2013 04 26nisankitapeki

Page 1

. KITA P Aydınlık

26 Nisan 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 61

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Ergenekon’un Güncelliği

Kütüphanenizde yer açın beklenen oldu M. Salih Kurt

Aydınlık Çevresi’nden TKP’nin kuruluşuna Dr. Cüneyt Akalın

Yaşamak mı Düşlemek mi? Seza Özdemir

ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu

‘Mavi Vatan’ın askerleri niçin hedefte Cem Gürdeniz



Aydınlık KİTAP

26 N SAN 2013 CUMA

3

İÇİNDEKİLER Aydınlık Çevresi’nden TKP’nin Kuruluşuna

s. 4

İyi olmayı o yüzlerden öğrendik

s. 5

Ergenekon’un Güncelliği ve Yakup Kadri

s. 6-7

Kütüphanenizde yer açın, beklenen oldu

s. 8-9

İnsan, toplum ve doğa uyumunda s. 10 sosyalist teori Kontrgerilla’nın şifrelerini çözen kitap ‘Mavi Vatan’ın askerleri niçin hedefte

s. 11

s. 12-13

Hatırâtını kendi aleyhinde yazan düşünür

s. 14

Ya ben Türkçeyi onlar gibi kullanıyorsam!

s. 15

Döşeme aşağıda tavan yukarıdadır

s. 16

Gerçek nedir öğrenmek için

s. 17 s. 18-19

Yeni çıkanlar Çocuk-Genç : Kim bu Memo?

s.20

Sımsıcak kelimelerin şairi: Ahmet Telli

s.21

Dilini teslim etmeyenin öyküleri

s.22

Yaşamak mı, düşlemek mi?

s.23

. KITA P Aydınlık

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı damla@aydinlikgazete.com

Editör Pınar Akkoç pinar@aydinlikgazete.com

Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ Sayfa Sekreteri Ebru Baysan

İki bayram arası düğün olur 23 Nisan’da Ankara’da “Milli Anayasa Milli Merkez”i kurmak için bir araya geldi binlerce ve binlerce yurtsever. Emperyalizme, gericiliğe ve bölücülüğe yenilmeyeceğimizin, geçit vermeyeceğimizin en güzel kararlılığını gösterdiler. Önümüzdeki çarşamba günü de 1 Mayıs. Ne güzel bayramlar izliyor birbirini... İki bayram arasında da Aydınlık Kitap Eki çıkarıyoruz. Milletimizin ve bütün emekçilerin bayramları kutlu olsun. Bayramlarımız birleşme çağrısını da içerir. Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen milletler birleşin! Birleşin! Birleşmek bölünmenin karşı ucudur. Karşıtıdır. Devrimciliğin hem varlık nedenidir, hem programı. Bütün millet birleşeceğiz, önce biz kendi içimizde, sonra dünyanın emekçi halklarıyla, ezilen milletleriyle... Sonra daha da büyük bayramlara açılacak yollarımız...

da sergilediği halk-aydın çelişmesinden ve bir ulusun doğuşundan doksan yıl sonra güncelliğini hala koruyan yazılarından bahsediyor. Karaosmanoğlu, “Yaban”da, “Siz Türk değil misiniz?” sorusunu, “O dediklerin daha ötede, Haymana tarafında bulunur” sözüyle yanıtlayan köylüler sayesinde günümüzde hararetini koruyan “millet” tartışmasına katkıda bulunarak emperyalizmin türettiği son Osmanlıların zulmüne uğrayan Türkleri anlatıyor.

Cüneyt Akalın, Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşu özelinde Türkiye’de solun tarihi hakkında kaynaklara yer verdiği yazısında Erden Akbulut ve Mete Tunçay’ın Sosyal Tarih Yayınları’nca yayımlanan, “İstanbul Komünist Gurubu’ndan (Aydınlık Çevresi) Türkiye Komünist Partisi’ne, 1919-1926” adını verdikleri çalışmaya yer veriyor. Türkiye Komünist Partisi’nin İstanbul’da faaliyet gösteren Aydınlık Gurubu’nun çabalarıyla nasıl adım adım inşa edildiğini anlatan çalışma, bu konuda Sadece çocuk bayramı olmaktan öte, ço- doğru bilinen yanlışları da gözler önüne secuklar her günü bayram gibi yaşasın diye atı- riyor. lan bir adımın, büyük milletin büyük meclisinin açılışının günü 23 Nisan. O çocuk ların emekçi büyüklerinin emeklerine olan saygıyı ve onlara olan kaçınılmaz bağlılığı Gelecek sayımızda ve çok daha coşku, ifadenin günü 1 Mayıs. zafer kıvancı içinde kutluyacağımız bay Bu sayımızda Seyyit Nezir, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” romanınSahibi Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür: Yalçın Büyükdağlı Genel Yayın Yönetmeni: Mustafa İlker Yücel Sorumlu Müdür: Mehmet Bozkurt Tüzel Kişi Temsilcisi: Metin Aktaş Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22

ramlarda buluşmak üzere, esen kalın.

AYDINLIK KİTAP Reklam Servisi Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu saynur@aydinlik.com.tr

Reklam Müdürü Kamile Karakadılar kamile@aydinlik.com.tr

kitap@aydinlikgazete.com Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34


4

26 N SAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

SOL’UN TARİHİNE IŞIK TUTAN BELGELER

Aydınlık Çevresi’nden TKP’nin kuruluşuna Bu çal mada yeni olan, bugüne kadar, daha çok bir dergi çevresi olarak ele al nan stanbul’daki Ayd nl k Grubunun asl nda TKP’nin nüvesini olu turdu unu ortaya koyan belgeler ve ipuçlar CÜNEYT AKALIN Türkiye’de yakın tarihi yazmak zordur; yakın tarihin çatışmalı unsurlarının sıcaklığı, tarih yazımını güçleştirir. Hele ülkemizde Sol’un tarihini yazmak daha da bir zordur; yıllarını baskı altında geçirmiş Sol’un pek çok belgesi, kaydı ya polis depolarında - mahkeme arşivlerinde ya da yurtdışındadır. Mete Tunçay’ın 1960’larda kaleme aldığı, sonraki yıllarda kısmen güncelleştirdiği “Türkiye’de Sol Akımlar I (1908-1925) ve II (1925-36)” adlı kitaplarının uzun süre bir boşluğu doldurduğunu teslim etmek gerekir. Bu alandaki çabalara Kerim Sadi, Rasih Nuri İleri gibi solcu-ilerici araştırmacılarla, Fethi Tevetoğlu, Aclan Sayılgan gibi anti-komünist, sağcı yazarların ürünlerini, Prof. Tarık Zafer Tunaya’nın anıtsal yapıtı “Türkiye’de Siyasal Partiler”i, Stefan Velikof ve George Harris gibi yabancı araştırmacıların yapıtlarını, Prof. Yavuz Aslan’ın, Prof. Betül Aslan’ın kitaplarını ve Mehmet Perinçek’in son yıllarda büyük bir boşluğu dolduran ve bir o denli ilgi çeken Rusya arşivlerindeki araştırmalarını, kimi biyografi çalışmalarını da ekleyebiliriz.

TAR HYAZIMININ SOVYET KAYNAKLARI 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerine Batılı kurumlar Sovyet arşivlerini yağmaladı. Başlarda bir kargaşa yaratmış olsa da, belgelerin dışarıya taşınması tarihçilerin işine yaradı, tarihyazımına ek kaynaklar sağladı. Hollanda’daki Uluslararası İçtimai Tarih Enstitüsü üzerinden Türkiye’ye getirilen Sovyet (Komintern) belgelerine Türkiye Sosyal Tarih Vakfı’nın sahip çıkması, araştırmaları bir üst düzeye yükseltti. Moskova merkezli Komünist Enternasyonal belgeleri arasında yer alan KEYK (Komünist Enternasyonal) ile İKG (İstanbul Komünist Grubu) arasındaki resmi yazışmalar, hem mevcut bilgileri zenginleştirdi, hem de olay-

ların/yorumların debelgeler ve ipuçları. netimini sağladı. Birçok kişi, T Ü S T AV ’ d a n TKP’nin kuruluş taErden Akbulut’un rihi olarak, ünlü çoğunun aslı FranBakü Kongresi’nden sızca olan belgeleri sonra 10 Eylül Türkçeye kazandır1920’de yine Bakü’de ması, Rüstem toplanan Türkiye İşAziz’in Rusça beltirakiyun Teşkilatları/ geleri Türkçeye çeTKP Kuruluş Konvirmesi, TÜSTAV gresi’ni alıyor. Oysa, transkripsiyon (çeMustafa Suphi ve arviri yazı) ekibinin kadaşlarının katlinçabaları (Osmanlıca den sonra Kafkasbelgelerin sadeleştiya’daki devrimcilerrilmesi, yayına hazır le, İstanbul ve Ankahale getirilmesi) sora’dakiler arasında nucunda yeni, devarolan ayrılıkların İstanbul Komünist Grubu’ndan giderilemediği, daha ğerli malzemeler, (Aydınlık Çevresi) belgeler ortaya çıkdoğru bir ifadeyle birTürkiye Komünist Partisi’ne tı. lik ve bütünleşme (1919-1926) Erden Akbulutsağlanamadığı görüErden Akbulut- Mete Tunçay, Mete Tunçay Soslüyor. Sosyal Tarih Yayınları, yal Tarih YayınlaÇalışma, bu so417 s. rınca basılan , “İsrunları ortaya koyatanbul Komünist Grubu’ndan (Aydınlık rak, Türkiye Komünist Partisi’nin İsÇevresi) Türkiye Komünist Partisi’ne, tanbul’da faaliyet gösteren Aydınlık 1919-1926” adını verdikleri çalışmayı bu Grubu’nun çabalarıyla nasıl malzemeden yola çıkarak yayına hazır- adım adım lamışlar. Baştan bir cilt olarak tasarla- i n ş a nan çalışma, giderek büyümüş, üç cilde edilditaşmış. ğini anİlk iki cildi 2013’ün başında piyasa- latıyor. ya verilen çalışmanın üçüncü cildinin de B u gün yüzüne çıkmasının yakın olduğunu tanıtımöğrendik. da ayrınErden Akbulut’la tarihçi Mete Tun- tılara girçay’ın birlikte kaleme aldıkları çalış- mek, tek manın esas yükünü “Enternasyonal” tek belgebelgelerini Türkçeye kazandıran ve yo- leri tartışrumlayan Erden Akbulut’un çektiği an- mak doğru laşılıyor. olmaz. Ancak, bu çalışYEN OLAN NE manın, sol Bu çalışmada yeni olan ne? Yeni kesimde, bu olan, bugüne kadar, daha çok bir dergi türden tarihçevresi olarak ele alınan İstanbul’da- sel araştırmaki Aydınlık Grubunun aslında TKP’nin lara zemin hanüvesini oluşturduğunu ortaya koyan zırlaması, canlı

tartışmalara yol açması en içten dileğimizdir. Erden Akbulut-Mete Tunçay’ın TÜSTAV’ca yayımlanan çalışması, Sol’un tarihi ve gelişimi ile ilgilenen herkesce edinilmesi gereken bir kaynaktır.

SOL’UN TAR H M LLET N TAR H D R Sol’un tarihi sadece Solcuların tarihi değildir, milletin yakın tarihidir aynı zamanda. Bir yanı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin, öteki yanıyla mazlum millet- lerin tarihidir. Kafkasya’nın, Ortadoğu’ nun, Balkanların tarihidir. Bu tartış- manın benzerlerini yaşayan Çinli, Hintli, İranlı, Arap komünistlerin tarihidir. Marksizmi Asya’ya taşıyan tarihsel kongrenin Bakü’de yapıldığı, açış konuşmasını Dr. Neriman Nerimanov’un yaptığı, Kongre’ye başta Asya uluslarının- kiler olmak üzere, dünyanın dört bir yanından temsilcilerinin akın ettiği hatırlanırsa, bu satırlar daha bir anlam kazanır.


Aydınlık KİTAP

26 N SAN 2013 CUMA

5

İyi olmayı o yüzlerden öğrendik ERCAN DALKILIÇ Sinema yazarı dediğinizde aklınıza gelen ilk adlardan biri değildir Mesut Kara; ama en az o aklınıza gelenler kadar emeği vardır sinema yazınında. Bu yazı sınırında sayılamayacak kadar çok mecrada yazısı yayımlanan Kara, benim de bir dönem kadrosunda bulunduğum Cinemascope adlı aylık sinema dergisinin de yayın yönetmenliğini yürütmüştü. Agora Kitaplığı, önemli bir işe imza atarak Mesut Kara’yı tekrar okuyucularıyla buluşturmaya başladı. “Sinema ve 12 Eylül” ve “Artizler Kahvesi” adlı kitaplarından sonra, yazarın 50’li ve 60’lı yıllarda sinemamıza damgasını vuran oyuncuları detaylı bir biçimde ele aldığı “Yeşilçam’da Unutulmayan Yüzler – Starlar” da raflardaki yerini aldı. “Yeşilçam’da Unutulmayan Yüzler – Starlar”, Mesut Kara’nın 1991 yılında Sami Hazinses’le yaptığı söyleşinin yayımlanmasının ardından üzerinde çalışmaya başladığı; Hüseyin Baradan, Kazım Kartal, Behçet Nacar, Önder Somer gibi sinema emekçilerini konu ettiği “Artizler Kahvesi”nin devamı niteliğinde bir çalışma. Kimler yok ki bu ünlülerin arasında? 1940’ların sonunda yıldızı parlamaya başlayan Sezer Sezgin’den başlayarak; Cüneyt

ven Çirkin Kral’ı, KaraArkın’dan Fikret Haoğlan’ı, Malkoçoğlu’nu kan’a, Ediz Hun’dan Ekavuçları patlarcasına alrem Bora’ya uzanan yirkışlıyordu. Mesut Kara’ya minin üzerinde isimle söygöre; “Birçoğumuz iyi inleşmiş yazar. Bazı yıldızsan olmayı, isyan etmeyi, lara da, örneğin; 50’lerin mücadeleyi o filmlerin meşhur oyuncusu Mesiha Yelda’yla bazı nedenlerkahramanlarından, Yılden ötürü –bu nedenleri maz Güney’den, Cüneyt sunuşta açıklamış KaraArkın’dan, Nubar Terziulaşamamış. Dolayısıyla yan’dan, Osman Alyanak’tan, İhsan Yüce’den da bazı isimlere yer vereöğrenerek büyümüştük.” memiş… Kara, 1996 yıMesut Kara’nın girişlında başlayıp 1998 yılınte dikkat çektiği bir özelda bitirmiş bu projeyi. likde; Yeşilçam’ın “altın Sıradan bir söyleşi kitabı değil karşımızdaki; Yeşilçam’da Unutulmayan çağı” olarak adlandırılan Kara, söyleşi sırasında al- Yüzler – Starlar, Mesut Kara, 60’ların, yani film sayısının, Agora Kitaplığı, 320 s. star sayısının hızla yükdığı notlarla, söz konusu yıldızların hayat hikayesini harmanlayarak seldiği dönemin hemen ardından gelen büortaya gerçekten de okuması çok kolay ve yük çöküştür. Yeşilçam büyüsü 1970’li yılların ortalarında neden birdenbire tarihin eğlenceli bir çalışma çıkarmış. Kara, kitabın sunusunu gerçekleştirir- tozlu sayfaları arasında yerini aldı? Kuşken, “hayal makinası” Yeşilçam’ın da hi- kusuz bunda televizyonun, 80’lerdeki vikâyesini özetlemiş. Televizyonun henüz or- deo salgınının payı büyüktür. Fakat Kara’ya tada görünmediği, adım başı sinemaya rast- kalırsa bu çöküşte aslan payı yapımcılara layabileceğiniz, Konak Sineması’nın aitti; “Birçok yapımcı sinemadan kazandığı Emek’lerin tıklım tıklım dolduğu yıllarda, parayı sinemaya aktarmadı. Han haman sahalkın tek eğlencesi bu filmlerdi. Halk me- hibi kimi yapımcılar, işletmeciler, sinemalodramlarda karakterlerle birlikte ağlı- cılar, salonlar kapanırken, pazarı Amerikan yor, avantür filmlerde kötü karakteri dö- sinemasına kaptırırken sessiz kalmayı seç-

tiler. Birçok sinemacı ‘para yok’ gerekçesinin arkasında saklandı.” “Yeşilçam’da Unutulmayan Yüzler – Starlar”, uzunca yıllar halk yığınları salonlara dolduran Yeşilçam geleneğini, onun yarattığı “star sistemi”nin gözünden aktaran çok değerli bir emek toplamı. Bu toplamı, sinemaya duyduğu olağanüstü sevgisi ve bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi ile bir araya getiren “büyük sinema emekçisi” Mesut Kara’ya teşekkürü bir borç biliyoruz. Mesut Kara


6

26 N SAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

KAPAK

Ergenekon’un güncelliği ve Yakup Kadri Kim bilebilirdi ki bu hurda vesikalar, bir ulusun yeniden do u undan doksan y l sonra, emperyalizmin yede indeki türedi son Osmanl larca bir daha silinmesine kar güç kayna olacak? lamayı ihmal etmez: “Bizde bir sınıf halk var ki, bittiğimizi, diğer bir sınıf başladığımızı haber veriyor. Bunların hangisi haklıdır? Bizce her iki taraf da haklıdır zira biri eski usul bir devlet teşkilatının bittiğini, öbürü milletin bağrından yeni bir devlet görüşünün doğduğunu söylüyor.” (s. 33) Yakup Kadri, halkı anlamayı aydın oluşun işlevi görse de onun kusurlarını asla hoş görmez. “Sodom ve Gomore”de kafasını eğlence ve unutuşa gömerek işgal acısını hafifletmeye çalışanları her yüzüyle sergileyen yazar, emperyalistlerin yozlaştırma girişimiyle uyuşturulan bir kısım halkın ülkede olup bitenler karşısındaki umursamazlığını günlük yazılarında da acımasız bir anlatımla çiziyor: “İstanbul’da yalnız sırıtan, durmadan sırıtan bir halk var. En bayağı şeylerle ilgileniyor, anlamadığı şeylere gülüyor, bilmediği şeyleri istiyor ve inciden boncuğa, altından tenekeye kadar her şeyi süs ve ihtişam sayıyor. ... Hayatımda halk denen insan kitlesinin bu kadar ahmaklaştığını, bu kadar bayağılaştığını hiç görmemiştim.” (s. 37-38)

SEYYİT NEZİR seyyitnezir@yahoo.com Anadolu’yu merkez alarak tarihsel yaklaşımını dünle gelecek arasındaki en uzak noktaların birleştiği ufuklara yayma girişimine hemen bütün romanlarında tanık olduğumuz Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Türk kimliğinin yaşamdan ve tarihten devşirilmiş deneyimlerle oluşup tanımlanmasında sağlam ölçülere yaslanan sayılı yazarlarımızdandır. Yaban’da halk - aydın çelişkisini tarihsel uzlaşmazlığı içinde sergileyen yazar, gözlemleri ve sezgileriyle Türk kavramının toplumsal karşılığını da bulup göstermeye, ulus bilincinin güçlenme sürecindeki olumsuzlukların nasıl aşılacağını anlamaya çalışır. Ortaya ilginç bir durum çıkar: Payitaht, Türk kimliğini oluşturan değerleri ve onun taşıyıcı toplumsal öğelerini silerek Osmanlıyı ona ikâme etmek üzere yüzyıllarca uyguladığı ağır baskı ve katliamlar sonrasında Türk kavramını İstanbul’dan uzakta tutmakla kalmamış, bunu halkın bilincine de yerleştirmiştir. Nitekim “Yaban”da, “Siz Türk değil misiniz?” sorusunu köylüler, “O dediklerin daha ötede, Haymana tarafında bulunur” sözüyle yanıtlar. Dahası her gidilen köy, kendinden sonrakini gösterir. Fatih’in “etrak-i bî-idrake matbaa gerekmez” diyerek sarayın dışına attığı Türk, Osmanlının bitmeyen zulmüyle gitgide Kaf Dağı’nın ardına kovulmuştur.

ERGENEKON’DAK HURDA VES KALAR Yakup Kadri, İstiklal Savaşı başladığında Ankara’nın davasını İstanbul’da yürüten birkaç yurtsever yazardan biridir. Yöneticisi olduğu İkdam Gazetesi’nde yayımladığı yazıları, dönemin edebiyat anlayışını tartışmakla kalmaz; toplumsal ve siyasal gündemi doğrudan yüklenir. Yazar, 1920-23 döneminde üç yıl boyunca yayımladığı yüzlerce yazıdan “50-60 kadarını bir kitap halinde” ve Ergenekon adı altında, “tarihin zapta lüzum görmeyeceği hurda vesikalar” olarak çıkarır (Hamit Matb., 1929). Nereden bilebilirdi ki bu hurda vesikalar, bir ulusun yeniden doğuşundan doksan yıl sonra, emperyalizmin yedeğindeki türedi son Osmanlılarca yeniden silinmesine karşı

ÇÖKÜ VE HT LALC LER

güç kaynağı olacak? Kim bilir, belki biliyordu da o yüzden gazete sayfalarında kalmasına gönlü razı olmamıştı. Nitekim Panorama’da, şeriat ve irtica tehlikesinin gizli ama güçlü biçimde sürdüğünü öngörmemiş miydi? Yakup Kadri, Ergenekon’da şark ve Türk arasındaki zorunlu örtüşmeye dikkat çekerek işe koyulur: “... öteden beri Türk milleti Avrupa önünde bütün Şark’ı temsil ettiği için, Şarklı denince önce Türk’ü anlamak zorunda kalacağız ve bizim bulunduğumuz iklim bölgesinde yaşayan öbür milletleri mevzumuzun dışında bırakacağız.” (Ergenekon, s. 17, İletişim Y., 2010) Batı’nın “Türk korkusu”nun yersizliğini belirtirken, okuru, emperyalist

propaganda araçlarınca gerçekliğin tersyüz edilmesine karşı uyarır: “Türklerin tarihi insaf ve tarafsızlıkla tetkik edilecek olursa görülür ki, bu ırk dünyanın en ‘idealist’ ırklarından biridir. ... bizim mağlubiyetimiz hak ve adaletin mağlubiyeti olacaktır. ... Türk tarihi ‘baştanbaşa bir fazilet kitabıdır’. Acaba nasıl olmuş da bu tarih bütün dünya tarafından, hattâ bizim tarafımızdan bile ters anlaşılmıştır?” (s. 140)

HALKIN UMURSAMAZLI I Yakup Kadri, ilericilik ve tutuculuk eğilimlerinin halktaki köklerine bakarak, Anadolu’daki yeni devletin oluşumunda öncü işlevi bulunan müdafaa-i hukuk çevresinde birleştirici olma gereğini vurgu-

Yazar keskin çizgilerle sürdürdüğü eleştirisini aydınlara yöneltirken, “Yaban”daki savlarının ilmeklerini de yakalamaya başlamıştır: “Son zamanlarda halka doğru gitmek isteyen İstanbullu aydın gençlik, bu amaca ulaşabilmek için kendisinden ne kadar çok şey feda etmeye, bir sürü tufeylî unsurlarla dolu ruhunu ne kadar merhametsizce, ne kadar cesaret ve metanetle temizlemeye mecburdur!” (s. 65) Tatlısu köycülerinin durumunu bütün açıklığıyla sergiler: “Anadolu köylüsüne uzaktan, bir İstanbul gazetesinin köşesinden ilan-ı aşk etmek, halkın refah ve saadeti için kâğıt üzerinde birtakım projeler yapmak meğer ne kadar boş, ne kadar kolay, ne kadar çocukça, ne kadar gülünç bir işmiş!” (s. 80) Yakup Kadri’nin dost acı söyler tavrı 1908 Devrimcilerini dışarda bırakmaz; İstanbul’daki çöküşün onları da kuşattığını pervasızca söyler: “Rumeli dağlarından inen o coşkun, gürbüz ihtilalciler bile buraya gelip de bir süre o havayı teneffüs eder etmez sanki afyon yutmuş gibi uyuşup kalmaya başladılardı. On yıl


Aydınlık KİTAP

7

içinde hepsinin vücudunu yumuşak ve beyaz bir yağ tabakası kapladı, hepsinin gözlerine bir sönüklük, omuzlarına bir çöküklük geldi, o yerde kandilli temennalar illeti birer birer hepsinin belini büktü.” (s. 43)

rasında hemen her memlekette bu gibileri sükûta davet ettiler, sükût etmesini bilmeyenleri ağır cezalara çarptırdılar. Bunlara Fransa’da ‘défaitiste’ yani bozguncu adı verildi ve kimi kurşuna dizildi, kimi hudut dışına atıldı.” (s. 171)

DÜ MAN, HA NLER HEP BULUR

TÜRKLER N A R DE M YOK?

Yakup Kadri, yazılarında, Halide Edip’e de “Vurun Kahpeye” romanı için malzeme hazırlar: “Herkes biliyor ki, vatanımıza saldırmış olan çeşit çeşit düşman her nereye gittiyse kendisine yardım eden, kendisine yol gösteren, hattâ bazen kendisini türlü türlü cinayetlere sürükleyip kışkırtan vatan hainleri buldu: ... Düşmanla beraber ırza geçtiler, düşmanla beraber boğazladılar, düşmanla beraber dine hakaret edip mala el uzattılar.” (s. 136) İhanet, işgale uğrayan her yörede kol gezmektedir: “Yunan ianesi ile eşraflaşmış bazı soysuzlar var ki, herkes bir leşin civarından uzaklaşır gibi yanlarından kaçıyor. Bunlar, bütün o havalide halka, düşmandan daha merdut [melun] görünmektedir. Kâh İzmir’den, kâh Bursa’dan, kâh Trakya’dan İstanbul’a gelip gidenlerin en çok iğrenme ve tiksinti ile söz ettiği kimseler, Yunan zabitlerinden önce bu adamlardır.” (s. 196) Ne ki bir süre sonra gerçekleri Cenap ahabettin anlamaya ve Kuvâ-yi Milliye saflarında birleşmeye başlayan halkın duygularını yansıtırken hainlere karşı tutum ilkesi için Fransa örneğini anımsatır: “Anadolu’nun içine bir acayip şüphe düştü, kendi kendine dedi ki: ‘Acaba bu adamlar Düşman tarafından aramıza salıverilmiş birtakım namert hainler midir?’ ... Harb-i Umumi sı-

Emperyalizmin borazanlığını yazarlığının da üstüne çıkaran Cenap Şahabettin, “tarikat kurmaktan bile aciz” Türkleri Avrupa’dan tümüyle sürüp atma ve Anadolu bozkırında kuşatarak yok oluşa mahkûm etme tutumunun sözcülüğünü üstlendiğinde, Yakup Kadri, bu pespaye cehaleti teşhir etmekte duralamaz: “Mevzubahis olan adam, ... unutuyor ki, bu tarikatların en seçkinlerinden biri olan Mevleviliğin kurucusu Türk’tür. Bektaşilik tamamıyla Türkler tarafından kurulmuştur. Babaîlik, Ahîlik, Kızılbaşlık gibi fikrî, mezhebi müesseseler de Türk damgasını taşımaktadır.” (s. 146) Türklerin güçlü bir şair bile yetiştiremediğini, Fuzûlî’nin de aslında Acem olduğunu savlayan mandacıları paylar (s. 161); her anlamda güçlü öngörülerine, Nâzım Hikmet’in destanını haber vererek bir yenisini katar: “Ey büyük millet, bu son yaptığın destanı hangi şair yazacak bilmiyorum; sen yalnız kendi talihini saçlarından tutup istediğin kıbleye çevirmedin; aynı zamanda bütün mazlum ve mağdur milletlere de ibret dersi olacak eşsiz bir harekette bulundun; ...” (s. 149) Yakup Kadri’nin İkdam’daki yazıları arasında, en az Ergenekon’da yer alanlar kadar değerli ve millî edebiyat üstüne görüşlerini sergilediği kimi metinleri ise ayrıca ele alınmaya değer...


8

Aydınlık KİTAP

26 N SAN 2013 CUMA

BABİL BALIĞI

Kütüphanenizde yer açın, beklenen oldu M. SALİH KURT mustafa.salih.kurt@gmail.com Antoloji: (isim, edebiyat) Seçki Türk Dil Kurumu sözlüğünden “Antoloji” veya Yunanca aslıyla (antolojya) veya Latince Florilegium, günümüzde edebiyat anlamında, biri tarafından seçilen ve bir araya getirilen edebi eserlere ve pasajlara verilen isimdir. Dilimize de “antoloji” ve “seçki” olarak yerleşen kelimenin hem Yunanca hem de Latince asılları ise “toplanıp bir araya getirilen çiçekler” anlamını taşır; bir bakıma, “buket” veya “demet.” Ne kadar güzel değil mi? Elbette buketin Fransızca, demetin ise Rumca kökenleri bulunduğundan Türkçeye geçişi esnasında “seçki” kelimesinin kullanımı, “demet” veya “buket” kelimesinin ise tercih edilmeyişi tartışılabilir. O tartışmayı dilin uzmanlarına ve akademisyenlere bırakalım.

OKUR PUSULASI OLARAK ANTOLOJ LER İyi bir editörün elinden çıkan antolojilerin, günümüzde, özellikle okur odaklı faydalarına değinmemek olmaz. Her şeyin daha hızlı ve topluca üretilebildiği bir çağda, geçmişten gelen birikimi de göz önüne alırsanız, artık okur olarak işimizin hiç de kolay olmadığını, yazılı her metni okumaya ve incelemeye kimsenin ömrünün yetmeyeceğini, bu nedenle belirli alanlarda özel inceleme ve araştırma yapan insanlara ihtiyaç duyduğumuz gerçekleriyle karşılaşırız. Antolojilerin birinci yararı elbette bu yöndedir. Belirli bir alanda, yetkin bir el tarafından, pek çok eser arasından seçtiklerini, bir çiçek demeti halinde önünüze sunarlar. Bir birikime ve göze ulaşmanızı kolaylaştırırlar. Okur odaklı ikinci yararı, sunulan demetin içerisinden bir eseri ve/veya yaratıcısını merak etmenize ve devamını araştırmanıza olanak sağlamalarıdır. Yani bir bakıma bizlere “tanışma” fırsatı armağan ederler. Daha nadir olarak da bazen öyle antolojiler gelir ki kelimelerle tam üstüne basamazsınız, etrafında dolaşamazsınız, bütün varlığı tek vücuttur, onlarca olgunun tek olguluk özetidir sanki… Kimlik ve canlılık sahibidir. Ancak bu şekilde editörler yüzyılda birkaç kez yetiştiklerinden, antolojilerin sayıları da oldukça azdır. Yeni bir ufkun işaretçileridir. Okurun kütüphanesinin değişmez parçalarıdır. Ne münasebet, efendim? Süs olarak dursun diye değil elbette, tekrar tekrar açıp yeni bir şeyi keşfetmek için. Örnekleye-

Alice Galerisi - Resimleyen: John Coulthart lim: Jorge Luis Borges’in “Babil Kitaplığı” (La biblioteca de Babel) öyküsünden yola çıkarak, aynı isimle ve öncülüğünde sürdürülen antolojiyi (Dost Kitabevi seriyi dilimize kazandırıyor) okumadan önce okur farklıdır, okuduktan sonra farklıdır. Derler ki bir kişinin kütüphanesine bakarak, deneyimleri ve birikimi hakkında bilgi edinebilirsiniz. Okuduktan sonra her okur bilir ki bu antolojiyle karşılaşmamış ve her yönüyle ele almamış herhangi biriyle öykücülüğün belirli yönleri üzerine yapılacak bir tartışma veya sohbet, nafile bir çabadır. Gel gelelim, bu şekilde özel antolojilerin sayısı oldukça sınırlıdır. Elbette kendi içlerinde eksiklikleri de mevcuttur ve gelişmeye müsaittirler…

BEKLENEN OLDU Beklenen oldu, nihayet Türkçe tercümesiyle, kitaplıkların vazgeçilmez parçalarından biri olacak değerli bir antoloji daha raflara giriyor. “Grafik Kanon”dan bahsediyoruz şüphesiz. 2. cildi de tercüme edildi ve Kolektif Kitap tarafından okurlara sunuldu. (Uyarı: Yazı aslında bu-

rada bitti, yazının bundan sonrası Grafik Kanon’u henüz duymamış, ne olduğunu merak etmekte olan okur ve ek birkaç kitap tavsiyesini yakalamak isteyen, köşenin d ü zenli okuru içindir.) Toplamda 3 ciltten oluşan dev antoloji “Grafik Kanon”, özetle medeniyetin ilk çağlarından günümüze kadar geçen sürede, dünyanın dört bir ucundan yazılı ve sözlü edebiyattan seçme eserlerin, birbirinden farklı tarzları ve çizimleriyle yine

dünyanın dört bir yanından çizerlerle buluşturan bir antoloji. Yaklaşık beş yüzer sayfadan oluşan üç dev cilt boyunca Gılgamış Destanı’ndan başlayarak 190 edebiyat eseri yüzden fazla sanatçının uyarlama, anlatım ve imgelemesiyle karşılaşıyor. Sadece çizgi-roman sanatçılarının değil, grafik tasarımcıların, ressamların da uyarlamaları göz dolduruyor. Çizgiroman uyarlamaları ağırlık taşıyor şüphesiz, ancak bunun yanı sıra öykü, şiir ve söylencelerin, tablolara, illüstrasyon ve kolajlara farklı tarzlarda aktarımı antolojiyi görsel bir şölene çeviriyor. Bir kitapçıda fırsat bulabilirseniz, özellikle 1. ciltte Mevlana’nın “Yedi Öğüt”ünü uyarlayan Öğünç Ersöz’ün çalışmasını ve 2. ciltte Maxon Crumb’ın E. A. Poe için yaptığı çizimleri inceleyiniz. Antoloji, editörü Russ Kick’in tercihleri doğrultusunda bir edebiyat tarihinin kısmen izini sürmesinin dışında, asıl değerini, farklı tarzlarda çalışan sanatçıları bir arada okuyucuya tanıtma şansı yarattığı için kazanıyor. Sanatçıların uyarlamaların bir kısmı antoloji için özel olarak ilk kez yapılmışken, bir kısmı daha önceki çalışmalarını kapsıyor. Okurun herhangi bir sanatçıyla karşılaşıp, diğer işlerini de merak ederek yönlenmesi oldukça muhtemel. Aynı şekilde herhangi bir şekilde daha önce karşılaşmadığı bir edebiyat eserinin de devamını veya yazarının diğer çalışmalarını merak etmesine yol açıyor. Antolojide bulunan eserler üzerindeki bilgi derecenize göre her iki şekilde de yararlanabile-

Grafik Kanon Cilt 1 ve 2, Antoloji, Kolektif Kitap, 482 ve 500 s.


Aydınlık KİTAP ceğiniz gibi, sadece uyarlamaların keyfine varmanız da mümkün.

MET N SEÇ M VE SANSÜR Antolojide yazılı edebiyatın dışında sözlü halk edebiyatı da yer buluyor. Uyarlamalar için hiçbir türe indirgeme ve sınırlama söz konusu olmaması da ayrı bir artı olarak karşımıza çıkıyor. İnsanların aklına çizgi uyarlama dendiğinde ilk olarak öyküler, masallar ve destanlar gelir. Ancak “Grafik Kanon” çizgiyi çekmiyor, şiirlerin, yazıtların, söylencelerin de uyarlamalarıyla çok yönlü bir edebiyat lezzetini sunma gayretini taşıyor. Elbette kimi öyküler, antolojiye dâhil edilmek için oldukça uzun olduğundan, zaman zaman özetleme veya eserin tamamından bir pasajın seçilmesi yoluna gidiliyor. Metinlerin orijinalinden ise hiçbir şekilde sapmaya yer verilmiyor. Antolojiye dâhil edilen her eserin öncesinde editörün kısa takdim yazısı bulunuyor –ki pek çok açıdan oldukça bilgilendirici. Bu yazılarda, eserin neden tercih edildiği, hangi tercümeden ve kaynaklardan faydalanıldığı bilgileriyle beraber sanatçı tercihi, sanatçının kendisi ve çalışması hakkında bilgiler de bulunuyor. Daha önce sansürlenmiş versiyonları daha çok bilinen pek çok eserin sansürlenmemiş versiyonları tercih ediliyor. Elbette sansürün yanı sıra daha önce herhangi bir düzenlemeden geçen eserlerin neden düzenlendiği ile alakalı tam bir bilgi bazen eksik kaldığından, düzenlemeye uğramayan versiyonların tercih edilmesi bazı eserler için tartışma konusu olabilecektir. Ancak bu genel tutum, antolojinin bir kimliği halinde bulunduğundan ve çoğu metnin aslıyla karşılaşmanın şüphe götürmez şekilde deneyimli okura daha doyurucu bir serüven sunacağının bilinciyle, genel anlamda doğru tercih yapılmış gibi duruyor. Örneklemek gerekirse, Dostoyevsky’nin Raskolnikov’undan bu yana edebiyatta vicdanıyla en fazla boğuşan, Mark Twain’in unutulmaz karakteri Huck Finn’i konu alan “Huckleberry Finn’in Maceraları”, ilk kez sansürlen-

meden Twain’in yazdığı haliyle uyarlanıyor. Twain kitabı yazdığında, dönemin dilini kullanıyordu ve dolayısıyla “zenci” kelimesi sıklıkla geçiyordu. Günümüzde ise İngiliz dilinde “zenci” (nigger) hakaret sayılan bir kelime olduğundan uyarlamalarda sansürlenmiştir. 190 eseri, yazarları ve sanatçıları listelememiz yer nedeniyle elbette imkansız. Kısaca değinirsek, Mayaların Popol Vuh’u, Tevrat’tan, Yeni Ahit’ten dine yönelik metinlerden, Konfüçyus’tan, Mevlana’dan, Homeros’dan, 1001 Gece Masallarından, Gılgamış ve Mahabharata gibi destanlardan, oyunlardan, otobiyografik yazılardan, günlüklerden, şiirlerden, öykülerden, roman parçalarından, Shakespeare’den, Voltaire’den, William Blake’den, Marry Shelley’den, Grimm Masallarından, Jane Austen’den, Poe’dan, Lewis Carroll’dan, Charles Dickens’tan, Oscar Wilde’dan, Nietzsche’den Rimbaud’dan, Tolstoy’dan ve daha nicelerinden oluşma bir antoloji bu. Sanatçıları ise Will Eisner’dan Tori McKenna’ya, Elizabeth Watasin’den Andrzej Klimowski’ye geniş ve rengârenk bir yelpazeyi barındırıyor. Giriş yazısında şöyle diyor Russ Kick: “Gayet bariz bir fikir gibi görünüyordu ama daha önce kimse bunu yapmamıştı: Romanlar, kısa öyküler, şiirler, tiyatro oyunları, otobiyografiler, konuşmalar, mektuplar ile bilimsel, felsefi ve dini metinlerin dâhil olduğu, yüzyılları, ülkeleri, dilleri, türleri kapsayan devasa, tuğla gibi bir kitap yaratmaktı amacım.” Kolektif Kitap’ın tercüme için birden fazla (şu ana kadar on) tercümana her bir uyarlamayı bölüştürmesi ise antolojinin ruhuyla kaynaşıyor.

B R DEV N DO U U Antolojinin editörü Russ Kick, bir gün bir kitabevinin çizgi roman reyonunda dolanırken, Franz Kafka’nın “Dava”sının Mairowitz ve Montellier tarafından yapılmış uyarlamasıyla karşılaşır. Elbette Russ Kick, bunu açıkça ifade etmiyor ancak, belirli tarihlere kadar çeşitli edebiyat eserlerinin çizgi roman uyarlamaları

“Moby Dıck” Herman Melville - Resimleyen: Matt Kish

26 N SAN 2013 CUMA

9

“Kuzgun” Edgar Allan Poe Resimleyen/uyarlayan: Yien Yip ne yazık ki tam bir fiyaskodur. Çoğunlukla sadece çocukları edebiyatla tanıştırmak üzere üretilmiş“Kocaboğazdestanı” Lewis Carroll lerdir, edebi metinleri basitleştirResimleyen/uyarlayan: Eran Cantrell mişler, yer yer çocuklar için sansürlemişler, çizgi-roman sanatının estetik ve derinliğinden bihaber şekilde ha- lardan, yapılmamış olanları da sipariş vezırlanmışlardır. Daha da kötüsü yıllar rerek bir antoloji çıkarmadığını fark boyunca bu tip kötü uyarlamalar sebebiyle eder. Olan olmuştur artık, kendisiyle çizgi-roman sadece çocukken ilgilenile- aynı vizyonu paylaşan bir yayıncı bulur ve bilecek, ancak çocukların okuyabileceği Grafik Kanon’un ilk adımı atılmış olur. Üçüncü cildinin de tercüme edilmebir sanat olarak görülmüştür. Özetle çizgi-roman sanatının imajına en az süper siyle tamamlanacak olan serinin, üçünkahramanlar kadar (hepsi değil elbette, cü cildinde bizleri, Umberto Eco’nun derinliksiz ve basit kurgulu olanların- “Foucault Sarkacı”ndan, George Ordan bahsediyorum), hatta daha fazla za- well’in “1984”üne, Sigmund Freud’un rar veren şey kalitesiz uyarlamalardır. “Rüyaların Yorumu”ndan, Aldous HuxRuss Kick, Mairowitz ve Montellier’in ley’in “Cesur Yeni Dünyası”na, Jack uyarlamasından bir hayli etkilenir ve son Kerouac’ın “Yolda”sından Hermann yıllarda oldukça fazla iyi uyarlamanın ya- Hesse’nin “Siddharta”sına daha onlarca pılmış ve yapılmakta olduğunu fark eder. harika uyarlamanın beklediğini hatırlaÇizgi-roman ve uyarlama ilişkisini, çizgi- talım. Yıllar boyunca saklanıp korunacak, romana artan ilgiyi, yıllar içinde başka- tekrar tekrar keşifler için açılacak bu mulaşımların ve ilk-tip örneklerin yarattığı azzam antolojiyi, belki büyük bir risk de soru ve analiz ihtiyaçları için, şiddetle öne- alarak okurlara sunan (baskı kalitesi ve receğim kitap Aaron Meskin’in editör- tercümelerin de oldukça başarılı oldulüğünü yaptığı, pek çok sanatçı ve aka- ğunu ekleyelim), henüz yeni sayılabilecek demisyenin yazılarından oluşan “The bir yayınevi olmasına karşın tam anlaArt of Comics: A Philosophical Appro- mıyla yayıncılık dersi veren Kolektif Kiach”tır (henüz tercümesinin bulunmaması tap’a okurlar olarak ne kadar teşekkür etbüyük bir kayıptır, çizgi roman çevresin- sek az. Umut belki… Ülkemizde de bu de şekillenen felsefi sorunlara eğilen ilk kadar yetişmiş ve yetenekli görsel sanatçı antolojidir ve özellikle kitabın beşinci bö- varken, sadece Türk edebiyatına yönelik lümünde konu edinen, görsel ve metin görsel bir antoloji de bir gün hazırlanır arasındaki ilişkiye yönelik görüşler çar- mı dersiniz? Güzel olmaz mıydı? pıcıdır). Russ Kick bu keşfinin ardından, Haftaya görüşmek dileğiyle… hiç kimsenin şu ana dek bu uyarlama-


10

26 N SAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

İnsan, toplum ve doğa uyumunda sosyalist teori Çin Komünist Partisi’nin en önemli teorisyenlerinden Liu Sihua, Marx’ n ekolojik iktisat ve do a üzerine dü üncelerine dayanarak günümüz gerçekli inde yeni önermeler olu turuyor runların teorik çözümüne ağırlık veren Liu Sihua, “Marx’ın Ekolojik-İktisat ve Doğa Üzerine Düşünceleri” ile “Marxist Ekolojik-İkti19. yüzyıl kapitalizminin sanayileşme ve sat Teorileri” adlı eserleriyle, pozitivizme aşırı vurgusu, Batılı teorisyenlerin ulaşabilimsel sosyalizmin zafer madığı önemli bir teorik mekazandığı ülkelerde de resafe katetmiş. kabetçi iktisat anlayışlarının “Çin dahil olmak üzere değerinden fazla önemdünyadaki Marksist iktisadi senmesine ve karşıt teorik araştırmalar Marx ve Entemellerin “güncel prakgels’in iktisadi teorilerini ekosis” lehine eksik yorumlanlojik perspektiften incelemek masına neden oldu. Bu algı konusunda yeterli çaba gösçerçevesi içerisinde, Marx’ın termemişlerdir” saptamasısosyalist sisteme yüklediği nı yapan Liu Sihua, Marx’ın yabancılaşmanın aşılması “insan, yalnızca doğal bir vaolarak doğa-insan uyumuroluş değildir; fakat kendisinun sağlanması görevi de ne ait doğal bir varoluşa sapek çok sosyalist inşa süre- Marksist Ekolojik-İktisat hiptir; diğer bir deyişle, insan cindeki ülkede “askıya” kendisi için varolan bir varoTeorileri, alındı. luştur.” Saptamasından yöCilt 2, Liu Sihua, Marx’ın sömürücü sisnelerek, toplumsal ilişkilerin Canut Yayınları, temlerin belirli bir aşamasınen belirleyici olanı duruÇev: Deniz Kızılçeç, da doğa ile insan arasında ormundaki iktisadi ilişkilerin 397 s. taya çıkan uyumsuzluk ve yaekolojisini incelemeye alıyor. bancılaşma saptaması sosyalist inşa halindeki Marx’ın “İnsanın özü toplumsal ilişkileriülkelerde zaman zaman teorik olarak dile ge- nin toplamıdır” saptamasından yola çıkan tirilse de, tarihsel materyalizmin en önemli ya- Liu Sihua, “Doğa ile doğal-ekolojik bir ilişki pıtaşı olan “insan ve çevre ilişkisi”nin yeniden kurmak fakat aynı zamanda toplum ile sosyokendi “doğal” yaşantısına nasıl döndürülece- ekonomik bir ilişki kurmak insanın kaderidir. ği programatik olarak ele alınmamıştı. Bu ikisinin birliği, ekolojinin ve iktisadın birÇin Komünist Partisi’nin en önemli teo- liğidir” sonucuna ulaşıyor. risyenlerinden, sürdürülebilir iktisat ve ekoDevamla, Marx’ın “üç başlıca sosyo-ekolojik uygarlık teorisinin kurucusu Liu Sihua, iki nomik yapı” teorisini inceleyen Liu, “kapitacilt olarak hazırladığı Marx’ın ekolojik iktisat lizm öncesinde bireyler doğanın hakimiyetine ve doğa üzerine düşüncelerini sunduğu ese- tabidir … bu yapıda insanlar birbirleri ile (kirinde tam da sözünü ettiğimiz eksikliği gider- şisel) bağımlılık ilişkisi içindedirler. Sonraki bağmeyi hedefliyor. lamda gördüğümüz birikmiş emeğin veya sermayenin hakimiyeti, ikinci büyük toplumBÜYÜK KAZANIMLARIN sa yapıda maddi bir bağımlılık ilişkisi olduğuI I INDA nu ima etmektedir. Üçüncü büyük toplumsal Batıdaki akademisyen ve teorisyenler ço- yapı –Marx’ın açıklamalarına göre- kapitalizğunlukla Marx’ın öncülüğünü yaptığı bilimsel min yerine geçecek olan komünist toplum olasosyalizm ile bir “doğaya dönüş projesi” ola- caktır” saptamasına vurgu yaparak, insan, doğa rak ekoloji kavramının yan yana getirilmesini ve toplum arasındaki birliğin asıl sağlanacağı hedefleyen teorik çalışmalara yoğunlaşırken, aşama, gene Marx’tan alıntı ile, “bireylerin her Liu Sihua Çin’in büyük deneyiminin kaza- yönden (evrensel) çok yönlü bir biçimde genımları ışığında, Marx’ın oluşturduğu insanın lişimi ile aynı zamanda ortak ve toplumsal üretçevresi olarak ekoloji kavramından hareket- kenliklerinin onların toplumsal zenginliğini le, Marxist bir ekolojik iktisat teorisinin ku- oluşturduğu yapının toplumsal kontrolü teramsallaştırılmasına önem vermiş. Pratik so- melindeki özgür bireysellik ise üçüncü büyük ALİ RIZA ÖZKAN alirizaozkan@gmail.com

toplumsal yapı aşaması olacaktır” önermesini savunuyor. Liu Sihua, Marx’ın insan, doğa ve toplum arasında oluşan eşitsizliğin ancak “toplumsal zenginliği oluşturan yapının toplumsal kontrolü temelindeki özgür bireysellik” ile aşılacağı önermesini sahiplenir. Böylece, ekolojik iktisadın temel önermesi de belirlenmiştir.

birlikteliği tarafından belirlenen yapıdır.

‘HOMO ECONOM CUS’UN ÖLÜMCÜL KUSURU

İnsanın ikili karakteri teorisi, bizi zorunlu olarak “homo ecenomicus” kavramından NSANIN K L KARAKTER uzaklaştırır. 21. yüzyılda, yeni bir ekolojik, topLiu Sihua eserinin “Marxist Ekolojik- lumsal ve ekonomik insan kavramı üzerine çaİktisat Teorileri” başlığı altında topladığı lışmak gerekmektedir. Adam Smith tarafınikinci cildinde Marx’ı temel alarak bugüne ka- dan geliştirilen ve burjuva iktisat teorilerinin dar geliştirilen teorik tartışmaları özetliyor. 397 temeli olan “homo economicus” (iktisadi insayfalık kitabın sadece bir özetlemeden iba- san) kavramı, çoğu kez sosyalist iktisat kuret olmadığını, aynı zamanda Marksist teo- ramcıları tarafından da eleştirel bir süzgeçten rinin “insan ve doğa uyumu” yönündeki geçirilmeden benimsenmiş ve sosyalist inşayeni arayışlarını da içerdiğini, bunun da, nın temel teorik sorunları da etkinlik ve kadaha güncel gereksinmelere yanıt oluştur- rın azamileştirilmesi teorilerinde aranmıştır. duğunu belirtelim. Bu nedenle, örneğin sosyalist sitem ile kapiBilimsel sosyalist teorik çalışmalar insan ve talist sistem arasındaki rekabetin ayırt edici doğa uyumunu gündemine aldığı anda, Marx’ın sorunları sosyalist iktisat teorilerinin homo doğayı insandan ve insanlık taeconomicus’a özgü çıkarrihinden özgürleştirilmiş bir alan ların azamileştirilmesi olarak tarif eden idealist ekolodavranışlarının geliştiriji tanımlamalarından uzak, ama lemeyişinde aranmıştır. dinamik ve gelişmeye açık bir Halbuki, “ekonomik ekolojik ortamdan söz ettiğine eylemin ana öznesi, kenişaret ediyor. Bu ekolojik ortamın di ekonomik çıkarını azabaşat belirleyici unsuru olan inmileştirmek için yalnızca san doğal ve toplumsal varoluşu dünyanın kaynaklarını ve kendi varlığında barındıran tek çevreyi kontrolsüz şekilde canlıdır. Marx’a göre “İnsan, tüketmekle kalmamaktaAristo’nun tanımladığı gibi podır, diğer yandan ekolojik litik bir hayvan olarak doğmaz fave çevresel maliyet ve bekat yine de her durumda topdelleri de üstlenmemeyi lumsal bir hayvan olarak doğar.” tercih etmektedir.” ÖyBu tespitle birlikte Marx Marx’ın Ekolojik-İktisat ve leyse, bu nedenle, “homo “insanın ikili karakteri” teorisi- Doğa Üzerine Düşünceleri, economicus kategorisi, Cilt 1, ne ulaşır. İnsan hem doğal ve yalnızca yaşayan kuşaklar Liu Sihua, hem de toplumsal (ekonomik) arasındaki eşitlik arayıCanut Yayınları, varoluşu ile ikili karakteri içerişına ilişkin olarak çöÇev: Deniz Kızılçeç, 364 s. zümsüz olmakla kalmasinde barındıran bir canlıdır. İnsan çevresi tarafından belirlenen, yıp, bugünkü ile gelecek ancak çevresine de belirleyici etki yapabilen bir kuşaklar eşitliğe ilişkin olarak da ölümcül bir varoluşa sahiptir. Böylece, insanın doğal ve top- kusura sahiptir. Bırakınız sürdürülebilir kallumsal varoluşun birlikteliğinin ürünü olduğu, kınma iktisadı için, ekolojik-iktisat veya çevbunlardan birisinin eksik kalmasıyla, kendi va- reci iktisat için onu temel bir kategori olarak roluşunu yitireceği ortaya çıkar. Ekolojik or- görmemiz olanaksızdır” sonucuna varıyor Liu tam insanın doğal ve toplumsal varoluşunun Sihua.


Aydınlık KİTAP

26 N SAN 2013 CUMA

11

Kontrgerilla’nın şifrelerini çözen kitap “Bu s rlar aç klan rsa millet aya a kalkar, dünya aya a kalkar. nsanlar, milletler birbirine dü er. Türkiye çöker, rejim tehdit alt na girer. Herkes alt nda kal r. Halka halka, zincir zincir, o ülkeden buraya, her gün büyüyerek devam eder.” ELİF TEMEL Tansu Çiller, 22 Mayıs 1996 tarihinde, TBMM’de, DYP grup toplantısında, Örtülü Ödenek’ten çektiği 500 milyar lirayı nereye harcandığına ilişkin tam olarak bu sözleri söylüyordu. Çiller’in, MİT’e alternatif bir istihbarat örgütü kurması için görevlendirdiği dönemin DYP’li eski polis şefi Mehmet Ağar’ın: “MİT’ten yararlanamıyoruz. Yeni teşkilat kuralım” önerisi üzerine kurulan, devletin CIA güdümündeki bazı yeraltı örgütlerinin faaliyetiyle, zamanla ve kısmen Çiller ailesinin özel girişimine dönüşen, bu nedenle “Özelleştirilmiş Özel Savaş Örgütü” de denilen Çiller Özel Örgütü’nün, kuruluş aşamasından mali kaynaklarına, süreç boyunca yapılan gizli anlaşmalardan, faili meçhul cinayetlere kadar mafya-gladyotarikat diktatörlüğündeki 90’lar Türkiye’sinin karanlık yönlerinin tüm boyutlarıyla ele alındığı, Doğu Perinçek’in “Çiller Özel Örgütü” kitabı Kaynak Yayınları tarafından genişletilmiş yeni haliyle yayımlandı.

KARANLI IN ÖRGÜTLENMES Perinçek kitapta eski Polis ve asker köAdalet ve İçişleri Bakanı kenlilerden oluşan ÇilMehmet Ağar’ın Çiller ler Özel Örgütü’nün Özel Örgütü ile olan bağuyuşturucu ticaretleri, lantılarından; Tansu Çilnükleer madde ve siler’in eşi Özer Çiller’in lah kaçakçılığı, kara uluslararası nükleer madpara aklama, çek-sede kaçakçılığına; Abdulnet tahsilatı, arazi yağlah Çatlı ve ekibinin işlediği ması ve ihale takipçicinayetlerden, Çiller Özel liği, işadamlarından Örgütü’nün MİT, Emnive karanlık faaliyetyet Teşkilatı ve Türk Silahlı lerden aldığı haraçlar, Kuvvetleri içindeki bağelde ettiği rant gelirleri lantıları ve PKK ile ticaretlerine; Eşref Bitlis sui- MİT'in Çiller Örgütü Raporu, ve Başbakanlık Tanıtma Fonu yağmacılığı kastından, 1996 yılında Nusret Senem, Kaynak vb. yapılan birçok yolmeydana gelen Susurluk Yayınları, 288 s. suzluğa dair ayrıntıkazasına uzanan karanlık sürece dair her şeyi tüm gerçekliğiyle ak- ların yer aldığı kitapta, 90’lar Türkiye’sinin gündemini belirleyen birçok ismin, birbitarıyor. “Çiller Özel Örgütü” kitabı, Türkiye riyle olan bilinmeyen bağlantılarını ve Cumhuriyeti’nin bilinen en karanlık dö- Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde nemlerinden biri olan 90’lar Türkiye’sine Mehmet Ağar’a bağlı tehdit, gasp, haraç, dair hafızalara kazınmış birçok olayı bam- uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet gibi suçlabaşka boyutlarıyla gözler önüne seriyor. rın içinde olan grubun faaliyetleri ayrıntı-

larıyla anlatılıyor. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in, bizzat ABD İltica ve Vatandaşlık Dairesi’ne müracaat edip, dilekçe ve müracaat formu doldurarak başlattığı ABD vatandaşlığı süreci, bunun yanı sıra Yale Üniversitesi’nde doktora yaptığı sırada, hangi ABD devlet görevlisinin, nerede, hangi özel ilişki içinde ve niçin vatandaşlık “teklif”inde bulunduğu, ABD vatandaşlığı karşılığında Çiller’den yapılması istenenlerin tek tek açıklandığı kitapta dönemin başbakanı Tansu Çiller’e dair tüm yasadışı faaliyetler kamuoyunun bilgisine sunuluyor.

BUNLARI B LMEDEN OLMAZ! “Çiller Özel Örgütü” kitabı, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis suikastına dair bilinmeyenleri de aydınlatıyor. Orgeneral Eşref Bitlis’in Jandarma Genel Komutanlığı’ndaki özel harp uzmanı ABD’li subayların yanı sıra Kuzey Irak ve Güneydoğu’da faaliyet yürüten yardım kuruluşlarındaki CIA’cı ve Özel Harpçileri

engellediğini, Çekiç Güç’ün Türkiye aleyhindeki ve yasadışı faaliyetlerini somut olarak saptayıp, bu konuda hazırladığı raporları Genelkurmay’a verdikten sonra defalarca ABD’li subaylarca Genelkurmay’a ve iki kez Washington’a şikâyet edildiğini okuyacak, suikastın hemen ardından dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in yaptığı, “Sabotaj değil kaza” açıklaması ve sonrasında, suikastın devlet kademelerince nasıl örtbas edildiğini en çarpıcı yanlarıyla ele alıyor. 1978 yılında meydana gelen 7 TİP’linin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamı’nın faillerine dair bilinmeyenler, Eşref Bitlis suikastının faili Binbaşı Cem Ersever’in öldürülmesi, Kürt iş adamı Behçet Cantürk cinayeti, Ülkücü Terör Timi’nin faaliyetleri, kısacası Mehmet Eymür-Hiram Abas, Binbaşı Cem Ersever’den; Mehmet AğarAbdullah Çatlı-Sedat Bucak-Hüseyin Kocadağ’a uzanan zincirin analiz edildiği kitap, Türkiye’nin karanlık tarihinin kapısını bir kez daha aralıyor.


12

26 N SAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

‘Mavi Vatan’ın askerleri niçin hedefte

İlk yüksek teknolojili, ‘hayalet’ özelliğine sahip milli savaş gemimiz Heybeliada

Bu davalarla tasfiye edilenlerin yüzde 90’ kurmay subay olarak yurt d görevde bulunmu , yüksek lisans e itimi yapm s n flar n n birincileri ve Deniz Kuvvetlerinin vuru gücünü temsil eden Harp Filosu, Hücumbot Filosu, SAT, Deniz Hava ve Amfibi birliklerde kritik kadrolarda görev yapan, donanman n en güçlü sava gemilerinin komutanlar olarak ço u gelece in amiral ve kuvvet komutan adaylar yd AYDINLIK KİTAP Son dönemde, Ergenekon, Balyoz vb. davalar için tertiplerle tutuklanan askerlerin yazdıkları kitaplar büyük ilgi görüyor. Okur gerçeği onlardan öğrenmek, bilmek istiyor. Balyoz davası ile Deniz Kuvvetleri’nden tasfiye edilen Amiral Cem Gürdeniz tarafından yazılan “Hedefteki Donanma” da bu büyük ilgi gören kitaplardan. Ama Cem Paşa davalardan çok, son beş yılda deniz kuvvetlerine karşı uygulanan linç ve tasfiye kampanyasının stratejik nedenlerini, donanmanın gelişiminin tarihsel analizi içinde, akademik bir yaklaşımla inceliyor. Aydınlık Kitap, Sözde Balyoz davasında 18 yıl hüküm alan ve halen Silivri Cezaevinde tutsak olan Amiral Cem Gürdeniz ile kitabı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi. Arabaşlıklar tarafımızdan konmuştur. “Hedefteki Donanma” kitabını neden yazıldı? Sözde Balyoz davası ile Deniz Kuvvetle-

rinin önceden normal koyılının komuta yapısı tasfiye şullarda emekli olan 11 amiediliyor. İşte, Deniz Kuvvetrali hariç, aktif görevdeki 50 lerine yapılan linç ve yok amiralinin yarısı sahte deliletme kampanyasının nedenlere dayalı bir dava sonunda lerini kamuoyuna aktarılatasfiye edildi. Halen devam bilmek için bu kitabı yazeden Amirallere Suikast, maya 11 Şubat 2011 Balyoz Poyrazköy, Ergenekon, Katutuklamalarının ilk gününfes, Birinci ve İkinci Casusde karar verdim. Hasdal’da luk davalarında sanık-tu2011 Nisan ayında yazmaya tuklu durumda bulunan beş başladım. amiral ve yaklaşık 250 deniz Kitapta kendi başınızsubayı da listeye eklendiğindan geçen olaylara da yer de 40 amiral ve 400 seçkin verdiniz mi? Kitabın yapısıHedefteki Donanma, denizcinin tasfiyesi ile karşını nasıl çattınız? Cem Gürdeniz, laşıyoruz. Bu kitapta Cumhuriyet Sahte delil ve kurguya Kırmızı Kedi Yayınevi, 416 s. Donanmasının yaşam evredayalı sözde 2. Casusluk Dalerini ve bu kapsamda emvasına sanık olarak eklenenler arasında MİL- peryal egemenleri kızdıran ulusal çıkarlar uğGEM (Milli Gemi) başta olmak üzere en runa, yani benim tabirimle “Mavi Diplomaönemli deniz projelerimizin mühendis su- si” amaçlarına yönelik kullanımı beş ayrı krobaylarının da yer aldığını da vurgulamalıyım. nolojik safhada inceledim. Tabii Deniz KuvSonuç ortada. Deniz Kuvvetlerinin gelecek 30 vetleri Komutanlığı’nda en uzun süreli Plan

Prensipler Başkanlığı’nı yürütmüş bir amiral olarak yaşadığım önemli tarihsel olayları da kitaba aktardım.

DONANMA, NEREDEN NEREYE Kitabın çatısını, Donanmanın gelişimin beş ayrı safhayı içeren evreleri üzerine kurdum. Bunlar kısaca şöyledir: 1923-1947 arası dönemde, yokluklar üzerinde Atatürk’ün özel gayretleri ile kurulan Cumhuriyet Donanması tek başınadır. Buna rağmen mavi diplomaside ciddi başarılar sağlanmış, Donanma ganbot diplomasisi ve donanma diplomasisi -yani Mavi Diplomasirollerinde pek çok kez kullanılmış, Montreux Sözleşmesi sonrasında Boğazların egemenliği geri alınmış, İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalınabilmiştir. 1947-1952 arası dönemde donanma, Türkiye’nin Avrupa-Atlantik yönelişine ve hibe politikalarına paralel olarak yeni kuvvet yapısı ile tanışmış, yoğun ABD ve Avrupa destekli gemi transferleri ile kan değiştirmiş, or-


Aydınlık KİTAP ganizasyon deneyimleri kazanmıştır. Diğer taraftan tamamen ABD kontrolüne girilmiş, Ege ile Akdeniz’den uzaklaşılmıştır. 1952-1990 Soğuk Savaş dönemi, NATO üyeliği, Kıbrıs ve Ege krizleri ile dikkat çekmektedir. Bu dönemin en önemli vakası, şüphesiz Kıbrıs Barış Harekâtı ve Ege/Kıbrıs merkezli güneye yöneliştir. 1990-2001 arasındaki dönem Soğuk Savaş sonrası, Donanmanın değişen ve gelişen görevleri kapsamında, modern donanmadan, post modern donanmaya geçiş süreci olarak karşımıza çıkarken, Cumhuriyet Donanmasının aynı zamanda ulusal çıkarlar uğruna açık denizlere çıkış sürecinin geri dönülmez bir şekilde başlatıldığı ve Kardak krizinin yaşandığı dönem olarak dikkat çekABD taraf ile mektedir. 1 Mart tezkeresi ve 11 Eylül 2001 sonrası ise, açık öncesi skenderun denizlere yönelişin büyük ivme ka n r n la Mersin liman zandığı, ulusal deniz strateji ve erine kullan m görü mel doktrinlerinin en yoğun üretildiilerin ği ve uygulandığı, ulusal savunma ki artacak kat lan tüm denizc sü lü m kü hü sanayisine en büyük katma değerz tanker trafiBalyo f dü lerin üretildiği, Karadeniz ve Doğu sa ği paralelinde te olmas Akdeniz politikalarının öne çıktığı, ilk enerji güvenolabilir mi? enerji güvenliği ve deniz güvenliğinin liği deniz harekâtı gündeme oturduğu ve hepsinden önemlisi 400 olan Akdeniz Kalkanı yıl aradan sonra Hint Okyanusu’na sürekli harekatının başlatılmasında etkin görev aldım. varlık göstermek üzere inildiği bir dönemi Aynı harekatın Doğu Akdeniz’de Kıbrıslı içermektedir. Rumların bizim hakkımız olan deniz yetki Bu en parlak dönem, iç ve dış çevreler- alanlarına tecavüzlerini caydırdığını ve bu nede büyük rahatsızlık yaratmış ve 2008 yılın- denle 2009 yılında AB tarafından şikayet edildan sonra Deniz Kuvvetleri önce dinci ve neo- diğimizi de eklemeliyim. Bu tecrübelerimi ve liberal medyada daha sonra mahkeme sa- yaşadıklarımı kitaba yansıttım. lonlarında vicdan ve insaf dışı yoğun asimetrik ABD ve AB Türk Donanmasından neden psikolojik ve asimetrik hukuk saldırılarına uğ- rahatsız oldu? ramıştır. Türkiye yarımada coğrafyası ile bir deniz Bu arada Deniz Kuvvetleri’nde benim de devletidir. Bu devlet kara ülkesinin yarısı kaüç kez yürüttüğüm Plan Prensipler Başkan- dar deniz ülkesine yani kıta sahanlığı ve lığı görevini 1992-2011 yılları arasında yürü- münhasır ekonomik bölgeye sahiptir. Bu ten on amiralden sekizinin sözde Balyoz da- deniz ülkesine biz “Mavi Vatan” diyoruz. Mavi vasında tutuklu olması aslında sözde bir Vatanın sadece deniz içindeki canlı kaynakdarbe davası üzerinden Deniz Kuvvetlerinin larına değil, deniz diplerindeki başta doğal gaz yakın, orta ve uzun vadedeki denizcilik ve de- ve petrol olmak üzere diğer maden kaynakniz politikaları için konsept, strateji ve dokt- larına da sahibiz. Ege ve Doğu Akdeniz’de herin üreten amirallerinin topyekun cezalan- nüz mavi vatanın sınırlarını tespit etmedik. dırıldığını ispat etmektedir. Bu amirallerin her Zira bu sınırlamalar Yunanistan ve GKRY biri kendi görev dönemlerinde Karadeniz, ile büyük ihtilaflara neden olacak potansiyele Ege ve Doğu Akdeniz’de Donanmanın kul- sahip. Sorun da burada başlıyor. Çevrelenlanılmasına yönelik stratejik alt yapının olu- diğimiz denizler gelecek nesillerin ekonomik şumu ile Yunanistan dahil yabancı deniz kuv- gücüne tahminlerin ötesinde katkı sağlayavetleri ile çok kapsamlı işbirliğinin geliştiril- caktır. mesine büyük katkı sağlamışlardır. ÖzellikDoğu Akdeniz’de zengin petrol ve doğal le Karadeniz’de altı sahildar ülke arasında dö- gaz kaynaklarının varlığının ortaya çıkmasıyla nemin Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı ta- 2003’ten sonra GKRY tarafından Türkiye ve rafından geliştirilen BLACKSEAFOR (Ka- KKTC’nin çıkarları olan deniz sahalarında tek radeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu) girişi- taraflı ve hukuksuzca ilan edilen Münhasır minin somut projeye dönüşmesi ve gerçek- Ekonomik Bölge içindeki fiili petrol/doğal gaz leşmesinde 1999 yılı ve sonrasında görev alan aramalarını Donanma unsurları engellemiş amiraller büyük başarılara imza atmıştır. ve bu faaliyetler 2009 Türkiye AB ilerleme Raporunda şikâyet konusu olmuştur. AB, B Z M MAV VATANIMIZ Türk Deniz Kuvvetlerinin GKRY’nin AkBen de özellikle 2004 sonrası oluşan deniz’de petrol aramaya yönelik deniz araşyeni deniz güvenlik ortamı içinde Karade- tırmalarına mani olduğu eleştirisini getirmişti. niz’de Türkiye’nin önderliğinde başlatılan Ka- Türk halkının ve Anadolu’nun çıkarlarını koradeniz Uyumu Harekatının hayata geçiril- ruyan Donanmaya yapılan bu şikayete hümesi ve çok taraflı bir hale getirilmesi ile kümetin hiçbir tepkisi olmadı. BLACKSEAFOR’un daimi deniz görev grubuna dönüştürülmesi sürecinde ve benzer şe- ABD’N N TAHAMMÜL EDEMED kilde 2006 yazında BTC petrol boru hattı proDiğer taraftan, ABD’nin, Türk Boğazlajesinin tamamlanmasıyla Doğu Akdeniz’de- rından Karadeniz’e geçişi düzenleyen 1936 ta-

rihli Montreux Sözleşmesinin kısıtlamalarına dünyanın en büyük deniz gücü ve okyanusların jandarması olarak sıcak bakmadığı çok iyi bilinmektedir. 2 Eylül 1941 tarihinde ABD’nin, henüz II. Dünya Savaşı’na katılmadığı bir dönemde Türkiye’nin tarafsızlık nedeniyle Karadeniz’e çıkmak isteyen İngiliz savaş gemilerine izin vermemesi üzerine Amerikalı Amiral Sterling’in “Türkiye Boğazları ya kendi iradesi ile açar, yoksa zorla açılır” sözleri belleklerdedir. ABD o günlerde olduğu gibi bugün de uçak gemisi muharebe gruplarının dünyanın herhangi bir yerindeki deniz veya okyanus alanlarına girişinin kısıtlanmasına ve bu deniz alanlarında deniz silahlarının kontrolü benzeri sınırlamaların varlığına tahammül edemez. Karadeniz her iki kısıtlamanın yaşandığı bir deniz alanıdır. Türkiye, gerek BLACKSEAFOR gerekse Karadeniz Uyumu Harekatı (Blacksea Harmony) girişimleri ile NATO ve ABD’nin Karadeniz’deki deniz güvenlik endişelerini en uygun “modus vivendi” ile gidermeye çalışmıştır. Ancak, Karadeniz’de 8 Ağustos 2008 tarihinde başlayan Rus-Gürcü savaşında ABD Deniz Gücünün bu denizde Montreux kısıtlamalarına tabi olması ve Türk Dışişleri tarafından pek çok taleplerinin haklı olarak reddedilmesinin günah keçisinin Türk Deniz Kuvvetleri olduğunu söylemek hatalı olmaz. Benzer şekilde 1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilmesinde ABD tarafından askerlerin suçlanması da listeye eklenebilir. ABD tarafı ile tezkere öncesi İskenderun ve Mersin limanlarının kullanım görüşmelerine katılan tüm denizcilerin Balyoz hükümlüsü olması tesadüf olabilir mi? Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin müstakbel münhasır ekonomik bölgesindeki çıkarlarını -özellikle 2006 sonrasında- koruma maksadıyla icra ettiği deniz faaliyetlerinden ABD’ye ait Noble Energy firmasının da etkilenmiş olması ve ABD’de etkili Rum lobisi sayesinde Türk Donanmasının şikayet edilmiş olabileceği gerçeği de göz ardı edilemez. ABD’de bazı güç odaklarının Türkiye’de başta denizcilere karşı olmak üzere duyduğu intikam hisleri kendini belli etmektedir. Bu

26 N SAN 2013 CUMA

13

durum, Türk Deniz Kuvvetlerine ABD’de yerleşik bir dini cemaatin (örgütün) Türkiye’de emniyet ve yargıdaki uzantıları ve devlet olanakları ile yürüttüğü asimetrik psikolojik ve hukuk saldırılarından anlaşılmaktadır. Devlet sahte para basmayacağı gibi sahte delil ve sahte dava da üretmez. Ancak son üç yılda bu güzel ülkede sahte delillere dayalı davalar ile Deniz Kuvvetlerinin komuta yapısı yerle bir edilmiştir. Türk Donanmasının modernizasyon projeleri kapsamında gelecekte büyümeye devam edecek olması; 2008 yılından itibaren artık sürekli olarak Hint Okyanusu’nda varlık göstermeye başlaması; 2010 ve 2011 yıllarında dünyada sadece büyük devlet donanmalarının yapabildiği deniz görev grupları ile Akdeniz ve Hint Okyanusu’nda uzun süreli harekat icra edebilmesi; tüm filolarını ABD’ye asgari bağımlılıkla modernize etmiş, üstüne üstlük ilk milli savaş gemisi olan Türk korveti (MİLGEM), TCG Heybeliada’yı yüzde 70 ulusal katkı ile tamamlamış olması; MİLGEM dışında ulusal olanaklarla torpido, güdümlü mermi, savaş yönetim sistemi, her tip simülatör ve fırkateyn dahil her tip gemi dizaynı faaliyetlerinin hız kazanması soğuk savaş sonrası küçülen ve harekat çapı ile temposu düşen Avrupa Donanmalarını şüphesiz tedirgin ve rahatsız etmiştir. Amerikalı stratejist George Friedman şöyle söylüyor: “Amerikan gücünün temeli okyanuslar. Okyanuslara egemen olması diğer devletlerin ABD’ye saldırmasını önlüyor, gerektiğinde ABD’nin müdahale etmesine imkân tanıyor ve ABD’ye uluslararası ticaretin kontrolünü veriyor. ABD’nin bu gücü kullanmasına gerek yok. Ama başka herhangi birinin kullanmasına da izin vermemeli.” İşin özü burada yatıyor. ABD, yeni savunma stratejisi paralelinde Asya Pasifik bölgesine çekilirken Akdeniz’de Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail’e baş ağrısı yaratacak bir Türk Donanması istemiyor. Donanmayı daha da güçsüzleştirerek kendine ve NATO’ya tam bağlı olmasını hedefliyor.

HANET N BÖYLES GÖRÜLMED Türk deniz gücünün bugünkü rakiplerinin ataları, geçmişte güçlenme eğilimini gördükleri her durumda Türk donanmasını baskınlarla fiziken imha etmişti. Bugün aynı etkiyi yaratan bir baskında ellerini kana bulamıyorlar. Türkleri ve Türk Donanmasını Türklere kırdırıyorlar. İhanetin böylesini dünya tarihi henüz görmedi. Başka kitap projeleriniz var mı? Evet. Halen üzerinde çalıştığım iki kitap daha var. Birincisi deniz tarihi ağırlıklı. Diğeri de olağanüstü şartlar altında göksel seyir (astronomik navigasyon) üzerine, tamamlamak üzere olduğum bir kitap. Bu kitap, açık denizde radar, GPS, pusula ve akla gelen her türlü teknolojik olanağı kaybeden bir denizciye güneş, ay ve yıldızları kullanarak mevki koymasını ve rota belirlemesini anlatıyor. Bu tip kitaplar yazarak tutsak günlerimde denize ve gemilere olan büyük özlemimi gidermeye çalışıyorum.


14

26 N SAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

GÜLDEN TERAZİ

Hatırâtını kendi aleyhinde yazan düşünür Memet Fuat, “Gölgede Kalan Y llar” anlatmaya, Piraye’nin öldü ü günün ertesinde ba l yor. Annesinin hayat gibi kendi hayat n n da -en az ndan bir bölümünün- Nâz m Hikmet’in hayat yla iç içe geçmi bir hayat oldu unu, kurdu u ilk cümleden anl yoruz MECİT ÜNAL mecitunal@aydinlik.com.tr Konusunu geçmişte yaşanan olayların oluşturması, hatırât’ı tarih’e yaklaştırsa da, hatırât/anı, tarih değildir; ancak, her anı tarihin bir parçasıdır. Tarih ne denli toplumsal ise, anı o denli bireyseldir. Anıyla tarih yazılmaz ama, anlattığı dönem, kişi ve olaylar ölçüsünde her anı, tarihin en önemli dayanak ve kaynaklarından birisidir. Öte yandan, her anı aynı zamanda, kurgusu, dili ve üslûbu ölçüsünde edebi bir metin niteliği kazandığı oranda edebiyatın bir parçasıdır. Anıyı edebileştiren salt kurgusu, dili ve üslûbu değil, bunların yanında ve en başta bireysel/öznel oluşudur.

HATIRÂTIN TADI TUZU… ÇTENL K! Bir anıda bulunması gereken, onu tarih ve edebiyat dışında asıl olarak insana, okuyucuya yaklaştıran, bir öykü ya da romanda olduğu gibi kahramanıyla özdeşleştirmese de anı yazarının yanında, tarafında tutan, hatırâtın tadı tuzu olan şeyi unuttuk! İçtenlik! Okurunu içtenliğine inandırmayan hiçbir anı gerçek değildir. Başka bir yazarın başka sözcüklerle başka türlü anlattığı aynı olayın iki anlatımına da, örneğin Jean-Jacques Rousseau gibi hatırâtını - “İtiraflarım”,-kendi aleyhinde yazan bir yazara da, bilinen gerçeği saklayıp tam tersini inançla, içtenlikle anlatan bir başkasına da -Necip Fazıl, “Babıâli”, vb. -inanmamızı sağlayan asıl özellik, budur. Tanıklara ve belgelere dayalı anlatıma gerek duymayan anıda, yanlış ya da eksik hatırlamak, tarihleri, kişileri, olayları, yerleri karıştırmak, sık rastlanan, türün götürdüğü bir durum olsa da, yalanı gerçekmiş gibi inançla ve görülmemiş bir içtenlikle yazmak ve buna okuyucuyu inandırmak da edebi ustalığın değil, yalancılıktaki maharetin sonucudur elbette. İçtenlik ise her zaman, her alanda olduğu gibi hatırâtta da en az bulunan özelliklerden biridir.

“GÖLGEDE KALAN YILLAR”IN B R C K ÖZELL Muallim Naci’nin “Ömer’in Çocukluğu”, Yakup Kadri’nin “Anamın kitabı”, Ahmet Rasim’in “Gülüp Ağladıklarım”, Sevgi Soysal’ın “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu”, Halit Ziya Uşaklıgil’in “Kırk Yıl” adlı kitapları, kurgu, dil ve üslûpları kadar içtenlikleriyle öne çıkan anılardan sadece bazıları.

İçtenlik, Memet Fuat’ın “Gölgede Kalan Yıllar” kitabının da en önemli, hatta biricik özelliği. Usul, sessiz, yumuşak, nasıl olduğunu, nelerden, ne tür bir kimyadan yapıldığını belli etmeyen bir içtenlik bu, Memet Fuat’ın kaleminden akıp gelen. Memet Fuat, büyük boy basılmış kitabının 459 sayfası boyunca, Nâzım ile Piraye’den kalan eşyalarla döşenmiş odada, oturduğu eski bir maroken koltukta yazmıyor da, yaşlı ve yorgun, ama duru, berrak bir sesle anlatıyor. Anlattıkları hatırladıklarıdır, daha azı ya da fazlası değil. Bir günün tarihinde,

Memet Fuat, Nazım ve Piraye ile birlikte

Memet Fuat bir olayın geçtiği, bir sözün söylendiği yerde tereddüt ettiğinde veya Nâzım ve Piraye ile ilgili bir söylentiyi düzeltmek gerektiğinde, işte ancak o zaman, konuşmayı, Piraye’nin sakladığı belgelere baktıktan sonra sürdürdüğünü çıkarıyoruz.

HAYRANLIK VER C YANSIZLIK Memet Fuat, “Gölgede Kalan Yıllar”ı anlatmaya, Piraye’nin öldüğü günün ertesinde (22 Mart 1995) başlıyor; 69 yaşında. Annesinin hayatı gibi kendi hayatının da -en azından bir bölümünün- Nâzım Hikmet’in hayatıyla iç içe geçmiş bir hayat olduğunu, kurduğu ilk cümleden anlıyoruz. İçinde Memet Fuat’ın kendi ailesinin, anne ve baba tarafının, onların uzak ve yakın çevrelerinin, Erenköy’ün, Çamlıca’nın, Cihangir’in ve Nâzım’ın iş ve arkadaş çevresi ile yattığı hapishanelerin bulunduğu oldukça geniş bir çerçeve. Çerçevenin ortasında, bir köşesinde Memet Fuat’ın kendisinin diğer iki köşesinde Nâzım ile Piraye’nin bulunduğu bir hayat üçgeni var. Bir anlatıcı olarak Memet Fuat, üçgenin tepe noktasında ve daha çok bir tanık durumunda. Nâ-

zım’a, Nâzım’ın hayatına, Nâzım ile Piraye’nin yaşadıklarına… Anı gibi son derece öznel/bireysel bir türde olabildiğince yansız kalabilmesini bilmiş Memet Fuat. Annesi Piraye ile Nâzım arasındaki sorunlarda, Nâzım’ın dışarda ve içerdeki gönül maceraları karşısındaki –Piraye’nin çektiği tüm acılara karşın- yansız kalabilmiş olması hayranlık verici. Bütün böyle durumlar karşısında Memet Fuat’ın sesinde en ufak bir kırıklık, kırgınlık hissedilmemesi, salt, Nâzım’a duyduğu sevgi ve saygıyla açıklanamaz. Memet Fuat anılarını yazmanın ne demek olduğunu, yazara sadece yaşarken değil ölümünden sonra da nasıl bir sorumluluk yüklediğini biliyordu. Aşağıya aldığım cümleler bunu gösteriyor:

“B R EYLER GÖRDÜM, B R EYLER D NLED M” “İnsanın doğru yanlış anımsadığı, bir kendi başından geçenler, içinde yaşadığı olaylar var, bir de başkalarından dinledikleri… O başkaları da yalnızca kendi yaşadık-

larını anlatmıyorlar… Benim gibi anılara pek güvenmeyen, yaşadıklarını anlatırken bile tedirgin olan bir kimsenin başkalarından dinlediklerini aktarırken ne kadar zorlanacağını düşünün… Kim söyledi, ne zaman söyledi? Bu kitapta anılarımın yanı sıra size aktaracağım bilgilerin birçoğunu nereden edindiğimi bilmiyorum. İyisi mi şöyle diyelim: Anlattıklarım dış dünyanın gerçeklerine uymayabilir. Altmış dokuz yıl yaşadım, bir şeyler gördüm, bir şeyler dinledim, bunların bende kalan tortularını size aktarıyorum. Hepsi benim kafamın içindeki gerçekler. Bilerek hiçbir şeyi değiştirmeyeceğim, ama yaşamın karmaşası içinde gerçekleri en doğru görünümüyle saptayıp yorumladığımı söyleyemem. Kısacası, ben bunca yıl bu anlattıklarımın doğru olduğuna inanarak yaşadım.” (s.13) (Gölgede Kalan Yıllar, Memet Fuat Yapı Kredi Yayınları, 496 s.)


Aydınlık KİTAP

26 N SAN 2013 CUMA

15

Ya ben Türkçeyi onlar gibi kullanıyorsam! yi bir ö retmen, ö rencilerinden de ö renebilendir, ilkesine tümüyle sar ld m; ö rencilerimden ö rendiklerim de oldu gerçekten. Hangi ö retmenin olmam t r? Ö renme olay ömür boyu sürmüyor mu? BEYAZIT KAHRAMAN Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Görevlisi

İlköğretimde ve ortaöğretimde çoktan seçmeli test sınavlarına fena halde alıştırılan öğrencilerimiz, onlardan bir makale, deneme ya da köşe yazısı yazmalarını istediğimde epey zorlanıyorlar; kendilerinden hiç ummadığım dil yanlışları yapıyorlar. Çünkü üniversiteye gelinceye değin geçen on iki yıl süresince sürekli olarak karşılaştıkları test sınavları, onların yazılı tümce üretmelerini engelliyor. Türkçeyi genellikle sözlü olarak kullandıkları için, konuşma dilinden kaynaklanan “dil yanlışları” yapıyorlar. Kimi dilbilimcilerimizin “anlatım bozukluğu” kimilerininse “kullanım hatası” dedikleri bu yanlışlar arasında en çok gördüğüm, “çifte edilgen” ya da “katmerli edilgen” olarak adlandırılan anlatım bozukluğu oluyor. Bu yanlış (ya da hatalı) kullanımları kimlerden, hangi ortamlarda, nasıl edindikleri beni epey düşündürdü. “Anadili” denen kavram, “İlkin anneden, aile bireylerinden, yakın çevreden, sonraları ise ilişki kurulan çevrelerden edinilen, insanın bilinçaltına inen ve toplumla en güçlü bağlarını oluşturan dildir. (İlk dil) Anadilinin ediniminde en güçlü, en etkin kişi, çocuğun en yakınında ve sıklıkla bulunan annedir. Anne, çocuğun anadilini edindiği yakın çevrenin odak noktasıdır”* diye açıklandığına göre, ana babalarından mı edindiler gençler bu tür hatalı kullanımları? Arkadaşlarından mı? İlköğretimde ve ortaöğretimde kendilerine Türkçe/dilbilgisi derslerini verirken Türkçenin kurallarını anlatan öğretmenlerinden mi? Yoksa dilbilgisi kitaplarından mı?

SORUNUN KAYNA I Dilbilgisi kitaplarında böylesine korkunç hataların olacağını hiç sanmazdım fakat inceleyince, az da olsa, birkaç kitapta bu tür hatalarla karşılaştım. Bunun en önemli etken olduğunu yine de sanmıyorum ama ders kitaplarında ya da dilbilgisi kitaplarında dil yanlışlarının olması çok vahim bir durumdur. Örneklerini daha sonra vereceğim. Türkçe derslerini yürüten meslektaşlarımız arasında çifte edilgen hatasını yapanlar az da olsa var. Bu hataların, hız-

lı konuşma anında yapılan dil sürçmelerinden (siz isterseniz buna “ağız alışkanlığı” da diyebilirsiniz) kaynaklandığını sanıyorum. O y s a , gençlerimizin yaklaşık olarak yüzde doksanı çifte edilgen yanlışını yapıyor. Demek, bu yanlışın asıl kaynağı, öğrencilerinin karşısında konu anlatırken dili sürçen meslektaşlarımız da değildir. Hatalı kullanımın asıl kaynağını doğru saptayabilmek için ilkin konuyu anlattım öğrencilerime. Size de anlatayım kısaca; sorunu kavrayalım ilkin, sonra birlikte tartışırız bunu. Sorularınıza, eleştirilerinize, katkılarınıza tümüyle açığım. Açığım çünkü ben öğretmenim, eğitimciyim. “İyi bir öğretmen, öğrencilerinden de öğrenebilendir” ilkesine tümüyle sarıldım; öğrencilerimden öğrendiklerim de oldu gerçekten. Hangi öğretmenin olmamıştır? Öğrenme olayı ömür boyu sürmüyor mu? “Akıl yaşta değil, baştadır” denmemiş midir? Bu düşüncelerden hareketle, hoşgörünüze sığınarak, biraz malumatfuruşluk edeceğim. Eleştirilerinizden, sorularınızdan, katkılarınızdan onur duyacağım.

‘Ç FTE ED LGEN’ DED KLER “Okunulan kitapların azlığı…” diye yazmış bir öğrencim. “Yaşanılan bunca olaydan sonra…” diye yazmış bir başkası. “Beklenilen kişi gelmeyince…” diye yazan öğrencim de var, “Yarın hava soğuk olacak deniliyor” diye yazan da. Bu tür kullanım hatalarının önüne geçebilmek için, ilköğretimin 4. ve 5. sınıflarında anlatıldığını sandığım “edilgen çatı”yı açıklamalıyım ilkin. Eylemlerim “etken” (aktif) ve “edil-

gen” (pasif) çekimleri var: Okumak (etken), oku-n-mak (edilgen) Yazmak (etken), yazıl-mak (edilgen) Bu iki örnekten anlaşılacağı gibi, kökü ünsüzle biten eylemlerin edilgen çekimi -N ile, kökü ünlüyle biten eylemlerin edilgen çekimi -L ile yapılıyor. Çeşitli zamanlara göre; okunur, okunuyor, okundu, okunmuş, okunacak. Yazılır, yazılıyor, yazıldı, yazılmış, yazılacak diye çekersek doğrusunu uygulamış oluruz. Bunun yanlış uygulanışı en çok aramak, başla-mak, bekle-mek, de-mek, doğra-mak, iste-mek, ko-mak, koru-mak, kötüle-mek, nitele-mek, oku-mak, söylemek, yaşa-mak, ye-mek vb. kökü ünlüyle biten eylemlerde görülüyor. “Aranan kan bulundu” demek gerekirken “Aranılan kan bulundu”, “Saat 9.00’da işe başlandı” demek gerekirken “Saat 9.00’da işe başlanıldı”, “Kitaplar raflara kondu” demek gerekirken “Kitaplar raflara konuldu”, “Akşam yemeği saat kaçta yenir?” demek gerekirken “Akşam yemeği saat kaçta yenilir?” “Söylenenleri anladın mı?” demek gerekirken “Söylenilenleri anladın mı?” “Senden istenenleri unutma” demek gerekirken “Senden istenilenleri unutma” şeklindeki çekimler, çifte edilgen yanlışının en çok karşılaşılan örneklerini oluşturuyor.

HATALI KULLANIMIN NEDEN Konuyu kısaca böyle anlattıktan sonra öğrencilerimin tepkilerini bekledim. Hemen tümünün bakışlarından belli oluyordu, sınav kâğıtlarındaki yazılarında ya da günlük konuşmalarında bu tür hatalar yapıp yapmadıklarını düşündükleri.

Bu konunun ilköğretim ya da ortaöğretim yıllarındaki Türkçe derslerinde işlenip işlenmediğini sordum. Yaklaşık olarak on yedi bin öğrencim arasından bu konunun işlendiğini anımsayanların oranı yüzde bir. Yaklaşık olarak yüzde biri de üniversiteye hazırlık kurslarında buna benzer bir konuya değinildiğini anımsadılar ama çifte edilgen hatası onların yazılarında da sıkça görülüyordu. Öğrencilerimin yaklaşık olarak yüzde 97-98’i, bu konunun üniversiteden önceki on iki yıl içinde kendilerine anlatılmadığını açıkça belirttiler. Hemen tamamı, bu dilbilgisi kuralını ilk kez benden dinlediklerini açıkça ve hayretler içinde dile getirdiler. Dahası; benim anlattıklarımın doğruluğuna inanmakta zorluk çekenler çoğunluktaydı; böyle bir eylem çekim kuralı olsaydı, önceki yıllarda Türkçe derslerinde kesinlikle anlatılırdı, değil mi?

AYAKKABI KÖSELES DE L, KULLANIM MESELES Anlatılmıştır da, uygulanmış mıdır? Dilde asıl iş, kullanımdır. Kullanılırsa olur. Kullanılırsa yaygınlaşır. Kullanılırsa benimsenir. Kullanılırsa gerçekleşir. Kullanılırsa öğrenilir. Bu kural bir sınav sorusu olarak düzenlenip çoktan seçmeli test sorusu olarak düzenlenip öğrencilere yöneltilerek ve öğrencilerin bu kuralı bilip bilmediği araştırılarak beceri haline getirilemez. Bu kuralın beceri haline getirilmesi, yaparak hatta yazarak olur. Türkçemizin yazılı kullanımındaki yanlışlarını öğrencilerime gösterdiğimde, “Fakat efendim, falanca yazarın öyküsünü, romanını, köşeyazısını okuduğumda sizin yanlış saydıklarınızın aynısını onlarda da gördüm. Onlar benim gibi yazıyorlarsa… Ya da ben Türkçeyi onlar gibi kullanıyorsam… Onlar yanlış mı yazıyorlar yani? Siz Türkçeyi Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış yazarımızdan ve kitapları ilk baskıda elli bin, yüz bin basılan yazarlarımızdan daha mı iyi biliyorsunuz yani?” diye gözbebekleri büyüyerek sorduklarında afalladım. Bunun önemini ve vahametini sonraki yazımda örnekleriyle anlatayım mı? *(Sorularla Türk Dili 1-2, Kahraman Beyazıt, Som Kitap, İstanbul 2010, s. 36)


16

26 N SAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

KÂTİBE BARTLEBY’İN YAZIHÂNESİ

Döşeme aşağıda tavan yukarıdadır Art k konu am yorlar, çünkü art k dü ünemiyorlar, art k dü ünemiyorlar çünkü art k heyecanlanam yorlar, tutkular yok, var olmay bilemiyorlar, herhangi birine, herhangi bir eye ‘dönü ebilirler’ katibebartleby@outlook.com Oysa tek istediği İngilizce öğrenmektir. İngilizce kitabında haftanın yedi gün oluşu, Salı’nın Pazartesi’den sonra geldiği, gökyüzünün yukarıda oluşu, sütün beyaz oluşu, kentin köyden daha kalabalık oluşu, iki kulağa bir buruna sahip oluşumuz gibi bilimsel ve sosyolojik olguları defterine alt alta yazınca bir dille değil de müthiş gerçeklerle ve derin saptamalarla oluşturulmuş bir felsefeyle karşı karşıya olduğunu anlar Ionescu. Öğrenme hevesi inatçıdır; devam eder. Kitap kendisine iki tuhaf İngiliz’i tanıştırır; Bay ve Bayan Smith. Bayan Smith kocasıyla evlerinde karşılıklı oturmuş, ona İngiliz olduklarını, çocukları olduğunu, Londra’da yaşadıklarını, soy isimlerinin Smith olduğunu, adamın bir resmi kurumda çalıştığını, çay sevdiklerini, sütü yağlı sevmedikleri gibi şeyleri anlatmaktadır. Ionescu sakince karısını dinleyip arada sırada onu “ooo evet, aaaa öyle” ifadeleriyle onaylayan bu tuhaf adama çok içerler ama hafızası ile ilgili bir sorunu olabileceği seçeneğini de göz ardı etmez. Ders kitabının ilerleyen bölümlerinde Smith’lerden aşağı kalmayan tuhaflıkta “Martin” çifti de eve konuk olup en az Smith çifti kadar yaşadıkları yerden, kim olduklarından, neler sevip neler sevmediklerinden bihaber görününce Ionescu İngilizce öğrenmekten vazgeçip ilk oyununu yazar ve oyun şu cümleyle başlar: Bayan Smith: Oh, saat dokuz olmuş. Çorba içtik, balık yedik, domuz yağlı patates, İngiliz salatası yedik. Çocuklar İngiliz suyu içtiler. İyi yedik bu akşam. Çünkü biz Londra civarında oturuyoruz, adımız da Smith. (Gazete okuyan Bay Smith dilini şaklatır) Oyun, Martin çiftinin ev sahiplerinin giyinmesini beklerken birbirlerini nereden tanıyor olabilecekleri ile ilgili diyaloglarla tırmanmaya başlar; bir ara hizmetçi durup dururken işverenlerine “Ben evin hizmetçisiyim, çok güzel bir öğleden sonra geçirdim. Bir erkekle sinemaya gidip kadınlı bir film izledim. Çıkınca da içki ve süt içtik, sonra da gazete okuduk’ der. Bayan Martin’in ise nasıl olup da Bay Martin’le aynı yerde büyüdüğüne, aynı yerde yaşadığına, aynı trenin aynı kompartımanında aynı yere seyahat ettiğine, bir gözü kırmızı diğeri beyaz olan Alice isimli aynı küçük bir kıza sahip

olduğuna ve hatta aynı yatak odasında aynı yatakta yattığına hayretler içinde kaldığına tanıklık ederiz. Kısa bir süreliğine Smith’lerin evine bir itfaiye şefi de konuk olur, anlattığı hikâyeler ve diğer çiftlerin yorumlarıyla “saçmalık” kreşendo bir atmosferde ivme kazandıkça kazanır ve itfaiye şefi not defterine 3 gün önceden not aldığı bir yangını söndürmek üzere çıkar gider. Bu arada sahnede hiç görünmeyen ve sadece bir kez cümle içinde geçen Kel Kantocu’nun, saçını hep aynı şekilde taradığını da öğrenmiş oluruz. Oyunda saçma tümceler yerini giderek sözcüklere bırakır. Nihayetinde sözcüklerin yerini de heceler, harfler, ses parçacıkları almaya başlar. Eleştirmenler, Eugene Ionescu’nun Kel Kantocu isimli oyununda İngiliz bur-

juvazisiyle dalga geçtiğini söylerler. Ionescu ise şöyle açıklar; “ Benim düşüncemde şu ya da bu topluma ilişkin küçük burjuva kafa yapısının gülünç eleştirisi yoktu. Benim ele aldığım özellikle, bir tür evrensel küçük burjuvazidir. Küçük burjuva, kafasında edinilmiş değişmez düşünceler, sloganlar olan, dünyanın her yerinde görülen tutucu adamdır. İngilizce ders kitabının hazır deyimlerden, en bilinen kalıplardan oluşan metni bu niteliğiyle bana dilin, insan davranışlarının otomatizmini, “hiçbir şey söylemeden konuşmayı”, söyleyecek kişisel hiçbir şeyi olmayanların konuşmasını, iç yaşam yokluğunu, günlük yaşamın makineleşmişliğini keşfettirdi. Smith’ler, Martin’ler artık konuşamıyorlar, çünkü artık düşünemiyorlar, artık düşünemiyorlar çünkü artık heyecanlanamıyorlar, tutkuları yok, var olmayı bilemiyorlar, herhangi birine, herhangi bir şeye ‘dönüşebilirler”. Ionescu, oyun oynandığında bunu bir komedi, bir gır gır olarak algılayıp gülen seyircilere epeyce şaşırmış, ne de olsa o “dilin tragedyasını” yazdığını düşünüyormuş. Not: Birkaç yıl önce bir dil okulu gazeteye verdiği reklamda, özellikle bir kuşağa pek tanıdık gelecek, hoyrat suratlı, sinir bozucu başka bir İngiliz çiftin, ‘Mr.& Mrs. Brown’ın ölümünü handiyse muştulamış, “varsa” sevenlerine başsağlığı dilemiş, okurları, acı tebessümlerle “teneffüs zili”nin beklendiği o kötü badanalı lise sınıflarına ışınlamıştı. Ebleh cümleleriyle hayatımızı bir dönem kâbusa çeviren İngiliz çiftler hayattalar mı hiç umurumuzda değil de, esin verdikleri Ionescu’nun toprağı bol olsun!

O ‘unutulmaz’ Bay ve Bayan Brown

Katherine Mansfield

C NS YETLER YLE GELD LER; NE Y ETT LER - I Firketeleriyle, dantelleriyle, iç donlarıyla, satenleriyle, kurdele ve şapkalarıyla, lüleleriyle, asi kâkülleriyle, eğreti tuttukları valizleriyle, peruk çantaları, naftalinleri, kesme kristal kadehleriyle geldiler; rujları, anvelop etekleri, topuklu potinleri, fiyonkları, rengârenk yüzükleri, tığları, kirpikleri, pudraları ve uçuşan tülleriyle geldiler; süpürdükleri sofaları, yıkamadıkları bulaşıkları, suladıkları çiçekleri, kedileri, kol ağızları eprimiş örgü kazakları, leylak kokuları, ağdaları, düğmeleri, erkekleri, doğurdukları ve doğurmadıkları çocuklarla geldiler; kırılganlıkları, yalnızlıkları, terk edilmişlikleri, sevdaları, coşkuları, küslükleri, ilişmişlikleri, yıkılmışlıkları, kalabalıkları, hayalleri, dirilişleri, buyuruşları, varoluş, yok oluş ve kalemleriyle geldiler. Cinsiyetlerine ait bir dille yazdılar; kadınca yazdılar. “O genç kederli sesler çınladı; Hızla! Ah, çok hızla soluyor haz gülleri; Az sonra sonbahar boyun eğiyor kışın kederine. Hızla! Ah hızla müziğin şen ezgileri Geçip gidiyor dinleyen kulağı.” Katherine Mansfield’in şan öğretmeni Miss Meadows “Şan Dersi”nde elinde batonu, kâh pirinç nota sehpasına vurarak hatta adeta sehpayı döverek kâh sesini tonlamalarla şiddetlendirerek küçük öğrencilerin korkudan ağlamasına neden olacak kapkara ve buz gibi bir fırtına estirir sınıfta. Bir gün önce, mutlu olduğunu sandığı nişanlısından bir ayrılık mektubu almıştır. “Hızla! Ah, çok hızla,” diye haykırdı Miss Meadows.” Bu bölüm bir patlamayla gelmeli, yüksek, güçlü, forte, bir ağıt. Kederine’yi içinden soğuk rüzgârlar esiyormuş gibi söyleyin. Kee-de-rinee!” “Yineleyin! Yineleyin! Bir daha!” Dersi, gelen bir notla bölünür; “Mektuba aldırma, aklımı kaçırmış olmalıyım, bugün o şapkalığı satın aldım. Basil.” “Neşeyle pırıl pırıl gülümsedi kızlara. Neyiniz var sizin, hepinizin? Sayfa otuz iki kızlar. Sayfa otuz iki. Geliyoruz buraya bugün çiçeklerle dolu kucağımız, Sepetlerce meyveyle, fırlatmak için kurdelelerle Kuut-laa-mayaa…”


Aydınlık KİTAP

26 N SAN 2013 CUMA

17

Gerçek nedir öğrenmek için “K sa Felsefe Tarihi”nde, kendi dönemine damgas n vurmu , dü ünceleri ve felsefi bak aç lar yla günümüzde hâlâ etkisini sürdüren dü ünürlere yer veriliyor. ye ilgi duyan bir kişinin de yapması gereken farklı fikirleri değerlendirmeye çaİlk çağlardan bu yana “gerçek” he- lışmaktır. Zaten felsefe hiçbir zaman fimen hemen bütün insanların kafasında kir benimsetme amacı gütmez. Aksine açıklanması gereken, merak edilen bir farklı bakış açıları kazandırmaya çalışır olgudur. Fakat bu düşünceyi irdeleyen, öne sürdüğü savlarla. “gerçek” nedir, bulmaya çalışan kişile“Kısa Felsefe Tarihi” bu amaç doğrin sayısı oldukça azdır. İşte filozofları rultusunda oluşturulmuş bir çalışmadır. diğer insanlardan ayıran en önemli özel- Kitapta kendi dönemine damgasını vurlik de budur. Herkes gerçeğin ne oldu- muş, düşünceleri ve felsefi bakış açılağunu bilmek ister fakat yalnız filozoflar rıyla günümüzde hâlâ etkisini sürdüren onu öğrenmeye çalışır. Bu özellikleri de düşünürlere yer veriliyor. Antik çağ felonların normal insefesinin öncüleri Platon sanlardan çok ve Aristoteles’ten başlafarklıymış gibi alyarak 19. yüzyıla yapıtlagılanmasına nerıyla yön vermiş ve yeni bir den olur. çığır açmış olan Marx ve Felsefede söz Nietzsche’ye kadar geniş konusu olan dübir yelpazede yer veriyor şünmek değil düünlü düşünürlerin hayatşünceleri irdelelarına ve fikirlerine. mektir. Yani beZaman değişse de dülirli fikirlere sahip şünme saplantısı hiçbir zaolmak yetmez bu man yok olmaz. fikirler arasından “Kısa Felsefe Tarien sağlam olanı hi”nin devamı niteliğinbulmaktır önemli deki “20.Yüzyıla Yön Veolan. Bunu sağlaren 20 Büyük Filozof” da mak için gereken çağımızın düşünürlerini şey düşüncelerin dönemleriyle ilişkileri, üzerine gitmektir. duyguları, yazdıkları açıKısa Felsefe Tarihi, Filozoflar kendi sından ele alıyor. Berg20. Yüzyıla Yön Veren geliştirdikleri yönson, Freud, Russell ile 20 Büyük Filozof temlerle merak başlayan bu yolculuk FouRoger-Pol Droit edilen olguları ircault, Levinas ve DerriÇev: İsmail Yerguz/ deleyerek “gerda’ya kadar uzanıyor. AsSay Yayınları, 248 s. çek” olan nedir, lında yazarın amacı filobunu bulmaya çalışırlar. Tüm kavramları zofların düşünüldüğü kadar farklı olakıl süzgecinden geçirirler onlara körü madıklarını kanıtlamak. Çünkü filozofkörüne bağlanmak yerine. lar katı kuralları benimsemiş, insani Gerçeğin bulunduğa dair inanç ne gerçeklerden uzak kişiler değillerdir. kadar kuvvetli olursa olsun doğru olan, Her iki kitapta da filozofların fikirleri inyeni fikirlere her zaman açık olmaktır. celendiğinde onların düşüncelerine ne Bu sayede ruh gerçeğe yönlendirilmiş kadar yakın olduğumuzu anlamak ya da olur ve ister istemez sürekli onu arar. çağımızın düşünürlerini anlamaya çaBöylece en sağlam gerçeğe ulaşmak lışmak için doğru ve anlaşılabilir çıkış kaçınılmazdır. noktaları bulmak mümkündür.

Russell

SELCAN KARABULUT

FARKLI BAKI AÇISI KAZANDIRMAK Bir düşüncenin farklı filozoflar tarafından farklı şekillerde algılanması ve tanımlanması çok doğaldır. Felsefe-

TANRI, EVREN, NSAN VE… Asıl olan “hakikat”i bulmak olduğu için düşünürler hakikat anlayışlarına göre gruplara ayrılıyorlar her iki eserde de. “Hakikati sadece bilmek mi gerekir

Freud

yoksa hakikat aynı zamanda yaşanması gereken bir olgu mudur? Dış dünyada bulmaya çalıştığımız hakikat aslında insanın içinde midir? Tanrı’ya göre hakikat nedir? İnsana göre hakikat nedir? Hakikat evrensel midir yoksa bireysel midir?” gibi sorular 20. yüzyıla kadar düşünürler tarafından irdelenen konuların başında gelir. Genel olarak Tanrı, Evren ve İnsan kavramlarının sorgulandığı görülüyor bu dönemde. 20. yüzyıldan sonra ise gerçeğin bilime ve deneye dayandırıldığı, insanın söz ve eylemlerine göre şekillendiği görüşü filozofların yapıtlarını şekillendiren temel prensip haline gelmiştir. “Herkes İçin Felsefe” dizisinde yer alan “Kısa Felsefe Tarihi” ve “20. Yüzyıla Yön Veren 20 Büyük Filozof” her yaştan felsefeye yeni başlayan kişiler için hazırlanmıştır. Bu eserlerin amacı önem-

li felsefi yapıtların okunmasını kolaylaştırmak ve filozofların “uzaydan gelen yaratıklar” olmadığını gösterebilmektir. İnsanlara kendi düşüncelerini, başkalarının düşüncelerini, tarihin amaçlarını, kuvvet çizgilerini anlama ve açıklama yetisini kazandırmaktır.


18

Aydınlık KİTAP

26 N SAN 2013 CUMA

YENİ ÇIKANLAR

Büyük Besteciler

Örgüt Pazar

Son nsan

Duvardaki Örümcek

Büyük Besteciler Harold Schonberg Çev: Ahmet Fethi 623 s. Do an Kitap

Sayg Öztürk, Bilgi Yay nevi, 336 s.

Mary Shelley, Can Yay nlar , Çev: Belk s Korkmaz, 616 s.

Güney Dinç, Cumhuriyet Kitaplar , 256 s.

1971’de Pulitzer Eleştiri Ödülü’nü kazanan ilk müzik eleştirmeni olan Harold C. Schonberg (1915-2003), “Büyük Besteciler” adlı çalışmasında, klasik müziğin son üç yüz yıllık tarihine kapsamlı bir bakış açısı getiriyor. Schonberg, ilk kez yayımlandığı 1970 yılından beri klasik müzik bestecileri konusunda temel başvuru kaynaklarından kabul edilen kitabında, Monteverdi’den 1990’ların tonalistlerine kadar, Bach, Mozart, Beethoven, Schumann ailesi, Stockhausen, Cage, Messiaen, Copland ve Stravinsky gibi büyük bestecileri, hayatlarından anekdotlarla ele alıyor. Ayrıca, Gilbert ve Sullivan ile Strauss’lar gibi hafif müziğin yaratıcılarını da unutmuyor.

“Bugün aşırı sol akımlar, memleketi görülür bir şekilde tahrip etmektedir. Ancak, geniş halk kitlelerine dayandığından güç de olsa zaman da yese, bir mücadele olanağımız artık vücut bulmuştur. Fakat aşırı sağ akımlar, daha köklü, daha temkinli ve daha sabırlı bir oluşuma girmiştir. Şu hususu belirtelim ki; sağ akımlarla mücadele, sol ile mücadeleye nazaran farklı olmalıdır. Bu mücadele, Atatürk ilkelerine ve Cumhuriyetimizin esaslarına tamamen uygun ve bağlı bir milli eğitim ve kandırılan halka hakiki yolu göstermekle olur.” Emin Çölaşan'ın önsözüyle ve Genelkurmay'ın “Çok Gizli” belgeleriyle bir dönemin Türkiye’si...

“Son İnsan”, bugün sıradan sayılacak kadar yaygınlaşmış bir konuyu, insanlığın yok oluşunu ele alan ilk büyük romandır. Shelley, bir salgının Batı dünyasındaki etkilerini Romantik dönemin akıcı üslubuyla dramatize eder ve gerçek kişilerin yansıması olan zıt karakterler eksenindeki bir kurguyla aktarır. Romandaki başlıca karakterler kısmen ya da tamamen Shelley'nin çevresindeki kişilerden esinlenmiştir. Roman, yazarın “seçkinler” diye adlandırdığı çevresini kaybetmekten duyduğu acıyı ve dünyanın anlamsızlığını, bireyin tarihi yönlendirme gücünden yoksun oluşunu da dile getirir.

Bir güney kasabasındaki evinde tek başına bir adam ve duvarda bir örümcek... Adam, geçmişiyle hesaplaşıyor. Örümcek, adamı izliyor: Hovardaca tüketilen yaşamları, değeri bilinmeyen sevgileri, tutuklanmaların, işkencelerin acısını izliyor ürküntüyle... Dönüşümleri izliyor: Solcu üniversite öğrencisinin ünlü bir avukata, avukatın bir yat ustasına, sanat tutkunu bir genç kızın duyarsız bir iş bağımlısına, birbirine âşık karı - kocanın iki yabancıya, özgürlüklerin tutsaklığa, devrimin karşıdevrime dönüşmesini...

nsanlar ve Haller

Incognito - Beynin Gizli Hayat

stanbul’dan Montreal’e

Aydede - 1948

Boris Leonidowitsch Pasternak, Yap Kredi Yay nlar , Çev: Sabri Gürses, 88 s.

David Eagleman, Domingo Yay nevi, Çev: Zeynep Ar k Tozar, 304 s.

Byron Ayano lu, Bankas Kültür Yay nlar , Çev: Umut U ur, 376 s.

Refik Halid Karay, nk lâp Kitabevi, 376 s.

Her ne kadar Rus Devrimi’nden sonra kurulan hükümetin acımasız uygulamalarından korkuya kapılsa da devrimi destekleyen Pasternak’ın rejimle uyuşmazlığı siyasi değil fakat estetik bakışıyla ilintiliydi. “Bulutlardaki İkiz” (1914), “Bariyerlerin Üstünde” (1917), “Kızkardeşim - Hayat” (1922) adlı şiir kitaplarıyla önde gelen Rus şairler arasında yer aldı. Rilke’ye hayranlık duyar, Sartre’ın “Bulantı”sını okunaksız diye nitelerken, vatandaşı Mayakovski’yi büyük bir şair olarak görmüyordu. Boris Pasternak “İnsanlar ve Haller”de özyaşamöyküsünü kaleme alırken dönemin Rusya’sında temas ettiği sayısız yazar, sanatçı ile yaşadığı deneyimleri de içtenlikle aktarıyor.

Ünlü nörobilimci David Eagleman, “Incognito” ile beynimizin derinlerine dalarak, yaptığımız, düşündüğümüz ya da hissettiklerimizin çok büyük bir kısmının bizden başka bir biz tarafından yönetildiğini ürkütücü bir berraklıkla ortaya koyuyor. Sadakat geninden sizi olmadığınız birine dönüştüren beyin zedelenmelerine; optik yanılsamalardan striptizcilerin neden ayın belirli zamanlarında daha çok para kazandığına; Truva fatihi Odysseus'tan renkleri işitip biçimleri tadabilen sinestezik insanlara kadar geniş bir yelpazeden vakaları ve araştırmaları bir araya getiren “Incognito”, beynimizin işleyişi ve çelişkileri hakkında olağanüstü bir keşif yolculuğu sunuyor.

İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde İstanbul'un Moda semtinde bir Politis, yani İstanbullu Rum doğar. Adı Dimitri'dir. Hayat Moda'nın sunduğu tüm güzelliklerle kendi mutlu temposunda akıp gitmektedir. Ta ki 6-7 Eylül 1955'e kadar. O günlerde yaşananlar Dimitri'nin üç yıl sonra çok sevdiği şehrinden ayrılmasına neden olacaktır. Göçmenlik zordur, her şeyiyle yeni bir hayat başlar. Yeni bir iş, yeni bir ev, yeni bir dil ve yeni bir iklim... Bu yeni hayatta Dimitri'nin Kanada'ya taşıdığı en önemli şey annesinden öğrendiği İstanbul Rum mutfağıdır.

Kömürcü kömürüne toz ve taş katmazsa uyku gözüne girmez. Oduncu kuru meşe diye eve yaş gürgen yollamazsa içi rahat etmez. Hâlis koyun südiyle kaymak sanki içyağı ile dondurulmuş kolalı sudur; yağlı denilen peynirin içinde ise yağ, keçiboynuzundaki baldan daha azdır! Taze sanılsın diye kokmuş balığın bar artisti imişçesine kulaklarını boyarlar. Lokantalarda levrek gerçekte palamut, gazinolarda ekmekle çoğaltılmış taramada sarı havyar, havada bulut, salatada zeytinyağı sen onu unuttur! Üstü iri taneli çilek sepetinin altı mikroskobik nesnelerle doludur ve her kapalı satılan şey bir hile kutusudur.


YENİ ÇIKANLAR

Aydınlık KİTAP

26 N SAN 2013 CUMA

19

Biz Böyle Delikanl lar De ildik!

leti im Kuram Kritik

En - Necat: Felsefenin Temel Konular

Kardak’ta Kahraman Hasdal’da Esir

Kemal Tahir, thaki Yay nlar , 608 s.

Çiler Dursun, mge Kitabevi Yay nlar , 286 s.

bn Sina, Kabalc Yay nevi, Çev: Kübra enel, 282 s.

Ali Türk en, Kaynak Yay nlar , 400 s.

Edebiyatımızın güçlü ve klasikleşmiş ismi Kemal Tahir'in 1947-51 yılları arasında çeşitli gazete ve dergilerde tefrika edilen romanları ilk defa bu kitapta toplandı. Oğuz Atay'ın deyimiyle: “Bütün sanatlar gibi roman sanatı da bir gelenek üzerine kurulur. Bu gelenek yalnız roman geleneği değildir; toplumun kültür geleneğini yaratan bütün davranışların tarihidir. Sanıyorum Kemal Tahir Türk tarihine eğilirken, zengin kültür geleneğimizden esaslı bir biçimde yararlanmanın gereğini duyan ilk romancımızdır... Belki de bunu gerçek anlamıyla kavrayan tek romancımızdı.” Kitap, Kemal Tahir'in serüvenine eşlik etmek isteyen herkesin başvuracağı romanların ilk cildidir.

Kuram, Yunanca “theoria” sözcüğünü karşılıyor Türkçe'de... Anlamında “seyretme, spekülasyon, gözleme ve değerlendirme”nin yükü var. Zihnin ve görünün birlikte çabasıyla, bilincin şeylerle ilişkisinde vardığı geçici bir mevzidir kuram. Bu kitap, tam da böylesi bir mevzide durmaktadır. “İletişim Kuram Kritik”, toplumsal iletişim süreçlerinde var olanın ve hakim olanın ne olduğunu sergilemekte; bundan daha iyisinin nasıl gerçekleşebileceğini düşündürmekte; sömürü düzeninin içinde öncelikle sınıfçı, ırkçı ve cinsiyetçi olmayan bir yansıma etiğine tutunarak ayakta kalıp, sonraki kuşaklara daha iyisinin devredebileceğini, bir umut olarak alıkoymaktadır.

Doğu’da İbn Sînâ’nın eserleri oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmış, bugüne kadar belirli ölçüde İslâm dünyasında devam eden felsefî eğitimin temelini oluşturmuştur. Bu kitap ise felsefenin temel konularında okuyucuya bilgi vermek ve bu alana yönelen kimseleri yetiştirmek amacıyla felsefe-bilim tarihinin öncü şahsiyetlerinden biri olan İbn Sînâ tarafından yazılmış olan en-Necât'ın tercümesidir. Mantık, doğa bilimleri ve metafizik bölümlerini içeren “en-Necât, eş-Şeyhü’r-reîs’in 1026-1027 yılında, yirmi iki kitaptan oluşan ansiklopedik eseri eş-Şifâ'dan sonra kaleme aldığı, büyük ölçüde eş-Şifâ’nın özeti niteliğine hâiz bir eserdir.

Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen, 1996 yılında Yunanistan ve Türkiye’yi savaşın eşiğine getiren Kardak Krizi sırasında kayalıklara Türk bayrağını diken SAT Timinin komutanıdır. Bu kitapta, Türk Ordusu’nun kahraman subaylarının ABD-AKP-F Tipi Cemaat ortaklığının tertibiyle nasıl esir alındığını okuyacaksınız. Neden SAT Komandoları hedefte? Ergenekon ve Balyoz tertiplerini düzenleyen dış destekli ekibin şeması... Amerikan Konsolosluğuna ait araç Poyrazköy’de ne arıyor? Oramiral Eşref Uğur Yiğit’le internet aracılığıyla haberleşen hainler... F Tipi Cemaat TSK’da kadrolaştı mı?

Gençler çin Uygarl k Tarihi

Kahverengi Elbiseli Adam - Sessiz Tan k

li kilerin Günlük Hayat

A ks z Gölgeler

Hendrik Willem Loon, Say Yay nlar , Çev: Seda Ç ngay, 736 s.

Agatha Christie, NTV Yay nlar , Çev: Toros Öztürk, 104 s.

Alper Hasano lu, Remzi Kitabevi, 303 s.

Kadir Aydemir, Yitik Ülke Yay nlar , 98 s.

Cinayetin kraliçesinden soluk kesen iki hikâye daha... Elmas hırsızlığı ile adı lekelenen bir genç, Güney Afrika'da ayaklanma, esrarengiz olaylar ve bütün bunların ortasında kalan genç bir kadın. Miras kavgasının birbirine düşürdüğü aile fertlerinden biri gerçekten Bayan Arundell’i öldürmüş olabilir mi? Hercule Poirot ve Hastings bir kere daha zorlu cinayet vakasını sonuca ulaştırıyor. Cinayetin kraliçesinin nefes kesen iki hikâyesi, Hughot ve Marek'in illustrasyonları ile okuyucuyla buluşuyor.

Kendimizle yüzleşebilme ve giderek kendimizi tanıma cesaretine doğru… Alper Hasanoğlu, insanın hayat ve kendisiyle olan ilişkilerini irdelemeyi sürdürüyor. Bu çerçeve içinde “İlişkilerin Günlük Hayatı”nda ele aldığı başlıca konular; aşk kavramı temelinde kadın ve erkek, depresyon ile hayatın ilişkisi, narsist erkek ve kadının ruh hali bağıntısı ve nihayet psikoterapinin hayatımıza olumlu etkileridir. Hasanoğlu, bu arada bir psikiyatr olarak çuvaldızı önce kendine batırmaktan da çekinmiyor. Meslektaşlarını ve temel olarak psikiyatrinin işlevini mercek altına alıyor.

Aşka ve ölüme dair keskin öyküler... Aşkla erotizmin, ölümle ayrılığın buluştuğu öyküleri Kadir Aydemir’in şiirsel dilinden okuyacaksınız “Aşksız Gölgeler”de... Kadir Aydemir’in ilk öykü kitabı “Aşksız Gölgeler”, edebiyatta kısa öykü tadını seven okurlar için yepyeni bir yolculuk şansı. “Zaman eskimez. Geçip giderken her şeyin yüzünü de yanında götürür. Meyveleri soldurur, kelebeği öldürür, anneleri ağlatır. Fotoğraf karelerine asılı gülüşünüz dondurulmuş bir mutluluk tablosu olur artık. Albümünüzü açar ve bir kısmı kartona yapışmış resimleri tek tek çıkartmaya çalışırsınız. Zaman buna bile izin vermez, bu küçük zevke.”

“Gençler İçin Uygarlık Tarihi”, sıcaklığı, sadeliği ve bilgeliğiyle pek çok kuşağı etkilemeyi başararak klasikleşmiş bir yapıt. İlk canlıların oluşumundan başlayıp, insanın ve uygarlığın ortaya çıkışıyla devam ederek günümüze uzanan tarihsel süreci eşsiz bir üslupla aydınlatıyor. Tarihsel olayları adeta bir masal, bir macera anlatır gibi aktarıyor. Anlatım güzelliğiyle yayıncılık tarihine geçmiş ve tekrar tekrar basılmış bu kitabı günümüz tarihçileri tarafından güncellenmiş haliyle sizlere sunuyoruz.


20

Aydınlık KİTAP

26 N SAN 2013 CUMA

ÇOCUK - GENÇ

Kim bu Memo? Sevgi Sayg ’n n kitaplar n okuyan gençler bilirler, bu kitaplarda bir tarafta s radan insanlar ya ama u ra verirken, di er tarafta klonlar ve uzayl lar kol gezer. Gerilim, polisiye, bilim kurgu, istedi iniz her ey mevcut bu kitaplarda İREM HALIÇ irem.halic@hotmail.com Senarist ve yazar Sevgi Saygı, polisiye ile bilim kurguyu ustaca harmanladığı kitaplarıyla çocuk edebiyatına yeni ufuklar açmaya devam ediyor. “Babam Nereye Gitti” ve “Amcama Neler Oluyor” isimli kitaplarının ardından, bu çok beğenilen serisini “Gizemli Günler” adlı kitabıyla devam ettiriyor. Sevgi Saygı’nın kitaplarını okuyan gençler bilirler, bu kitaplarda bir tarafta sıradan insanlar yaşama uğraşı verirken, diğer tarafta klonlar ve uzaylılar kol gezer. Siz ergenlik problemlerinden bahsedecek sanırken o sizi alıp bir başka gezegene koyuverir. Gerilim, polisiye, bilim kurgu, istediğiniz her

şey mevcut bu kitaplar-

da. Ve aslında Memo o kadar siz ki; siz de her an bir uzaylıyla karşılaşabilirmişsiniz hissi duyuyorsunuz. Bir gencin ailesiyle, okuluyla ve “büyümek”le olan mücadelesini anlatırken bir anda alıp sizi uzayın derinliklerine götürebiliyor Sevgi Saygı.

FOTO RAF MAK NES NDEN ÇIKAN BABA Bu son kitabı merakla bekleyen gençler elbette ilk iki kitabı biliyordur ama biz yine de biraz bahsedelim: Memo, annesi, anneannesi ve dedesiyle yaşayan bir ortaokul öğrencisi. Çok küçükken babasının gizemli bir şekilde ortadan kaybolması Memo’nun kötü bir dokuz yıl geçirmesine neden oluyor. Memo, kitap okumayı çok seven, hayal dünyası geniş bir çocuk ve annesi Memo’nun en az babası kadar hayalperest olmasından çok şikayetçi. Koca dokuz yılın ardından evlerindeki depodan çıkan fotoğraf makinesi Memo’nun babası hakkındaki tüm gizemleri çözüveriyor. Makinenin içindeki ne olduğu bilinmeyen bir parça yüzünden, kayda alınan tüm insanların makinenin içi-

Telhun Yürek ve ciğer ne işe yarar? Her istediği ayağına gelen, her şeyi satın alabilecek bir insan neden bir yürek ile bir ciğere sahip olmak ister? Samed Behrengi’nin İran halk masallarından derleyerek kaleme aldığı “Telhun”, vicdan, cesaret, sevgi, dürüstlük gibi insani değerlerin önemine vurgu yapıyor. “Günlerden birgün tüccar bir eğlence düzenlemeye karar verir. Bu eğlence için şehre inip alışveriş yapacaktır, kızlarına ondan Samed Behrengi, neler istediklerini sorar. Telhun, ona Kaynak Yay nlar , bir yürek ve bir ciğer getirmesini isÇev: Ramin ter yalnızca. Ama Telhun ne yapaCabbarl , Türkan caktır yürek ve ciğer ile?’’ Urmulu, 72 s.

ne hapsolduğu anlaşılıyor. Tabii bu insanlara Memo’nun babası da dahil. Okulda her şeyini paylaştığı tek arkadaşı olan Derinsu ile bu gizemli olayın peşine düşüyor Memo.

MACERA SON SÜRAT DEVAM ED YOR Bu fotoğraf makinesindeki sihirli parçanın işlevi ikinci romanda da devam ediyor. Memo’nun babasını geri getiren bu madde, şimdi de insanları fotokopi makinesiyle klonlamaya başlıyor. Bir yandan da okulda Memo ve Derinsu’nun karanlığın efendileri oldukları ve kara büyüler yaptıkları söylentisi yayılmaya başlıyor. Ve sonunda Memo da klon furyasına katılıp

kendini kopyalıyor. İşler sarpa sarmaya başlayınca, ortalığı karıştıran bu Askilopion denen maddeyi ait olduğu yere geri götürmek üzere öğretmen kılığında bir uzaylı dünyaya geliyor. Bu cismin hayatlarını alt üst ettiğini düşünen Memo, daha çılgın ve dahice şeyler yapabileceğini düşündüğü halde onu görevli uzaylıya teslim ediyor. Fakat eve döndüğünde kardeşi Gizem’in yürümek yerine uçtuğunu fark ediyor! İşte son kitapta sizi bekleyen

Toparlak ile T rsak Bir kaplumbağa olduğu yetmezmiş gibi birazcık da tombul olan Toparlak, ormandaki yaşıtlarına göre oldukça yavaştır. Buna çok üzülen Toparlak, kara kara düşünür ve sonunda evini terk edip başka bir ormanda yaşamaya karar verir. Toparlak, üzgün bir şekilde ormandandan ayrılmayı düşündüğü gece, Tırsak adında bir sincapla tanışır. Her şeyden korkan ve bu yüzden tıpkı Toparlak gibi arkadaşlarının alaylarına katlanmak zorunda kalan Tırsak da, ormanı terk et ebnem Gürsoy, meye karar vermiştir. Fakat bu iki Final Kültür kafadar, öyle bir plan yaparlar ki haSanat Yay nlar , yatları baştan aşağı değişir. 40 s.

Gizemli Günler, Sevgi Saygı, Günışığı Kitaplığı, 216 s. maceranın çıkış noktası da bu. Sevgi Saygı, kitap yazmaya başlamadan önce, üniversitede Sinema Televizyon Bölümü’nü bitirmiş, Atıf Yılmaz’ın filmlerinde yönetmen yardımcılığı yapmış, senaryo çalışmalarına katılmış, tiyatro oyunları yazmış yaratıcı bir yazar. Sinema bilgisi dolayısıyla her kitabı da film tadında Sevgi Saygı’nın. Gençler için yazdığı romanlarının yanı sıra 2004’te yayımlanan “Gezgin” ve 2012’de yayımlanan “Koza” isimli romanları da var. Çalışmalarını senarist olarak sürdüren yazarın son kitabı “Gizemli Günler”, kendisini merakla bekleyen gençleri hayal kırıklığına uğratmayacak. Eğlenceli okumalar diliyoruz.

Sokak Çocu u Ronaldo Cristiano Ronaldo; bir insanın gerçekten istedikten sonra, her şeyi başarabileceğinin en güzel örneklerinden biri. Siz onun sadece sahada attığı gollerini seyrederken, aslında o en güzel golünü yaşadığı ibretlik hayata attı. Bu kitapta Ronaldo'nun küçük bir Portekiz adasında başlayan sefalet ve yokluk içindeki dramının, dünyanın en şatafatlı hayatlarından birine nasıl dönüştüğünü okuyacaksınız. En derinde yatan acılaU ur Önver, Çizmeli rını, hayatının kırılma anlarıKedi Yay nlar , nı öğreneceksiniz. 144 s.


Aydınlık KİTAP

26 N SAN 2013 CUMA

21

Sımsıcak kelimelerin şairi: Ahmet Telli Dönemin devrimcilere yönelik nefretini, insan vicdan n kanatan yöntemlerini en etkili biçimde anlatan iirlerden birisiydi “Su Çürüdü” CAFER YILDIRIM cfryildirim@hotmail.com “Suyum bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür sakındığım ve her gün ancak bir kere dudaklarımı değdirdiğim… Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (Dilin suya dokunuşu… Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba kesilmesi bir an için.) Her gün ancak bir kere değdiriyorum dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger, bütün vantuzlarını birden uzatmasın diye… Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık. Küstü, öldürdü kendini su… Su çürüdü… Adımdan gayrısını bilmiyorum…” (“Su Çürüdü”den) Ahmet Telli 1983 yılında yayımlanan “Su Çürüdü”sü ile belleğime kazınmıştı. Dönemin devrimcilere yönelik nefretini, insan vicdanını kanatan yöntemlerini en etkili biçimde anlatan şiirlerden birisiydi “Su Çürüdü”. İşkenceden geçirilmiş bir devrimcinin atıldığı hücredeki gerçekliğini yansıttığı kadar bu şiir değişik anlam alanlarına dönük bir metefordu da. Çürüyen su, bir yanıyla çürümüş olan sistemdi ve bir başka boyutta da bu sistemin bütün çürümüşlüğüyle kuşattığı insandı, insanlık değerleriydi. Ahmet Telli daha sonra da derin bir duyarlık ve sürükleyici bir lirizmle yüklü eserler vermeye devam etti. İlk kitabı “Yangın Yılları” (1979) ndan başlayarak şimdiye dek onun üzerinde şiir ve üç de deneme kitabına imza attı. 1940 Kuşağı gibi yaygınlık kazanmış olmasa da 1970 Kuşağı diye adlandırılan şairler topluluğu içinde yer almaktadır. Bu kuşağa Veysel Çolak, Ahmet Ada, Hüseyin Yurttaş, Adnan Yücel, Ahmet Özer, Özkan Mert ve akran grubu şairler dahil edilmektedir. Bu şairlerin şiirinin belirgin özelliği politik olmasıdır. Ahmet Telli’nin şiiri de po-

litik bir şiirdir. Politika ile şiir ilişkisiyle ilgili olarak kendisinin görüşlerini aktarmak isterim: “70’li yılların şirinin belirleyici ögelerinden biri politik davranıştır. Birbiri içinde çelişen yönelimler olsa bile politik özellik 70’li yıllarda genel bir nitelik olmuştur. İşte, kişiselciliğin asıl karşı çıktığı budur. Oysa politikleşmeye değil, çarpık politikleşmenin şiirde açtığı yaralara dikkat çekilmelidir. İnsani olan hiçbir şey şiir dışında değilse, bu yılların şiiri de, tüm insani şeylerle birlikte politikleşmeyi içselleştirme yolunda önemli adımlar attı.” (70 Kuşağı Şiirimizi Tartışıyor, Mehmet Yaşar Bilen)” Ahmet Telli’de politik tutum imgesel kodlar, metaforlar, anonimleşmiş çağrışım kalıpları üzerinden sunulduğu için hiçbir zaman didaktik ve propagandacı bir vasıf taşımaz. Telli imgelerle yoğrulmuş duygulu, içe işleyen anlatımıyla, tarihsel arka planını ihmal etmeden bireyin duygulanım alanında maharetle dolaşabilmektedir. İçe dönük gözlem ve keşifleri özgün olduğu kadar sahicidir de. İçsel gerçekliğin hissedilişindeki doğallık dışsal ortamı içinde sunulduğu için Ahmet Telli’nin şiiri yapaylıktan uzak, daima hayatiyetini koruyan bir şiirdir. Bu nedenledir ki umut kıpırtıları, hayata yönelik içtenlikli bir bağlılık, insana ve insanlığa ilişkin taptaze duyarlık pencereleri açmaktadır okurun iç dünyasında. Biçim bağımlısı olmaması, içeriğe en uygun biçimi oluşturmaktaki isabetli tavrı onun şiirinin bir başka öne çıkan özelliğidir. Kimi kelimeleri sıkça kullandığı, bu kelimelere fazlaca bir anlam yüklediği bir realitedir. Tam da burada onun hiçbir zaman tekrarın sıkıcılığı aşamasına gelmediğini, tekrarlardan altı çizilecek duyarlıklar ve ahenk ürettiğini belirtmeliyim. Kekik kokuları, söğüt ağaçları, güz, dağ başları, koyaklar, geçitler, kıl heybe, kır çiçekleri, ceylan, avcı, meşe ve incir ağaçları, suların akması, rüzgârın sesi, taflanlar, köknar şıvgınları, tan, yağmur kuşları,

serçeler, dağ suskunluğu, çakal gölgesi, geyik sesleri, ateşböcekleri ve daha nicesi… Ahmet Telli’nin şiirinde doğaya ve kırsala ait çokça sözcük ve deyişle karşılaşıyoruz. Fakat bu sözsel yoğunluğun ağıklıklı bölümü doğanın ve kırsalın gerçekliğini yansıtmak amacından uzak bir işlev taşıyor. Telli’nin şiirinde pastoral unsurlar tematik bir içerik olarak yer almıyor. Daha ziyade, bir çağrışım ve benzetme aracı olarak kullanılıyor. Çağrışımın hedefi ise toplumsal ve politik alandır. Bazense bireyle ilgili duygular evrenidir. “Sırtında taşıdığın kıl heybe dağ rüzgârı ve lor peyniri gibi doluysa kır çiçekleriyle sesler türkülere dönüşecektir üzünçse ışıklı bir sevince Dudaklarında özlem türküleri ve gözlerinin menevşesinde aşk çağıldıyorsa çavlanlar gibi usulca gir umudun menziline hüznü gerilerde bırak Türküler paylaşılıyorsa eğer dağ rüzgârları paylaşılıyorsa sevinç de dahildir buna ve o zaman bütün bir yaşam paylaşılacak kadar güzeldir artık Heybendeki kır çiçekleri bir yangındır güze doğru tutuşturur yüreğinde uzak özlemlerin külünü hiç beklemediğin bir anda” (“Güz Gelmeden”den) Okşayıcı bir hüzünle, ahengini hiç bozmadan, aksırıp öksürmeden akıp gider Telli’nin sesi. İçli olduğu kadar içten ve sıcaktır. Hatta, onun çok kullandığı bir kelimenin ruhu sinmiştir bütün söylemine, sımsıcaktır. Söyleyişinin yorucu olmayan hüzünlü edası, belirtmeliyim ki isyancı bir tı-

nıyı da daima içinde taşır: “Sözün yine hep aşktan yanaysa Sevgilim sen sakla bir kaçağı Belki yorgun ve yaralıdır hâlâ ölüm basmıştır son sığınağı (“Sığınak” şiirinden) * Dağın eteklerine vardığında şöyle bir dur ve soluklan sonra meşeliklerin orada sırtüstü uzan gün batarken … Buğulu türküler duyacaksın ve aşk çılgınlıklar bekleyecektir yolları uçurumlarla kesilenlerden” (“Sığınak”tan) Aşk, devrim özleminin bir metaforu olarak şairin şiir toplamına dağılmış bir ana izlek olmakla birlikte beşeri kisvesiyle de gördüğümüz temel temalardan birisidir. “Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da Uzun bir hastalık gibi Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi Bitti. Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da” (“Aşk Bitti”den) Ahmet Telli genelden özele, tekil üzerinden genelin temsiline yönelir fakat farklı konuları işlemek için farklı şiir kişiliklerinin kimliklerine bürünmez. Şiirinin başkişisi kendisidir. Düşünce, duygu ve bütün hayal açılımlarını kendi deneyimleri ve bilgisi üzerinden gerçekleştirir. Okurun şiirle bütünleşmesi açısından yaklaştığımızda bu yönteminde başarılı olduğunu da belirtmeliyim. 1946 Çankırı, Eskipazar doğumlu olan şairimize üretken nice yıllar diliyorum.


22

Aydınlık KİTAP

26 N SAN 2013 CUMA

Dilini teslim etmeyenin öyküleri Marquez kimi ya amlar n ya anmaktan öte anlat lmak için de ya and n söyler. Ahmet Türkay da anlatmak için ya ayanlardand r. Bulgaristan slimiye’de1945’te do an Türkay Jivkov dönemi Bulgaristan’ nda Türklerin maruz kald bask lar anlat yor ALİ AYAZ Bulgaristan’daki Türkler, Oğuz ve Kuman soyundandır. Bulgaristan kurulduktan sonra da yaşam biçimlerini koruyarak sürdürmüşler, asimile olmamışlardır. Ancak 1984-1989 yılları arasında Jivkov yönetiminin Türklere yönelik ağır baskı politikasıyla Türk asıllıların adları değiştirilmeye başlandı, Türkçe yasaklamaya çalışıldı. Beş yüzü aşkın Türk yaşamını yitirdi, bir o kadarı da toplama kampı niteliğindeki ünlü Belene cezaevine kondu, 360 bin Türk doğdukları, köklerini saldıkları Bulgaristan’dan Türkiye’ye zorunlu göçü yaşadı. Bulgaristan hükümeti 29

Aralık 1989’da bu uygulamalardan vazgeçti. Marquez kimi yaşamların yaşanmaktan öte anlatılmak için de yaşandığını söyler. Ahmet Türkay da anlatmak için yaşayanlardandır. 1945’de Bulgaristan İslimiye (Siliven) İli Hamzalar (Filaretovo) Köyü’nde doğdu. İlk ve orta eğitimini köyünde yaptı. Tarım meslek lisesindeki eğitimini ekonomik zorluklardan dolayı bırakmak zorunda kaldı. Geçimini sağlamak için tesviyecilik, frezecilik, tornacılık gibi işler yaptı. Ekmeğini kazanırken bir yandan da yazmayı sürdürdü. Bulgaristan’da yazdığı hikâyeleri Yeni Işık-Nova Svetline gazetesi, Yeni Hayat-Nov Jivot dergi-

si, Sliven Davası gazetesinde yayımladı. Türkay’ın yazdıklarını kitaplaştırma düşüncesi, Bulgaristan’daki Türkçe kitap yayımlayan tek yayınevinin kapatılması ile gerçekleşemedi. 1989’da sınır dışı edildi. Ahmet Türkay’ın sınır dışı edilmesi öykülerini kitaplaştırma olanağını bulmasını sağladı. Bulgaristan’da Apti olan soyadının Türkay olarak değiştiren yazar 1989’dan bu yana “Kasvet Çiskini”, “Yaralı Gönül İniltileri”, “Gelecekten Ödünç Ömürle”, “Bir Sanrıydı Manolya”, “Seher Gitti” adlı öykü ve romanlarını yayımladı. Türkay’ın Türkiye’de yayımladığı ilk kitabı olan “Kasvet Çiskini”ni gözden geçirirken, kitaptaki öykülerin bugünkü anla-

tım gereksinimlerini karşılamadığının bilincine varır. Öyküler geliştirilmek, yeniden yazılmak Üzüntülerimin isterler. Süreç Karakışı, yeniden yazımAhmet Türkay, larla, anlatımın Kora Yayın geliştirilmesine de sığmayıp, yapısal değişimi de zorlar, yanı sıra biçem ve kurgu da değişir. Bu kadar değişiklik kitabın adını da değişmeye zorlar ve “Üzüntülerimin Karakışı” doğmuş olur.

BULMACA lışma 5. Özsu - İşlemeli, büyük boyutlu mendil - Pişirilerek hazırlanmış yemek 6. Brom’un simgesi - Sodyum’un simgesi - Güzel, zarif, modaya uygun - Savaş bölgesi 7. Letonya’nın başkenti - Para veya değerli eşya saklamaya yarayan çelik dolap 8. Romatizma ağrısı - Osmiyum’un simgesi - Yabancı - Öç, intikam 9. Şöhret - Çocuğu olan kadın - Vakit ge-

çirmek amacıyla yapılan dinlendirici uğraşı 10. Küçük mağara - Satürn gezegeninin beşinci uydusu - En kısa zaman parçası, lahza 11. Geri kalan, artan - Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal 12. Favori - Lütesyum’un simgesi - Uzak - Lityum’un simgesi 13. Bir bulunma hali eki - Praseodim’in simgesi - Bir damla gözyaşı - Bir binek hayvanı

14. Bir dilek şart eki - Bir geçmiş zaman eki - Bir nota - Ele avuca sığmaz, havai, yeleme 15. ( … … KALESİ )Resimdeki yazarın bir eseri - Tibet’te, Asya’nın bazı yörelerinde yabani veya evcil olarak yaşayan, kılları uzun bir öküz türü Yukarıdan aşağıya 1. Arap edebiyatında bir şiir türü –Resimdeki yazarın bir eseri 2. Mısır’ın plakası - İlahi bir güç tarafından gönderildiğine inanılan parlaklık - Genişlik - Herhangi bir sefer için merkez olarak seçilip ona göre donatılmış olan yer - Bir nota 3. Milletvekili - Lübnan’ın plakası - Köpek - Ensiz 4. “... Gündüz Kutbay” (ney üstadı) - Ansızın, birdenbire - Şamandıralarda, rıhtımlarda halat bağlamaya yarayan, sağlam mapalara geçirilmiş demir halka 5. Lantan’ın simgesi - “Louis ...”(Fransız şair ve yazar) - Bir gösterme sıfatı - Tavlada “iki” sayısı 6. Çok sık dokulu ve sert bir seramik hamuru türü - Eski bir Hindu tapınağı tipi - Kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine çeviren araç

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

Soldan sağa 1. Resimdeki yazar - Derinin parlatılması 2. Serbest bırakılmış cariyeler ya da köleler, azatlılar - Bin kilogramlık bir ağırlık ölçüsü birimi - Şeytan 3. Baryum’un simgesi - Galyum’un simgesi - Rus imparatoru - Çalım, caka 4. Mezopotamya panteonunda tüm tanrıların babası ve kralı olan gök tanrısı - Sancağı, yelkeni ya da sereni aşağı alma - Meslek bilgisini artırmak için adayların yaptığı ça-

7. “Oğuz ...” (yazar) - Yerleşim alanları dışında kalan yerler 8. Holmiyum’un simgesi - Zaviye - İridyum’un simgesi - Çok eski ve bilinmeyen bir tarihi anlatan bir söz 9. Bir İngiliz uzunluk ölçüsü birimi - İlave - Bir iş, bir görev için yetiştirilmekte olan kimse, namzet 10. Madun - İnce softan yapılan bir tür cüppe 11. İçe doğduğu gibi söyleme, doğaçlama - “Fena değil” anlamında bir söz - Mersin’in bir ilçesi 12. Bir kan grubu - Mitolojide “savaş tanrısı” - Kuyumcuların maden eritmek amacıyla ateşi üflemek için kullandıkları ince boru 13. Deniz ve güneşten yararlanmak için düzenlenmiş olan kumsal - Belli kişilere taşıt, sinema, maç, vb.’de ücret indirimi sağlayan belge - Eşek sesi - Gezegenimizin uydusu 14. Fas’ta bir dağ - Bir acı ünlemi - Eski Türklerde “totem”e verilen ad -”... Güler" (fotoğrafçı) 15.( … … İNSANLARI ) (Resimdeki yazarın bir eseri - Köleye ya da cariyeye özgürlüğünü geri verme


Aydınlık KİTAP

26 N SAN 2013 CUMA

23

Yaşamak mı, düşlemek mi? Hayat ya amaktan çok dü leyerek mi daha güzel? Toplum içinde bulup yitirdikleriniz mi, yaln zl kla ço altt klar n z m sizi siz yapar? Bu kar tl a ölüm d nda üçüncü bir seçenek yok mu? yaya karşı yabancılık hisseden karakterlerinin sığındığı “münzevilik”te somutlaştırmış. Sosyeteye tanıtılan bir genç kıSonsuzluk gerçekten var olabilir mi? zın övülmek, hayran olunmak, gerçek hazBir aşkın, bir başarının, bir kalleşliğin, bir lar yaşamak gibi kazaferin getirdiği mutzandığı şeylerin yanınluluğun, hazzın, acının da neleri kaybettiğini sonu var mıdır? Yoksa okurken; ya da genç Descartes’ın dediği gibi bir erkeğin bir yemek “Değişmeyen tek şey, davetinde Heredia’nın değişimin kendisi” mi? eserlerinde daha fazla Özellikle kendimizden düşünce bulunabilecebaşlayarak insanoğluğini söylediğinde görnun var oluşunu düdüğü tepkiyi okurken şündüğümüzde, hangisiz de Proust’a hak vesi daha makul ya da receksiniz. gerçek? Bir ihtimal daha Modern Fransız var! (mı?) Edebiyatının usta ka“Peki ya toplumsal lemi Marcel Proust; koşullar?” dediğinizi yirmili yaşlarında yazduyar gibiyiz… Bugüdığı “Hazlar ve Günnün dünyasından bakler”de bir bakıma çotığınızda; yazarın çizğumuzun içinden geçHazlar ve Günler, diği o Dükler, Düşesler, tiği bir ikilemi tartışıyor. Marcel Proust, Baronlar, Prensesler ve Proust’un bu öykü, deYapı Kredi Yayınları, burjuvalar dünyasında neme ve şiirsel anlatıÇev: Roza Hakmen, 168 s. kadın ya da erkek olalarından oluşan yapıtı; rak böyle bir sorgulatam da “yaşamak mı, düşlemek mi” iki- mayı yaşamak kaçınılmaz gibi gelebilir. leminin yarattığı sarhoşlukta karşınıza çık- Peki ya benzeri bir yabancılaşmayı bugün tıysa, kendi sorgulamanızı yapmanız için de yaşamadığınızı iddia edebilir misiönünüze gayet verimli bir katalizörün çık- niz? Siz tam “Yok canım, bugün benim yatığını varsayabilirsiniz. şadığım kentte farklı hayatlar, sınıflar, ilişki modelleri, mekanlar, seçenekler var” K UÇLU B R KAR ITLIK derken, yazar bir karakterinin bilinçalYapı Kredi Yayınları’nın Roza Hak- tından size uygun bir karşı örnek çıkarıp men çevirisiyle okurla buluşturduğu ya- önünüze koyuyor. Bir kez daha “dumur” pıt, insanoğlunu derinden besleyen “düş- oluyorsunuz! Proust belki de bu yüzden lemek” ile hayata karışıp “yaşamak” ara- hala eskimiyor, ne dersiniz? sında yapılan sorgulamayı yaşatıyor. KiBu felsefik anlatının sonuna geldiğitapların, müziğin, doğanın, yalnızlığın, din- nizde, yazar “yaşamak mı, düşlemek mi” ginliğin ve böyle bir ortamın beslediği düş- diye kurduğu iki uçlu karşıtlığa bir ihtimal lerin sonsuzluğuna gıpta eden yazar; bir daha ekleyiveriyor: ölüm. “Kıskançlığın yandan da kalabalıklar içerisinde sürek- Sonu” adlı öyküsünde Honoré adlı kahli bitmeye mahkum olan duygu, düşünce raman, tutkuyla ve gerçek bir bağlılıkla ve hazların “beyhude”liğini örnekliyor. sevdiği kadına olan aşkı bitmesin, hep aynı Proust kurduğu bu katı karşıtlığı, kalsın diye arayıp bulduğu bin bir yolun 1800’lerin sonu Fransa’sında sosyete ola- sonunda ölümle karşılaşıyor. Ölüm gerrak adlandırılan “salon yaşamı” ile bu dün- çek bir üçüncü seçenek mi? İnsanoğlu için SEZA ÖZDEMİR sezaozdemir@gmail.com

bir mutluluğun kaderi; ya onu yaşayıp normal seyrinde tükenmesine izin vermek ya da onu yaşamadan, sadece düşleyerek var etmek mi?

DÖNÜ MEY KABULLENMEK Biliyoruz ki, bir acıyı yıllarca aynı biçimde, aynı nedenlerle, aynı koşullarla yaşayamayız. Sevdiğimiz biri ölür, ölenle ölmeyiz. Birine aşık oluruz ama sevgimiz yıllarca aynı şekilde kalmaz; ya tükendiğinde ayrılır, acı çeker ve yaşamaya devam ederiz ya da artık aynı olmayan o sevgiyi değişen hallerinden zevk alarak sürdürürüz. Bir iş yaparız, başarılı oluruz, zafer tacını takarız ama o zafer de kalıcı değildir. Sürekli yenilenmek ister. Proust’un yapıtındaki karakterleri; işte bu dönüşümü kabullenemiyor. Gerçek erdemliliğin, gerçek iyiliğin ve sonsuz mutluluğun bu yüzden yaşamak yerine düşlemekten geçtiğini savunuyorlar. Dikkatli bir okursanız, Proust’un bu kadar katı şekilde savunduğu “Hayatı yaşamaktansa onun hayalini kurmak daha

güzeldir” tezine karşı bile bir şüphesi olduğuna örnek çıkarabilirsiniz. Hani şu; Sylvanie Vikontu Baldassare’ın ölmeden hemen önce sahile bakan evin penceresinden gördüğü genç miço ve limandan kalkan geminin yolcuları hakkında aklından geçirdikleri gibi… Marcel Proust’un 1894’te yazdığı bu öyküler, o dönem eleştirmenler ve okurlar tarafından pek başarılı bulunmasa da; yabancılık çekilen bir dünyadaki yalnızlık, kimlik arayışı içindeyken aşk, hastalık ve zamanın düşündürdükleri gibi daha sonra ele alacağı konulara dair ipuçları taşıyor. Bu arada yazarın daha bu ilk kitabında, bugün Proust okurlarınca iyi bilinen üslubu, psikolojik çözümlemeleri, uzun ve ayrıntılı gözlemlere yer verdiğini de söylemeden geçmeyelim.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.