2013 05 17mayiskitapeki

Page 1

. KITA P

Geçen hafta 63.383 okura ulaştık

Aydınlık

17 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 64

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Gençlik ne okuyor?

Ahmet Altan’dan Laikliğin çöküşüne sevinç hezeyanı B. Sadık Albayrak

Cahit Kayra’dan anıtsal bir milli iktisat tarihi Barış Doster

Tevfik Fikret’in geleceğe kaçışı ve gençlik Seyyit Nezir

İşçi okumazsa işçi edebiyatı olmaz! Mecit Ünal



Aydınlık KİTAP İÇİNDEKİLER Arap Baharı’na dışarıdan bir tanık

s. 4

Psikoloji ve koşullar uygun hale geldiğinde

s. 5

İşçi okumazsa işçi edebiyatı olmaz! s. 6 Türk okuruna derin saygıyla... Laikliğin çöküşüne sevinç hezeyanı

s. 7

s. 8-9

Cumhuriyet Ekonomisinin Öyküsü s. 10 Tevfik Fikret’in geleceğe kaçışı ve gençlik Gençlik ne okuyor?

s. 11 s. 12-13

Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir

s. 14

Trenler gelir geçer anılardan

s. 15

Türk Aydınının Türkçülükle Sınavı s. 16 Mumcu’dan Kansu’ya Rabıta takibi Yeni çıkanlar

s. 17 s. 18-19

Çocuk-Genç : Futbolun Picasso’su

s. 20

Ayşe topu at! Ali annene yardım et!

s. 21

Bulmaca

s. 22

. KITA P Aydınlık

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı damla@aydinlikgazete.com Editör Pınar Akkoç pinar@aydinlikgazete.com Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ Sayfa Sekreteri Alev Özgenç

17 MAYIS 2013 CUMA

3

Gençlik bağımsızlık ve devrim okuyor! En çok onların ellerinde kitap var. Kızların erkeklere göre daha çok okuduğu görülüyor. “Şu Çılgın Türkler”i yüzbinlerce yüzbinlerce okuyan o çılgın genç Türkler değil miydi? Bir kitap okumak daha nice okumanın nedenidir. Öyle de oldu, Atatürk'e, İstiklal Savaşı'na, Cumhuriyet'in kuruluş sürecine dair nice kitabı yine en çok onlar okudu. Özlemi içlerinde en çok onlar hissediyor da ondan elbette. Sosyalizme, devrime ait kitapları da en çok onların aldığı, okumaya başladığını biliyoruz. Zaten iyi kötü, gerçek yalan, değerli değersiz edebiyat adına dayatılanları da onlar okuyorlardı. Türkiye'nin şu zor yılları, artık okuma önceliklerini, yönünü değiştiriyor. Gittikçe daha çok devrime, bağımsızlığa, cumhuriyete dair okuyorlar... Yeter ki nitelikli kitaplar, nitelikli olarak ve elbette biraz iktisatlı olarak sunulsun ve yaygın ulaştırılabilsin. *** Devrime, bağımsızlığa dair okumak yeni Osmanlılardan JönTürklere uzanan, despotizme karşı demokrasi, mutlakiyetçi baskıya karşı özgürlük okumalarıydı. Ziya Paşa'dan, Namık Kemal'den Tevfik Fikret'ten esin alındı. Seyyit Nezir son zamanlarda geniş okur kitlesince büyük ilgiyle okunan ve ufuk açan yazılarından birini bu sayımızda o okumalar bağlamında yazıyor: “Tevfik Fikret’in geleceğe kaçışı ve gençlik” Hani Mustafa Kemal'in kendi sorusuna verdiği, en büyük şairimiz kimdir yantındaki: “Fikret a be çocuklar, Fikret” “Ferda”nın şairi Fikret ve ferda 19 Mayıs'ta ufkunu kaplayacak bu “acılı ülke”nin... Öyle de oluyordu; gencecik Niyaziler, Enverler, Eyüp sabriler, dağlara çıkıyor, özgürlük ve Hareket Orduları oluşturup yobazlığı ve 33 yıllık karanlığın saltanatını boğuyorlardı... Çanakkale'de İstanbul Liseliler, Kayseri Taş Mektep ve daha nice okul sıralarını bırakıp öğrenciliklerinden vatan savunmasının kandan köpük kesen boğazını, işgalcileri geçirmemek üzre tutuyorlardı... “Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı...” diye başlayan bir marşı, vatana hizmet, çalışma, adanış motiflerinin güç veren ezgisini, Sakarya'da, neredeyse tümüne yakını üniversite öğrencilerinin oluşturduğu bir yedek subay savaşının gencecik kurbanlarının rengiyle akacak nehre kavuşturup, Kafkasya Dağları'nın ye-

Sahibi Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı Genel Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel Sorumlu Müdür Mehmet Bozkurt Tüzel Kişi Temsilcisi Metin Aktaş Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22

nilgi hüznünde gırtlakda düğümlenen marşını İzmirin Dağlarında kaçan düşmanın peşi sıra çiçeklenen bir neşeye, sevince dönüştürerek Bağımsızlığı akacaklar... 'Uzun Türkiye Tarihi'nce. Ömer Seyfettin, Halide Edip, Yakup Kadri, Falih Rıfkı ve Nazım oldular... Okudular, okundular... 28 Nisan'dı “Yavri hey!”gökyüzünün rengini mor menekşeye bürüdüler. “Kahrolası diktatörler / Bu dünya size kalır mı” sordular, çığırdılar ve yürüdüler. İçlerinden Nedim Özpulat'ı Ve Turan Emeksiz'i şehit verdiler... Doğu Perinçek'in o görkemli tanımıyla, bu toprakların en büyük yer altı zenginliğine kattılar bedenlerini de daha da zengin eylediler. 555 K oldular Cemal Süreya ile, Kızılayları, Beyazıt Meydanlarını “Hürriyet Meydanları” yaptılar. 27 Mayıs devrimcileri de şehit gençlerinin adını Şehir Hatları vapurlarına verdiler... Ferdadır... Gelecek günlerde İzmir, İstanbul şehir hatları yeniden kamunun eline geçtiğinde vapurların adları onları taşıyarak süzülecek maviliklerde: Turan Emeksiz'in, Vedat Demircioğlu'nun, Deniz Gezmiş'in, Mahir Çayan'ın, Bora Gözen'in... Bir de şairlerinkini... Ne güzel yakışacaklar denizlere ve birbirlerine... Ferda... Yine 19 Mayıs'ta... Mavi Gözlü Dev'in umudunca, dizelerince gelecekler, kitapları, türküleri, bayraklarıyla... Kitapsızların, türküsüzlerin, bayraksızların üstüne üstüne: “Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler dalga dalga aydınlık oldular yürüdüler karanlığın üstüne meydanları zaptettiler yine” *** Yine Aydınlık olacaklar, karanlığı en koyu yerinden delecekler... Meydanları zaptedip, adlarını verecekler... 19 Mayıs'ta Sıhhiye'de bu memleketin en sağlıklı,zinde gücü Bağımsızlık ve Devrim mayalayacak. Çağdaş Cengiz; son yılların en görkemli ve bir o kadar da etkileyici gençlik hareketi TGB'nin başkanı olarak onca yoğunluğunda sorularımızı yanıtladı. Gençlik bağımsızlık ve devrim okuyor... Okuyanlar yazacaktır. Yazmak eylemliliktir. Bağımsızlığı ve devrimi yazıyorlar... Tarih yapıldıkça yazılan bir şeydir. En güzel sayfaları olarak bu destanın... Ne güzel okunacak. HALDUN ÇUBUKÇU Reklam Servisi Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu saynur@aydinlik.com.tr Reklam Müdürü Kamile Karakadılar kamile@aydinlik.com.tr kitap@aydinlikgazete.com

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34


4

17 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

Arap Baharı’na dışarıdan bir tanık Olaylar meydana gelirken s ca s ca na yaz yordum asl nda. Ancak sizin dedi iniz gibi biraz mesafeye de ihtiyac m vard . Bu yüzden olay n merkezini, devrimlerin oldu u Arap ülkelerine de il de, Bask gibi biraz daha d ar da kalan bir yere ta d m. Ana karakterim Lehtar da bu ayaklanmalara benim gibi d ar dan tan k oluyor DAMLA YAZICI damla.yazici@msn.com “Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara” kitabıyla ülkemizde tanınan ünlü Fransız yazar Mathias Enard şimdi de “Hırsızlar Sokağı” kitabı ile Türk okuruyla buluştu. Geçtiğimiz hafta da Can Yayınları’nın İstanbul Modern işbirliğiyle düzenlediği “Arap Baharı, Ortadoğu’nun Siyasi Çalkantıları ve Edebiyatın İlişkisi” başlıklı etkinliğinin konuşmacısı olmak üzere ülkemize geldi. Biz de yazar ile son kitabı üzerine bir röportaj gerçekleştirdik. Bir Batılı olarak Ortadoğu’ya merakınız nereden geliyor? Arap edebiyatı okudum, benim eğitimim bu. İran’da ve Arap ülkelerinde uzun yıllar kaldım. Her geçen gün daha çok ilgi duydum. Bu da Ortadoğu yazarı olmak gibi tuhaf bir konumda olmama sebep oldu. Peki, bir Batılı olarak Doğu’yu anlatmak ne derece mümkün? için üzerinden ne kadar Tersini düşünün, yani zaman geçmesi gerekibir Fransız yazar olarak İsyor? Arap Baharı yeni panya’da, Barcelona’da yabir olgu. Doğru tahlil şıyorum. İspanya hakkında yapmak açısından bir ya da İtalya hakkında bir süreç gerekli midir? roman yazmam sorun olur Kitap, bu sürecin muydu? Bunlar sorun olbir şekilde bir parçası mazken neden Ortadoğu oldu denebilir. Olaylar hakkında bir şeyler yazmeydana gelirken sıcağı ias mam sorun olsun? Bence ath M ğı, ka So Hırsızlar sıcağına yazıyordum asedebiyatta sınır diye bir şey ı, lar yın Ya Enard, Can lında. Ancak sizin dediyok. Edebiyat dediğiniz şey s. 2 31 , Çev: Aysel Bora ğiniz gibi biraz mesafeaçık bir alan. O alanda her şey ye de ihtiyacım vardı. mümkün, her şey denenebilir. Roman biçimi de keza aynı şekilde, birçok Bu yüzden olayın merkezini, devrimlerin olduğu Arap ülkelerine değil de, Bask gibi farklı olasılıklara açıldı. Bazı yazarların eserlerine baktığınızda biraz daha dışarıda kalan bir yere taşıdım. çok farklı yöntemleri bir araya getirdiğini Ana karakterim Lehtar da benim gibi bir görüyorsunuz. Mesela James Joyce bi- yolcu, bir gözlemci. Bu ayaklanmalara çimde olağanüstü şeyler yaptı. Benim ko- benim gibi dışarıdan tanık oluyor. Sonra nularım da bugünün bana getirdiği im- Barcelona’ya gidiyor, oradaki ayaklankanlar dolayısıyla yalnızca Fransa’ya dair malara da dışarıdan bir gözlemci olarak taolamaz. Günümüzün bana verdiği im- nık oluyor. Yani benim gibi Lehtar da bir kanlar bunlar. Ben de bu imkanları kulla- yolcu aslında. Karakter ve hikaye nasıl doğdu? nıyorum. Bugünün 20 yaşlarında olan gençlerin Kitapta Arap Baharı, Barcelona’daki isyan dalgası gibi tarihsel olaylar var. Ta- dünyalarına çok ilgi duyuyorum. Onlar, İsrihsel bir olguyu bir kurgu eserde işlemek panya’da olsun, Arap ülkelerinde olsun,

Mathias Enard

karmak, selam vermek istedim. Çünkü bunlar beni ben yapan şeylerdi aynı zamanda. Sonra eski gezi kitapları da benim hayatımın bir okur olarak parçası olduğu için, onlarla da paralellik kurdum. Bir de günümüz romanının olanaklarını kullanmak istedim. Bu roman, üç farklı alanı bir araya getirmekten doğdu. Tabii ki, belki derin analizler olmayabilir ama olayları kendi kitabım için kullandım. Karakterim bir gözlemci olarak bu korkunç savaş alanlarında dolanıyor ve gördüklerini anlatıyor. Bunları anlatması belki bahsettiğim gibi, bir yolculuk, gezi romanı olarak düşünün kitabı, karakterimin içsel yolculuğunu da temsil ediyor diyebiliriz. Roman bunları kendi içerisinde öğütüyor. Ortadoğu’daki Arap Baharı dönemini bir özgürleşme süreci olarak mı görüyorsunuz? Emperyalizm olgusunu nereye koyuyorsunuz? Ne olduğunu henüz bilmiyoruz aslında. Hala devam eden bir süreç bu. Suriye’de, Mısır’da, Libya’da olacakları bilmek mümkün değil. Arap dünyası çok çeşitlilik arz eden bir coğrafya. Bunu unutmamak lazım. Suriye’deki durum Tunus’ta olup bitenlerden çok daha farklı, ama her ikisi için de Arap Baharı ile ilgili şeyler söyleniyor. Suriye’nin çok önemli komşuları var, İran gibi, İsrail gibi, Türkiye gibi. Onlar nasıl etki edecekler olup bitenlere belli değil. Dolayısıyla olacakları önceden görmek ve ne olacağını söylemek kolay değil. Belki en azından Tunus için -ki bu ülkelerin arasındaki en küçük ülke o- devrimin daha ileri bir safhaya geçtiğini söylemek mümkün. Belki yakında sorunlarını çözecek kurumlar kurup yola koyulabilirler.

20 yaşlarındaki yeni nesil, benim 20 yaşımda olduğum zamandan çok daha farklı ve çok daha bilgili. Çünkü internet sayesinde dünyada olup bitenlere, popüler kültüre dair, çok geniş alana yayılan bilgiler edinebiliyorlar. Buna özellikle çok ilgi duydum ve bu döneme ait genç bir adamın erginleşmesini, nasıl yetişkin haline geldiğini anlatmak istedim. Böylece o yaşlarda olan Lehtar’ı bu olayların içine sokmak istedim. Bir macera romanı olarak tanımlanıyor kitap. Burada bir tanıklık, tepki, taraf olma isteği var mı, böyle bir hedef güdülüyor mu? Ayrıca kitaplarınızda, kendi başına bir konu olabilecek pek çok şeyi bir kitaba yükleyip aksiyonu yüksek tutuyorsunuz. Ama o konuların da derinliği pek yok. Bu bir teknik mi? Bu romanda üç dört şeyi bir araya getirdim. Birincisi, macera romanlarına, popüler romanlaMa Mathi thias as En Enard ard ile ile Da Daml ra bir şekilde şapka çımlaa Ya Yaz c z c


Aydınlık KİTAP

5

Psikoloji ve koşullar uygun hale geldiğinde Fa izm, kitleleri hor görür. Kad ns olduklar n dü ünerek onlara “tecavüz etmekten” ho lan r. Bunu yapmak için her türlü kurnazl ktan yararlan r ERDEM ATAY

kontrol yöntemleri acımasız bir şekilde baskı altına alınır ve kadın, çocuk bakmakla yükümlü doğurgan anne rolünü üstlenir.

Acıtıcı bir kitle tespiti: “İnsanların düşünememesi liderler için ne büyük şans,” diyor “Kahverengi Veba”nın lideri. Bu DEVLET N Ç NE “Kahverengi Veba” ne mi? Tabii ki Na- NASIL SIZILIR zizm. Lideri de Adolf Hitler. Bakın faşizmin bir başka özelliğini Hayatını proletaryanın devrimine adaGuerin nasıl tanımlıyor: “Faşizm, (…) halk mış Marksist Daniel Guerin’in “Kahvekitlelerini yeterince ele geçirdiğinde ve seçrengi Veba” kitabının ilk basımı 1936 yımen kitlesinin çoğunluğunu olmasa da bülında yapılmış. Habitus Kitap da Volkan yük bir bölümünü saflarına kattığında, ikYalçıntoklu tarafından bugün dilimize tidarı hedefler. Ama işini kendine özgü bir çevrilen kitabı okuyuculara sunuyor. tarzla görür. (…) Ordu ve polis şefleriyle, 1931’den 1936’ya kadar Almanya’daki üst düzey bürokrasiyle işbirliği içinde oldeğişimi göstermeye çalışmış yazar. Gözduğundan kendine güveni tamdır. (…) lemlerden ve dönemin AlTüm psikolojik ve yamanya halkının fikriyatınpısal koşullar uygun dan yola çıkan Guerin, hale geldiğinde hiç zorAlman sosyalistlerin ve lanmadan devletin içine işçi sınıfının tehlikeyi nasıl yerleşir. İktidara sağgöremediğini, yanılgıya lam bir şekilde tutundüştüğünü gözler önüne duğunda, daha önce sermiş. geçici olarak görevlenSeyahat notlarından dirdiği faşist olmayan oluşan kitap iki bölümden politikacıları kolayca oluşuyor. Birincisi Hitler devre dışı bırakır.” henüz iktidara gelmeden Yüzyılın vebası her önceki izlenimler, diğeri de yerden yayılıyor olabilir. Hitler’in iktidara geldikFarkına varamaz bazen ten sonraki Almanya’daki insan. Çünkü uyuştuizlenimler. rucudur bir bakıma. Hitler’in seçimleri kaAynı sosyalistlerin fazanmasının ardından başta Kahverengi Veba, şizmle “omuz omuza” sendikalar olmak üzere bir- Daniel Guerin, Habitus gelmesi gibi. çok alanı işgal eden vebayı, Kitap, Çev: Volkan “Amerika’ya faşizm salgın daha yayılırken yerinYalçıntoklu, 160 s. gelirse ve geldiği zaman, de görmüş yazar. Birebir ko‘Made in Germany’ şeknuşmalardan alıntılar yapmış. Alıntılar linde etiketlenmeyecek; gamalı haç işareti içinde en dikkat çekenlerden biri de sosolmayacak, elbette o, Amerikancılık olayalist bir gazetenin yazı işleri müdürü tarak adlandırılacak” saptamasıyla, faşizmin rafından kaleme alınmış sözleriyle o anki şartlara yönelik bakış açısı: “Yoldaşlar yeni olası gelişme biçimlerini hatırlatmış bizbeyefendilerin eskilerden daha iyi çalış- lere Halford E. Luccock. Kitap daha Hitler’in, Nazi kamplarını masının bizim için bir kazanım olacağını dükurmadan, Polonya’yı işgal etmeden, inşünüyorlar. (…) Naziler emekçiler adına sanlar üzerinde ölümcül deneyler yapadımlar atarlarsa, geçmişteki tüm kin ve öfmadan ve henüz bir savaş başlatmadan kemize rağmen onlarla işbirliği yapacağız.” tehlikeyi haykırmış. Sosyalizmin kabul Kulakların nasıl tıkalı, gözlerin nasıl kör olabildiğine şahit olmuş. Okuyucusu- edilemez ancak çaresiz yenilgisini… Mücadeleler tıpkı Almanya’da olna anlatmış. Faşizm, kitleleri hor görür. Onları za- duğu gibi yeraltına inmeden, kahverenyıf yanlarından ele geçirmekte tereddüt et- gi veba daha küçük bir mikropken başmez. Kadınsı olduklarını düşünerek onlara lamalı diye düşünüyor insan. Çünkü bu “tecavüz etmekten” hoşlanır. Bunu yap- veba mikrobu önce hafızayı siliyor, dümak için zaaflara hitap eden her türlü kur- şünmeyi engelliyor, gözleri kör, kulakları sağır ediyor… Sonra da ya kahverenginazlıktan yararlanır. Aynı zamanda nüfusu artırma için fa- leri giyiyorsun ya da bu veba seni kaşizmin iktidarda olduğu ülkelerde doğum ranlıklara gömüyor…


6

Aydınlık KİTAP

17 MAYIS 2013 CUMA

GÜLDEN TERAZİ

SENDİKASINI SOYAN SENDİKACININ EDEBİYATA NE HAYRI DOKUNUR

İşçi okumazsa işçi edebiyatı olmaz!

yi kötüyü kovar derler. Bizde daha çok tersi olsa da, Genel- , Petrol- ve Sa l k Emekçileri Sendikas (SES), bu anlamda kötüyü kovan, çe itli dallarda sanat ve edebiyat ödülleri veren üç i çi sendikam z. Verdikleri ödüller, bugüne kadar güçlü bir rüzgâr yaratamasa da, i çi edebiyat m za önemli katk larda bulundu u aç k MECİT ÜNAL mecitunal@aydinlikgazete.com Bu yazının ilk bölümünde tahmin ettiğim şey oldu. 2013’ün 1 Mayıs’ında artık iki ayrı Türkiye’nin varlığı kesinleşti. O 1 Mayıs’tan akıllarda, bu gerçeğin yanında, bir de, biber gazıyla dağıtılan kalabalıklar ile başlarına aldıkları darbelerle ağır yaralanan iki genç kızımızın verdiği yaşam mücadelesi kalacak.

ACIMA VE BA I D LENEN GAPON Ben bu bölümde, işte o 1 Mayıs günü birçok tv kanalının aynı anda verdiği öfke ve utançla izlediğim, bu yazı gereğinden fazla öfkeliyse öfkesini, eğer hüzünlüyse hüznünü de borçlu olduğumzihnime çakılıp kalan bir görüntüden söz edeceğim. Ekranlarda “çiçeği burnunda” DİSK Genel Başkanı Kani Beko var. Beko, polisin, Taksim’e gitmek üzere Dolmabahçe ve Şişli’de toplanan kalabalıklara karşı kullandığı şiddeti kınayan bir açıklama yapıyor. Ama kurduğu cümlelerde öfkenin, kızgınlığın zerresi yok; acıma, bağış ve lütuf dileme var. Beko, işçilerin güvenli bir şekilde evlerine gitmek istediğini söylüyor: “Lütfen, bu dakikaya kadar yaptıklarınızı işçilere tekrar yapmayın. Bu insanlar kutsal insanlardır. Onlara saldırıda bulunulmamasını diliyorum,” diyor. (www.hurriyet.com.tr, 1 Mayıs 2013). Beko’nun bu sözlerini bir de bundan hemen önce “Taksim’de kutlanmayan 1 Mayıs, bizim için 1 Mayıs olamaz” sözüyle birlikte değerlendirelim. Konuşmasından adına “barış süreci” denilen parçalama sürecinin fahri akillerinden biri olduğunu anladığımız Genel Başkanlık’taki rüştünü göstermek için olsa gerek, işçi kitlelerinin önüne Taksim hedefini koyarak onlara hak etmedikleri bir yenilgi ve aşağılanma tattıran Beko’nun Papaz Gapon’dan ne farkı var? Beko’nun yakın bir gelecekte temsil edeceği tek bir işçi kalmayacağının ipuçlarını ise, taşeronlaştırma, istihdam büroları gibi hükümet uygulamalarından çok daha önce, araştırma rakamları gösteriyor…

B Ç M LE ÇER K ZARF LE MAZRUF DİSK’e bağlı Sosyal-İş sendikasının 2012’de yayımladığı “Türkiye’de Sendikal Örgütlenme” başlıklı bir değerlendirmede verilen rakamlara göre 2010 yılında 13 milyon 762 bin ücretli sayısına karşılık Toplu İş Sözleşmesi (TİS) kapsamındaki ücretli sayısı 805 bin 525. TİS kapsamındaki ücretlilerin tüm çalışanlara oranı 5,9. Bu oran 1988’de yüzde 22, 2 imiş… Aradaki rakam, ülke nüfusundaki artış dikkate alındığında çok daha büyük aslında. (Ocak ayında Resmi Gazete’de yayımlanan Sendikalar İstatistiği’ndeki rakamlar, herhangi bir sendikaya üye tüm çalışanları kapsadığı için yüksek gibi görünüyor.) Bütün bu görüntü ve rakamların konumuzla çok yakın bir ilgisi var. Çünkü, salt edebiyat alanında değil, toplumsal-siyasal alanda da içerik neyse biçim, nicelik neyse nitelik ya da zarf neyse mazruf da biraz odur. Her şey birbirine bağlıdır. 60’lı 70’li hatta tüm olumsuz siyasal koşullara karşın 80’li yıllarda bir işçi sınıfı varlığından söz edebiliyorsak, buna uygun bir işçi edebiyatı varlığından da söz edebiliriz. Bizde işçi edebiyatının köklü bir geçmişi yok. Bu durum Türkiye’de modern anlamda bir işçi sınıfının ortaya çıkışıyla çok yakından ilgili elbet. İlk işçi eyleminin bundan en fazla yüz yıl geriye gidebildiği, emperyalizme göbeğinden bağımlı kapitalizmin

egemen olduğu bir ülkenin edebiyatından bir “Ana”, bir “Germinal” ya da bir “Bitmeyen Kavga” veya “Gazap Üzümleri” beklemek elbet hayal olur. Ancak bu edebiyatın -köklü bir geçmişi olmasa da- hâlâ okunan, yeni baskıları yapılan klasikleşmiş çok güçlü eserleri, yazarları, şairleri var?

SEND KASINI SOYAN SEND KACI Ne var ki, ortada birçok roman, öykü ve şiir bulunsa da bazı sendikalar bu alanda ödüller düzenleseler de bugün böyle bir edebiyattan aynı rahatlıkla söz edecek durumda değiliz. Çünkü işçi sınıfı yükselen bir sınıf değil. Bir yandan hükümetler, bir yandan işçi örgütlerinin yöneticileri birçok örnekte olduğu gibi sendikaları da işçiyi de bitirdiler. Sendikasını soyan sendikacıdan bırakalım edebiyatı, işçiye ne hayır gelir? Bunun son örneğini Yıldırım Koç Aydınlık’taki köşesinde yazdı. (Bkz., 13 Mayıs günlü Aydınlık, “Otobüs Faturaları’nda tahrifatlar Yol-İş’in soyulması”). İyi kötüyü kovar derler. Bizde daha çok tersi olsa da, Genel-İş, Petrol-İş ve Sağlık Emekçileri Sendikası (SES), bu anlamda kötüyü kovan, çeşitli dallarda sanat ve edebiyat ödülleri veren üç işçi sendikamız. Verdikleri ödüller, bugüne kadar güçlü bir rüzgâr yaratamasa da, işçi edebiyatımıza önemli katkılarda bulunduğu açık. Genel-İş’in yayımladığı, -Tuncer Uçarol’un ödül kazanan

öykülerden seçerek oluşturduğu- “En Güzel Esnaf ve Sanatkâr Öyküleri”, “Bakkal Öyküleri”, “İşçi Öyküleri 2004”, “Timsahın Ağzındaki Usta”, “Kadın İşçiler”, “Çocuk İşçiler”, “Hüzün Dolu İşçi Öyküleri”, “Sonu Mutlu Biten İşçi Öyküleri” bu çabanın somut ürünlerinden bir kısmı. Genelİş’in düzenlediği “Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı Ödülleri”ni kazanmış çeşitli dallarda ayrıca 12 kitap daha var. Genel-İş, Petrol-İş ve SES, bu çabalarıyla en azından işçi sınıfına ait bir edebiyatı yaşatmaya çalışıyorlar. “En azından” ve “çalışıyorlar” sözü gerçekten de durum böyle olduğu için. (Bundan 4-5 yıl önce kadın işçi öyküleri yarışması düzenleyen bir sendikamızın ödül sekreteryasından bir arkadaşın eli kalem tutan birçok kadın arkadaşını sendikayı desteklemek için yarışmaya katılmaya çağırdığını hatırlarım.)

YANITLAMASI ZOR SORULAR Yine de bu durumu bütün çıplaklığıyla, yıllarını işçi edebiyatına vermiş edebiyat eleştirmeni Tuncer Uçarol, kurucusu ve yöneticilerinden olduğu “Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı Ödülleri”nin 10. yılı toplantısında yaptığı konuşmada sorduğu bir soruyla ortaya koyuyor. (Tuncer Uçarol’un konuşma metnini işçi edebiyatı yazarlarımızdan öykücü sayın Celal İlhan sağladı, kendisine teşekkür ederim). Uçarol konuşmasında şöye diyor: “Bu kitapları acaba kaç sendikacımız, kaç işçi, kaç işçi çocuğu, kaç işçi eşi okudu?.. Okuyacak?.. Kaç sendika bu kitaplara sahip çıktı?.. İşçi okumazsa işçi edebiyatı olur mu?.. Dert ortaklığı, kendini tanıma oluşur mu?.. İşçilerle ilgilenen kaç politik kurum, kaç resmi kurum, kaç sivil toplum kuruluşu bu kitaplara sahip çıktı?.. Kaç toplumcu edebiyatçı, kaç toplumcu gazeteci, dergici, kaç toplumcu olmayan yazar, bu kitaplar için bir eleştiri, bir tanıtım yazısı yazdı?.. Kaç televizyon kanalı onca ekonomi programında bu kitaplarla ilgilendi?.. Politikacılar, devlet adamları, aydınlar bu kitapları okumazsa, işçi edebiyatı olur mu?.. Zor durumda olanlarla duyumdaşlık, gönüldeşlik kurulabilir mi? On yıldır düzenli sürdürdüğümüz bu yarışma ve etkinlikleri, son yıllarda düşünüyorum da, boşa mı gidiyor acaba?” Gerçekten de boşa mı gidiyor yoksa?


Aydınlık KİTAP

7

Türk okuruna derin saygıyla... Savc , tutuklanan gencin evinde bulunan üç kitab inceliyor. “Bu kitaplarda herhangi bir sak nca yok. Niçin tutuklad n z?” diye soruyor. Yan t: “Kitap, kitapt r!” herhangi bir sakınca yok. Niçin tutukladınız?” diye soruyor. Yanıt: “Kitap, kitaptır!” Bu cümle ile birlikte, beynimin en Böylesi çıplak gerçekliği yine bütün çıpince kıvrımlarından, incecik bir ağıt yüklaklığı ile ortaya koyan kitapları okuduseliyor benliğime. Anadolu insanının, elğum zaman, devekuşu olasım tutuyor… lerini dizlerine vurarak ama ağzından tek Deve kuşu olup, başımı kuma gömmek bir vaveyla çıkmaksızın, uğunarak tuttuğu istiyorum. Kör, sağır, dilsiz, hatta… Evet ağır bir yas hali bu. Elif elif tozan kar tahatta aptal, geri zekalı, hiçbir durumu alneleri gibi yığılıyor acı içime. Elif’in gılayamayan biri olmak istiyorum. Yok ‘dahha’ dese de yerinyok, bunlar da değil. Ot den kımıldamayan öküolmak istiyorum, ot! Üszü gibi ıhıyor beyin çetüne sabah çiği düşmüş, perlerimin her zerresine. düşünmek ve değerlenSimsiyah bir matem!.. dirmek gibi kaygılardan Kapkara!... Çünkü 12 uzak ve bir ineğin iştahMart’lar bitmedi bu özüla dilini dolayıp cayırt nü sevdiğim memlekette. diye söküp ağzına aldığı 80’de az kitap yakmadı ot olmak istiyorum!.. insanlar arka bahçeleVe bir bakıyorum etrinde. İşte bu yüzden… rafıma ki!... Zaten herOkumanın ve kitabın kes ya ot ya da ot takliönüne çekilmiş onca badi yapıyor! Herkes deriyere rağmen bugün vekuşu. Herkesin üstüne hâlâ okuyan bir kitle varyağan da ölü toprağı. sa, onun önünde değil Canım sıkılıyor… eğilmek, secde edesim Bir Savcının Canım sıkılıyor, çünvar… Not Defteri’nden, kü bu memleket, başka EMİNE SUPÇİN eminesupcin@gmail.com

hiçbir şeyden çekmemiş, Çetin Yetkin, Gürer ALTINI cehaletten çektiği kaYayınları, 156 s. Ç ZD KLER M dar… Orhan Veli’nin, naAğıtların altı çizilir mi? Yahut hansırından çeken Süleyman Efendisi küçük gi çizgi kaldırabilir onca acıyı? Acının ölbir nüve cehalet yanında. çülebilir desibeli var mıdır ki altı çizileBunca serzeniş niye? Ve neden başbilsin? Kitaptaki her öykünün yaşanlık, “Türk Okuruna Derin Saygıyla” dimışlığı, yaşanırken not düşülüp işlenyor? Anlatayım: “Bir Savcının Not Defmişliği sızlatıyor zaten yüreği. teri”ndeki olabildiğine açık ve akıcı bir dille yazılmış gerçek GER YE KALAN yaşam öyküleri yüzünden fsan Zay İnleyen ah’lar var serzenişim. Türk oku! sus muhayyilemde, gerirunun önünde eğilmeye kalan hoş bir seda yok k n me sebep olan hikâye Söz hak değil… Buruk bir de oradan geliyor. 12 çünkü. Bir makarna tat. Hayat, mahkeMart Muhtırası döpaketi ve kömür çuval me koridorlarında neminde, yazarımız miyor?! yet ine ney giyotin kadar kesgörevi başında bir e, enm ö r e, bilm kin ikiye ayırıyor ina, um Ok savcı. Olayı bizzat yaa sanları: Güçlüler ve Zir a! şayan kendisi. Bu tip ayd nlanm zayıflar. Güçlüysen askeri müdahalelerin güçlüye, bu halinle ve ezilenin yanında yer olduğu her dönem gibi, laz ms n!.. alıyorsan (alabiliyorsan) o dönemde de polis, evininsansın. Güçlüysen ve yine de yasak yayın bulunan herde eziyorsan hayvan bile değilkesi tutuklayıp getiriyor. Savcı, tusin. Ya zayıfsan? Sus! Söz hakkın yok tuklanarak üç gün nezarethanede kalan çünkü. Bir makarna paketi ve kömür çugencin evinde bulunan üç kitabı incelivalı neyine yetmiyor?! Okuma, bilme, öğyor. Biri bir aşk romanı, diğeri bir polisiye hikâye, öteki ise bir tarih kitabı. Tu- renme, aydınlanma! Zira güçlüye, bu hatuklayan polise dönüp; “Bu kitaplarda linle lazımsın!..


8

17 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

CAHİLİYE DÖNEMİ ROMANCISI AHMET ALTAN’IN DİNSELLİK VE CİNSELLİK DOLU

Laikliğin çöküşüne sevinç hezeyanı Ahmet Altan, sol dü manl ndan, 200 y ll k bütün kazan mlar m z silmeye cüret eden Cumhuriyet dü manl na evrilen politika ve ideolojinin yaz c s olmu tur. “Son Oyun”da, Cumhuriyet’in en önemli niteli inin, laisizmin y k l yla ya am ku atan dinselli in temel al nd ve me ru k l nd uzun bir vaaz buluyoruz B. SADIK ALBAYRAK bizimsadikalbayrak@gmail.com Öylesine haksız ve zor durumdalar ki, hayatın bütününü koca bir vaazın parçalarına dönüştürmekten başka bir yol bulamıyorlar. Okulda dersi vaaz yaptılar. Zaten camiden çıktı, beş vakit yetmedi; en kitlesel vaazı verecek aleti, televizyonları ele geçirdiler ve 16 saat durmadan vaaz verme gücünde baş imamı evlere, işyerlerine taşıyorlar. Hayat bitmeyen, uzun bir vaaza dönüştürülüyor. Uzun yıllar en çaresiz kaldıkları alandı sanat, vaazlarının bayağı palavralar gürültüsü olduğunu biliyorduk, Ahmet Altan son kitabı “Son Oyun”da yine bunu anlatıyor. Tiyatro salonlarını satışa çıkararak, çürümeye terk ederek, sinemaları yıkarak, kitabevlerinin iflas ettiği şehirlerde, kültür merkezlerinin yerine AVM denilen insan depolarını ikâme ederek sanatın altyapısını dinamitlediler. En zor ele geçirilebilecek edebiyatta da, “muhafazakâr sanat”, best-seller dalgaları halinde üzerimize geliyor. Şimdi vaazlarını bir de kitap biçimine sokup, zamanımızı, kitaplıklarımızı işgal etmek istiyorlar. “Son Oyun” vaaz kültürünün son ve en bayağı ürünlerinden biri olarak, sorgulama, yargılama yetileri silinmiş bestseller müptelalarının eline tutuşturuluyor. 12 Eylül darbesinin yazarlarından biri olduğunu daha ilk kitabıyla, “Sudaki İz”le, ortaya koyan, Yalçın Küçük’ün 1986 yılında “Küfür Romanları” olarak adlandırdığı bu “edebiyat”ın kurucu yazarı Ahmet Altan, yeni kitabında yeni dönemin diline ve estetiğine yani vaaz kültürüne katkı işine girişerek öncü rolünü ıskalamıyor.

ESTET K BE EN S ÇÖKERT LM OKUR “Küfür Romanları”, 1986’dan beri dönemin iktidar güdümlü, sol düşmanı romanını nitelemek için elverişli bir kavram oldu. Bu romanları yazanlar, küfürlerini yükselterek veya lafebelikleri-

YEN ROMAN’IN KL ES

nin arkasına gizleyerek konjonktüre göre üretimlerini sürdürdüler. Sermayeleşen yayıncılık ve basın dünyasının gücünü kullanarak, okuryazar halkımızın edebiyat beğenisini sıfırlayacak ölçüde başarılı oldular. Ahmet Altan’ın roman diye piyasaya sürülen son uzun vaazının okunmasını başka türlü nasıl açıklayabiliriz? Bozuk diliyle, insanı değersizleştiren bakış açısıyla, mantık dışı kurgusuyla, böylesine bayağı bir kitabın okutulması sistemin başarısıdır. 90’lı yılların başında, İnsancıl dergisinde, edebiyatın metalaşmasını göstermeye çalışırken, bu sürecin bu ölçüde ekonomik determinizme dönüşeceğini düşünemiyorduk. Sonuçta, edebiyat, ne de olsa bir bilinç etkinliğiydi ve eleştirel uyaranlara her zaman açık olabilirdi.

Hamburger tüketmekten, moda giysiler satın almaktan bir farkı olmalıydı. Ahmet Altan’ın “Son Oyun”unun okur bulması ve okunması böyle bir farkın kalmadığının acı bir göstergesidir. Artık edebiyat da metadır ve nasıl gdo’lu pirinç, hormonlu domates, zararlarına karşın üretilmeye ve tüketilmeye devam ediyorsa, kapitalist sistem aşılmadıkça buna tam bir çözüm bulamıyorsak, iktidar güdümlü edebiyat da, iktidar gdo’lu roman da aynı gerçeğin bir başka parçasıdır. Gdo’lu besinlerin bedensel sağlığımızı bozma etkisinin benzerini, iktidar hormonlu edebiyat, toplumsal kişiliği zedeleyerek yapıyor. İnsanların bakış açılarını, kendilerine ve başkalarına yönelik düşünce ve duygularını yönlendiriyor. Kısırlaştırıyor ve köreltiyor.

Hakkını vermek gerek; Ahmet Altan, iktidara alabildiğine duyarlıdır, dönemin gereklerini kavramakta ve uygun ürünler çıkarmakta hiç gecikmiyor. Romanları ve gazetecilik çalışmasını bu açıdan incelediğimizde, son otuz yılın sermaye politikalarının soyağacını çıkarabiliyoruz. Ahmet Altan, sol düşmanlığından, 200 yıllık bütün kazanımlarımızı silmeye cüret eden Cumhuriyet düşmanlığına evrilen bu politika ve ideolojinin birebir yazıcısı olmuştur. “Son Oyun”da, Cumhuriyet’in en önemli niteliğinin, laisizmin yıkılışıyla yaşamı kuşatan dinselliğin temel alındığı ve meşru kılındığı uzun bir vaaz buluyoruz. Laikliğin çöküşüne bir sevinç hezeyanı da diyebiliriz. Daha kitabın ilk sayfasında katil olduğunu söyleyen bir anlatıcı ikinci sayfada “tanrı” vaazına başlıyor: “Tanrı’nın kötü ve savruk bir romancı olduğunu düşünüyorum.” Bu tatsız vaazın iskeletini, insanların bütün yaşamını bir romancı türünden belirleyen “tanrı” düşüncesi oluşturuyor. Bunun analizini de Yalçın Küçük’ün “Küfür Romanları”nda bulabiliyoruz, “Yeni Roman”cıların elli yıldır bir klişe haline getirdikleri, gerçekçi romancıya, her şeyi bilip anlatan “tanrı romancı” benzetmesiyle saldırmalarını Ahmet Altan, kitabının sakızı yapmış. Kurguda ve olmayan olay örgüsünde aklına estikçe bu sakızı çiğniyor. Ama yazıcılığına uygun bir düzeyde, “Yeni Romancı”ların benzetmesini tersine çevirerek, romancıyı sorgulamak yerine, “romancı tanrı” benzetmesiyle dinci vaazına entelektüel çeşni katmaya çalışıyor. Sonraki cümle kötü romana açıklama getirmekten çok, tanrıyı doğallaştırma çabasını düşündürüyor. Sözde, tanrı bir romancıdır ve hepimiz onun romanının kişileriyiz. “Yarattığı bütün insanlar arasındaki ilişkileri tesadüfler üstüne kuran, olayların sıkıştığı bölümleri tesadüflerle çözen bir romancıya iyi romancı demem ben.” (s.2) Yaşamlarımızı tanrı yazmaktadır. Bütün vaaz bu düşünceyi eksen alarak sayfa doldurmaya dayanıyor.


Aydınlık KİTAP MAMIN ÖNÜNDE D Z ÇÖKMEK İnsanları çizmeyi, mekânları betimlemeyi beceremeyen Ahmet Altan, dini güzelleştirmek için bütün gücünü seferber ediyor. Romanın anlatıcı kişisi yazarın, uçakta tanıştığı Zuhal, işletmecidir, tekellerde danışmanlık yapıyor, nedense, “imam nikâhı”yla evlenmek istiyor. Aldığı eğitime, yaşam biçimine hiç uymayan, hiçbir mantıksal gerekliliği bulunmayan bu istek, Ahmet Altan’ın uhrevi atmosfer ve güzellik çizimi için gerekiyor. Camideki imam nikâhını şöyle anlatıyor: “Başımı çevirdiğimde, Zuhal’in genç kadının verdiği incecik beyaz bir başörtüyü bağladığını gördüm. Çok güzeldi. Böylesine masum, saf bir kadın güzelliğine daha önce hiç rastlamamıştım. Caminin bir parçası olmuş gibiydi.” (s. 259) Betimleme yoksunu yazar “çok güzeldi”, “masum”, “saf” güzellik kavramlarıyla, son yirmi yıldır, kadının başını türbanla kapatmaya çalışanlardan biri olduğunu göstermek istiyor. Caminin bir parçası olmuş, başı bağlanmış kadının eşsiz güzelliği… Bir otel odasından, hard porno olduğu ima edilen bir çiftleşme sahnesinden çıkıp gelmiş Zuhal’in imam nikâhının sırrı da bu dinci güzellemede gizli. Yazar, roman kişileri için hiçbir gerekliliği olmayan imam nikâhını bu güzellemeyi yazabilmek için araya sokuşturuyor. Devamı da var. “Camiye girdik. İçerisi tertemizdi, aydınlıktı, sessizdi, kilimler pencerelerden giren güneş ışıklarıyla parlamıştı, mihrap sade ve huzur vericiydi. Emekli imamın önünde diz çöktük.” (s. 259) Canlandırmayı beceremeyen yazar bütün iyi sıfatları cami için kullanıyor. “Aydınlık” da buradadır. Kilimlerin “pencerelerden giren güneş ışıklarıyla” parlamasını canlandıramasak da yazarın bize ideal bir ortamı ve eylemi çizdiğini görüyoruz. İmamın önünde diz çökmek; iktidarın ideal insanını Ahmet Altan pek açık göstermiştir. Bir karşılaştırma için gerçekçi edebiyatımıza bakabiliriz. Örnek olsun, Orhan Kemal’ın “Kabak Hafız”ı, 50’li yıllardan beri içine sokulduğumuz dinci karanlığı ve tiplerini anlamak için büyük ipucudur.

TOPLUMSAL KÖTÜLÜ Ü ÖRTEN “GÜNAH” Kitabın en çok kullanılan kavramlarından biri, “günah” kavramıdır. “Son Oyun”un roman değil, uzun bir vaaz olmasının kanıtlarından biri olarak da alınabilir, Ahmet Altan, kötülük kavramı-

nı günahla özdeşleştirerek, gerçekliği tersyüz etmektedir. Dinsel kötülük kavramı günah, çıkar çatışmalarından ve toplumsal ilişkilerden örülü bir yaşamda ortaya çıkan toplumsal kötülüğü göz ardı etmek içindir. Ahmet Altan yazıcılığının toplumsallıkla ilişkisi her zaman ideolojiktir. Toplumsallığı görmemeye, çarpıtmaya ve gerçekdışı, günah benzeri kavramlarla gizemli hâle getirmeye çalışır. “Günah” dinin temel kavramlarındandır. Toplumu dine indirgemeye çalışan dincilere uygun yazıcılık bu kavramı romana izlek yapmıştır. Denilebilir ki, Ahmet Altan, “günah”lı gazete fıkralarının aralarına eklediği yatak odası fantezileriyle ilgi çekmeye çalışarak uzun bir vaazdan roman çıkarmaya yeltenmiştir. Dili bozuk, kurgusu, kişileri bu kadar kötü oluşturulmuş bir kitabı, ciddi bir incelemenin nesnesi yapma eziyetini göze almak da, bu ideolojik niteliğinden dolayı gereklidir. “Son Oyun”, bayağı bir kitaptır, ancak burjuva edebiyatının insana ve topluma bakışının nasıl sınıfsal, hiyerarşik değerlerle yüklü olduğunu görmek için veri deposudur. Ahmet Altan’ın her satırına sinmiş sınıfsal bir bakış vardır. Ancak bu sınıfsallık, toplumsal ilişkilere göre belirlenmiş biçimiyle ortaya konmaz, egemen sınıfın gözünden yapılmış ikili bir sınıflandırmaya dayanır. Yazarın anlatıcı kişisinin gözünden kitaptaki bütün kişiler seçkin, zeki, yakışıklı, güzel olanlar ve bunların karşısında aptal, sıradan, çirkin, nesne konumunda olanlar biçiminde iki sınıfa ayrılmıştır. Birinci sınıftakiler, kitapta adları sanlarıyla yazılanlar hep iktidardakilerdir. Kitabın anlatıcısı, her kişiyi kendisinden üstün mü aşağı mı değerlendirmesine sokar, olaylar karşısındaki temel kaygısı, kendisine sağlayacağı yarardır. Her şeyi böyle bir sınıflan-

17 MAYIS 2013 CUMA

9

mekten vazgeçip teslim olmuştu. O eskimiş vücudu, hafifçe sarkan göğüsleri, dolgun karnıyla beni gerçekten çıldırtıyordu.” (s.189) “Eskimiş vücudu” olan bir insandır ki bu da, insana bir eşya olarak baktığını yeterli açıklıkta gösteriyor. Cengiz Gündoğdu, “İsyan Günlerinde Aşk” kitabı için yazdığı eleştiride, Ahmet Altan’ın cinselliğe ve aşka bakışını şöyle çözümlüyor: “Yazar, körelmiş duyguların üstünde yükselmemelidir. Yazar aşka öyle bir yorum getirmeli ki, ben bu aşk için mücadele etmeliyim. Ama Ahmet Altan basmakalıp, insanın içini bunaltan bir yorum getiriyor aşka. Aşk, kasıkların hazdan sızlaması… Bunun hiçbir yanı insanî değil. Ben bunu bütün kötü romanlarda okudum. Yetmezmiş gibi bir de Ahmet Altan’ın kitabında okuyorum.” (Taşkıran, Cengiz Gündoğdu, İnsancıl Dili Yayınları, s. 148, 2004) Ahbozuk, kurgusu, met Altan “Son Oyunki ileri bu kadar kötü dırma içinden görda” da buradadır. Aşkı olu turulmu bir kitab , mek, sağlıklı bir yazamıyor, yazmaya ciddi bir incelemenin nesnesi ruh halinin ürünü başlayamıyor bile. yapma eziyetini göze almak, olamaz. TopTinto Brass’ın filmideolojik niteli inden dolay lumsal hiyerarşilerinden ibaret bir gereklidir. “Son Oyun” baya bir nin derin izler bıdüş gücüyle olmalı, kitapt r, yazar n n insana ve raktığı, zedeledikitabın kadın kişisi topluma bak n n nas l s n fsal, ği bir ruhsallıkla Zuhal, sevdiğini söyhiyerar ik de erlerle dünyaya yaklaşmak lediği yazara, “Sat yüklü oldu unu sıradan ve olağan subeni!” diyebiliyor ve onu görmek için veri nulmaktadır. Böyle seven yazar, “pezevenklik” deposudur kompleksli bir kişiliğin rolünü üstlenmekte hiç duolağan ve meşru gösterildiği, raksamıyor. Ahmet Altan’ın düş hayatın başkalarıyla kendimizi hep gücü porno filmlerinin de gerisindedir; uykıyasladığımız bir cehennem olarak su- gun “alıcıyı” bulamıyorlar. nulduğu bir kitabı okuyanlar buna nasıl ANCAK BU KADAR B R D L katlanabiliyorlar anlamak zordur. Bozuk bir Türkçeyle sayfalar dolusu C NSELL K: sürüp giden vıdı vıdı. “Eteği hafifçe sıyPARÇALA BEHÇET rılınca diğer bacağının üstüne koyduğu Ahmet Altan’ın vaazında dinsellik ka- bacağının arkası kalçasına doğru bir kadar cinsellik de vardır. Cinsellik, bu rış kadar açıldı.” (s. 186) Tipik bir Ahuzun vaazı okutmak için, aralara serpiş- met Altan Türkçesi örneğidir; “bacağıtirilen parçalardır. Bir zamanlar “seks nın arkası kalçasına doğru bir karış” açılfilmlerinin” arasına konan parçalar ben- mış… Yolculuğa çıkacak; “Orada ne zeri. Kitabın bütününde görülen betim- kadar kalacağımızı bilmediğim için küleme, canlandırma yetersizliği bu parça- çük bir çantaya birkaç gün yetecek kadar larda da var. Ahmet Altan cinselliği de eşya koydum” (s. 109) diye yazıyor. anlatamıyor, parçalar cinsellik konulu va- “Eşya” sözcüğünün valize sığmayacak azlardan öteye gitmiyor. Yazarın kadın er- çağrışımları hiç umurunda değil. kek ilişkisine bakış açısı da benmerkezYalçın Küçük, “Küfür Romanları”nı, ci, hiyerarşik ve erkek egemen nitelikte. 2011’de yeni bir kitaba dönüştürdü: Sevişme değil, kadını “teslim alma”, “Cumhuriyete Karşı Küfür Romanları”. nesneleştirme üzerine kurulu bir ilişkiyi 1986’da eksik kalanlar, Orhan Pamuk ve yazıyor. “Masanın yanında sevişmeye Ahmet Altan’ın sonraki ürünleri, burabaşladık,” diye başlıyor Ahmet Altan, de- ya girdiler. Roman yazmayı bilmediği buvamında şunları okuyoruz: “Bir hayvan rada kayıtlıdır, öğrenme yeteneğinin olgibi parçaladım onu. Ben paramparça et- madığını “Son Oyun” bir kez daha gösmeyi seviyordum. O paramparça olma- teriyor. Roman bir olay örgüsü ve kayı. Vücudunda değmediğim, dokunma- rakterler yaratma sanatıdır. Altan’da dığım, doldurmadığım hiçbir yer kal- ikisini de bulamıyoruz. Yazarın kuklaları, madı.” (s. 111) Ahmet Altan’ın sevişme onun vaazlarını aktarmak için belirsiz bir anlatımı işte budur: “doldurmadığım zamanda ve olmayan mekânda oynahiçbir yer kalmadı.”! Kitap boyunca ken- maktadırlar. dini, “kadınları çok iyi anlayan ve anla“Son Oyun”, Cumhuriyete karşı kütan” bir yazar olarak sunan anlatıcının, für romanlarının, reklam ve pazarlabütün yazabildiği bu kadardır. Cinselli- mayla okuryazar halkımıza kakalanan ğe bu bakışın, estetik bir anlatım oluş- kötü bir örneğidir. Böyle bir kitabı roman turması mümkün olamıyor. Parçalardan niyetine okuyanlar adına üzülmek de bize birinde şunu okuyoruz: “Beni yönet- kalıyor.


10

17 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

CAHİT KAYRA’DAN ANITSAL BİR MİLLİ İKTİSAT TARİHİ

Cumhuriyet ekonomisinin öyküsü Bu çal ma, Türkiye’yi uzun y llar yöneten kadrolar n a rl kl olarak ya hesap uzmanlar kurullar ndan, tefti heyetlerinden ya da planlamac lar aras ndan ç kmas n n ne denli isabetli bir tercih oldu unu da ortaya koyuyor kik Arama Enstitüsü, Etibank, Elektrik İşleri Etüd İdaresi, denk bütçe, düzgün ödeme, Birinci ve İkinci Beş Yıllık Sanayi Planları bu bölümdeki konu başlıkları arasında dikkati çekiyor.

BARIŞ DOSTER

Cahit Kayra, başta Varlık Vergisi olmak üzere, Cumhuriyet tarihimizin en tartışmalı konularında en sağlam kanıtlarla, bilimsel delillerle çalışan, üreten, araştıran bir yazardır. Eski bir maliye müfettişi ve milletvekili olan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak görev yapan Kayra, Tarihçi Kitabevi’nden çıkan ve 3 ciltte tamamlanacak olan “Cumhuriyet Ekonomisinin Öyküsü” adlı kitabının ilk cildinde 1923-1950 arası dönemi inceliyor. kadroların ağırlık“Devletçilik” başlıklı cildin lı olarak ya hesap altbaşlığı “Altın Yıllar: Bozkırdaki uzmanları kurulMucize”. Kayra bu ciltte Cumlarından, teftiş huriyet’in kuruluşundan Demokrat heyetlerinden ya Parti’nin iktidara gelişine dek geda planlamacılar çen dönemde izlenen ekonomi arasından çıkpolitikalarını anlatıyor. masının ne denKitap 455 sayfa, 4 bölümden t li isabetli bir terye oluşuyor. Sonundaki ekler bölühuri ltın Yıllar-Cum A cih olduğunu da münde, incelenen dönemin başbaüsü, nomisinin Öyk ko E ortaya koyuyor. kanları, maliye bakanları, sanayi baKayra, Tarihçi it ah C 1923-1939 dönekanları, iktisat ve ticaret bakanları, kaevi, 456 s. ab it K minin, iki farklı botaj kanunu, 1838 Ticaret Anlaşması, karakterde olduğuna dikdemiryollarının yapımı, devletleştirme kat çeken yazar, 1923-1929 arasının naif bir uygulamaları, ülkemize gelen yabancı proliberal ekonomi iddiası taşıdığını, ancak sisfesörler, Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) sıralanıyor. Ayrıca çok zengin bir kişiler di- temin liberal gibi görünmesine karşın, bu dönemde devletleştirme-milletleştirme ve zini de bulunuyor. ciddi büyük yatırımların devlet tarafından BOZKIRDAK MUC ZE yapılması olaylarının giderek devletçiliğe zeÇalışmanın ilk bölümünde 1923 Tür- min hazırladığını belirtiyor. Kayra, “Eğer kiye’si anlatılıyor. Mondros ve Sevr’in da- 1929 Dünya Ekonomik Krizi olmasaydı bile, yattığı yapının, Türkiye’nin bağımsız ve Türkiye o günlerin ortamı ve koşulları egemen bir devlet olarak tescil edildiği, içinde kendiliğinden, devletin ekonomiyi dü“Cumhuriyet’in tapu senedi” olarak tarihe zenlemesi ve devlet eliyle sanayi kurulmageçen Lozan Antlaşması’nın üzerinde du- sı gerçeğini yaşayacaktı,” diyor. 1939-1946 yıllarında devletin sadece ruluyor. Tablolarla, haritalarla, istatistiklerle, ekonomiye değil, kişisel mülkiyete ve yafotoğraflarla desteklenen eserde Kayra, şam koşullarına da müdahale etmek zo1923 Ankara’sına ve başkentin imarına runda kaldığını, kısa geçiş döneminde yöilişkin çalışmalara değiniyor. neticilerin, çok partili dönemin getirdiği deKayra, kitabına her ne kadar “Ben ğişikliklerin etkisinde kalarak çelişkili kaekonomist değilim” tümcesiyle başlasa da, rarlar içinde bocaladıklarını vurguluyor. hayli alçakgönüllü davranıyor. Zira kitap, onun ne kadar yetkin bir maliyeci ve eko- 1950’lerde başlayan “Karma Ekonomi” dönomi uzmanı olduğunu kanıtlıyor. Dahası neminin karakterinin daha belirgin bir çebu çalışma, Türkiye’yi uzun yıllar yöneten lişki içerdiğini savunurken şu noktaya

DÜNYADA SAVA VARDI

Cahit Kayra

dikkat çekiyor: “Sistem liberal bir görüntü taşır. Gerçekten alınan ve uygulanan kararlar ekonomiyi liberalleştirme yönündedir. Ancak büyüyen ekonominin yarattığı fonlar, bu dönemde oldukça önemli ölçüde, devlet tarafından kurulan kurumlara yöneltilmiş, Türkiye’ye düzensiz ama gelecek için ciddi hazırlık niteliğinde bir sanayileşme zemini hazırlanmıştır. 1980 sonrasında ise hükümetler ekonomiyi liberalleştirme konusunda radikal ve etkin adımlar atmışlardır”.

DEVLET- KT SAD YE’N N ATILIMLARI Kitabın ikinci bölümü “Tek Parti ve Devletçilik” başlığını taşıyor. 1923-1939 dönemini ele alıyor. İzmir İktisat Kongresi, Chester Projesi, İş Bankası’nın kurulması, Tarım Reformu, Kooperatifçilik, Harf Devrimi, Kabotaj hakkının elde edilmesi, Seyyar Sergi olayı, Tayyare Piyangosu, Havuz-Yavuz Olayı olarak bilinen yolsuzluk davası, isyanlar, kapitülasyonlar, gümrükler, 1929 Dünya Ekonomik Buhranı, zaman ve ölçü birimlerindeki yeni ayarlar, Merkez Bankası, demiryolu politikası, Irak ve Musul petrolleri macerası, üniversite reformu, Kadro Hareketi, SEKA Kâğıt Fabrikaları, Kayseri Motor ve Uçak Fabrikası, Osmanlı borçları, Milli İktisat ve yabancı sermaye, millileştirme operasyonu, arazi vergisi ve tahrir işleri, Şeker fabrikaları ve şeker İstihlak Vergisi, Ford Montaj Fabrikası, Cumhuriyet Postaları, Atatürk Orman Çiftliği, Sümerbank’ın doğuşu, Maden Tet-

Kitabın üçüncü bölümünün başlığı ise “Savaş Ekonomisi”, 1939-1946 dönemini kapsıyor. Bu bölümde dönemin özellikleri genel hatlarıyla anlatılıyor. Savaş koşulları, Truman Doktrini, Milli Korunma Kanunu, savaşın finansmanı, Varlık Vergisi, kırsal kesimden alınan vergiler, eğitimdeki gelişme ve Köy Enstitüleri, zirai kombinalar, sağlıkta atılan adımlar, Türkiye’ye yapılan para ve silah yardımları, enerji sorunu, kâğıt para bunalımı gibi konular işleniyor. Savaş döneminin muhasebesi yapılıyor. Dördüncü bölüm savaş sonrası yıllara ayrılmış. 1946-1950 arasını inceliyor. Dönemin genel bir fotoğrafını çekerken, 1946 devalüasyonuna, bankacılık sistemine, üçüncü plan girişimine, politika değişikliklerine, 1948 İkinci İktisat Kongresi’ne, Marshall Yardımı’na, ülkemize gelen yabancı uzmanlara, vergi reformuna, Türkiye’nin altın stokuna değiniyor. Kayra, kitabının sonunda çok önemli bilgiler verirken çok doğru bir siyasal ve mali muhasebe yapıyor. Savaş dönemindeki önemli gelişmeleri, bilim, teknoloji, edebiyat, felsefe, kültür ve sanattaki atılımları kronolojik olarak sıralıyor. Gerçek bir başucu kitabı niteliğinde olan çalışmasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun nasıl da yedi düvele karşı verilen bir antiemperyalist savaş ve ülkede gerçekleşen aydınlanma devrimiyle başarıldığını anlatıyor. Hem insan yetiştiren, hem fabrika kuran, hem köye yol götüren, hem bataklıkları ağaçlandıran, hem bilim ve sanat insanlarının önünü açan Cumhuriyet mucizesinin ekonomik boyutunu ortaya koyuyor. Kayra aynı zamanda da, Cumhuriyet’in birikimini, emeğini, alınterini “babalar gibi satmakla” övünenlere, her biri birer destan olan KİT’lerin “adlarını tarihten silmekle” gurur duyanlara, büyüme ile kalkınma arasındaki farkı bilmeyen sözde ekonomi profesörlerine, “televole iktisatçıları”na adeta ders veriyor.


Aydınlık KİTAP

ARAKABLO

17 MAYIS 2013 CUMA

11

Tevfik Fikret’in geleceğe kaçışı ve gençlik Tevfik Fikret’teki yaln zl k ve gönüllü sürgün duygusu, sonraki bütün bir ayd n birikimimizi derinden etkilemekle kalmam , 20. Yüzy l’da ayd n olgusunun en belirgin özelliklerinden birini evrensel düzeyde haber vermi tir SEYYİT NEZİR seyyitnezir@yahoo.com Tevfik Fikret; düşüncesi, yaşamı ve yapıtıyla edebiyat dünyasını ve aydınlarımızı epeyi uğraştırmış, döne döne tartışılmış öncü yurtsever şairimizdir. Baskı ve silkiniş dönemlerinde ilericiler için güvenli bir sığınak ve umut kaynağı olan şair, yaşamının her döneminde sık sık karamsarlığa da düştüğünden, bu kararsız ruh yapısıyla birçok eleştiriye uğramıştır. Oysa onun büyüklüğünü oluşturan şey, en derin iç sıkıntısı, hüzün ve kederli yalnızlık yıkıntıları altından devrimci umutlarla çıkıp melankolik hallerden silkinerek, bugünde filizlerini yakaladığı geleceğe sımsıkı tutunmasıdır. Tek tek her insanın duyarlığıyla örtüşen bu engin ruh yapısı, toplumsal çalkantıyı bütün dip dalgaları ve tortularıyla içselleştirmenin derin acı ve özlemlerini nice gelgitlerle yaşayıp şiirinde dokumuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar, ona dair yazısını, şu düşünceyle bitirir: “Fikret’in eserinden alınabilecek en güzel ders, onun ferdî bir melâlden büyük bir insanlık ümidine doğru geçişidir. Bu geçişin büyüklüğü onun hayatını bir nevi yüksek ve beşerî bir tecrübe haline getirir.”

TÜRK DEVR M N N A R Fikret; yaşam ilkelerine sıkı bağlılığı yüzünden, daha sonra düşmanlık duygularıyla küstüğü Süleyman Nazif’e dostluk yıllarında yazdığı bir mektubunda, çağı ve kendisini şöyle değerlendiriyordu: “Herkes edepsizliğe hak veriyor; bana diyorlar ki: ‘Zaman haklıdır, akıllıdır; sen budalasın!’ Allah aşkına siz öyle yapmayın, siz bari deyiniz ki: ‘Sen budalasın; fakat zaman haklı, akıllı değildir.’... / 1899” Tarih, o devrin değer yargılarının yanlışlığını gösterdi, Fikret’i haklı çıkardı. Sabiha Sertel, onun bu kaygısını yıllar sonra yanıtladı: “Fikret; yaşadığı devrin değil, gelmesi mukadder olan bir devrin ideolojisini yapmıştır”. Atatürk, Fikret’in devrimci ruhunu Cumhuriyet kuşaklarında görme ülküsünü,

şairin kendisini tanımladığı şu dizeyle bir aydınlanma şiarına dönüştürdü: “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.” Cumhuriyet’i gençliğe emanet etme duygusunu da Fikret’ten aldı, yaptıklarını ve tasarılarını anlamakta zorluk çekenlere onu tekrar tekrar okumalarını ısrarla önerdi.

GENÇL KTE F KRET’ N MAYASI Tevfik Fikret’teki yalnızlık ve gönüllü sürgün duygusu, ülkemizin sonraki bütün bir aydın birikimini derinden etkilemekle kalmamış, 20. yüzyılda aydın olgusunun en belirgin özelliklerinden birini evrensel düzeyde göstermiştir. Gerçekten de Mithat Paşa’yı Tayf Zindanı’nda, Namık Kemal’i Magosa hücresinde boğan istibdadın ardından Balkan, Yemen, Sarıkamış, Dünya Savaşı bozgunları, işgal edilmiş bir vatanda bu duygunun çok derinlere kök salmasına yol açmış, Çanakkale zaferinin bile dağıtamadığı bu sürgün duygusu, ancak destanını Nâzım’ın yine cezaevinde yazdığı İstiklal Savaşı’yla silinmeye yüz tutmuşken, 12 Eylül faşizmiyle gelen koyu karanlık, yaşamın tüm dokularına sızarak bu zehirli duyguyu önce aydınlara, sonra toplumun bütün kesimlerine yeniden bulaştırmış, gitgide yaşamın her anında ve yönünde salgına döndürmüştür. Cemal Süreya ve daha sonra Erdal Atabek, bu kendi yurdunda sürgünlük duygusunun bir genel aydın tepkisi olarak yukardan aşağı yayılışını ve yoğun biçimde yaşanışını ta o günlerde saptadılar. Daha ilginci, Batılı aydın, iki dünya savaşının ardından, bütün bir geçen yüzyıl boyunca bu sürgün ve göçebelik duygusunu yaşadı; sonunda postmodernizmin getirdiği kopuş ve hiçlik uçurumuna usulca inişin olanaklarıyla yetinmeyi hüner saydı. Fikret’in melankolisi, bu nedenle yalnızca kendi ülkesinin değil, dünyanın bunaltısını da imliyor, çıkmazdan çıkış ilmeğinin uçlarını evrensel düzeyde ele veriyordu: Geleceği gençlikte arayıp bulmak... Bu, geleceğin bugünden tasarlanıp örülmeye başlanması, günü atlamak değil, geçmişin bok çukurundan geleceğin tohumlarını kurtarma gi-

rişimidir. Fikret’in düşüncesi ve şiiri, gençliğin özgür birey olarak kendini yaratışının mayasıydı. 68’de bu süreç, Batı’da kendini bir patlayışla açıklarken, Türkiye’de geleneğe dönüşüyordu.

GENÇL K VE EVRENSEL KARDE L K Fikret için bilgi, yaşama geçirilen, yaşamda içselleştirilip onu dönüştürmeyi sağlayan, somut ama evrensel birikimdir, geleceğin bugünde beliren, kendini toprağa salan çelikleridir. Turgut Uyar’da, elli yıl sonra, “bütün mümkünlerin kıyısında” şiire sıçrayan, Fikret’in “gökten yere” indirdiği bu büyüklüğün, “Rabb-i mümkinât”ın [bütün mümkünlerin yaratıcısı insanın] sonsuzluğunu kurtaracak özne gençliktir. Bu nasıl bir olgudur? Bu tıpkı elektrik gibi, tüm sonuçları ve ürünleriyle hem somut hem evrensel bir gerçekliktir. İşte gerçeklik algısı, şairi evrensel yurt ve dünya yurttaşlığı kavramına taşır. Bu kavrayışın ürünü, ulus ve yurt kavramını dışlayan bir olumsuzlama değil, onu içeren ve aşmayı üstlenen diyalektik bir olumsuzlamadır. Halûk’un Âmentüsü şiirinde, “Toprak vatanım, nev-i beşer milletim...” çizgisine gelen şairin bu dizeleri, bir içe doğuşun yansımasından çok, kökleri kendinden altmış yıl geride, Şinasi’de bulunan bir sürecin ürünüdür. Aslında Türk aydını, Şinasi’den beri böyle düşünür: “Vatanım rû-yi zemin milletim nev-i beşer”. Her türlü ulusalcı ve yurtsever girişim, özünde hep somut oluşundan gelen taptaze evrensel kardeşlik duyguları saklar. Nitekim Atatürk de attığı her adımın hem Batı hem de mazlum halklar açısından taşıdığı evrensel değeri gözden ırak tutmamıştır. 2500 yıl önceden, Ergenekon’dan bugüne nice olgunun damar damar dışa vurduğu bu gerçek, Jean Jaurés’nin bizde 68 Kuşağı’nca şiara dönüştürülen tanımına bitişiyor: “Yurtseverliğin azı bizi enternasyonalizmden uzaklaştırır, enternasyonalizmin azı bizi yurtseverlikten uzaklaştırır.” Bu ilkenin Fransa’nın toplumsal yaşamından fışkırması boşuna değildir. Nitekim Fransa, bu ilkeyi içselleştirdiğini Nazilere karşı gerçekleştirilen rezistans (direniş) sırasında göstermiştir. Bugün Türkiye’nin birçok alanda olduğu kadar, Kürt-Türk kardeşliğinin derinleştirilmesi yönünde duyduğu gereksinme de, Fikret’in gençliğe yüklediği Promete göreviyle sağlanacaktır.

Tevfik Fikret

A R, DEVR MC VE ADAM Burada etik ve estetik bağlanma ilkesinin güncelliğini anımsamakta yarar var: Tanpınar’ın Fikret üstüne yukarıda andığımız sözlerinin hemen peşi sıra gelen ve esin kaynağı Yahya Kemal olan son cümlesi aslında derin bir haksızlık içerir: “Eser, şahsiyetin macerası yanında elbette ki ikinci derecede kalır.” Hasan Âli Yücel, bir yazısında bu vargıya yaşamın tarafından katılır: “Bizzat hayat da bir eserdir.” Gerçekte Halit Ziya Uşaklıgil, bu polemiği derin romancı sezgisiyle öngörür, hazırlar ve sürdürür: “Onu [Fikret’i] ne tarafından tutmalı? Şair sıfatıyle mi, sanatkâr sıfatıyle mi, adam sıfatıyle mi? Hele bu son sıfatında o karışık [ve] mu’dil [çetin] idi ki, onun hakkında dostlarından, yakınlarından hiçbiri tam bir isabetle hüküm verememişti; hatta kendisi bile... Yalnız, bir hükme vardık; her şeyden ziyade, her sıfatından fazla bir adam, beşer için mümkün olan kemali şahsında toplayan bir insan enmuzeci [tip] idi.” Hayat ve eser örtüşmesi, Fikret’in yaşamının zorunlu ilkesiydi. Tam da bu nedenle, yani adam oluşla yazar oluşu aynı anda gerçekleştirme ilkesine sadakatten ötürü, başta Mehmet Âkif, Ahmet Haşim, Yahya Kemal ve Nâzım Hikmet olmak üzere, kendinden sonra gelen herkes onun işliğinden geçmiş, konumunu onunla hesaplaşarak seçmiştir. Nurullah Ataç da öyle demiyor mu? “Bugün ülkede yazı yazanların hepsi ondan çıkmıştır.”


12

Aydınlık KİTAP

17 MAYIS 2013 CUMA

KAPAK

Gençlik ne okuyor? Toplumsal hareketlerin dalga dalga geldi i, 19 May s'a do ru gitti imiz günlerde eylemsellik ve isyan etme dürtüsünü en güçlü ekilde içinde bar nd ran gençlik, ilerleyen zamanlarda bunu kitap yönelimine daha fazla yans tacakt r AYDINLIK KİTAP

Gençlik, bünyesinde barındırdığı coşku, hareket, işlenebilir taze bir dimağ ve geleceği var edecek güç olması sebebiyle odak noktası. Günümüz gençliği ise teknoloji ile tanışmış, dahası darbe sonrasının apolitikleşme etkisinin altında büyüyen bir nesil. Bugün her yıl değişen eğitim sistemiyle, o sistemin sınavlarıyla, o sınavların sorularıyla boğuşan, hayatı bunlarla dolan ve her bir adımda kabulleniş ile karşı çıkış dürtüsü arasında debelenen bu büyük güç bütün bu kuşatmaya rağmen kendi seçimini nereden yana kullanıyor diye baktığımızda “karşı çıkış”, “kabullenmeyiş” tarafının ağır bastığını görüyoruz. 12 Eylül darbesi sonrası, "Küçük Amerika" olarak şekillendirilen bir Türkiye'de gençliğin nitelikli okumadan uzaklaştırılması çeşitli yollarla sağlandı. Toplumcu yazının geri plana düşmesiyle beraber artan bireyci edebiyat ve gençliğin gerçeklerden kopartılmasıyla karşılaştık. Hollywood diye adlandırabileceğimiz konu ve anlatım tarzının edebiyata eklemlenmesi sayesinde, “bestseller” bombardımanının had safhaya çıkışı ile gençler bir kuyuya itilmeye çalışıldı. Pohpohlanma sonucu gerici yayınların yükselişi bu ortama eklendi. Bu kuyuya düşen gençler olduğu bir gerçek. Ancak son zamanlarda yıllardır susturma ve uyutmaya dayalı politikalar, Türkiye'de toplumun bütün kesimlerine uygulanan bu baskı yerini başkaldırıya bırakıyor. Elbette edebiyat da bu siyasal yansımaların dışında kalmıyor. Edebiyatın gelişimi her zaman toplumsal gelişmelerle birlikte yol alır. Edebiyat türü ve içeriği tabiri caizse gökten inmez. Toplumcu gerçekçi edebiyatın geri geldiğinden bahsetmiyoruz elbette. Ama başkaldırıyı konu alan edebiyatın gençler tarafından ilgiyle izlendiği söylenebilir. Asi olmak, haksızlıklara ses çıkarmak çok satan edebiyat eserlerinin ana karakterlerinin ortak özelliklerinden.

Yine siyaset kitaplarının gençlik tarafından yoğun bir şekilde okunduğu bir gerçek. Gözlemimiz şudur: Gençliğin kitapla olan bağı güçleniyor. Sunulan kof edebiyatın gençleri kuşatma çabasını görmekle birlikte sadece bu alanı odak almış ve bunun üzerine pedagojik olarak da ilerleyen uzman yayınevlerinin olduğunu görmek dahi umudumuzu korumamızı sağlıyor. Toplumsal hareketlerin dalga dalga geldiği, 19 Mayıs'a doğru gittiğimiz günlerde eylemsellik ve isyan etme dürtüsünü en güçlü şekilde içinde barındıran gençlik, ilerleyen zamanlarda bunu kitap yönelimine daha fazla yansıtacaktır. Genç arkadaşlarımıza sorduk. Yukarıdaki satırları onların yanıtlarından yola çıkarak kaleme aldık. Arkadaşlarımızın yazın ve okuma kültürüne ilişkin görüşlerini keyifle okumanızı diliyoruz. ÇAĞDAŞ CENGİZ (TGB Genel Başkanı) Bugün gençlik ve kitap okumak denince aklına gelen ne oluyor? Şöyle yanıtlayabilirim: Kinetiğe dönüşmesi engellenen devasa bir potansiyel enerji. Gençlik ve kitap okumak denince, bende, edebi yazın dünyasının verimli toprağına atılması gereken tohumların nasıl çöllere, taşlık araziye saçıldığı fikri uyanıyor. Biraz açayım. İlk gençlik yıllarında, lise döneminde yalnızca sınavları geçmek üzere ezberlenen ders kitapları ve test ki-

Beste Çırak, 17 Yılda ortalama 60-80 kitap okuyorum galiba. Tabii bu kitapları okuma sürem kalınlığına, içeriğine ve benim yoğunluğuma göre değişiyor. Kitapların sadece boş zamanda okunacak bir şey olduğuna değil kitap kokusuyla yaşamamız gerektiğine inanıyorum. Aydınlık beyinleri aydınlık kitaplar oluşturacak bana kalırsa. Önemli olduğunu dü-

taplarıyla bir öfke birikimi yaratılıyor. Bir de şu internet mevzusu var. Bilgiye hızlı ulaşmak… Ama hangi bilgiye? Daha çok yanlış ve yalan bilgiye hızlı ulaşım sağlanıyor. Sistemin bilgi üretim merkezleri, daha çok manipülasyon merkezleri işlevi görüyor. Gençlik bir özne olmaktan ziyade nesneleşerek yönlendiriliyor. Gençliğin ufkunu açacak en etkili araç olan kitaba yabancılaşması için her türlü ortam mevcut. Ancak elbette, her tohum içerisinde gizil bir güç taşır. Bazen gerektiğinde betonu deler fidan verir. Gençlik her türlü olumsuz koşula rağmen, doğru bilgiye ulaşmanın kaynaklarına bir şekilde ulaşıyor. Anlık, saniyelik bilgi akışının bilinç bulandıran işlevini reddeden ve uzun soluklu okumala-

şündüğüm bir şey var ki kitaplar okunmaları için yazılır. Kişisel kitaplık oluşturma arzusuna anlam veremiyorum. Öyle kitaplıklar gördüm ki sanki yazarlar başka evrenler için yazmış, çürüyorlar... Bu konuda şanslı olmalıyım ki içinde bulunduğum arkadaş grubunda ortak kullandığımız geniş bir kitaplığa sahibiz. Sanat, politika, araştırma, tarih, psikoloji, öykü ve şiir kitapları okuyorum. Aslında ilgimi çeken

rın, kitabın işlevini kavrayan gençler de elbette var ve sayıları her geçen gün artıyor. Kitap piyasasında gençliğe yönelik bir kuşatmadan bahsedebilir miyiz? Elbette. Bakkalda, süpermarkette reçel kavanozunun yanındaki raftan bile geliyor kuşatma. Billboardlarda, gazetelerde dev reklamlar... Her kuşatma ya kaleyi fetheder ya da yarılır geçilir. Ancak kuşatmanın öznelerinin çapsızlığı da bir gerçek. Bir dizide, filmde görece sağlanabilen hızlı bilinç bulanıklığını bir kitap aracılığıyla yapmak çok daha zordur. Çünkü kitap okuyan kişi en nihayetinde zamanının yöneticisidir. Okuma eylemi film ya da diziler gibi 1-2 saate sıkışmaz. Muhakeme yapma potansiyeli daha büyüktür. Kuşatma, dışarıya çıkmayı zorlaştırsa da, içeriyi fethetme kabiliyetinden de yoksun. Bu kuşatma, yarılması çok da zor olmayan bir kuşatmadır kanımca. Sosyal medya ya da teknoloji gençlerin okuma alışkanlıklarına katkı mı sunuyor yoksa köstek mi oluyor? Sosyal medya ve teknolojinin olumsuz özelliğine ilk soruya verdiğim cevapta dikkat çekmiştim. Ancak, şunu da ifade etmek gerekir. Sistemin bize yönelttiği her silahı ona karşı kullanmamız mümkündür. Sosyal medyayı ve teknolojiyi reddetmek mümkün değil. Doğru olan bu araçları en etkili şekilde kullanmaktır. Yalana karşı gerçeğin kılıcı olarak. Yakın çevrendeki gençleri düşün. Gençlik ne okuyor? Yakın çevrem daha çok TGB üyesi olduğu için çeşitlilik olabildiğince fazla. Politika ve edebiyat ise en çok ilgi çekenler. Özellikle bir üretim faaliyetinin içinde bulunan farklı alanlardan pek çok genç arkadaşım da uzmanlaşmak istediği alana özgü kitaplara yöneliyor. Burada kolektif bir paylaşım iklimi kitap okumanın zeminini yaratıyor. TGB toprağı gayet verimlidir.

her şeyi okumaya çalışıyorum. Şu an özellikle içinde bulunduğuz durumda kendimizi siyasi teori açısından geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda derinlemesine araştırmamız gerekiyor. Aynı zaman diliminde farklı kitaplar okuduğum oluyor. Mesela bir şiir ya da öykü kitabı her zaman okunabilir. Orhan Kemal, Jack London, Özdemir Asaf, Aziz Nesin, Jose Mauro de Vasconcelos,

Cemal Süreya, Rıfat Ilgaz, Yıldırım Koç, Erich Fromm, Turan Dursun, Can Yücel, Nazım Hikmet, Yusuf Atılgan, Gabriel Marquez... aslında bu listeyi çok uzatabiliriz :) Şu an Tugay Şen'in "Atatürk ve Teşkilatçılık" kitabını okuyorum. Atatürk'ün teşkilatçılığa verdiği önemi ve teşkilatçılığın bugün için de en önemli güç olduğunu anlamamız için önemli bir kitap.


Aydınlık KİTAP

KAPAK

17 MAYIS 2013 CUMA

13

Ceyla Çengelli, Sakarya Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği (19)

Ayda ortalama 2 kitap okuyorum. Bazen bu sayı artabiliyor. Yılda yaklaşık 30 kitap okurum. Siyasi kitap veya kişisel gelişim kitapları okuyorum. Sevdiğim yazarlar Attila İlhan, Erdal Atabek, Nazım Hikmet, Zülfü Livaneli.

Şu an okuduğum kitap Attila İlhan'ın “Kimi Sevsem Sensin” kitabı. Sonrasında da “Hangi Atatürk” kitabını okumayı planlıyorum. Attila İlhan'ın Atatürk'e bakışını iyi yansıtan bir kitap olduğunu tahmin ediyorum.

Begüm Özgün Erdoğdu, Maltepe Üniversitesi (19)

BEYZA AVCI, SKENDERUN L SES (16) Yılda 50 ve daha fazla kitap okurum Bilim kurgu ilgimi çekmez. Onun dışında bana bir şeyler katabileceğine inandığım her türde kitap okumaya çalışıyorum. Okuduğum kitaplar hissettiklerime göre değiştiğinden yazarlara takılı kalmıyorum. Ama Nazım Hikmet, Sheakespeare, Agatha Christie, Zülfü Livaneli

gibi isimlerin kitaplarını daha büyük heyecanla okuyorum. Şu an Ayşe Kulin'in "Hayat" kitabını okuyorum. Kitap, yazarın hayatını anlattığı ve seri halinde yazdığı bir eser. Kolay ilerleyen, okuması rahat ve keyifli bir anlatımı var. Kitaba farklı bir hayatı görme şansı tanıdığı için başladım.

Mert Gezici, Habira Yahşi Anadolu Lisesi, (16) Yılda 20-25 civarında kitap okuyorum. Kitap yerine dergi tercih ediyorum çoğu zaman. Yazılar daha kısa olduğu için dikkatim dağılmadan okuyabiliyorum. Tarih, siyaset, felsefe kitapları ve roman okuyorum. Yabancı yazarlardan Franz Kafka, Tolstoy, Dostoyevski; yerli yazarlardan da Ömer Seyfettin,

Oğuz Atay, Sait Faik, Oktay Rifat. Siyaset ve felsefeyle ilgili olanlarda Marx, Engels, Lenin, Mahmut Esat Bozkurt, Doğu Perinçek, Ferit İlsever. Türkiye'nin içinde bulunduğu şartları ve geçmişi daha iyi kavrayabilmek için Doğu Perinçek'in "Kemalist Devrim" serisini okumak istiyorum.

Yılda kaç kitap okursun? Toplamda otuz altıyı buluyor. Her ay genelde 3 kitap okuyorum ama bazı kitaplar kalınsa o zaman ayda iki kitabı ancak bitirebiliyorum, çünkü bir yandan üniversite sınavına hazırlanıyorum. Ne tür kitaplar okursun? Polisiye ve psikolojik gerilim türündeki romanları seviyorum. Dramatik hikayeler de zaman zaman ilgimi çekiyor. O yüzden rafımda o türde kitaplar da var. Sevdiğin yazarlar? Tess Gerritsen, Jean-Christophe Grange, Agatha Christie, Kahraman Tazeoğlu, Anne Rice, Tolstoy ve Victor Hugo. Şu an okuduğun ya da okumayı planladığın kitap ne? Şu an Maksim Gorki’nin “Yirmi Altı Adam ve Bir Kız”ını okuyorum. Ardından ise E.L. James’in “Özgürlüğün Elli Tonu” adlı kitabını okuyacağım. Sonra da T. Gerritsen’ın “Asla Arkana Bakma” ve “Kemik Bahçesi” adlı kitaplarını, Grangé’ın “Taş Meclis”ini ve Kahraman Tazeoğlu’nun “Kıyısızlar”ına geçerim. Neden?

“Yirmi Altı Adam ve Bir Kız”, dedemin kütüphanesinden bana kalan bir kitap. Daha önce Gorki’yi hiç okumamıştım. Onun üslubu ve hayal gücünü merak ettim. “Özgürlüğün Elli Tonu”nu ise bir arkadaşımdan dinledim. Ana karakteri ilgimi çekti. Serinin ilk iki kitabını okumuştum zaten.


14

17 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

TEKİN SÖNMEZ İLE ‘ANKARA DÜŞERKEN ERZURUM VE BARDEZBALDOORUK AİLESİ’ ÜZERİNE

Bu topraklarda alegori bir yüzleşmedir H.HÜSEYİN YALVAÇ

Anka/cılar’ın yanılgısı da burdadır. Ayrılıkçı Kürt Ayaklanmaları bu “muhalif olma dinamiklerini”, İslamcı meSayın Tekin Sönmez, baş kişi Cevval Bey taforlarla Ankara’nın kuruluş yıllarında ekseninde, yarım yüzyıllık süreçte insa- “kafir devlete” karşı kullanmadı mı? Bu nî, siyasî ve ekonomik dokuya yaklaşır- denemelerle birlikte, Türkçe algı dili ile ken “Ankara Düşerken Erzurum ve Bar- oluşan çevrelerin bir bölümü “pan isdezbaldooruk Ailesi” adlı son romanı- lamcı” büyük “cihatlı” kalkışmayla daha nızdaki ana izleğiniz nedir? sonrayı beklemektedir. Ana izlek Ankara’nın kuruluşuna “Muhalif olma ruhu” diyorum. “Mukatılan büyük, köklü balcı, arıcı bir aile halif olma dinamikleri” demek daha uyve çevresidir. Aile ve çevresi ve tek tek ki- gun. Farklı varyasyonlarla ana izlek ve şiliklerle karşımıza çıkan toplumsal kat- onun çevresinde öbeklenen öteki izlekların “Ankara algısı” var, ana izlekte. Na- lerle, kimi yerde dolaylı ve ironik bir teksıl bir Ankara algısı? Anka/ra mı? nikle, yazınsal metnin inceliği ile, roman An/kara mı? Hangisi? Daha başlarda yir- sanatının gücüyle “Ankara Düşerken Ermili yıllarda oluşan Ankara algısı, bu- zurum ve Bardezbaldooruk Ailesi” bu olgünkü sonucu göreceli tayin etmiş ve so- guya biraz da nükte eşlikli ışık tutma çanucun gerçekleşmesi için daha o yıllarda basındadır. Şimdi burada ve “bu roman(paçaları sıvamış) toplumsal fren meka- da ana eksene koşut ilerleyen” alegorik nizmalarını uyuyan güzellerle, zamanı ge- ya da nükteli bir bakışla “muhalif olma lince tetiklemiştir. Daha sonra bu algı ruhu” nedir diye soracaksınız. Bunları bir “Ankara düşerken” katmerlenerek top- açıdan Cevval Bey’in zihinsel izleklerinlumsal sözcü ve gözcü de, devasa pistonlarıyla rolü de üstlenir. çağrışımlı uçuşan devasa Sevgili Yalvaç, sen de şimendiferlerle birlikte, debilirsin ki, Hıristiyan bir vasa mikrofonlarıyla göktopluma karşı çıkış, inanyüzünde uçuşan minare dırıcı muhalif dinamikler alegorilerinde görebiliriz. de ister. Bu dinamikler, Romanın şiirsel dili ve İslamcı kılgı ile muhalebiçimsel yapılanmasını anfet zırhına bürünür. Rolatı/okur bağlamında nemandaki “ana izlek” diye reye oturtabiliriz? yönelttiğiniz soruda bu “Daha önceki Marissa “muhalif olma hali” sarEpos”, “Söylence Berlin”, sılmaz ve eskimez bir “Ben Aras” gibi geliştireolgu boyutunda çok derek kullandığım bana özgü rin ve acılı bir yaşanmışbir roman dili oluşturdum. lıkla karşımıza çıkmak“Ankara Düşerken Erzutadır. 1917 Bolşevik Dev- ‘Ankara Düşerken Erzu- rum ve Bardezbaldooruk rimi sonucu, bu toprakla- rum ve Bardezbaldooruk Ailesi”nde, öteki romanrı tek kurşun atmadan Ailesi’, Tekin Sönmez, lardaki dile koşut ve fakat terk ederek giden Rus orbiraz daha akışkan bir kulSay Yayınları 288 s. dularının, devrimle bağvara taşıdım anlatıyı. İlk laşık barışçı tutumu bile, bu “muhalif olma saydığım romanların ardından yazdıruhu”nu, değiştirememiştir. ğım ve yayınladığım “Pera da İstanbul” Neden değiştirememiştir? adlı denemelerimdeki geçişkenlik tekÇünkü o bölgede bir “Nargin Adası” niğini, dil işçiliğini ve çağrışımcı akışesareti yaşanmıştır. Bu esareti yaşayan kanlığı bir anlamda bu romana, roman halk katmanları “muhalif olma ruhu- boyutu ile taşıdım. Bu tür akışkan dil, öznu”, buradan; İslami metaforlar kullan- dek olarak Türkçenin içyapısındadır. ma istenciyle alırlar. Devrimci metaforlar Bu tür, sizin deyiminizle, “romanın şiirkullanma istenciyle değil. sel dili”, şöyle ki çağrışımcı kulvar TürkAnkara’nın kuruluşunda ta o günler- çenin rotasını doğru algılamadır ve bude, bu “muhalif olma dinamiği” siperde nunla ile birlikte bu anlatı, bu algı kulkalır. Fırsat bekler ve “demokrasi tram- varında kendi okurunu arayacaktır. Bu vayı” adı altında Menderes’le şans bulur, okur güncel planda vardır. futbol terminiyle fazla pozisyon vermez. Romanda Ankara, Erzurum, İstanbul

ve köy ilişkileri hem birbirinden ayrı imlemeleri saptarken, insan odaklı bir birleşmeyi de ortaya koymaktadır. Ana temayı “insan çözümlemesi” olarak belirtebilir miyiz? Evet. Toplumsal humanist ve bireysel humanist odaklı iki bakış... Bu bir yüzleşmedir. Bireyin kendisiyle yüzleşmesi ne kadarsa, toplumun kendi katmanlarıyla yüzleşmesi de o kadardır. Türkçe algı dağarında “muhalif” bir Deli Dumrul söylencesi var. Bu geleneksel öyküde İslamcı hegemonyanın örtülü yöntemi de var. Bilimle içsel bir toplum dokusu olduğu için bu durum Faust’ta daha farklı ortaya çıkar. Her ne olursa ve nerede olursa olsun, toplumsal olanla, bireysel olanın çatışması, bireyin kendisiyle çatışmasını da getirir. “Faust”ta da, Deli Dumrul’da da bunlar var. Modern dünyada, bireyin kendi içindeki öteki kişinin vicdanı ile yüzleşme ise Cevval Bey kişisinde olduğu gibi güncellik bulur. Bu yüzleşme bu topraklarda ister Şems ister Mevlana alegorisi ile olsun, ister melamilik alegorisi ya da ister Baba İshak, Bedrettin ile olsun, sonunda bir yüzleşmedir ve temelde bu bir tür çözümleme yöntem efekti sağlar. Bu ortamın yarattığı “muhalif olma hali”, örnekse bir “Nargin Adası” esareti yaşanan çevrede “Kafir Çarlık” algısı ile güçlenir ve kendisine yeni bir “muhalif olma” gerekçesi bulmakta gecikmez. Bilimden yana çağcıl ölçeklerle kurulmaya başlayan Ankara, bu anlamda yeni düşman olacaktır. Cevval Bey aile içinde bu konumda, “laik ve atesist” olarak algılanır ve daha ileri uçlarda “kafir ve ‘zındık” olmadığını tıpkı Cumhuriyet imgelemi gibi kanıtlamak ister. Enerjisini bu konuda kendisini savunmaya harcayan Cevval Bey tıpkı Ankara gibi düşer, tıpkı Faust gibi süreç boyu evrilme, dönüşüm yaşar. Goethe, “Ankara Düşerken Erzurum ve Bardezbaldooruk Ailesi” adlı romana neden girdi? Cevval Bey’in zihinsel izleklerinde.. devasa pistonlarıyla çağrışımlı uçuşan devasa şimendiferler alegorisi gibi, Cevval Bey’in içinde yaşayan ve onu iki açı-

dan aşan ve hem onu hem de romanı evrensel kılan, evrensel boyuta indirgeyen bir açılım dinamiğidir Goethe. Neden bu böyledir ve neden Deli Dumrul değil de Faust’tur? İlkin bu bir roman geleneği olarak Alman roman okulunu kulvar olarak seçen bir romandır. Ayrıca Türk romanı son on, yirmi yıl içinde Araf’ı Ortadoğu sarmalında aramaktadır. İki açıdan bu böyledir ve tartışmaya açıktır. Bakın oysa Araf kutuplarda da olur, İnka’da, Oğuz Şamanlık’da da, Brahma da, Tao’da, Budha’da da olur. Araf’ı salt Ortadoğu bağlamında görmeğe karşı bir alegoridir. Goethe ki, o da kendi Araf’ına çıkmıştır ve fakat romanın anayurdu olan bir Araf’tır bu. Ortadoğu bu anlamda roman sanatına daha uzaktır. Şöyle ki Goethe’nin varoluş nedeni, bilimsel araştırmacı Faust alegorisi ve onun evrilmesiyle oluşan Mefisto alegorisi ve yaşamsal örgüleri ile Cevval Bey’in varoluşu ile evrensel insan algısı, evrensel dil algısı Türkçe ile örtüşmektedirler. Evliya Çelebi dili ile son on - yirmi yıldır yazılan romanlar Ortadoğu dil Araf’ını sanal bir mercekle aramaktadırlar. Goethe imgelemi, bu anlamda Almancayı hem evrensel diller düzeyine çıkaran bir yazarlık imgelemi olması, hem de bilimsel açıdan Faust ve Mefisto imgelemleri ile ve Dante’den sonra bu konuyu evrensel insan düzeyinde işleyen bir yazar olarak Goethe imgelemi burada Cevval Bey sarmalı ile sahne almıştır. Şöyle ki, Faust gibi bir Cevval Bey alegorisi bu ülke koşullarına ve Türkçeye göre bir açıdan örtüşen dünyalar anlamındadır.


Aydınlık KİTAP

17 MAYIS 2013 CUMA

15

Trenler gelir geçer anılardan 21 yazar n tren yaz lar n n derlendi i “Trenler Kalkar Haydarpa a’dan” okuru keyifli bir yolculu a ç kar yor. Keyif bir yana, fark nda olmadan ö retiyor “İçimden trenler geçiyor” diyor yazar, “Her saat geçiyordu. Sanıyordum ki, o yolcular o büyük yapıya, Basmane GaGitmekten, varmaktan, yolda olmaktan rı’na varıp kurtulacaklar... Babam hepbaşka bir şeydir tren yolculukları. Kalk- sini koruyacak, amcamın evine yerleştığını haber veren düdük sesinden her tirecek; kuzenlerle hemağuş olacaklar, ne kadar eskisi kadar gürültülü olmasa sonsuz mutluluğa karışıp kaybolacaklar.” Basmane Garı’nın tozları hala üsda yol boyunca size eşlik eden tıkırtısı, tümde iken kendimi birden Hindisrestoranı, kompartımanları, uykusu, tan’da buluyorum, Elif Köksal’ın dedimolaları ile apayrı bir dünyadır trenler. ği gibi, çocukluğumuzdaki gibi, çocukDevir değişir, dünya değişir, yol deların kendi kendilerine büyüdüğü bir ğişir ama hiçbir yolculuk tren kadar şiidünyada… Kasvetin, kederin ve kastre yakışmaz. En çok tren camına yakışır bir kadının yüzü özlerken, bir adamın ların ortasında bile dünyanın şifalı bir yer olduğunu yenikarşılaması, yeni bir den hatırlatıyor hayatın başlanması. Köksal. Bir göç, bir karar, Tuna Kiremitbir vazgeçiş, bir araçi’nin girişi ise biryış… den bir şeyi hatırlaBanliyö treni mi, tıyor: “Günümüzde Doğu Ekspresi mi trenler hakkında yoksa Hindistan’da yeni bir şey söylemı Avrupa’da mı? mek, yeni bir edebiEskişehir’den İstanyat akımı başlatmak bul’a mı gidiyoruz kadar zor. Çünkü yoksa anılardan rüönceki yüzyıl tren yalara mı? edebiyatını her açıdan hem tüketmiş Ç NDEN hem de aşılamayaTRENLER cak doruklarla doGEÇEN natmış.” Tam da bu YAZARLAR cümleleri okudukYıllardır Ezginin tan sonra pratik haGünlüğü dinlerim, yatımızda o kadar Hüsnü Arkan’ın baTrenler Kalkar çok yer almasa bile basının makinist ol- Haydarpaşadan, Haydar Ergülen, zihnimizde, hayaliduğunu bu kitapla mizde, özlemimizde Kırmızı Kedi öğrendim, zaten duneden bu kadar tren Yayınevi, 264 s. rup dururken neden merakı, tren yolculuve nasıl öğrensin ki ğu sevdası olduğunu insan böyle bir şeyi? Öğrenince ise daha iyi anlıyorum. Bülent Ecevit’in , başka bir şey oluyor, bir şey tamamla- “Takalar geçiyor allı-yeşilli” şiirinden nıyor. Bir tren istasyonunda bir ünifor- yola çıkan Kiremitçi “Deniz çocukları manın parlak düğmeleri. Trenin daha az takalara bakarken ne hissederse, kara hayatımda olduğunu hatırlıyorum bu ya- çocukları da trenlere bakıp onu hissezıyla ve içime bir şey dokunuyor. Ar- der aslında. Trenler de takalar gibidir; kan’ın dediği gibi adını unuttuğumuz her yükle ve yürekle doludurlar her daim. şey trenlere mi binip gitti yoksa? Anadolu’nun rayların üstündeki uzan-

LEYLA GÜÇLÜ

tısı gibidirler. Hem geleceğe hem de geçmişe doğru uzanırlar aynı anda. Bu halleri onları lüks otomobillerden daha güzel yapar. Daha vefalı, daha insancıl.” diyerek bizi alıp götürüyor. Gültekin Emre “Neden rüya gibi değil? Öyle bir tren olmadı da ondan. Olmuştur da benim bilmediğimden. Eğer bir kez Orient Ekspres’e binmemişsem Kurtalan Ekspres, Mavi Tren, Fatih Ekspresi, Kara Tren... Nasıl rüya gibi olur? Hele Berlin’den Bağdat’a kadar o upuzun yolu gıkı çıkmadan gidip gelen trenle yolculuk yapmamışsam rüyalık bunun neresinde?” diyerek hevesinde olduğumuz bütün yolculukları önümüze seriyor. Bazen de çocukluğumuza Merih Akoğul ile beraber gideriz. Onunla beraber sınarız yeniden cesaretimizi trenlere kaçarak bindiğimizde. Onunla beraber trenden atladığımızda kahraman oluruz.

TÜRKÇEN N EN UZUN KEL MES Tren çocukluk, tren aşk, tren değişmek, tren hep aynı kalmak ama en çok tren hep hatıra. Başka hiçbir yolculuğun karşılamayacağı kadar hafızada yer ediyor nedense ve hep onun üzerinden bir şey şekilleniyor gibi. Feridun Andaç’ın dediği gibi bütün bekleyişlerin ve gitmelerin eşiğinde trenler ve istasyonlar. Nursel Duruel’in mektupla buluşturduğu trenler.

Her yazarın trenle kurduğu dünya bana başka türlü asla anlatılmaz kendine dair bir özlemi dile getiriyor gibi geldi. Eskilerin bir insanı ya yolculukta ya sofrada tanırsın demesi gibi ben de sevdiğim pek çok yazarı trenleri anlatmasından tanıdım. Çocukluklarında, özlemlerinde, hayallerinde, dünyalarında neler olduğunu tren anılarından öğrendim. Trenin “edebiyatın içinden” yanı yazarların hayatına ışık tuttu bu kitapla. Haydar Ergülen’in dediği gibi tren belki de Türkçenin en uzun kelimesi ve işte bazen de en çok düşündüren kelimesi. Gültekin Emre “Tolstoy, küçük bir tren istasyonunda son nefesini verirken ne düşünüyordu acaba? Anna Karenina için biçtiği yazgı aklına geldi mi?” diye sormuş. Siz ne dersiniz? Belki de tren en çok yazgıyla alakalıdır.


16

17 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

Türk Aydınının Türkçülükle sınavı Azerbaycanl Hüseyinzade Ali Bey, Petersburg Üniversitesi’nde gördü ü devrimci ö renci hareketlerini, stanbul’da T p Fakültesi’nde birkaç arkada ile birlikte, Narodnik harekete benzer ilkeler çevresinde ba latacakt r HALİT PAYZA Türklerde milliyetçilik düşüncesinin gecikmesinin gerekçelerinden biri ve en başlıcası Osmanlı İmparatorluğu’nun yapısal düzeninden kaynaklanır. Bu yapısal düzen içerisinde, imparatorluk topraklarında yaşan etnik gruplar ve uluslar; Osmanlı’nın “millet sistemi” adı verilen yönetsel yapısı içerisinde, idari ve dinsel özerkliklerini yitirmeden örgütlenmişlerdir. Osmanlı farklı etnik grup ve ulusların yönetimlerine ve inançlarına karışmamış, kendine bağlı ama özerk bir sistemle denetim altında tutmayı yeğler. Kaan Turhan, “Dilde, Fikirde ve İşte Birlik /Akçura-Galiyev-Gaspıralı-Gökalp” kitabının önsözünde, Fatih Sultan Mehmet ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun “İslamiyet öncesi Türk devlet gelenekleri”, “İslamiyet kuralları”, “fethedilen yerlerdeki düzen” olmak üzere üç ana unsurun egemen olduğu bir yönetsel, yapısal düzeni geliştirdiğini belirtiyor. 17. yüzyılda coğrafi keşifler, merkantilizmin ortaya çıkışıyla birlikte Osmanlı geleneksel düzeni çöker, imparatorluğun ticari yaşamı Müslüman olmayanların eline geçer. Her ne kadar buna karşıt, II. Mahmut’un Osmanlı Müslümanlarından oluşan “Hayriye Tüccarları” ticari yaşama katılsalar da çöken düzeni onarmada başarılı olamaz. 1838’de Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması ile birlikte emperyalizm imparatorluk içine çöreklenince de, Osmanlı sanayi ve ticareti dış pazarlarla rekabet edemez. İmparatorluğun çöken düzeninin yerine, yinelenen değil yenilenen b i r dü-

zenin kurulması kaçınılmazdır. Böyle bir sis- caktır. Rusya’da başlayan halkçılık akımı, temin kurulabilmesi ise çok uluslu ve Osmanlılarda; Balkanlar üzerinden, -özelözerk yönetsel bir sistem üzerine değil, im- likle de Bulgaristan’daki “Halka Doğru” haparatorluk sınırları içerisinde yaşayan, reketinin savunucusu aydınların “köycülük” aynı düşünsel içerikli yeni bir ulusun oluş- hareketiyle- Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali Bey, Yusuf Akçura gibi turulması ile gerçekleştiriaydınların düşüncelerinlebilecektir. Bu hızlı çöküden, Ermeni aydınlarının şü durduracak, Osmanlının başını çektiği milliyetçi Taşitibarını yeniden kazandınak hareketine karşı “sosracak yeni bir akımın sahyalist” Hınçak hareketinin neye çıkması gecikmez. Bu siyasal görüşlerinden alısistemin adı Türkçülüktür. narak gelecek ve gelişeTürkler arasındaki millicektir. yetçilik -Türkçülük- akımıKitaba adını veren nın çok geç başlamasının “Dilde, Fikirde ve İşte Birtemel gerekçesi, Osmanlik” sloganı İsmail Gaspılı’nın “monarşik, teokratik, ralı’ya ait. İttihat ve Tekültürel ve sınıfsal” yapısıdır. rakki Cemiyeti’nin kuruTürkçülük akımının orluşunun gerekçesi budur. taya çıkmasında ve yapılanmasında öncü olan aydınlar, Dilde, Fikirde ve İşte Azerbaycanlı Hüseyinzaözellikle dışarıdan gelen Birlik/Akçura-Galiyev- de Ali Bey, Petersburg ÜniTürk kökenli aydınlar ola- Gaspıralı-Gökalp, Kaan versitesi’nde okurken oracaktır; Yusuf Akçura, İsmaTurhan, Doğu Kitabevi da gördüğü devrimci öğrenci hareketlerini, İstanil Gaspıralı, Sultan Galiyev, bul’da Tıp Fakültesi’nde bunlara bizim aydınlarımız olarak da Ziya Gökalp, Namık Kemal, Tev- okurken birkaç arkadaşı ile birlikte, Narodnik harekete benzer ilkeler çevresinfik Fikret’i gösterebiliriz. de kuracaktır. Yusuf Akçura da benzer bir TÜRKÇÜLÜ ÜN biçimde “İslamiyet, Türklük, modernHALKÇILIK M RASI lik” ilkelerini Tarar çağdaşlaşmasından Türkçülük akımı, sanılanın aksine eko- Osmanlı’ya taşıyacaktır. Yusuf Akçura, nomik yapı içerisinde değil, dil ve tarih ça- Sebilürreşat mecmuasında 18 Haziran lışmaları ile ortaya çıkmaya başlar. Bu akı- 1921’de yayımlanan makalesinde; emmın yazınsal karşılığı “Genç Osmanlı- peryalizmin 13. yüzyılın ortalarında Doğu lar”dır. Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi Sorunu’na eklemlendiğini, Avrupa serTanzimat Dönemi’nin yazar ve şairleridir. mayesinin Osmanlı hükümetinin sarrafİlk kıvılcımı çakan Şinasi, Rusya’da başla- lığını yaparak ülkeye girdiğini, daha sonyan “halkçılık” hareketinden etkilenecek, ra keyfi harcamalar için yapılacak yeni halkçılık düşüncesini Narodniklerden ala- borçlanmalarla, maden, nakliyat, demir-

yolları, limanlar, tütün işletmeleri gibi imtiyazların ele geçirdiğini söyler.

BENZEMEK DE L YAPAB LMEK Akçura’nın “İslamiyet, Türklük, modernlik” olarak adlandırdığı üçlü ilkelerini, Ziya Gökalp, 1912’de yazdığı kitabında “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” olarak yeniden adlandırarak ortaya koyar. Narodnik hareketin yazınsal uzantısı ise Ömer Seyfettin’dir. Halka Doğru dergisi bu akım üzerine sade bir Türkçe ile yayın yaşamına katılır. Halka Doğru dergisinin yazarları arasında Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali, Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Doktor Âkil Muhtar Özden gibi isimler var. Dergi Celal Sahir yönetiminde haftalık olarak yayımlanır. Önemli bir farkla; “Halkçılık” kavramı Osmanlılık olarak değil “Türkçülük”olarak kullanılır. Gökalp, çağdaşlaşmayı; yaşamsal ve biçimsel olarak Avrupalılara benzemek olarak değil, Avrupalılar gibi “zırhlılar, otomobiller, uçaklar yapıp kullanabilmek”olarak nitelendirir. “Ne zaman bilgiler ve sanayi malzemelerini aktarmak ve satın almak için,” Avrupalılara gereksinim duymazsak “o zaman çağdaşlaşmış olduğumuzu” anlayacağımızı söyler. Kaan Turhan, “Dilde, Fikirde ve İşte Birlik /Akçura-Galiyev-Gaspıralı-Gökalp” kitabında Osmanlılıktan Türkçülüğe uzanan yolun yapıtaşlarını döşüyor. Bunun için özellikle bu akımın fikir öncülerinden saydığı Akçura, Galiyev, Gaspıralı ve Gökalp’tan çokça yaptığı alıntılarla göstermeye çalışıyor. Alanındaki önemli çalışmalardan biri olarak kitaplıklardaki yerini alıyor.


Aydınlık KİTAP

17 MAYIS 2013 CUMA

17

Mumcu’dan Kansu’ya Rabıta takibi I k Kansu, U ur Mumcu’ya vah ice b rakt r lan noktadan ald , takip etti “Rab ta’n n Zab tas ” adl kitab nda gösteriyor ki, emperyalizm ve i birlikçisi taraf ndan sab rla ve inatla, oya gibi i lenerek olgunla t r lan “kasa – masa” projesi meyvelerini vermi ALİ TARTANOĞLU Bir cumhuriyetçi aydın, davet edildiği bir konferansta karşı devrimci şeriatçıların hırslarına ve kinlerine seslenerek: “Atatürk’ün, Cumhuriyet’in nesine düşmandırlar anlamıyorum. Camiler mi kapatıldı, ezanlar mı sustu, namazları mı engelleniyor, oruçları mı engelleniyor?” Orada bulunan şeriatçılardan biri cevap verir: “Bunları zaten yapamazdınız. Siz bizi masadan ve kasadan uzaklaştırdınız.” Aslında bütün mesele bu: Masa ve kasa! Yani “tarikat, siyaset, ticaret…” Maksat kasadır; kasa için masada (buna iktidar, devlet de diyebiliriz) olmak; dini de bu amaçla kullanmak gerekir. Hıristiyan kapitalistler, kendi halklarını sömürmek için Hıristiyanlığı daha az kullanır; ama Müslümanları sömürmek için Hıristiyanlığı da Müslümanlığı da dibine değin kullanmıştır, kullanır. İncil, özellikle Afrika’da bu sömürünün aracı olmuştur. Kenyatta’nın dediği gibi, İncil’i verip, onların topraklarını almışlardır. “Yeşil Kuşak”, “Ilımlı İslam” da hep bu sömürünün aracıdır. Komünizm olmasa da aracıdır. Çünkü asıl maksat sömürüdür, masa-kasadır. Yoksulluk da zenginlik de hep kaderle açıklanır. Allah öyle takdir etmiş zengin, böyle takdir etmiş fakir olmuşsundur. Bunu tartışmak, sorgulamak günahtır.

seliverir. “Paranın dini imanı yoktur!” Atatürk ve Cumhuriyet, ülkemizde Osmanlı’dan miras bu işleyişin çarkını kırmıştı. Karşı devrim çapulcuları ve arkalarındaki yerli, ama özellikle yabancı ağababalarının canı bu yüzden çok acıdı. Ama sabırlıydılar. Sakin sakin derlenip toparlandılar, açık ya da gizli hazırlandılar. Kasaya ulaşmak için önce masaya oturmaları, iktidar mührünü ve asasını ellerine geçirmeliydiler. Sonra o mühür ve asayla kasaya nasıl hükmedeceklerini onlar çok iyi bilirlerdi. Camilerin önünde yahut kurdukları sayısız vakıfla, dernekle para toplaya toplaya, insanların inançlarını, korkularını sömüre sömüre hayli palazlanmışlardı. Ama devlet masasına oturmak başkaydı. Üstelik bu hazırlıklar sadece karşı devrimci gericilerin bir marifeti, bir başarısı da değildi. Türkiye Cumhuriyeti, ülke yönetiminde yönünü emperyalist Batı’ya çevirdiği andan itibaren sola, emeğe, halka, aydınlanmaya karşı ve sermayeyi kollamak için daima ve giderek artan bir ivmeyle dini kullanmıştı. Çekirdek devlet “biz bunu kontrol ederiz, iplerin ucu bizim elimizde” diye düşünüyordu. Soldan ve komünizmden ise ölesiye korkuyor ve nefret ediyorlardı, ama asıl engel Atatürk ve cumhuriyet idi.

GER C L BUGÜNE GET REN DEVLET

devlet kurumları oluşturuluyordu. Demirel bu nedenle 1960’ların başında “böyle giderse on sene sonra tamamen Amerikan düşmanı bir gençlik oluşacak. Tedbir almak lazım” diyordu. Veya 1987’de Köprü dergisine yaptığı açıklamada bu nedenle “Eğer Tevhidi Tedrisat’la İslam dini arasında bir çelişme, bir uyuşmazlık varsa, Tevhidi tedrisat İslam’a uyacaktır, uymalıdır; İslam, Tevhidi tedrisata değil” demekteydi. 1967’de, Atatürk’ün ordusunun komutanlığından, yani genelkurmay başkanlığından cumhurbaşkanlığına sıçratılmış Cevdet Sunay bu nedenle “bugünkü gençlik tehlikeli. Onun I k için sivil liselerin yerine imam haKansu tipleri geliştiriyoruz” diyecekti. Komünizmle Mücadele Derneği’ne, İlim Yayma Cemiyeti’ne, Milli Türk Talebe Birliği’ne, Ülkü Ocaklarına bu nedenle kol kanat gerilecekti. 12 Eylül, bu nedenle Türk-İslam sentezini devletin resmi ideolojisi haline getirecek, bu nedenle yurt dışındaki yurttaşlarımızın dinsel ihtiyaçları için içi titreyip Rabıta parasıyla oraya buraya imam gönderecekti. Büyük bir plan uygulanıyordu.

MUMCU’DAN 1940’lardan itibaren I IK KANSU’YA M RAS

devlet ve çekirdeği, solu, komünizmi engellemek adına, iplerin ucunun ve kontrolün D N ELDEN kendi elinde olduğunu saG D YOR! narak Köy Enstitüleri’ni, Müslüman ülkelerde, Halkevlerini yok etmeseydin denince, Allah denindi, toprak reformunu yapce ahali donar kalır. Censaydı, tarikatların, tekkeleneti vaat et, karnını doyurin-zaviyelerin önünü açıracak kadarın dışında her vermeseydi, din dersini, şeyini al!.. Cahil bırak… imam hatip okulunu devlet Cahil ve yoksul insan az politikası olarak uyguladüşündüğü, soru sormadımasaydı, bugün ne şeriat, ğı, “tevekkeltü taalallah” ne bölücülük bu tepe nokdediği için çok daha kolay talara gelemeyecekti. yönetilir, çok daha kolay Seferberlik Tetkik Daikandırılır. “Din elden giresi, Özel Harp ve sairede, Rabıtanın Zabıtası, diyor” denince bir de güzel sorguya alınanlara ilk soru Işık Kansu, um:ag koruma, tetikçi, bekçi, mudoğrudan “niye Amerika’ya Yayınları, 120 s. hafız oluverir, öldürür. karşısın” oluyordu bu neBu arada Hıristiyan kadenle. Elemanlarının Amepitalistlerin yerli işbirlikçileri de dünyanın zen- rikalarda, Almanyalarda teorik, Korelerde uygin siyasetçileri arasında en üst sıralara yük- gulamalı sorgu-işkence eğitiminden geçtiği

Uğur Mumcu, Rabıta olayıyla bu gizli-açık hazırlıkların ipuçlarını, başlangıcını yakalamıştı. Olay olay, kişi kişi sergiliyordu. Tarikat boyutunu, siyaset boyutunu, TÜSİAD’lı, TOBB’lu ticaret-sermaye boyutunu, Cevdet Sunay’lı, Faik Türün’lü asker boyutunu… Olmadı. Biçtiler Uğur Mumcu’yu. Onunla birlikte başka engelleri de temizlediler. AKP’ye adeta bando mızıka arz ettiler masa ve kasayı. Masa ve kasa karşılığında ne yapacağının dosyasını da önüne koydular elbette. O da şimdi becerebilirse son noktayı koymak üzere. Bölücülük, şeriat ve emperyalizmin bu kadar güzel anlaşmasında şaşılacak yan yok. Hiçbiri Atatürk’ü, Cumhuriyet’i, laikliği, Türkiye’nin tam bağımsızlığını, 29 Ekim’i, 23 Nisan’ı sevmiyor, istemiyor; emeği, dengeli bölüşümü, birinin yiyip birinin bakmamasını düşünmüyor. Işık Kansu, Uğur Mumcu’ya vahşice bıraktırılan noktadan aldı, takip etti gümüş tepsideki masa-kasa projesini. Görmüş ve “Rabıta’nın Zabıtası” adlı kitabında gösteriyor ki

Kansu, emperyalizm ve onun her türlü gerici işbirlikçisi tarafından sabırla ve inatla, oya gibi işlenerek olgunlaştırılan bu proje meyvelerini vermiş. En azından insan malzemesi, kurumlaşma, masaya oturma, kasayı açma açısından vermiş. İşkenceci asker ve polislerin “Amerika’yı niye sevmiyorsun” sorusuna, işkenceye ve işkencecilere de pek gerek yok artık. Devletin neredeyse bütün masalarında ve kasalarında imam hatip mezunu Amerika ve sermaye severler oturuyor. Uğur Mumcu bunu çok yazmış, çok söylemişti. En son olarak da ölümünden iki gün önce 22 Ocak 1993 tarihli yazısında… 1969’da kanlı Pazar günü bir yandan Dolmabahçe’de Amerikan 6. Filosu’na secde ederken, öte yandan satırla, bıçakla Amerikan emperyalizmine karşı çıkanları kesenler, Komünizmle Mücadele derneklerinin, İlim Yayma cemiyetlerinin, Milli Türk Talebe Birliği’nin, Ülkü Ocaklarının yetiştirdikleriydi ki, bunları Uğur Mumcu’dan öğrenmiştik, şimdi gölgesi kendinden büyük masal canavarları olarak şimdi masaların ve kasaların başında ülke satıyorlar. Bunları da Işık Kansu’dan öğreniyoruz. Gençliklerini Mumcu, bugünlerini Kansu… Üstelik… Ne Milli Şef, ne Menderes, ne Demirel, ne Özal, ne Cevdet Sunay imam hatipli değildi. Necdet Özel de, Kemal Kılıçdaroğlu da değil. Ama devlet artık imam hatipli.


18

17 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

YENİ ÇIKANLAR

Kas rga - Aera!

Kad n Sorunlar Sözlü ü

eytan Tangosu

Frans z Filozofu Kimdir?

Kemal Anadol, Do an Kitap, 150 s.

Bozkurt Güvenç, Cumhuriyet Kitaplar , 130 s.

Laszlo Krasznahorkai, Can Yay nlar , Çev: Bülent im ek, 328 s.

Jean - Louis Fabiani, stanbul Bilgi Üniversitesi Yay nlar , Çev: Alev Er, 158 s.

İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’nın pek çok ülkesi gibi Yunanistan da Nazi Almanyasının işgaline uğradı. 1941’de başlayan işgal sonucu, Yunan Kralı II. Georgios, Kahire’de İngiltere’nin himayesinde bir sürgün hükümeti kurdu. Aynı sıralarda anakara Yunanistan’ında ve Ege Adaları’nda Yunanistan Komünist Partisi’nin önderliğinde faşizme karşı direniş başlatıldı. Kurtuluş Savaşı biteli daha 20 yıl bile olmamışken, geçmişi unutan Türk halkı, casusların cirit attığı bir siyasi ortamda, Hitler’in açlıktan öldürdüğü Elenlere Kurtuluş ve Dumlupınar gemileriyle bin bir güçlükle insani yardım yetiştirmeye çalıştı.

Çoğu canlılar gibi iki cins olarak doğuyor, yaşıyor, var oluyoruz. Çoğu canlılardan farklı olarak, kendi yarattığımız kültürlerin sağladığı eğitim sürecinde, türdeşlerimizi unutup cinselliğimizi abartıyor, birbirini anlamayan, karşıt hatta düşman gören kadın ve erkek kişilikleri, dünya görüşleri yaratıyoruz. Ezelden beri var olan sorunlar, “modernite”, çağdaşlaşma ya da değişim/dönüşüm dönemlerinde çeşitlenip büyüyor. Bir “sözlük” gibi herhangi bir harf veya sorundan başlanabilir. Mizahi fıkra ve kutularda ciddi bazı sorunlara geniş bir kaynakçadan seçilmiş çözümler öneriliyor.

Yaşamın fiilî olarak durduğu bir Macar köyünde, güz yağmurları başlamıştır. Gelecekten umudunu, birbirine güvenini, içindeki iyilik duygusunu, dayanışma ruhunu yitirmiş insanlar, o diyardan gitmenin planlarını yapmaktadır. Bir kurtarıcı arayışı, yıllar önce öldüğünü sandıkları Irimias’ın dönüşüne dek sürer. İnsanlar ilk kez birlik içinde davranır ve kendilerini Irimias’ın kararlarına teslim ederler. Simgelerden yola çıkarak anlatır Krasznahorkai, yaşamı; olay örgüsünü bir döngü etrafında biçimlendirir. Sürekli ağ ören örümcekler, gökte dönüp duran kargalar, başıboş atlar, birbirinin tekrarı mevsimler...

Fransız filozofu figürü, çağımızın entelektüel tablosunda kuşkusuz önemli bir yer tutar. Aşırılıkları, tuhaflıkları, ders verme biçimi, giyimi kuşamı kimilerince fetişleştirilse de, Fransız filozofunun geçtiğimiz yüzyıldaki yetişme şekli, çalışma pratikleri ve genel olarak ait olduğu toplumsal alan pek bilinmez. Jean-Louis Fabiani’nin eseri işte bu büyük boşluğu dolduruyor: Fransa’da 1880’den beri felsefenin bu denli önem kazanmasını sağlayan etkenler neler olabilir? Fabiani, çağımızın büyük düşünürlerini birer sosyolojik aktör olarak okurken, düşüncelerinin doğup geliştiği kültürel bağlamın kodlarını da bizler için anlaşılır kılıyor.

Film Ele tirdisi

Ayk r A klar

Yalandan Kim Ölmü

Demokrasiye Geçi

Lale Kabaday , Ayr nt Yay nlar , 256 s.

Na ide Gökbudak, Nemesis Kitap, 378 s.

Orhan Baykal, U ur Dündar, Bilgi Yay nevi, 248 s.

Mahmut Golo lu, Bankas Kültür Yay nlar , 512 s.

Film eleştirisi, film ile izleyici/okuyucu arasında sanatsal bağın kurulması için güçlü bir aracı konumundadır. Sinema çalışmalarının en önemli alanlarından birini oluşturan film eleştirisi, filmle ilgili bilgi vermenin çok ötesine geçen bir yaratım olarak kabul edilir. Film eleştirisi, disiplinlerarası ilişkiler kurularak, filmin, sosyolojik, ideolojik, psikolojik, felsefi, tarihsel bağlamda incelenmesini sağlar. Bu doğrultuda film eleştirisi, popüler okumalar değil, derinlemesine çözümlemeler gerçekleştirir. Kitap, kuramsal çerçeve ile sinemamızdan örnek çözümlemeleri biraraya getirerek bu alandaki büyük bir boşluğu doldurma amacındadır.

Dört yapraklı yonca uğur getirir derler. Adı, kendisine şans yerine keder getiren gencecik bir kızdı Yonca. Çocukluğunda da, genç kızlığında da köyün gözdesiydi. Yurdunda yaşanan karışıklık; köyünü, ailesini ve kendisini talihsiz bir serüvene sürüklerken, onun asıl şanssızlığı aşka dair hissettikleriydi. Aşk, herkes için hayatı ve zamanı daha değerli hale getiriken, Yonca için baş etmesi güç bir savaşa dönüşecekti... Aşk, insanlara bahşedilmiş en güzel duygu. Peki bu duygu, bazı insanlar için nasıl tersine dönebilir? Naşide Gökbudak’ın kaleminden, bir solukta okuyacaksınız...

Tek kanallı siyah-beyaz TRT televizyonunda yaşanan trajikomik olaylar… Uğur Dündar’ın Sözcü gazetesindeki, medyamızın bugünkü acınası durumunu gözler önüne seren makaleleri ve TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nda yaptığı, genç gazeteciler için adeta bir manifesto özelliği taşıyan açıklamaları… Dürüstlüğü, doğruluğu, halkın gerçekleri öğrenme hakkını savunmayı yalnızca gazetecilik ilkeleri olarak değil, bir yaşam biçimi olarak da benimseyen Uğur Dündar ve Orhan Baykal’ın birikimleri, medyamızın nerelerden geçtiğini ve nerelere geldiğini açıkça ortaya koyuyor.

Goloğlu, “Demokrasiye Geçiş”e, Demokrat Parti’nin kuruluşuyla başlıyor. Bu süreçte meclis içinde ve dışında yaşanan büyük tartışmaları, 1946 seçimlerinin gerçekleştiği siyasi atmosferi ve sonrasını, Türkiye’nin değişen politika dengelerini ele alıyor: Karşıt siyasi görüşlerin çatışmaları, parti içi hizipler, yeni kurulan siyasi partiler, Avrupa Kalkınma Projesi adı altında kabul ettirilen Marshall Planı, Atlantik Paktı tartışmaları... Türk siyasi hayatında başlayan yeni bir dönemin öncesi ve sonrasının belgeleriyle birlikte incelendiği “Demokrasiye Geçiş”, Goloğlu’nun Türkiye Cumhuriyeti Tarihi külliyatı için tamamlayabildiği son kitabıdır.


YENİ ÇIKANLAR

Aydınlık KİTAP

17 MAYIS 2013 CUMA

19

Uyan

Kara Güne

Histeri

Araname

Mark Nepo, nk lâp Kitabevi, Çev: Mehmet Gürsel, 536 s.

Nicholas Clarke, K rm z Kedi Yay nevi, Çev: K vanç Güney, 496 s.

J.D. Nasio, Say Yay nlar , Çev: Pelin Ayd n, 184 s.

Hulki Aktunç, Semra Aktunç, Yap Kredi Yay nlar , 104 s.

Hayattan ne beklediğinizi bilmiyorsanız, bu kitaba bakmanız yeterli. Şair ve öğretmen Mark Nepo, bu kitabında gündelik yaşamdan hikayeler anlatıp, basit gerçeklere ve aslında insan için neyin önemli olduğuyla ilgili küçük bilgiler vermekle kalmıyor, bilge kişilerden ilham almamızı da sağlıyor. Her gün için, hayatta katılımcı olmayı başararak istediğimiz hayata sahip olmamıza yardım etmek amacıyla tasarlanmış sıradan ama derin bilgece uygulamalar öneriyor.

“Kara Güneş”, Batı’da giderek daha geniş kitleleri etkileyen ırkçı “Aryan” fikirlerin ve neonazi hareketlerin ideolojik ve siyasi perspektiflerini inceliyor. Antisemitizmin, liberalizm ve etnik azınlık düşmanlığının hangi dinamikler üzerinden Aryan kültleriyle, paganizm ve ezoterizmle, Antarktika’daki Nazi UFO’ları inanışlarıyla ve Doğu dinlerinden gelen etkilerle harmanlandığını araştırıyor. Batı ezoterizmi ve Nazi ideolojisi alanlarında uzman Prof. Clarke’nın geçmişte yaşanan büyük felaketin bir kez daha yaşanmaması amacıyla kaleme aldığı bu çalışma, yazarın “Nazizmin Gizli Kökenleri” kitabının da devamı niteliğini taşıyor.

Bir kişinin veya bir davranışın histerik olduğunu söylediğimizde ne düşünüyoruz? Nasıl histerik oluyoruz veya bu hastalıktan nasıl kurtuluyoruz? Histerik kişinin cinsel hayatında çektiği acı nedir? Erkek ve kız çocuğunda histeri kendini nasıl belli ediyor? Erkek ve kadın arasındaki ilişki histerik bir hal almaya, yani gücün sevgi, nefret ve arzuyu yönlendirdiği yöneten-yönetilen arasındaki bir güç ilişkisine dönmeye neden bu kadar elverişlidir? J.D. Nasio, histeri üzerine olan psikanalitik yaklaşımı okuyucuya iletmek arzusuyla modern histeri hakkında sorulan tüm bu sorulara bir psikanalist, bir psikiyatr olarak cevap veriyor.

Semra ve Hulki Aktunç’un Ara Güler’le dostluklarının bir ürünü “AraName”. Ev sohbetlerinde konuşulanlar, Ara Güler’in anlattığı anılar, Aktunçlar’ın Ara Güler’e bakışları, onun kişiliği ve sanatını yorumlayışları kitabın ilk bölümünü oluşturuyor. İkinci bölümde Ara Güler’in çok bilinen İstanbul fotoğrafları ve onların yanına Aktunçlar’ın iliştirdiği mini kurmaca metinler var. Üçüncü bölüm ise Ara’lı bir aile albümü... “AraName”, nihayetinde anılar, denemeler, öyküler barındıran bir söyleşili fotoğraf kitabı. Aktunçlar’ın kalemiyle Ara Güler objektifinin buluşup seviştiği şık ve coşkulu bir eser.

Semboller Nas l Okunur?

ABD’nin Askeri Müdahaleleri

Hiçbir ey Eskimez Mutluluk Kadar

Corto Maltese: Bir Kez Daha O Kibar Korsanlar

Clare Gibson, Yap Endüstri Merkezi Yay nlar , Çev: Cem Alpan, 256 s.

Haydar Çakmak, Kaynak Yay nlar , 576 s.

Oscar Wilde, Alakarga Sanat Yay nlar, Çev: Burcu Yalç nkaya, 80 s.

Hugo Pratt, NTV Yay nlar , Çev: Alev Er, 40 s.

Kitap, yeryüzünde eski çağlardan günümüze sanatta kullanılan sembollerin zengin kavram dünyasını ayırt edip anlamayı amaçlayan pratik bir giriş kitabı. Farklı kültürlerin sembollerinin anlamlarını, kökenlerini, anlatım ve tasarım biçimlerini yaratıldıkları coğrafyalara göre gruplandırarak belirli temalar çerçevesinde inceliyor. Bu küçük ve sevimli cep kitabı konuyla ilgili akla gelebilecek her türlü soruya görseller eşliğinde kısa ve öz cevaplar veren bir rehber. Kitap dünya üzerindeki farklı kültürlerin tarih boyunca sanat eserlerinde ve tasarım nesnelerinde kullandıkları sembolleri keyifle “okuyarak” kavramamızı amaçlıyor.

ABD Silahlı Kuvvetleri 1775’te kurulmuş, ilk yurtdışı ve ilk Atlantik ötesi müdahalesini 1801’de Kuzey Afrika’da Berberi Savaşları’na katılarak yapmıştır. Bu tarihten günümüze kadar dünyanın çeşitli bölgelerine ellinin üzerinde askeri müdahalesi olmuştur. ABD’nin 1800’lerden bu yana dünya çapında yürüttüğü askeri faaliyetleri ve emperyalist müdahaleleri açığa çıkaran incelemelerden oluşan bu kitap, on beş farklı üniversiteden otuz dört akademisyen tarafından yaklaşık bir buçuk yıl içerisinde hazırlanmıştır. Prof. Dr. Haydar Çakmak, tarafından yayına hazırlanan bu kitapta uluslararası ilişkilerde ülkemizdeki literatür eksikliğini gidermiştir.

Arkadaşlarımı görünüşlerine, tanıdıklarımı karakterlerine ve düşmanlarımı ise zekâlarına göre seçerim. “Hayat, enfes anlardan oluşan kısa ve tatsız bir dönemdir.” “Etkileyici olan sadece iki çeşit insan vardır: Her şeyi bilenler ve hiçbir şeyi bilmeyenler.” “Uğruna yaşanan tek şey zevktir. Hiçbir şey eskimez mutluluk kadar.” Oscar Wilde’nin aforizmalarında onun zekâsının olgunlaşmasını ve büyümesini görürüz. Wilde’nin iğneli sözleri sadece edebi içeriği ve ilettiği mesajlar için değil, zekâsının daha iyi anlaşılmasını sağladığı için de okunmalı.

Bir kez daha o kibar korsanlar… “Biliyor musun çingenenin biri bana ‘bir gün ölecek olursan çevrendeki herkes seninle birlikte ölecek’ demişti.” Corto Maltese’in elinde bir sinek ası vardır; balina kemiğinden yapılmış ve Korsan Baraküda’nın Karayipler’deki kayıp bir adaya gizlenmiş hazinesini bulmaya yarayacak dört astan biridir bu. Öteki kartlardan biri sadık düşmanı Rasputin’de, diğeri ise Baraküda’nın torunu esrarengiz Bayan De Poincy’dedir. Corto’nun onlarla birlikte hareket etmek ya da hazine avını tek başına kazanmak arasında seçim yapması gerekecektir.


20

Aydınlık KİTAP

17 MAYIS 2013 CUMA

ÇOCUK - GENÇ

Futbolun Picasso’su İREM HALIÇ irem.halic@hotmail.com

En pahal otomobillere binen Ronaldo’nun çocukken ya ad evde, annesinin yer kapl yor diye çama r makinesini tavana ast n biliyor muydunuz? Nas l bir odada büyüdü ünü hayal edebildiniz mi?

Yeşil sahalarda rüzgar gibi esen, reklam filmlerinde boy gösteren, dünyanın en zengin futbolcularından biri olan Ronaldo’nun, yoksul çocukluğuna, dinmeyen hırsına ve ilk aşkına dair neler biliyorsunuz? Spor spikeri Uğur Önver, Çizmeli Kedi Yayınları’ndan çıkan “Sokak Çocuğu Ronaldo” isimli kitabında, Ronaldo’nun akrabalarından, dostlarından ve medya kaynaklarından topladığı bilgilerle, Ronaldo’nun pek bilinmeyen yönlerini anlatmış. En pahalı otomobillere binen Ronaldo’nun çocukken yaşadığı evde, annesinin yer kaplıyor diye çamaşır makinesini tavana astığını biliyor muydunuz? Nasıl bir odada büyüdüğünü hayal edebildiniz mi?

muş. Ardından spor okullarında aldığı eğitim, Sporting TOPU BIRAK D YEN Lizbon’da başlayan profesyonel kariyeri onu MancÖ RETMEN P MAN hester United’a kadar taşıFIFA Başkanı Sepp Blatter’in mış. Son olarak 2009’da çok “futbolun Picasso’su” dediği Royüklü miktarlarla Real Madnaldo, topla 3 yaşında haşır neşir rid’e transfer olan Ronaldo, olmaya başlamış. Ne de olsa top, Messi ile birlikte dünyanın küçük bir erkek çocuğu için eğğu Ronaldo, en iyi ve dolayısıyla en pahacu Ço k ka So lenmenin en ucuz yolu. Hareketlilizmeli Kedi lı oyuncuları arasından gösği yüzünden çoğu zaman öğret- Uğur Önver, Çi teriliyor. Yayınları, 144 s. menlerinden azar işitse de, bazıları ona destek olmayı tercih etmiş. Zamanında ona futbol oynayarak hayatını sürdü- FUTBOLU SANATA remeyeceğini söyleyen öğretmeni şimdi pişman DÖNÜ TÜREN GENÇ olduğunu söylüyor. Öte yandan sözünü dinleteAçıkçası futbola pek ilgi duymam, Ronalmediği için de memnun. Ronaldo ise öğretmen- do hakkındaki bilgim de medyada çıkan abarleri hakkında hep olumlu şeyler söylemeyi tercih tılı haberlerden ibaretti. Pahalı yaşayan bir genç ediyor. için yapılan haberlerin abartılı olması doğal taKüçük takımlarda oynadığı maçlarda bütün bii. Bir de 2011’de kazandığı altın ayakkabıyı ilgiyi üstünde toplamakta zorluk çekmeyen Ro- satıp, elde ettiği geliri Filistinli çocuklara banaldo, kısa süre içinde yaşadığı şehirde tanınır ol- ğışlaması ve birkaç ay önce bir maçta İsrailli

Spagetti Çetesi: Bisikletimi Kim Çald ? Spagetti sevenler buraya! Alessandro, Emma, Gianpaolo, bir de dünyanın en kalın kaşlı köpeği Bayan Cozzolino’dan oluşan Spagetti Çetesi, bir yandan nefis İtalyan lezzetlerinin tadını çıkarırken, bir yandan da müthiş gizemleri çözüyorlar. Bayan Hollandalı’nın bisikletini kim çaldı? Suç mahallinde bulunan faturanın anlamı neyC. Capria, di? Ayrıca ne tür M. Martucci, bir hırsız, çaldığı Epsilon Yay nlar , Çev: Duygu Filiz, bisikleti geri getirir ki? 141 s.

futbolcu ile forma değiştirmeyi reddetmesi, hakkında birçok dedikodu çıkmasına neden olmuştu. Futbol bilgimin sınırlı olmasından ötürü de Ronaldo’nun neden iyi bir futbolcu olduğuna dair pek bilgim yoktu. Futbolun Ronaldo’ya kattıkları karşısında Ronaldo’nun da futbola kattıklarıymış Ronaldo’yu Ronaldo yapan. Düzenli antrenmanlar, disiplin ve takım bilincinin ötesinde Ronaldo, futbolu sanata dönüştüren bir gençmiş. Yaşadığı kalp sorunları, yoksulluk ve alkolik bir babaya rağmen. Uğur Önver, daha önce de Messi ve Mesut Özil’i anlatan kitaplar yazmıştı. Konusu ve işlediği kişiler bakımından bu kitapları en çok gençlerin okuyacağını düşünürsek, dili ve kurgusu çok başarılı. Dediğim gibi, futbola dair sadece topun yuvarlak olduğunu bilerek başladım kitaba ve sonuna ulaşabildim. Şimdi ben de bir Ronaldosever olarak, küçük bir çocuğun hayata karşı topla verdiği bu mücadeleyi severek okuyacağınıza inanıyorum. İyi okumalar.

Y lan ile Kertenkele

Fa Usta’n n Kemanlar

Toparlak ile T rsak

“Yılan ile Kertenkele”, çölde yaşayan zıt karakterli iki sürüngenin aralarında gelişen dostluğu anlatan kısa öykülerden oluşuyor. Kahramanları hayvanlar olsa da bu öyküler klasik fabllardan farklı olarak didaktizmden çok uzak. Günümüz çocuğuna seslenen usta işi mizahı ve zekice kurgusuyla şaşırtıyor, gülümsetiyor, güldürüyor. Gülmecenin temelini ise iki karakterin zıtlığı oluşturuyor. Fakat iki arkaJoy Cowley, daş farklılıklarının Hayykitap, bilincine varıyor, Çev: iirsel birbirini olduğu gibi kabulleniyor. Ta , 96 s.

Fa Usta karısının ölümünden sonra hayata küsmüş dünyanın en iyi keman yapım ustası. Mifa, onun oğlu. Lare, Solfasol Ülkesi’nin küçük prensesi; keman çalmayı çok istiyor ama geleneklere göre kız çocukları keman çalamaz. Refa ise onun ağabeyi, çok iyi keman çalması gerekiyor ama onun istediği tek şey kurbağaları incelemek. Tabii bir de Solfasol Ülkesi’ni çekeFatih Erdo an, meyen komşu Mavibulut ülke RemiYay nlar , do’nun kralı Kral Remi var... 180 s.

Toparlak, ormandaki yaşıtlarına göre oldukça yavaştır. Buna çok üzülen Toparlak, evini terk edip başka bir ormanda yaşamaya karar verir. Toparlak, üzgün bir şekilde ormandandan ayrılmayı düşündüğü gece, Tırsak adında bir sincapla tanışır. Her şeyden korkan ve bu yüzden tıpkı Toparlak gibi arkadaşlarının alaylarına katlanmak zorunda kalan Tırsak da, ormanı terk etmeye karar vermiştir. ebnem Fakat bu iki kafaGürsoy, Final dar, öyle bir plan yaKültür Sanat parlar ki hayatları Yay nlar , 40 s. baştan aşağı değişir.


Aydınlık KİTAP

17 MAYIS 2013 CUMA

21

Ayşe topu at! Ali annene yardım et! Okuma yazmay böyle cümlelerle ö rensek ne olur? Toplumsal cinsiyetimizin ekillenmesinde ders kitaplar n n rolü ne? Cumhuriyet devriminin ders kitab ve bugünküler aras ndaki fark sadece müfredat m ? Doç. Dr. Firdevs Gümü o lu’nun ara t rmas , bu sorulara yan t veriyor SEZA ÖZDEMİR sezaozdemir@gmail.com Başlıktaki cümleleri hiçbir ders kitabında gördünüz mü? Biraz düşünelim, 1990’lı yıllarda okula başlayanlar rastlamış olamaz, anımsamıyoruz. Peki öncekiler ya da sonrakiler? Cumhuriyet devriminin ders kitaplarıyla büyüyebilmiş olanlar belki bu soruyu saçma bulacaktır. Belki onlar da “Ali annene yardım et!” cümlesine rastlamamıştır. Yine de cumhuriyet kuşağının bize göre çok daha başka kitaplarla büyüdüklerini anlamak için Doç. Dr. Firdevs Gümüşoğlu’nun Mart ayında Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet 1928-2013” adlı çalışmasına bir bakmak yeter. Çalışmanın 1928 yılından başlamasının, araştırmaya Harf Devrimi’nden sonra yazılan kitapların dahil edilmesiyle ilgili olduğunu da eklemeden geçmeyelim.

DEOLOJ N N AYNASI OLARAK DERS K TAPLARI

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Firdevs Gümüşoğlu, yukarıda sözünü ettiğimiz 85 yıllık süreci içeren çalışmasında öncelikle kadın ve erkeğin toplumsal kimliğinin çocuklara nasıl öğretildiğini saptamayı hedeflemiş. Bunun için kitaplardaki görsellere, alıştırmalara, şiir, tekerleme ve öykülere, hangi konunun hangi resimle kullanıldığına bakmış. Ancak sonuçlara bakınca, sadece kadın ve erkek kimliğini değil, o kimliği çizenlerin zihniyeti, ekonomik ve sosyal hedefleri hakkında da birçok sonuca ulaşabilirsiniz. Böylece Doç. Dr. Gümüşoğlu, Türkiye Cumhuriyeti milli eğitiminin ülkemizdeki kritik kırılma dönemlerinde bilimsellikten nasıl adım adım uzaklaştığını, siyasi erkin kadın ve erkeğe bakışının biz ve çocuklarımızın belleklerine nasıl ince ince işlendiğini gözler önüne seriyor.

OKUL K TAPLARI, ÇOCU UNUZUN GELECE N RESMEDER

Ders Kitaplarında İster edebiyat (kurDoç. Dr. Firdevs Gümaca) ister bilimsel olToplumsal Cinsiyet müşoğlu, çalışmasını 14 sun her yapıt, kuşkusuz 1928-1995, Firdevs bölümde okura sunmuş. yazarının değer yargılarıHelvacıoğlu, Kaynak Bu bölümlerde kadının nı taşır. Ders kitapları söz Yayınları, 312 s. üretim, bilgi ve parayla konusu olunca, buna bir ilişkisi, ev/toplumsal hade dönemlerindeki egemen siyasi ve yat içindeki yeri ve çocuklarla ilişkisinin ekonomik anlayış eklenir. Tıpkı Cum- ders kitaplarında 1928’den 2013’e nasıl huriyet devriminin ders kitapları, değiştiği ayrıntılı örneklerle anlatıyor. İs1945’ten ve 2002’den sonraki kitaplarda terseniz, kitabın son yüz sayfasında yer olduğu gibi… Örneğin, 1945’ten sonraalan görseller sayesinde, kendiniz de ki ders kitaplarında “kadın”ın sadece bu değişimi gözleyebilir ve kendi karşımutfakta resmedilmesi salt yazar ve çilaştırmalarınızı yapabilirsiniz. zerin tercihi midir? Peki, 1937 basımı kitapta (Alfabe, Devlet Basımevi) bir AL DENEY MASASINDA, manav çocuklara “Kârsız bol bol vere- AY E ANNES YLE yim” derken, 1953’tekinde (Kolay AlfaMUTFAKTA be, Ülkü Basımevi) aynı satıcı çocuklaÖrneğin 1945 sonrasında okutulan kira “Yaşasın para! Yaşasın elma! Bol tapların deney resimlerinde hep erkek para, bol bol elma” diyorsa; bu dönüçocukların resmedildiği dikkatinizi çekşümde “Küçük Amerika” olma rüyasının miş miydi? Peki Cumhuriyet döneminpayı yok mudur?

deki kitaplarda, hakim ve avukat olan kadınların fotoğraflarını görseniz şaşırır mısınız? Bugünkü kitaplarda kadını genelde mutfakta “önlük”le gösteren resimlere niye şaşırmıyorsunuz? 1937 basımı “Alfabe” kitabında bir köylü çocuğunun annesine “Ana bana at al!” demesi, bugün dışarıdan bir şey alanın genelde “baba” olarak gösterildiği kitaplardan daha mı garip? Doç. Dr. Gümüşoğlu’nun verdiği örneklerde; anne-baba sevgisinin bile ders kitaplarında nasıl farklı işlendiğini görebiliyoruz. Hatta dönemlere göre, görsellerdeki anne ve babaların yüz ifadeleri bile bu kadar değişebilir mi? 1940’lara kadar, ders kitaplarındaki anneler gülüşleri, bakışları ve genel yüz ifadeleriyle daha içten ve samimi, özgüveni olan, mutlu birer kadın olarak resmedilmiş; babalar da daha sevecen, çocuklarıyla oyun oynarken dostça görünüyorlar. 1950 sonrasında ise, kitaplardaki anneler yüzlerine yapıştırılmış gibi duran mahzun gülümsemeleri, babalar da birer maske gibi duran donuk yüzleri ile karşımıza çıkıyor.

EBEVEYNLERE: OKUL K TAPLARI NEDEN ÖNEML ? Peki tüm bu farkları görmek bize ne katacak? Öyleyse bir okul kitaplarına bakın bir de yaşadığınız gerçek hayata. Etrafınızda ütü yapan, mutfağa giren erkekler; tek başına hem evini geçindiren hem çocuğunu büyütüp adam eden kadınlar yok mu? Gerçek hayatla ders kitapları arasındaki bu karşıtlığa rağmen, bu kitaplar çocuklarımızı hayata ve dahası ülkesine iyi bir yurttaş olmaya nasıl hazırlayacak? Ah, pardon! Çocuklarımızın hala “cumhuriyet yurttaşı” yetiştirmeye çalışan “milli eğitim”le büyüdüğünü sanıyoruz…

Ö RETMENLER Ç N DE ÖNEML Kaynak Yayınları, yıllar önce “Kemalist Eğitim Tarih Dersleri (1931-

1941)” adlı dizide, Cumhuriyet Devrimi’nin okullarda okutulan tarih kitaplarını biz okurlara sunmuştu. Bu 4 ciltlik dizi, araştırmacılar kadar öğretmenler için de önemli bir kaynak niteliğindedir. Doç. Dr. Firdevs Gümüşoğlu’nun bu çalışması da, Cumhuriyet Devrimi’nin nesnel ve bilimsel eğitim anlayışı ile günümüzün batıl inançlara dayalı ve cinsiyetçi eğitim anlayışının örneklerini yan yana koyuyor. Böylece dün ile bugünü karşılaştırma fırsatı sunuyor. Eğitim fakültelerinde öğretim yöntemleri, soru hazırlama, ölçme-değerlendirme vd. pedagojik konuların yanı sıra ders kitaplarının nasıl olması gerektiğini de öğrenen öğretmenler bile bugünün kitaplarında neleri gözden kaçırdıklarını fark edebilirler. Ayrıca bu çalışma öğretmenlerimize nesnel, bilimsel, çağdaş ve milli eğitimin amacına uygun ders kitapları hazırlamak için de ipuçları verebilir. Zira yarın bu düzenle birlikte bozuk eğitim sistemi de yıkılınca kolları sıvamaları gerekecek. Tıpkı Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı gibi…


22

Aydınlık KİTAP

17 MAYIS 2013 CUMA

ALINTI-TEST

Okuyaca n z bölümler hangi yazar n hangi kitab ndan al nt lanm t r? Bildiğim ve yaptığım şeyler yüzünden SS’ler ya da kara gömlekliler beni bir gün ellerine geçirirlerse, işkence yaparlar. İşkence yaparlarsa konuşurum, çünkü acıdan korkarım ben. Konuşursam da arkadaşlarımı ölüme yollarım. Onun için yakaladıklarında bu neşterle boğazımı keseceğim. Canım acımaz, bir saniyede şak diye keserim. Böylece herkese kazığı atmış olurum

a) b) c) d) e)

Bir Yıl - Jean Echenoz Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi - Umberto Eco Kaplan! Kaplan! - William Blake Fil - Elio Vittorini Gölün Sırrı - Jenny Erpenbeck

2

Maksimilyen Andreyeviç, doğal olarak, Kiev'in en akıllı kişilerinden biri sayılırdı. Ama böyle bir telgraf, dünyadaki en aklı başında insanı bile şaşırtacak türdendi. Biri başının kesildiğini telgrafla bildiriyorsa, başı tam kesilmemiş ve henüz yaşıyor demektir. İyi ama bu durumda bir cenaze nasıl söz konusu olabilir?

a) b) c) d) e)

Usta ile Margarita - Mihail Bulgakov

3

“Biliyorsun Eddie var olmayan bir şeyin arkasından koşuyor. Yaralı bir hayvan gibi, anlıyor musun ve her seferinde biraz daha aşağıya düşüyor. Dünyanın ona dar geldiğine inanıyorum, bütün sorunlarının buradan kaynaklandığını düşünüyorum...”

a) b) c) d) e)

Ağustosta Tatil - Cesare Pavese Kötü Bir Şaka - Italo Svevo Flush Bir Biyografi - Virginia Woolf Yarının Tarihi - Stefan Zweig

Düşünce Balonları - David Lodge Metroland - Julian Barnes Sinema Müdavimi - Walker Percy Gilles ile Jeanne - Michel Tournier Betty Blue - Philippe Djian

Bu haftan n do ru yan tlar :

1-(b) 2-(a) 3-(e)

1

BULMACA harçlar kat larak haz rlanan bir arküteri ürünü - Tatbiki, pratik, uygulamal 5. “... Güler” (foto rafç ) - ki hörgüçlü deve ile boz devenin melezi olan tülü devenin erke i 6. Al kanl k, al ma - Eski bir M s r tanr s - Çok eski ve bilinmeyen bir tarihi anlatan bir söz - Su yolu, kanal 7. Fas’ta bir rmak - Sevgili - Bir i i, bir görevi yerine getirme - Zehirli bir örümcek türü

8. Enerji - Molibden’in simgesi 9. Baban n erkek karde i - Hitit döneminde K z l rmak yöresinin ad 10. Tavlada “bir” say s - e yatk n, becerikli - Favori - Sahip, malik 11. Beyaz - En k sa zaman parças , lahza - z, ni an, belirti - Bir yüzölçümü birimi 12. Burçlar ku a - Baya , s radan Milattan önce (k sa) 13. Roma’n n eski ad - Osmanl lar’da deniz eri - Gece 14. Birbirinin ayn olan, birbirini

tamamlayan iki eyden her biri Yunan mitolojisinde güzelli iyle me hur delikanl - Plastik ya da tahta ta larla ve stakalarla oynanan bir oyun 15. Kiralanm yük hayvan - Seri, çok çabuk olarak - Evropiyum’un simgesi YUKARIDAN A A IYA 1. S rça - Resimdeki yazr n bir eseri laç, merhem 2. talya’da bir yanarda - Bir meyve - nsan ya da hayvan vücudunu derisiz, yaln zca kas yap s görülür biçimde betimleyen sanat yap t 3. Bir dilek art eki - Habe soylusu Elma, armut kurusu - Bir geçmi zaman eki 4. Genellikle uluslararas karayolu ta mac l nda kullan lan büyük kamyon - Hayvan yiyece i Kendine gelmek, ay lmak 5. Satürn gezegeninin be inci uydusu - Konya’da bir baraj - Eskiden ya mak yap m nda kullan lan çok ince yar -saydam bez - Rusça’da “evet” 6. Yar efsanevi Yunan masalc çinde deniz kabu u kal nt lar olan kum - Antiseptik ve dezenfektan özellikleri olan bir

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

SOLDAN SA A 1. Resimdeki yazar - Herhangi bir sefer için merkez olarak seçilip ona göre donat lm olan yer 2. Cet - Üzme, s k nt verme Bulundu u yerden yukar ya do ru ç kma, yükselme, yücelme 3. Manganez’in simgesi - Eski Çin felsefesinde, evrenin birli ini sa layan düzen ilkesi - Gelecek imdi, u anda 4. Bal yapan böcek - Parça ya da ezme et ya da sakatata çe itli

element 7. Ayak - Yünden dövülerek yap lan kaba ve kal n kuma - Arapça’da “ben” 8. Bunama, bunakl k - Bir resmi suland r lm renklerle boyama ya da gölgeleme biçimi 9. Otomobillerin çeki ve h z n ayarlamaya yarayan di liler düzeni - Mercek 10. Hitit - Ard ç a ac n n meyvesi “Allah kabul etsin!” anlam nda bir sözcük 11. Bir nota - “... Kaptan” (ressam) Türk Standartlar Enstitüsü (k sa) S k gözlü bir bal k a türü 12. Elekten geçirme - Japonya’da buda rahibesi - Türk Mal (k sa) Kiloamper (k sa) 13. Kan p ht s - Kimononun üstüne tak lan, biçimi ve boyutu cinsiyete, ya a, mevkiye ve bölgeye göre de i en, bir dü ümle birle tirilen geni ipek ku ak - Daha uzak olan yer veya ey, mavera 14. Arnavutluk’un plakas Rubidyum’un simgesi - Avuç içi Herhangi bir toplulukta bireylerin her biri, aza 15. Resimdeki yazar n bir eseri




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.