. KITA P Aydınlık
BU SAYIDA
38 KİTAP TANITILIYOR Toplam: 1634
1 Şubat 2013 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 49 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları
t e İsm r Kü
Mutluluğu yaşayan yazar
Metin Altıok’tan kalanlar
Sevginin absürt yanı üzerine
Fotoğraf: Kadir İncesu
Boom’un delikanlıları: Marquez ve Llosa
L E Z Ö E N i RI L i A L T A A F T Y T A A S B K U U S, C O Ç
Aydınlık KİTAP
1 UBAT 2013 CUMA
3
SUNU
İÇİNDEKİLER Haftanın Portresi: Mary Shelley
s. 4
Metin Altıok’tan kalanlar
s. 6
Yola düşüren öyküler
s. 7
İsimsiz sevgili
s. 8
Sevginin absürt yanı üzerine
s. 9
Ağızlarda gevelenen gerçek
s. 10
Boom'un delikanlıları: Marquez ve Llosa
s. 11
Geçtiğimiz hafta öğrenciler ara karnelerini aldı. Tatile girmenin sevinciyle sokaklara atmak isterlerdi kendilerini ama soğuk kış buna izin verir mi hiç! Artık evde vakit geçirmenin ağına düşmüş bulunuyorlar. Bu durum, kitap okumayı seven öğrenciler açısından pek sorun doğurmasa da kitaba ısnamamış olanlar için bir cehennem azabına dönüştü. Gerçi artık bilgisayar önemli bir kurtarıcı çocuklar için. Nitekim biz de tatile yeni giren öğrencilerin ilk haftalarını diledikleri gibi geçirmelerini, aylarca okullarda yarış atı gibi koşturulan beyinlerinin biraz dinlenebilmesi için ilk hafta çocuk sayfamıza yüklenmek istemedik. Ama artık tatilin ilk haftası bitmek üzere ve kitap okumadan geçirilen bir tatil tatil değildir. O nedenle bizler de bu sayıda çocuklarımıza tatilde okuyacakları kitaplar sunduk.
Kapak: İsmet Kür’ün ardından
s. 12
Nâzım Hikmet bunu da yapmış!
s. 14
Çocuk Kitap Çocuk-Yeni Çıkanlar Yeni Çıkanlar
s. 15-16 s. 17 s. 18-19
Tasavvuf ve Postmodernizm
s. 20
Bu kitapları okumaktansa hapis yatmak daha iyidir
s. 21
Alıntı Test-Bulmaca
s. 22
. KITA P Aydınlık
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Editör: Pınar Akkoç Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ Sayfa Sekreteri: Ebru Baysan
Kapağımıza ise Türkiye'nin belleğinde iz bırakan isimlerden biri olan ve geçen hafta 97 yaşında kaybettiğimiz Cumhuriyet aydını İsmet Kür'ü taşıdık. Onun hayatını ve kişiliğini siz değerli okurlarımıza anlatmaya çalıştık. Bir asra dayanan bir yaşamı iki sayfaya sığdırmak elbette pek mümkün değil ama İsmet Kür yaşarken yaşamını kendi kalemine dökmüş bir isim. Anı kitaplarını okumanızı ve bu mavi saçlı kadını daha iyi tanımanızı dileriz. Döneminin siyasal ve toplumsal olaylarını kitaplarında tüm çıplaklığıyla anlatan ve bir bellek oluşturan İsmet Kür'ün çocuk ve gençlik edebiyatına yaptığı katkıları da vurgulamak gerekiyor. Aydınlık Kitap olarak ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz...
Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. adına sahibi: Mehmet Sabuncu Genel Yayın Yönetmeni: Serhan Bolluk Sorumlu Müdür: Mehmet Bozkurt
Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22
www.AydinlikGazete.com kitap@aydinlikgazete.com
Genel Müdür Yardımcısı (Reklam): Saynur Okuroğlu
Müşteri Temsilcisi (Reklam): Kamile Karakadılar
Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
4
1 UBAT 2013 CUMA
Aydınlık KİTAP
HAFTANIN PORTRES
Mary Shelley (30 AĞUSTOS 1797 - 1 ŞUBAT 1851) Roman n kahraman Doktor Victor Frankenstein taraf ndan yarat lan ve ismi dahi olmayan “canavar” asl nda modern dünyaya ve pozitivizme kar romantizmin ba kald r s d r
Mutluluğu yaşayan yazar “Mutlulu un resmini yapam yorum ama tad n ç karta ç karta ya yorum…” ŞENOL ÇARIK senolcarik@gmail.com Cumhuriyetle yaşıt bir isim Hıfzı Topuz. Türk basın tarihinin duayeni… 1923 doğumlu Topuz. 90 yaşında, her anı dolu dolu bir yaşam. Ve bu yaşamı bilinen ve bilinmeyen yönleriyle anlatan bir nehir söyleşisi kitabı geçti elime: “Ardından Yıllar Geçti”. Remzi Kitabevi Yayın Koordinatörü Öner Ciravoğlu sormuş Hıfzı Topuz anlatmış. Sayfaları çevirdikçe neredeyse bir asrın akıp gittiğini duyumsuyor insan.
DOKSAN YIL; ÜÇ YA AM
Frankenstein’ın yaratıcısı ünlü İngiliz yazar Mary Shelley, 1797 yılında Londra’da doğdu. Babası William Godwin, dönemin anarşizm savunucularından ünlü bir yazardı, annesi Mary Wollstonecraft ise önemli feministlerdendi. Annesini doğumu esnasında kaybeden Shelley ömrü boyunca bunun suçlusu olduğunu düşünmüş ve romanlarında da bunun etkisi açıkça hissedilmiştir. Annesinin ölümü nedeniyle babası tarafından büyütülen Shelley edebiyat ve felsefeyle iç içe yetişti. Küçük yaşta öyküler yazmaya başladı. 1814 yılında dönemin ünlü şairlerinden Percy Bysshe Shelley’e âşık oldu ve bir süre sonra evlendiler. Yazar en çok “Frankenstein ya da Modern Prometheus” adlı pek çok kez filme de çekilmiş romanıyla tanınmaktadır. Henüz 19 yaşındayken romanı yazmaya başlayan Shelley, yarı uyanıkken gördüğü bir kabustan etkilenerek Frankenstein’ı oluşturmaya başlar ve eşi tarafından da desteklenir. 1818 yılında yayımlanan roman korku klasiği olarak bilinmekte olsa da esa-
sen korkuya doğrudan gönderme yapan unsurlar barındırmaz. Aksine romanda hem yazarın kendi hayatına dair detaylar hem de politik göndermeler bulmak mümkündür. Romanın kahramanı Doktor Victor Frankenstein tarafından yaratılan ve ismi dahi olmayan “canavar” aslında modern dünyaya ve pozitivizme karşı romantizmin başkaldırısıdır. Öte yandan psikolojik unsurlar da içeren romanda, canavar, annesini öldürerek doğan ve çocuklarını kaybetmiş yazarı da temsil etmektedir. Yaratılanın yaşadığı dışlanmışlık ve acılar sebebiyle yaratana başkaldırmasını anlatmaktadır. Yazarın “Frankenstein ya da Modern Prometheus” eserinin dışında “Lodore” ve “Falkner” isimli romanları da mevcuttur. “The Last Man” adlı romanı ölümünden once yayımlanan son romanıdır. Bu romanında insanlığı yok olmanın eşiğine getiren veba salgınından sağ kalanların hayatını ele alır. Eser, apokaliptik roman özelliği taşımaktadır. Ölümünden sonra yayımlanan “Mathilda” romanı ise otobiyografik öğeler içermektedir.
İnsan ömrü yekpare midir? Ya da soruyu şöyle soralım; doksan yıla kaç yaşam sığar? “Ben doksan yıla üç yaşam sığdırdım. Birincisi çocukluğumdan 36 yaşına kadar uzanan gençlik ve gazetecilik dönemi. İkincisi 36 yaşından 60. yaşıma uzanan UNESCO dönemi. Üçüncüsü de öğretim üyeliği ve biyografik roman dönemi…” Böyle özetliyor yaşamını Topuz. Anılar, gözlemler, acılar, unutulmayanlar, yarınlara bakış… Neler yok ki kitapta? Bazılarını aktaralım. Cumhuriyetin 15. yıl kutlamalarına izci olarak gittikleri Ankara’daki bir heyecanı ömrünce yaşamamış. “Bu kez enayilik etmeyecektim. Kolumu sevgilimin boynuna doladıktan sonra dudaklarına uzandım. Hiç şaşırmadı ve kendini bana bıraktı. Gece yine bende uyku yok. Olayı düşündükçe tir tir titriyordum. Yaşamım boyunca böyle bir heyecan anımsamıyorum.” Sonra yüksek lisans ve doktora için gidilen Fransa’daki maceralar. Paris’teki ilk gece bilmeden gidilen salaş bir randevu otelinde geçer. Fransız şair Paul Eluard’ın 1952 Kasım’ındaki cenaze törenine katılır arkadaşlarıyla. Vatandaşlıktan çıkarılan Avni Arbaş’ın bunalımlar geçirmesine tanıklık eder. Soğuk Savaş sonrası hareketli geçen Paris sokakları…. Öyle günler yaşıyor ki Paris’te, dönüş için şu sözleri söylüyor: “Paris’ten ayrılmak bir sevgiliden ayrılmak gibiydi. Bitmemiş bir aşklı yarıda bırakmanın hüznü içindeydim.”
VE UNUTULMAYANLAR “2005 yılında bir pazar günü dostum Niyazi Öktem’le geleneksel alışverişimizi yapmış ve Esentepe’ye dönmüştük. Pazardan enginar almıştım. Biz Niyazi ile terasta birer kadeh içki içtik. Nezihe mutfakta enginar ayıklıyordu. Niyazi öğle yemeğine kalamayacağını söyleyip çıktı. Ben mutfağa döndüm. Bir de ne göreyim. Nezihe yerde yatıyor. Çılgına döndüm, her şey bitmişti…” Hayat arkadaşının gidişini bu sözlerle anlatıyor Hıfzı Topuz. Okurken insanı bir hüzün buğusu sarıyor. Başka kimler yok ki hatıralarda. Rasih Nuri İleri, Sabahattin Ali, Mehmet Ali Aybar, Aydın Boysan, Şahap Balcıoğlu, Ferruh Doğan, Melih Cevdet Anday, Va-Nular, Orhan Kemal, Abidin Dino, Fikret Mualla, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Hasan Ali Yücel ve daha nicesi… “Nâzım’ı Bursa Cezaevi’nde ziyaret ettikten sonra izlenimlerini aktaran Vala Nureddin’den son şiirlerini dinlerdik. Ben bunları not etmeye kalkınca: ‘Aman Hıfzı, bunları sakın kimseye gösterme, çocuğun başına iş açılır’ diye sıkı sıkı öğütler verirdi. O notlarımı hâlâ saklarım.” Ve bir de Paris’teyken Orhan Kemal’le mektuplaşmalar. Topuz, 28 Aralık 1960 ve 24 Şubat 1961, 13 Ekim 1967 tarihli Orhan Kemal’den gelen üç mektuba yer veriyor. Evet, iyi ki bu mektupları saklamışsın üstat. Bir de görevi yüzünden gerçekleşmeyen ve içinde ukde olarak kalan TİP milletvekilliği adaylığı. Ve daha nice anılar var bu kitapta. Her şeye rağmen mutluluk, iyimserlik ve umut diyen bir ustanın yaşamından süzülen kareler var. Hadi gelin son sözü Hıfzı Topuz’a bırakalım… “Ben de Nâzım gibi, sonu tatlıya bağlanan kitaplar okumaktan, bayıldığım bir müzik parçasının dinlemekten, başarılı bir oyun izlemekten ve hele hele çok sevdiğim birileriyle beraber olmaktan, onları kucaklamaktan çok mutlu oluyorum. Mutluluğun resmini yapamıyorum ama tadını çıkarta çıkarta yaşıyorum…” (Ardından Yıllar Geçti, Hıfzı Topuz, Remzi Kitabevi, 318 s.)
6
1 UBAT 2013 CUMA
Aydınlık KİTAP
“HEYKELLERİ YÜZÜNDEN TARİHİ ESER KAÇAKÇISI DİYE GÖZALTINA ALINMIŞTI”
Metin Altıok’tan kalanlar Zaman ilerledikçe mektuplardaki özlem sat rlardan ta maya ba lad . Bunun üzerine ülkesinin sorunlar na yetememesi ve bunlar düzeltememesi Metin Alt ok’u ac çeken bir aire dönü türdü DENİZ TOPRAK deniztoprak20@gmail.com 2 Temmuz 1993’de Sivas Madımak Oteli’nde 33 aydın arkadaşı gibi diri diri yandı şair Metin Altıok. 1979 senesinde Bingöl’e felsefe öğretmeni olarak atandığında tek bir hayali vardı; zorunlu görev süresini doldurup Ankara’ya kızının yanına tayinini istemek. Aradan yıllar geçti, Metin Altıok’un tayini bir sürgüne dönüştü. Altıok, kızına olan hasretini bir nebze olsun hafifletebilmek için sürgün yıllarında hep mektup yazdı. Kızına yazdığı bu mektuplar şimdi Kırmızı Kedi Yayınevi’nden “Metin Altıok’tan Zeynep’e Mektuplar” ismiyle kitaplaştı. Biz de mektupların muhatabı, Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı ile yeni kitabını konuştuk. Babanızın size yazdığı mektupları yayımlama fikri nasıl ortaya çıktı? Bu mektupları yayımlama düşüncesi uzun zamandır aklımdaydı. Fakat bir türlü gerçekleştiremedim. Mektupları ilk defa Sivas katliamını takip eden yıllarda Varlık dergisi istedi ve onlara aralarından sadece birkaçını gönderebildim. Mektuplar için hep düşündüm, acaba bu yazılanlar kime ne ifade edecek, sadece beni ilgilendiren özel mektuplar mı diye. Sonrasında bir kitap fikrimi değiştirmeme sebep oldu. Antonio Gramsci’nin “Çocuklarıma Mektuplar”ıydı o kitap. Kitabı ilk elime aldığımda ortaokul sıralarındaydım. Babasını hiç tanıma fırsatı bulamayan Giuliano’nun mektuplar aracılığıyla babasını çok iyi tanıyabilme ve derin sevgisi hissedebilme şansının olmasıydı. Bu kitap benim küçük dünyama çok şey kattı. Bu kadar güzel baba-çocuk ilişkisinin birbirlerini göremeden sağlanabilmesi bana kendi babam ile olan ilişkiyi anımsattı. Bu kitap benim için daha da etkiyici oldu. Doğuda zorunlu görev süresinin bitmesini bekleyen bir öğretmenin 1979-1986 yılları arasında sevgili kızına gönderdiği mektuplardı. Kitabı Silivri’de tutuklu bulunan Tuncay Özkan’ın kızı Nazlıcan’a adadınız. Ne-
den? Mektupları birçok defa kitaplaştırmak istedim. Aklımda kitabın girişinde benim babama yazdığım bir mektupla başlayıp devamında babamın mektuplarını yayımlamaktı. Bir türlü içime sinmedi yazdıklarım. Hep bir şeyler eksik hissettim. Bir gün televizyonda Tuncay Özkan’ın kızı Nazlıcan Özkan’ı gördüm. Adeta kırk yaş olgunluğuyla bütün yaşanan trajediyi, babasının uğradığı halksızlığı ve bu süreci inanılmaz net bir dille anlatıyordu. Gencecik bir kızın böyle bir şeye mecbur edilmesinden utanç duydum. Gerçekten çok etkiledi beni Nazlıcan. Sabaha karşı bir mektup yazdım Tuncay Özkan’a; kızını gururla izlediğimi, ne kadar saygı duyduğumu, babalığından ne kadar etkilendiğimi belirttim. Çünkü, o bu kızı yetiştiren kişiydi. Ertesi gün mektubu Nazlıcan’a verdim. Dostluğumuz böylece başlamış oldu. Bundan birkaç ay sonra da ihtiyaç duyduğum fikir ortaya çıktı ve kitabın giriş yazısına Tuncay Özkan’a yazdığım mektubu koydum. Artık kitabın bir amacı vardı, ben de gönül rahatlığıyla yayım- Metin Alt ok layabileceğimi düşündüm. Ve bu kitapta Sivas’a dair elbette bir şey yok; çünkü, babam hayattayken bana yazdığı mektuplardı. Ben bu kitabın haksızlıklara karşı köşe taşı olmasını istiyorum.
“BABAMIN CANI ÇOK ACIRDI” Mektupların satır aralarında babanızın acı çektiği hissediliyor. Metin Altıok’u yaralayan sadece kızından uzak olmak mıydı? Babamın şiirlerini baktığımızda mutlu şiir pek yok. Babam şair naifliğine, şair inceliğine sahip bir insandı ve canı çok
Deniz Toprak, Zeynep Alt ok Akatl ile birlikte...
acırdı. Sadece bana olan özlemiyle ilgili değil. Yapı olarak da dünyanın hallerine ülkesinin hallerine kendi dünya görüşü paralelinde yaşananlara karşı çok incinen bir insandı ve bu incinmişliğini şiirine yansıtmasından ziyade hayatının tüm alanında hissediliyordu. Ama, kişilik özelliklerine baktığımızda karamsar, depresif bir insan değildi. Çok neşeli eğlenceli bir insandı babam. Fakat mektuplardaki özlem çok keskin bir şekilde hissediliyor. Biz hiçbir zaman yıllarca görüşemeyeceğiz gibi ayrılmadık. Babam mektuplarında hep önümüzdeki yaz tatilinde, olmadı ara tatilde görüşeceğiz diye yazardı. Fakat, bu istek beş yıl boyunca hiç gerçekleşmedi. Zaman ilerledikçe mektuplardaki özlem satırlardan taşmaya başladı. Bunun üzerine ülkesinin sorunlarına yetememesi ve bunları düzeltememesi Metin Altıok’u acı çeken bir şaire dönüştürdü. Mektuplarda babanızın sadece şair yönü değil başka yetenekleri de olduğu görülüyor. Biraz da babanızın bu yönünden bahseder misiniz?
Babam şiir yazmaya başlamadan önce ressamlık yapardı. Çetin Sipahi, Orhan Taylan gibi dönemin ressamlarıyla açtığı sergilerinin yanında birkaç kişisel sergisi de olmuştu. Bunun yanında taşları yontup heykeller yapardı. Hatta mektuplarda da geçiyor kendi yaptığı heykeller yüzünden tarihi eser kaçakçısı diye gözaltına bile alınmıştı. Eğer imkânım olursa babamın çizdiği resimleri Sivas katliamının 20. yılında özel bir sergiyle insanlara göstermek istiyorum. Peki, babanızın öğrencileriyle olan ilişkisi nasıldı? Açıkçası babamın öğrencileriyle olan güçlü bağını onu kaybettikten sonra iyi bir şekilde anladım. Sivas’ta katledilenlerin cenaze törenine yüz binlerce kişi geldi. Bunların arasında babamın Bingöl’den öğretmen arkadaşları ve öğrencileri de vardı. Onlarca kişi yanımıza gelip, “biz babanızın öğrencileriyiz” dediler. Hatta cenaze töreninde babamın bir öğrencisi üzüntüden bayıldı. Tüm gazeteler beni o kızla karıştırdı; “Metin Altıok’un kızı üzüntüye dayanamadı” diye yazdılar. Şu an babamın öğrencileri tesadüf müdür bilmiyorum ama, çoğu sanatla uğraşan, önemli insanlar oldular. Kimi oyunculuk, kimi müzik alanında iyi bir yerlere geldi. (Metin Altıok’tan Zeynep’e Mektuplar, Metin Altıok, Kırmızı Kedi Yayınevi, 115 s.)
Aydınlık KİTAP
7
Yola düşüren öyküler Yazar, Trabzon’dan, Bal kesir’den veya M s r’dan bahsederken her bölgenin kendine özgü do al yap s n yal n ve gerçekçi ekilde betimledi i için kendinizi öykülerin içinde hissedebiliyorsunuz DENİZ ANTEPOĞLU denizantepoglu@hotmail.com Erendiz Atasü’nün ödüllü öykülerinden oluşan “Taş Üstünde Gül Oyması” Everest Yayınları tarafından yeniden basıldı. 1997 yılında Yunus Nadi Öykü Ödülü ve 1998 yılında Haldun Taner Öykü Ödülü’ne layık görülen kitapta altı tane öykü yer alıyor. Öyküler tekrar keşfedilmek ve unutulmamak için okuyucuları bekliyor. Erendiz Atasü, öyküleriyle olduğu kadar romanları ve denemeleriyle de ön plana çıkan bir yazar. Feminist özellikler taşıyan öyküleri 1981 yılından bu yana çeşitli dergilerde yayımlandı. Öykü ve romanlarının yanı sıra kadının özgürlüğü, cumhuriyet devrimleri, laiklik, kitaplar gibi konular üzerine yazdığı makale ve denemeleri Aydınlık ve Cumhuriyet gibi çeşitli gazetelerde yayımlandı. Eserleri ödül almasının yanı sıra çeşitli dillere çevrilmesiyle de dikkat çekmiştir. “Taş Üstünde Gül Oyması” kitabı ise birbirinden farklı mekânlara ve zamanlara okuyucuyu sürükleyen diliyle önem kazanan öykülerden oluşuyor. İlk basımı 1997 yılında yapılan eser, Anadolu’dan Mısır’a kadar uzanan içimizden insanların öykülerini sunuyor. Erendiz Özellikle öykülerin Atasü geçtiği şehirlerde yazarla beraber gezinebilmeniz öykülerin can alıcı noktalarından. Yazar, Trabzon’dan, Balıkesir’den veya Mısır’dan bahsederken her bölgenin kendine özgü doğal yapısını yalın ve gerçekçi şekilde betimlediği için kendinizi öykülerin içinde hissedebiliyorsunuz. Öykülere betimlemelerle başlaması, yazarla beraber yaşıyorsunuz algısını oluşturuyor.
ANLATICIYLA YOLCULUK Mekânların yanı sıra öykülerin an-
lattığı insanlar da içimizden parçalar taşıyor. Yazarın Anadolu insanını iyi gözlemleyebilmesi ve anlatabilmesi öykülerdeki gerçekçiliği daha da sağlamlaştırıyor. Hem şehirde yaşayan insanların ruh halini ve yaşamını rahatlıkla kavrayabiliyorsunuz hem de hiç bilmediğiniz veya görmediğiniz köydeki bir insanın yaşamını anlayabiliyorsunuz. Öykülerde özellikle de ilk öyküde anlatıcının, zamanın, mekânın değişimi bunlar arasında gidiş gelişler yormuyor, aksine rahat anlayabildiğiniz için öyküye canlılık katıyor ve keyif almanızı sağlıyor. Bir diğer öyküde kendinizi Ege’de bulduğunuzda bir katilin cinayetini işlerken ruh halini ve şair diye tanıtılan kendi gibi bir diğer mahkûmla arkadaşlığı ile cinayete meyilli yanını ehlileştirmesine tanık olurken Nâzım Hikmet ile İbrahim Balaban veya Orhan Kemal arasında gelişen dostluğu anımsıyorsunuz. Betimlemelerin gerçekçiliği ise Yaşar Kemal romanlarının keyfini yaşatıyor sizlere. Sonuç olarak kurgusu, dili ve yukarıda bahsi geçen pek çok nedenle okumadıysanız yeniliklerle tanışmak için veya okuduysanız yeniden keşfetmek için sizi bekleyen öyküler var. (Taş Üstünde Gül Oyması, Erendiz Atasü, Everest Yayınları, 125 s.)
8
1 UBAT 2013 CUMA
Aydınlık KİTAP
KARANLIĞA MEKTUPLAR
BENİM AŞIK OLDUĞUM ERKEK, HEP YOLCULUĞA ÇIKARDI…!
İsimsiz sevgili Yazd iirlerin yan s ra, bir hikayeci ve romanc , bir biyografi yazar olan Zwe g; insan psikolojisinin gizli dehlizlerinde doland metinleriyle, Freud’un söylemine en uygun yazarlardan biri DAĞHAN DÖNMEZ daghan_donmez@mynet.com Sen benim hiçbir şeyimsin yazdıklarımdan çok daha az hiç kimse misin bilmem ki nesin lüzumundan fazla beyaz Attila İlhan “Ne zaman insan ruhunun karanlıklarına eğilecek olsam, orada benden önce bir şair buluyorum.” Kelime dizgisinde yanılma ihtimalim olsa da, söylediğinin muhtevası buydu Freud’un. Yazdığı şiirlerin yanı sıra, bir hikayeci ve romancı, bir biyografi yazarı olan Zweıg; insan psikolojisinin gizli dehlizlerinde dolandığı metinleriyle, Freud’un söylemine en uygun yazarlardan biri… İş Bankası Kültür Yayınları tarafından, “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” (Brief einer Unbekanten) adıyla dilimize çevrilen kitap, erkeğinin hiçbir şeyi olduğunu kabullenerek seven, lüzumundan fazla beyaz bir kadının öyküsünü anlatıyor.
Stefan Zweig
NT HARLA YA AYAN K TAP Olay örgüsü, sarsıcı bir girişle; ünlü yazar R.'ye, nereden ve kim tarafından gönderildiği meçhul olan bir mektupla başlıyor. "Çocuğum dün öldü -üç gün ve üç gece boyunca o küçücük, pamuk ipliğine bağlı hayat uğruna ölümle savaştım, kırk saat süreyle, grip onun zavallı, sıcak vücudunu ateş nöbetleriyle sarsarken, yatağının yanında oturdum. Yanan alnına serinletici bir şeyler koydum, onun o tedirgin, küçücük ellerini gece gündüz tuttum. Üçüncü akşam çöktüm.Gözlerim artık tükenmişti, ben farkına varmadan kapandı. Üç veya dört saat boyunca sert sandalyede uyuyakaldım ve bu arada ölüm onu benden aldı… Biliyorum, biliyorum, çocuğum dün öldü –şimdi artık yalnız sen varsın dünyada, yalnızca sen, benimle ilgili hiçbir şey bilmeyen sen…”(s:2-3) Bilinmeyen kadın, mektubunu hazin bir vedayla nihayete erdirse de, bu son; intiharla biten türdeş eserlere nazaran, okuru alt üst eden, onu silkeleyen bir etki yaratmayacaktır. Aksine okur için, bir nefes alıştır bu… Hikayede okuru sarsan
ana unsur, ünlü yazar R.’nin tanımadığı bu kadından, yanı başında ölü halde olduğunu öğreneceği bir çocuğa sahip olması, onu daima seven kadının ve kendi kanından bir çocuğun varlığını öğrendiği an; onları ebediyen kaybettiğinin de ayırdına varmasıdır. İntihar, okur için bir nefes alıştır; zira o safhaya kadar Zweıg, gerilim yaratmadaki ustalığıyla deyim yerindeyse okurun zihninde bir anafor oluşturur.
MEÇHULÜN DUYGUSAL DEV N M Söz konusu öykü, Zweıg’ın ölümünden önceki son eseri olan ve Türkçe’ye “Satranç”(Can Yayınları,1997) olarak çevrilen kitabı kadar bireysel gerilimin tırmandığı bir psikoloji yaratmasa da, yazarın zaman zaman diğer eserlerinde de başvurduğu geri dönüş tekniği sayesinde; okuyucuda bir merak uyandırmaktadır. Okur, okuma yolculuğunun sonuna değin; meçhul kadının duygusal devinimini kavramaya çalışır. Kadın, yazar R.’ye kimliğini; ancak ölüm anında yaz-
dığı mektupla açıklayacaktır: “…Bana adımı, nerede oturduğumu sormadın; senin için tekrar yalnızca serüvendim, adsız olandım, unutuşun sisleri arasında bütünüyle eriyip giden ateşli saatlerdim. Bu defa çok uzaklara yolculuk yapacağını, iki veya üç ay için Kuzey Afrika’ya gideceğini anlattın; ben ise mutluluğumun ortasında titredim, çünkü kulaklarımın içinde yankılanmaya başlamıştı bile: geçti, geçti gitti ve unutuldu! O anda en çok yapmak istediğim şey, önünde diz çöküp şöyle haykırmaktı: -Beni de yanına al, yanına al ki, nihayet bunca yıldan sonra nihayet beni tanıyabilesin!- Ancak senin önünde öylesine ürkek, öylesine korkak, öylesine köle ruhlu ve zayıftım ki, sadece şöyle diyebildim: -Ne kadar yazık!- Sen de bana gülümseyerek baktın: -Gerçekten üzülüyor musun buna?” İşte o zaman vahşileştim. Ayağa kalktım, sana baktım, uzun süre gözlerimi senden ayırmadan baktım. Sonra şöyle dedim: -Benim aşık olduğum erkek de, hep yolculuğa çıkardı!- (s:50) 1881 yılı Kasım’ının soğuk bir gününde, kendi iradesi dışında dünyaya gelen Zweıg; 23 Şubat 1942’de hayatına son
vermiştir. Bu intihar, yarattığı roman karakterinin şahsi umutsuzluğundan farklı olarak, toplumsal bir umutsuzluğun sonucudur. Hitler Almanya’sının hüküm sürdüğü bir çağda, insandan doğan hayal kırıklığının sonucu… Notos Dergisi’nin, Aralık-Ocak sayısında yer verdiği “Edebiyatta İntihar” dosyasında Faruk Duman; “Dünyayı Geride Bırakmak” başlıklı makalesiyle, Zweig’ın intiharını şöyle yorumlar: “Aydının tasarlanmış intiharı, dünyanın gidişine yönelik güçlü bir yanıt değil midir? Zweig’ın bitmek bilmeyen savaşa verdiği yanıt gibi. Kendi kişisel umutsuzluğunu, güçlü bir yanıta, bir direnişe, giderek bir kavrama –Zweig’ın intiharı kavramına- dönüştürmüştür.” (Notos,s:22) Gerek yaşamı ve kişiliğiyle, gerekse de edebi üretimiyle tıpkı yazdığı biyografi kitaplarından birinin Türkçeleşmiş adı gibi, kendi hayatının şiirini yazan bir yazardır Zweıg. “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” kitabının sonsöz bölümünde, kitabın çevirmeni Ahmet Cemal; Zweıg’ı Zweıg yapan tarihi atmosferi akıcı bir üslupla özetlerken, “böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi?” diye sorarak, okura bir de tartışma konusu açar. Bu soruya ilave yapmak suretiyle, tartışmayı genişletmek de mümkün… Bireyin psikolojisi ile bu denli ilintili olan yazar, her ne kadar kurgu da olsa; aşkın psikolojisini temel alan bu eseri 1922 yılında değil de, içinde bulunduğumuz tüketim çağında kaleme alsaydı acaba nasıl yazardı? Yanıtı size bırakıyorum; saygıdeğer okur. (Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, Stefan Zweig, Türkiye İşBankası Kültür Yayınları, Çev:Ahmet Cemal, 62 s.) Dipnot: Teknik bir aksaklıktan dolayı , iki hafta önceki ‘‘Altıncı Duyu’’ başlıklı yazıda yazının baş paragrafı yayınlanmamış ve bundan ötürü metnin bütünlüğü bozulmuştur. Okurlarımızdan özür dileriz.
BABİL BALIĞI
Aydınlık KİTAP
1 UBAT 2013 CUMA
9
Sevginin absürt yanı üzerine M. SALİH KURT mustafa.salih.kurt@gmail.com “Bir yere varmak için değil, yol almak için dolaşıyorum.” – Robert Louis Stevenson, Bir Eşekle Seyahat 1977 doğumlu İngiliz yazar Cornelius Medvei hakkında ulaşabildiğimiz biyografik bilgiler ne yazık ki bir hayli sınırlı. Yazarın Oxford Üniversitesi Modern Diller bölümünden mezun olduğu, bir süre Çin’de öğretmenlik yaptığı dışında bir bilgiye sahip değiliz. Yayımlanan kitapları arasında, konuşmaya başlayan bir babunu merkeze yerleştirip, toplumların farklılıklara yaklaşımlarını ve kabul alışkanlıklarını masaya yatırdığı, henüz tercümesi bulunmayan ilk kitabı “Mr. Thundermug” (2006) ve bu kitabı takiben 2011 yılında, İthaki Yayınları'nın dilimize yeni kazandırdığı “Caroline: Bir Gizem Hikâyesi” kitabı geliyor. Bazı kaynaklarda 2012 yılında basıldığı söylenen “The Partisan” kitabına ise bütün aramalarıma rağmen ulaşamadım ve dolayısıyla henüz okuyamadım. Yine belirli kaynaklarda bu kitabının da 2013 yılında yeniden baskıya kavuşacağına değiniliyordu. Yeni tercüme edilen “Caroline” kitabı da yazarın ilk kitabı gibi merkezine bir hayvanı yerleştiriyor. Caroline, satranç oynayabilen zeki bir eşek.
“E EK” FAKTÖRÜ Bay Shaw, emekliliğini bekleyen ve işi içinde sıkışmış bir karakterdir. Ailesiyle bir tatil sırasında, bir eşekle, Caroline ile karşılaşır. Caroline’a karşı duyduğu sevgi ve ilgi, onu satın almasına, şehirdeki yaşantısına taşımasına yol açar. Öykü, Bay Shaw’ın oğlu tarafından, ölümünü takiben, gazeteci arkadaşına anlatılmaktadır. Bu tanık anlatıcının yanında, anlatıyı geliştirecek şekilde günlük sayfaları, evraklar, yazılar, makaleler ve fotoğraflar da kurgunun parçası olarak yer alıyor. Hayvanları anlatının parçası haline getiren edebi eserlere özel bir zaafım olduğunu öncelikle itiraf etmem gerekir (aslen veteriner hekim olduğum için, bu özel ilgimi mazur görünüz). Bu sebeple, esasında, anlatısında eşeği bulun-
duran edebiyat eserlerinden örnekleri sıralayarak bir giriş yapmayı düşündüm, ancak kitapta eşeğin edebiyattaki yeri üzerine güzel örneklemeler ve anlatılar mevcut olduğundan, okuma zevkini baltalamamak adına bundan geri duruyorum. Kitapta, edebiyattaki yerleri haricinde yine eşekler hakkında pek çok eğlenceli bilgi bulunuyor. Özellikle eşeklerin görünümünün estetik çıkarımlarının yapıldığı kısım oldukça ilgi çekici ve aynı zamanda, eşek en güzel göze sahip hayvan olmasına karşın, bizlerin de -özellikle sözlü- edebiyatımızda yer alan yok sayma ve hiçleştirmelerle ilintili okumalara da yönlendirmeler içeriyor. Şöyle ki yapılabilecek en iyi iltifat olmasına karşın, sevdiğine “ceylan gözlü” yerine “eşek gözlü” diyene hiç rastladınız mı? Kitaptaki “eşek” faktörünün yanında “satranç” da bir hayli hacim kaplıyor. Ancak tıpkı Stefan Zweig’in “Satranç”ında olduğu gibi, okumadan önce satranç bilgisine sahip olmak anlatıyı sadece daha zevkli hale getiriyor. Satranç hakkında herhangi bir ön bilgisi olmayan okuru, akıcılıktan ve anlamdan alıkoyacak herhangi bir faktörü içermiyor. Örneğin daha romanın ilk sayfasında bahsedilen satranç maçını, kitabı bir kenara bırakıp araştırmak mümkün olduğu gibi, aynı şekilde bir satranç maçını sadece olduğu şey olarak kabul edip okumaya devam etmek de mümkün. Anlatı, Noir kurgulardan fırlamışçasına bir gazetecinin ofisinde, merak uyandıran bir “gizem”le başlıyor. Ancak anlatı ve kurgu bir anda şekil değiştirerek, en büyük gizemi hemen okuyucuyla paylaşıyor ve anlatıyı “gizem”den çekip, yarı-masal yarı-dram, yarı-gerçekte yarı-sürrealde gezinen ve merakla sayfa ardına sayfa çevirmeye neden olan bir anlatıya büründürüyor. En az bir “gizem” kurgusu kadar merak ve şüphe uyandırıyor ancak bunun için “gizem” kurgularının temel kalıplarını kullanmıyor. Bu açıdan alternatif kurgu yaratımına yönelik güzel bir örnek olduğunu savunabiliriz. Kitabın kurgusundaki temel öğelerden bahsettiğimize göre, kitabın katmanlarında, anlatı içerisinde nelerin bulunduğuna ve
“Au hasard Balthazar” filminden bir kare
nelerin değerli olduğuna geçebiliriz.
NSAN VE HAYVAN ARASINDAK BA Medvei, kitabı kaleme alma dürtüsüyle ilgili Guardian’a şöyle diyor: “Çocukların hayvanları çok sevdiği doğrudur, ancak insanların, içinde hayvanlar olduğu için bir kitabı çocuk kitabı zannetmeleri beni şaşırtıyor. Hayvan karakterler, çocuk kitabı sınırlamasına tabi tutulamayacak kadar karmaşık yapıdadır. Hayvanlar aynı zamanda insanların karakterlerini, onlara davranışları yoluyla açığa çıkarmaya yönlendiricidir.” Elbette, edebiyattaki pek çok örneğinden de göreceğimiz üzere Medvei’ye, hayvanlar hakkındaki kitapların aynı zamanda onların sahipleri hakkında da (hatta daha fazla yoğunlukla) olduğu tezine katılmamak imkânsız. “Caroline”da öykünün katmanlarını tam da bu sahipler şekillendiriyor. Bay Shaw üzerinden, bir kaçış yolu olarak sevgi, sevgi ve tutku arasındaki ayrım, bağlılık ve sevginin absürtlüğe kaçan yönlerini yoğunlukla izlememiz mümkün. Aynı şekilde toplumun çeşitli tabaka ve ilişkilerde, farklı ve tuhaf olana karşı yaklaşım, ayrıştırma, ötekileştirme ve benimseme tutumları öykünün içerisinde geziniyor. Bir insan ve hayvan arasındaki kalp ısıtan dostluk ve bağlılık da elbette göz önündeki, kolay anlaşılacak katman olarak varlığını sürdürüyor. Öyle ki bu katmandaki bağlılık ve sevginin altını çizmek ister gibi, kitabın ilerleyen bölümlerinde Şems-i Tebrizi ve Mevlana arasındaki sevgi, anlatının küçük bir parçası haline geliyor. Bir başka katmanda, içinde yaşadığımız şehirdeki uyurgezer durumumuz üstümüze geliyor. Yine kitapta, pek çok eleştirmen tarafından göz ardı edilen, babalara ve oğullarına yönelik katman da bir hayli ilgi çekici. Kitapta az sayıda ve ancak deneyimli okurun ayrımsayabileceği mizahi unsurlar da göze çarpıyor. Boyd Tonkin’in kitap hakkındaki tespiti çok yerinde. Tonkin özetle,
Medvei’nin kitaplarında sinsi bir mizahın yattığını ancak bu mizahın, mizah yapmak değil, düşünmeye karşı ciddi ve içten bir davet amacıyla kullanıldığını, bu açıdan da Medvei’nin genç bir Londralıdan çok, Kiev, Prag veya Buenos Aires’ten meçhul bir anlatı ustasına benzediğini dile getiriyor.
D L OYUNLARINDAN UZAK Medvei’nin üslubuna gelindiğinde ise dikkati çeken ilk şey, her şeyi olabildiğince yalın ve gereksiz süslemelerden, dil oyunlarından uzak anlatmaya karşı gösterdiği çaba olacaktır. Bu açıdan kitabın orijinalini de oldukça iyi yansıttığı için Aslı Tohumcu’nun güzel tercümesini kutlayalım. Tercümede: “alan” yerine “olan” (41.sf 2.satır), “ona” yerine “onu” (107.sf 29.satır), “olduğu” yerine “olduğunu” (120.sf 16.satır) şeklinde üç yazım hatası dışında bir hataya rastlamadım. Ek olarak, bir hata olmamakla beraber 117. ve 118. sayfalardaki “öğle” kelimesi yerine halk ağzındaki “öğlen” kelimesinin tercih edilmesi, dile titizlik gösteren okurda duraklamalara yol açabilecektir. Sevilebilecek, incelenebilecek ve üzerine düşünülecek pek çok noktayı barındıran Caroline, kısa süreli (2 saatte kitabı okuyup bitirmek mümkün), okuru yormayan ve kaliteli bir okuma serüveni arayan okura, özellikle tavsiye olunur. Eğer bu kitabı sever ve sevginin hem sıkışık bir hayattan kaçmaya hem de absürtlüğüne yönelik bir başka “okuma” arzusunda olursanız, tıpkı “Caroline” gibi, insani tutkunun temellerini sorgulamaya yol açabilen, önereceğim iki kitap, Jean-Philippe Toussaint’in “Mösyö”sü (Ayrıntı Yayınları, 2000, Orjinali: Monsieur, 1986) ve henüz Türkçe tercümesi bulunmayan Ben Moor’un “More Trees To Climb” (2009) kitabı olacaktır. Aynı şekilde, öneri kitapları daha önce okuyup beğendiyseniz, “Caroline”ı okurken zevk alma ihtimaliniz de bir hayli yüksektir. Haftaya görüşmek dileğiyle… (Caroline, Cornelius Medvei, İthaki Yayınları, Çev: Aslı Tohumcu, 128 s.)
10
1 UBAT 2013 CUMA
Aydınlık KİTAP
KÜRESELLEŞME ÇİN'DEN NASIL GÖRÜNÜYOR?
Ağızlarda gevelenen gerçek Yazarlar n belki de en çok tart ma yaratacak tutumlar sosyalizmin kapitalizmin ba r nda, daha evvel kapitalizmin feodalizmin ba r nda ye erdi i gibi ye erece ine yönelik iddialar d r CENK ÖZDAĞ ozdagcenk@hotmail.com 1990 – 2007 arası yıllarda Türkiye televizyonlarında, yorumcular şu tür klişelerle giriş yaparlardı konuşmalarına: “Küreselleşmekte olan dünyamızda”, “dünyanın küresel bir köy haline geldiği çağımızda”, “sınırların kalktığı global dünyada” vb. Şimdilerde ise “yükselen Asya kapitalizmi”, “Asya kaplanlarının ağırlığını koyduğu yeni dönemde”, “Çin ABD'yi yakalarken”, “yeni bir seçenek olan BRICS ülkeleri yükselişe geçerken” türünden laflar çok moda. Tüm bu konuşmalarda ortak olan Çin'in büyük bir ekonomik atılım yaptığı gerçeğidir. Dolayısıyla, tartışmanın bu boyutu çoktan kapanmıştır. Çin büyümektedir, büyüyecektir ve Çin'de olan gelişim yenidir.
TANIMLANAMAYAN YEN L K Bu yeniliği tanımlamaya gelince, Çin'deki ekonomik sistemin yeni bir tür kapitalizm mi veya devlet kapitalizmi mi yoksa devlet sosyalizmi mi ya da sosyalizm mi olduğu konusunda bir anlaşmaya varılmaz. Bu anlaşmazlığın belki de en önemli nedeni konuşmacıların ve yazarların politik duruşlarının ve dünya görüşlerinin farklılığıdır. Çoğunluk, Ortaçağ mantığıyla deneye, verilere başvurmadan kara kitaplara dayanarak uzun uzadıya akıl yürütmekte, laf cambazlığı yapmaktadır.
YEN Y ANLADIK DA ESK NEYD ? Yeninin niteliği ve nasıl ortaya çıktığı tartışılırken eskinin kimliğinin ne olduğu tartışmaları laf kalabalığıyla geçiştirilmektedir. Eski kafalar yeniye bakarken eski seyyahların zaman zaman yaptığı gibi görmedikleri yerleri görmüş gibi, bilmediklerini biliyormuş gibi yazmaktadırlar. Bu da bizi yenilerin yeni ve eski hakkında düşündüklerini / yazdıklarını öğren-
meye itiyor. Eskinin adını koyabilirsek ne olduğunu daha rahat tartışabiliriz. Eski derken yeniye en yakın eskiyi anlıyorsak bu hiç şüphesiz “küreselleşme” olacaktır. Küreselleşme, bilişim teknolojisi sayesinde iletişimin kolaylaştığı bir olguyu işaret ettiği kadar, emperyalizmin belirli bir politikasına da denk düşmektedir. Dugin'in de belirttiği üzere küreselleşmenin bu iki yanı sürekli birbirinin yerine kullanılarak kafalar karıştırılır: Bir olgu olarak küreselleşmeyle bir siyaset olarak küreselleşme çoğu zaman bilinçli olarak birbirlerinin yerine kullanılır. Olgu olan küreselleşme konusunda incelikli bir çok araştırma yapılmakta ve olgunun doğası açığa çıkarılmaya çalışılmaktadır. Ancak siyaset olan küreselleşme konusunda kafalar hâlâ çok karışıktır. İşte bu ikinci konunun ele alınışına göre küreselleşme olgusu üzerine söylenilenler de değişmektedir. İnternetin yaygınlaşması, İngilizcenin dolaşımda olması sayesinde sağır sultanın duyabileceği şeyler dolaşıma sokulabilir hale geldi. Artık, eski ve yeniyi (küreselleşmeyi ve Çin başta olmak üzere Asya ülkelerinde uygulanan ekonomi politik rejimi) yeniyi temsil eden yazarlardan, düşünürlerden okuma şansını edinebiliyoruz. Kalkedon Yayınları 2011 yılında Pu Guoliang ve Xiong Guangqing'in kaleme aldıkları “Küreselleşme Sürecinde Kapitalizm ve Sosyalizm-Dünya Solu ve Çin'in Konumu” adlı eseri Türkçeye kazandırdı. Pınar Uygun ve Deniz Kızılçeç'in çevirisi, Adnan Köymen'in editörlüğü ve Cem Kızılçeç'in sunuş yazısıyla kazandırılan eser, yukarıda sorduğumuz sorulara Çin'in içerisinden yanıtlar sunuyor. Söz konusu kitapta küreselleşme, Soğuk Savaş sonrası dönemin ekonomi politik yapısıyla ilişkisi ele alı-
narak masaya yatırılıyor. Küreselleşme adı verilen dönemde dünya solunun nasıl konumlandığı ayrıntılı bir şekilde açıklanıyor. Değişik sosyalist akımların küreselleşme döneminde ne durumda oldukları ve küreselleşmenin somut tezahürleri karşılaştırılarak inceleniyor.
SOSYAL ST TEOR DEK TARTI MALAR VE UYGULAMALAR Bu incelemeden sonra Çin'deki sosyalist akımın bu tartışmada nerede durduğu, kendini nasıl konumlandırdığı tarihsel süreç içerisindeki uğrakları teker teker saptanarak serimleniyor. Esasında, yazarlar bu süreçleri ele alırken sosyalist teorideki kimi saflaşmalara yanıt veren yorumları da var. Söz gelimi, kapitalistlerin mülksüzleştirilmesinin nasıl olacağı, hangi politikalarla sosyalizmin zafere taşınacağı uygulamalar üzerinden tartışılıyor. Bilindiği gibi sosyalizm kapitalizmden komünist topluma geçişi içeren bütün bir sürecin adıdır. Yazarlar da bu görüşü paylaşarak kolektif mülkiyetin nasıl kazanılacağını, komünizm için bir ön şart olan bolluk ekonomisinin nasıl yaratıldığını / yaratılacağını Çin'in kapitalizm eleştirisi ve solda
Kitapta küreselle me, So uk Sava sonras dönemin ekonomi politik yap s yla ili kisi ele al narak masaya yat r l yor
kendini konumlandırması üzerinden ele alıyorlar. Yazarların belki de en çok tartışma yaratacak tutumları (ki bu tutumu Cem Kızılçeç kendi yazdığı sunuşta da sergiliyor) sosyalizmin kapitalizmin bağrında, daha evvel kapitalizmin feodalizmin bağrında yeşerdiği gibi yeşereceğine yönelik iddialarıdır. Bu iddia örtük olarak kendiliğindencilikle bilinçli ve merkezi müdahale arasındaki eski tartışmayı yeniden gündeme getirmiş oluyor. Belki de bu yeni gündem Plekhanovculukla Gramscicilik arasındaki teorik karşıtlığın ekonomi politikteki yansımasıdır. Söz konusu eser, böylesi geniş bir konuyu, büyük bir başarıyla özetlemiş, teorik tartışmaları uygulamaya, uygulamayı teorik tartışmaya yedirmişler. Üstüne bir de küreselleşme ve sosyalist akımlar arasındaki karşıtlığı ekonomi, toplumsal formasyon ve uluslararası ilişkiler gibi düzlemlerde işleyebilmişler. Dolayısıyla, Çin'deki yükselişi anlamak isteyen okurların, ekonomi, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler gibi disiplinlerde araştırma yapan kişilerin göz ardı edemeyeceği bir kaynak oluşturmuşlar. (Dünya Solu ve Çin’in Konumu, Pu Guoliang, Kalkedon Yayınları, Çev: Pınar Uygun, 296 s.)
Aydınlık KİTAP
1 UBAT 2013 CUMA
11
Boom’un delikanlıları: Marquez ve Llosa Kitab , magazinsel unsurlar bulunduran bir kurmaca yerine, usta yazarlar n tan kl nda bir tarih kitab olarak ele almak gerekiyor MELİS YALÇIN vmelisyalcin@gmail.com Angel Esteban ve Ana Gallego’nun yazdığı ve Süleyman Doğru tarafından İspanyolca aslından çevrilen “Gabo ve Mario” adlı eser Doğan Kitap’tan yayımlandı. Konu Latin Amerika yazınının iki büyük yazarının, Gabriel Garcia Marquez ve Mario Vargas Llosa’nın mektuplaşmaları olunca, o döneme damgasını vuran olaylardan bahsetmemek olmaz. Esteban ve Gallego da öyle yapmış, şair ile mimarın, sözcük sihirbazı ile evrenler yaratıcısının biten dostluklarını anlatırken, bir yandan Boom döneminin (ve dolaylı olarak o coğrafyanın) tarihçesini, mektuplar ve o dönemin tanıklarıyla söyleşiler aracılığıyla anlatmışlar. Savaşın ardından dünyanın iki bloğa ayrıldığı 60’lar, edebiyat, siyaset ve kültür anlamında adeta bir devrimler devridir. Sadece Üçüncü Dünya ülkelerinde değil, tüm dünyada yeni bir dönemin başlayacağını müjdeleyen 1959 yılı ise aslında meselenin özüdür. Politik düzlemde “Güney’in” Kuzey’e ilk gerçek meydan okuması Küba Devrimi’ne tekabül eder. Bir avuç devrimcinin Birleşik Devletler tarafından sömürülen bir adayı ele geçirmesiyle başlayan dönem, ezilen Latin Amerika’yı ve özellikle aydınları geri dönülmez bir biçimde değiştirmiştir. Batista diktatörlüğünün yıkılmasıyla, Batı kendini bir anda bir isyanlar
denizinde bulmuş, ne yapacağını bilmeden yalpalarken komünizm düşmanlığına tutunmuştur. Bu arada Küba Mario Benedetti, Garcia Marquez, Elizabeth Burgos gibi birçok aydın için sığınak olmuş ve Latin Amerika yazınını tüm dünyaya tanıtacak Boom dönemi başlamıştır. Çelik ayiniyle upuzun bacaları gizli saklı bilgeleri denizkızlarının türküsü krallığın anahtarlarıyla Kuzey’dir buyuran, ama orada, aşağılarda, başkalarının aldığı kararın acı meyvesine muhtaç bırakır halihazırdaki açlık. Güçlü umuduyla Bir de Güney var. (…) Fransız kornasıyla ve İsveçli akademisi Amerikan salsası ve İngiliz anahtarlarıyla bütün misilleri ansiklopedileri ve bütün defneleriyle Kuzey’dir buyuran. Ama orada, aşağılarda köklerinin yakınında belleğin hiçbir anıyı gizlemediği yerde meydan okuyanlar var ölüme ve adayanlar kendini diğerlerine ve imkansız denilen şeyi başarırlar böylece hep birlikte bütün dünya bilsin ki Bir de Güney var.*
DÜNYAYI DE T RMEK
Mario Vargas Llosa
Boom döneminin en önemli özelliklerinden biri, “edebiyatın dünyayı değiştirmek için kullanılabileceği” fikrini ortaya koymasıydı. Eylem adamı ile sanatçıyı ayıran çizgi Latin Amerika’da çok inceydi. Peru’da Vargas Llosa’nın (kazanamadığı) devlet başkanlığı seçimlerine girmesi, Şili’de Pablo Neruda’nın (kazanacak olan partinin) başkanlık seçimi kampanyasını yönetmesi bunun en önemli örnekleridir. Tam da burada,
Gabriel Garcia Marquez
yazarın esas sorumluluğu nedir, tartışması öne çıkar. Aslında, Sartre’ın ünlü “Yazarın Sorumluluğu” makalesinde savunduğu fikirler Latin Amerikalı aydınlarınkine büyük ölçüde uyar. Yazmak nedir? Niçin ve kimin için yazıyoruz? Sartre’a göre aydın, yaşadığı dönemin çıkmazlarına, içinde yaşadığı toplumun sorunlarına sırt çevirmeyen, eylemlerini bu koşullara göre belirleyen kişidir. Yazar her şeyden önce haklı bir davayı savunmalıdır, köleliği, emperyalizmi savunan hiçbir büyük yazar yoktur. Dostoyevski der ki, “Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur.” Bu söz, gün geçtikçe doğruluk kazanıyor. Millet topluluğu insan topluluğuna biraz daha katıldıkça, her insan millet topluluğunda biraz daha kaynaştıkça, her birimiz gittikçe daha geniş ölçüde sorumlu oluyoruz. Nazi rejimine karşı koymamış her Almanı bu rejimden sorumlu saydık. İster bizde, ister başka memlekette olsun, ırksal ya da ekonomik bir baskı oldu mu, bunu açığa vurmayanların her birini sorumlu tutuyoruz. Milletler arasında gidip gelme ve haberleşmelerin bu kadar kolay olduğu bir çağda, dünyanın herhangi bir yerinde bir haksızlık işlenmişse, hepimiz bu haksızlığın sorumluluğunu taşımaya başlarız.** Boom dönemi Latin Amerika yazınının
temelinde bir devrim hayali var, bu yönüyle Borges’in, Neruda’nın, Marquez’in, Cumhuriyet dönemi toplumcu yazarlarımız Kemal Tahir, Fakir Baykurt ve Orhan Kemal ile benzerlikleri olduğunu söyleyebiliriz. Kemalist Devrim’le beraber aydınlarımız İstanbul’un dışına çıkıp Anadolu’yu tanıma fırsatı buldu, Yunus Emre’yle, Pir Sultan Abdal’la yeniden tanıştı. Anadolu insanının yaşadığı zorlukları deneyimledi ve yazdıklarına yansıttı. Yeni kurulan devlet ile yapılan bazı devrimleri halka tanıtmayı ve benimsetmeyi görev addeden Cumhuriyet dönemi aydınları, tıpkı Latin Amerikalı muadilleri gibi siyaset ve halk arasında bir köprü oldu. Ve Sartre’ı bir kez daha haklı çıkardı. Bu kitabı, magazinsel unsurlar bulunduran bir kurmaca yerine, usta yazarların tanıklığında bir tarih kitabı olarak ele almak gerekiyor. Her ikisi de akademisyen olan yazarların titiz bir çalışmasının sonucu olan “Gabo ve Mario”, akıcı dili ve başarılı çevirisiyle okurlarını hayal kırıklığına uğratmayacak gibi görünüyor. (Gabo ve Mario, A. Esteban, A. Gallego, Doğan Kitap, Çev: Süleyman Doğru, 300 s.) *Mario Benedetti’nin “Bir de Güney Var” adlı şiirinden. **Bu metin, Sartre'ın seçme yazılarından oluşturulmuş “Çağımızın Gerçekleri” adlı kitaptan alınmıştır.
12
Aydınlık KİTAP
1 UBAT 2013 CUMA
KAPAK
İSMET KÜR
Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları Foto raf: Kadir ncesu
Onun hayat n n güzelli i uzunlu undan öte dolu dolu ya anan ve “üreten” bir hayat olmas d r. Cumhuriyetin ayd nlanma k v lc m n n bir ta y c s yd smet Kür. Bu ayd nl k duru hayat n pek çok yerinde kendini gösterdi DAMLA YAZICI damla.yazici@msn.com Bazı insanların hayatlarını öğrendiğimizde “ne insanlar var şu hayatta, dünyaya az gelir böylesi,” diyerek imreniriz ya bazen, İsmet Kür o imrenilen insanlardandı işte. Yaşlılığının o hayat dolu, dışarıya enerji saçan hali gençlere taş çıkarırdı. Geçtiğimiz hafta 97 yaşında bizlere veda etti. Beyni bedenine söz geçirememişti. Elbette onun bu duruşuna bakarak söylediklerimizin altında koca bir hayat yaşandı. Bizim “fevkalade” olarak adlandırdığımız bu yaşamı İsmet Kür bir röportajında “Yaşadıklarımda fevkaladelik görmüyorum,” diye yorumlamıştı. Bu samimi ve doğal duruşu her yerde sergilemişti. Bize göre onun hayatının güzelliği uzunluğundan öte dolu dolu yaşanan ve “üreten” bir hayat olmasıdır. Cumhuriyetin aydınlanma kıvılcımının bir taşıyıcısıydı İsmet Kür. Bu aydınlık duruş hayatın pek çok yerinde kendini gösterdi. Babası, Abdülhamit'e karşı durmuş, hürriyet sevdalısı, bu uğurda zindanlarda zincire vurulmuş, gizli hürriyet kuruluşlarında faaliyet göstermiş ve 101 yıla hüküm giymiş gazeteci ve politikacı Avnullah elKâzımi Bey'di. İsmet Kür babasını 1 yaşında kaybetmiş ve onu annesinden dinlemişti hep. Zorluhan ailesi yıllarca büyük kişilikler yetiştirmiş bir aileydi. İsmet Kür'ün ablası, yazar Halide Nusret Zorlutuna'dır. Böyle bir ailede iyi bir eğitimle yetişme şansına erişmişti İsmet Kür. Bu kökten beslenen, yazar ve eğitimcilikle hayatını sürdüren ve sona geldiğinde hayata yazar ve heykeltraş olmak üzere iki başarılı kız (Pınar Kür ve Işılar Kür) bırakan, bunu büyük bir mücadele ve dik duruşla başarmış bir isim.
CESUR B R AYDIN Bir kadın olarak tek başına ayakta kalmanın, sindirilmemenin (eğitimli bir erkek bile olsa kadına bakış, erkek egemen toplumda netti ve baskı bu egemenliğin has özelliğiydi. Sadece şekil değişikliğinden bahsedilebilirdi) bir örneği. Ruhi Su, Kemal Tahir, Füreya Koral vb. pek çok isimle uzun yıllar dostluk kurmuş ve aynı meclislerde bulunan bir isim. “Yarısı Roman” kitabında anılarını okurken bir sahnenin perde arkasını izliyormuşsunuz gibi bir duyguya kapılıyorsunuz. Sakınmadan, çarpıtmadan anlatılan anılar, bu uzun ömürde büyük bir ortak bellek sunuyor bize. Doğan Hızlan'ın da dediği gibi “Cumhuriyet kuşağının öncü insanlarının ülkenin her sorununa olan duyarlılığı ve bütün aksaklıkların düzeltilmesi sorumluluğunu kendi üstlerinde hissetmeleri” durumunun bir temsilcisiydi İsmet Kür de. Uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde yazılar yazdı. Döneme göre oldukça cesur yazılar kaleme aldı. Politikaya hep ilgili oldu. “Onuncu Sigara” adlı kitabında 12 Eylül ve işkenceleri güçlü bir anlatımla işledi. İsmet Kür, bir söyleşisinde politikaya olan ilgisinden konu açıldığında “Babamla yaşayabilseydim, fikirlerinden faydalanabilseydim, iyi bir politikacı olurdum” diyor. Yazarlığının arkasında İsmet Kür, tehlikeyi seven, hareket halindeki tramvaylara atlayan, birini biraz beğenecek olsa hakarete varan kabalıklar yapan bir genç kız, çocuklarıyla tek kelime İngilizce bilmeden 1950’lerin New York’una giden cesur bir kadın, torunlarına yük olmasın diye eline geçen eski fotoğrafları yırtıp atan bir anneydi. (Pınar Kür onun için, “Keşke daha
az anlayışlı olsaydı da, ben başkaldırmayı daha iyi öğrenseydim,” demiştir.)
SMET KÜR’ÜN “SUÇSUZ ÇOCUKLAR”I İsmet Kür, Türkiye’de çocuk ve gençlik edebiyatı üzerine ilk bilimsel araştırmaları yapan aydınlardandı. Osmanlıca çocuk dergilerinden başlayarak bütün süreli çocuk yayınları üzerine derin ve kapsamlı
araştırmalar yapmış, ilk çocuk eğitimi makalelerini yazmış, TRT radyosunda “Çocuk Saati” programını yaptığı dönemlerde birçok radyofonik çocuk oyunu üretmiştir ve bunların birçoğu sahnelenmiştir. Televizyonun evlere girmesiyle, yazdığı oyunların bir kısmı televizyonda yayınlanmıştır. Pınar Kür için annesi, şair ve doktor, şair ve milletvekili gibi ünvanlara sahip insanlar arasında, şair ve radyo yazarıydı ve dolayısıy-
Aydınlık KİTAP
KAPAK la hepsinden daha ünlüydü. İsmet Kür’ün çocuk ve gençlik edebiyatına yaptığı katkıların temelinde, edebiyat çevrelerinin içinde bulunması ve kendini geliştirmesinin yanı sıra Türkiye sorunları karşısında gerçekçi ve duyarlı olmasının da yeri vardı. Cumhuriyet gazetesinde “Suçsuz Çocuklar” araştırma dizisinin yayımlandığı dönemlerde “Çocukların Suç Nedenleri” başlığı altında yaptığı incelemeleri, daha sonraki araştırmalarda kullanılmış önemli kaynaklardır. Londra’da “Çocuk ve Gençlik Yazını” üzerine eğitim alması, New York Üniversitesi’nde “Çocuk ve Gençlik Psikolojisi” üzerine araştırmalar yapması, ardından yirmi yıllık Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği, İsmet Kür’ü çocuk edebiyatı ve psikolojisi alanında bir referans haline dönüştürmüştür. Kendi yapıtları arasında en çok “Onuncu Sigara”yı sevdiğini ve yetişkinler için yazarken daha özgür hissettiğini söyleyen yazar, sıra çocuklara geldiğinde daha duyarlı, özverili ve dikkatli olmaya çalışırdı. Kitaplarında özellikle öne çıkardığı hayvan temalarıyla, çocuklara insanlara olduğu kadar doğaya ve hayvanlara karşı da saygılı olmaları gerektiğini hatırlatmak istedi. Ona göre hayvanlar kimi kez insanlara, insanlardan daha çok yardımcı olurlar ve onları mutlu ederlerdi. (Pınar Kür, onun köpeklere olduğu kadar kargalara da düşkün olduğunu belirtmiş bir söyleşisinde.)
9’DAN 99’A... Çocuk edebiyatına Coşkun’u, Mavi’yi, Karvera’yı kazandıran İsmet Kür’ün çocukluğunda Sanvas ve Sendes adında iki hayali arkadaşı varmış. Onlarla konuştukça annesi, İsmet’in büyüyünce çok yalancı olacağını söylermiş. Ama uyarılara kulak asmayan İsmet Kür, hayal gücünü kağıda dökmeye karar vermiş ve 1927’de ilk şiirini yazmış. “Büyük Gazi” adındaki şiiri önce Çocuk Dünyası dergisinde yayımlanmış, ardından ilkokul 3. sınıf ders kitap-
1 UBAT 2013 CUMA
13
K z P nar Kür ile birlikte
larına girmiş. Kendini geliştirmek adına düzyazı çalışmaları yapan Kür, 1931’de de “Mesut Tahayüller” adındaki öyküsünü, ilk düzyazı edebiyat dergisi olan “Muhit”te yayımlatmayı başarmıştır. Ve sonraki seneler içinde, her biri ayrı yaralara dokunan, ayrı yaşamlara el uzatan, ayrı dünyaları birleştiren ve her zaman gerçekleri yansıtan öyküler, romanlar yazdı. Devrimlerin, işkencelerin arasında çocuklar çocukluklarını yitirmesin diye hoşgörüyü, barışı anlatan, hatta insan haklarından bile söz edilemezken hayvan haklarını hatırlatan kitaplar yazdı. Coşkun ve sevimli köpeği Kuzgun’un serüvenlerini, Mavi adında, insanlardan daha bilge bir köpeğin gecekondulardan villalara her türlü insanı barındıran sokaklardaki maceralarını, baharın yaklaşmasıyla eriyecek
olan kardan adamla küçük kara köpeğin dostluğunu yazdığı kitaplarında İsmet Kür, henüz fakirlik, düşmanlık gibi kavramlara zihinlerinde yer olmayan çocuklara, zamanın ve dostluğun kıymetini anlatırken, aynı eserlerde, bu kavramlar içinde boğulan ebeveynlere, eğitimcilere, politikacılara, kendi yarattıkları toplumu tüm çıplaklığıyla sergiledi. Son zamanlarında verdiği bir demeçte, yaşlılığın kendisini çok yavaşlattığını söyleyen İsmet Kür “97 yaşında bir santimi bile yitirilmemesi gereken bir nesne zaman,” demiştir. O'nun “Yarısı Roman” adlı kitabında “mektupsuz ve zamansız bir çağ” olarak tanımladığı bugün, hayatının yarısı roman olan İsmet Kür'ün ardından bu yazıyla ona el sallıyoruz.
smet Kür, hem yeti kin edebiyat nda hem de çocuk ve gençlik edebiyat nda önemli eserler vermi tir...
Ablas Halide N usret Zorlutuna ile
birlikte
İsmet Kür’ün yapıtları Yaşamak, 1945. Zehir Hafiye, 1966. (Yayımlanmamış radyo oyunu) Mutlugiller ile Beykoz Serüveni, Kiraz Bayramı, 1967. Mutlugiller, 1967-1968. (Yayımlanmamış radyo oyunu). Bizimgiller, 1969. (Yayımlanmamış senaryo). Memo ve Ay, 1969. Ay ile İkince Gece, 1969. Memo Masallar Ülkesinde, 1969. Oyuncakların Öfkesi, 1969. Memo Vahşiler Arasında, 1969. Anne Olmak, 1970. Çiçekler Sevgiyle Büyür, 1989. Onuncu Sigara, 1990. Türkiye’de Süreli Çocuk Yayınları, 1991. Mavi’nin Serüveni III, Sokak Köpeği, 1998. Kocaman Bir Örümcektir Zaman, 2001. Karvera, 2003. Coşkun’un Serüveni I, Mutlu ve Zorlu Yıllar, 2003. Coşkun’un Serüveni II, Bilinmeyene Yolculuk, 2003. Mavi’nin Serüvenleri I, Eski Ev, 2003. Mavi’nin Serüvenleri II, Yeni Dostlar Arasında, 2003. Anılarla Mustafa Kemal Atatürk, 2005. Karvera Nereye, 2005. 99. Kat Şiirleri, 2005. Yarısı Roman, 2006. Ne Güzel Şey, 2006. Yıllara mı Çarptı Hızımız, 2008.
14
1 UBAT 2013 CUMA
Aydınlık KİTAP
Nâzım Hikmet bunu da yapmış! SSCB canland rma film stüdyosu Soyuzmultfilm, bir Arnavut halk masal ndan çizgi film yapmaya karar verir. Senaryo haz rlan r, i görüntüleri haz rlamaya kal r. Bu noktada herkesi bir tela al r, zira kimse Arnavutluk hakk nda di e dokunur bilgi sunamamaktad r MURAT HATUNOĞLU murathatunoglu@yahoo.com Bir süre önce gözlerim bir fotoğraf üçlüsüne sıkça takılıyordu. Nâzım Hikmet vardı fotoğraflarda ve yanında sarışın, genç bir kadın. Nâzım hem muzip hem mutlu hem de oturaklı bakıyordu fotoğraflarda. Genç kadınsa çocuklar gibi şendi ve yerinde duramadığı fotoğraftan bile anlaşılıyordu. Kısa bir araştırmayla öğrendim ki, o fotoğraflardaki kadın Nâzım’ın Moskovalı karısı Vera Tulyakova’ydı. Hani Nâzım’ın, o hepimizin bildiği, “Vera’ya” şiirini yazmasına vesile olan, Nâzım’a “gelsene, kalsana, gülsene,” diyen kadın. “Çok şükür aşığım. Bana öyle geliyor ki bir tek insana, yüz milyonlarca insana, bir tek ağaca, bütün ormana, tek bir düşünceye, birçok düşünceye ve fikre aşık olmadan yaşamak yaşamak değildir” diyen Nâzım’ı son anına kadar aşkla yaşatan karısı.
VERA VE NAZIM Öyle bir mutluluk, öyle bir sevimlilik vardı ki fotoğraflarda, derinlerde bir yerlerde çocuksu bir güzelliğin, belki de çocukça bir başlangıcın yattığını düşündürüyordu gülüşleri. Geçen gün, YKY’den çıkan bir kitabı elime alınca öğrendim ki, sahiden de çocuksu bir tatlılık varmış Nâzım ile Vera’nın tanışmalarında. SSCB canlandırma film stüdyosu Soyuzmultfilm, bir Arnavut halk masalından çizgi film yapmaya karar verir. Senaryo hazırlanır, iş görüntüleri hazırlamaya kalır. Bu noktada herkesi bir telaş alır, zira kimse Arnavutluk hakkında dişe dokunur bilgi sunamamaktadır. Danışman aranırken, yö-
netmenlerden birinin aklına Nâzım gelir; Nâzım’la görüşmeye Vera gönderilir. Nâzım, Vera’yla gönderilen çizimleri görünce, “Sanatta natüralizmden nefret ediyorum. Şimdi içeri gömleksiz bir adam girerse bu realizm olur. Ama pantolonsuz bir adam gelirse bu natüralizmdir” der ve alır kalemini eline, başlar masalın ana hatlarını, yöre halkının nasıl giyinip kuşanacağını çizmeye. İşini bitirince sorar: “Neden size bir senaryo yazmamı önermiyorsunuz?” Vera bunun bir hayal olacağını düşünür, işi şakaya vurur. Ama Nâzım’ın şakası yoktur. Ertesi gün akşama doğru Vera’yı arar ve “Bir şeyler buldum. Bence masalım hoşunuza gidecek” der. Böylece Vera’yla Nâzım’ın çokça görüşmesine zemin hazırlanmış olur. Sonra görüşürler, evlenirler ve onlar ererler muradına, biz çıkalım kerevetine, demeyeceğim, çünkü Rusya’da Nâzım’a dair onca araştırma yapan yazar M. Melih Güneş’in “Hanene Huzur Dolsun Sevdalı Bulut” adlı kitabında anlattıkları bu kadarıyla bitmez. Nâzım “Sevdalı Bulut” isimli masalını Vera’ya getirir. Vera’nın sonradan berbat bir Rusçayla yazıldığını söyleyeceği masalın içeriği, anlatmak istediği aslında Vera’yı oldukça etkiler. Etkilenilmeyecek gibi de değildir masal; Ayşe adlı yalnız ve zavallı bir kıza sevdalanan, sırf onun bahçesi yok olmasın diye, yok olmak pahasına yağmur olup yağan sevdalı bir bulutu anlatmakta-
dır. İşin güzelliği, Vera masalı tek beğenen değildir; masal çokça kişi tarafından sevilir. Masalın senaryosu yazılır, filmi tamamlanır. Bu sırada Nâzım, sıkça görüştüğü Vera’ya sevdalanmıştır. Kim bilir, belki de ilk görüşünde sevdalanmış, masalını sevdasından yazmış, hem de ertesi akşama yetiştirmiştir. “Sevdalı Bulut” kukla film olarak 1959’da yayınlanır. Film Rusça konuşan Doğu minyatürleri tadındadır. Ve ne mutlu ki, onca sene sonra yazar M.Melih Güneş’in çabası ve Vera Tulyakova-Hikmet’in tiyatro bilimci kızı Prof. Anna Stepova’nın yardımıyla bu kayıtlar bulunur, dijital ortama aktarılır ve DVD’si “Hanene Huzur Dolsun Sevdalı Bulut” isimli kitabın kapağına takılır. Ve insanı, “önce kitabı mı okumalıyım, filmleri mi izlemeliyim?” düşüncesiyle tatlı tatlı kıvrandırır.
NAZIM’ N Ç ZG F LM Benim için kazanan, önce kitabı okuma düşüncesi oldu. Ama dayanamadım, kitaptaki tatlı anlatının ortalarında bir yerde kitabı bıraktım, filmleri izlemeye başladım. DVD’de bulunan iki filmden biri, “Sevdalı Bulut” on altı dakika uzunluğunda, renkli, Rusça sözlü, Türkçe altyazılı ve bol ahenkli. Anlatı şiir gibi akıyor, bu hem altyazıda hem de seste hissediliyor. Sesten kastım hem Andrey Babayev’in müziklerini hem de filmin Rusça seslendirmesini kap-
sıyor. Nâzım’ın şiirlerinden alışık olduğumuz ahenk ve akış öyle ki, film konudan hiç haberi olmayan birine bile dinletilse, o biri, işin içinde Nâzım Hikmet’in olduğunu tahmin edebilir. DVD’deki diğer film ise, kitapta da anlatılan “Hanene Huzur Dolsun”. “Sevdalı Bulut”tan üç yıl sonra, 1962’de yayınlanan “Hanene Huzur Dolsun” diğer filmden biraz farklı. Kukla film değil, çizgi film mesela. Ve hiçbir diyalog içermiyor anlatıda. Nâzım Hikmet, “Büyük bir değer taşıyan barış hareketine yardımcı olacak ve bütün dünyada barışı korumaya yönelik bu film yenilik olsun diye değil herkesçe anlaşılabilir olsun diye sözsüz yapılmıştır.” diyor durumu açıklamak için. Ve bizi “Sevdalı Bulut”ta hissedilen ahenkli Rusçadan sonra, “Hanene Huzur Dolsun”da da yarattığı uyumla şaşırtıyor. Hiç sözcük kullanılmayan çizgi filmdeki uyumlu akış ve izleyiciyi sıkmayış içerikle bir oluyor; üstüne bir de sözsüzlüğü buğusuyla örten müzikler geliyor; izleyici kendini çizgi filmin içinde buluyor. Gerçi, filmin içerdiği siyasi ve tarihsel konular, en azından çocuklar için, az biraz ön bilgi gerektiriyor; yoksa yer yer mecazlarla yürüyen anlatı çocuklar için biraz ağır. Tabii o yıllarda yazdığı belirtilen bir makalede, “Çizgi filmler yalnızca çocuklar için değil, büyükler içindir de.” diyen Nâzım için bu durum şaşırtıcı olmasa gerek. Ve bu çizgi filmi gören büyüklerin, çocuklar gibi, defalarca izlemek istemeleri. (Hanene Huzur Dolsun Sevdalı Bulut, M. Melih Güneş, Yapı Kredi Yayınları, 144 s.)
ÇOCUK - GENÇ
Aydınlık KİTAP
1 UBAT 2013 CUMA
15
Dinozorlar takımı Cadıları kanıt peşinde sever misiniz?
Dinozorlar Tak m , çocuklar n ara t rmac yönünü ve özgüvenini ka yor, ak llarda kalan ise yine dostluk ve payla m oluyor BAŞAK ELVAN USTA basakelvanusta@hotmail.com Hayır, dünyada çok az yaratık 165 milyon yıl boyunca dünyaya hükmeden dinozorlar kadar ilgi çekici olma şansını yakalayabilir! Yapılan araştırmalara göre 65 milyon yıl önce nesilleri tükenmemiş olsaydı kendi medeniyetlerini kurmuş olabilecek kadar akıllı oldukları düşünülen dinozorların nasıl yok olduğu bugün hala tartışılan bir konu olmaya devam ederken, çocuk edebiyatının bol ödüllü yazarı Mavisel Yener son kitabı “Çılgınlar Sınıfı- Dinozor Takımı” ile karşımızda… Çılgınlar Sınıfı’nın maceraları son hızıyla devam ederken, kahramanlarımız şimdi de dinozorlarla ilgili bilinen her şeyi değiştirecek olağanüstü bir kanıtın izini sürüyorlar. Nesli tükenmiş canlılar ile ilgili bir araştırma yaparak sunum hazırlamaları istenince; Ayşegül, Selda, Fatih ve Dorukhan’ın aklına yalnızca tek bir dev yaratık gelmişti: Dinozorlar! Ancak ödevlerini hazırlarken karşılarına çıkan bir internet sitesi onlara dinozorlar hakkında tüm bildiklerini unutturuyor, yoksa dinozorlar kuşlardan mı türemiş? Peki ya bulunan fosilin ücret karşılığında satılması, acaba bu etik mi? Türkiye’de bulunduğu söylenen bu fosilin peşine düşen Dinozor Takımı, sevgili öğretmenleri Fatoş Güneş’in yardımıyla bu sır perdesinin aralanmasına yardım ediyorlar. Sayfaları çevirdikçe, despot bir müdür yardımcısına rağmen Fatoş öğretmenin kucaklayıcı yaklaşımıyla çocukların yaratıcı-
lıklarını nasıl zorladığını gördüm. Doğru öğ-
Buram buram macera, tehlike ve sihir kokan bu öykülerde Vini’nin yapt sakarl klar size tan d k gelecek DENİZ ANTEPOĞLU denizantepoglu@hotmail.com
retmen ile çocuklar öğrenmenin ve üretmenin zevkine varıyorlar, bunu da dersi işlemenin eğlenceli bir yolu haline getiriyorlar. Araştırmalarının sonunda fosillerin nasıl oluştuğunu, nasıl çıkarıldığını, müzeler için nasıl bir araya getirildiğini öğrenip, dinozorların nasıl yok olduğunu hep birlikte tartışan halleri ise beni istemeden ilkokulda küme çalışmaları yaptığımız günlere götürdü. İnternetin olmadığı zamanlardı; konumuzu en iyi şekilde temsil edebilmek için kütüphanelerde saatlerce oturacak kadar fedakar fakat grubumuzun payına düşen tembelleri dışlayacak kadar da acımasızdık! Dinozorlar Takımı’nın yer yer hırslı ama asla takım ruhunu kaybetmeyen tavrı çocukların araştırmacı yönünü ve özgüvenini kaşıyor, akıllarda kalan ise yine dostluk ve paylaşım oluyor. Yani Çılgınlar Sınıfı’nın bizlere öğrettikleri yalnızca dinozorlarla sınırlı sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Bu dört arkadaş iyi bir ekip olmanın pozitif gücü ile sınırların ötesine geçmenin iyi birer örneği oluyorlar. Kitapta oldukça akıcı ve çocuklara hitap eden bir dil kullanılmasının yanında, öztürkçeye sadık kalmaya özellikle dikkat edilmiş, öyle ki “internet” kelimesi yerine bile “bilgisunar” kullanıldığını gördüğümde biraz garipsediğimi itiraf etmeliyim. Çocukların eğitimine katkısı olduğunu düşündüğümüz internet gün geçtikçe çocuklarımızın vazgeçilmezleri arasında yer almakta, ve yazar interneti hazırcılık yüzünden araştırmacı olamayan günümüz gençliğinin aksine “bilgi sunan” bir materyal olarak işleyerek çocukları düşünmeye davet ediyor. İşte tam da bu yüzden “bilgisunar” olarak öztürkçeleştirilmesinde hiçbir sakınca görmüyorum. Nesilleri 65 milyon yıl öncesinde tükenmiş olan dinozorların hikayesi, görüldüğü gibi hiç de bitmişe benzemiyor! (Çılgınlar Sınıfı-Dinozor Takımı, Mavisel Yener, Bilgi Yayınevi, 112 s.)
Sakar Cadı Vini’nin maceraları sizi yepyeni bir dünyaya davet ediyor. Eğer maceraya ve sihirli şeylere hazırsanız birbirinden güzel dört öykü sizleri bekliyor. Sakar Cadı Vini, diğer sıradan cadılara pek benzemiyor. En az diğer cadılar kadar sihir yapabiliyor ama yaşadığı maceralar diğer cadılara taş çıkarır cinsten. İsterseniz süpürgeye atlayıp dünyayı dolaşabilirsiniz, isterseniz sihirli değneklerden oluşmuş bir ağaçtan bir sihirli değnek de siz kapabilirsiniz. Tabii Sakar Cadı Vini kadar sakar olmamak şartıyla! Buram buram macera, tehlike ve sihir kokan bu öykülerde Vini’nin yaptığı sakarlıklar size tanıdık gelecek. Dünyada 2 milyondan fazla çocuğun okuduğu Sakar Cadı Vini’nin serüvenleri İş Bankası Kültür Yayınları tarafından Bülent O. Doğan’ın çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı. Bu seride Sakar Cadı Vini’nin bilgisayarıyla, komşularıyla, uzaylı dostlarıyla ve daha nicesiyle yaşadığı maceralar anlatılıyor. Vini’nin serüvenleri çoğunlukla talihsizlikle başlasa da ve beddualarla devam etse de sonu hep tatlıya bağlanıyor. Beddua dediğime bakmayın, aslında her biri birbirinden yaratıcı ve karnınızı ağrıtacak kadar güldürücü sözler. “Sakar Cadı Vini’nin Yaramaz
Atı” isimli bu kitapta da yine sakarlıktan Vini’nin başına gelen şanssızlıkları anlatan dört öykü bulunuyor. İlkinde tatile gitmeye karar veren Sakar Cadı Vini, yola çıkmak için araba yapıyor ancak sürmeyi bilmiyor! İkinci öyküsünde bahçesini ziyarete gelecek çocuklara sürpriz yapmak istiyor ama her zamanki gibi eline yüzüne bulaştırıyor. Ardından çay partisi macerası ve Vini’nin yaramaz atının yaramazlıklarıyla Vini’nin sakarlıkları birleşince ortaya yine keyifli bir macera çıkıyor. Kitabın bir diğer önemli özelliği Korky Paul’a ait çizimler. Çizimlerin yazılarla uyumu yerinde ve yazılardaki eğlenceyi tüm detaylarına kadar yansıtabiliyor. İş Bankası Kültür Yayınları karne gününde yine çocukları unutmuyor. Klasiklerden oluşan ve her çocuğun ulaşabileceği uygun fiyatlarla oluşturdukları serilerle çocukların kalbini kazanıyor. Serideki eserler içinde kaçırdıklarınız varsa bu fırsatı değerlendirmenizi tavsiye ederim. (Sakar Cadı Vini’nin Yaramaz Atı, Laura Owen, İş Bankası Kültür Yayınları, Çev: Bülent O. Doğan, 96 s.)
16
Aydınlık KİTAP
1 UBAT 2013 CUMA
Uç tombul uç Paula havada. Tombul vücudu bu kez daha fazla insan n gözü önünde, gökyüzünde bir zeplin gibi dolan p duruyor İREM HALIÇ irem.halic@hotmail.com 7 yaşında bir çocuk, bu yaşına dek hiç olmadığı kadar, hatta hiç kimsenin olamadığı kadar şişman. Üstelik bir hayli kalabalık olan ailesinde tek bir şişman yok, hepsi incecik. Sadece onlar değil, teyzeleri, amcaları, kuzenleri, arkadaşları, kısacası herkes… Kimden bahsettiğimi anlamışsınızdır, Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan, son dönemlerin en iyi çocuk kitaplarından biri olan “Yerde Ağır Gökte Hafif” kitabının kahramanı Paula’dan bahsediyorum. Tombul çocuk temalı kitaplar arasında, sevecenliğin, gerçekçiliğin, iyimserliğin ötesinde, okuyup da üstüne bol bol düşüncelere dalacağınız farklı bir öykü Paula’nın öyküsü. “Yazın Paula, yüksek otların arasına uzanıp, örümceklerle böceklerin, üstünde dolaşmasına izin veriyor. Sonbaharda, kurumuş yapraklar toplayıp onlarla üstünü örtüyor, ta ki, burnu dışında her yanı kırmızı ve sarı yapraklarla kaplanıncaya kadar. Kışın kara gömülüyor ve bir milyon kar tanesinin üstüne yağarak onu saklamasını diliyor. İlkbahardaysa…” Yazar böyle anlatınca, tombul vücudunu insanlardan gizlemeye çalışan bir çocuk beliriyor zihnimizde. İnsanların alay konusu olan kusurlarımızı, onlarından gözlerinden sakınmaya çalışırız ya çünkü. Ya da öyle yaptığımızı düşünürüz. Aslında yaptığımız, insanların bize hissettirdiklerinden kaçmaktır. Mesele tombul bir vücudu sergilemekten kaçınmak değil, tombul vücudumuz yüzünden insanların bizde oluşturduğu utanç duygusundan olabildiğince uzak durmaktır. Ne kadar az meydana çıkarsam o kadar az utanırım.
Paula da tombul vücudunu saklamıyor karlar altına, her yattığında içe göçen yatağını, kendisini bir türlü su üstünde tutamayan havuzu, Paula’yı her kaldırdıklarında belleri tutulan amcalarını gizliyor. Zaten artık kaldırmamayı tercih ediyorlar. Derken çok uzaklardan gelen Hiram Amcası, Paula’yı tutup havaya fırlatıveriyor. Paula havada. Sanki bir an için yer çekimi denen şey yok olmuş gibi. “Sırtında yusufçuk kanadı, kanadın üstünde de mendil olan bir tüy gibi…” Paula dahil herkes şaşkın, yalnız Hiram Amca hala neye yol açtığının farkında değil. Paula havada dakikalar değil, günler değil, mevsimler geçiriyor ve tek bir gün, tek bir gece aşağı inmiyor. Çünkü, artık istediği huzura sahip. Tombul vücudu bu kez daha fazla insanın gözü önünde, gökyüzünde bir zeplin gibi dolanıp duruyor. Ama insanların şaşkın bakışları, gazetecilerin anlamsız soruları Paula’nın umrunda değil, çünkü yerdeyken karların altına gizlediği utanç duygusu artık uçup gitti. O havuzun içinde hissettiği dayanılmaz ağırlık duygusu artık yerini vazgeçilmez bir hafiflik duygusuna bıraktı. Peter Schössow’un görüp görebileceğiniz en şirin tombul çocuğu çizdiği, sonu kalbinizde karıncalanmalara sebep olacak “Yerde Ağır Gökte Hafif”i, hazır bol vaktiniz varken bir an önce okuyup bitirin derim. Bazen böyle güzel kitaplarda bir adım önde olmak iyidir. İyi okumalar diliyoruz. (Yerde Ağır Gökte Hafif, Zoran Drvenkar, Günışığı Kitaplığı, Çev: Suzan Geridönmez, 102 s.)
ÇOCUK - GENÇ
Antik Efes’e gizemli bir yolculuk 2011 Tudem Edebiyat Ödülleri’nde ikincilik ödülüne de er görülen “Tap na n S rr ”, cesur gençlerin izinde, Antik Efes’in dünyas nda esrarengiz olaylara yelken aç yor PINAR AKKOÇ pınarakkoc@gmail.com “Rufus’un dediğine göre bütün Küçük Asya’da üretilen yünlü kumaşlar, mermer, kereste gibi mallar Efes Limanı’na getiriliyor ve burada Yunanistan’a, İtalya’ya kısacası bütün dünyaya dağıtılıyordu. Aynı şekilde Efes’e gelen mallar da doğuya akıyordu. Kentte birçok tüccar bulunuyordu. Rufus önde, iki kardeş arkada kocaman bir tahta kapıyı itip büyük bir avluya girdiler…” Melissa ve Kares’in Efes’te yaşadıklarını böyle anlatıyor “Tapınağın Sırrı”. İki kardeş babaannelerini de yitirdikten sonra kimsesiz kalırlar ve ailelerinin köklerini araştırmak üzere Efes kentine giderler. Burada başlarına tuhaf olaylar gelse de tarihte büyük değere sahip bu önemli kente dair birçok şey öğrenirler. Bu sayede kendi ailelerini de daha iyi tanımayı başarırlar. Kitabın yazarı Zehra Tapunç, Eskiçağ Tarihi bölümü mezunu. Efes’i ve burada yaşayan toplumları anlattığı kitabında bu alandaki uzmanlığından faydalanmış. Böylece çocukları bilgilendiren ve aynı zamanda bu alana dair ilgiyi arttıran bir eser çıkmış ortaya. Bundan önce “Hattuşalı Hataş”, “Kral Midas’ın Çocukları”, “Altın ülkesi Lidya” başlıklı kitaplarında da yine 10 yaş üstü çocukların ilgisini çekecek maceraları tarih bilgisiyle yoğuran hikayeler okumuştuk Tapunç’tan. “Tapınağın Sırrı”na geri dönecek olursak özetle şunları aktaralım: İki kardeş dö-
neminin en gözde kentini gezerken kentin kalbi Artemis Tapınağı’nı yakından gözlemlerler ve tapınağın varoluş amacına uygunsuz biçimde şehrin karanlık insanlarının kirli işlerine paravan haline getirilmiş olduğunu keşfederler. Yerli halk yabancılara karşı ürkektir. Oraya yolu düşen her yabancı gibi Melissa ve Kares’e de kötü davranırlar. Fakat onlar içine düştükleri bu ortamın sırrını çözmeye kararlıdır. Orada tanıştıkları Rufus ile birlikte heyecan verici olaylara karışırlar… 2011 Tudem Edebiyat Ödülleri’nde ikincilik ödülüne değer görülen “Tapınağın Sırrı”, cesur gençlerin izinde, Antik Efes’in dünyasında esrarengiz olaylara yelken açıyor. Bunu yaparken kuşkusuz tarihe dair gerçek bilgiyle bezenmiş anlatımı sayesinde eğitici bir işlev görüyor. İki kardeşin başından geçen olayların verdiği heyecan kitaba bir akıcılık kazandırıyor. Her paragrafta yeni bir durumla karşılaşan ana karakterlerin hikayesi kitabı okunur kılsa da Efes ve burada yaşamış toplumlara dair aktarılan bilgiler kimi zaman ağır kaçıyor. Toplamda yazarın uzmanlık alanından süzülüp gelen bilgi birikimiyle donanmış anlatım 10 yaş üzeri ve tarihe ilgisi olan ya da bu yönde teşvik edilmek istenen çocuklar için keyif verici ve eğitici. (Tapınağın Sırrı, Zehra Tapunç, Tudem Yayınları, 160 s.)
ÇOCUK-YENİ ÇIKANLAR
Ruby Rogers – Oyunbozan
Aydınlık KİTAP
1 UBAT 2013 CUMA
17
Filozof Çocuklar Kulübü: Peki Ama Ben Kimim?
Güne i K rm z ya Boyayan Çocuk
Odd ve Ayaz Devleri
Seran Demiral, Final Kültür Sanat Yay nlar , 128 s.
N. Aylin Atilla, Mandolin Yay nlar , 32 s.
Neil Gaiman, thaki Yay nlar , Çev: Emine Ayhan, 104 s.
Ruby, evinde bir pijama partisi vermek ister, ama annesinin buna izin verip vermeyeceğini bilemez. Üstelik evde herkese yatacak yer de yoktur. Tüm arkadaşlarını çağırmazsa onlar tarafından dışlanmaktan korkan Ruby, herkesin gönlünü hoş tutmaya çalıştıkça çıkmaza girer. Acaba arkadaşları ve ailesiyle arası bozulmadan bu işten sıyrılabilecek midir? Gözyaşları, tartışmalar ve muzipliklerle harmanlanmış yeni bir Ruby Rogers macerası daha...
Kaan ile Ece, Sevim’e ait olan bir defteri okumaya başladıklarında, bilmedikleri bir dünyayı keşfettiler. Bu dünya “felsefe” dünyasıydı. Ece, Kaan, Zeynep, Barış ve Sevim hem ortak noktalarını, hem de birbirlerine hiç benzemeyen yönlerini görerek, kim oldukları üzerine düşünmeye başladılar. “Filozof Çocuklar Kulübü”ndeki tartışmaları, serüvenleri, Ece’nin kim olduğunu keşfettiği bu ilk kitap ile başladı. Bu kitap aynı zamanda felsefe tarihine, filozofların dünyalarına açılan bir kapıydı; “Filozof Çocuklar Kulübü”nün sadece meraklı çocuklara ve gençlere görünen kapısı...
Güneşin neden bazen kırmızı bazen de sarı olduğunu hiç merak ettin mi? En büyük hayali getir-götür işlerinden kurtulup denizlere açılmak olan Ali yine bir gün babasına yardım ederken sandalında oturan mutlu bir adamla karşılaşır. Adam yaptıkları işten mutluluk duymayan çocuklara masallar anlatan bir masalcıdır. Masalcının o gün Ali için anlattığı masal o kadar güzeldir ki, Ali’ye dünyadaki her şeyin bir sebebi olduğunu gösterir. Sen de bu kitabı okuyunca, tıpkı Ali gibi güneşin ve onu kırmızıya boyayan çocuğun macerasını dinleyebilir, hatta güneşi batmadan yakalayabilirsin.
2009 yılında “Mezarlık Kitabı”yla Newbery Medal alan Neil Gaiman’dan zekice kurgulanmış eğlenceli bir roman... Konusunu geleneksel Nors mitolojisinden alan “Odd ve Ayaz Devleri”, okuru devlerin ve Tanrıların ülkesinde vahşi ve büyülü bir yolculuğa çıkarıyor. Vikingler döneminde, Norveç’te bir kasabada Odd isimli bir çocuk yaşar. Odd hep çok şanssız bir çocuk olmuştur. Odd kasabadan ormana gittiği bir gün ayı, tilki ve kartalla karşılaşır. Bu üç sıradışı hayvanın Odd’a anlatacakları bir hikâyeleri vardır. Şimdi Odd, Tanrılar şehri Asgard’ı Ayaz Devleri’nden kurtarmak zorunda...
Avantia Günlükleri Kötülü ün Pe inde
Özgürlü ünü Arayan Kelebek
Salyangoz ile Balina
Mary Poppins Kap y Aç yor!
Adam Blade, Beyaz Balina Yay nlar , Çev: Rose Mary Samano lu, 192 s.
Tülin Koziko lu, Redhouse Kidz Yay nlar , 40 s.
Julia Donaldson, Popcore Yay nlar , Çev: Y ld r m Türker, 32 s.
P. L. Travers, Kelime Yay nlar , Çev: Semin Say t, 224 s.
Tanner ile onun Alev Kuşu Firepos, Kurt-Canavar Gulkien ve onun Seçilmiş Binicisi Gwen’le karşılaştıktan sonra güçlerini onlarla birleştirirler. Gwen’in kardeşi Geffen, onlara ihanet etmiş, Ölüm Maskesi’nin eksik parçasının Derthsin’in eline geçmesine neden olmuştur. Derthsin, bir yandan da maskenin diğer üç eksik parçasını aramaktadır. Tanner ve yeni yol arkadaşları, eksik parçayı Derthsin’den geri almak ve diğer parçaların yerini öğrenmek için zorlu bir mücadele verirler. Bu mücadele sırasında bir de sürprizle karşılaşacaklardır.
Yemeğini arayan tırtılın maceraları devam ediyor. “Meraklı Gezginler Serisi”nin ikinci kitabı olan “Özgürlüğünü Arayan Kelebek”te serinin ilk kitabında tanıştığımız tırtıl artık bir kelebeğe dönüşüyor. Rengârenk kanatlarını çırpan kelebekle birlikte dört farklı mekânda geziyoruz. Hem bir yetişkin ile birlikte okunabilecek hem de okumayı yeni öğrenen çocukların ilk kitapları olarak kütüphanelerinde yer alacak bu kitabı üç yaş ve üzerindeki tüm çocuklara tavsiye ediyoruz. Meraklı gezginler için yolculuk devam ediyor!
Sue Limb, Alt n Kitaplar, Çev: pek Demir, 112 s.
Deniz salyangozu koca kayayı kaymış dolanmış... Gözleri bir denize bir rıhtımdaki gemilere dalmış... Bakarken derin bir nefes alıp içini çekmiş... “Deniz derin, dünyaysa gepgeniş! Ah keşke ben de yelken açıp gezsem çok!” demiş minik salyangozcuk... Bir salyangoz ve bir balinanın yerin yüzlerce metre altından, okyanusun derinliklerinden dünyaya nasıl baktıklarını okuyacaksınız.
Mary Poppins maceraları yine çok şaşırtıcı, çok eğlenceli, inanılmaz! Bu maceralarda dilerseniz kuşlar gibi havada uçabilirsiniz; her şeyi bildiğini sanan Kral’a ders veren kedi olabilirsiniz; mermer çocuk için üzülebilir, nane şekerinden atlara binip kahkahalar atarak gökyüzünde yarışabilirsiniz... Peki ya Yükselen Su Partisi’nde Tiddy-um-pom-pom müziğiyle dans etmeye ne dersiniz? Ama acele edin: Bütün bunları, Mary Poppins Öteki Kapı’yı açmadan yapmalısınız! “Mary Poppins Kapıyı Açıyor”, P.L. Travers’ı dünya çapında üne kavuşturan altı kitaplık serinin üçüncü kitabıdır.
18
Aydınlık KİTAP
1 UBAT 2013 CUMA
YENİ ÇIKANLAR
Bat k Liman ve Ba ka iirler
Esneyen Adam
Metternisch’in Osmanl Politikas
Büyük Matematikçiler
Giuseppe Ungaretti, Can Yay nlar , Çev: Cevat Çapan, 112 s
Feryal Tilmaç, Yap Kredi Yay nlar , 112 s.
Hüner Tuncer, Kaynak Yay nlar , 192 s.
Joan James, Bankas Kültür Yay nlar , Çev: Cumhur Öztürk, 611 s.
Yirminci yüzyılın en önemli İtalyan ve Avrupalı şairlerinden biri olan Ungaretti, bütün şiirlerini topladığı kitaba “Bir İnsanın Hayatı” adını vermişti. Yoğun ve yalın bir dille yazılmış bu şiirlerde, doğup büyüdüğü İskenderiye, Afrika’nın uçsuz bucaksız çölleri, kıyılarını yakından tanıdığı Akdeniz, yenilik yaratan sanatçılarla tanıştığı Paris, siperlerinde savaştığı Kuzey İtalya’nın dağları, Brezilya’da geçen hocalık yılları da dile geliyordu bu şiirlerde. Hem de Ungaretti’nin İtalyan diline kendine özgü bir yalınlıkla kazandırdığı bir ritim ve lirizm zenginliğiyle...
Bu öyküler sanatın ve düşüncenin etrafını karbonmonoksit bulutu gibi saran popüler kültüre, aslolanın değersizleştirilmesine, görünme derdine, temelsizliğe, kültürsüzleşmeye, aşkın, inancın, etiğin, vicdanın kalıplara dökülmesine, aynılaştırma çabalarına, içi boş klişelerin tümüne ve dayatmalara ve hoyratlıklara ve özensizliklere kendi halinde bir karşı çıkıştır. “... bitap düşene kadar kendimi, hissettiklerimi, arzumun nesnesini, bu nesnenin sahiden de bir nesne olmasının garipliğini, içine düştüğüm imkansızlığı, zaten hissettiklerimi aşk yapan gizin tam da bu imkansızlıkta yattığını tartıp döküyordum.”
Doç. Dr. Hüner Tuncer, on beş yıl boyunca aralıklarla çalıştığı Avusturya ve Danimarka arşiv ve kütüphanelerinden elde ettiği bilgileri, yalın ve akıcı üslubuyla okuyucunun bilgisine sunuyor. Bu kitap, Avusturya Başbakanı Metternich hakkında ülkemizde yapılmış ilk monografik çalışma. Avrupa’da XIX. yüzyılın ilk yarısında tutuculuğun simgesi olarak gösterilen Metternich’in bazı görüşleri şöyle: “Hükümet, devrimci güçleri bastırmalı ve bunlara karşı savaşmalı. 1832’de Avrupa’da tek bir ciddi sorun vardır; o da devrimdir. Devrimler, halk yığınlarının zenginleri soyma girişimleri ve bir doğa felaketidir.”
Loan James bu önemli çalışmasında günümüzden 300 yıl geriye uzanarak altmış büyük matematikçinin biyografilerini kaleme alıyor. Kitap matematikçilerin bilimsel başarılarının yanı sıra her biri oldukça merak uyandırıcı yaşam öyküleri üzerinde de titizlikle duruyor. Kronolojik olarak düzenlenmiş biyografilerle matematiğin yıllar içinde hangi toplumsal koşullarda geliştiğine dair çarpıcı bir tablo sunuluyor. Bilimsel ve teknik ayrıntıları asgaride tutan kitap konuya ilgi duyan bütün okurları modern gelişmeleri kolayca izlemeye davet ediyor.
Rab ta’n n Zab tas
Sanat
Sanat n Tüm Öyküsü
Tutsak Ça r m
I k Kansu, um:ag Yay nlar , 120 s.
Kolektif, NTV Yay nlar , Çev: Derya Nüket Özer, 512 s.
Kolektif, Hayalperest Kitap, Çev: Firdevs Candil Çulcu, Gizem Aldo an, 576 s.
Gül Y ld z, Marjinal Kitap, 80 s.
“Rabıta’nın Zabıtası’, ‘Rabıta’ kitabından 26 yıl sonra yayınlanıyor ve ilk kaleme alındığından bu yana olaylar ile kişilerin üzerinde öbeklenen tozları silkeleyerek, şu anda, büyük Rabıta planının hangi noktaya varmış bulunduğunu gösteriyor.” 4+4+4’lü eğitim sisteminin bütün yapı taşlarının nasıl Rabıta örgütü tarafından sabırla hazırlandığını görüyor, olaya, daha aydınlatıcı bir açıdan bakma olanağını buluyorsunuz. “Rabıta’nın Zabıtası”, Rabıta’nın güncel halini ortaya serdiği gibi, usta ve çırak ilişkisi içinde olmuş olan iki Rabıtalı araştırmacı usta yazarın, gönül ve fikir rabıtasını da ortaya seriyor.
NTV Yayınları’nın çok satan serisinin son kitabı: Batı sanatını tarih öncesinden alıp günümüze kadar inceleyen bir rehber: "Sanat". Mağara resimlerinden Sistine Şapeli’nin tavanına, Rembrandt’tan Andy Warhol’a “Sanat” kronolojik sıraya göre bütün çağları (Antik dönem, Ortaçağ, Rönesans) önemli akımları ve tanınmış sanatçıları ele alıyor. Bölüm başlarındaki giriş yazılarında o döneme ait politik, sosyolojik ve bilimsel gelişmelerden bahsediyor. Görselleri ve okuması rahat metinleriyle Batı sanatının kısa ve öz bir tarihçesini sunan “Sanat”, herkesin edinmesi gereken bir başvuru rehberi.
“Sanatın Tüm Öyküsü”, sanatı ilkel toplumlardan beri dünya çapında yaşanan toplumsal ve kültürel gelişmeler bağlamına yerleştiren net ve doğrudan bir tarihsel panoramayla başlıyor. Kronolojik olarak düzenlenmiş bu kitap sanatsal gelişmelerin izini dönemden döneme ve akımdan akıma sürüyor. Görsellerle desteklenen geniş kapsamlı metin, resimden heykele, sanatın tüm üsluplarını barındırıyor. Belli başlı sanatçıların çalışma ve fikirlerinin ayrıntılı analizleri, bir sanatçının diğer sanatçıları nasıl etkilediğini ve çalışmalarıyla neye erişmeye çalıştığını ortaya koyuyor.
İnanmak günahmış bu cehennemde, tövbemizi boynumuzda taşıyoruz. Bildiğiniz bir sır yok mu hâlâ, koynumuzda saklamak için. Yeter ki beni artık ele vermeyin. Çünkü her yeni gün şimdi yabancı bana. Ah, yoksa siz de mi kırgınsınız Tanrıya? Oysa benim sitemim kilitli zamana. Yalvarırım kum saatini bir kez daha çevirelim. Yoksa beklemektense ölmeyi mi seçelim? Gül Yıldız genç bir yazar. Bu ilk kitabında, yeni yetme kalemini fütursuzca savuruyor; hayatın içinden, bu kaosun ortasından geçerken ruhunu yaralayanlara. Duyarlı ve kırılgan; ama asla boyun eğmeyen bir dil...
YENİ ÇIKANLAR
Aydınlık KİTAP
1 UBAT 2013 CUMA
19
stanbul’un Fethi
Romanov Komplosu
Lenin ve Halk E itimi
Yayl Bacak Jack
Dukas, Kabalc Yay nevi, Çev: V. Mirmiro lu, 244 s.
Glenn Meade, K rm z Kedi Yay nevi, Çev: Ali Cevat Akkoyunlu, 504 s.
Nadezhda Krupskaya, Evrensel Bas m Yay n, Çev: Özgür Metin Demirel, 136 s.
Mark Hodder, Alt k rkbe Yay nlar , Çev: Gonca Gülbey, 480 s.
Müslüman ülkelerin başkentlerine ulaşan İstanbul’un fethi haberi sevinç ve coşku ile karşılanıp camilerin kandilleri sabaha kadar yakılırken Hırıstiyan dünyasında ise büyük bir üzüntüye ve acıya sebep olmuştur. Dukas, bu acıyı Eski Ahid’deki Yeremiya’nın Kudüs üzerine yazdığı ağıtlardan alıntı yaparak şöyle haykırır: “Ey güneş titre! Ey arz, sen de titre ve adil hâkim olan tanrının günahlarımız için neslimizi tamamen terk ettiğinden ağla ve inle! Bakışlarımızı gökyüzüne çevirmeye layık değiliz, yalnız yüzümüzü yere koyarak tanrıya hitaben, ‘Adilsin ve kararların adalete dayanmaktadır!”
Dr. Laura Pavlov, 20. yüzyılın en büyük muammalarından birine ışık tutacak bir gizemi çözmek üzeredir. Rusya’nın Yekaterinburg şehrinde yapılan bir kazı sırasında, son Çar ve ailesinin 1918 yılında infaz edildiği bölgede, buz içinde bozulmadan kalmış bir ceset bulunur. Bu yeni bulgu, Romanov ailesinin ortadan yok olmasıyla ilgili yeni ipuçları sağlar. Ülkemizde de geniş bir okur kitlesine sahip olan Glenn Meade, tarihsel gerçeklere dayanarak yazdığı Romanov Komplosu’nda, savaşın zor koşullarında, temelinde tarihin en çarpıcı olaylarından birinin olduğu, aşkın ve dostluğun sınandığı, nefes kesici bir hikâye anlatıyor.
Elinizde tuttuğunuz bu kitap N. K. Krupskaya tarafından halk eğitimi ve politeknik eğitim konularının değişik yönleri ve detayları ile kaleme alınan ve sosyalist toplumun inşasında pedagojik eğitim ve aydınlanma çalışmaları, yeni nesillerin eğitilmesi ve yetiştirilmesi konuları üzerine yoğunlaşan makalelerinden oluşmaktadır. Krupskaya, yeni sosyalist okul hakkında kaleme aldığı makalede bilime ve Marksist-Leninist çizgiye sadık kalarak, okulun sosyalizm koşullarında nasıl olması gerektiği, çalışma ve emek ekseninde, politeknik eğitim konularında bilimsel sosyalist bakış açısını ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaktadır.
“Ekim sonu, yılın büyük okuma sezonu başlar. Şu andan Noel’e kadar akşamlar uzar, çimler ve bahçe uzun bir kış uykusuna yatar ve serin havalar, kır yürüyüşlerine ve semt gezintilerine ve ardından da iç ısıtan içeceklere davetiye çıkarır. Bu, pazen gömlek ve yün battaniye havasıdır. Bu, hayalet hikayelerinin, yavaş yavaş okunan tarihi romanların ve maceracı cesurların heyecanlı öykülerinin zamanıdır.” Ve mevsim hafif bir kışa sarmaya başlar O karanlık, sıcak, uzun gecelerde zihninizde sıcak, keyfli, masalsı, arkakik bir tat bırakacak olan “Yaylı Bacak Jack” tüm bu koşulları düzgünce harmanlıyor.
Barbarl ktan Uygarl a Politika ve Devrim
Kahverengi Veba
Feminist Öznelerin Kurulu u
Ya am Sanat nda Ustala mak
Okan Gökay Emgengil, Berfin Yay nlar , 451 s.
Daniel Guerin, Habitus Kitap, Çev: Volkan Yalç ntoklu, 160 s.
Kathi Weeks, Otonom Yay nc l k, Çev: lkay Özküralpli, 240 s.
Benjamin Zander, Rosamund Stone Zander, Optimist Yay n Da t m, Çev: Evin Kantemir, 236 s.
Politika, sömürenlerin süregelen egemenliğine destek veren ideolojiler bütünü müdür? Okan Gökay Emgengil bu kitabına, uygarlıklar kavramıyla girerek Doğu-Batı çelişkisinin çarpıcı bir sorgulamasını yapıyor. İnsanlığın barbarlık-uygarlık aşamasından tekrar barbarlığa geçiş sürecini anlatıyor. Emgengil okuyucuyu, siyasal ideolojiler, devrimler ve stratejik rekabet merkezleri arasında, çarpıcı bir yolculuğa çıkarıyor. Politika konusunda, Eski Yunan’dan günümüze kadar bize anlatılan birçok kavramın gerçekleri yansıtmadığını düşünen yazar, fena halde kandırıldığımıza inanıyor...
“Kahverengi Veba”, Hitler faşizminin bir ifadesidir. Hızlı ve fark ettirmeden nüfuz eden oldukça yaygın kitlesel bir hastalıktır. Onu gören, teşhis eden, ona seslenen ve ona karşı mücadeleye çağıran bir tanımlamadır. Bugünden oldukça uzakta, geçmişte kalmış gibi duran ancak yağ lekesi gibi etrafta genişlemeye devam eden faşizmin günümüz dünyasındaki şifrelerinin en önemli tarihsel belgelerindendir. Zamanını ve Almanya’yı aşarak bugünlere ışık tutacak, her zaman olası tehlikelere karşı uyanık kalmayı sağlayacak tanıklıklar ve deneyimler silsilesidir...
Kathi Weeks, “Feminist Öznelerin Kuruluşu” adlı çalışmasında, 1980’li yıllarda yürütülen modernizm/post-modernizm tartışmasının ötesine geçerek, günümüzde feminist öznelerin kuruluşuna dair yeni olanaklar üzerine düşünmenin önünü açıyor. Modern ve post-modern özne kuramlarının ve bunların felsefi temellerinin, feminist düşünce ve pratik üzerindeki etkilerini tarihsel bir yaklaşımla inceliyor. İster metafizik isterse doğallaştırıcı olsun özcü yaklaşımların dışında özcü olmayan bir feminist yaklaşımın nasıl kurulabileceğini araştırıyor.
“Rekabetçi bir dünyada engelleri aşarak ilerleme stratejileri sunan ‘nasıl yapmalı’ kitaplarının tersine bu kitabın amacı okurun mücadele dünyasından çıkarak sonsuz olasılıklar evrenine yelken açmasına yardımcı olmaktır. Gündelik yaşamda bizi engellediğini düşündüğümüz birçok koşulun sadece varsayımlarımızın çerçevesinden bakıldığında öyle göründüğünü öne sürüyoruz. Aynı koşulları başka bir çerçeve içinde ele aldığımızda yeni yolların açıldığını görürüz. Kitabın her bölümünde bu yaklaşımın başka bir yönünü sunuyor ve sonsuz imkânları hayatınıza taşımanın yeni bir yolunu tarif ediyoruz.”
20
Aydınlık KİTAP
1 UBAT 2013 CUMA
Tasavvuf ve postmodernizm Bu kitap, bni Arabî’nin tüm zamanlar n varolu çusu ya da postyap salc s oldu unu iddia etmek yerine, tasavvufu ve yap sökümü anlamay amaçl yor HASAN AYDIN OMÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Ian Almond’un kitabının Türkçe baskısına yazdığı önsöze bakılırsa kitap, 1999-2000 yılları arasında altı aydan uzun süren bir zamanda Kayseri, Talas’ta kaleme alınmıştır. Yazar, İbn Arabi’ye olan ilgisini, ‘bir arkadaşım, ilahiyat profesörü ve Sufi şair’ diye nitelediği Turan Koç’a bağlamakta, daha da önemlisi, bir edebiyatçı olarak mistik düşünceye ilgisinin doktora yıllarına değin geriye gittiğini söylemektedir. Doktora tezi, İbn Arabi’nin vefatından yirmi yıl sonra bir Alman kasabasında doğan ve “Tanrı’ya beni Tanrı’dan kurtarması için yalvarıyorum” diyen Hıristiyan mistik Meister Eckhart üzerinedir. Ian Almond incelemesine, Orhan Pamuk’un “Kara Kitap” adlı romanından bir alıntıyla başlıyor.
PAMUK’UN BN ARAB AKASI “O ara biri ‘en büyük egzistansiyalist’in İbni Arabî olduğunu, Batı’dakilerin yedi yüz yıl sonra, yalnızca ondan çalıp çırpıp taklit ettiğini yazmıştı.” Bütün düşünce tarihi, belki de el altından yapılan hırsızlığın itinalı bir belgelendirmesinden başka bir şey değildir. Bugün Batı’da Herakleitos ve Augustine’den Aquinas’a, varoluşçuluğun öncüleri sayılabilecek şahsiyetler güncelliklerini korurken, Pamuk, Doğu’daki İslamcı/milliyetçi odakların, Batı’nın temelleri üzerindeki hak iddialarına bir örnek olarak İbni Arabî’yi kullanmaktadır. Modern kültürü ve yüzyılların bütün düşüncelerini tek bir kültürel kaynak adına yeniden kendilerine mal eden birçok eleştirmendeki bilindik yerel içgüdüleri, parodileştirme yoluyla ifade etmektedir Pamuk. Arabî’nin Dante’nin “İlahi Komedya”sı üzerindeki iddia edilen etkisi, birçok hüsnükuruntu tadındaki hermenötik arasından bir örnek olarak alıntılanmıştır. Ama bu kitap, Pamuk’un şakasındaki gibi, İbni Arabî’nin tüm zamanların varoluşçusu ya da postyapısalcısı olduğunu iddia etmek yerine, tasavvufu ve yapısökümü anlamayı amaçlıyor. Bu çalışmanın niyeti bir 13. yüzyıl mutasavvıfını bir postmodern teorisyene çevirmek olmadığı gibi Jacques Derrida’yı da İslâmîleştirmek veya yazılarını İslâmî mistik bir forma dönüştürmek değildir.
İbni Arabî ile Derrida arasındaki ilişki tam olarak nedir? Bir mutasavvıfın kullandığı kelimeler, “gerçekten bir ateist gözüyle bakılan” çağdaş bir Fransız teorisyeninin çalışmalarıyla benzerlik arz edebilir mi? Yapısökümün metaforları, stratejileri ve motifleri bütün anlamlarını tasavvufla bir mukayese bağlamında değiştiriyor mu? İbni Arabî bize Derrida’yı farklı şekilde okumayı öğretebilir mi; ya da Derrida İbni Arabî’yi?”
AYNI TEMELDE K FARKLI ARGÜMAN Ian Almond, ortaya attığı sorulara yanıt bulabilmek için, yapıtı giriş hariç dört ana bölüme ayırıyor. İlk bölümde, “Aklın Zincirleri” başlığı altında, Sufi düşünce ile Yapısökümün rasyonel düşünce ve rasyonel metafizik karşıtlığını, bir tür özgürleşme projesi olarak sunuyor. Bu bağlamda, İbn Arabi’nin Hakk’ın ya da Tanrı’nın özünün bilinemeyeceğini gösterirken kullandığı argümanlar ile, Derrida’nın differance kavramsallaştırmasının ortak noktalarını gözler önüne seriyor. Literal olarak ne bir kelime ne de bir kavram olan Derrida’nın differance terimi, Tanrı veya bir tür apofatik/nagatif teoloji ile bağdaştırılmaya çalışılıyor. Yazar bölümün sonunda, Hakk ile Differance esrarengiz bir biçimde benzer görünüyorsa, birtakım ortak özellikleri –isimsizlik, radikal ötekilik, somutsuzluk/görünmezlik/düşünülmezlik zamansalsızlık ve bunların yanında onların paradoksal meydana getirme işlevleri- paylaştıklarından dolayıdır, diyor. “Hayrete Düşmenin Dürüstlüğü” ana başlığını taşıyan ikinci bölümde, yazar, İbn Arabi ve Derrida’da ortaya çıkan karışıklık, karşıtlık, şaşırma, söylenmeyeni bulup ortaya çıkartma, şaşkınlık yaratma ve sistem karşıtı olma gibi unsurlardaki benzerliklere dikkat çekmektedir. Ona göre, Derrida ve İbn Arabi’nin şaşkınlığa karşı tutumları, onların sistemlere ve sistem inşa edenlere karşı itimatsızlıkları, serahati belli bir durumun cahilliğinden gelen bir illüzyon olarak tasvir etmeleri, kendisini açığa vurmadan bütün tecellilerin/metinlerin içine işleyen dinamik belirli bir kuvvet anlayışları, hakkında düşünmeyi deneyenler için Öteki’ye bir anlık bakışa izin veren hayret maka-
mında olan inançları… Tüm bu gözlemler bizi hayret ve şaşkınlığın kaçınılmazlığı sonucuna iletmektedir. “Kitabın Bilgeleri” adlı üçüncü bölüm, İbn Arabi’nin kutsal metinlere yönelik geliştirdiği hermenötik ile Derrida’nın postmodern yapısökümcü hermenötiği karşılaştırılıyor. Her iki yaklaşımda da, radikal öznelci vurgu, yani metnin yazarının, bağlamın, kanonun ölümü ön plana çıkarılıyor, İbn Arabi’nin Kuran’ın her şeyi içerdiği, sınırsız bir umman olduğu, Tanrı’nın her an farklılaşarak tecelli ettiği temasıyla, Derrida’nın her metnin münasip tek anlamı yoktur, aynı özne bir metni ikinci kez okuyamaz, anlam sürekli saydamlaşır temaları benzeştiriliyor. Dördüncü bölümde ise, “Zevk-i Esrar ve Boşluk” ana başlığı altında, sır ve illüzyona ait iki düşünürün görüşleri ele anlıyor. Ian Almond, yapıtın sonlarına doğru, yeni Platonculuğun Tanrı hakkındaki negatif konuşmasına atıf yapıyor. Böylelikle İbn Arabi ile Derrida’nın ortak kaynaklarına değiniyor. Bu değiniden sonra şöyle diyor: “Hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde, en sonunda vardığımız sonuç, İbn Arabi gibi Sufi düşünürlerin Tanrı hakkında konuşmasının Derrida gibi post-yapısalcı düşünürlerin yazı hakkında konuşmasına esrarengiz bir biçimde bir benzerlik arz etmesidir. Ne yazı ne de Hakk hiçbir zaman bir şeyler için bir merkez olarak yeteri kadar durmamaktadır; bu çalışmada öne çıkardığım birbirinden yedi yüzyıl uzak olan bu iki düşünür, kendi akranlarının bu duruma karşı körlüklerini akla getirmeye cüret ettikleri için şiddetle kınandılar ve kötülendiler... ”
TASAVVUF VE YAPISÖKÜMÜ Yapıt, bir bütün olarak bakıldığında, Tasavvuf ve Yapısökümü arasında ilişki kurmak isteyenlere, ideolojik olarak Yapısökümün temellerinin Batı’dan önce İslam dünyasında atıldığı iddiasını görmeyi arzulayanlara, daha da önemlisi Batı kültürüne İslamın katkısı konusunda bir şeyler duyma beklentisi içinde olanlara pozitif hiçbir katkıda bulunmuyor. Çeviri
dili olarak metni bir parça sıkıntılı olsa da yapıt, kanımca ufuk açıcıdır; nesnel temelleri göz ardı eden, metnin kendinde bir anlamının olmadığını söyleyen hermenötik yaklaşımı benimseyenler için ilginç bir zihin jimnastiği içeriyor. Tabi nesnelci bir hermenötük yaklaşımı benimseyenler için, Derrida gibi şöhretli bir modern filozofun differance gibi temel bir teriminin Yeni Platoncu mistik temele dayandığını görmeleri, yorum anlayışının mistik, Batıni-ezoterik geleniğin kısmi reformlarla bir tür tekrarı olduğunu fark etmeleri oldukça aydınlatıcı olacaktır. Kitap, İbn Arabi ve Derrida’nın metni anlamsızlaştıran hermenötik yaklaşımını özlü bir biçimde ortaya koymasına rağmen, bunun hakkında tek bir eleştirel deyişe yer vermiyor. Bu durum, Ian Almond’un kendi hermenötik yaklaşımı konusunda bir fikir verdiği gibi, kitabın kendinde anlamlılık sorunu bakımından ilginç bir çelişkiye yol açıyor. Dikkatimi çeken bir diğer önemli husus, İbn Arabi’nin Hakk’ın ya da Tanrı’nın tanımlanamazlığını, sınırlandırılmazlığını ortaya koyarken, Mutezile ve Eşarileri karşı karşıya konumlandırması ve sanki ilkinin tümüyle aşkıncı ikincisinin ise tümüyle içkinci bir Tanrı tasavvuru ortaya koyuyormuş gibi sunulmasıdır. Oysa bu sav Mutezile ve Eşarileri doğru yansıtmamaktadır. Yine Eşarilerin tümüyle pozitif bir teoloji yanlısı gibi gösterilmeleri de bana gerçekçi gelmiyor. (İbn Arabî ve Derrida: Tasavvuf ve Yapısöküm, İan Almond, Ayrıntı Yayınları, Çev: Kadir Filiz, 176 s.)
GÜLDEN TERAZİ
Aydınlık KİTAP
1 UBAT 2013 CUMA
21
NAMIK KEMAL’İN KİTAP YASAKLAYANLARA KARŞI 137 YIL ÖNCEKİ TAVRI
Bu kitapları okumaktansa hapis yatmak daha iyidir Magosa Kalesi’nden denize bakarak kalemini hokkas na bat ran Nam k Kemal, ntibah’ta air duyu unu kâ da dökmektedir asl nda. Tek yönlü ki ilerin kendi özgür iradeleriyle davranamad klar romanda pe pe e gelen cinayet ve ölümler, ntibah’ bir yandan da polisiyeye çevirir MECİT ÜNAL mecitunal@aydinlikgazete.com “Taaşşuk-u Talat ve Fitnat”ı bilmemesi olanaksız olan Tanpınar’ın “İntibah”ı ilk romanımız kabul ederek Şemsettin Sami’nin 1872-73’te üç cüz yayımladığı bu eserini romandan saymadığı anlaşılıyor. Tanpınar’ın “şark hikâyesi” dediği Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı gibi geleneksel halk hikâyelerinden başka, batı romanından da birçok özelliğin bulunduğu Talat ve Fitnat’ın Aşkı romanının özelliği ve önemi, kendi zamanında anlatım dili ve konusu bakımından yeni ve yerli olmasından gelmektedir. Daha önce de yazdığım gibi, Talat ve Fitnat’ın Aşkı başta olmak üzere, modern Türk romanının başlatıcısı Halit Ziya Uşaklıgil’e gelinceye dek ilk Türk romanlarının hemen hepsi, bu türün ilk örnekleri olmanın tüm kusurlarını taşıma özverisinin bir kısmını ortaklaşa üstlenmişlerdir. Kendilerine Yeni Osmanlılar diyen/denilen daha geniş bir aydınlar kuşağı söz konusu olduğunda bu özveriyi sadece edebiyat ve romanla da sınırlayamayız. Sanat ve edebiyatın diğer alanları kadar siyasal düşünüş ve eylemde de ilk olmanın özverisi, birçok hata, kusur ve eksiğin yükünü de üstlenmeyi kabul etmektir.
TANPINAR’IN HAK B L RL Namık Kemal’in, 19. yüzyıl Türkiyesi’ne ait bir aşk ve ölüm hikâyesini anlattığı İntibah, roman alanındaki ilklerden biridir. İntibah başta olmak üzere, günümüzün edebi-estetik birikimiyle baktığımızda hata, eksik ve acemiliklerini kolaylıkla saptayacağımız Sergüzeşt, Zehra, Felâtun Bey ile Râkım Efendi, Turfanda mı Turfa mı, Araba Sevdası gibi daha başka romanları yazılıp yayımlandıkları koşulları düşünerek ele almak, bu hata, eksik ve acemilikleri onların özellikleri olarak görmemizi sağ-
layacaktır. Hangi edebi anlayışa bağlanırsa bağlansınlar, bu romanlar yazılıp yayımlandıkları devrin gerçekliğinin kendiliğinden ya da tercihan- birer parçası ve yansıtıcısıdırlar. Hak bilir Tanpınar, Namık Kemal ve eserine yönelik onca eleştirisine karşın, Tazimat dönemi edebiyatı mensuplarının koşullarının zorluğunu da anlar ve teslim eder: “İntibah’ın, Cezmi’nin, Letaif’i Rivayat’ın acemilikleri bizi ister istemez sanat meselelerinde başka türlü derinleşmeye götürür. Onların giriştikleri işte el, dil, göz, hepsi kendilerine sırt çeviriyorlardı.” (Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergah Yayınları, 2. Basım, Eylül 1977, İstanbul, sf. 63). Nitekim, Arapça ve Farsçanın egemenliği altındaki Türk yazı dili, o yıllarda henüz hikaye ve romanın gerektirdiği kıvraklığa ulaşamamıştır ve ancak, yazı dili konuşma diline yaklaşabildiği ölçüde gerçekleşebilecektir. Bu durum kurgu, anlatı ve tasvir geleneği açısından da böyledir. Batıda romanın resim sanatıyla yakın ve yoğun ilişki içindeki gelişimi hatırlanacak olursa, görsel sanatı tek boyutlu minyatürle sınırlı, gülü, lâleyi, kaşı, kirpiği anlatmakta alabildiğine incelmiş bir edebiyat mensubunun yapacağı doğa tasvirinin nasıl bir şey olacağı bu ilk örneklerden de izlenebilir.
MÜZEYYEN B R ÇAMLICA TASV R Namık Kemal’in “Hançerli Hanım” adlı meddah hikâyesinden esinle, romantizm akımının etkisiyle yazdığı İntibah’ın başındaki yaklaşık dört sayfayı bulan Çamlıca tasvirinden de bu durum kolaylıkla görülebilir. Bu uzun tasvir, kimi eleştirmenlerce Namık Kemal’deki romantik etkinin en somut örneği olarak gösterilmiştir. Ancak eski nesrin müzeyyen (süslü) üslubunun egemen ol-
duğu tasvirde Çamlıca’dan pek bir şey bulunmadığı da bir gerçektir. Magosa Kalesi’nden denize bakarak kalemini hokkasına batıran Namık Kemal’in romancı muhayyilesi, onun şair duyuşunu kâğıda dökmektedir aslında. Yazar, sık sık anlatıcı olarak girer araya, sorular sorar, açıklamalar yapar, görüşlerini söyler. Olağanüstü rastlantıların, tek yönlü kişilerin –iyiler çok iyi, kötüler çok kötü- kendi özgür iradeleriyle davranamadıkları romanda peş peşe gelen cinayet ve ölümler İntibah’ı bir yandan da polisiyeye çevirir.
EDEB YATÇA DERS ALINMAYACAK K TAPLAR Kapı Yayınları roman sanatımızın ilk örneklerini yayımlamakla hem bu yapıtlara yeniden yaşarlık kazandırıyor hem de roman okurunu Türk romanını en başından okumaya davet ediyor. Keşke bu romanların başına yayınevi adına yazılmış hep aynı yazıyı koymak dışında ilgili romanla ve yazarıyla ilgili daha geniş değerlendirmelere ve varsa yazarlarının kendi kaleme almış oldukları önsözlerine de yer verilebilse. Bir- iki romanda bu yapılmış; ama, keşke Namık Kemal’in İntibah’a yazdığı mukaddimeye de yer verilse idi. İntibah Mukkadimesi, kitap, 1876’da adı değiştirilerek yayımlanmasına izin verildiğinde metinden çıkarılmıştı. 1908’de Faik Reşat’ın bu önsözü bulup “Edib-i Âzam Namık Kemal” adlı kitabında yayımlamasıyla mukaddime yeniden gün yüzüne çıkmıştır. İntibah Mukaddimesi, kitapları ahlaki nedenlerle sakıncalı bulup yasaklayan veya yasaklamak isteyen zihniyet
üzer i n e 137 yıl önce yazılmış bir eleştiri yazısıdır. Gazetelerde Kınalızade Ali Çelebi’nin Şam Beylerbeyi Ali Paşa adına 1564’de yazdığı ahlak kitabı “Ahlâk-ı Alâî” ile, Arap şairlerinden Harirî’nin 495504 yılları arasında Haris bin Hammam’ın ağzından yazdığı Ebû Zeyd Sürûcî’nin başına gelenleri anlatan hikâye antolojisi “Makaamat-ı Harırî”nin çevirilerinin, yazılmakta olan hikâye ve romanlar yerine edebiyatça ders alınacak kitaplar olarak önerilmesi üzerine yazdığı eleştiride Namık Kemal, ders alınmak için o kitapların okutulmasındansa gereken süre kadar hapishanede kalmayı yeğ tutmaktadır. Mukaddimeyi bugüne değen yanları ile bir başka yazıda ele almak üzere…
22
Aydınlık KİTAP
1 UBAT 2013 CUMA
ALINTI-TEST
Okuyaca n z bölümler hangi yazar n hangi kitab ndan al nt lanm t r? Bir gün gözünüzü açacaksınız ve bahçeniz yemyeşil olacak, uzamış çimenler çiy damlacıklarıyla parıldayacak, güller kızıl renk tomurcuklar verecek; ağaçlar yaşlı, geniş yaprakları koyu renk ve dipdiri olacak. Nemli gölgelerin altından hafif bir küf kokusu yayılacak.
a) Bahçe - Marguerite Duras b) Gizli Bahçe - Frances Hodgson Burnett c) Bahçe Partisi - Katherine Mansfield d) Beton Bahçe - Ian McEwan e) Bahçıvanın Bir Yılı- Karel Çapek
2
Özetle iktidar biçimselleştirme, dünyayı yeniden yorumlama ve yönetilebilirliğini artırma kaygısı ile dünyayı oluşturan öğeleri yeniden sınıflandırmaya ve gerçekliği tayin etmeye çalışır. Bunu da kurumları aracılığıyla yapar. Çünkü kurumların bireyleri yeniden ve daima şekillendirici özellikleri vardır. Ve tabii istikrarlıdır.
a) Hapishanenin Doğuşu - Michel Foucault b) Hapishane Defterleri - Antonio Gramsci c) Kayseri Cezaevi Günlüğü - Celal Bayar d) Hapishane Çağı - Işık Ergüden e) Kara Arşiv- Ali Yılmaz
3
İleri zekalı olduğunu söyleyenler var. Böyle söylemelerinin başlıca sebebi zor kelimeleri bilmek için fazla küçük olduğumu düşünmeleri. Bildiğim zor kelimelerin bazıları şunlar: sefil, felaket, pirüpak, patetik, dehşetengiz. Aslında ileri zekalı olduğumu söyleyenlerin sayısı fazla değil. Sorun şu ki, ben fazla insan tanımıyorum.
a) Tavşan Deliğinde Fiesta - Juan Pablo Villalobos b) Dinle, Küçük Adam - Wilhelm Reich c) Yaşama Uğraşı - Cesare Pavese d) Cebi Delik - Paul Auster e) Gelmekte Olan Ortaklık - Giorgio Agamben
Bu haftan n do ru yan tlar :
1-(e) 2-(e) 3-(a)
1
BULMACA Soldan sağa 1. Resimdeki yazar 2. İsrail'in plakası - Satürn gezegeninin beşinci uydusu - Özdeyiş 3. Gezegenimizin uydusu - İkiyüzlülük - Köpek - Tel, sicim veya iplikten kafes şeklinde yapılmış örgü 4. Acem pirinciyle pişirilen bir etli pilav türü - Hafniyum'un simgesi - Doğanın sebep olduğu yıkım, kıran 5. "... Gündüz Kutbay" (ney üs-
tadı) - Japonya'da buda rahibesi Osmiyum’un simgesi - Hırvatistan'da bir liman kenti 6. İnanılan düşünce, kanaat Omurgayı oluşturan küçük kemiklerin her biri - Galyum’un simgesi - Stronsiyum’un simgesi 7. Üvey olmayan - Genellikle uluslararası karayolu taşımacılığında kullanılan büyük kamyon Figür 8. Yerleşim alanları dışında kalan açıklık yer - Bir devletin egemenliği altında bulunan toprakla-
rın tümü, diyar, memleket 9. Eskiden savaşçıların taşıdığı yassı ve çoğu daire biçiminde olan korunmalık - Bir yüzölçümü birimi - İridyum'un simgesi 10. Nikel'in simgesi - Kiloamper (kısa) - İlaç, merhem - Akümülatör (kısa) 11. Arap edebiyatında bir şiir türü - Kayak - Testi 12. Metal üzerine kazıda ya da ahşap tornasında kullanılan çelik kalem - Divan edebiyatında gazelin ilk beyti - Gümüş'ün simgesi
13. Magnezyum'un simgesi Eşek sesi - Cam, çini, toprak, vb.'den yapılmış derince çanak Gümüş ve altın sırma tellerle karışık dokunmuş ipekli kumaş 14. Tanrı - Rusça'da “evet” - Limited (kısa) - Bir meyve 15. Resimdeki yazarın bir eseri - Bir devleti başka bir devlet katında temsil eden kimse, sefir Yukarıdan aşağıya 1. Resimdeki yazarın bir eseri Yayla evi 2. Arnavutluk'un plakası - Bir kimseyi herhangi bir konuda uyarma, uyarı - Mezopotamya panteonunda tüm tanrıların babası ve kralı olan gök tanrısı - Çok sık dokulu ve sert bir seramik hamuru türü 3. Saha, meydan - İklimleme cihazı - En kısa zaman parçası, lahza 4. Sancağı, yelkeni ya da sereni aşağı alma - Köleye ya da cariyeye özgürlüğünü geri verme - Araplar'la ilgili 5. Helyum'un simgesi - Voltamper (kısa) - Uzak - Bir geçmiş zaman eki
6. İsviçre'de bir nehir - İnci Aral'ın "Orhan Kemal Roman Ödülü"ne layık görülmüş kitabı ABD Havacılık ve Uzay Dairesi Tavlada "iki" sayısı 7. Kuruntuya düşürme - Damarlarda dolaşan yaşamsal sıvı 8. Bir ışık demetinin ayrıldığı basit renklerden oluşmuş görüntü Dolaylı anlatım 9. Bir işi, bir görevi yerine getirme - Ordu (kısa) - Hiçbir zaman; katiyen 10. Numara (kısa) - Favori Zehirli bir örümcek türü - Sanatı temel değer sayan kimse 11. "... Kaptan" (ressam) - Germanyum'un simgesi - Bilerek yapılan iş ve fiil - Bir bulunma hali eki 12. Edebiyat, yazın - Rüzgar 13. Alamet, nişan - Tantal'ın simgesi - Vilayet - Altın'ın simgesi - Bir İngiliz uzunluk ölçüsü birimi 14. Fas'ın plakası - Nazi polis örgütü - Dar ve hafif, düz dipli bir yarış teknesi türü - Kılaptan ipekle işlenmiş, kalın ve iri desenli bir tür kumaş 15. Resimdeki yazarın bir eseri
GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ