar. Öğrencilerden Julia Upjohn bir tesadüf eseri kısmen de olsa cinayetlerin sebebini öğrenir, üstelik Hercule Poirot'nun yardımı olmadan. Bundan sonraki kurbanın kendisi olacağından emindir.

Atiq Rahimi, Can Yay nlar , Çev. Ebru Erba , 224 s.

Bugün hukuk sisteminde gördüğümüz pek çok çarpıklığın tohumlarının Yassıada duruşmalarında atıldığı, kitapta tüm çıplaklığıyla ortaya koyuluyor. Apaydın benzerliği şöyle anlatıyor: “Hâkimler, Yassıada’da Adnan Menderes’e uygulanan sistemi hâlâ uygulamaya devam ediyorlar. Bir örnek, sanıklara mahkemelerde çok sert davranılmakta, savunmaları ve savunma hakları kısıtlanmakta.” Menderes’e yöneltilen suçlamaların arasında yer alan arkadaşlarının yazdığı iddia edilen hatıra defterleri, Menderes’in kasasından çıktığı söylenen ve mahkemeye konu olan “kadın donu” meselesinde bugüne dair işaretler var. “Hatıra defterleri”nin çok sonradan baskı ve vaatlerle yazdırıldığı ortaya çıktı. “Kadın donu” konusunda ise 1962 yılında, dönemin senatörlerinden Sıtkı Ulay, Apaydın’a şunları söyledi: “O don kasadan çıkmış gibi gösterilmiştir (…) Şimdi Anayasa Mahkemesi arşivindeki don incelendiğinde kadın donu olmayıp, erkek donu olduğu anlaşılacaktır.” Görünen o ki, artık demode olan bu yöntemlerin yerini “çağın gereği” olarak sahte CDler, virüslü e-postalar aldı. “Üretilmiş deliller”in hiçbir izahı olmamasına rağmen mahkemelerde sanıkların önüne konulması günümüzün en büyük hukuki tartışmalarından. Sadece “Menderes’in mağduriyeti” üzerine kalem oynatanların, bugün “çağdaş delil üretme metotlarına” ve bunların üzerinde inşa edilen yargılamalara bakışı ise başka bir garabet ve iki yüzlülük.

DER N DEVLET MASI Kahrolsun Dostoyevski, daha önce Sabır Taşı kitabıyla büyük ilgi gören Rahimi'nin, ölümün kol gezdiği vatanı Afganistan'ı, suçu, vicdanı azabını ve cezayı sorgulandığı bir tür Afgan Suç ve Ceza'sı. Roman, aklın terk ettiği, tanrının çok fazla hissedilen varlığının bir süre sonra tanrısızlığa dönüştüğü çağdaş Afganistan'ı da, iyilik ve kötülük kavramlarını da sorgulayan ve Rus edebiyatından izler taşıyan bir yapıt.

Geçmişte ve günümüzde yaşananların sorumlusu kim peki? Bütün bu olanlar aslında hangi noktaya işaret ediyor? Apaydın’ın kitapta yer alan şu sözleri tartışılmayı ve konuşulmayı bekliyor: “Atatürk’ün affına rağmen, gizli bir kuvvet Nazım Hikmet’i bir türlü hapisten çıkarmamıştı. Bu kuvvet aynı zamanda Adnan Menderes’in asılmasını da sağlayan kuvvettir. Türkiye’nin tek mareşali olan Fevzi Çak-

mak’ı ölüm döşeğine sürükleyen kuvvet, nasıl bir kuvvettir? İsmet Paşa’nın Cumhurbaşkanı olarak Fevzi Çakmak’ı ölüm döşeğinde, ziyaretini önleyen nasıl bir kuvvettir? Yine İsmet Paşa ve Mustafa Kemal’in arasını açan ve İsmet Paşa’yı Mustafa Kemal’e hasım göstermek isteyen gizli kuvvet kimlerden oluşmaktadır?”

GER C LERE SERT ÇIKI “Adalet Savaşçısı” Türkiye tarihini etkilemiş pek çok gelişme hakkında anekdotlar barındırıyor. Geçtiğimiz yıllarda 14 yaşındaki bir kız çocuğunu taciz etmesiyle gündeme gelen “Vakit” yazarı Hüseyin Üzmez, 1952 yılında henüz 18 yaşında bir lise öğrencisiyken gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı öldürmek istedi. Yedi kurşunla ağır yaralanan Yalman’ın avukatlığını Apaydın üstlendi. Apaydın’ın mahkemede konuşması sırasında söylediği sözler bütün salonu etkilemişti: “Gericilik sevdası dinimize aykırı bir cereyandır. İslam dini akla dayanır. İleriye doğru bütün gelişmeleri benimser. İrtica yolunu tutanlar, radyoya şeytan kutusu diyenler, otomobile binmeyi günah sayanlar, dinimizin gerçek ölçüleriyle kâfir sayılırlar. Bu bir avuç mikrop yıllardan beri toplumun içine zehir akıtıyorlar, kökünden temizlenmelidirler.” Bu sözler maalesef hâlâ ülkemizin bir gerçeğini yansıtıyor.

KAMUOYUNUN GÜCÜ Apaydın,devam eden anayasa tartışmalarına da çok önemli bir şerh koyuyor: “Gelişmiş demokrasilerde yazılı anayasanın dışında bir de örf anayasası vardır (…) Bir ülkede kamuoyunun gücü olmadıkça anayasaların hiçbir teminatı olamaz. Sadece kâğıt üzerinde haklar da yetmez.” Apaydın’ın hayatı (tıpkı Türkiye gibi) bir ömür süren adalet arayışıyla ve görünenin ardındakini sezme çabasıyla büyük önem arz ediyor. Gün yalnızca güncele bağlı kalarak tam manasıyla kavranamaz, geçmişe de dikkat kesilmek gerekiyor. (Adalet Savaşçısı, Doğan Yurdakul, F. Cengiz Erdinç, Kırmızı Kedi Yay. 240 s.)



Aydınlık KİTAP AGATHA CHRISTIE’N N ROMANI, BBC’N N F LM : “ROGER ACKROYD C NAYET ”

Sinemaya “uygunsuz” bir polisiye Agatha Christie’nin “On Küçük Zenci”yle birlikte en heyecan verici roman olarak kabul gören “Roger Ackroyd Cinayeti”, gerçekten de “ eytani zeka” içeren bir serüven sunar ama bu yaln zca cinayetin i leni i aç s ndan de il, Agatha Christie’nin roman tekni i aç s ndan da geçerlidir.

TUNCA ARSLAN

Ünlü dedektif Hercule Poirot emekliye ayrılarak King's Abbot köyüne gelir ve kabak yetiştirmeye başlar. Ancak bu sırada köyde yaşayan dul bir kadının intiharı çeşitli dedikodulara neden olur. Bu dedikodu, dul kadının ilk kocasını öldürdüğünü bilen biri tarafından kendisine şantaj yapıldığı ve civarın en zengin insanı Roger Ackroyd'un onun âşığı olduğu yönündedir. Ancak Ackroyd da cinayete kurban gidince tüm şüpheler koca evde onunla birlikte yaşayan çeşitli kişilerin üzerinde toplanır. Hercule Poirot duruma el koymak zorunda kalır. Çünkü cinayetin arkasında üstesinden ancak onun gelebileceği şeytani bir zeka vardır. Agatha Christie’nin “On Küçük Zenci”yle birlikte en heyecan verici romanı olarak kabul gören “Roger Ackroyd Cinayeti”, gerçekten de “şeytani zeka” içeren bir serüven sunar ama bu yalnızca cinayetin işlenişi açısından değil, Agatha Christie’nin roman tekniği açısından da geçerlidir. İpucunu vermeyeyim ama ünlü yazar tüm zamanların en şaşırtıcı ve sürpriz içeren katilini çıkarır karşımıza. Şu kadarını söyleyeyim ki katil, başından beri okurun gözünün önündedir ve okura en yakın kişidir. Öyle ki Agatha Christie, polisiye romanların en önemli kuralını ihlal etmekle bile suçlanmıştır “Roger Ackroyd Cinayeti” dolayısıyla. Öyle ki bu roman üzerine 1998’de Pierre Bayard tarafından “Roger Ackroyd’u Kim Öldürdü? / Agatha Christie’nin Büyük Yanılgısı” adlı bir de inceleme yazılmış, Doğan Yurdakul’un dilimize çevirdiği kitap Doğan Yayıncılık tarafından okurlara sunulmuştur. Kısacası kendine özgü, ayrıksı ve sine-

maya aktarılması son derece zor bir polisiye maceradır “Roger Ackroyd Cinayeti.” Bu zorluk, BBC’nin ünlü “Agatha Christie’s Poirot” dizisi kapsamında 2000 yılında 103 dakikalık bir filmle aşılmaya çalışılmış ancak ne yazık ki sonuç pek olumlu olmamıştır. Yönetmen olarak Anderw Grieve’in imza attığı yapım, Poirot rolünde mükemmel bir oyunculuk sergileyen David Suchet’a rağmen ortalamanın üzerine çıkamamıştır. Bu durumun, BBC’nin yapım koşullarından, yönetmenden ya da oyunculardan kaynaklanmadığı açıktır. Belirttiğim gibi “Roger Ackroyd Cinayeti”, seyretmeye değil okumaya elverişli bir polisiye serüven sunmaktadır ve beyazperdeye uyarlama çabaları beyhude kalmaya mahkumdur.


Aydınlık KİTAP

SAHAF

15 HAZ RAN 2012 CUMA

21

LHAN TARUS'TAN SULAMA SORUNU VE A K L K LER : “DURU GÖL”

Topyekün insan değişimi projesi İlhan Tarus (1907-1967), savcı ve yargıçlığının yanı sıra kaleme aldığı öykü, roman ve oyunlarıyla da tanınan verimli yazarlarımızdan... Siyasal nedenlerle hukuk alanındaki görevlerinden ayrılmak zorunda kalan Tarus, "Doktor Monro'nun Mektubu" (1938), "Tarus'un Hikâyeleri" (1947), "Apartman" (1950), "Karınca Yuvası" (1952), "Ekin İti" (1953), "Köle Hanı" (1954) gibi öykü kitapları; "Yeşilkaya Savcısı" (1955), "Var Olmak (1957), "Uzun Atlama: Bir Endüstrileşmenin Romanı" (1957), "Hükümet Meydanı" (1958), "Vatan Tutkusu" (1967) gibi romanlarıyla, günümüzde ne yazık ki fazla tanınmamakla birlikte edebiyat tarihimizde ilginç izler bırakmış bir isim. 1961'de yayımlanan "Duru Göl" adlı romanı ise onun en bilinen yapıtları arasında sayılıyor. "Duru Göl", örneğine pek rastlanmayan, edebiyat tarihçilerince "projeroman" olarak değerlendirilen bir çalışma. Karşımızda, yazarın daha önce incelediği Elazığ’daki Uluova’nın sulanmasına dair teknik verilerin sanatsal yansıması diyebileceğimiz

bir metin var. Doğu Anadolu’nun ekonomik kalkınması adına yazılmış bir tasarım roman da denilebilir 312 sayfalık cep kitabı boyutlarındaki "Duru Göl" için. “Savaş... Geri kafalılarla, hırsızlarla, aptallarla... Savaş... Yalanla, sahteyle, kinle, karanlıkla, açlıkla...” diyen İlhan Tarus, sadece ekonomik bir kalkınmadan değil, topyekün bir insan değişimi projesinden söz ediyor romanında. Elazığ Ovası üzerinde yer alan Hazar Gölü’ne yapılmaya çalışılan bir baraj inşaatı sebebiyle ortaya çıkan politik ve sosyal olguları irdeleyen "Duru Göl", inşaattaki insanlar ve yöre halkını da içine alan karmaşık ilişkiler ağına dönüşüyor. Anado-

lu’nun su ve suya bağlı sorunlarını bir kurgu çerçevesinde ele alan Tarus, "yetişmiş insan" sorununun üzerinde de ısrarla duruyor. Eleştirmen Tahir Alangu şöyle demiş "Duru Göl" hakkında: “İlhan Tarus, yerinde ve ilgili dairelerin dosyaları üzerinde yaptığı araştırmalara dayanarak yazdığı bu romanında bizdeki gerçekçi romancılığın en ilgi çekici örneklerinden birisini veriyor. Organi-ze talan düzeninin bir yanını insanı bağlıyan ve çürüten büyük yatırım ve politikanın suçluluğunu, tersine işleyen bir çalışma içinde kişilerin sağır pervasızlıklarını ve hayâsızlıklarını anlatan bu ro-man Upton Sinclair ve R. Penn

Warren’in iş dünyasının ahlâkî ve hayatı ezen mekanizmasını hicveden romanlarını andırıyor. Bu roman kendi yolunda tek başına duruyor.” Fikret Adil'in değerlendirmesi ise şöyle: “Bu çeşit roman bizde çok azdır. İlhan Tarus romanında hem sosyal konularımıza dokunuyor, hem hiciv yapıyor, hem de kadın psikolojisi üzerine güzel sayfalar veriyor…İlhan Tarus’u başarısından övmem gerekiyor, bu roman üzerine filmcilerimizin de dikkatini çekmek isterim.” Sulamaya dair olay örgüsü ile bireysel ilişkileri içeren vakaların aynı kronolojik düzlemde aktığı; bir taraftan göldeki suyun sulama amaçlı kullanımı için gerekli olan tünel projesi, tünelin hangi güzergâhı izleyeceği noktasında tıkanırken, diğer taraftan da aşk serüvenlerinin de hızla ilerlediği, neticede sulama projesinin de aşk ilişkilerinin de istenilen biçimde sonuçlanmadığı sıradışı bir roman "Duru Göl". Sahaflardaki "en alttaki kitaplar" arasındaki yolculuğunuz sırasında rastlarsanız, kaçırmayın.

ANADOLU’DAN KİTAPEVİ

ltem Sahaf / Antalya

Antalya’nın ilk sahafı BERFU BAYAV OFLAZANTALYA İltem Sahaf, İzmit ve Antalya’nın ilk sahafı olma özelliğini taşıyor. Antalya şubesi 1994 yılında kurulmuş olan İltem Sahaf Cumhuriyet Meydanı’nda Askeriye’nin hemen yanında kitapseverlerle buluşuyor. İltem Sahaf’ı diğer kitapçılardan ayıran şey içeri girdiğiniz anda içimize dolan kitap kokusu. Bir anda size başka bir dünyanın kapılarını aralıyor. Kitabı adeta aşkla buluşturuyor. Kitabın yanı sıra eski para, pul, plak ve çeşitli objeleri de bulmak mümkün. İltem Sahaf’ın sahibi İlhami Dilek Ankara Üniversitesi DTCF Sanat Tarihi Bölümü mezunu. 1986 yılından beri Kocaeli’nde sürdürdüğü sahaflık mesleğini 1994 yılından itibaren Antalya’da devam ettiriyor. İlhami Dilek sahaflığın sırını şöyle açıklıyor: “Öncelikle kitabı çok sevmek gerekir. Kitabı tanımak, okuru tanımak, kitaba dair her şeyle ciddi ciddi ilgilenmek gerek. Sahafın kitapla kendi arasında duygusal bir bağ kur-

ması lazım.” Ve sözlerine şunu ekliyor; “Bir sahafı sıradan bir kitapçıdan ayıran şey dükkâna girdiğiniz anda içinize dolan kitap kokusudur. Okurla hiç ummadığı kitapları buluşturabilmek çok önemli. Buraya giren okur kitapla ilgilenir. Bütün kitaplara dokunur, karıştırır.”

İltem Sahaf halkla kitabı buluşturabilmek için kitapları piyasa fiyatlarının çok daha altına satıyor. Bununla beraber eski kitapların da değiş tokuşunu yapabildiğimiz İltem Sahaf Antalya’nın gözde sahaflarından biri olmanın yanı sıra Türkiye’nin de en büyük sahaflarından olma özelliğine sahip.


22

Aydınlık KİTAP

15 HAZ RAN 2012 CUMA

ALINTI-TEST

Okuyaca n z bölümler hangi yazar n hangi kitab ndan al nt lanm t r?

1

Sabri Hoca, bütün ömrünce kimseyi sevmemiş insanlardandı. İnsanlardan aldıklarını olduğu gibi geri vermişti. Çocukluğu onun içinde şefkat ağacının yer etmesine imkan vermemişti. Çocukluğu onun içinde şefkat ağacının yer etmesine imkan vermemişti. Anası ona, kendisini bırakıp giden adamın çocuğu gözüyle bir ihanetin canlı hatırası gibi bakmıştı. Onun için anasını da sevmezdi.

a) Zeynep K. Kaya / Şefkat Kahramanları b) Ahmet Hamdi Tanpınar / Mahur Beste c) Roger Norman / Ağaç Zamanı d) Erdem Katırcıoğlu / Son Beste e) Ferit Edgü / İnsanlık Halleri

Geçen haftan n do ru yan tlar : 1-(b)

2

Deniz de öyledir, geceler de öyledir ya, düz ve sakin bir denizin altında sürekli bir ölüm kalım savaşı vardır; bizi büyüleyen ayışıklı bir gece içinde, topraktaki çeşitli hayvanların yaşam savaşı sürer gider. Su ve karanlık örter bu kanlı oyunu. Bu köyün de, işte öyle, içindekini saklamak ister gibi, kendini sessizlik ve ısı ile sardığını düşünüyordum.

a) Selim İleri / Bir Denizin Eteklerinde b) Tarık Dursun K. / Denizin Kanı c) Melih Cevdet Anday / Raziye d) Ernest Hemingway / İhtiyar Adam ve Deniz e) John Banville / Deniz

2-(d)

3-(d)

3

Birazdan öleceğim, Adrian… Sana tek miras olarak şu nasihatta bulunacağım: Küçük zevklere bütün kuvvetinle ve henüz vakti geçmeden karşı koy. Bize en çok acı çektiren odur. Oysa ne yazık! Küçük zevkler bütün ömrümüzü onlara hasretmemizi isterler. Yaktığı zeytinyağı fıçısına karşılık, bize bütün verdiği bir zeytin tanesidir.

a) Panait İstrati / Angel Dayı b) Lev Tolstoy / Vahşi Zevkler c) Tasmina Perry / Kirli Zevkler d) Colette / O Zevkler e) Laurell Hamilton / Suçlu Zevkler

Do ru yan tlar gelecek hafta bu sayfada…

BULMACA Soldan Sa a 1. Resimdeki airimiz 2. Bir yüzölçümü birimi - Japonya'da buda rahibesi - Dini tören "... Gündüz Kutbay" (ney üstad ) 3. "e ik" kar t - nci Aral' n "Orhan Kemal Roman Ödülü"ne lay k görülmü kitab - Notada duraklama i areti - Trabzon'un bir ilçesi 4. Ayn bölgede oturanlar n hepsi, halk - Favori - Tahtalar n yan yanagetirilmesinden meydana gelen her türlü kaba kaplama 5. Paraguay çay - Kendi kendini serbestçe kendi yasalar yla yöneten bölge ya da ülke - Bir gayret ünlemi 6. Yüksekokul - Üzeri emayla kaplanm olan 7. Bizmut'un simgesi - Üzme, s k nt verme - Zerdü t dininde "ate tanr s " 8. Ut çalan kimse - Medeni Kanun (k sa) - üphe - Boru sesi

9. çinde al landan az insan bulunan, kalabal k olmayan, ss z Felah bulan, murad na eren 10. Sava , harp - Döndürülerek bir yere sokulan burmal çivi 11. Edebiyatla u ra an, edebi eser üreten kimse, yazar - Mercek Kekli in boynundaki siyah halka 12. skambilde "papaz" - Hitit - Bilgin - Radyum'un simgesi 13. Toplanan süprüntüleri al p atmak için kullan lan teneke veya plastikten yap lm k sa sapl kürek - ki ya ndan büyük enenmi erkek keçi "... King Cole" (Amerikal caz piyanocusu ve ark c ) 14. Bilerek yap lan i ve fiil - Üstübeç sabun ve alk m kar m askeri temizlik malzemesi 15. Kemal Tahir'in 1971 tarihli bir roman - Kemer, bele ba lanan

ku ak Yukar dan A a ya 1. Puccini'nin üç perdelik operas 2. Ürdün Bat eria'da 1967'den beri srai i gali alt nda olan kent Fikir, dü ünce - Allah'tan hay r dileme 3. Hayali karate - "A da Zaman " adl roman n yazar 4. Fas' n plakas - Kir izi - Her zaman, daima, sürekli olarak - Japonya'da buda rahibesi 5. Halk dilinde amca - Çok geli mi - Cinsiyet 6. Eski Çin felsefesinde, evrenin birli ini sa layan düzen ilkesi - Bir k veya s kayna ndan yay lan nlar n topland yer, mihrak - Makam, mevki - Lavrensiyum'un simgesi 7. Ya l ve verimsiz kimse - Devlet statistik Enstitüsü (k sa) 8. Kiloamper (k sa) - Kat ks z - Boyun e en 9. Sahip, malik - Nikel'in simgesi - çine toprak konularak çiçek yeti tirilen kap 10. erit halinde bezemeli çevre süsü - Pi irilerek haz rlanm yemek - O ul, çocuk 11. Geni lik - Divit, yaz hokkas - Engerek y lan - Amac yla, maksad yla 12. Ordu (k sa) - Silindirlenmi k rma ta larla olu turulan karayolu katman - lgi eki 13. Resimdeki yazar' n bir eseri - Parlak, saydam k rm z renkte de erli bir ta - "... King Cole" (Amerikal caz piyanocusu ve ark c ) 14. lkel bir silah - Türk müzi inde bir makam - "... Güler" (foto rafç ) 15. Bir tar m arac - Ürdün Bat eria'da 1967'den beri srai i gali alt nda olan kent - Hücum Bulmaca’n n do ru yan tlar 1 hafta içinde Ayd nl k Kitap, stiklal Caddesi, Deva Ç kmaz 7/5 Beyo lu/ stanbul (Damla Yaz c ) adresine gönderen okurlar m za brahim im ek’in ‘Ça m z n Lideri Mustafa Kemal Atatürk’ kitab n arma an edece iz.

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.