2013 03 22martkitapeki

Page 1

. KITA P GEÇEN HAFTA

65,292

Aydınlık

OKURA ULAŞTIK 22 Mart 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 56

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Ateşten hayat yaratan adam:

Mahmut Esat Bozkurt Halit Payza yazdı s.14

Sistemin ‘Aykırı’Adamı:

Ernest Gellner’den “Dil ve Yalnızlık” Cenk Özdağ yazdı s.10

MEHMET FARAÇ’tan: Ekmekleri korkuya gizlenmiş kadınlar ve erkeklerin hikayeleri S.12-13

Polisiye edebiyatımızda çıta yükseliyor:

Demir Toros ve son kitabı “Akrep Yuvası” Salih Kurt yazdı s.9



Aydınlık KİTAP

22 MART 2013 CUMA

3

İÇİNDEKİLER

Sağduyu hep geç kalır

s. 4

Bu benim ne işime yarayacak?

s. 5

İnsan mı büyük, evren mi?

s. 6

Bu öyküler ‘başka’

s. 7

Gurur ve önyargı ikiyüz yaşında

s. 8

Çıta yükseliyor

s. 9

Sistemin ‘Aykırı’Adamı: Ernest Gellner

s. 10 s. 11

Yabancı

s. 12-13

Törenin coğrafyası var mı

Ateşten hayat yaratan adam: Mahmut Esat Bozkurt

s. 14

Şezlonglara özgürlük!

s. 15

‘İyiler için bir el kitabı’

s. 16

‘Kerbela; Büyük Acı’ kitabının düşündürdükleri

s. 17

Yeni Çıkanlar

s. 18-19

Çocuk-Genç: Güneşin kıskanmaya s. 20 hakkı var mı? Kasabanın birinde, bir deniz feneri çakıyor

s. 21

Alıntı Test-Bulmaca

s.22

. KITA P Aydınlık

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu Editör Pınar Akkoç pinar@aydinlikgazete.com

‘Açar birgün bayrakları ellerim’ Bugün 18 Mart 2013 Cuma. Bizler Kitap Eki'ni bugün ve bu gece hazırlar, bitiririz. En son bu okuduğunuz yazı yazılır. Bugün 18 Mart 2013 Cuma... Bu köşeye ne yazacağız, düşünerken, önerirken, başlamışken... Haberler... Ergenekon Tertibi'nde savcılar Mehmet Ali Pekgüzel, Nihat Taşkın ve Murat Dalkuş'un esas hakkındaki mütalaası açıklandı. Çanakkale Zaferi'nin 98. yıl dönümünde açıklanan 2271 sayfalık mütalada "Ergenekon'un terör örgütü olduğu sabittir" ifadesini kullandı.

Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ Sayfa Sekreteri Ebru Baysan

Üzüm salkım tutar selvi dalında karakeçi kayalıkta kuzular ben yatarım bu damlarda /ıh demem bebem benim kahırlarda bilenir bilenir de çelik çakmak uyanır uyanır da direnir vurma bana vurma beni ben çoğum!

bu demirden dağı deler Esas hakkındaki mütademircim laada İşçi Partisi Genel Başbirgün bir kurt gelir düşer kanı Doğu Peinçek, 26. Geönüme nelkurmay Başkanı İlker Başemeğim emek kavgam buğ ve Yüksek Askeri Şüra felsefem öncüm Üyesi Nusret Taşdeler'in de bebeğim beleğim beşiğim aralarında olduğu 32 kişinin, öfkem cebir ve şiddet kullanarak hügüneşi alırım da birgün kümeti devirmeye teşebbüs alnıma suçlamasıyla ağırlaştırılmış geceleri yorgan yorgan sırtıma müebbet hapis cezasına çarpağıtları basarım da bağrıma tırılması talep edildi. birgün bu demirden dağı aşar Neden bahsediyoruz? gelirim Doğu Perinçek Üniversitegelirim de çektiklerim bilirim Hasan Hüseyin si için, Yalçın Küçük Üniverbilirim de vatan neymiş sitesi için, üniversiteyi ünivergörürüm site yapmış bilimciler için; Kemal Alemdaroğlu, asmam seni urganlara ey zorba Fatih Hilmioğlu, Erol Manisalı için, yetmiyor gevurmam seni kurşunlara ey alçak nelkurmay başkanı İlker Başbuğ, sıralanıp uzuaçar birgün bayrakları ellerim yor, orgenarellerden astsubaylara kadar... Yetmiyor yazar birgün fermanları ellerim kurmaylar, müselleh savaşçılar, Mustafa Kebasar birgün mühürleri ellerim... mal'in Askerleri için.... Yani Harp Akademielri için... ağırlaştırılmış müebbet isteniyor... (Hasan Hüseyin, Kızılkuğu kitabından...) Ve biz kitaplar, ve biz edebiyat, biz yazın, biz ama şiir burada bitmiyor! kültür hayatı üzerine ek çıkarıp konuşacağız öyle mi? Konuşuyoruz... Hepimiz adına, hepimiz için bu bapta sözü HaHALDUN ÇUBUKÇU san Hüseyin Korkmazgil'e vererek konuşuyoruz: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. adına sahibi Yalçın Büyükdağlı Genel Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel Sorumlu Müdür Mehmet Bozkurt

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı damla@aydinlikgazete.com

ERGENEKON

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22

Reklam Servisi Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu saynur@aydinlik.com.tr

Müşteri Temsilcisi Kamile Karakadılar kamile@aydinlik.com.tr

kitap@aydinlikgazete.com Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34


4

Aydınlık KİTAP

22 MART 2013 CUMA

Sağduyu hep geç kalır Kad nlar kendilerini bu dünyaya ba layan eylerden ölesiye nefret ederler. Dünya nimetlerinin kendilerini kölele tirdi inin fark ndad rlar ama onlars z da yapamazlar. Bo ucu bir kasabaya bu yüzden tahammül edebilirler SUAT DUMAN

Raymond Chandler

Umberto Eco, “Genç Bir Romancının İtirafları”nda Anna Karenina’nın hazin kaderine ağlayan okurların durumunun olsa olsa psikologları ilgilendirebileceğinden dem vurur. Bunu tabii, okuru hafif bir deyişle “sorunlu” gördüğünden söylemez. Tıpkı optik yanılsamalar olduğu gibi duygusal yanılsamaların da var olabileceği varsayımıyla söyler bunu: okurun kültürel alışkanlıkları, metnin biçimsel, hikâyenin duygusal baskısı buna pekâlâ yol açabilir! Soru, yalnızca açık ve şiddetli bir reaksiyon üzerinden, “ağlamak” üzerinden sorulduğunda söylenecek pek bir şey yok gerçekten de. Fakat sanat eseri dediğimiz, hayatımızı birçok yönden etkileyebilir, birçok duygusal ve fiziksel reaksiyonu tetikleyebilir. Dahası yalnızca tekil okurun değil kalabalıkların eylemini bile doğurabilir. Bir karaktere ağlamak kadar söz gelimi gülebiliriz de! Karakterden ziyade, durumu komik ya da hüzünlü buluruz. Karakterin kaderini değil de daha çok onun kederini paylaşırız –ya da neşesini. Gerçekliği de bu şekilde kendimiz kurmuyor muyuz? Bundan da ibaret değil, söz gelimi Raskolnikov’a ağlayacak, ona acıyacak değiliz. Yine de Dostoyevski’nin bu çılgın karakteri çoğu okurda toplumun kirlerine karşı tiksintiyi kışkırtmış olmalı, genç okurlarda içe doğru lanetli bir kaçma arzusunu da tabi. Neden? Bizi, tamamen kurmaca olduğunu bildiğimiz bir roman neden bu kadar etkiler? Aslında hiçbir eserin tamamen kurmaca sayılamayacağı öne sürülebilir mi?

MARLOWE TE ÖYLE B R KARAKTER Raymond Chandler’in kara polisiyenin ve hırpani dedektiflerin temellerini attığı Marlowe romanları muammanın, şüphenin ve harikulade zekâ oyunlarının fink attığı polisiyelere benzemez. Eğer bir Marlowe macerası okuyorsanız bir Marlowe okuyorsunuz demektir. Öncelikli beklentiniz karakter olmalıdır. Chandler bu konuda cömerttir neyse ki, kendini beğenmiş dedektiflere inat gururlu, bükülmez ama kendi halinde bir merak elçisi gibi her şeyiyle okuruna gösterir Marlowe’u. Everest Yayınları “polisiye cepte” serisinden benzersiz romanlar yayınladı, “Playback” de bu serinin son çıkanlarından. Daha önce yine Raymond Chandler’ın müthiş “Büyük Uyku”su yayınlanmıştı. Okurun, ama yalnızca polisiye oku-

Chandler romanlarındaki melankolik kadınlar ayrı bir incelemenin konusudur belki ama yeri gelmişken söyleyelim, Marlowe dünyasındaki kadınlar kendilerini bu dünyaya bağlayan şeylerden ölesiye nefret ederler. Dünya nimetlerinin kendilerini köleleştirdiğinin farkındadırlar ama onlarsız da yapamazlar. Boğucu bir kasabaya bu yüzden tahammül edebilirler, onları o kasabaya bağlayan tek taş bir elmas yüzükten, mehtaptan ettikleri kadar nefret ederler. Öyle nefret ederler işte, Marlowe’un dünyasında kadınlar dur durak bilmez bir selin tam ortasında gibidirler. Canlarından olmak pahasına suyun tadını çıkarmak isterler.

B LD N OKUYAN ADAM

runun değil, kesinlikle ıskalamaması gereken bir romandı “Büyük Uyku”. Philip Marlowe’u tanımak için harika bir fırsat.

ÖYLE NEFRET ED YORUM TE! “Playback”, aslına bakılırsa bir cümlede özetlenebilecek bir hikâye anlatıyor: Bir genç kız, peşine düşen gizemli yabancılardan kaçmaktadır. Bundan ötesi yine atmosfer, yine loş sokaklar, patlayan tabancalar ve elbette bütün olup bitenle inceden eğlenen Marlowe’dur. Polisiye romanlara yüklenen misyon kaçma arzusunu tatmin etmeleridir ya, Playback okura kaçacak yer bırakmıyor. Okura Amerika’nın tam ortasından sermayenin vahşi bir portresini çıkarıyor. Çok sevdiğim Agatha Christie’nin hep yaptığı gibi, okuru burjuvalarla dolu bir odaya doldurup, oyunlar oynatmıyor. Bir ta-

Marlowe’u bir işe itekleyen ilk etken para olsa da devam etmesini sağlayan çoğunlukla bastırılamaz bir merak ve sarsılan adalet duygusunun ne pahasına olursa olsun yerine getirilmesi ihtiyacıdır. Ortalama bir dedektifin geri duracağı durumlarda Marlowe öne atılır. Nihayet eline tek kuruş geçmeyecekse bile doğru bildiğinden şaşmaz. “Playback”in finalinde olduğu gibi, adına çalıştığı müşterisinin tehdit salvoları, gereğini yapmış olmanın verdiği doygunlukla ona müzik sesi gibi gelir. Bu bakımdan mantığın sesi olduğu söylenemez. Zaten bunu kendisi de itiraf eder: “Sağduyu der ki, boşver, evine git, para yok bu işte. Sağduyu hep geç kalır. Sağduyu, sana bu hafta arabanı çarpmadan önce geçen hafta fren balatalarını değiştirseydin, diyen heriftir. Sağduyu, rafa aç gözlü, hoyrat maç bittikten sonra, takıma sermaye sahiplerini ve alınsaydım galibiyet golünü onların işlerine gözü atardım, diyendir. Ama takapalı koşturan hukukımda değildir hiç. Tribünlerin ki temsilcilerini koyuen tepesinde, cep şişesiyle duyor, beri tarafa sinmiş, rur. Sağduyu, gri takım elbiseçareyi kaçmakta bulli, ufak tefek, hesaplarında hiç muş masum insanları. yanılmayan adamcağızdır. Ama Marlowe alaycı gülühesapladığı hep başkalarının Playback, şü, gıcık esprileri ve parasıdır.” Raymon Chandler, attığını vuran silahıySağduyudan iz yoktur MarEverest Yayınları, la güçsüzlerin yanınlowe’da. Onu bu yüzden seveÇev: Sinan fişek, 198 s. dadır hiç şüphesiz. rim. Bir devle karşılaşsa bir Marlowe’da güçsüdeve bakar gibi bakmaz ona. Bu zün yanında olma hali yalnızca sosyal ve yüzden severim. Hiç kimseyi küçümsemez ekonomik yönleriyle anlaşılmamalıdır. fakat belirleyici özelliği kimseyi büyük görHatta sıklıkla duygusal yıkım yaşayan ka- memesidir. Anna Karenina için ağlayandınların yanında görürüz onu. Kadınlar- ları anlıyorum, fakat siz de ciğeri beş la kurduğu ilişki maço sayılsa da düşma- para etmez bir haydudun ensesine indirnın cinsiyetine bakmaz Marlowe, kadın diği yumrukla yere yığılan Marlowe’a dostlarını ise özellikle gözetir. kaygılananları anlayın!


Aydınlık KİTAP

5

Bu benim ne işime yarayacak? Periyodik tablo sadece laboratuvara ya da kimya dersine ait bir grafik de ildir; görüp bildi imiz her eydir, yedi imiz, içti imiz, sevdi imiz, soludu umuz... çıkıp topak topak olan cıvaya bakmak. Annesinin apar topar gelip cıva öbeklerini kürdan yardımıyla bir araya getirişi ve bir Eğitim dünyasında sıkça yankılanan şişeye dolduruşu o kadar çok kez tekrarbir soru vardır: “Bu benim ne işime yara- lanmış ki, şişede bir ceviz büyüklüğünde yacak?” Soru sormaktan ziyade bir sitem cıva birikmiş. Sam biraz büyüyüp okula gitifade eden bu soru cümlesi, hakkında ko- tiğinde cıvaya olan merakı azalmamış ve nuşulan dersin öğrenciye ne denli sıkıcı ve onu apayrı bir dünyaya, elementlerin gereksiz geldiğinin kalıplaşmış bir ifadesi- dünyasına çekmiş. Bakmış ki, uzandığı her dir. Bu sıkıcılık ve gereksizlik çoğu zaman elementin -tabii hepsi cıva kadar havalı oltartışılmadan kabullenilir ve dersler seve masa da- hayli ilginç, gülünç, tuhaf ve hatseve değil, söve söve geçilir. ta tüyler ürpertici hikâyeleri Halbuki az sayıda invar, başlamış bütün perisan fark eder ve takdir yodik tabloyu taramaya. eder ki, o sıkıcı ve gerek“Bu tablo aynı zamanda siz görünen dersler aslıninsanlığın en büyük enteda hiç de sanıldıkları gibi lektüel başarılarından bideğildir. Sunumda ve önriydi. Hem bilimsel bir basözde hata vardır sadece. şarı hem de bir öykü kitabı Öyle ya, bir dersin neyi ne olan periyodik tablodan için anlattığını ve bu dersyola çıkarak, ben de elinizte öğrenilenlerin ne yönde tuttuğunuz bu kitabı, hide zihin açıcı etkilerinin kâyeleri ve başarıları anolabileceğini anlatma zahlatmak için yazdım. Tıpkı metine katlanmaz çoğu aynı hikâyeyi değişik katöğretmen. Halbuki yaşam manlar hâlinde anlatan bir Kayıp Kaşık, boyu karşımıza çıkmayaanatomi ders kitabı gibi...” Sam Kean, cak olan iki musluklu bir diyor yazar, türlü dertlere Kolektif Kitap, delikli ve bol problemli derman periyodik tabloya bir havuzu çözmek değil- Çev: Bahar Okar, Burçin Duan, olan bağını anlatırken ve 360 s. dir matematik; yeryüzünşöyle devam ediyor: “...pede neredeyse hiçbir zaman var olmayacak riyodik tablo antropolojik bir harikadır, inolan “ideal” koşullarda atılan bir taşın kaç sanoğlunun ve fiziksel dünyayla nasıl bir ilişsaniye sonra yere düşeceğini hesaplamak ki içinde olduğumuzun tüm muhteşem, kurdeğildir fizik. Düşünmeyi öğrenmektir, nazca ve çirkin yönlerini yansıtan bir insan konuşmayı öğrenmektir matematik; ta- eseri, türümüzün yoğun ama küçük ve zabiatı ve hayatı öğrenmektir fizik. rif bir alfabeyle yazılmış tarihçesidir.” Sam Kean adında bir adam, genç bir Sahiden de öyledir, periyodik tablo sabilim yazarı, bu durumu fark edenlerden dece laboratuvara ya da kimya dersine ait olsa gerek, diye düşünüyor insan, peri- bir grafik değildir; görüp bildiğimiz her yodik tablonun o rengarenk dünyasını an- şeydir, yediğimiz, içtiğimiz, sevdiğimiz, solattığı “Kayıp Kaşık”ı okuduğunda. Ko- luduğumuz... Zira biz, hepimiz, o veya bu lektif Kitap’tan çıkan “Kayıp Kaşık”, bu şekilde bir araya gelmiş elementler yığıgenç yayınevinin diğer şirin kitapları gibi nıyız ve periyodik tablo bizim malzemegayet sıcakkanlı bir tasarıma ve hoş bir an- lerimizin yazıldığı tarifimiz. İşte o yüzden latıma sahip. Anlatının hoşluğu hem ya- belki de bu kitap şu işe yarayacak; bize aszar Sam Kean’in tatlı dilinden hem de ki- lında bir avuç topraktan, bir tutam eltabı çeviren Baha Okar ve Burçin Duan’ın mastan, bunlar uğruna dövülen kılıçtan emeğinden. ya da o kılıçtan damlayan “düşman” kaÇocukken sıkça hastalanıp yatağa dü- nından çok da farkımız olmadığını, heşen ve ağzına mütemadiyen derece tıkılan pimizin birbirine sarılan atomlardan gelyazar Sam, kendine garip bir eğlence bul- diğimizi hatırlatacak. Kim bilir, belki de muş: annesi yanında değilken ağzındaki o okur bir gün o atomları örnek alacak dereceyi yere atmak ve kırılan dereceden sevgili okur. MURAT HATUNOĞLU murathatunoglu@yahoo.com


6

Aydınlık KİTAP

22 MART 2013 CUMA

İnsan mı büyük, evren mi? Sagan, insanlara, kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak diğer canlılara da o şekilde davranmalıyız, düşüncesini benimsetmeye çalışıyor. Böylece canlıları birbirinden ayıran ve doğanın sınırsızlığını insanların görmesini engelleyen duvarın yavaş yavaş ortadan kalkacağını düşünüyor SELCAN KARABULUT Carl Sagan “Kozmik Bağlantı” ile evrenin ötesine bir bakış sunuyor okuruna. Ona göre kozmik bağlantı insan ruhunun genişlemesidir bir bakıma. Çünkü kozmosla ilişki içinde olduğunu düşünen, daha doğrusu bunun farkında olan insanda dünya dışında var olduğu düşünülen yaşama karşı bir merak uyanır. Uzayı keşfeden insanın düşünce gücünün ne ölçüde değiştiği ve geliştiğini inceliyor, insan ile evrenin birbiri ile olan bağlantısını araştırıyor “Kozmik Bağlantı”. Günümüzde her geçen gün büyüyen bir hızla gelişme gösteren teknoloji sayesinde göz yerine çok hassas optik aygıtlar, radyoteleskoplar ve uzay araçlarıyla yapılan bu keşif faaliyeti insanın kendini ve evreni algılayışını oldukça değiştirdi. Çünkü insanlar artık gezegenleri geceleri gökyüzünde gördükleri ışıklar olarak algılamıyorlar. Aynı şekilde güvenli, rahat ve düzenli bir şekilde hayatlarını sürdürdükleri ve yaratılış için özellikle seçilmiş olduğuna inandıkları dünya ile ilgili görüşlerini de büyük ölçüde değiştirdiler. Bu inanışlar yerini gerçeklere bıraktı. Yani evrenin küçük bir kaya ve metal yığını olduğu gerçeğine. Çünkü uzay araçlarından alınan fotoğraflar aracılığıyla insanlar dünyanın evren içerisinde küçücük bir nokta şeklinde olduğunun ayırtına vardılar ve yüzyıllardır ölümlü yaratıkların doruk noktası olarak görülen insanın bu evrenin sahibi değil sadece ufak bir parçası olduğu anlaşıldı. Carl Sagan, “Kozmik Bağlantı”da tüm bu yanlış fikirlere radikal çözümler getirmekle kalmıyor aynı zamanda bilimin insanlara bir canlı türü olarak hayatta kalmak için millet, din ve ekonomi gibi fikirlerden çok insanlık fikri çatısı altında toplanmak gerektiğini söylediğini vurguluyor.

HALK LE B L M ARASINDAK DUVARI YIKIYOR Carl Sagan eserinde uzun ve kısa vadeli olmak üzere iki vizyonu olduğunu ifade ediyor. Bu vizyonunun uzun vadeli yönü, insanların kozmosun ihtişamının ve dünya ötesinde hayat olasılığının farkına varması. Kısa vadeli yönü ise yirminci yüzyılın sonlarında uzayda yürütülen faaliyetler programı. Yazar, vizyonunun iki yönüne de hemen hemen eşit bir şekilde değiniyor kitabında. Fakat sonuçların farklılık gösterdiği kanısına varıyor. Çünkü insanlar uzayda yürütülen faaliyetler konusunda beklenen, başarıyı elde edemediler Sagan’a göre fakat kozmosun görkemi ve dünya dışı yaşam konusundaki fi-

NSAN DO ANIN SAH B DE L

Carl Sagan

kirleri oldukça değişmiş gibi görünüyor. Dolayısıyla yazar okuyucu kitlesinin de iki türde olmasını istiyor. Kendisiyle aynı görüşte olanlar ve olmayanlar. Bu düşüncede olmasının amacı kendi vizyonuna inanan insanlarla birlikte şüpheci olan kesimi ikna edebilmek. Aynı zamanda vizyonunun kısa vadeli yönünün de başarısızlığını kabul ediyor çünkü şüphecilerin bu nedenden dolayı uzun vadeli vizyonu da reddetmemelerini istiyor. Toplum ve bilim arasında oluşan duvarı yıkılmasıyla bilimin yaptıklarının halk tarafından anlaşılacağını ve yapılan araştırmalara desteğin artacağını düşünüyor. Sagan, kendi çocukluk hayallerinden yola çıkarak insanların gezegene ait görüşlerini ve evren hakkındaki düşünce biçimlerini değiştirmeyi hedefliyor. Haya-

tının büyük bir bölümünü bilimsel süreç ve iç görülerin aydınlatılması için çalışmalar yaparak geçiren yazar, yaptığı araştırmalar sayesinde halkın bu konuda fikir sahibi olmasını amaçladı daima. “Kozmik Bağlantı”da yazar insan gelişimin yeni bir kavramı olan “özdeşleşme ufku”nun kapsamını da ayrıntılı bir şekilde aktarıyor. Bu kavram ile insanlara, kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak diğer canlılara da o şekilde davranmalıyız, düşüncesini benimsetmeye çalışıyor. Böylece canlıları birbirinden ayıran ve doğanın sınırsızlığını insanların görmesini engelleyen duvarın yavaş yavaş ortadan kalkacağını düşünüyor. Bu konu ile ilgili vermiş olduğu örnekler de gösteriyor ki etik perspektifte yapılan bu değişim bilimin doğal bir yan ürünüdür.

Carl Sagan her ne kadar dini anlatıların önemine saygı duyan bir bilimci gibi görünse de aslında kendi içinde radikal bir çelişki barındırıyor. Onun asıl amacı bu ikilik arasındaki duvarı yıkmak ve duvar ortadan kalktığında oluşacak olan manevi ve etik perspektifin dışa vurumunu yansıtmak. Ona göre, “ Ya r a d ı l ı ş Kitabı” ile insanların beynine işleyen doğaya ve diğer canlılara hâkim olduğu düşüncesini yöntemli ve Kozmik Bağlantı, dikkatli bir Karl Sagan, Say Yayınları, şekilde disipÇev: Maktav Dinçer, 336 s. linli davranarak, değiştirmek mümkün. Böylece insanoğlu kendisinin doğaya egemen olmadığını fakat onunla iç içe geçmiş bir halde olduğunu anlar. Çünkü kendine göre büyük ölçüde farklı ve karmaşık bir yapıya sahip olan doğaya hâkim olmak o kadar da kolay değil. “Kozmik Bağlantı”da insan ve evren ilişkisi üzerine geliştirilmiş tüm bu fikirler evrenin görünümü, güneş sistemi ve güneş sisteminin ötesi olmak üzere üç ana kısımda toplanıyor. İlk kısımda okura evren hakkında bilgi vererek onun evrenin boyutu hakkında düşünmesini sağlıyor ve böylece kişi farklı bir bakış açısı kazanmış oluyor. İkinci kısımda, başta Dünya, Mars ve Venüs olmak üzere güneş sisteminde yer alan gezegenlerin çeşitli yönlerini ele alıyor. Mariner, Viking, Voyager, Galileo ve Pioneer gibi uzay sondalarının çalışmaları hakkında birtakım ayrıntılı bilgiler sunuyor. Üçüncü kısım ise diğer yıldızların gezegenlerinde bulunduğu düşünülen varlıklarla iletişim kurma çalışmalarını içeriyor. Ancak bu bölüm, dünya dışı uygarlıklarla iletişim kurma çalışmaları henüz başarıya ulaşmış projeler olmadığı için kurgulara dayanıyor . Bilimsel mantık çerçevesinde yapılan bu kurgular ile yazar aslında bu tür araştırmaların hangi boyutlara ulaşabileceğini gösteriyor.


Aydınlık KİTAP

7

Bu öyküler ‘başka’ “Ba ka Öyküler”, farkl niteli i ve kendine özgü tarz ile gelecekte çok daha e siz ve çarp c i ler ortaya koyma potansiyeline sahip bir yazar n sinyallerini veriyor GÖKÇE KARA “Hikayeler bana hep kendi sihrine sahip küçük mucizeler gibi gelmiştir,” diyor yazar Bahadır İçel, “Başka Öyküler”in giriş yazısında. Kitabı elinize alıp yazarın kaleme aldığı hikayeleri okuduğunuzda yazara hak vermemek elde değil. “Başka Öyküler”, korku ve gerilim ağırlıklı bir öykü seçkisi olsa da sizleri bol bol düşündürmeyi, hülyalara daldırmayı, yer yer de yüzünüzü gülümsetmeyi başarıyor. Kapağında belirtildiği gibi “tuhaf” kimliklere sahip bu öyküler sandığınız kadar fantastik ve başka değiller aslında. “Başka Öyküler”, klasik fantastik kurgu edebiyatında olduğu gibi başka dünyalarda geçen öykülerle karşılamıyor bizi. Aksine tüm hikayeler bizim gerçekliğimizde yaşanıyor fakat hikayelerin hepsinde gerçeküstü bir öğe, fantastik bir detay, bir dokunuş mevcut. Herhangi bir türe özgü olmaktan ziyade kendine has bir tarza sahip olan on öykü bulunuyor “Başka Öyküler”de. Televizyonunun ekranından başka dünyaları görebilen bir gece bekçisi, eşsiz bir tür kuşun peşindeki yaşlı bir avcı, hırslı yazarlar, dağlarda teröristlerden kaçan yaralı bir asker, ölmeyi beklerken çılgın bir deneyin kobayı olan hasta bir adam gibi aslında gerçek dünyadan bir karakteri alıp gerçeküstü bir durumun içinde nasıl tepki verdiğini ölçmek ister gibi bir tavrı var yazarın.

çok ciddi bir “orada” ne olup bitiyor sorgulamasına itiyor. Yaşlı bir avcının önderliğinde, kulaktan dolma hikayelerde anlatılan eşsiz bir kuşun peşindeki üç Trakyalı avcının hikayesi olan “Günkuşu Ziyafeti” ise trajikomik bir şekilde hayattan ne istediğimizi ve bunun karşısında nasıl bir bedel ödememiz gerektiğini irdeliyor. Okuyucuya olduğu kadar “yazar”a da yazılmış hikayeler mevcut. “Sahibinden Kiralık Öyküler” ve “Biricik İlham Perim ve Onun Tatlı Bekareti” gibi öyküler okumaktan çok yazmayı sevenlere hitap eden, kahramanları yazarlar olan hikayeler. Genç yazar; şan, şöhret ve başarı peşindeki yazarları öcüleriyle bir araya getiriyor ve okuması tüylerinizi diken diken ettiği kadar keyifli de olan hikayeler ortaya koyuyor.

ÖYKÜLER N ÖYKÜLER

Yazar, hikayelerin ortaya çıkışına ya da yazılma sürecine ait olayları da birkaç cümle ile de olsa kitabın arkasında anlatmış. Bu pek alışık olmadığımız bir yaklaşım. Sihirbazın birkaç numarasını göstermesi ancak sihrini kendine saklaması gibi. Bu kısacık açıklamaları okuyup gerçek olayların, fikirlerin ya da gündelik hayattaki psikolojik durumlarımızın nasıl bir dönüşümle gerçek USTALARI ANDIRAN Başka Öyküler, üstü edebiyata yansıdığıKARA M ZAH Bahadır İçel, nı görmek hikayelere Karanlık nitelikteki öykülerin Altın Bilek Yayınları, 124 s. farklı bir derinlik yükleçoğu Edgar Allen Poe, H. P. Lomiş. Bu da kitaba çok vecraft, Stephen King gibi korku (gotik) ve güçlü olmasa da nasıl gerçek üstü bir öykü gerilim temalı yazarların öykülerini çağrış- yazılır iddiası katmış gibi. Umuyoruz ki yatırıyor. Yüzünüze ufak bir gülümseme ka- zar bu iddiayı yeni öyküleri, yeni kitapları tan hikayeler ise çoğunluğu karanlık hika- ile sürdürür ve bizlere çok daha fazla “tuyelerin arasında biraz hafifmiş gibi kaçsa da haf” öykü hediye eder. fantastik öğeleri ve kara mizahı ile okuyu“Başka Öyküler”, farklı niteliği ve kencuya arada nefes aldırıyor. dine özgü tarzı ile gelecekte çok daha eşİnce bir kitap olmasına rağmen bir siz ve çarpıcı işler ortaya koyma potansidolu fikir ve sürpriz barındıran “Başka yeline sahip bir yazarın sinyallerini veriyor. Öyküler”de , Türk edebiyatında her zaman Kitabın arkasında yazılan uyarıda olduğu biraz kenara itilmiş modern korku, fantas- gibi okurken dikkatli olmak gerekiyor tik kurgu ve bilimkurgu öğeleri güzelce har- çünkü siz de sandığınızdan çok daha başmanlanmış.Türkiye güncelinden çok da ka biri olabilirsiniz. uzak olmayan ilginç hikayeleri akıcı bir dilOkuyucuyu gerçekliğin kırık bir aynale anlatmayı başarmış yazar. Örneğin “O dan yansımış ve çarpılmış yüzleriyle baş Dağlarda Bir Yerlerde Şeytanlar Dolaşıyor başa bırakan bir kitap olan “Başka ÖyküOlmalı” hikayesi sıcak bir terörist çatışma- ler”, sizi Bahadır İçel'in karanlık dünyasının hemen sonrasını anlatıyor ve her ne ka- sından sızmaya başlamış hikayelerin tutdar gerçeküstü bir yola giriyor olsa da bizi kulusu haline getirebilir.


Aydınlık KİTAP

8

‘Gurur ve Önyargı’ ikiyüz yaşında “Gurur ve Önyarg ” adl bir kitab n Hasan Ali Yücel zaman n n yay n olmas na a mamal y z. Bu dönemi suçlayanlar n okullar m zda okutulan bir çok dünya klasi ine açt sava ortada

“A k ve Gurur” filminden bir sahne

MUSTAFA MERSİNOĞLU

sikler dizisinden Hamdi Koç çevirisi ile “Gurur ve Önyargı” adıyla yayımlanan kitabın Türk diline kazandırılmasını Türkiye’nin efsanevi Milli Eğitim Bakanı, Hasan Ali Yücel, dünya klasiklerinin Türkçede yayımlanma hamlesiyle sağlamıştı.

28 Ocak 1813’te basılan Jane Austen’in “Gurur ve Önyargı” adlı romanı ikinci yüz yılını doldurdu. Şimdiye kadar yirmi milyonun üstünde satıldığı tahmin ediliyor ve piyasada baskısı hiç tükenmemiş. BBC’nin İngiltere’de 2003 yılında yaptığı bir ankette Tolkein’in “Yüzüklerin Efendisi” 1946 adlı kitabından sonra Büyük Bri“Gurur ve Önyargı” tanya’nın ikinci sevilen kitabı seadlı bir kitabın Hasan Ali çilmiş.(Yayıncı kuruluş ve devlet Yücel zamanının yayını yayıncılığı başka neler yapar için olmasına şaşmamalıyız. bir örnek). Bir çok kere Ameriken Bu dönemi suçlayanlasineması Hollywood’dan Hinrın okullarımızda okutuGurur ve Önyargı, distan sineması Bollywood’a kalan bir çok dünya klasiğiJane Austen, dar filme uyarlanan ve televizyon İş Bankası Kültür Yayınları, ne açtığı savaş ortada. dizisi olan kitabın konusu adına John Steinbeck ve Jose Çev: Hamdi Koç, 424 s. oldukça uygun. İnsan ilişkileriMauro de Vascocelos’un ni şekillendiren gurur ve önyargı başta ol- kitaplarına soruşturulma açanlar hiç değilse mak üzere bir çok temayı işliyor, elbette ol- bir Jane Austen romanı okusalardı, şu yamazsa olmazı aşk üzerinden. zılanlar acaba kulaklarına küpe kalıp biraz daha bilinçli ve duyarlı insanlar olurlar KADINA YAKI TIRILMAYAN mıydı? İki yüz yıl önce İngiltere’de kadınların “Bir beyfendi ya da hanımefendi, iyi bir böyle ulu orta yazması yakışıksız sayıldığı için roman okumaktan keyif almıyorlarsa, onJane Austen kitabını adını gizleyerek ya- lar çekilmez derecede aptal olmalılar.” yımlatmıştı. Türkiye’de de birçok baskısı ya“Sinirli insanlar, bilge olamazlar.” pılan bu kitabın Türkçe çevirisinin biri “Kibir ve gurur değişik şeyler, genelde 1947’de “Aşk mı Gurur mu” adıyla Güzin aynı anlamda kullanılsalar bile. Kibirli olGüral tarafından yapılmış Rafet Zaim Er madan gururlu olunabilir. Gurur kendimiz Kitapevi tarafından yayınlanmış. Daha hakkında düşündüğümüzle, kibir başkalasonra Beria Okan (Özoran) tarafından rının bizim hakkımızda düşündükleri ile il“Gurur ve Aşk” adıya çevrilip Milli Eğitim gilidir.” Bakanlığı, Dünya Edebiyatından Tercü“Ne söylediğimiz ve düşündüğümüz meler 58, İngiliz klasikleri dizisinde 1951 yı- değil ne yaptığımız bizim kim olduğumulında yayımlanmış. Daha sonra da Türkiye zu belirler.” İş Bankası Yayınları Hasan Ali Yücel Kla-


BABİL BALIĞI

Aydınlık KİTAP

22 MART 2013 CUMA

9

Çıta yükseliyor M. SALİH KURT mustafa.salih.kurt@gmail.com Polisiye türü (crime fiction), ülkemizde de çok okunan, göz önünde olmayı başarabilen bir türdür. Esas olarak pek çok alt türü barındıran türün, ülkemizdeki incelemelerinde, alt tür farkı gözetmeksizin genel geçer “polisiye” adı ile anılır. Hâlbuki alt türlerinin birbirinden farklı yazım biçimleri, izlekleri, kurgu yöntemleri bulunur. Eğer on beş yıl öncesi için yazınımızın incelemeleri söz konusu olsaydı, sadece “polisiye” terimini kullanmak, türü incelemek için yeterli görülebilirdi. Ancak son on beş yılda tür üzerinde yazarlarımızın yükseltmiş olduğu ve gurur duyulacak hale gelen çıta, incelemeler anlamında da alt türlere bölünmeleri de gerekli kılar hale geliyor. Tür ayrımlarına yönelik konu uzun olacağından, şimdilik bir virgül koyalım.

POL S YE YAZINIMIZ Son on beş yıl içerisinde polisiye türünde yazarlarımızın ne kadar başarılı durumlara geldiğini, ne kadar yetenekli yazarların yetiştiğini anlamak için, herhangi bir kitapçıda vakit geçirip okuki küçük bir eleştiri olarak run eğilimlerini gözlemleyazarlarımızın baş düşmeniz yeterli. Artık öyle bir man ve kötü karakter yanoktadayız ki üzerinde rekratımlarının bir nebze balâm bombardımanı bulunşarısızlıkla karşı karşıya olmayan polisiye yazarlarımıduğunu, kötü/şeytani kaza dahi, türün okuru tararakterlerin iç dünyalarına fından bir eğilim söz konusu. girmekte, kahramanları Artık okur, çoğunlukla polikadar başarılı olmadıksiye söz konusu olunca bir larını söylememiz mümtercüme eser yerine, Türk yakün. Özellikle polisiyede zarlarına yöneliyor. Bu ibre kahraman karakterleriAkrep Yuvası, değişiminin oluşumunda gunin kalıcılığının da karşıDemir Toros, rur kaynağımız sayabilecelarındaki düşmanın ne Remzi Kitabevi, 367 s. ğim, polisiye yazarlarımızın kadar iyi kurgulanmış olyazdıkları türe ve yazınlarına duğuyla yakından ilişkili olduğunu hatırlabakış açılarının ne kadar etkili olduğunu, eltalım. bette yetenekleriyle birlikte belirtmemek olmaz. Başarılarındaki ve beğenilmelerindeB R SER DAHA OLUR MU? ki nedenlerin başında, yazınlarında edebi Polisiye yazınımızdaki bütün bu gelişzüppelikten özellikle uzak durarak bize ait meler ve yükselen çıta, bu türde yeni, dikkat kurgular, bizleri anlatan öyküler yazmalaçekici eserleri vermeyi de daha zor hale gerı geldiğinin altını çizmemiz gerekiyor. Yatiriyor şüphesiz. Daha önce iki kitabı (“Bezın yetenekleri içerisinde de sayabileceğimiz, yoğlu’nda Balıkların Ayak Sesleri” ve “Mutürden, okurun ne bekleyebileceğine yönelik habbet Kuşuna Ağıt”) bulunan Demir Touğraşılarının ve yaratımlarının karşılık buros’un dikkat çeken yeni romanı “Akrep Yuluyor olması da oldukça sevindirici. Özelvası” da yükselen çıtanın üstünden atlamalikle türün yazınında en zor süreç kabul ediyı başarıyor ve birkaç santim de ekleyiverilebilecek, “kendi kahramanlarını oluşturma” yor. Polisiye türündeki romanın ana karakbağlamında da kalıpların ötesine çıktıklarını, okurların aklına kazınabilecek karak- teri Kamuran Teğmen, bir Kıbrıs gazisi. Oğterler yarattıklarını gözlemliyoruz. Hatta bu lunu hunharca bir cinayette kaybetmesiyle konuda daha zor olan, bir anti-kahraman başlayan kurgu, tesadüfen karşılaşacağı soana karakter yaratmayı, okura sevdirmeyi, kak çocuklarıyla, oğluna çok benzettiği bir sogerçeğe uygun kılmayı dahi başardıklarını kak çocuğunun da aynı seri katil tarafından görüyoruz. Polisiye yazınımız için şu an bel- öldürülmesiyle, katilin izine düşüşüyle ve bek-

lenmedik daha büyük bir entrikanın keşfiyle devam ediyor. Öncelikle yazarın, karakterlerini özenle, bir yerlerde nefes aldıklarına inandırırcasına kurguladığını, etraflarına ördüğü detayların metnin altına da anlam kattığını söyleyebiliriz. Özellikle yazar, elinizden tutup sizi sokak çocuklarının dünyasına getirdiğinde, elinizi bir anda bırakacak ve zaman zaman üşümenize, şehrin bunaltıcı karanlığında hata yapmanızı bekleyen, soğuk dünyaya bakan sıcak ampullerden gözlerini, üzerinizde hissetmenize neden olacaktır. Elbette bir yandan sokak çocuklarına yönelik her gün kaybedilmekte olan bir vicdanı yeniden alevlendirmeye yönelik olarak da karşımıza çıkacak olan bu katmanın üzerinde fazla durmak istemiyor, bunun keşfini okura bırakıyorum. Malumunuz, özellikle inceleme ve tanıtım yazılarında vicdani unsurların çok açık edilmesi ve tekrarlanması, reklamlarla kirletilen bir kuşağı artık ajitasyon ve gerçek arasında paranoyak bir hale getirdiği için, kitaptaki bazı doneleri hak etmediği şekilde “dudak bükme” ile karşı karşıya bırakmak istemem. Demir Toros’un karakter yaratımında özellikle çarpıcı olan veriler çevresinde romanı okurken sürekli aklımdan geçen şey, Kamuran Teğmen ana karakterinin romanın sonunda bir başka kitaba ve maceraya mahal vermeyecek şekilde önünün tıkanılmamasına dair dileklerimdi. Şükür ki bir devamı kısmen ve gizlice işaret eden bir sonla karşılaşmaktan ötürü mutluyum. Çünkü Kamuran Teğmen, okurun sevip bir başka macerasını okumak isteyeceği

denli özenle yaratılmış, “kahraman” karakter için oldukça güzel bir örnek teşkil ediyordu. Elbette bir polisiye romandan bekleneceği üzere, sizi sayfayı okumaya zorlayan, bir sonraki sayfayı merakla beklemenize yol açan bir tempodan, okurun aklını şüphe ve ihtimallerle meşgul eden bir yazın geleneğinden romanda ziyadesiyle bulunduğunu, yazarın Türk dilini kullanmada titiz davrandığını, taklit tasvirlerden uzak durmaya özen gösterdiğini de belirtelim (özellikle “açlık” üzerine bir mecazına vuruldum). Öykünün dönem koşulları ve ince detayların (bkz. özellikle Amerikan hayranlığının başlangıcı) romanın içerisine serpiştirilmesinden de bütünsel bir lezzet açığa çıkıyor. Öykünün çevresindeki atmosferi yansıtmak için şiddet tasvirlerinden geri durmadığını, zaman zaman kitaba ara vermek zorunda bırakan yoğunlukta bulunduğunu da yazınının olumlu yönlerinden biri olarak belirtelim. Değindiğimiz üzere genel anlamda polisiye yazınımızda baş düşman yaratımlarındaki eksikliklerin üstesinden ise kısmen geliyor Demir Toros. Sadece bir canavar yaratmayıp, canavarın içinden bakmamıza da olanak sağlıyor. Ancak bunun kısa tutulması ve canavarın başkalaşımındaki psiko-faktörlere detayla değinmek yerine, nedenden doğruca sonucuna atlanması bu konudaki eksikliğin üstesinden tamamen kalkılması yönündeki hevesimizi kursağımızda bırakıyor. Polisiye yazınımızda kazandığımız bu yeni soluğu da fark etmeniz ve haftaya görüşmek dileğiyle…


10

Aydınlık KİTAP

22 MART 2013 CUMA

Sistemin ‘Aykırı’ Adamı: Ernest Gellner Gellner'in felsefesinde gerçekle hakim ideolojinin in a etti i sözde gerçek; do ru ile yanl birbirine kar m t r. Gerçi her felsefede böylesi bir kar kl k u veya bu ölçüde bulunur. Ancak Gellner'deki durumun bu kar kl n aç kça bilinçli bir biçimde yap lmas d r CENK ÖZDAĞ ozdagcenk@hotmail.com

Ernest Gellner

İş bölümünün bu denli yoğunlaştığı çağımızda, aşırı uzmanlaşmanın ya da Melih Baş’ın deyimiyle “azmanlaşmanın” böylesine arttığı bir çağda felsefe, sosyal antropoloji ve siyaset bilimi alanlarının tümünde birden yetkin ürünler veren birisi olsa olsa bir istisnadır. Bu istisnai figürlerden olan Ernest Gellner’in, “Milliyetçiliğe Bakmak; Müslüman Toplum; Uluslar ve Ulusçuluk; Postmodernizm, İslam ve Us” adlı eserlerinden sonra ölümünden ardından oğlu David Gellner tarafından derlenen yazılarından oluşan “Dil ve Yalnızlık” adlı eseri de Türkçeye kazandırıldı.

AYKIRILI IN K B Ç M

Gellner, daha ziyade, bir dü ünür tipi olarak ça m za ayk r dü mektedir yoksa egemen dü üncelerle ili kisi bak m ndan düpedüz s radan bir dü ünürdür

Gellner farklı konulardaki görüşle- başladı. Burada, Milliyetçilik Araştırmarinden bağımsız olarak çağımızın aykırı ları Merkezi’ni kurdu ve yönetti. düşünürlerinden biriydi. Egemen yahut Gellner, Oxford Üniversitesi’ndeyolağan düşüncelere karşıtlık biçimindeki ken Wittgensteincılığın ve genel olarak dil aykırılıktan bahsetmiyoruz. felsefesinin etkisinde Gellner, daha ziyade, bir dükaldı. Sonraki yıllarşünür tipi olarak çağımıza ayda, özellikle de sosyal kırı düşmektedir yoksa egeantropolojinin kurumen düşüncelerle ilişkisi bakıcularından Malimından düpedüz sıradan bir nowski’den etkilendüşünürdür. Rönesans devrimesiyle birlikte Oxnin insanı, homo universalis ford dil felsefesine (çok yönlü, hemen her alanı kuolan eleştirilerini caklayan) ya da çağımızın Ameaçıkça dile getirmeye rikan terimleriyle söylersek başladı ve “Words polymath, birçok alanda bilgiand Things” (Sözli, olarak düşünüldüğünde aycükler ve Şeyler) adlı kırılığın en çok yakıştığı düşüeseri yayımlandı. nürlerden biri Gellner’dir. Gelgelelim, GellDil ve Yalnızlık, Ernest Gellner’in yaşamı boyunca ner Oxford dil felseGellner, Kabalcı Yayınevi, içinde bulunduğu mekanlar fesinin etkisi altında Çev: G. Aysu Oğuz, 290 s. düşünüldüğünde bir homo unikalması sonucunda versalis olmasının nedenleri ürünler verdiği alankolayca anlaşılabilecektir. Gellner, her iki larda felsefeyi etkili bir şekilde kullanataraftan da seküler, Almanca konuşan Ya- bilmiştir. Dolayısıyla, Gellner söz konuhudi bir aileden geliyordu, Paris doğum- su kitabı yazmasından önceki dönemden luydu fakat Prag’da büyüdü. İkinci Dün- güçlenerek çıkmış ve adını geniş çevrelere ya Savaşı’nda Çek askeri birliğine katıldı. duyurmuştur. “Dil ve Yalnızlık”ta ise Sonrasında İngiltere’ye göç ederek Oxford Wittgenstein’ın ikinci dönemindeki dil felÜniversitesi, Balliol College’da eğitim gör- sefesiyle çeşitli kültürleri ve kültürel padü. Edinburgh’ta felsefe öğretmenliği radigmaları saha çalışmalarıyla (etnoyaptı, LSE’de Sosyoloji Bölümü’nde ça- grafik çalışmaları işin içine katarak) ele lıştı, Cambridge Üniversitesi’nin Sosyo- alan Malinowski’nin sosyal antropolojisi loji Bölümü’nde felsefe profesörü olarak ekseninde yaşamında ele aldığı hemen her görev yaptı. Emekliliğinden sonra Prag’da, konuya daha genel bir bakış atıyor. Kitap, Central European University çalışmaya oğul Gellner’in bölümlemesiyle beş bö-

lümden oluşuyor: 1- Habsburg İkilemi; 2Wittgenstein; 3- Malinowski; 4- Etkiler; 5- Sonuçlar. “Dil ve Yalnızlık”, esasında Gellner’in felsefi duruşunun bir özetidir. Gellner’in siyasete bakışı da bu özette gizlidir. Gellner’e göre “bilgi ve hatta insan, toplum ve diğer şeylerle ilgili [iki temel] görüş vardır” (s. 265). Bu ikilik bir kutupsallık olarak düşünülebilir. Bir renk skalasının iki aşırı ucu olarak düşünüldüğünde söz konusu karşıtlığın bir ucunda “atomcu bireycilik” diğer ucundaysa “romantik organikçilik” bulunur. Gellner’in kendi ifadeleriyle birincisini “Crusoe Modeli”, ikincisini ise “Romantizm” olarak adlandırabiliriz. Gellner’in ayrımı sağduyuya uygun görünse de ortaya koyduğu bu karşıtlık üçüncü şıkkın (sosyalizmin) olanaksızlığını göstermek için kurulmuştur. Diğer bir deyişle bireyi silmeyen bir toplumsallığa (bize göre sosyalizmden komünizme ilerleyen sürecin hedefi) kapı aralamamak amacıyla yukarıdaki iki uç hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşemeyen birer karikatür olarak sunulmuştur. Dolayısıyla, Gellner’in felsefesinde gerçekle hakim ideolojinin inşa ettiği sözde gerçek; doğru ile yanlış birbirine karışmıştır (gerçi her felsefede böylesi bir karışıklık şu veya bu ölçüde bulunur. Ancak Gellner’deki durumun bu karışıklığın açıkça bilinçli bir biçimde yapılmasıdır). Bunu birer örnekle gösterip yorumu sizlere bırakalım: Doğru: [Kültürel göreliliğe dayalı

gerçeklik kavrayışından söz ediliyor]”Görecelilik saçmalıktır. Tüm bilişsel tarzların eşit olması söz konusu değildir. Bunun böyle olmasını arzu edebiliriz ya da etmeyebiliriz, ama durum öyle değildir. Bir bilişsel tarzın teknolojik üstünlüğü dünyayı ve toplumsal oyunun kurallarını dönüştürdü. İçinde yaşadığımız gerçek dünya için bir kılavuz olarak aksi varsayımı temel alan bir felsefe mantık dışıdır.” (s. 271). Eğri: “Rakip görüşü, romantik komünalizmi, yani bilginin ve esas itibarıyla diğer her şeyin bir takım oyunu olduğu doktrinini düşününce, yalıtılmış birey hastalıklı bir soyutlamadan ibarettir... Gemeinschaft, artık belli bir tür Gesellschaft, yani modern şovenist ulusdevlet ideolojisiydi... Romantizm; yenilerini edinmiş olsa da tarımsal değerlerin eski işlevlerini kaybetmiş olduğu tarım sonrası bağlamlarda tarımsal değerlerin (saldırganlık, mertlik, sınıf anlayışı, siyasi ve dini liderliğe sorgusuz sadakat, akıl yerine teamüllerden ve arzulardan ilham alan yönetim) yeniden onaylanmasıdır.” (ss. 270-271).

G ZL VE AÇIK ANT -KOMÜN ZM Felsefede Popper’ın kimi zaman üstü örtülü olarak kimi zamansa açık bir biçimde diyalektiği ve Marksist/Bilimsel Sosyalist düşünceyi hedef aldığı gibi Popper’a felsefi açıdan yakın duran Gellner’in de benzer bir tavrı gösterdiği söylenebilir. Plough, Sword and Book (1988) (bu kitap Kabalcı Yayınları tarafından Saban, Kılıç ve Kitap adıyla yayımlanacaktır) adlı eserinde tarih felsefesi üzerine eğilen yazar, tarihsel materyalizmin karşısında durmakta; 1994’te yazdığı “Conditions of Liberty” adlı eserinde sosyalizmin “çöküşü”nü açıklamaktadır. Bu iki kitaptan çıkarılabilecek komünizm karşıtlığını entelektüel bir tutum olarak değerlendirebiliriz. Ancak 1993’te Prag’a dönüp de Soros tarafından fonlanan Milliyetçilik Araştırmaları Merkezi’ni kurması, Gellner’in tutumunun entelektüelliğin çok ötesinde olduğunu göstermektedir. Söz konusu Merkez küreselleşmenin ateşli bir destekçisi, ulus-devletlere karşıtlığın ideolojik karargahı olarak işlemeye devam etmektedir.


Aydınlık KİTAP

11

Yabancı Herta Müller hikayelerinde, toplum taraf ndan nesnelere yüklenen anlamlar de i tirilir ve bu vesileyle her gün ya anan ve insan neredeyse robotla t ran tekdüzeli e kar sert bir ele tiri yap l r Şüphesiz ki burada babasının seçimleri nedeniyle cezalandırılması değil söz konusu olan, çıkış noktasını es geçmesi. Nobel Edebiyat Ödülü’nün 2009 yılında Herta Müller’in “Tek Bacaklı Yolcu” kineden Herta Müller’e vetabı Siren Yayınları’ndan çıktı. Kirildiği sorusuna verilen tüm tabın ana karakteri İrene’yi hatbu politik cevaplar ise yine ta belki kitabı anlamak için Italo cümlenin öznesini es geçer Calvino’nun “Görünmez Kentşekilde aslında ‘Edebiyat’! ler” kitabındaki bir paragrafa Nitekim ödül verilirken de bakmak her şeyi kolaylaştırır. vurgulanan; şiirinin yoğun“Ortasında durup bakıldıluğu ve düzyazısının içtenğında başka bir kent olacak naliği; işte bu Herta Müller’in sılsa. Irene uzaktan bakılan, yak“Tek Bacaklı Yolcu”sunlaşıldığında değişen bir kent adıdan bahsederken çıkış nokdır. Kent girmeden geçen için baştası olacak, romanı okuka, ona yakalanan ve bir daha çıduktan sonra ise varış. kamayan için başkadır; biri ilk kez “Tek Bacaklı Yolcu” geldiğin, diğeri dönmemek üzeTek Bacaklı Yolcu, Herta Müller’in Almanre terk ettiğin kenttir; her birine Herta Müller, ya’da kaleme aldığı ilk rofarklı bir ad verilmeli; belki IreSiren Yayınları, ne’den başka adlarla söz ettim Çev: Çağlar Tanyeri, 158 s. man; diğer tüm romanları gibi otobiyografik öğeler tadaha önce, belki de sadece Ireşıyor, Irene isimli karakterinin “o ülke” dene’den söz ettim.” Nobel Edebiyat Ödülü 2009 yılında diği Romanya’dan ayrılıp, gurbette yalnızlıHerta Müller’e verildiğinde, günümüzde ğı, yabancılığı, öteki olmasını yazar kendine çağdaş edebiyatın en önemli yazarlarından has üslubuyla anlatıyor. Herta Müller’de bibiri sayılan Müller, ülkesi Almanya’da dahi çim soyut, kelime seçimleri çok özenli, kısa pek tanınmayan bir yazardı. Politik olarak cümlelerinin oluşturduğu dar paragrafları hem sağ hem de sol tarafından takdirle kar- sade, metin soyut fakat doğrudan ve vurucu. şılanan bu haber kısa bir süre sonra çok sor- Herta Müller hikayelerinde, toplum taragulandı. Nitekim savaş sürgünü Almanların fından nesnelere yüklenen anlamlar değiştiyazarı olarak tanımlanan Müller’in Çavu- rilir ve bu vesileyle her gün yaşanan ve insaşevsku yönetimindeki komünist Roman- nı neredeyse robotlaştıran tekdüzeliğe karya’da kalan Alman azınlıkların komünizmin şı sert bir eleştiri yapılır. Bu romanda da bu insanlık dışı yanını anlattığı romanları bir yan- anlam değişimleri ile yazılmış cümleler, padan da savaşta ve sonrasında acı çeken sür- ragraflar ilgi çekici ve özel. “Franz sana yazarken duraksıyorum. güne gönderilen Almanlar da vardı, demeİnsanı miskinleştiren bir özlem bu. Elim uyusi Müller’e bakışta değişimler yarattı. Gelen şuyor, şu anda, sana yazarken. İrene kağıdı tepkiler Müller’in Hitler faşizmini görmezden geldiği ve öfkesini bundan sonra kuru- katladı ve adamı içine yerleştirdi.” “İrene güldü, ensesini adamın elinden lan sosyalist rejime yönelttiği fakat temel çıkış noktasını kaçırdığı yönünde oldu. Öyle ki çekti.” Yazarın şiirsel dili, doğrudanlığı, samibu yaşanılan sürgünün, kendisinin de dahil olduğu Banat Almanları’nın faşizme destek miyeti “Tek Bacaklı Yolcu”yu okuduğuolması sebebiyle gerçekleştiği durumu var. nuzda sizi de etkileyecek. DİLAN ÖZTÜRK dilanozturk@gmail.com


12

Aydınlık KİTAP

22 MART 2013 CUMA

KAPAK

Törenin coğrafyası var mı Daha kaç kad n kendini ate e vermeli ya muru beklerken? Cumhuriyetin anayasas delik de ikken törenin hala i liyor olmas na hay flanmakla kalacaksan z, bu kitab hiç okumay n daha iyi. Zira o kad nlar n ac nmaya de il, insan yakan bu ate i söndürecek ya murun yarat lmas na ihtiyac var SEZA ÖZDEMİR sezaozdemir@gmail.com Törenin kurşunu, bıçağı, ipi vs., onu yaşatan koşullar yok edilmedikçe tükenmek bilmeyecek. Peki o koşullar nasıl tükenir? “Yağmur Bekleyen Kadınlar” adlı kitabı hakkında sorular yönelttiğimiz yazar Mehmet Faraç, sorunun çözümü için eğitim ve kadının bireyselleşmesi gerektiğini ifade ediyor. Faraç’a göre, batıya göç de töreyi değiştirmiyor çünkü feodalite de büyük kente gelen denklerle birlikte taşınıyor. Peki Urfalı gazeteci Faraç’ın kendisinin töreden canı hiç yanmış mı? Faraç yanıtında “Doğuda; feodaliteden, töreden canı yanmayan çok az insan vardır. Bir trafik kazasında bile aşiret gücünü bulabilirsiniz” dedi. Gerisini de kendisinden dinleyelim. Kitapta “Bir gün yolun düşerse” diye anlattığınız bir Doğu var. Hemen ardından “alfabesi kaos olan bir coğrafya” çiziyor-

sunuz. Yer verdiğiniz bu “çelişki”leri, birkaç yerde “Doğu’nun gizemi” diye ifade ediyorsunuz. Böyle bir gizem var mı gerçekten? Güneydoğu; yoksulluk, geri kalmışlık cehalet ve feodalite kıskacında zaman zaman kaotik bir manzara yansıtsa da, aslında tarihi ve kültürel dokusuna saklanmış gizemi her zaman dikkat çekicidir. Zaten o coğrafyayı gizemli kılan da içinde barındırdığı çelişkilerdir... Yağmur Bekleyen Kadınlar kitabının girişindeki Doğu tasviri de, aslında terörün yarattığı kaos nedeniyle gizemi bir tarafa atılan Güneydoğu’nun insana yönelik kucaklayıcı yanını anlatıyor. Terör, geri kalmışlık ve feodalitenin ağılık-töre ikilemi etkin olsa da, Güneydoğu insanı kökeni binlerce yıl öncesine dayanan bir konukseverliği halen yaşatmaktadır... Mırra tadındaki bu konukseverliktir bu... Kırk yıl hatırı olan... Kitabın girişindeki Doğu tarifiyle şunu anlatmak istedim ben; bir gün yolunuz Güneydoğu’ya düşerse orada rengarenk bir kültürü, in-

DAMLA YAZICI Güneydoğu’yu, en iyi bilen birinin ağzından dinlemek gerekirse, şimdiki zamanlarda onların en usta adlarından biri, belki de birincisi olan Mehmet Faraç’a kulak vermek gerekir. Çocukluğu Urfa’nın “Kötüler Mahallesi”nde geçmiş olan Mehmet Faraç Fikret Otyam’ın, Yaşar Kemal’in, Bekir Yıldız’ın büyük anlatıcılar geleneğinin sürdürücüsüdür. O nehre dışından bakarak değil de ıslanarak anlatanlardan. Umudu, umutsuzluğu, yaşamı ve “yaşamsızlığı” bazen güldürerek, bazen de hüzünlendirerek anlattığı Güneydoğu hikayeleri aslında, yöreye dair hikayeler olmanın ötesinde “bizim gerçeğimizin” İstanbul’da, Tekirdağ’da, Manisa’da, Ordu’da, Adana’da... bütüncül bir gerçek olduğuna dair gözlerimizi açıyor. Gorki “Acı” demektir... Faraç ne demek pekiyi? Daha mı az acı, daha mı az öfke, daha mı az hüzün ve daha mı az umut? Bunu ancak iç burkan, o sevdalara, öfkeye, birbirimizi kardeş bilmemizin zorunluluğuna tutanak oluşturan iki kitabını

sanın sıcaklığını ve kardeşlik bağını da görürsünüz. Güneydoğu korkutmasın kimseyi... Çünkü bölgenin gizemi; insan-tarih ve kültür-doğa harmanında canlılığını koruyor. Töre karşısında kendini ateşe veren ve o ateşin sönmesi için yağmura ihtiyacı olan kadın gerçeği çıkıyor karşımıza. Bu gerçek nasıl değiştirilebilir? Ben kitapta “yağmur” ironisini öne çıkartırken kadının aslında çığlığını duyurmak da istedim. O bölgede intihar eden, intihara zorlanan, öldürülen ve ya da öldürülmek istenen kadınlar, törenin kanlı yüzünü gösterenlere karşı bir kurtarıcı beklediler hep... “Yağmur” betimlemesini bu yüzden kullandım. Töresel şiddetin ateşi artık söndürülsün diye... Mezopotamya coğrafyasında töre baskısı yüzünden kendini yakan kadınlar artık töre ateşini söndürecek bir kurtarıcı bekliyorlar çünkü... Bunun ancak eğitim ve kadının bireyselleşmesi konusundaki çabalarla yaşanabileceğini

Akreplerin yelkovanı kovaladığı hikayeler okuduğumuzda anlıyoruz ve adlandırıyoruz... Mehmet Faraç’ın alabildiğine şaşırtıcı hikayelerle dolu bu coğrafyayı, alabildiğine yalınlıkla yazdığı, yani anlattığı iki kitap Kaynak Yayınları’ndan çıktı: “Akrep Zamanı” ve “Yağmur Bekleyen Kadınlar” “Akrep Zamanı”nda Mehmet Faraç, çocukluğunun geçtiği Kötüler Mahallesi’ni anlatıyor bize önce. Mahalle kaçakçıların kurduğu, kaçakçıları barındıran bir mahalle. Faraç’ın babası da kaçakçı. Öyle bir çocukluk ki, Suriye sınırında babasının edindiği malları satar Faraç. O çocukların babaları mayın tarlalarında ecel terleri dökerler, o babaların çocukları akrep avcılığı yaparlar. Ayrışmanın henüz başlayış düdüğü çalınmamıştır. Daha sonra kaçakçı, terörist ya da ihbarcı haline gelecek olan bu insanlar bu seçimleri yapmak zorunda kalacakları-

nı nereden bilebilirlerdi? Teröre ve devlete ufak dokundurmaları da Faraç’ın satır aralarında görebiliyoruz. Faraç, “Kötüler Mahallesi” nin ironik yönünü açığa çıkardığında ise bizim de bilincimizde başka bir şey aydınlanıyor. Kötüler Mahallesi’nin tarihi; Mezopotamya’da, söylenceler kenti Urfa da, Neolotik Çağ’dan kalma binlerce mağaranın ortasında, sırtını Edessa Kralı Abgar’ın mezarına, Nemrut’un tahtı diye bilinen “DeyrYakup Manastırı”nın kalıntılarına, Hazreti Eyüb’ün “Sabır Mağarası” na, Ehber (Abgar) Dağı’na ve “Çardak Manastırı”na dayanmakta. Bu soylu mahallenin uzun zaman sonra bir “kötülük” teması barındırması büyük ironi, belki de Türkiye’nin ironisi. Kitapta bireysel yaşam hikayeleri, Urfa insanının sıcak kanlılığı,cızlavet lastik ayakkabının serüvenininin İsveç’e nasıl dayandığı, kullıke kuhıke’nin şifası gibi şeyleri oku-

duğunuz zaman Mezopotamya’nın tarihine dair oldukça farklı şeyler öğreneceksiniz. Ve gülümsemek pas geçilmiyor kitapta. Kaçakçıların Avrupa’dan Suriye pazarına gönderdikleri lüks tekstil ürünlerini teslimat sırasında aşırmaları en büyük faaliyetlerinden birini oluşturuyor. Kötüler Mahallesi’nde yoksulluk elbette baki ama mahalle sakinlerinin hepsi marka kıyafet giyiyor. Ama gene de onları yansıtan esas şey cızlavet oluyor. Cızlavet’in ne olduğuysa kitabın içinde okurları bekliyor.


Aydınlık KİTAP

KAPAK düşünüyorum.

YASALAR VE SI INMA EVLER Töre cinayetlerinin en yoğun yaşandığı bölge, Doğu ve Güneydoğu ama onu çözebilecek güç, batıdaki kentlilerin iradesinde mi? Aslında Doğu kadını yalnız... Devlet göstermelik yasalar ve sığınma evleriyle kadının üzerindeki baskıyı ve şiddeti azaltamaz. On yıl öncesine kadar Batı kentlerinde de töreye karşı ne yazık ki bir duyarsızlık hakimdi. Ancak göç eden feodalite, törenin şiddetiyle batı kentlerinde de kadını vurmaya başlayınca kamuoyu oluştu. Son on yılda İstanbul gibi kentlerde işlenen kadın cinayetleri, ken-

tli kadını daha duyarlı hale getirdi. Medyanın duyarlılığı da kötü törelere karşı bir sosyal direnç yarattı. Eskişehir’de öğretmenlik okuyan ya da Almanya’da yaşayan kızlar da hikayeler arasında. Anayasanın bile değiştirildiği bir memlekette; sözlü hukukun (geri kalmış hukukun tabii ki) hala geçerli olabilmesi ve bu kadar farklı koşullara rağmen uygulanabilmesi nasıl mümkün oluyor sizce? Törenin coğrafyası ne yazık ki yok... Göç eden feodalite kendi kurallarını da beraberinde götürüyor. İstanbul gibi metropoller ya da Almanya, Fransa hiç fark etmiyor. Çünkü töreyi kültür yaratıyor. Nereye göç ederse etsin ve Batı kültürüne entegre olamayan yaşam biçim-

Bu kitabı okuyup sadece ağlayacaksan... SEZA ÖZDEMİR İnsanoğlu ateşi bulmasıyla bugünün uygarlığını kurmada ilk adımını atmış sayılır. O günün koşullarından yola çıkan kurallar koymuş; adetler, gelenekler zamanla töreler, kanunlar yaratmış. Bunların bazılarını değiştirmiş, bazılarını ise atmamış sırtından. Peki zamana uymayan ateşler, sizi yakan bir şeye dönüştüyse artık, ne yapmalı? Siz olsanız aranıp taranıp su bulmaya çalışmaz mısınız?

YA MURU YARATMAK… Bugün hala sırtımızdan atamadığımız bu ateşleri söndürmek için yağmuru yaratamaz mıyız? Bunun için illa ki bizi mi yakması gerek o ateşin? Gazeteci Mehmet Faraç, bugünün söndürülmemiş insan yakan ateş’leri karşısında ‘kendini yakan kadınlar’ın hikâyelerini kitaplaştırdı. Onlar, töre karşısında çaresiz bırakılmışlıklarıyla bedenlerini ve ruhlarını ateşe veriyor, bu ateşin sönmesi için ise yağmuru bekliyorlar. Peki ya siz? Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Yağmur Bekleyen Kadınlar” adlı kitabı okuyup, hala sadece ağlıyorsanız; bilin ki o yağmuru yaratamadığınız için siz de suçlusunuz!

DO U’NUN G ZEM M ? Faraç, okurunu Doğu’ya götürmeye “Bir Gün Yolun Düşerse” diyerek başlıyor. Gidenleriniz varsa hüzünlü ama tatlı bir gülümsemeyle hatırlar kuşkusuz, gitmeyenleriniz ise ne yazık ki bugünün önyargılarıyla başlayacaktır okumaya. O yüzden Faraç’ın oranın insanından dem vurduğu bu kısa Doğu panoraması önyargıları kırmak için iyi bir başlangıç olabilir. Çünkü Doğu’nun bugüne kadar sistem içinden gösterilen çelişkilerle dolu “gizemi”nin aslında gizem değil, bir neden-sonuç ilişkisi olduğunu gösterecek ve-

rileri yakalayabilmek için önce bu önyargılardan arınmak gerek bize kalırsa. Faraç bu bölümü kapatırken şunları söylüyor:“Hepimizin… Hem de şu kaos döneminde çok ihtiyacı var buna…” İşte bu sözleri kulağımıza küpe yapıp okumaya devam edelim, çünkü hemen ardından gelecek olan “Alfabesi Kaos Olan Coğrafya!” başlıklı bölüm, suratımıza bir tokat gibi çarpıyor. Bu kez aşiret, ağa, şıh, feodalite, töre, yoksulluk, zulüm, molotof, Apo, Hizbullah, PKK, JİTEM, faili meçhul, açlık, kaçakçılık, mayın tarlası, kalaşnikof, roket, başlık parası, berdel, kan davası ve mezarsız ölülerin diyarıyla karşı karşıyasınız. Bu sözcükleri rastgele sıraladığımızı düşünüyorsanız, hala Doğu’nun “gizem”inde takılı kaldınız demektir.

KAN VE A K Faraç kadınlarla ilgili hikâyelere geçmeden bölgeden somut veriler sunuyor okura. Bunlara bir de aşka ilişkin verileri ekliyor. Çok mu şaşırtıcı? Faraç’ın kendi bile şaşmış alfabesini yukarıdaki sözcüklerle kurduğu bir diyarda hala “aşk”tan söz eden kitaplar okunabilmesine, “Çok merak ediyorum, sabah molotof sesiyle uyanan, gece roket sesiyle yatan bir Hakkârili hangi psikolojiyle kendini aşk temalı kitapların sayfaları arasına bırakabiliyor?” diyor. Muhtemeldir ki o bile, Anadolu’nun ötesindeki Batı’nın dayattığı düşünme biçimlerinden alamamış kendini. Oysa o en güzel aşk hikâyelerinin yaratıldığı Mezopotamya değil midir orası? Rakamlardan bir çıkabilsek daha neler

leri, töre kurallarından soyutlanamıyor. Unutulmasın ki, Doğu insanı Batı’ya göç ederken yalnızca yatağını-yorganını, salçasını-tarhanasını götürmüyor; törenin kara kitaplarını da denklerinin arasında taşıyor. Koloni yaşamı da töreyi katılaştırıyor ve özellikle kadınlar büyük kentlerde yaşarken de feodal çemberin dışına çıkamıyor. Çıktıklarında ise karşılarında törenin yasalarını buluyorlar. Zor koşullarda büyüdüğünüzü okumuştuk yazılarınızdan. Peki, töreden hiç canınız yandı mı? Evet çocukken kardeşlerimle birlikte zor koşullarda büyüdüm... Urfa’nın Kötüler Mahallesi’nde, geçimini kaçakçılık yaparak sürdüren insanlar arasında hayatın gerçekleriyle tanıştım. Benim ya-

22 MART 2013 CUMA

13

zarlığımda, Urfa’daki yaşamımın derin gözlemleri de çok etkili olmuştur. Bu yüzden Urfa benim kalemime lezzet kattı. Bu yüzden de çok seviyorum Urfa’yı... Töreye gelince... Doğuda; feodaliteden, töreden canı yanmayan çok az insan vardır. Siz en küçük tartışmada, basit bir trafik kazasında bile karşınızda aşiret gücünü bulabilirsiniz. İnsanın yalnız olması zaten feodalitenin karşısında canının yanmasıdır. Ben bizzat çok önemli bir sorun yaşamadım ama çocuğa, kadına yönelik feodal baskının şiddetini sıklıkla gözlemledim. Hem unutulmasın ki, birçoğu Doğu’daki terörizmi ve “törerizmi” anlatan kitaplarımdan rahatsız olanlar da, yıllardır zaten can yakmıyorlar mı?

bulacağız o coğrafyada.

NSANI YAKAN ATE N K TABI Faraç, yörede görev yapmış bir komutanın ağzından aktardığı üç kelimeyle aslında Doğu’nun sancılara nasıl meydan olduğunu özetliyor: ağa, siyasetçi ve şıh. Ardından sıra “Salname” adlı kitaba geliyor. Salname, Urfa Valiliği’nin 1927 yılında yayınladığı bir kitap. Bölgedeki aşiret temelli örf ve adetlerin bir derlemesi, yani “töre”nin kara kaplı kitabı. “Vay hem de valilik!” demeyin hemen; Türk edebiyatında iz bırakan yazar Bekir Yıldız’ın, “Yargılayan Zaman İçinde” adıyla kitaplaşan öykü ve röportajlarında toprak reformu için Urfa’nın pilot bölge seçilmesiyle ilgili önemli tespitini getiriverin aklınıza. (Yıldız, toprak reformunun başarılı olamaması için adeta bilinçli olarak aşiretlerin en güçlü olduğu Harran Ovası’nın pilot bölge seçildiğini aktarıyordu.) “Yağmur Bekleyen Kadınlar”ı okurken Salname’nin kurallarıyla sık sık karşılaşacaksınız. Aslında törenin yazılı kitaba aktarılmış olması ne fark eder? Cumhuriyetin yazılı anayasasının uygulanmadığı, delik deşik edildiği ve hatta yapısının değiştirilmeye çalışıldığı bugün; törenin hala işliyor olması acı bir ironi mi? Ne derseniz deyin; tek bir gerçek var ki “töre” denen bu ateş, insanları yakmaya devam ediyor! Kerkük’te evinin avlusunda bir tan vakti kendini gaza bulayarak yakan Emine, tek başına söndürebilir miydi bu ateşi? Ya da babasının kaçırdığı kıza karşılık berdel verilen Diyarbakırlı Ebru? Peki ya, geride bırakmak istemediği için üç çocuğuyla Fırat’ın sularına karışan Cemile… İster Hakkâri’de ya da Almanya’da yaşıyor olsun isterse Batı’da okuyor ya da

tek bir kişiye ait uçsuz bucaksız topraklarda koyun otlatıyor olsun; birçok çocuk, kadın, genç kız ve de delikanlı o ateşe yenik düşüyor. Sevdiğiyle kaçmak, berdel, tecavüz, kan davasına dönüşen arazi husumetlerinin sonunda işlenen cinayetlerin maktulü de, tetikçisi de o törenin kurbanı değil mi? Peki bunu değiştirecek güç kimde?

ÇARPICI, GERÇEK H KÂYELER Faraç’ın kadın hikâyeleri, iyi bir edebiyatın öyküleri değil; gerçeğin kendisi. Urfalı yazar, gazeteciliğiyle yıllardır topladığı insan hikâyelerini Aydınlık gazetesinde Cumartesi Öyküleri adıyla yayınlıyordu. Doğu kadınlarının “kaderi” haline getirilen törenin gerçek hikâyelerini bu kitapta toplamış oldu. Onları okuduktan sonra, ola ki bir gün Doğu’ya gidersiniz; nerede bir taşsız mezar görürseniz karşınızdakinin o kadınlardan biri olabileceği gelecek aklınıza. Yazar aktardığı tüm hikâyelerle bunu kazıyacak belleğinize, unutmamacasına. Peki ya sonra? Mardinlisi, Urfalısı, Müslüman’ı ya da Yezidi’siyle herhangi bir kadının yağmuru bekleyerek ateşe verdiği beden ve ruhunu söndürecek bir yağmur yaratılamaz mı? O gün gelene dek daha kaç beden kendine kibrit çakmalı?


14

22 MART 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

ATEŞTEN HAYAT YARATAN ADAM:

Mahmut Esat Bozkurt Nail Topal Mahmut Esat Bozkurt’u bütün yönleriyle bir kez daha an msat yor, Cumhuriyet’in ruhunu olu turmu bu devrimcilerin en seçkinlerinden birini, bir hem ehrisi olarak anlat rken gönül borcumuzu da ödemeye çal yor Mora’da Petras Başpiskoposu, Osmanlı’ya başkaldırdığında tarih 25 Mart 1821’dir. 1822’de Yunanistan Osmanlı’dan koparak bağımsızlığını ilan eder. Bu süreç katliamların yoğun olarak yaşandığı bir döneme denk düşer. Petras Patriği Germanoss din adamlığı kimliği ile şoven milliyetçi söylem ve eylemleriyle, kutsal kitabı ve “Baba, Oğul, Kutsal Ruh”u amaçlarına alet ederek başkaldırının tohumlarını eker. Germenoss ektiği tohumları Osmanlı kanı ile sular. Osmanlı buna karşılık olarak, isyancı patriğin uzun sakallı, ince gövdesini üç gün Mora’nın güney kapısında sallandırarak yanıt verir. Bu adada yaşan pek çok Türk, isyan sırasında yaşamını yitirir. İsyan Çarlık Rusyası ve Avrupa devletlerince gayri resmi bir biçimde desteklenir. Bu destek daha sonra resmileşecektir. Navarin’deki Osmanlı yenilgisi sonrası Rusya 1828’de, müttefik devletlerin de desteğini alarak savaşa girer. 1829’da Edirne düşer. 1830’da Londra Konferansı toplanır.

süre için açık kalacak ve sonra İngilizlerin dayatması sonucu kapatılacak, milletvekillerinin sürgüne gönderileceği Meclis-i Mebusan’a, Aydın Milletvekili olarak girecektir. Mahmut Esat babadan çok, dayının yolunu izlemiştir. Oğul, dayıya çeker derler, Mahmut Esat’la doğrulanmaktadır. Eğitimine İzmir İdadisinde (Sıbyan Mektebi) başlar. II. Abdülhamit yönetimine karşı mücadele etmiş dayısı Ubeydullah Efendi ile birlikte İstanbul’a gider. Eğitimine orada devam edecektir. 1911’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirir. Doktorasını yaparak İsviçre’de Lozan ve Freiburg Üniversitelerinde öğrenim görür. Doktora çalışmasını kapitülasyonlar üzerine yapar. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine Ulusal Bağımsızlık Savaşı’na katılmak üzere yurda dönmeye karar verir. Napoli Limanı’ndaki sulardaki gulet içindeki kaçak yolculuğu bu amaçladır. Bu yolculuk Kuşadası Kuvayı Milliye kuruculuğu ile sonuçlanır. Ege Bölgesi’nde Kuvayı Milliye içerisinde önemli başarılar gösterir.

O JÖNTÜRKLER K …

B R SOYADININ ÖYKÜSÜ

Dökülen kan ve çekilen acının içinde Moralı Hacı Mahmutzade, yükte hafif, pahada ağır nesi varsa, ata topraklarındaki düzenini bozarak bir daha geri dönmemek üzere yola çıkar. Geminin rotası o dönem İzmir’in ilçesi olan Kuşadası’nadır. Hacı Mahmutzade ailesinin yaşamı küçük bir liman kasabası olan Kuşadası’nda küçük esnaflık üzerine kurulur, aile helvacılık yapar. Hacı Mahmutzade aynı kasabada şehremini de seçilir. Hacı Mahmutzade Hasan İttihatçılığı benimser. “Zirai İstihsalin Sermaye İmkânları” başlıklı raporunu İttihat ve Terakki’nin İzmir Şubesi’nin talebi olarak hazırlar. Eşi Mekkiye Hanım ona biri kız, üç çocuk vermiştir: Süreyya, Faruk ve Esat. Dayıları Ubeydullah Efendi tıp doktorudur, Jöntürk hareketinin içindedir. Haber gazetesini çıkarmış, İzmir’de, daha sonra da Paris’te Jöntürklerin çıkardıkları Servet gazetesinde İngilizce, Arapça, Farsça çeviriler yapmıştır. Bu nedenle üç aylık mahpusluğu da vardır. Abdülhamit’in Kanun-i Esasi’yi ikinci kez yürürlüğe koymak zorunda kaldığı II. Meşrutiyet Devrimi’nde (1908) Taif’deki sürgünden dönecek ve kısa bir

Bağımsızlık sonrası önce İktisat, ardından Adalet Bakanlığı yapar. Bu sürece, Türk bandıralı Bozkurt Vapuru ile Fransız bandıralı Lotus Vapurunun çarpışması sonucu, ra Hukuk FakülteLahey Adalet Divanında, si’nde Devletler HuLotus olayı olarak görülen kuku, Siyasal Bilgiler davayı kazanması da dâhilFakültesi’nde Anadir. Lotus davası ona iki şey yasa Hukuku profekazandırır: İlki Türk Husörlüğü yaparak yakukunun kapitülasyonlar şamını sürdürür. Bu sürecini geride bırakarak, inançlı ve uzak göinsan ve egemenlik haklarırüşlü devlet ve hukuk na doyalı çağdaş hukuk düadamı gazetesindeki zeyine yükselmesinin öncüodasında, acı kahvelüğü, ikincisi gösterdiği bu sinden bir yudum albaşarıdan ve Türk HukuAteşten Adam Ya Da Bozkurt, dıktan sonra geçirkuna saygınlık kazandırmaNail Topal, diği beyin kanaması sının ödülü olarak Mustafa Kuşadası Yerel Tarih Yayını, ile yaşama veda edeKemal Atatürk tarafından 272 s. cektir. verilen adı. Artık Mahmut Cumhuriyet’in kazanımları ve deEsat Bey değil, Mahmut Esat Bozkurt’tur. Buna bir de İzmir İktisat Kongresi’nin ğerleri günümüzde emperyalizmin ve toplanmasına yaptığı öncülüğü eklemek onun yerli işbirlikçilerinin saldırısı algerekir. Medeni Kanun’un hazırlanma- tındadır. Kimi zaman doğrudan cumhusı, yasanın bir o kadar önemli olan genel riyetin kurucusuna yapılan saldırılar, gerekçesinin yazılması ona aittir. Anka- kimi zaman dolaylı olarak yakın çevre-

HALİT PAYZA

sine yönelmektedir. Bu saldırıların hedeflerinden biri de çağdaş Türk Hukuku’nun kurucusu Mahmut Esat Bozkurt’tur. Bozkurt üzerine yazılmış çeşitli çalışmalar var. Bu kez Bozkurt’un memleketinden bir yazar, Nail Topal, 2007’de ateşten hayat yaratan adamlardan biri olan Mahmut Esat Bozkurt’u yazdı. Yetmedi geliştirerek bu kez daha oylumlu biçimde “Ateşten Adam Ya Da Bozkurt” adıyla yeniden yazdı. Nail Topal bu dava adamını bütün yönleriyle bir kez daha anımsatıyor, Cumhuriyet’in ruhunu oluşturmuş bu devrimcilerin en seçkinlerinden birini, bir hemşehrisi olarak anlatırken gönül borcumuzu da ödemeye çalışıyor. Yerel bir yayın niteliğindeki yapıtın özenli baskısı dikkat çekici ve kitap sonundaki fotoğraf albümü, çalışmaya daha da zengin bir boyut katıyor.


Aydınlık KİTAP

22 MART 2013 CUMA

15

TEMBELLİK HAKKI:

Şezlonglara özgürlük! “Sosyalizm, çal may azaltarak bo zaman artt r p, ho zamana dönü türmeyi amaçlar. Çal ma, ancak piknikte bebek nöbetine benzedi i ölçüde ho zaman olabilir.”* KEMAL ASKER kemalasker@outlook.com 2013 Şubat’ında açıklanan OECD verilerine göre; işçilerin haftalık çalışma saati listesinde -45 saatlik yasal sınırı aşarak- dünya birincisi, yıllık çalışma saatinde ise dünya onuncusu olmak gibi korkunç bir istatistiği tutturmuş AKP hükümetinin Bakanı, Tes-İş Sendikası Genel Kurulu’nda işçilere şöyle seslenmekteydi: “Bizler gelişmekte olan Türkiye olarak mutlaka yeri gelecek 16-18 saat çalışabileceğiz. Değişimi iyi idare edebilmek adına bunu mutlaka yapmak lazım. Ben biliyorum ki benim işçim işini bitirmeden çıktığı direkten inmez. O direkte sorunu 8 saatte çözerse 8 saat, 18 saatte çözerse 18 saat çalışır.” (18 Aralık 2010) İşçilerin karşısında, üstelik bir sendika genel kurulunda sarf edilmiş bu sözlerin en ufak bir gürültü patırtı çıkarmadan sineye çekilerek sendikacılık tarihine bir kara leke olarak düşmesine verilen iznin utancı bir yana, AKP’li Bakanın çatlayıncaya kadar direkte iş görmesini istediği işçilerin en önemli mücadele başlıklarından biri çalışma saati süresidir. Sanayi kapitalizmin yaklaşık iki yüzyıllık serüveni boyunca işçiler ve kapitalizmin siyasal temsilcileri arasındaki ilk esaslı kapışma, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve 16-18 saatlik öldürücü çalışma süresinin insani sınırlara çekilmesi talepleri üzerinden verilmekteydi.

Ç SINIFI EDEB YATINDAN Avrupa uluslarının hızla ve yığınlar halinde proleterleştiği kapitalizmin ilk dönemlerinde 19. yy. sosyalist edebiyatı, tarih sahnesine henüz çıkan işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarına eğilir. Sanayi çarklarının, bir insan olarak işçiyi öğütüp yok eden dönüşü, sosyalist gazeteci ve edebiyat eleştirmeni Paul Lafargue’nin 1883 yılında yazdığı “Tembellik Hakkı” denemesinde de ele alınmakta. “Tembellik Hakkı”, siyasal bildirge niteliği öne çıkarılan fakat edebi yönü genellikle es geçilen Komünist Manifesto gibi dünya dillerine en çok çevrilen sosyalist eserler arasında yer almakta. Alakarga Yayınları tarafından Fransızca aslından yeni bir çeviriyle dilimize kazandırılan “Tembellik Hakkı”; coşkulu ve sert, çözümleyici ve mizahi, estetik ve güçlü, yalın ve anlam yoğun gibi birbirine zıt gözüken dil ve anlatım özelliklerini bünyesinde başarıyla birleştirmekte. Yazarın, “tembellik hakkını” zorunlu çalışmanın karşısına diktiği eseri, bir dog-

Paul Lafargue

ma olarak nitelediği kapitalist çalışmanın sert bir eleştirisine odaklanmış. Emeğini satarak yaşamını sürdüren işçi ve kapitalizm arasındaki uzlaşmaz çelişmenin günümüzde de hükmünü sürdürmesi ve hatta bu çelişmenin farklı biçimlerle daha da derinleşmesi kitabın meselesini 130 yıllık da olsa hala taze ve canlı tutmakta. Eleştirdiği çalışma rejimi ve toplumsal formasyon “sayesinde” 2000’li yıllara da uzanıp güncelliğini koruyan “Tembellik Hakkı”nın sırrı aslında tam da burada. Modern zamanların tüketim tapınakları olan alışveriş merkezlerindeki tezgâhtarın, hipermarket kasiyerinin ya da tuvalete bile kronometreyle giden bir çağrı merkezi çalışanının feryadını dillendirebilmesinde.

“CUR OS G B GÖRÜNÜP, ARAP TANRISI BACCHUS G B YA IYORLAR” Lafargue, kapitalist çalışmanın emekçiler üzerindeki etkilerini betimlediği tablosuna burjuvaziyi katmayı da ihmal etmiyor. Aşırı üretim ve fazla çalışma saatiyle katmerlendirdiği emek sömürüsünün burjuvazinin cüzdanıyla birlikte göbeğini de şişirdiğini, zevk ve sefa düşkünü bu yeni ya-

runa büyük bedeller ödediği önemli bir tarihsel kazanım olan “çalışma hakkını” ve “çalışma bağımlılığını” eleştirmekte. Bu bağlamda işçilerle ilgili birçok olumsuz nitelemeye de sıklıkla başvurmakta. “Tembellik Hakkı”nın kapitalizm eleştirisinin ekonomi-politiğe dayanmayışı, kapitalizm yerine yeni bir toplumsal model önermeyişi, çözümü sadece işçilerin daha az çalışmasında gören sığ bakışı, tembellik rejimine felsefi bir temel bulmak için eskiçağın köleci toplum filozoflarına başvurması, burjuva devrimlerini tarihsel kavramayışı gibi noktalar eserin düşünsel zaaf ve yanlışları olarak değerlendirilebilir. Tüm bunların temelinde ise işçiyi devrimci bir iktidar felsefesiyle buluşturmayan, işçi sınıfının devrimci potansiyelini anlayamamış, onda sadece sefalet gören bakış açısı yatmaktadır. Sosyalist teori ve pratiğin bütün Avrupa’yı kasıp kavurduğu bir dönemde böylesi ilkel ve hatalı yaklaşımların “Tembellik Hakkı”nda bulunması Lafargue’nun anarşizm, marksizm ve reformizm arasındaki zikzaklı politik kariyeriyle de açıklanabilir. Aynı zamanda Marx’ın kızı Laura’nın da eşi olan Lafargue, Laura ile yaşadığı duygusal ilişki sırasında Marx’tan ikisi arasında sır kalmasını istediği bir şam tarzının; kadınları, mektup alır. Marx; “Biliuşakları, şarap çanaklayorsunuz ki, elimde avurıyla, at ve köpekleriyle cumda ne varsa hepsini devgiderek sefilleştiğini derimci mücadeleye harcadım. taylara yoğunlaşan miBuna pişman değilim. Terzahi bir anlatımla, adeta sine, eğer hayata yeniden bir Luis Bunuel filmi gibi başlayacak olsaydım, yine Tembellik Hakkı, yerin dibine geçiriyor. aynı şekilde hareket ederPaul Lafargue, Yazar, siyasal devdim. Yalnız, evlenmezdim. Alakarga Yayınları, 56 s. rimlerle aristokrasiyi tasGücüm yettiğince, kızımı, fiye eden burjuvazinin, politikacı ve eko- annesine hayatı zehir eden zorluklardan nomistleriyle ve tabi ki kiliseyle kurduğu kurtarmak istiyorum. Gözlemlerimden bu yeni ortaklığın, bir yandan ha bire tü- çıkardığım sonuca göre, işlere heyecanla ketirken diğer yandan işçilere daha çok ça- başlamanıza ve iyi niyetinize karşın, çalışmalarını vaaz etmesindeki tezatı, “Cu- lışkan bir mizaca sahip değilsiniz,” derios gibi görünüp, şarap tanrısı Bacchus gibi mektedir. Marx’ın mektubunu referans alyaşıyorlar” diyerek ifade ediyor. Gözü- dığımızda, Lafargue’nin kitabında samüzün önüne hemen, AKP devrinde şe- vunduğu tembellik rejiminin, bizzat kenfaati rantta bulmuş tarikat burjuvazisinin di karakterinin bir özlemi olduğunu söypırlantalı halleri ve “18 saat çalışın” vaaz- leyebiliriz. Zira sosyalizm çalışmanın kenları geliyor… disine değil, kapitalist örgütlenmesine karşıdır. Silivri tutsağı Yalçın Küçük’ün deSOSYAL ST ÇALI MA, yimiyle, “Sosyalizm, çalışmayı azaltarak P KN KTE BEBEK NÖBET NE boş zamanı arttırıp, hoşzamana dönüşBENZER türmeyi amaçlar. Çalışma, ancak piknikLafargue, önerdiği “tembellik reji- te bebek nöbetine benzediği ölçüde hoşmiyle”, işçilerin “çalışma tutkusuna” ka- zaman olabilir.” * * Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Çözülüşü pılmalarını ve 19. yy. işçi hareketlerinin uğ-


16

22 MART 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

BİLİNMEYENİ BİLİNİR KILMA UĞRAŞINDA

‘İyiler için bir el kitabı’ Kitlelerin emperyalizmin etkisiyle sosyalizme hala kar olmas ve ona ayak diremesinin kökeninde sosyalizmin mant n bilememesi kadar, insan tabiat n n eski dünyaya ba ml olu unun derin tutsakl klar bulunmaktad r NEŞE SEYHAN Cafer Tiryaki’nin son kitabı “Düşünce ve Davranış (İyilerin Elkitabı)” Berfin Yayınları’ndan çıktı. Yazarın “İnsan ve Uygarlık’’ adlı iddialı ve oylumlu kitabı da geçen yıl aynı yayınevi tarafından piyasaya çıkarılmıştı. Cafer Tiryaki’nin yazarlık serüveni uzun sürmüş birikimsel-devrimci sürecin etkileşimli bir öyküsü… Bütün olarak baktığımız zaman, sanatçı kimliği insana bakış açısının, devrimciliği toplumlara ilgisinin ve öğrenimi doğa ve kültürler tarihinin temellerini oluşturmuş. Yeni kitabı bağlamında temel yaklaşımlarını konuştuk. Yapıtlarınızda işlediğiniz temel önermeleri ve düşünceleri özetler misiniz? Doğa, toplum ve insan üzerinde çalıştığım üç temel alan. Kuramsal olarak yaşam sonsuz bir devinimdir. İçinde insan olsa da, olmasa da uzayda daha çok yıkılışlar, kuruluşlar olacaktır. Özdeklerin devinime bağlı yaşamı bu sonsuzluk ırmağında sürecektir. Bugün için dahil ya da müdahil olduğumuz olaylar, aslında yarın bizi yönetecek ya da belirleyecek olan yasalardan başka bir şey değildir. Fizikte her şey birbirini etkileyip belirleyen bir sürüklenme içindedir. Gök cisimleri, uluslar, halklar, insanlar, düşünceler, kültürler, ne varsa her şey hareket halinde. Madde uzayda 13, yeryüzünde ise yaklaşık 4.5 milyar yıldır devinim sürecindedir. Zamanların 3.5 milyar yılı canlıların, son 16 milyon yılı ise insansıların izlerini taşır. Söz konusu büyük devinim kimi zaman karşımıza doğa, kimi zaman bizi belirleyen toplum kimi zaman da en tutkulu davranışlarımızın dışa vurumu halinde “insan” biçiminde çıkmaktadır.

BEYN M ZDEK D YALEKT K PUSULA Özdeksel evrende ilk kez bir canlı, yani insan doğanın bağrında bilinçli emek sürecini başlatarak doğadan kazanılmış zanaatçılık becerisi üzerinden demir ve çelikle beslenen kapitalist bir sisteme ulaşmıştır. Maddenin devinim halindeki özelliklerinin mekanizmasını ve ilkelerini anlayabilmek için öncelikle diyalektiğin tek egemeni olduğu gelişmeler sürecini ve elbette yine diyalektiğin mantığını öğrenmemiz gerekmektedir. İşte, o zaman beynimizdeki diyalektik pusulasıyla birlikte o büyük toplumlar tarihinin merkezine doğ-

ru bir anlama seferine çıbüyütmeyi başarmıştır. kabiliriz. Kitabım da bu Bu yüzden Mao’nun seferin kayıtlarını barınsözünü ettiği ve düşlediği dırıyor. “İnsanlığın büyük uyum dünyası” kategorik açıdan Evet, son kitabınız hala geleceğin bir insanlık “Düşünce ve Davranış” sorunudur. Bugün dünya kayıtlarında neler tutanaeski dünyanın emperyağa geçirilmiş durumda? lizmle hesaplaşmasının bit“Düşünce ve Davramediği uluslar, halklar, banış’’ yine doğa, toplumlar ğımsızlık ve milli devletler ve insan üzerine diyalekçağıdır. İnsanlık bu sotik bir aydınlanma çalışrunları çözmeden salt akla ması. Başka deyişle bilidayanacak sömürüsüz bir nenlerden bilinmeyenledünyayı evetlemeyecektir. re değin uzanan insansal öznenin gelişimini irdeDüşünce ve Davranış, TOPLUMLAR Cafer Tiryaki, leme çabası… Devinim Berfin Yayınları, 320 s. K M N ESER yasaları altında doğal, toplumsal ve insansal zincir İnsanlık, bu “insanlık dizgesinin anlaşılması. Zincir dizge, mut- sorununu” nasıl aşacak ve “büyük uyum fakta yemek yaparken aşımızı, Bastil mey- dünyası”na ulaşacak? Gittikçe daha da danında devrim yaparken geleceğimizi, ne- zorlaşmıyor mu? den ve sonucun bizi biçimlendirişi, en Milli devrimler çağı bitmeden emsonu beynimizde ürettiğimiz bütün dü- peryalizme ve onun türevlerine karşı inşünceleri belirlemektedir. Doğallıkla bun- sanlığın hesaplaşması bir sonuca ulaşlar hep belirli yasalar ve kurallar üzerinden madan insanlığın “büyük uyum dünyaişlemektedir. İnsan bu yasalara hem ba- sı”na çıkacak yol her zaman kapalı kağımlı ama hem de bağımsız. Toplumlar da lacaktır. Çünkü milli devrimler çağı, inbu yasalara hem bağımlı hem de bağımsız. sanlığın sosyal devrimler çağının ön evBugüne kadar, değindiğim olgular ve residir. Ve insanlığın kendi özgürlüğüne olaylara ilişkin çok şeyler düşünülüp üretildi. Ama bunun ilk adımını Marx atmış ve şöyle demişti: “Düşünürler bugüne deAşkın Kökeni adlı yapıtınız ğin dünyanın türlü türlü tanımını yaptılar. parçası mıdır? Ama önemli olan dünyayı değiştirmektir.”

ESK DÜNYADAN KOPU Ama devrimlerin değiştirdiği dünya, karşı devrimlerle yeniden değiştirilen bir dünya halinde. Buna ne diyeceksiniz? Karşı devrimci süreç olsa olsa diyalektiğin ne denli büyük bir evrensel bir mantık olduğunu kanıtlar. Tarihi atlamak, süreci yok saymak olanaksızdır. İnsan yaşama değin çok şeyler istemektedir ama henüz eski dünyadan kesin kopuş anlamına gelecek sosyalizmi bile mantığınca bilememektedir. Çünkü kapitalizm, insan bilincinde teknolojiyi kutsamış, bilimi kanıksatıp sıradanlaştırmış, üstelik bu torbanın içine gericiliği koyarak insanı onunla çok ustaca uzlaştırdıktan sonra bu yoldan dini göreceleştirip böylece tanrıyı yabanıl ekonomisinin dışına çıkarmayı başarmış... En sonunda da derecesi ne olursa olsun bundan insan doğasına yanıt verebilecek süper bir bencilliği, yani egoyu

sahip çıkabilmesi için bu çağın diyalektik mantığını kavranması zorunluluğu vardır. Emperyalizm ve gericiliğin ömrü çok uzun sürmüştür. İnsanlar tarihte sınıflı toplumlara da çok uzun bir süreçten geçerek varmışlardır. Zaten kırılma anlamındaki devrimler tarihte bu işlere yarar. Onun için demokratik ve milli devrimlerin önderliğini sosyalistler yapmaktadır. Ama bunlar hayal aleminde gezen değil, bilimsel düşünceyi esas almış, emperyalist ve gerici dünya ile mücadeleyi doğru bir politik çizgi üzerinden kitlelerin iktidarı hedefiyle birleştirmiş olan sosyalistlerdir. Toplumlar öncelikle cephenin en önünde savaşan aydınlarının eseridir. Aydınların ve öncülerin kararlı, sabırlı ve bilgili aydınlanma mücadeleleri zorunludur. İnsanlığın bilimsel bilgisini emperyalistlerin elinden çekip almadan toplumların geri ve dogmatik düşüncelerinin yerine doğruları koyabilmemiz zor. Bu yüzden bilimsel sosyalist aydınlanma, milli devrimler çağının emperyalistler tarafından bir kıyıya itilerek unutturulmuş özünü devrimci bir bakış açısıyla yeniden ele alıp, üstü kasten örtülmüş sayısız bilinmeyenini bilinir kılma uğraşıdır.

bu kültürel mücadelenin bir

Evet, kesinlikle öyledir. Ben bu kitabı kaleme aldığım zaman bunun devrimcilere “solcular, aşktan başka ne yazarlar ki’’ türünden eleştiri malzemesi yaratacağını biliyordum. Ama gerçek şu ki, ortada tahtları deviren, iradeyi büken, sınıf farklarını bile elinin tersiyle iten bir aşk vardı ve onu ele alışınız ona bakışınızla bağlantılı bir tutumdu. Bunu sonucunda kitapta buluş anlamında bir önermede bulundum. Sonuçta benim açımdan bilinmeyen bir giz bilinir oldu. Yaşamın en başta gelen itki ve dürtüsü aşktır. Emperyalist kültürün büyük ekonomik varsıllığını yaratmış, gürül gürül akan bir kar çeşmesi ve söylencesi!.. Bilinmeyen bir olgunun üstü kasten örtülmüş… Oysaki aşkın ne olup ne olmadığı günümüzden bir buçuk milyar yıl önce hücre mekaniğinde olup bitmiş bir olgudur. Aşk ilkel hücresel mekaniğin kendi üzerinden evrim değil ama gelişmesinin bir sonucudur. Çünkü yeryüzünde iki milyar yıl öncesinde evrim filan yoktu ve her şey güllük gülistanlık ortamda gelişme anlamında yalnızca değişme vardı. İnsanın doğsında bulunan iyilik kavramı da bu zamanların kazanılmış bir özelliğidir. Aşk, bu anlamda karşı eşeyde DNA’nın narsist bir tutkusudur.


Aydınlık KİTAP

17

EN BÜYÜK ZULÜMLERDEN BİRİ

‘Kerbela; Büyük Acı’

Kitapta dikkat çeken en önemli konulardan biri de Kerbela hadisesindeki Türk mevcudiyetidir. K l ç’ n çal mas nda Hz. Hüseyin’in saf nda yer al p onunla birlikte ya am n yitiren 6 Türkmen de ayd nl a ç kar l yor ERKAN AKSOY İlahiyatçı yazar Mustafa Cemil Kılıç’ın ilgi çeken çalışması “Kerbela; Büyük Acı” adlı kitabı 2010 yılında yitirdiğimiz değerli araştırmacı yazar Cemal Şener’in anısına ve “Kerbela şehitleri için gözyaşı döküp yas tutan tüm canlara” ithaf edilmiş. Türk yazın yaşamında İslam tarihindeki Kerbela olayı çokça işlenen konular arasında yer alıyor. İslam’daki mezhepsel oluşumlar açısından başat önemde tarihsel bir vaka olan Kerbela hadisesi, sınıfsal mücadele bağlamında da tahlil edilmesi gereken bir olaydır. Nitekim Mustafa Cemil Kılıç, kitabının “sunuş” bölümünde hadiseye bu perspektiften bakarak kısa bir çözümleme yapmakta.

dır. Kerbela, haksızlık ve adaletsizliğe karşı kıyam eden peygamber torunu, şehitler serdarı Hz. İmam Hüseyin’in bütün insanlık için kendini feda ettiği bir cenk meydanıdır.”

ZULME KAR I SYAN GELENE

Kitapta dikkat çeken en önemli konulardan biri de Kerbela hadisesindeki Türk mevcudiyetidir. “Kerbela’nın Gizli Şehitleri” başlıklı bölümde Hemedan’dan Kufe’ye gelip yerleşen ve Kerbela olayı yaşanırken Hz. Hüseyin’in safında yer alıp onunla birlikte yaşamını yitiren 6 Türkmen’den de isimleri anılarak bahsediliyor. Yazar burada, İbni Kesir’in “el – Bidaye ve’n – Nihaye” adlı kitabını kaynak göstererek tarihsel gerçekliği yine kurgu diliyle okuyucuya aktarıyor. Hz. Hüseyin’in baba bir kardeşi olan KerKURGUNUN TAR HSEL bela şehidi Hz. Celal Abbas’ın annesinin de bir GERÇEKL Türkmen kızı olduğuna değinilip, Kerbela’daki Türk mevcudiyeti bağlamında Sonraki başlıklar ise tümüyle bu konu da kitaba dahil edilmiş. farklı bir içerikle örülmüş. “Hazreti Ayrıca yine Kerbela katliamınHüseyin’in Söylevi” isimli kurgusal bödan önceki son gece Hz. Hüselüm, teolojik göndermelerle çevrili, hayin yaşadıkları, esrarengiz bir mimasi ve son derece duygusal bir dilsafirle arasında geçen konuşle kaleme alınmış. Özellikle mütemalar, yaptığı son ibadetler, deyyin bir Alevinin bu söylevden etokuduğu sure ve ayetler de kikilenmemesi mümkün değil. Hazretapta yer alıyor. ti Hüseyin’in doğumu ve çocukluğu ile Kerbela denildiğinde Muabirlikte dedesi Hz. Muhammed, baviye ve Yezit’in tarihsel kişilikbası Hz. Ali, annesi Hz. Fatıma, ağalerinin kavramsal bir özelliğe bübeyi Hz. Hasan ve diğer aile üyeleriyle ründüğü bir trajedi de kastearasında geçen bir kısım olaylar, seKerbela, dilmektedir. Bilindiği gibi çilmiş anekdotlarla ve çoğu kez, haMustafa Cemil Kılıç, Muaviye ve Yezit, yüzyıllardır dis kitaplarından esinlenilerek oluşKamer Yayınları, İslam toplumlarının önemli turulan kurgulara başvurularak ak200 s. bir bölümünün toplumsal beltarılıyor. Bu kurguların büyük bölümü tarihsel gerçekliğin tespit edilemediği leğinde ve vicdanında zalimliğin ve zulmün simalanlardaki boşlukların hayal gücüyle doldu- geleri olarak mevcudiyet kazanmışlardır. Kılıç, rulduğu hissini uyandırıyor. Yer yer tarihsel ger- kitabında Muaviye ve Yezit’in bu özelliklerine çekliğin dışına da taşarak ama ona özde aykı- son derece vurgulu bir biçimde yer verirken şöyrılık oluşturmayacak kimi anlatılar da kitaba da- le demektedir: “Kuşku yok ki, zalim, zulmün cisimleşmiş hil edilmiş görünüyor. Kaldı ki top yekûn tarihe ve özellikle de İslam tarihine ilişkin yazı- halidir. Ve Yezit, onun en melun lakabı, zihinlı kaynakların her zaman tartışmalı olduğu dü- lere kazınan en yakıcı remzidir.” Emperyalizmin, İslam dünyasındaki mezşünüldüğünde, yazın erbabının hayal gücünü devreye sokarak tarihsel hadiselere öznel hepsel yapıları istismar ederek Müslüman duygu ve düşünceleri doğrultusunda ve ya- toplumları mezhep savaşı yoluyla birbirine kırdırgatıcı olmayacak düzeyde istikamet ver- dırmak istediği bir süreci yaşarken, düşürülmeye meleri yadsınır bir tutum değildir. Nitekim Kı- çalışıldığımız mezhep tuzağının tarihsel köklıç, bu bağlamda, Kerbela’yı kendince şöyle ta- lerini doğru tespit etmeye yardımcı olacağını düşündüğüm “Kerbela; Büyük Acı” adlı bu kirif etmektedir: “Kerbela bir mekan değildir sadece. Ker- tabın okunmasında büyük yararlar olduğu bela, bir şehadet diyarıdır. Kerbela bir destan- kanısındayım.


18

22 MART 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

YENİ ÇIKANLAR

Asimetrik Baz eyler

Bir Savc n n An lar

Yalandan Kim Ölmez

Atçal Kel Mehmed

Serdar Koçak, karos Yay nlar , 208 s.

Nam k Kemal Behramo lu, Yitik Ülke Yay nlar , 229 s.

Volkan Sönmez, Geoturka Yay nc l k, 164 s.

Ça atay Uluçay, Ötüken Yay nlar , 176 s.

Doksanlı yıllar şiirine ilk kitabı “Pervazda” (1991) ile yeni bir soluk getiren Serdar Koçak, bizi sadece özgün bir şairle tanıştırmadı, gerek düzyazı metinlerindeki şaşırtıcı üslûbuyla, gerekse çağdaşları arasındaki kesintisiz verimliliğiyle bir şair/yazar olarak edebiyat hayatımızdaki yerini her yeni kitabıyla yeniden tahkim etti. Son 20 yılda yirminin üzerinde yapıta imza atan Koçak’ın şiir ve yazılarında, sadece okurların değil kalem erbâblarının da hayâlhânesini yıkıp yeniden inşâ eden, içeriden gelen ve kendi yolunu kendi imkânlarıyla açan güçlü bir çağrışım tazyiği var. Son kitabı “Asimetrik Bazı Şeyler” ikisi şiir biri düzyazı metni olmak üzere üç yapıtı barındırıyor.

“Görevini iyi yapmaya çalışan herkesin başından Türkiye’de çoğu kez olumsuz şeylerin geçmesi sadece bugünün değil, maalesef tarihimizin de yaygın bir gerçeğidir. ‘Bir Savcının Anıları’nı yukarıdaki düşüncenin ışığı altında okuyacağım.” -Oktay Ekşi“Ataol Behramoğlu, Namık Kemal Behramoğlu, Nihat Behram... Üç kardeş, ilerici aydınlık bir babanın, Haydar Bey’in oğulları... Bursa Ziraat Müdürü iken bir konuşmasını izlemiştim. Türkiye’nin sorunlarıyla o kadar yakından ilgiliydi ki! Elbet çocukları da genç yaştan bu sorumluluğu yüklenmiş oldular... ‘Bir Savcının Anıları’, okurlara da birçok şey öğreten bir kitap...” -Oktay Akbal-

Anadolu Alevili i ve slam Fanatizmi

Hitler Almanyas

Ça da ran Edebiyat n n Do u u ve Geli mesi

Fars

Yusuf Ziya Bahad nl , Yaz lama Yay nevi, 200 s.

Jane Caplan, nk lâp Kitabevi, Çev: dem Erman, 278 s.

Mehmet Kanar, Say Yay nlar , Çev: Mehmet Kanar, 288 s.

Fatih Balk , Can Yay nlar , 112 s.

Bâtınilik, bin yıllık sosyalizan bir yol izleyerek, Anadolu’da kendini bulmuş “akıl” ve “insan sevgisi” üstüne kurulmuştur. Bu nedenle İslâm ve egemen sınıf, Bâtınîlik ve Alevîlikten hoşlanmamıştır; “katli vâciptir!” buyruğu, bin yıldır gündemdedir. Fanatizm, kendi görüşünün dışındakileri yok etmek ister. İslâm fanatizmi, bu bakışın uygulayıcısıdır. Alevîlik, “insan”ı önde tutar. Kadın eşittir, saygındır. Müzik, saz, sanat, semah, Alevîliğin harcıdır; ırk, renk, ülke farkı tanımaz; dünya herkesindir.

Önemi Almanya hatta Avrupa sınırlarını aşan bir dönemi ve günümüze kadar uzanan etkilerini anlatan “Hitler Almanyası”, Nazi ideolojisinin temellerinin nasıl atıldığından savaş sonrasında nasyonal sosyalizm ve Üçüncü Reich’ın hafızalarda bıraktığı ize kadar pek çok önemli konuya değiniyor. Nazi ideolojisi, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin (NSDAP) yönetimi nasıl ele geçirdiği, toplumun “bizden olanlar” ve “ötekiler” şeklinde radikal bir ayrımcılık temelinde nasıl yapılandırıldığı, rejim ekonomisi, Hitler’in dış politikası neticesinde ortaya çıkan savaşlar, savaş ve soykırımın iç içe geçmiş hali gibi konular tek kaynaktan okuyucuya sunuluyor.

Farsça, XII. yüzyıldan başlayarak Anadolu’dan Hindistan’a kadar birçok halkın ortak kültür dili olmuştur. İran edebiyatının Firdevsî’si, Ömer Hayyam’ı, Sadî’si, Hafız’ı yabancısı olmadığımız adlardır. Türkçeden Farsçaya, Farsçadan Türkçeye giren yüzlerce sözcük her iki kültür arasındaki yakınlığın en önemli kanıtıdır. Bu çalışmada İran’daki toplumsal ve kültürel alanlardaki yenileşme hareketiyle eş zamanlı olarak filizlenen modern İran edebiyatı ele alınmış ve Sadık Hidayet, Füruğ Ferruhzâd, Sadık Çûbek, Bozorg Alevî, Celâl Âl-i Ahmed, Samed Behrengi gibi özgün isimlerin yapıtları tanıtılmıştır.

“İstanbul’dan Ankara’ya giden bir trenin yemek vagonundayız. Bir tiyatro ekibi, Çehov’un Martı’sını sahnelemek üzere yola çıkmış. Kumpanya yemek vagonuna geçtiği zaman ekipten biri, köşeye oturuyor ve çevresini gözlemlemeye başlıyor; yazar, yönetmen, belgesel sinemacı ve oyuncular... Anlatıcımız, onları gözlemlerken giderek kendi anılarına, üniversite yıllarında yaşanmış, acıyla son bulmuş arkadaşlıklarına uzanıyor... Tiyatro koca bir farsa dönüştü, dedim kendi kendime. Bu kumpanya, oynadığımız drama ve yolculuğun kendisi ve bu ülke kocaman bir farstan başka bir şey değil. Saçmalıklar ve budalalıklar bütünü. Var olan her şey budalalık...”

“Modern kent yaşamında esiri olduğumuz yalanlar üstüne kurulmuş, engellenemez sona doğru evrilen hikayesiyle ‘Yalandan Kim Ölmez’ kesinlikle çarpıcı. -Güray Süngü“Küçük yalanların büyük yaraları olur. Akıcı ve kolay okunan üslubuyla Volkan Sönmez bizi hem komik hem trajik ama kesinlikle sürükleyici bir hikayenin ortasına atıyor.” -Kahraman Tazeoğlu-

Osmanlı İmparatorluğu’nda türeyen Celâliler ve Eşkıyalar hakkında henüz derli toplu bir eser yazılmamıştır. Fakat muhtelif yerlerde ve zamanlarda ayaklanan Celâlilere ve Eşkıyalara dair eserler yayınlanmıştır. Bu yüzyılda türeyen Eşkıyaların kendilerine has özellikleri vardır. Atçalı Kel Mehmed bunlardan biridir. Evet o da, Ahmet Lütfi Efendi’nin tarihinde, daha evvelkiler gibi; eşkıya, hırsız namussuz bir cânî olarak gösterilmiş, bu yüzden fermanlı ilân edilerek öldürülmüştür. Ama Kel Mehmed neler yapmıştır da ölüm cezasına çarptırılmıştır? Asıl cevabı aranacak soru budur. İşte bu araştırma, bu sorunun gerçek cevabını veriyor.


YENİ ÇIKANLAR

Aydınlık KİTAP

22 MART 2013 CUMA

19

Einstein

Duino A tlar

Rosenbergler

Bo Koltuk

Walter Isaacson, Delidolu Yay nevi, Çev: Tufan Göbekçin, 679 s.

Rainer Maria Rilke, Notos Kitap, Çev: Nazar Tüysüzo lu, 90 s.

Michael-Robert Meeropol, Bankas Kültür Yay nlar , Çev: emsa Ye in, 326 s.

J.K. Rowling, Do an Kitap, Çev: Dost Körpe, 592 s.

CNN Yönetim Kurulu Başkanı, Time Dergisi Yazı İşleri Müdürü ve Aspen Enstitüsü Başkanı gibi önemli pozisyonlarda görev alan Kuzey Amerikalı biyografi yazarı Walter Isaacson tarafından kaleme alınan bu değerli kitap, Albert Einstein’ın tüm eserleri ortaya çıktıktan sonra yazılan ilk kapsamlı biyografisi. Albert Einstein’ın bilinmeyen dünyasına ışık tutan bu benzersiz kitap, öncü fizikçinin insani yönlerini paylaşmayı da ihmal etmiyor. Büyük dâhinin daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış fotoğrafları ile zenginleştirilen “EinsteinYaşamı ve Evreni”, her kütüphanede bulunması gereken ilham verici bir kaynak.

Rilke, uzun bir psikanaliz sürecine girmeyi düşündüğü bir dönemde, Prenses Maria von Thurn ve Taxis’in davetlisi olarak, Triest Körfezi’nde, uçurumlar üzerine kurulmuş Duino Şatosu’na gider. Birinci Dünya Savaşı’nda ağır hasar gören şatonun anısına eserine sonradan “Duino Ağıtları” adını verecek olan Rilke, eserini 1912 kışı ile 1922 Şubatı arasında, on yıllık sancılı bir dönemde tamamlar. Bu ilginç süreç pek çok eleştirmen tarafından Rilke’nin kişisel olgunlaşma süreciyle paralel görülmüştür. “Duino Ağıtları” ile şair, dünya yazınının büyük ustaları arasındaki yerini almıştır. Belirgin bir teolojik ve ideolojik yapıdan uzak bir dille yazılan ağıtlar, insanın varoluşsal kaygılarını ele alır.

ABD ve Sovyetler Birliği arasında İkinci Dünya Savaşı ertesi başlayan Soğuk Savaş’ın ilk büyük hukuk davası -ve gövde gösterisi- bir atom casusluğu etrafında kurgulanmıştı. 1951’de başlayan davada, Ethel ve Julius Rosenberg çifti, dönemin en büyük teknolojik sırrı olan atom bombasına dair can alıcı bilgileri SSCB’ye sızdırdıkları savıyla yargılandılar. Bu kitap, işte bu mektuplar üzerinden ve oğullarının anılarıyla dava ve idam sürecini anlatıyor... Son on yılda açılan gizli arşivlerin davaya ve atom casusluğu suçlamalarına ilişkin ortaya çıkardığı bilgiler ve belgeler, yazarların bu Türkçe baskı için yazdığı son sözle hikâyeyi tamamlıyor...

Barry Fairbrother kırklı yaşlarının başında beklenmedik bir şekilde hayata gözlerini yumar. Bu ani ölüm yaşadığı kasabanın halkı için büyük bir şok olacaktır. Arnavut kaldırımlı meydanı ve eski kilisesiyle Pagford, sıradan bir İngiliz kırsalı gibi görünse de bu tatlı görüntüsünün ardında bir savaş sürmektedir. Zenginler fakirlerle, gençler ebeveynleriyle, kadınlar kocalarıyla, öğretmenler öğrencileriyle sürekli bir çatışma halindedir. Belediye Meclisi’nde Barry’den boşalan koltuk, kasabanın görüp göreceği en büyük savaşın tetikleyicisi olacaktır. Türlü düzenbazlıklar ve hırsla süren, herkesin birbirinin foyasını ortaya çıkaracağı seçim savaşında zafer kimin olacaktır?

I nlanma Kazas

Bir Okur Olarak

Erteleme!

Sizin Memlekette E ek Yok mu?

Ned Beauman, Domingo Yay nevi, Çev: Sabri Gürses, 344 s.

Virginia Woolf, Alakarga Sanat Yay nlar , Çev: Selin Beyhan, 320 s.

Steve Chandler, Trend Yay nevi, Çev: Asuman Say ner, 240 s.

“Boksör Böcek”in yazarından 2012 Man Booker Ödülü adayı bir kitap. Siz akşamdan kalmayken, tarih yazıldı tarih! Ned Beauman’dan “içinde olduğu dönemin farkında olmayan” bir tarihsel roman geliyor. Bu aynı zamanda bir kara roman, ama ışıkları sonuna dek açıyor. Bir aşk romanı, ama romantik akşam yemeğine sarhoş geliyor. Bir bilimkurgu romanı, ama “izotop”un ne olduğunu hatırlayamıyor. Cinsellik hakkında, şiddet hakkında, uzay-zaman hakkında, tarihle başa çıkmanın en güzel yolunun onu görmezden gelmek olduğu iddiasında, sonunu tahmin bile edemeyeceğiniz, son derece komik bir roman.

“Byron’ın başbelası Richard Edgeworth, telgrafı az kalsın icad edecekti. Duvara tırmanır, tekerleklerin engellerden rahatça geçebilmesi için makinalar icat ederdi. Asla gülmeyen Swift, bir ömür boyu devlerin arasında yaşadıktan sonra cüceleri cazibeli bulmaya başlamıştı. Cassandra Austen, kız kardeşi Jane fazla ünlenince etrafın ilgisinden korkmuş, ona gelen mektupları yakmıştı. Ulysses, hafızalardan silinmeyecek bir afetti. Yoğun bir cüret, müthiş bir felaketti,” diyen Virginia Woolf’un bu değerli eseri edebiyat dünyasına ışık tutacak.

Steve Chandler sizleri zaman algınızı değiştirecek yüz bir bölümlük bir yolculuğa çıkarıyor. Kitapta, ertelemelerinizden kurtulabilmeniz için gerekli olan tüyolardan çok daha fazlası var. Chandler’ın pratik uygulamaları sayesinde bir Zaman Savaşçısı olmayı öğrenebilir ve zamanın kölesi olarak yaşamayı geçmişteki nahoş bir anı haline getirebilirsiniz. Etrafınızdaki kaosu yavaşlatarak düzenleyebilir ve başkalarını memnun etmek, onay beklemek gibi durum ve gelecek odaklı düşüncelerinizden kurtulabilirsiniz. Böylelikle kendi dünyanız tarafından sömürülmek yerine, dünyanıza katkıda bulunur hale gelebilirsiniz.

Aziz Nesin, Nesin Yay nlar , 208 s.

“Bu seçkidekiler benim en beğendiğim, en güzel, en sevdiğim yapıtlarım mı? Böyle bir savda bulunamam. Ama bu seçkidekiler, en sevdiklerimden ve okurlarımın da seveceklerini umduklarımdan bir demettir. Bu seçkiye kitaplarımdaki yazılarımdan beğeneceğinizi umduklarımı derleyip aldım. Yanılıp yanılmadığıma siz, okurlarım karar versin.” (Aziz Nesin’in yazdığı “Önsöz”den)


20

22 MART 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

ÇOCUK - GENÇ

Güneşin kıskanmaya hakkı var mı? K skanmak! nsana özgü karma k bir duygu. Kiremitçi, kitab nda k skançl n do al bir duygu oldu unu fark ettirerek sonuçlar n n beklemedi imiz boyutlara ula abilece ini gözler önüne seriyor ECE ATAER heceataer@gmail.com Tuna Kiremitçi, 2002’den bu yana “Git Kendini Çok Sevdirmeden”, “Bu İşte Bir Yalnızlık Var”, “Gönül Meselesi” gibi romanlarıyla edebiyat dünyasında yerini aldı. Romanları 14 ülkede yayımlanan Kiremitçi’nin Kırmızı Kedi’den çıkan “Güneş’i Kıskandıran Kız” ilk çocuk romanı, tüm yayın dünyası için sürpriz oldu. Kitap, Yusuf Tansu Özel’in sade çizgileriyle bezenmiş. İnsanın içini ısıtan sıcacık, sevgi dolu resimler. İşin tuhaf tarafı resimler sıcacık ama kitapta Güneş yok! Her yer karanlık.

GÜNE ’ UNUTAN KÖY Sumru’nun doğduğu Akçaköy’e yıllardır güneş küsmüştü. vermişlerdi. Köy halkı kötü kalpli bir büyüSumru ile Emre’nin cünün onların mutluluğunu kısköyden gitmesiyle köyde kanıp Güneş’i bulutların ardına hiç beklenmedik bir şey hapsettiğine inanıyordu. Hatta oldu. O sabah uyananlar büyücünün Nurettin adlı yaşlı gözlerine inanamadı. Yılbir adam olduğunu sanıyordu. lardır kimsenin görmeNurettin köylüyü büyücü olmadiği güneş gökyüzünde dığına inandıramayınca pılısını pırtısını toplayıp kaçtı ve onu di- Güne ’i K skand ran K z parlıyordu. Bu arada Sumru ve ğerleri izledi. Büyücü olduklarıTuna Kiremitçi, Emre karanlık ormanda na inanılan cüce, sihirbaz, müK rm z Kedi Yay nevi, garip bir yolculuğa çıktızisyen ve cambaz! Onlar da git96 s. lar. Köye güneşin geri ti. Düşünsenize köy ne kadar sıdöndüğünü bilmiyorlarkıcı olmuştur! “Köyde cüce, sidı. Güneşi aramaya devam ettiler. Karşılahirbaz, cambaz ne arar?” dediğinizi duyar rına köyden kaçan Nurettin çıktı ve onlagibiyim. Bizim köy böyle bir köy! ra çok önemli bir şey söyledi: Köyün akıllı-fikirli kişileri (!) bu garip“Sumru’nun saçları o kadar güzel ki ta liğe mantıklı bir çözüm bulmaya karar doğudaki şehirlere kadar herkes ondan söz verdiler. Günlerce kütüphaneye kapandıediyor. Güneş kıskançtır, kendisinden daha lar. Ama nafile! Hiçbir çözüm bulunamaparlak ve sarı bir şeye katlanamaz.” dı. Köy yasa büründü. Akçaköy’e niçin güneşin girmediği anEn sonunda Sumru ile arkadaşı Emre laşılmıştı. Güneş, Sumru’nun omuzlarına bir şeyler yapmaya karar verdiler. Ertesi gün ışık dalgaları halinde, bukle bukle dökülen iki arkadaş, sabaha karşı buluştular ve köylerinden biraz uzaktaki ırmağa doğru ko- sarı saçlarını kıskanmıştı. Kibrinin kurbaşarak uzaklaştılar. Güneş’i bulmaya karar nı olmuştu.

Çocuk Edebiyat ve Okuma Kültürü Türk çocuk ve gençlik edebiyatının gelişimi için hayata geçirdiği özgün çalışmalarla adından sıkça söz ettiren Ankara Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Uygulama ve Araştırma Merkezi (ÇOGEM) müdürü Prof. Dr. Sedat Sever’den, çocuklara okuma kültürü kazandırma sürecinde, eğitimcilerin ve anne babanın görevlerini konu alan yapıcı bir eser. “Çocuk Edebiyatı ve Okuma Kültürü”, Prof. Dr. Sedat Sever’in uzun yıllar çeşitli dergi, gazete ve kitapta çocuk edebiyatı ve okuma kültürü ilişkisi üzerine yayımlanmış yazılarını bir araya getiren zengin bir içeriğe sahip. Sedat Sever, “Çocuk Edebiyatı ve Okuma Kültürü”, çocuklarına okuTudem Yay nlar , ma alışkanlığı kazandırmak isteyen bilinçli ebeveynler, 256 s. Türk dilinin inceliklerini ve edebi zenginliklerini öğrencilerine aktarmayı ilke edinen öğretmenler ve çocuk edebiyatı alanında uzmanlaşmış akademisyenler için özel olarak hazırlandı. Kaynak niteliği taşıyan bu değerli yapıt, içinde edebiyat ve çocuk sevgisi olan herkesin başvuru kitabı olmaya aday.

GÜNE KISKANDI Güneş, gerçekten Sumru’nun saçlarını kıskanmış mıydı? Sumru’yu saçlarından dolayı kendisinden üstün mü görmüştü? Yoksa Güneş’in yeryüzünden elini eteğini çekmesinin başka bir nedeni mi vardı? Güneş’in kıskanmaya hakkı var mıydı? Birini kıskanmak ne işe yarar? Kıskanmak! İnsana özgü karmaşık bir duygu. Çeşitli nedenlerle kendini gösterebilen, insanın çoğu zaman baş edemediği evrensel bir kavram. Kiremitçi, kitabında kıskançlığın doğal bir duygu olduğunu fark ettirerek sonuçlarının beklemediğimiz boyutlara ulaşabileceğini gözler önüne seriyor. Romanda kıskançlığın dışında, bireysel ve toplumsal başka konular da anımsatılmış. Haksızlığa uğramak, dışlanmak, empati, arkadaşlık, özveri, cesaret, zorluklarla mücadele etmek başlıcaları. Emre ile Sumru’nun serüveni nasıl bitecek? Güneş, yeryüzüne yüzünü tekrar gösterecek mi? Bundan sonrasını keşfetmek size kalıyor. Güneş üstümüzden hiç eksik olmasın. İyi okumalar diliyorum.

Gölgekapan - Kara Tilki Uyan yor Her işi Dax’e yaptıran üvey annesi ve kardeşiyle birlikte yaşamak günden güne daha da zorlaşmıştı. Ama bir gün bu kendi halinde çocuğun hayatı sonsuza dek değişecekti. Özel yeteneği sayesinde şekil değiştirip Gölgekapan’a dönüştüğü gün... Dax, büyük bir tehlikeyle karşılaştığında, elinde olmadan tilkiye dönüşüyordu! Ama Dax’in bu özelliği, hükümet ajanları tarafından da fark edilmişti. Dax, gücünü kontrol edebilmek için özel bir okula gidecekti ve bunu kimseye anlatmayacaktı. Dax, yalnızca “yetenekli” çocukların okuduğu bu Ali Sparkes, okula gittiğinde kendini nihayet evinde hissetmeye başladı. Caretta Çocuk, Diğer öğrencilerin de nesneleri hareket ettirmek, gizli dün272 s. yalardan haber almak, görünmez olmak gibi olağanüstü yetenekleri vardı. Dax âdeta büyülenmişti. Nihayet bir gölgekapan olmanın tadına varıyordu, ta ki genç bir gazeteci kendisini bulana kadar... Dax’in tilki önsezileri alarm vermeye başlamıştı!


Aydınlık KİTAP

22 MART 2013 CUMA

21

Kasabanın birinde, bir deniz feneri çakıyor Özellikle çocuklar n çok sevdi i, gizem dolu polisiyelerin yazar Ye im Armutak’la, yeni roman “Bayku Yemini” üzerine bir söyle i zor bir iş; üstüne bir de psikolojik yönü ağır basan bir roman yazmak… Nasıl bir Uzaklarda bir yerde... Ya da hemen hazırlık yaptınız “Baykuş Yemini” için? yakınlarda, sıradan bir kasaba burası. “Baykuş Yemini”, benim deniz feŞehrin biraz dışında da olabilir, çok az nerlerine, serüvenlere ve psikolojiye içinde de. Kıyısında dalgaları kabaran de- düşkünlüğümün birleşmesi sonucu ortaya nizin öyküleri, daha ziyade hangi diyarın çıktı. Kitabın sonunu açık etmemek için sesini ve yankılarını taşır, çok belli değil, fazla detay veremeyeceğim, ama genel çok önemli de değil. Mekânın huzuru ve olarak söylemem gerekirse, özellikle sessiz gizemi, küçüklüğü ve kendine ye- psikoloji konusunda çok okudum. terliliği, adsızlığı ve markalardan arınEvet, dikkat ediyorum da, romanlamışlığı, öyküsüne bire bir uyan bir tiyatro rınızdaki sırlar hep ilgi çekici bir figürde dekoru gibi. Çünkü elimizde, olayları, ka- düğümleniyor. Az önce dediğiniz gibi, rakterleri ve mekânlarıyla; 90’ların evde “Baykuş Yemini”nde de bir deniz fenegeçen sıcacık cumartesi sabahlarını vaz- rini kullanmışsınız… geçilmez kılan televizyon filmleri kadar Deniz feneri benim için büyüleyici, sürükleyici bir polisiye roman duruyor. merak uyandırıcı ve Yeşim Armutak’ın epeydir birçok gizi barındırbeklenen kitabı, “Baykuş Yedığına inandığım damini”; adı kadar çekici, Sedat vetkar bir figür. “BayGirgin’in resimlediği kapağa kuş Yemini”ni yazyaraşır biçimde merak uyanmaya başlamadan dırıcı. önce, aklımda hikâBu sıradan kasabada, çalıye değil, sadece yanan tarihi bir eser büyük yanzacaklarımın deniz kı uyandırır. Dedektif hikâyefenerinde geçmesini lerine ve çizgi romanlara meistediğim vardı. Belraklı Pi ve Siyam, söz konusu ki de benim için baş hırsızlığın sırrını çözmeye ve kahraman Deniz Fedeniz fenerinde yaşayan arkaneri’ydi. daşları Jul’ün, -rastlantıdan Romanın kahramıdır bilinmez- o sırada dikmanları Pi ve Siyam, katlerini çekmeye başlayan tudedektif hikâyelerine haf davranışlarına anlam vermeraklı iki yakın arBaykuş Yemini, meye çalışırlar. Yeşim Armukadaş. Dostluk da Yeşim Saygın Armutak, tak’la, yeni romanı üzerine sanki romanınızın Günışığı Kitaplığı, 164 s. konuştuk. lokomotiflerinden biri, yanılıyor muyum? GER L M DOLU B R Tüm romanlarımda dostluk, lokoPOL S YE motif olarak görülebilir. Bu biraz da beÖncelikle yeni kitabınız “Baykuş nim hayalini kurduğum hayat özlemiyle Yemini” hayırlı olsun! Polisiye-macera ilgili. Birbirini anlayan, yargılamayan, her yazarı olarak tanıyor sizi çocuklar. Ama şekilde diğerinin yanında durmayı ba“Baykuş Yemini” için psikolojik gerilim şarabilen, ortak anıların getirdiği ortak dozu yüksek bir polisiye diyebilir miyiz? gülümseyişlere sahip insanlar. İleride Teşekkür ederim. Evet, söyleyebiliriz. yazacağım kitaplarda da bu gelenek boPolisiye olaylar, özellikle suç yönünden zulmayacaktır. incelendiğinde derin bir psikolojik temel içerirler. Benim çok sevdiğim polisiye ro- ARTIK YET K NLER Ç N manların çoğu da psikolojik bir hatta sa- YAZ D YORLAR! hiptir. Polisiyeye yoğun psikoloji karıPolisiye çok okunduğu halde, neşınca, sanırım psikolojik gerilime doğru dense hep edebiyatın üvey evladı muayaklaşmasına neden oluyor. “Baykuş melesi görmüştür. Ülkemizde çocuk edeYemini” de bu yolla doğmuş bir bebek biyatının da zaman zaman küçümsendiyebiliriz. diğini düşünürsek, romancı olarak riskPolisiye düğümü atmak başlı başına li bir seçim yaptığınızı söyleyebilir miyiz? MEHMET ERKURT

Ye im Sayg n Armutak

Kesinlikle haklısınız. Tanıdıklarımın bana hep söylediği bir şey var; “Artık yetişkinler için yazsana!” Sanki çocuk kitabı yazmak bir staj süresiymiş, ben de gerekli süreyi tamamlamışım, artık daha zor olan yetişkin kitaplarını yazabilirmişim gibi bir düşünceye sahipler. Beni güldüren, ama bir o kadar da trajik bir bakış açısı. Çocukları birey olarak görmeyen, duygularını, düşüncelerini, eylemlerini ve seçimlerini ciddiye almayan, “çocuktur, anlamaz,” diye düşünen zihniyetin yansıması bu. Böyle bir bakış açısının, çocuk kitapları olarak düşündüğü ya da aklında canlandırdığı; çocuğa, “şunu yap iyi, bunu yapma kötü,” diye parmak sallayan, edebiyattan yoksun, çocuğun zekâsını küçümseyen kitaplar. Aynı şekilde; polisiyeler yakın döneme kadar, alt raf kitabı olarak görülen ve dışlanan bir türdü. Neyse ki bu anlayış yavaş yavaş kırılıyor. Benim her ikisini de seçerek risk aldığım düşünülebilir. Oysa ben yetişkin olarak

hem gerçek çocuk edebiyatından –çocuğu küçük yaştaki insan değil, okuyucu olarak gören; edebiyatın benzersiz lezzetini çocuğa sunan ve tatmasını sağlayan– hem de polisiye edebiyatın beynimizi labirentlerle dolu sokaklarda gezdirmesinden vazgeçemiyorum. Seçimim riskli görülüyorsa, bir de bunlarla tanışma şansı olmamış insanların yaşamındaki yüzde yüz riske bakın. Çünkü yüzde yüz mahrumiyet ve yaşam yoksulluğu içindeler. Çocukları etkileyen bir polisiye macera yazarı olarak, sizi çocukluğunuzda en çok etkileyen kitap neydi? Bir polisiye miydi? Çocukken en sevdiğim kitap “Peter Pan”dı. O zamanlar daha çok Peter Pan’ın kendine olan güveni, hınzırlığı ve serüvenperestliği beni çekiyordu. Büyümek istememekte direnmesinin nedenleriniyse, daha ileri yaşlarda anladım ve onu bir kez daha sevdim.


22

Aydınlık KİTAP

22 MART 2013 CUMA

ALINTI-TEST

Okuyaca n z bölümler hangi yazar n hangi kitab ndan al nt lanm t r?

1

2

3

Sonu olan öyle az şey vardır ki: Hayatlarımız sonu gelmemiş öykücükler değil de ne?... Tanrı’ya ya da büyüye ya da hiç değilse bir şeye inanmamızı sağlayan da bu, sonunu bilme isteği.

Kargalar, tek bir karganın gökleri yok edebileceğini iddia eder. Buna hiç kuşku yok, ama bu yine de göklere ilişkin hiçbir şey ifade etmez, çünkü gökyüzü kargaların yokluğu demektir.

Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük nimetti... Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu dünyanın şahidi olmaktı...

a) Michael Cunningham - Saatler b) Truman Capote - Başka Sesler Başka Odalar c) Paul Auster - Karanlıktaki Adam d) Roald Dahl - Son Perde e) Virginia Woolf - Yıllar

a) Arthur Schopenhauer - Aforizmalar b) Niccolo Machiavelli - Hükümdar c) Franz Kafka - Aforizmalar d) Augustinus - İtiraflar e) John Stuart Mill - Özgürlük Üzerine

a) Amin Maalouf - Doğu’dan Uzakta b) Hakan Günday - Azil c) Selim İleri - Mel’un d) İhsan Oktay Anar - Puslu Kıtalar Atlası e) Stefan Zweig - Satranç

Soldan sağa 1. Resimdeki yazarın bir eseri 2. Eşek sesi - Bir soru sözü - Rusça’da “evet” - İlişkin 3. Bin gramlık bir ağırlık ölçüsü birimi - İşaret olarak kullanılan küçük bayrak - Nema, ürem 4. İlkel bir silah - Geçmiş zaman - Fikir, düşünce - Yüzyıl (kısa) 5. Bir filme, bir gösteriye eklenen beklenmedik güldürücü ayrıntı, gülüt -”... Farrow” (aktris) - Mi-

lattan Sonra (kısa) - Genişlik 6. Uğur - Bir şeyin özünü oluşturan ana öğe, temel - İş, oluş, hareket 7. Bir yüzölçümü birimi - Başlangıçta yer alan - İridyum’un simgesi Gün, gündüz 8. Hz.Muhammed’i övmek amacıyla yazılan kaside - Sodyum’un simgesi - Boru sesi 9. Parlak, saydam kırmızı renkte değerli bir taş - İneğin, sütten kesildik ten sonra 1 yaşına kadar

olan yavrusu 10. Seciye, karakter - Magnezyum’un simgesi - Belli bir anlamı olan iz, işaret - Divit, yazı hokkası 11. Mühür, damga - Ahşap bıçkıcısı - İlaç, merhem 12. Huysuz, çirkin ve yaşlı kadın Tavlada “üç” sayısı - Akıl 13. Bir acı ünlemi - Bir seslenme sözü - Bağışlama, mazur görme - Bir hayret ünlemi - İsviçre’de bir nehir

14. Briçte roberi oluşturan iki bölümden her biri - Tümör - Duman lekesi - Otomobil yarışı 15. Resimdeki yazarın bir eseri “Tok” karşıtı Yukarıdan aşağıya 1. Resimdeki yazarın bir eseri 2. Din ile devlet ve yönetim işlerini birbirinden ayrı tutan, dini kuruluşların yetkisi dışında kalan - “... Güler” (fotoğrafçı) - Radyum’un simgesi - Holmiyum’un simgesi 3. Ailesinin geçimini sağlayan - Gadolinyum’un simgesi - Eyere alıştırılmamış binek hayvanı - Niyobyum’un simgesi 4. Kalça kemiği - Verme, ödeme - “... Ayhan” (şair) 5. Şöhret - Bedevi Araplar’ın başlığı olan kefiyeyi tutturmakta kullanılan düğümlü kordon - Lümen (kısa) - Kaşıntılı bir deri hastalığı 6. Hastalık anında gelen titreme - Kayak - Ateşli silahlarda namlunun

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

BULMACA

1-(b) 2-(c) 3-(d)

Bu haftan n do ru yan tlar :

gerisinde bulunan ve nişan almaya yarayan kertik - Rubidyum’un simgesi 7. Peru’nun başkenti - Satürn gezegeninin beşinci uydusu 8. Evin bir bölümü - Sahip - Bir hayvan 9. Topluluk, zümre - Notada duraklama işareti - Bir dilek şart eki 10. İsim - Çok eski ve bilinmeyen bir tarihi anlatan bir söz - Dik olarak, dikine 11. Kiloamper (kısa) - Yazılı buyruk - Bal yapan böcek 12. Doku teli - Bir nota - En kısa zaman parçası, lahza - Bir işaret sıfatı - Beyaz 13. “Oğuz ...” (yazar) - Lavrensiyum’un simgesi - Bir haber ajansı - İlkel bir su taşıtı 14. Sahip, malik - Bir çalgı türü Kuzu sesi - Kekliğin boynundaki siyah halka 15. Bir kimsenin cinsel dokunulmazlığı - Resimdeki yazar




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.