2013 05 24mayiskitapeki

Page 1

. KITA P

Geçen hafta 64.053 okura ulaştık

Aydınlık

24 Mayıs 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 65

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

27 Mayıs bir gençlik hareketi ve devrimidir YALÇIN KÜÇÜK

AFŞAR TİMUÇİN

28 Nisan günlerini yazdı

27 Mayıs

“Biz şimdi yan yana geliyor ve çoğalıyoruz (Cemal Süreya, 555K)

ERGİN KONUKSEVER

Halkın coşkusunu belgeledi



Aydınlık KİTAP İÇİNDEKİLER 27 Mayıs’ın Kitapları Sabahın bir sahibi var s. 4-5

On bin gencin gökte bulut olmuş taşları

s. 6-7

Atatürk ve Teşkilatçılık

s. 8

27 Mayıs’a ışık tutan kitaplar

s. 9

27 Mayıs: Şiirin rengi mor menekşe

s. 10-11

Şartlar olgunlaştığı takdirde

s. 12-13

her zaman yapılır Halkın sevgisini, coşkusunu

s. 14-15

fotoğraflarda görüyorsunuz Kurşuni bir araf meseli

s. 16

Silivri’de bir leylek ya da

s. 17

Momo Duman Adamlara karşı Yeni çıkanlar

s. 18-19

Çocuk-Genç : Beter çocuklarına duygularına tercüman

s. 20

Hicvi toplumsallaştıran şairimiz: Eşref

s. 21

Bulmaca

s. 22

. KITA P Aydınlık

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı damla@aydinlikgazete.com Editör Pınar Akkoç pinar@aydinlikgazete.com Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ Sayfa Sekreteri Alev Özgenç

24 MAYIS 2013 CUMA

3

Anayasası gül olan devrim... 1924 Anayasası aslında temeli değişmemesi gereken en devrimci anayasaydı ve Cemal Süreya'nın “Kısa Türkiye Tarihi” başlıklı şiirlerinin ikincisinde “akasya” simgesinde, o çiçeği ıtırlı ağaçta buluyordu karşılığını. 1961 Anayasası ise “gül” ile imgelenmişti. “Zakkum” ise cehennem çiçeğidir, 1982 Anayasası'na düşer. Gökyüzü dergisi için, kitaplarına girmemiş 555 K şiirini nice yıllar sonra Mayıs 1986 sayısında bastığımızda çok şaşırmıştı: “Sahi, o şiiri nerden buldunuz?” 5. ayın 5. günü, saat 5'te, Kızılay'da bulmuştuk. Ankara'da üniversitelilerinin arasındaydı o da, görmüştük. Bu parolanın onun buluşu olduğu rivayet edilir. 555 K günü için şunu söylemişti: “Küçük bir olayın toplumsal planda kökü varsa, birden nasıl büyüyebileceğini gördüm o gün.” 27 Mayıs bir İhtilaldi. Bayram oldu... 12 Eylül faşizminin ilk kararlarından biriydi 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı’nı kaldırmak. 27 Mayıs şehitleri Turan Emeksiz, Nedim Özpulat, Teğmen Ali İhsan Kalmaz ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel dahil, 27 Mayısçıların mezarlarını Anıtkabir'in güneydeki bahçesinden çıkardılar. Darbeciler ihtilalcilerden hiç hoşlanmıyordu; gösterdiler. İhtilal (Devrim) ile darbenin denklemini, olabilecek en özlü biçimde, bir zamanlar Cumhuriyet saflarında çizen Tan Oral kurup, göstermişti: Kara tahta önünde bir adam şu işlemi yapıyordu; 27, eksi 12, eksi 12… 27 Mayıs'ı Mendereslerin idamı üzerinden duygu sömürüsü içinde karalamaya, en azından unutturmaya çalışanlara karşı, yeniden belleğimizi canlandırma gereğini duyuyoruz. Bellek, geleceği tasarlayabilmenin zeminidir. 19 Mayıs Sıhhiye başta olmak üzere “Memleket Saat Ayarı” (Cavit Orhan Tütengil'i de anmış olalım böylece) gösterdi ki, bugün 27 Mayıs'ı çok daha aşacak, kalıcılaşacak, devrimci bir cumhuriyetin şafağındayız.

Sahibi Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı Genel Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel Sorumlu Müdür Mehmet Bozkurt Tüzel Kişi Temsilcisi Metin Aktaş Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22

Bu sayımızın 27 Mayıs dosyası editörlüğünü B. Sadık Albayrak arkadaşımız yaptı. Yalçın Küçük hocamız, bin yaşasın, sorularımızı genişçe yanıtladı; dedi ki: “Şartlar el verdiği, olgunlaştığı takdirde yeni 27 Mayıs’lar her zaman yapılır.” O kadar! Afşar Timuçin, 28, 29 Nisan’daki görgü ve eylem tanıklığını, 27 Mayıs üzerine düşünceleriyle birleştirerek yazdı. Hani o “Ham meyveyi kopardılar dalından yavri hey”in günlerini. Turan Emeksiz’in katlini, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin görkemli ayaklanmasını anlattı. Eksik olmasın Ergin Konuksever arkadaşlarımıza evini, fotoğraf albümlerini açtı. Usta ve yetkin bir gazeteci gözüyle yaşadıklarını anlattı, fotoğraflarını paylaştı. Gönülden teşekkür ediyoruz. Seyyit Nezir ve Mecit Ünal birlikte yazdılar, 27 Mayıs'ın şiirini. Dr. Cüneyt Akalın ve Okan İrtem, İhtilali yapan subayların anıları ve külliyat içinde öne çıkanlar üzerine ayrı ayrı yazdılar. *** 27 Mayıs’ın Kitap Eki ile ilgisi mi? Düşünce ve özgürlük denizinin çiçeklenmesi, 27 Mayıs ihtilaline borçludur varlığını. Kitaplar ondan sonra olabildiğince özgürleşti, “yüz çiçek açtı, bin fikir yarışmaya” başladı. Görülmedik ölçüde kitap basıldı ve yine görülmedik ölçüde kitaplar tartışıldı, okundu. Sosyalizm belirdi ülkenin ufkunda, dev yazarlar çıktı…Tiyatrolar, sinemalar, müzik ve konserler, resim heykel… sanat kültür ve siyaset, kitle eylemliliği, yurttaşlık hakları ve işçi hakları, dünyanın kahrolası diktatörlere kalmayacağına dair ne varsa… 27 Mayıs İhtilali’nin topraklarında göverdi. Aydınlık Kitap Eki de kitapların, yayınların, okumanın ve yaymanın özgürlüğü adına başta Suphi Karaman olmak üzere, 27 Mayısçılara ve 27 Mayıs’a gönül borcunu dile getirsin. HALDUN ÇUBUKÇU

Reklam Servisi Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu saynur@aydinlik.com.tr Reklam Müdürü Kamile Karakadılar kamile@aydinlik.com.tr kitap@aydinlikgazete.com

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34


4

Aydınlık KİTAP

24 MAYIS 2013 CUMA

27 MAYIS’IN KİTAPLARI

Sabahın bir sahibi var 27 May s ay rt etmeksizin, tüm alt rütbeli genç subaylar siyasal etkinlik yönünden yükseltiyordu. Bir bak ma, her subay kendisini önemli görüyordu; ihtilal de bu bak a, rütbeler hiyerar isinin etkisini azaltarak uygun bir ortam sa lam t FOTO RAF: ERG N KONUKSEVER

OKAN İRTEM 27 Mayıs’ın bir sonucu mu, tartışmak gerekiyor. İhtilale katılan subayların anılarında ihtilal sürecindeki rollerini abartan bir yan bulunuyor. 27 Mayıs’ta yer alan subaylar, bir yandan ihtilalin hikâyesini anlatırken, bir yandan da ihtilalde ne ölçüde hayati bir rol üstlenmiş olduklarını kaleme aldılar. Bu açıdan Dündar Seyhan’ın “Gölgedeki Adam” kitabı tipiktir. İhtilalin gölgedeki “asıl kabinesi” üzerinedir.

LKLER N H KÂYES Seyhan anı kitabında, dahil olduğu ihtilalci hücrenin tarihini, nasıl örgütlendiklerini sergilemeye çalışıyordu. Bu hücrenin Dündar Seyhan’a göre ana rahmine düşüşü 1954 yılındaydı. Bu tarihte ilk ihtilalci hücreyi, Dündar Seyhan’ın iddiasıdır, Seyhan ve Orhan Kabibay birlikte kurmuşlardı: “İlk defa, Kabibay’la ihtilal konuştuk. İkimiz de akıbetimizi biliyorduk. Fakat Türkiye için yapacağımız başka hiçbir şey kalmamıştı.” Tek çarenin ihtilal olduğunu yazıyordu. Seyhan ve Kabibay arasındaki bu konuşma Uçaksavar Okulu’nda geçmekteydi; gazinodaydılar ve akşam yemeği yiyorlardı. Yemek sırasında bir yandan da ihtilal konuşmuşlardı. Öyle bir dönemdir. Seyhan’a göre, ilk komite o akşam kurulur; Dündar Seyhan, Kabibay’a düşüncelerini açar: “Bunun için gizli bir cemiyet lazımdır. Ve bir gizli cemiyet en az iki kişiden kurulur, neden seninle bu cemiyeti teşkil eden iki kişi olmuyoruz.” İki subay, kararlarını birbirlerine sarılarak kutlarlar; Seyhan, “vatana karşı vazifemizi yapmışcasına … bir ruh haleti” içerisindeydik demektedir. Türkiye’de gizli

Sar yerli bal kç lar 27 May s Devrimi’ni kutluyor

örgüt kurmanın vatan vazifesi ve sevinç olarak görüldüğü bir zaman var; Seyhan o zamandan söz etmektedir. Kitabında, bu ilk komitenin genişleyerek birkaç yıl sonra iktidara yürüdüğünü de ileri sürüyordu. Kuruluşta ise Kabibay ve kendisini görüyordu. Bir ilkler hikâyesidir.

1950’LER N G ZL KOM TELER Milli Birlik Komitesi üyelerinden Orhan Erkanlı ise farklı bir 27 Mayıs tablosu çizmektedir. “Anılar, Sorunlar, Sorumlular” kitabında, Seyhan’ın aksine, “1956 yılı içinde Türk Ordusu’nda daha bir sürü gizli kuruluş olduğunda hiç şüphe yoktur” yazıyordu.

Bu grupların birbirlerinden habersiz kuruldukları da yine Erkanlı’nın verdiği bilgiler arasındaydı: “Memleket buhrana girdiği zaman orduda birbirinden habersiz örgütler kurulur.” İçeriden, ihtilalciler cephesinden bir bilgi olduğundan kuşku duyamayız. Öyleyse, 1950’lerin ortalarında, TSK’de pek çok başka Dündar Seyhan ve Orhan Kabibay’lar olduğunu ileri sürebiliriz. Anılarında Orhan Erkanlı, bu örgütlerin DP’nin zirveden aşağıya doğru kaymaya başladığı tarihlerde kurulduğunu da yazıyordu. İlk komiteye dair Seyhan’ın abartılı hikâyesinden ayrı bir yola işarettir.

M LL B RL K KOM TES 27 Mayıs’ın hemen ertesinde, Başbakanlık’ta olup bitenler ise, Erkanlı’nın “1950’lerde pek çok gizli örgüt vardı” yollu düşüncesini teyit eder niteliktedir. Orhan Erkanlı anılarında, 27 Mayıs sonrasında herkesin MBK’nin kimlerden

oluştuğunu merak ettiğini, insanların birbirlerine bu soruyu sorduklarını söylüyordu. Yanıtı şöyleydi: “Aslında bu soruların doğru cevapları da yoktu, biz dahil kimse hakiki durumu bilmiyordu.” Öyle ki, ihtilalin İstanbul cephesinde görev alan Binbaşı Orhan 29 Mayıs’ta Ankara’ya, Başbakanlık’a geldiğinde, kapıdaki nöbetçiler kendisini içeri dahi almamışlardı: “Kapıdaki nöbetçiler beni içeri almadılar, o günlerde ortalıkta dolaşan yüzlerce binbaşıdan ne farkım vardı … Silah zoruyla Başbakanlık’a girebildim.” Erkanlı, çalışmalarını Başbakanlık’ta sürdüren MBK’nın toplantılarına katılmayı ancak böyle başarabiliyordu. Ama Başbakanlık’ın içerisindeki durum da, dışarısından çok farklı değildir: “Bakanlar Kurulu’nun toplantı salonuna girince şaşkınlığım bir kat daha arttı; 5060 kişilik bir kalabalık, kabine toplantısı yapılan masanın etrafında kısmen oturmuş, kısmen ayakta, her kafadan bir ses çıkıyor … Erken gelen ‘ben komite üyesi-


Aydınlık KİTAP

5

ayrı hücrenin birleşip birleşmemesi meselesini tartışıyorlar. Görüşmenin yapıldığı yer ise, önemli bir eski ihtilalcinin, Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa’nın konağıdır. Güzel bir tesadüftür.

ÜN VERS TEL LER VE SUBAYLAR

yim’ diye oturmuş, kalkmıyordu.” 27 Mayıs sabahı çeşitli görevler üstlenmiş pek çok subayın da kendisinde MBK’ye katılma hakkı gördüğünü anlayabiliyoruz. Emir komuta zinciri dışında, ordunun gövdesiyle icra edilmiş bir ihtilal halidir. Bu halin, ihtilalde görev alanların rollerini abartmalarına neden olması da muhtemeldir. Çünkü 27 Mayıs ayırt etmeksizin, tüm alt rütbeli genç subayları siyasal etkinlik yönünden yükseltiyordu. Bir bakıma, her subay kendisini önemli görüyordu; ihtilal de bu bakışa, rütbeler hiyerarşisinin etkisini azaltarak uygun bir ortam sağlamıştı. Anılardaki abartılı hikâyelerin temelinde ihtilalin bu dinamiğini görebiliyoruz.

HT LAL N ÇYÜZÜ Anı kitapları kuşkusuz değerliler ama bu, öznel oldukları ve belirli bir mesafeyle yaklaşılmaları gerektiği gerçeğini değiştirmemektedir. Abdi İpekçi ile Ömer Sami Coşar’ın 1962-1965 yılları arasında Milliyet Gazetesi’nde yayımladıkları; 1965 yılında ise kitaplaştırdıkları “İhtilalin İçyüzü” çalışması bu açıdan, gizli komitelerin tarihini soğukkanlı bir biçimde ele alması yönünden önemli bir kaynak olma özelliğini hâlâ sürdürüyor. Kitap, 27 Mayıs’ın ayrıntılı bir dökümünü sunuyor. 1957 yılında, Üsküdar’da, bir konakta yapılan ve farklı ihtilalci hücreleri bir araya getiren bir gizli toplantıdan da bu çalışma sayesinde haberdar oluyoruz. 27 Mayıs sonrasında önemli konumlara yükselen pek çok isim, Talat Aydemir, Ahmet Yıldız, Suphi Gürsoytrak, Orhan Erkanlı, Orhan Kabibay bu toplantıda yer alıyorlar. İki

27 Mayıs’a giden dinamiği anlatan ihtilalcilerden bir diğeri ise, 2011 yılında kaybettiğimiz MBK üyesi Sami Küçük’tü, “Rumeli’den 27 Mayıs’a” başlıklı kitabında, toplumdaki siyasal tartışmaların subayları da etkilediğini söylüyordu: “Kahvehanelerde konuşulanlar, yaptırım gücü olan kışlalarda ve ordu evlerinde de konuşuluyordu.” Öyle ki, üniversite öğrencilerinin 28-29 Nisan eylemleri ile başlayıp 555K ile devam eden DP diktasına yönelik sert, kitlesel protestoları, Silahlı Kuvvetler saflarında da yansımasını buluyordu. Öğrenci eylemlerinden etkilenen İstanbul’daki subaylar, ihtilale dair ayrıntıların konuşulduğu son toplantılarını 26 Mayıs gecesi İstanbul Üniversitesi bahçesinde düzenliyorlardı. Bu toplantıda edilen yemini simgeleyen heykel hâlâ İstanbul Üniversitesi bahçesindedir. İÜ’deki toplantının ardından Davutpaşa Kışlası’na geçen Orhan Erkanlı’nın anlatımına göre, Kışla’da da subaylar bir araya gelmişlerdi. Bu esnada Topçu Üsteğmen İbrahim Orhon’un 28 Nisan Olayları için yazdığı bir şiiri okuduğu da yine Erkanlı’nın anılarında yer alıyor. Ankara’daki grup ise ihtilal için, 21 Mayıs tarihinde DP karşıtı Harp Okulu öğrencilerini Ankara sokaklarına döken Harp Okulu binasında toplanıyordu.

HT LAL BORCU Öyleyse, TSK subaylarının kendilerini, öğrencilere karşı borçlu saydıklarını yazmakta bir sakınca bulunmamaktadır. Erkanlı’nın ihtilal gecesine dair anılarında bu borç açıkça ifade edilmişti: “Saat 20:30’daki toplantıyı üniversite bahçesinde, heykelin yanında ağaçların altında yapmaya karar verdik. Böylece 28 Nisan gecesi heykel çevresinde, heykeller gibi kenetlenen ve Osman Paşa marşını söyleyerek her türlü güce karşı direnen Türk üniversitelerine teşekkür borcumuzu ödeyecektik.” 27 Mayıs’ı harekete geçiren etken, üniversite öğrencileri oluyordu. Subaylar, üniversite öğrencilerine olan bu borçlarını, 27 Mayıs sabahı “iktidara uzanarak” ödemişlerdi. Demek ki, sabahın bir sahibi vardı ve üniversite öğrencilerinden soruluyordu.


6

24 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

28 - 29 NİSAN’DA BEYAZIT

On bin gencin gökte bulut olmuş taşları 27 May s dönemi vurgunculu a ve ç karc l a, yabanc hayranl na ve ba ml l k istemine, geçmi in özlemine ve demokrasi dü manl na, kabal a ve sald rganl a, kötü e itime, kirli yollardan dünyal k elde etmeye giden yolda bir kesinti dönemidir AFŞAR TİMUÇİN Demokrat Parti’nin korkunç baskısından yıldığımız zamanlardı. Her kesimden kendini bilmez insanların pervasız eylemleri ve saldırganlıkları, ondan daha önemlisi yönetici durumunda olanların saltanat heyecanı toplumun altını üstüne getirmişti. Neyi nasıl nerede kazandığı belli olmayan ve iki satırı yan yana getiremeyen yeni zenginler türemiş, inançlar siyaset adına alabildiğine kullanılmış, bazı evlerin üzerine kırmızı boyayla “X” işaretleri koyulmuş, bazı eli kalem tutan aydınlara kendileri için sürgün yerleri seçmeleri bildirilmişti. Yoksulun iyice yoksullaştığı bu dönemde insanlara hiçbir temeli olmayan sözde maneviyat pompalanıyordu. Bugün o zamanların koşullarını bilmeden sırf bir kesimin adamı olmak adına Demokrat Parti goygoyculuğu yapanlar ve işi iyice ilerilere götürüp 27 Mayıs’la birlikte demokrasi atılımlarının son bulduğunu söyleyenler gaflet içinde değillerse başka bir şey içindedirler. Bir Demokrat Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi karşıtlığı vardı. Azçok aydın kişiler Cumhuriyet Halk Partisi’nden yana çıkıyorlardı ama bu kişilerin tümü bu partiyi candan gönülden destekliyor değildi. Bu “halkçı” kişilerin geçmişi ve şimdisi kimselere güven vermiyordu. O koşullarda gözler orduya takıldı ve ordu belli ki kendini nereye varacağı belli olmayan bu gidişten sorumlu saydı. 27 Mayıs her kademeden subayın çok gizli ve uzun süren çalışmalarıyla gerçekleşmiştir, ille onu bir darbe saymamız gerektiğini söyleyenler şu gerçeği unutmamalılar: Bu darbe en yüksek paşaların sonraki zamanlarda hadi bu işi bitirelim cinsinden uyguladıkları darbelere benzemiyordu. Ne var ki bu “ihtilal”i yapanlar bir topluluğu iktidardan uzaklaştırmakla ülke sorunlarının çözülemeyeceğini yazık ki düşünmemişlerdi.

GELECE TASARLAMA EKS KL Bu ülkenin hemen tüm aydınları nedense bir ‘geleceği tasarlama korkusu’ yaşarlar. Aydınlarımıza gelecekle ilgili so-

28 Nisan günü Beyaz t Meydan ’nda Turan Emeksiz’in polis taraf ndan vuruldu u an

rular sorun, onlar geçmişten örnekler verecekler ve bununla yetineceklerdir. Haklarını yemeyelim, bu topraklar üzerinde hiçbir zaman belli ölçülerde de olsa gerçekleşmemiş olan demokrasiyi bir anayasa çerçevesinde de olsa ilkin bu “ihtilalci” subaylar gerçekleştirmek istediler. Becerebildiler mi? Pek değil. Önlerinde büyük engeller vardı. Onlardan en çok beklediğimiz toprak ağalığına son vermeleriydi. Eğer bunu yapabilmiş olsalardı bugün Türkiye’nin doğusu kan rengine değil başka bir renge boyanmış olacaktı. 27 Mayıs’çılar bir noktadan sonra güçlerini yitirdiler. Güç başkalarının, görünmez birilerinin eline geçti. Yurt dışına çıkacaktım ama bana bir türlü pasaportumu vermiyorlardı. Pasaport dairesine gidiyordum, bugün git yarın gel diyorlardı. Bu aylarca sürdü. Bir arkadaşımızın aklına bir çözüm geldi:

Milli Birlik Komitesi’nden Sami Küçük’le bir kokteylde görüşebilirdim. Sami Bey bana açık açık şunları söyledi: “Vallahi kardeşim, biz iktidarı düpedüz elden kaçırdık. Adama telefon ediyorum, emir veriyorum, pekiyi komutanım diyor ama yapmıyor. Bir daha söylüyorum bin dereden su getiriyor, gene yapmıyor. İktidar bizden çıktı kardeşim, siz pasaportunuzu başka kapıları zorlayarak almalısınız.”

Bu özür 27 Mayıs deviniminin kısa sürede nasıl tükendiğini gösteren örneklerden biridir. Ne var ki ondan bize güzel bir anayasa kalmıştı. O anayasa bu toplumun yakışığıydı. Ancak kısa zamanda gerçekleşen dönüşümler bir yıl kadar sürmüş olan özgürlük havasını sildi götürdü. Bugünün bazı demokrasi havarileri o anayasanın altından girip üstünden çıktılar. Zaten devrimden kısa bir süre sonra İsmet İnönü başkanlığında kurulan hükümetler komünist avına çoktan başlamışlardı bile. 27 Mayıs insanlara insan onurunun anlamını duyurdu, demokrat olmanın koşullarını sezdirdi, yeni bir düzen umudunu aşıladı, bağımsız bir ülkede yaşamanın ne demek olduğunu öğretti, geleceği tasarlamanın önemini anlattı, bu arada toplumsal-siyasal savaşımın çok kolay kazanılacak bir savaşım olmadığını gösterdi. Ona dört elle sarılanlar arasında gerçek ilerici aydınlar da vardı, kültür eksikliğinden ve ahlak eksikliğinden ötürü her şeyi kolaya almaya eğilimli saf çıkarcılar da vardı. Bir devrim, hele şöyle bir esip geçmiş bir devrim bir toplumun kültüründe ve ahlakında büyük ve köklü dönüşümler yaratmış olabilir mi? Birileri çok çabuk heveslendiler: biz de devrim yapalım duygusu azçok mürekkep yalamış ya da yalar gibi yapmış topluluklar arasında iyice yayıldı. Ondan sonra neler olduğunu hepimiz biliyoruz. Özetlersek, 27 Mayıs dönemi vurgunculuğa ve çıkarcılığa, yabancı hayranlığına ve bağımlılık istemine, geçmişin özlemine ve demokrasi düşmanlığına, kabalığa ve saldırganlığa, kötü eğitime, kirli yollardan dünyalık elde etmeye giden yolda bir kesinti dönemidir. Aristoteles’çi bir dille söylersek, havaya atılan taş havada duramamış, kendi doğal yerini özlemiş ve yere düşmüştür.

BEYAZIT’TA EH T DÜ EN 1960’ın 28 Nisan sabahı Edebiyat Fakültesi’nin yanındaki set üstünde bulunan kahvelerden birinde dört arkadaş blum oynuyorduk. Üniversitede ilk yılımızdı. Dersler bizim için tam bir düş kırıklığı olmuştu. Şans oyunlarını hiç sev-


Aydınlık KİTAP meyen ben biraz da arkadaş zoruyla blum öğrenmiştim. Oyunun daha başında bir öğrenci heyecanla kahveye girdi ve ana binada olaylar var dedi. Böyle bir şey bizim genç dünyamızda ilk defa oluyordu. Öyle bir baskı altında yaşıyorduk ki kimsenin herhangi bir başkaldırıya cesaret edecek durumu yoktu. Hemen ana binaya koştuk, öğrenciler arka avluda toplanmışlardı. Rektör Sıddık Sami Onar avludaki gençlere bir şeyler anlatıyordu. Polisten dayak yediğini söylüyordu. Başının bir yanı sargılıydı. Arka avluda kalabalık hızla artarken adı sonradan Castro’ya çıkan Nuri adlı bir genç arkadaş direğe tırmanıp bize Beyazıt’a çıkma önerisinde bulundu. Oysa her yan tutulmuştu ve bizim avludan dışarıya çıkmamız yasaklanmıştı: yan kapıdan çıkarsak duvarların üstünde on metre kadar arayla dizilmiş olan askerler bize ateş açacaktı. Biz kapıdan çıkarken duvarın üstündeki askerler tüfeklerini boşalttı ve bazıları bizi alkışladı. Alana vardığımızda aşağı yukarı on bin kişi kadardık. Hükümetin istifasını istiyorduk. Bazılarımız işin eğlencesindeydi: birileri gidip bakırcılardan bakır bir kazan almışlardı, Patrona Halil hamamının önünde kazan kaldırıyorlardı. O sırada üniversitenin ana kapısı açıldı, üç yüz kadar atlı polis üzerimize ateş açarak geldi. Adnan Menderes “imar” adı altında sağı solu yıktırıyordu: çevrede istemediğimiz kadar taş ve moloz vardı. Biz de polise taşla karşılık verdik. On bin kişinin attığı taştan gök bulutlanmış gibiydi. Polisler birkaç kişiyi vurdular. O kişiler FOTO RAF: ERG N KONUKSEVER en öndeki kişilerdi. Onlardan birinin Turan Emeksiz olduğunu songitmemiz gerektiğini söyledi ve bize bir radan öğrendik. Özel otomobiller yara- de güvence verdi: kendisi polise talimat lılarımızı almadan kaçmaya çalışıyorlar, vermişti, polis bize dokunmayacaktı. o zamana kadar böyle bir şey görmemiş Biz Sirkeci’ye inerken polis saldırısıyla olan Beyazıt esnafı kepenkleri kapayıp karşılaştık. Ben yorgun ve bitkin bir dukaçmaya bakıyordu. Alanın ortasında kürumda dayımın Sirkeci garındaki lojçük ahşap bir gazete satış kulübesi varmanına gittim. Ablam da beni merak etdı. Kulübedeki ihtiyar ara ara başını kormiş, dayımlarda beni beklemeye başlakuyla yukarı kaldırıyor, olanı biteni anmış. İkimiz birlikte çıktık, iki sevgiliylamaya çalışıyor, sonra gene çöküp görünmez oluyordu. Alanda büyük bir mişiz gibi gülüşerek polislerin arasından kargaşa vardı: polis panik içindeydi, po- geçip trene gittik. Ertesi gün 29 Nisan’da üniversiteye lis atları yerlerde debeleniyordu. girmeye çalıştık ama asker her yanı sarmıştı, geçit vermiyordu. Oysa üniversite POL SLER VE ASKERLER bahçesinden sloganlar duyuyorduk. DeKalabalık öğrenci topluluğu öfkeden mek ki içeri girmenin bir yolu vardı. Bir yerinde duramıyordu. Unkapanı köpgenç adam sessizce yanımıza geldi, parüsünden Vilayet’e gitmeye kararlıydık. rolayı söyleyip girebileceğimizi bildirdi. Slogan atmadığımız zaman “Kardeş karParola şuydu: “kurmay albayın emri deşi vurur mu” türküsünü söylüyorduk. var.” Üniversite bahçesinde gece yarısıVilayetin önüne geldiğimizde binanın na kadar kaldık. Heykelin yanında toptanklarla sarıldığını gördük. O sırada son- laşmıştık. Sanırım üç bin kişi kadardık. radan adının Fahri Özdilek olduğunu öğ- Gece yarısından sonra çevremizi saran rendiğimiz bir orgeneral kendisinin bun- zifiri karanlıkta bir gidiş geliş başladı. Biz dan böyle sıkıyönetimden sorumlu ol- sezmeden asker bizi dikenli tellerle çemduğunu, artık dağılmamız ve evlerimize bere almış, kamyonları da getirmişler, yü-

24 MAYIS 2013 CUMA

7

Enver Gökçe TURAN EMEKS Z Bir yürüyü eylediler sabahtan Ilg t lg t kan gider loy loy! Dayan dizlerim dayan! A la gözlerim a la! Namlu pu t olmu , ataya pu t. Yine dü man elindeydi vatan Bir o ul ç kt Malatya'dan: Anas Y lmaz ça r rd Haram süt emmemi ti anadan. Ve Beyaz t derler bir büyük alan Dü man sarm t sa solu Dü man çok, cephane yoktu. Yeti memi ti daha Cemal Pa a kolu Amand el aman! Tank paletleriydi alanda dönen Kusan namlularda, kalle ölümcül Ve vuran ve k ran ve hayk ran Malatyal öyle bakt bir Ana baba günüydü herhal Her yönde toz duman! Vay anam vay! Bu belal ba nan Kime ne diyem Kime ne diyem Nerelere gidem Ya derdime derman Ya katlime ferman! Ba daral nca Y lmaz' n Bakt atacak ta yoktu Bakt eli durmu , aya durmu tu Vurulmu tu. Ç kard yüre ini kan içinde Çarpt kötünün kafas na Hay bu nas l devran? 28 Nisand Yavri Hey! Ham Meyveyi Kopard lar Dal ndan. rüyün bakalım dediler. Ben bekleyip sonuncu kamyona bindim. Sonuncu kamyon öbürleri gibi tıklım tıklım değildi. Karanlık bir yerlere geldiğimizde askerler yokuşta yavaşlayacaklarını, istersek atlayıp gidebileceğimizi söylediler ama vur emrini unutmamamızı da söylediler. Ortalık kapkaranlık nereye gideceksin!

ONU DA MI BEN SÖYLEYECE M Gece üçe doğru Davutpaşa Kışlası’na girdik. Subaylar erleri yataklarından kaldırdılar, bizim yatmamızı istediler. O gerginlikte kimse yatmayı düşünmedi. Biraz sonra şafak söktü. Güneş yükselmeye başlayınca geniş avluya somunlar, kaşar peynirleri, teneke teneke zeytinler geldi. Yalnız ilgimi çeken bir şey vardı: iyice azalmıştık, öbürleri neredeydiler? Kahvaltıdan sonra süngü takmış olan askerlerin üstüne üstüne gitmek istedik ama belli ki kaçmak için yol bu değildi. O zaman bir yarbay aramızda dolaşmaya başladı: “Çocuklar kaçın, yoksa sizi

Hadımköy’e götürmek zorundayız, orada kuş uçurtmazlar” dedi. Pekiyi nasıl kaçacaktık? Yanıt kesindi: “Onu da ben mi söyleyeceğim?” Görünüşte kaçacak bir yer yoktu. Alt kata inip ortalığı kolaçan etmek istedim. Uzun koridorun bir ucunda beş on genç toplanmıştı, bir insanın geçebileceği kadar bir deliğin başındaydılar. Bir başçavuş bana seslendi: “Koş kardeşim, sen de bu topluluğa katıl.” Başçavuş bize delikten çıkar çıkmaz hızla yokuş aşağıya koşmamızı, vur emri olduğunu unutmamamızı söyledi ve bize iyi dileklerde bulunup marş marş dedi. Bizim ayaklanmamız burada bitmişti. İstanbul’da böyle bir eylem kentin yapısı gereği uzun süre sürdürülemezdi. Savaşımın merkezi Ankara’ya kaydı. Bizim iki günlük çabamızı Ankara’dakiler günlerce sürdürdüler, daha doğrusu 27’sine kadar sürdürdüler. 27 Mayıs Devrimi ya da ihtilali ya da isterseniz gönlünüz kırılmasın diye darbesi diyeyim böylece doğdu. Kurumlaşamadı, geldiği gibi gitti. Bıraktığı anayasa gene de tarihimizin onurudur.


8

Aydınlık KİTAP

24 MAYIS 2013 CUMA

PARTİSİZ ATATÜRKÇÜLERİN OKUMASI GEREKEN KİTAP: ATATÜRK VE TEŞKİLATÇILIK

Her zaman örgütlüydü O'nun hayat hikâyesinin ortaya koydu u büyük ders udur: Bir devrimci her zaman örgütlüdür, partilidir. Partisiz devrimcilik olmaz. Atatürk’e göre Parti, hedefe ula mak için kullan lan bir araçt r. Hedef, ülkenin ba ms z olmas , halk n iktidar olmas d r MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN mbgultekin@ip.org.tr Tugay Şen’in “Atatürk ve Teşkilatçılık” adlı kitabı Kaynak Yayınları’ndan çıktı. Türkiye tarihinin en büyük devrimcisinin “Teşkilat” olayına bakışı elbette ki her zaman önemlidir, ancak içinde bulunduğumuz koşullarda, yani halkın, milyonlarla ifade edilen sayılarla ve “Atatürk’te birleştik” sloganıyla bütün yurtta alanlara çıktığı bir tarihi dönemde özellikle önem kazandığı açıktır. Atatürk’e göre parti, hedefe ulaşmak için kullanılan bir araçtır. Hedef, ülkenin bağımsız olması, halkın iktidar olmasıdır. Halk, büyük sorunlarla karşı karşıya kaldığı ve çözmek için ayağa kalktığı zaman, kendi tarihinden kuvvet alacağı örnekler arar. Bugün Atatürk’ün, son on yıllarla kıyaslandığında çok daha fazla ve çok daha yürekten anılmasının ardında böyle bir gerçeklik vardır. İşte Tugay Şen, Atatürk’ün “Teşkilat” olayına bakışını, böyle bir ihtiyaçtan yola çıkarak ayrıntılı Atatürk ve Te kilatç l k, olduğu kadar, bilimsel Tugay en, Kaynak Yay nlar , aklın gerekleri içinde incelemektedir.

HER ZAMAN ÖRGÜTLÜ Mustafa Kemal Atatürk, siyasetle ilgilenmeye başladığı Harp Okulu sıralarından başlayarak hep örgütlü (teşkilatlı) olmuştur. Örgütsüz olduğu tek bir an yoktur. Hayatının dönüm noktalarına bakıldığında örgüt / teşkilat ilişkisi bakımından şu gerçekler özellikle belirleyici önemdedir: - Harb Okulu sıralarında arkadaşlarıyla el yazısı ile çıkardıkları gazete etrafında gerçekleşen örgütlenme. -1905 yılında atandığı Şam’da kuruluşuna önderlik ettiği “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” -1905 sonunda Vatan ve Hürriyet

Cemiyeti’nin Selanik şubesini oluşturması. -1907 Sonbaharı. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılması. -1918 Aralık. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin dağılmasından sonra arkadaşlarıyla “Ayyıldız Cemiyeti”ni kurması. -1919 Mayıs. Samsun Havza’dan her tarafa çektiği telgraflarla kamu görevlilerinden ve herkesten Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine üye olunması ve yoksa kurulmasına dair telgraflar çekmesi. - Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin Erzurum ve Sivas Kongreleri ile Türkiye çapında örgütlenmesi. Mustafa Kemal’in Heyeti Temsiliye Başkanlığı ile fiilen “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı oluşu. -Daha sonra ölümüne kadar (1938) Cumhuriyet Halk Fırkası / Partisi olacak örgütlenmenin başkanlığı. Bu kısa hayat hikâyesinin ortaya koyduğu büyük ders şudur: Bir devrimci her zaman örgütlüdür, partilidir. Partisiz devrimcilik olmaz.

DEVR MC , PART BENC L OLAMAZ Atatürk’e göre Parti, hedefe ulaş-

başarılar kazanmış bir devrimcidir, askerdir, siyaset ve devlet adamıdır. Savaş meydanlarında büyük zaferler kazanmıştır. Yenilmiş bir milleti ayağa kaldırmış, tarihin ilk Milli Kurtuluş Savaşına önderlik etmiştir. Cumhuriyet Devrimlerini yaparak, bir Ortaçağ toplumundan, modern bir Cumhuriyet yaratmıştır. 10-15 yıl içinde temel sanayisini kurmuş, borçlarını önemli ölçüde temizlemiş, kendi ayakları üzerinde duran bir milli ekonomi ortaya çıkarmıştır vb.vb Ama Atatürk, yaptığı bütün işler içinde en önemli olanın Cumhuriyet Halk Fırkası’nın kuruluşuna önderlik etmek olduğunu söyBu ler. mak için kullanılan 1930’lu yıllarda, çet ya ha a k s bir araçtır. Hedef, şitli vesilelerle yapülkenin bağımsız hikâyesinin makta olduğu Cumolması, halkın iku u yd ko a ay ort hurbaşkanlığı ile üstidar olmasıdır. r: tünde olan CHP Gedu u rs de k yü bü Bu hedefe nel Başkanlığı görevi ulaşmak için Bir devrimci her arasında bir tercih daha uygun bir üdür, ütl örg an zam yapmak durumunda “araç” ortaya çıkiz kalırsa CHP Genel rtis Pa r. idi rtil pa tığı zaman bir an Başkanlığını tercih bile tereddüt etmedevrimcilik edeceğini söylemesi anmiş, hemen o yeni az olm lamlıdır. “araç”ı benimsemiştir. 1907 yılında aynı prograÖRGÜT N Ç N mı savunan daha büyük ve daha fazla ÖNEML D R örgütlü olan İttihat ve Terakki CemiÇünkü bir halkın hiçbir şeyi olmayeti ile karşılaştığı zaman, kendisinin yabilir veya sahip olduğu her şeyi kaykurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyebedebilir. Ama halka önderlik eden ve ti’ni bu “Parti’ye” katmakta duraksadoğru bir programa sahip bir öncü örmamıştır. güt (Parti) varsa bütün kaybedilenler Aynı şekilde 1918 sonrasında Anatekrar kazanılabilir. dolu ve Rumeli’nin her tarafında Mü“Ama çölden bir hayat çıkarmak, bu dafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulduçöküntüden bir varlık teşekkül yaratmak ğunu görünce kendi dışında olan bu lazımdır... Çöl sanılan bu âlemde saklı ve gelişmeyi derhal benimsemiş, eski parkuvvetli hayat vardır. O, millettir, Türk miltisi İttihat ve Terakki Cemiyeti / Fırkaletidir. Eksik olan şey teşkilattır. O teşkilat sı üyelerinin bu yeni örgütlenmede yer organize edilebilirse, vatan da, millet de alması için çalışmıştır. kurtulur. “(s.207) Yani örgüt bencili değildir. Yani “teşkilat” (örgüt), başarılan Esas olan iktidar olacak programbütün işlerin anahtarıdır. Onun için dır. O program, hangi örgüt ile iktidar Atatürk’ün hayatındaki en önemli baolabiliyorsa o parti (örgüt) içinde buşarıdır. lunmada bir an bile tereddüt edilme“Atatürk” diyerek ayağa kalkan yecektir. ama “Partisiz” olan bütün yurtseverleEN BÜYÜK BA ARI rin okuması gereken bir kitaptır “Atatürk ve Teşkilatçılık”. Atatürk yaşamı boyunca önemli


Aydınlık KİTAP

24 MAYIS 2013 CUMA

9

27 Mayıs’a ışık tutan kitaplar CÜNEYT AKALIN

ABD PEKÇ -ÖMER SAM CO AR, HT LAL N ÇYÜZÜ Önce Milliyet gazetesinde dizi olarak bir kısmı yayımlanan, “14’ler Olayı”nın ardından, okur baskısı sonucu geri kalan bölümü de yayımlanan çalışma, 27 Mayıs’ı yaratan koşulları, 27 Mayıs Harekatı’nı ve Milli Birlik Komitesi üyesi 14 subayın tasfiyesine kadar uzanan süreci çok yönlü olarak ele alıp, canlı bir üslupla anlatıyor. 1965’de Uygun Yayınevi tarafından yayımlanan çalışma, Türkiye İş Bankası yayınları tarafından 2010’da yeniden basılıyor, 2012’de ikinci baskısı yapılıyor. “Siyasi ve sosyal hayatımızda büyük değişiklikler ve etkileri her gün biraz daha iyi anlaşılan 27 Mayıs İhtilalil’nin yakın tarihimizin en önemli

Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü Bir ölü yatıyor on dokuz yaşında bir delikanlı gündüzleri güneşte geceleri yıldızların altında İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

FOTO RAF: ERG N KONUKSEVER

Toplumda yeni bir devrimci demokratik dalganın yükselişine neden olan 27 Mayıs’ın yarattığı canlı fikir ortamı kısa sürede ürünlerini verdi. Milli Birlik Komitesi üyeleri ve İhtilal’e şöyle ya da böyle karışmış olanların (Sadi Koçaş, Muhsin Batur, Talat Aydemir, Cemal Madanoğlu, Numan Esin, Haydar Tunçkanat, Ahmet Yıldız vb.) anıları yakın tarihimize ışık tutan belgelerdir. Ancak, ayrı bir yere konulması gerekli birkaç kaynağı özel olarak belirtmek gerekiyor.

Nâzım Hikmet

olaylarının başında geldiği ortadadır” saptamasıyla başlayan önsözde dönemin iki usta gazetecisi, belgelere ve tanıklara dayanarak 27 Mayıs’ı değerlendiriyor.

DÜNDAR SEYHAN, GÖLGEDEK ADAM 27 Mayıs’ın hem içinde hem kenarında yaşayan, çırpınıp duran Albay Dündar Seyhan’ın kendi imkanlarıyla1966’da bastırdığı kitabı, kanımca “Jakoben Edebiyat”ın parlak bir örneğidir. Seyhan, anılarında, devrim ile karşı-devrim arasında boyalayan ülkeyi renkli /canlı bir üslupla anlatıyor. Piyasada zor bulunan bir yapıt.

KIVILCIMLI’NIN, 27 MAYIS ELE T R S Hikmet Kıvılcımlı’nın 27 Mayıs’ın hemen ardından MBK’nin tecrübesiz genç subaylarına yazdığı açk mektuptan yola çıkarak kaleme aldığı eleştiriler, 27 Mayıs hareketinin sınıfsal karakterini, üstün yanlarını ve zayıflıklarını büyük bir açıklıkla ortaya koyuyor.

EVKET Ç ZMEL , DEMOKRAS YILDIZI?

Dr. Hikmet K v lc ml

Av. Çizmeli’nin kaleme aldığı, 2007’de Arkadaş Kitabevi’nce yayımlanan kitabın önsözünde Prof. Sina Akşin 27 Mayıs’ı Cumhuriyet’in kuruluş çalışmalarının içine yerleştirirken, Menderes’i farklı yönleriyle derinlemesine ele alarak in-

celiyor.

EVKET SÜREYYA AYDEM R MENDERES’ N DRAMI “Tek Adam”, “İkinci Adam” “Enver Paşa” gibi dev biyografi çalışmalarının yazarı Şevket Süreyya Aydemir, Bilgi’den çıkan “Menderes’in Dramı” adlı hacimli kitabında, başka bir dünyanın insanı olmasına karşın Menderes’le empati kurmaya çalışarak, DP olayını açarken, çok önemli bir noktaya değiniyor: Aslında Menderes’e yöneltilen “Anayasayı İhlal” suçlamaları çok daha kapsamlıdır. Çünkü Menderes, Anayasa’nın açık hükmüne rağmen Kore’ye asker yollama kararını ve imzaladığı ikili anlaşmaları Meclis’ten geçirmiyor. Ne var, Soruşturma Kurulu “ülkemizi dışarda güç dışarda bırakmamak” gerekçesiyle bu suçları iddianame dışında bırakıyor. Yani üzerine sünger çekiyor.

YARDIMCI KAYNAKLAR 27 Mayıs hareketinin değişik yanlarını vurgulayan kimi kitaplara da işaret ekmek gerekir: Ümit Özdağ’ın Boyut Yayınlarınca yayımlanan doçentlik tezi “27 Mayıs İhtilali” (Siyaset - Ordu ilişkileri), Ümit Zileli’nin, “Cumhurun Trajedisi” adlı kitapları belirtilmeye değer. Cumhur Utku’ nun “14’lerden Suphi Karaman’a İhtilal Mektupları” (Kaynak Yay. ), Ergin Konuksever’in “Adnan Çelikoğlu, Bir Darbeci Subayın Anıları” (YKY, 2010), Cüneyt Akalın’ın “Askerler ve

Bir ölü yatıyor ders kitabı bir elinde bir elinde başlamadan biten rüyası bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda. Bir ölü yatıyor vurdular kurşun yarası kızıl karanfil gibi açmış alnında İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda. Bir ölü yatacak toprağa şıp şıp damlayacak kanı silâhlı milletim hürriyet türküleriyle gelip zaptedene kadar büyük meydanı.

Dış Güçler, Amerikan Belgeleriyle 27 Mayıs Olayı” (Cumhuriyet Yay, 2000) ilginç kaynaklardır. Öte yandan Cüneyt Arcayürek, Metin Toker ve Kurtul Altuğ’un yakın tarihe ışık tutan incelemeleri 27 Mayıs’ın öncesikendisi- sonrasına yer veren, gazetecilerin tanıklık ve arşiv çalışmaları kapsamındaki yayınlar olarak çok değerlidir.

ILICAK’IN KAR I TEZLER 27 Mayıs Devrimi’ne karşı tezlerin başlıca kalemşörü babasının Yassıada Duruşması’ndaki mağduriyetini diline pelesenk ederek çok sayıda yayın yapan gazeteci Nazlı Ilıcak’tır. Ilıcak, “27 Mayıs Yargılanıyor”, “Eşi Berin Menderes’ten Yassıada’ya Adnan Menderes’e Mektuplar”, “15 Yıl sonra 27 Mayıs Yargılanıyor”, “50 Yıl sonra 27 Mayıs Yargılanıyor” (Doğan Kitap) kitaplarının yazarıdır.


10

Aydınlık KİTAP

24 MAYIS 2013 CUMA

ARAKABLO

27 Mayıs: Şiirin rengi mor menekşe Dönemin en gözde airleri, siyasal temalara yönelmekle, Nâz m’ n iirleri üzerindeki yasa n kalkmas na edebî ve kültürel zemin haz rlar; iirin güncel mücadele konular na yayg n biçimde bula mas ç r n ba lat r SEYYİT NEZİR / MECİT ÜNAL seyyitnezir@yahoo.com mecitunal@aydinlikgazete.com Büyük toplumsal altüst oluşlara gebe olan savaşlar ve devrimler, sanat ve edebiyata, özellikle de şiire yansımakla kalmaz, onu kısa ya da uzun erimde az çok etkiler. 27 Mayıs Devrimi de şiire yansıyan, dahası şiirimize yeni bir açılım kazandıran altüst oluşlardan biridir. Toplumumuzun önünü tıkayan birçok engelin kaldırılmasıyla şiirin de 27 Mayıs’tan sonra önü açılmış, Nâzım Hikmet’in yasaklı şiirlerinin yanı sıra, siyasal baskıyla yüz yüze pek çok ilerici-devrimci şairin şiiri yayımlanma olanaklarına kavuşmuş, 60’lı yılların şiirinde toplumsal ve devrimci yönelimler ortaya çıkabilmiştir. O günlerde Ankara’da yedek subaylığını yapmakta olan Cemal Süreya’nın “555 K” şiiri, bu devrimci gelişmenin öncüllerinden biriydi.

5’ NC AYIN 5’ NC GÜNÜ “555 K”, Bursa’da ipek çeken kızların “bir karasevda halinde” söyledikleri ezgiyle başlar. Şiir, görüleceği üzere, şairin daha önceki söyleminden taşarak usul usul gelişen lirik bir başkaldırıyı işlemesinin çarpıcı örneğini verir: Görmeğe alıştığımız nice yazlar Kimleri alıp götürdüler ama kimleri Karanfil bıyıklı genç teğmenleri Ak saçlı profesörleri, öğrencileri Adları şuramıza işlemektedir Ah dayanmaz dayanmaz bakmaya gözler Bir karasevda halinde söylemektedir Şimdi Bursa’da ipek çeken kızlar “555 K”, 28 Nisan 1960 günü İstanbul’da Beyazıt Meydanı’ndaki bir gösteride üniversite öğrencisi Turan Emeksiz’in polis kurşunuyla öldürülmesi üzerine Ankara’da gerçekleştirilen protesto gösterisinin parolasıdır: “5’inci ayın 5’inci günü saat 5’te Kızılay’da”. Cemal Süreya, bu eylemi “999. Gün / Üstü Kalsın”da ayrıntılarıyla anlatır. Şair, 27 Mayıs öncesi günlerin havasını yansıtan “555 K”yı eylemden kısa bir süre sonra yazmış, Papirüs dergisinin Ağustos sayısında yayımlamış-

Atl polisler 28 Nisan’da üniversitelilerin üzerine sald r rken

tır. “Bir başka günlerdi” diyor Süreya: “Birbirini tanımayan iki kişi sokakta karşılaşsa, oracıkta durum değerlendirmesi yapıyor; general, yedek teğmene içini döküyordu. Karşı gösteriler yapan ayrı bir gençlik de yoktu. Özellikle Ankara’da, herkes bir bütün halinde birleşmiş gibiydi. Küçük bir olayın toplumsal planda kökü varsa, birden nasıl büyüyebileceğini gördüm o gün.” (999. Gün / Üstü Kalsın, Broy Y., 782. gün) Cemal Süreya, 27 Mayıs’a ve onun getirdiği özgürlüklere başka şiirlerinde de yer vermiştir. O şiirlerden biri, “Kısa Türkiye Tarihi”nin ikinci bölümüdür. “Üç anayasa / ortasında büyüdün” der bu şiirde Cemal Süreya, “Biri akasya / Biri gül / Biri Zakkum”. 27 Mayıs Anayasası “gül”dür.

KAHRIN KARANLI INDA AÇAN GÜL Necati Cumalı, 1960 Devrim şehitlerinin anısına ithaf ettiği “Bir Gül Açıyorsa” şiirinde, “akan kanın, dökülen yaşın güle dönüşümünü”, Neruda’yı çağrıştıran bir imgesel kavrayışla anlatıyor. “Artık yaşamak bütün Türkiye’de / Bir ağızdan söylenen bir türküye dönüyor” derken, ye-

diveren gülün ülke boyunca açılmasını imliyor. Çeşit çeşit yüz binlerce gül: Bir gül açıyorsa şimdi Türkiye’de Aşkla ümitle açıyor Adsız unutulmuş her bahçede Bir gül tomurcuklanıyorsa Sabaha karşı gecede Açmak için tomurcuklanıyor Aşkla ümitle Sevinçle yaşamak için tomurcuklanıyor. Şiirde gül imgesinin yoğun kullanılması mevsimle de ilgili: Mayıs, gül mevsimidir. Zamanında bin bir çeşit gül üretmiş bir toplumun yaşamında ve şiir geleneğinde temel motiflerden biri olan bu imge, devrimin doğal simgesi haline geliyor; güller de, kanın ve gözyaşının aktığı yerde, kahrın karanlığı içinde katmer katmer açarken, geleceğe aydınlık ve hürriyet ışığı taşır.

ALTAYLARI YARIP GEÇEN KURT Fazıl Hüsnü Dağlarca, toplumun tüm kesimlerini baskı altına alan DP kuşatmasından kurtuluşu Ergenekon’dan çıkışla eşleştiriyor, 27 Mayıs’ı kurt motifiyle güç-

lendiriyor. Şair, ordu kavramını, bu motifle iç içe ve hiçbir dolambaca gerek görmeden şiirinin odağına yerleştiriyor: Ordular günaydın Yine Altayları yarıp geçmiş kurdumuz. Yeryüzünde, Tanrının kutsal düzlüğünde Yüzbinlerce yüzbinlerce yüzbinlerce şehidin istediği yerden, Dalgalanır bayrak yurdumuz. “Ordular, topluluğun gücü” diyor Fazıl Hüsnü, “Ordular toprağımızın çiçeği”. Yüklediği anlam bu kadarla da kalmıyor; “Ordular yapar geleceği” diyor bilge bir görüşle: “Ordular, ulusların usudur”. Sözünü ettiği ordu(lar), padişahların, diktatörlerin değil, milletin ordusudur. Milletle birleşmiş bir ordu! Ancak bir devrimle kurulan, milli ordu! Şiirin günaydınla açılması da bu yüzden... Komşunun komşuya, öğretmenin öğrenciye, ustanın çırağa günaydın demesi gibi geniş, ferah ve neşeli bir gülüşle...

HALKIN ÖZLED ADIM Askeri bir müdahale olmasına karşın, işaret fişeği, tıpkı 1908’de olduğu gibi, devrimini arayan ve çağıran kitlelerin yaktığı 27 Mayıs’ın halk tarafından şenliklerle karşılanması ve hakkında övücü şiirler yazılması açık halk desteği bulduğunun somut göstergesidir. Bayar-Menderes diktatörlüğünün gemi azıya aldığı, her türlü karşıt görüşü bastırdığı, şairleri, yazarları, gazetecileri, üniversite hocalarını tutuklatarak zulmünü toplumun tüm kesimlerine yaydığı günlerde gençlik eylemleriyle başlayan 27 Mayıs, bir devrimdir çünkü ve ordu-millet beraberliğinin ürünüdür. 27 Mayıs, birçok aydına göre yeni ve halkın özlemlerine dayalı, güvencesini çağdaş bir anayasada bulan bir dönemin ön adımıdır. Demokratik gelişimi engellenen toplumun Ergenekon’dan çıkış girişimidir. Başaran, “Ala Tanla Yetiştiler” şiirinde o günlerin özlemini yanık Rumeli türkülerinin edasıyla anlatır: Canım sana kurban yiğit Yüreğimde yılların ezginliği


Aydınlık KİTAP

GÜLDEN TERAZİ

Faz l Hüsnü Da larca

Cemal Süreya Attila lhan

Kanar benim yaralarım kapansın Toplansın göğün denizin pırıltısı üstüme Şenliklere şölenlere dönsün yaşamak Yetiş bana civan yiğit. Şiir, 27 Mayıs günlerinde yeni bir dem tutmakta, halk geleneğinin sözcüklerini ve örgüsünü modern şiirde kurmaya yönelmektedir.

TÜRKÜLER VE BAYRAKLARIYLA Nâzım Hikmet, devrimin halk temelini daha bir açığa çıkarır; “Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü” şiirinde, evrensel bir yönelimle, karanfil imgesini kullanır. Şiirde açan çiçek imgesi, kötüden iyiye, karanlıktan aydınlığa, baskı ve zulümden özgürlüğe geçişteki isyancı duyarlığı anlatır. Şairin “Hürriyet Kavgası” şiirinde ise Turan Emeksiz, kitapları, türküleri ve bayraklarıyla gelenlerle birlikte Şahmeran’ın mağarasını yıkan adsız şehittir. Şiir, sürgündeki şairin radyo ve gazetelerden izlediği olayları nasıl da içerden yaşadığını gösteriyor. Bu sonuç, ömrünün uzun yıllarını devrim uğruna hapiste ve sürgünde geçirmiş Nâzım’ın bilimsel sosyalist dünya görüşünün bir ürünüdür. “Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü” şiiri, gündüzleri güneşle, geceleri yıldızların altında yatan, rüyası başlamadan biten on dokuz yaşındaki delikanlıya, Nâzım Hikmet’in şiirden yaptığı bir mezar taşıdır: Bir ölü yatacak Toprağa şıp şıp damlayacak kanı Silahlı milletim hürriyet türküleriyle gelip Zaptedene kadar Büyük meydanı. Şair, “Hürriyet Kavgası” şiirinde ise, “daha gün o gün değil” demektedir, “derlenip dürülmesin bayraklar...” Şair aslında, çok önemli bir uyarıda bulunuyor: Karanlığın üstüne yürünmüş, meydanlar zaptedilmiştir ama, henüz her şey bitmiş değildir, çakallar halâ ulumaktadır... 12 Mart ve 12 Eylül, şairin öngörüsünü doğrulamış, uyarısını haklı çıkarmıştır. Timur Selçuk’un marş biçiminde bestelediği şiirin asıl vurgusu bu yüzden sonda, faşizme karşı yürütülen hürriyet kavgasının sürekliliğinedir.

LK R ELDEN ELE M. Kemal Yılmaz, 28-29 Nisan olayları sonrasında ilk şiiri yazar: “Osman’ım”. Şiir imzasız olarak günlerce elden ele dolaşır... Bugün unutulmuş olan bu şiirden okuya-

cağımız genişçe bir bölümde, o günlerin hemen her şiirde yakamozlaşan kendiliğinden duyarlığını görme olanağı buluyoruz: Düşünce işte böyle mutlu düşmeli toprağa Aşk içinde Osman’ım, inanarak. Karışır birbirine kanlarımız Kanlarımız ne de sıcak. [...] Olunca böyle olmalı yürek dediğin On dokuz bahar büyütüp beslediğin. Bir tatlı nisan sabahında Ölünce böyle ölmeli bencileyin. Elinde yaralı iri bir kuş şu kitap, Yumruğun sıkılmış, bomba Gülerek bakmalı namlusuna katil tüfeklerin. Gayri benden süzülür çorak topraklara bereket Boy atar, yeşerir bu yağmurda hürriyet. Ben insanın beyazı, ben insanın karası Alnımda kardeş kurşun yarası Aynı açık denizlere hasret Aynı renkte akar kanım... Milyonlar koşuyor şimdi Senin erkek sesine; Bu kitap elden ele Osman’ım, Bu kitap bayrak bayrak Çekilecek bir gün elbet Fakülte kalesine. Şiir; 27 Mayıs üstüne yazılmış şiirlerin ortak duyarlığını, 1940 Kuşağı’nın şiir dilinden süzülmüş yalın ve içten bir anlatımla veriyor.

27 MAYIS’TA A RLER N RESM GEÇ D Behçet Necatigil, Cumhuriyet düşmanlarına karşı yorulmak bilmeksizin verilecek savaşın sürekliliğini handiyse fısıltıyla anlatır: Bitkinim ama göstermiyorum Çünkü yok tükenmek son soluk çıkmadıkça Atatürk de benden bunu bekler Bir ölüyüm belki ama göstermiyorum. Şair, böylece Atatürk Devrimi’yle 27 Mayıs Devrimi arasındaki tarihsel ilişkiyi, devrim hukukunun yeni bir bütünlüğe evrilişini de ima ediyor. Bu bağlam, Attilâ İlhan’da toplumun tüm kesimlerinin katılımı gösterilerek daha somut sergilenir: kışlalarda gürül gürül borazanlar çalınır ah zalımlar uğramış garip vatanım ölünmekse nere olsa ölünür uyan bre kemal paşa tayfası zındanlarda yatanların aşkına öğrencisi basını ordusu donanması Beyazıt yakasında yağmur gezinir Politik söylemin uzağında kalmaya titizlikle özen gösteren şairlerden Salâh Birsel, Tevfik Fikret’i de çağrıştıran “Sisten Sonra”

Necati Cumal

24 MAYIS 2013 CUMA

Behçet Necatigil

şiirinde, Mustafa Kemal ve ordu arasındaki örtüşmeye değinerek, özgürlüğün ve gelecek umutlarının onlarla çiçeklendiğini vurgular: Günaydın hepinize Türk Ordusu’ndan Toplanın meydanlara marşlarla Özgürlük Mustafa Kemalli bir çiçektir Kalkın umutlarla sevgilerle selamlarla Cahit Külebi, yine halk söyleyişleriyle pekiştirerek, olayı kitlesel boyutta öyküler: Bayrak gibi saçlar darmadağın Kız mı erkek mi belli değiller Kan revan içinde, ter içinde Özgürlük dediler devrildiler Suat Taşer, bu kitlesel betimlemeyi, şiirin nakaratında 28-29 Nisan ayaklanmasının marşından yararlanarak sürdürür: Karanlıkta kirli yüzler görüyorum kan sızıyor nâmert parmaklarından okul duvarında kurşun yarası kurşun yarası değil vicdan karası Karanlıkta kirli yüzler görüyorum Olur mu böyle olur mu Kardeş kardeşi vurur mu Sabih Şendil, kendini eşit ve özgür duymanın getirdiği ruhsal genişlemeyi, duygu sonsuzluğunu anlatır: Hürriyet güzel şey eşitlik güzel Gelinlik kızların dudaklarında Ağaçların doruklarında gezer Duyar sesini bütün dünya Özker Yaşın, 27 Mayıs anma ve kutlamalarında şiir korolarınca okunan “Hürriyet Destanı” şiirini nice farklı görüntüyle kurgular: Gel bakalım satılmış adam Vur copunu, bas kurşunu Göğsüm açık karşındayım Silahsızım karşındayım Koyun gibi değil ama İnsan gibi karşındayım Karşındayım. Dönemin en gözde şairleri, toplumu derinden ilgilendiren bu siyasal temayı şiirine sokmakta ikircim göstermemekle, Nâzım’ın şiirleri üzerindeki yasağın kalkmasına edebî ve kültürel zemin hazırlar; şiirin güncel mücadele temalarına yaygın biçimde el atma çığırını başlatır.

HAM MEYVAYI KOPARDILAR Enver Gökçe, “Turan Emeksiz” adlı şiirine, “Bir yürüyüş eylediler sabahtan / Ilgıt ılgıt kan gider loy loy!” dizeleriyle başlar. Şiir, bir halk türküsünün verdiği esinle sürer: “Dayan dizlerim dayan! / Ağla gözlerim ağla / Namlu puşt olmuş, at ayağı puşt. / Yine

11

Enver Gökçe

düşman elindeydi vatan / Bir oğul çıktı Malatya’dan / Anası Yılmaz çağırırdı / Haram süt emmemişti anadan. / Ve Beyazıt derler bir büyük alan / Düşman sarmıştı sağı solu / Düşman çok, cephane yoktu / Yetişmemişti daha Cemal Paşa kolu / Amandı el aman!” Halk şiirinden motiflerle destansı bir anlatım kuran Enver Gökçe, Turan Emeksiz’i yine bir halk ezgisinin sözleriyle uğurlarken, geleneksel söylemi güçlü bir estetik düzeye taşıyarak, tekil duygularda herkesin duyarlığını yakalar: “Başı daralınca Yılmaz’ın / Baktı atacak taşı yoktu / Baktı eli durmuş, ayağı durmuştu / Vurulmuştu. / Çıkardı yüreğini kan içinde / Çarptı kötünün kafasına / Hay bu nasıl devran? // 28 Nisandı / Yavri hey! / Ham meyvayı / Kopardılar / Dalından.”

27 MAYIS’A EN BÜYÜK ALKI Şair ve romancı kişiliğiyle olduğu kadar, denemeci, araştırmacı, eleştirmen yönleri ve edebiyat tarihçisi kimliğiyle de önemli bir ağırlık oluşturan Ahmet Hamdi Tanpınar, 27 Mayıs için şiir yazmadı; ama o günlerin acılarını ve sevinçlerini derinden duyan yazılarıyla konuya eğildi, köklü tarihsel bağlantılar kurarak, DP iktidarının çağdaşlaşan Türkiye’yi yolundan alıkoymasını, ülkeye ve halka verdirdiği kayıpları en acımasız yargılarla eleştirmekten geri durmadı. Yazarın özellikle günlüklerinde ve 27 Mayıs sonrasındaki yazılarında, millet iradesinin kötüye kullanımını, sağ zihniyet iktidara geldiğinde devleti ve millet malını talan etme geleneğinin bu kez de azgınca ortaya çıkışını, ülkeyi borçlandırma ve geleceği ipotek altına sokma pahasına sağlanan kısmi ve yalancı refahla halk kitlelerinin memnuniyetini kazanarak maddi ve manevi tüm ulusal değerlerin gasp edilmesini tarihsel nedenleri ve somut göstergeleriyle vurguladığı görüldü. Tanpınar, romanlarında ve fikir yazılarında, yer yer çok belirgin olsa da, daha çok, örtülü bir söylemle dile getirdiği yurtsever kimliğini, 27 Mayıs’tan sonraki tüm yazılarında açık, aydınlık ve yürekli bir anlatımla ortaya koydu. 27 Mayıs’a edebiyat cephesinin en büyük alkışı Tanpınar’dan geldi. Türk toplumunun tarihsel evrimi, kültürel mirası, geçmişe, bugüne ve geleceğe bakışı üstüne çok önemli saptamalarda bulunan yazar, çağdaşlaşma yönünde 27 Mayıs’ın kalıcı bir sıçrama oluşturduğu sonucuna vardı.


12

24 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

KAPAK

2 Yalçın Küçük: 27 Mayıs bir gençlik hareketi ve devrimidir

Şartlar olgunlaştığı takdirde 27 Mayıs her zaman yapılır 27 May s Kemalizm’in en yüksek noktas d r. 1956-1966 dönemini Türkiye’de Kemalizm’in en yüksek, en parlak, en yarat c , en co kulu dönemi olarak dü ünmek gerekir. Bu, Türkiye ayd n n n, Türkiye solunun, Türkiye çi Partisi’nin içinde oldu u yükseli le beraber, 12 Mart 1971’e kadar devam etti OKAN İRTEM

27 Mayıs’ı, yapanlardan Yalçın Küçük anlatıyor. Dönemin gençlik önderlerinden, FKF Başkanı Yalçın Küçük, 27 Mayıs’ın hürriyete kavuşturduğu Türkiye’nin sonraki 40 yıllık tarihinin 27 Mayıs’ın kazanımlarını ortadan kaldırma tarihi olduğunu saptıyor. Silivri zindanında tutsak Yalçın Küçük Hocamıza göre, “Şartlar el verdiği, olgunlaştığı takdirde yeni 27 Mayıs’lar her zaman yapılır.” 27 Mayıs sonrasında hazırlanan Onar Rapor’unda, ‘Demokrat Parti hükümetinin anayasayı ihlal ederek meşruiyetini yitirdiği’ ileri sürülmektedir. Siz bu düşünceye katılıyor musunuz? Sıddık Sami Onar Komisyonu 1960 dönemindeki duruma uygundu. Bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi şudur: Büyük Millet Meclis’inde Tahkikat Komisyonu kurulmuştu. Büyük Millet Meclis’inin bu komisyonu sorgulama yapıyordu ve insanları tutuklayabiliyordu.Bu, kuvvetler ayrılığı ilkesine taban tabana zıt bir durumdu. Devlet hukuki varlığını, hikmet-i vücudunu, gerekçelerini kaybetmişti. Onun ötesinde, gençlik üzerinde çok büyük şiddet kullanıyordu. Daha sonraki yıllarla mukayese edilemez ama daha önceki yıllarla mukayese edildiğinde, gençliğe çok büyük bir şiddet uygulanıyordu. 28 Nisan 1960 tarihinde İstanbul Üniversitesi gençliği şiddete karşı ayaklandı. Aynı şekilde, 29 Ni-

san 1960 tarihinde de Ankara Üniversitesi cezaevindeydi, Cüneyt Arcayürek cegençliği ayaklandı. O sıralarda, şöyle bir not zaevindeydi, Kurtul Altuğ cezaevinvermek lazım, bugünkü kuşaklar bilmeyebilir, deydi. Cezaevine gidiyor ve geliyoriki üniversite vardı. Biri İstanbul Üniversitesi, lardı. Burada bir noktaya dikkat edilmesi gerekiyor. Bu adını saydiğeri Ankara Üniversitesi. Başka ünidıklarım öyle büyük gaversite yoktu; yüksek okullar var u zetelerin, muhabirdı. Ama üniversite gençliği, leri, yazarları, köşe yüksek öğrenim gençliği anda yazarları, fıkra dediğinizde, İstanbul Üni r y ld Türkiye’de k rk yazarları değilversitesi gençliği ile Anyap lanlar n hepsi, 27 lerdi. Bunlar kara Üniversitesi genMay s 1960’da ba layan, haftalık Akis çliği akla geliyordu. 29 1970’in sonuna kadar Dergisi’nin Nisan’da Hukuk Fayazarlarıdır. kültesi ile Siyasal Bildevam eden bu çok parlak Ama onlara giler Fakültesi DP’yi ve yüksek dönemi bir t ahammül protesto etti, meşruiyem, gra pro umut, heyecan, edilemiyordu. ti olmadığını söyledi. istek halinden Dolayısıyla Üniversite kuşatıldı, soç kartmak 27 Mayıs 1960’dan nunda da öğrencilere, üniiçindir hemen sonra kuruversiteye karşı silah kullanıldı. lan, İstanbul Üniversitesi Bu, cumhuriyet tarihinde ilk defa Rektörü Profesör Sıddık Sami oluyordu. Onar başkanlığındaki komisyonun, ‘27 ME RU YET N Y T RM Mayıs’ı meşru, ondan önceki hüküB R KT DAR meti ve iktidarı gayrı meşru’ görmeHukuki nedenlere dönecek olursak… sini bu çerçevede ele almak lazım. Türkiye’de 27 Mayıs dışında hiçBüyük Millet Meclisi insan tutukluyordu ki, mümkün değildir. Aynı şekilde DP hükümeti bir askeri müdahale bayram olarak büyük bir şiddet kullanıyordu. Halk da buna kutlanmadı. Ancak 27 Mayıs, 12 Eyher yerde tepki gösteriyordu. Dolayısıyla hem lül Darbesi’ne kadar Hürriyet ve hukuken hem fiilen meşruiyetini yitirmiş bir Anayasa Bayramı olarak kutlanmaya devam etti. 27 Mayıs’ın bayram kabul edilmesinin iktidar vardı. Bu, son derece önemlidir çünkü bazı çev- nedenleri nelerdir? 27 Mayıs bir bayramdır. 27 Mayıs, 1908 reler 27 Mayıs’ın demokrasiyi ortadan kaldırdığını söylü- Meşrutiyet Devrimi gibi bir bayramdı. Ben yorlar. Oysa de- bu iki devrim arasında hep benzerlik kuramokrasi zaten rım.1908 Meşrutiyet Devrimini, tabii, hatırortadan kalk- lamıyorum. Ama Halide Edip Hanım’ın mıştı. Basın yazdıklarını biliyorum. ‘O gün hiç kimse Türüzerinde çok kiye’de suç işlemedi’, diyordu. Bayram nedir? büyük bir baskı Türkiye’de büyük bir baskıdan, bir çöküş duyvardı. Önde ge- gusundan, bir boğulma halinden kurtuldulen pek çok ga- ğunuz zaman, bayram dersiniz. Ben 27 Mazeteci tutuklan- yıs 1960 günü Kızılay Meydanı’ndaydım. mıştı, cezaevin- Böyle bir coşkuyu, böyle bir kalabalığı hiçbir deydi. Kimler zaman görmedim. Halk zaten bayram yapıcezaevindeydi? yordu. Öyle bir bayramdı ki, 27 Mayıs’ın liMetin Toker deri Cemal Ağa, Cemal Paşa o mahşeri kacezaevindeydi, labalığın içinden çok rahat geçebiliyordu. BuÜlkü Arman gün Tayyip Bey evine öyle gidemiyor; evin-

den çıktığı zaman etrafını insandan duvarlarla ördürüyor. Bir vilayete gittiği zaman üç tane otomobille, IV.Murad gibi, tebdili kıyafet yaparak gidiyor. O zaman bir bayram vardı. Biz o bayramın içindeydik. İnsanlar birbirini öpüyor, dans ediyor, şarkı söylüyordu.Herkesin yüzü pırıl pırıldı.Dolayısıyla bu gerçeklikti, gerçekliği sonradan kanun şekline getirdiler. Getirilir. Nasıl 29 Ekim bayramsa, nasıl 23 Nisan kutlanıyorsa, 27 Mayıs da kutlanır.

NE BÜYÜK KORKU SALMI IZ 27 Mayıs Kemalizm’in en yüksek noktasıdır. 1956-1966 dönemini Türkiye’de Kemalizm’in en yüksek, en parlak, en yaratıcı, en coşkulu dönemi olarak düşünmek gerekir. Bu, Türkiye aydınının, Türkiye solunun, Türkiye İşçi Partisi’nin içinde olduğu yükselişle beraber, 12 Mart 1971’e kadar devam


KAPAK etti. Zaten tarihimize bakarsak, 70’li yıllar on, 80’li yıllar on, 90’lı yıllar on, 2000 sonrası on, toplamda kırk yıl eder… Şu anda Türkiye’de kırk yıldır yapılanların hepsi, 27 Mayıs 1960’da başlayan, 1970’in sonuna kadar devam eden bu çok parlak ve yüksek dönemi bir umut, heyecan, program, istek halinden çıkartmak içindir. Dolayısıyla 12 Eylül’de Kenan Evren ve arkadaşları bundan çok korktular. 27 Mayıs sözünden çok korktukları için onu bayram olmaktan çıkarttılar. Bugün de öyle. Ne büyük korku, ne büyük korku salmışız. Birinci tekil şahısla konuşacak olursam, “ne büyük korku salmışım,” diyeceğim. Çünkü biz kendimizi 27 Mayıs’ı yapanlardan sayıyoruz. Kırk yıldır hâlâ, sabah akşam, her imkânda, her gazetede, her televizyonda 27 Mayıs’ı karalamak, unutturmak, bunun tekrar yapılabilir olduğunu çürütmek için uğraşıyorlar. Ben de yıllardır, “27 Mayıs’ı yapanlardanım,” diyorum. ‘Şartlar el verdiği, olgunlaştığı takdirde her zaman yapılır.’ Sizce 27 Mayıs bir ordu hareketi midir? Yoksa daha geniş bir toplumsal muhalefetin ürünü müdür? 27 Mayıs’ı kimlerin yaptığı konusunda, bizim siyaset dünyamızda tartışma vardır. Genellikle üniversitenin, aydınların yaptığı söylenir. Ama iki kişi vardır ki, bunlardan ayrılırlar. Biri, o dönemin çok iyi bir gözlemcisi; 27 Mayıs’ın oluşumunda Türkiye’ye tanıttığı haftalık Akis Dergisi’yle önemli katkılarda bulunmuş, bir ara hapse de girmiş olan Metin Toker’dir. Öbürü de ben, Yalçın Küçük. Biz ayrı görüşteyiz. Biz 27 Mayıs’ın gençlik devrimi olduğunu, gençlerin yaptığını söyleriz. Tabii sınıfsal tarafları, uluslararası ilişkiler var. Ama fiilen yapan, eden gençliktir. 27 Mayıs bir gençlik hareketi ve devrimidir. Öbürlerinin düşüncesi de çok farklı değil. Arada büyük farklar yok. Ama eninde sonunda kim yaptı, üniversite mi yaptı, başkası mı? Burada biz, ‘gençlik,’ deriz. Demin size söyledim. 28 Nisan 1960, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin kıyamıdır. O gün Turan Emeksiz’i kaybettik, arkadaşlarımızdandır. 29 Nisan 1960, Ankara Üniversitesi Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencilerinin kıyamıdır. Ben ikisinde de vardım. Bütün kadrolar, 1957-1958’den itibaren, o zaman Türkiye yüksek öğretim gençliğinin kütlesel organı olan Türkiye Milli Talebe Federasyonu çevresindendirler. O mücadelelerde devlet bize karşı polisi, polis yumruğunu, polis dayağını kullandı. Aşağı yukarı 1957-1958’den 1960’a kadar geçen dönemde Türkiye gençliği 28-29 Nisan için yetişti.

TÜRK YE’Y ÇOK ZENG NLE T RD 27 Mayıs gençlik eylemliliğidir, gençlik hareketidir. Onun sonucudur. Ama bunun içinde genç öğretim üyelerinin, biz Forum Hareketi diyoruz; Forum Dergisi çevresindeki genç öğretim üyelerinin, Muammer Aksoy Hocam’ın, Turhan Feyzioğlu Hocam’ın çok büyük katkıları vardır. Başkaları da var. Aydın Yalçın var, Coşkun Kırca var, Münci Kapani var. Daha sonra öbür tarafa geçen Profesör Hüseyin Nail Kubalı var. Müthiş bir şeydir. Türkiye’yi çok zen-

Aydınlık KİTAP

24 MAYIS 2013 CUMA

13

yorum. Benim okuduğum üniversite, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, yüce gök’e şükürler olsun, Amerika’daki, İngiltere’deki, Fransa’daki üniversiteleri bilirim, o tarihte hiçbirinden geri değildi. Bütün fikirler tartışılırdı. Üniversite mi? Üniversitede öğrenci sınıflarda öğrenmez; kantinde öğrenir, tartışma odalarında öğrenir, konferans salonlarında öğrenir, yoldaş öğrenciden öğrenir. O zaman öyleydi.

DEVR MS Z DEMOKRAS GELMEZ

ginleştiren, o zamana göre yepyeni düşünceler, programlar ileriye süren, çıkartan… Onların öğrencilerle beraber kurdukları Fikir Kulübü var. Fikir Kulübü yepyenidir. Panelleri getirdi Türkiye’ye. Her yerde, her taşın üstünde, her fakültede tartışma vardı. Üniversiteler tartışırlardı. Ben 27 Mayıs’tan önceki Fikir Kulübü’nün başkanıydım. Dolayısıyla o dönemi çok yakından biliyorum. O dönem, böyle bir dönemdi. Basında kimi yazarlar 27 Mayıs’ın demokrasiyi ortadan kaldırdığını söylüyorlar. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir? Birtakım ahmaklar 27 Mayıs’ı, demokrasiyi ortadan kaldıran bir darbe olarak görüyorlar. Bunlar cahiller… 27 Mayıs çift meclisi getirdi. Bir İmam Hatip Lisesi mezununun her söylediğini yapan bir meclis varsa, orada demokrasinin ırzına geçilmiştir. Bugün durum budur. Kitaplarıma da aldım. Üç günde 17 yasa çıkıyorsa, demokrasiden bahse-

dilemez. 27 Mayıs ile çift meclis geldi, iki meclis. Bu, yapılan işleri tartışma anlamındadır. Vakit olacak, oradan oraya gidecek, komisyonlar olacak, halk tartışacak… Birinci nokta budur. İkincisi; Anayasa Mahkemesi’ni, beğenirsiniz beğenmezsiniz. Ama kanunların anayasaya uygunluğunun yargı yoluyla denetimi yoksa, demokrasiden bahsedemezsiniz. Demokrasi kelimesinin anayasada yazıp yazmamasının ne önemi var? Niye AKP bugün Anayasa Mahkemesi üyelerinin kompozisyonunu değiştirmek istiyor? Çünkü kanunların anayasaya uygunluğunun yargı yoluyla denetimini ortadan kaldırmak istiyor. Bunu getiren 27 Mayıs’tır. Bu yoksa, demokrasiden bahsetmek ahmaklıktır. Üç; 1960’larda Türkiye’de üniversite muhtariyeti vardı. Öğretim üyeleri rektörleri seçerdi. Fakülteler vardı. Bugün fakülte yok. O üniversitelerde biz sabahtan akşama kadar tartışırdık. Şimdi geriye dönüp bakı-

‘27 Mayıs’ın demokratizasyonun önüne geçtiğine’ dair değerlendirme çok cahilanedir.İnanılmaz bir bilgisizlikle, cahiliye devrini hatırlatan bir havada konuşmalar görüyoruz. Bunların gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur. Siyaset teorisinde burjuva devrimleri diye bir kategori vardır. Bu, artık ilkokullarda öğretilir. Fransa’da, dünyanın hiçbir yerinde 1789 Büyük Fransız Devrimi’ni kimse eleştirmez. İşte “Büyük Fransız Devrimi oldu, Fransa’ya demokrasi geldi,” denir. Devrimsiz dünyanın hiçbir yerine “demokrasi” gelmemiştir. 1789 burjuva anlamda bir demokratizasyon devrimidir. İlkokul kitaplarında bu vardır. 1648 İngiliz Devrimi de böyledir. Bize geldiğiniz zaman da, 1905 Rusya’da burjuva demokratik devrimidir. Demokrasinin önündeki müesseseleri şiddetle ortadan kaldırmak durumundasınız. 1905 Rusya, 1911 Çin devrimleri… Burjuva devrimleri bir kuşaktır. Bunlar demokratizasyon yolunda çok ciddi şiddet kullanan açılımlardır. 1905 Rusya ve 1911 Çin devrimi arasında İran, Türk ve Meksika burjuva devrimleri vardır. Bizdeki 1908-1909 demokratizasyonu getiren burjuva devrimidir. Ne yapmıştır? 1908’e kadar meclis olmadığı, çalışmadığı için genç subaylar, Enver, Niyazi, Eyüp Sabri, üçü de genç pırıl pırıl subaylardır, binbaşıdırlar, dağa çıkmışlardır. “Sultan! Meclisi çalıştır, anayasayı yürürlüğe koy! Yoksa seni yerle bir ederiz,” demişlerdir. Buna, burjuva demokratik devrim, diyoruz. 1960 yılı 29 Nisan’ında ben gizliye geçtim. Çünkü Tahkikat Komisyonu beni arıyordu. Ne demek Tahkikat Komisyonu? Mahkeme değil, meclisin içinde kurulan bir komisyon; çağırıyordu, tutukluyordu. İlkokullarda öğretilen kuvvetler ayrımı ortadan kalkmıştı. Bugün de kalkmıştır. Peki, ihtilal neyi getirdi: çift meclisi getirdi. O zamana kadar yoktu. Bu demokratizasyondur. Kim getirdi? 27 Mayıs Devrimi. Bugün dünyada ne var? Fransa’da çift meclis var. Bir parlamento, bir senato. İngiltere’de ne var? Bir Avam Kamarası, bir Lordlar Kamarası. Amerika’da ne var? Bir Temsilciler Meclisi, bir Senato. Ahmaklar! Bu yoksa, demokrasiden bahsedemezsiniz. Bunu kim getirdi, 27 Mayıs Devrimi. Peki, darbe nedir? 12 Mart’la 12 Eylül’le bunlar ortadan kaldırıldı. 27 Mayıs’la kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyecek bir mahkeme kuruldu.12 Mart ne yaptı? O mahkemenin yetkilerini azalttı. 12 Eylül ne yaptı? O mahkemenin yetkilerini azalttı. Demek ki, darbe başkadır, devrim başkadır.


14

Aydınlık KİTAP

24 MAYIS 2013 CUMA

27 Mayıs günlerini toplumsal belleğe objektifiyle kazıyan gazeteci: Ergin Konuksever

Halkın sevgisini, coşkusunu fotoğraflarda görüyorsunuz DAMLA YAZICI B.SADIK ALBAYRAK bizimsadikalbayrak@gmail.com Ergin Konuksever’le söyleşi yapmaya üç arkadaş gittik. Aramızda deneyimli gazeteci Musa Ağacık da vardı. Damla Yazıcı ve ben Levent’teki evine vardığımızda, Ergin Konuksever’i bizi kapıda beklerken bulduk. Bir gazetecilik ve etnografya müzesine benzeyen evde, nereye bakacağımızı şaşırmışken o söze başlamıştı bile. Elimize zarflar dolusu dönemin fotoğrafını tutuşturmuştu. O anlatırken, biz 27 Mayıs’ın Türkiye’nin her yerinde bayram coşkusuyla meydanlara döktüğü kitlelerin onun objektifinden toplumun belleği olmuş, siyah beyaz fotoğraflarına göz atıyorduk. Ergin Konuksever, 27 Mayıs'ın hatasını, yeni anayasa getirmesinde buluyordu. “Bol geldi o anayasa Türk halkına. Neyimize gerek bizim. Şimdi kabahat buluyorlar, efendim, yapanlar askerlermiş; sen hâlâ o anayasaya sığınıp konuşuyorsun...” Hâlâ hukuk derslerinde 1961 Anayasası en özgür anayasa olarak gösteriliyor. Elbette, anayasayı yapmak için Nail Kubalı Hoca geldi. Sıddık Sami Onar geldi. Kubalı çok yiğit adamdı. Ben onu kolundan tutup tutup Toptaşı Hapishanesi'ne götürüyordum 27 Mayısçılar yatarken. “Hoca bunlarla konuş moral ver,” diyordum. Siz Talât Aydemir'in de yakın arkadaşısınız. Hatta hapishanede, son parasını ve hatıratını size bırakmış. Çok enteresan şeyler var tabii, ihtilalciler arasında. Uğur Mumcu bir kitap yazdı “Manevra Sandığından Çıkan Mektuplar” diye, Osman Köksal'ın anıları. Osman Köksal, Talât Aydemir'in en yakın arkadaşı, İhtilal komitesini beraber kuruyorlar. Fakat yıllar sonra Aydemir Albay'ın idamı istendiği zaman, Osman Köksal, Aydemir Albay'ın idamı için oy attı. Aydemir Albay da mektup yazdı ona: “Osman, ölümüm için oy kullanmışsın. Benden artan ömür senin olsun”. Uğur Mumcu bunu koymamış kitaba. “Sana yakışıyor mu, nerede bu mektup,” diye kızdım. Osman Köksal, Aydemir'in asılma-

sına neden oy verdi? Aralarında bir husumet mi oluşmuştu? Hayır. Nedenini bilmiyoruz, oğlu bile anlayamadı. Ondan sonra Osman Köksal da üç dört defa içeride yattı, Selimiye'de. Hoş görünmeye kalktı sadece.

NE YAPSAYDIM, ÖLDÜRSE M YD M Siz Aydemir'le ne zaman tanıştınız? Ben Fethi Gürcan'ın takım subayıydım askerde. İkisi de idam edildi. Fethi Ağabey 22 Şubat'ta hepsini esir aldı, İnönü dahil, sonra bıraktı. İnönü gitti Hava Kuvvetleri'ne sığındı, öbürü bir yere sığındı ve İhtilal ters döndü. Bir gün, “Fethi Ağabey ne zaman yapıyoruz ihtilali?” diye sordum. “Elbette bir gün yapacağız,” dedi. “Peki, bu adamları yine toplarsan serbest mi bırakacaksın?” dedim. “Ne yapsaydım, öldürse miydim?” dedi. Tam kapıdan çıkıyordu, “Fethi Ağabey hâlâ o fikirde misin?” dedim. Döndü, “Sen kalın kafalı olmuşsun be Ergin” dedi. “Ben, tarihe İnönü’yü öldüren adam olarak

geçmem,” dedi. “Ben de sana şunu söyleyeyim ağabey,” dedim, “İnönü senin ipini çeken adam olarak tarihe geçer”. İnönü de oyunu göstere göstere attı, idam oyunu. Peki, İnönü Menderes'in idamını önlemeye çalıştı. Neden Aydemir ve Gürcan’ı idama gönderdi? Çünkü onlar İnönü'nün getirdiği demokrasi-

ye karşılardı. Başa dönersek, 27 Mayıs öncesi nasıldı? Memleket kargaşa içindeydi. Yine bugünkü gibi öğrenci yürüyüşleri polis tarafından dağıtılıyordu. Gazeteciler iki satır bir şey yazdı mı içeriye giriyordu. Gaz sıkıyorlar mıydı o zaman? Gaz yoktu (gülüyor). Ama bu kadar enayi de yoktu. Şimdi polislerle, belediye zabıtaları gaz sıkıcılarının karşısına durup gözlerine sıktırtıyorlar, bak bir şey oluyor mu diyorlar. Bu da bir komedi, değil mi? 27 Mayıs, Türkiye'de şu ana kadar yapılan en demokratik anayasayı yaptı diyebilir miyiz? E tabii. En demokrat anayasayı yaptılar, kimsenin burnu da kanamadı. Üç tane adam asıldı, onlar da asılsınlar ne yapalım. Ya hepsini öldürselerdi kim ne yapabilirdi? O halkın sevgisini, coşkusunu fotoğraflarda görüyorsunuz, kimse yalan söylemiyor. Talât Aydemir, Fethi Gürcan gibi ülkenin gidişine müdahale eden aydın askerler hangi koşullarda yetişti? Onlar tam Atatürkçü yetiştirildi-


Aydınlık KİTAP

ler. O zaman Harp Okulu'nda namaz kıldırılmıyordu şimdiki gibi. Tam Atatürk, her şey Atatürk... Şimdi de “amma da çok Atatürk'ü telaffuz ediyorsunuz” diyorlar, resimlerini kaldırıyorlar, “Türkiye Cumhuriyeti levhasını kaldıralım” diyorlar... Kaldırın, ne olacak? Memleketi bir başka mecraya doğru itiyorlar. Bu kadar aleni cemaatler, tarikatlar var mıydı bizim çocukluğumuzda? Biz Ermeni çocuklarıyla, Rum çocuklarıyla top oynardık. Atatürk Orman Çiftliği'ne ABD Büyükelçiliği yapılıyormuş. O bir şey mi, memleketi satıyorlar. Şimdi dış borçları ödedik diyorlar. Hangi borçları ödediniz? Devletin arazilerini satıp durdular. Üniversite gençliğinin 27 Mayıs'taki rolü nedir? Turan Emeksizlerin… Onların rolü önemliydi tabii. Onlar öğrenci liderleriydi, işte, Denizler gibi. Denizlere onlar öğrenci liderliğini teslim ettiler. Onlar da sağlam adamlar. İçerik olarak 27 Mayıs hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz? Devrimler daha güzel olacak, devrimler yerleşecek diye düşünüyorduk. Fırsattı bu bizim için. Ama iflas etti gitti, politikacılara alet oldular. Ordu, İnönü'ye nasıl bakıyordu? Pek iyi bakmadı, sonra hiç iyi bakmadı. Cemal Gürsel'in iktidarı İnönü'ye teslim etmesine çok kızdılar. Hatta bir konuşmada Cemal Gürsel, “İnönü'yü düğüne hazırlanan bir damat gibi görüyorum, iktidarı alması için,” demiş. Peki, Köy Enstitüleri'ni kapattırdığı zaman İnönü, askerlerin tutumu nasıldı? Sadece Köy Enstitüleri mi kapatıldı, birçok şey kapatıldı. Din dersleri konuldu. İmam hatipler açıldı. 27 Mayıs'ı “darbe” olarak niteleyen insanlara sözünüz nedir?

24 MAYIS 2013 CUMA

15

Arif Damar Bir Ak Karanl kta Bir ak karanl kta Malatyal Turan Emeksiz

Tabii devrim olamadı ki, yarım kaldı. Aydemir, Kore izlenimleriyle ilgili neler anlattı size? O, Amerikalılara çok karşıydı. Amerika'nın 27 Mayıs'la bir bağlantısı var mı? Olduğu söyleniyor ama ben görmedim bir şey, hissetmedim. Siz 27 Mayıs coşkusu yaşandığı sıralar neler yaptınız? Bizim de hoşumuza gitti tabii. Bekliyorduk bir şeyler olacak diye.

TAYLAN ÖZGÜR'Ü GÖZLER M ÖNÜNDE VURDU POL S Öğrencileri, Turan Emeksizleri polis mi vurdu? Evet. Vuran belli mi? Vurdu kaçtı. Yıllar sonra, Taylan Özgür'ü hele benim gözümün önünde vurdu polis. Demokrat Parti döneminde gazeteci olmak nasıldı? Menderes sokakta bizi gördüğü zaman hakaret ederdi.

Bugünkü gibi her olaya yayın yasağı konuyormuş, mesela 2829 Nisan’ı duyamıyor halk. Fısıltı gazetesiyle öğreniliyor değil mi bunlar? Evet. Büyültülerek geliyordu tabii haberler. 5 kişi öldüyse 50 kişi öldü diye geliyordu. Şimdi de 50 kişi ölüyor 5 kişi öldü diyorlar. 27 Mayıs’ta kaç insan hayatını kaybetti? En fazla beş altı kişi… Anıtkabir’e gömdüler onları, sonra Anıtkabir’den çıkarıp şehitliğe götürdüler. Anıtkabir’de Atatürk’le İnönü’den başka kimse yok şimdi. 21 Mayıs sırasında Hava Kuvvetleri’nin öldürdüğü çocuklar var, onları da Talât Aydemir’e yıktılar sonra. Halbuki, Hava Kuvvetleri’nden açılan ateşte öldü o çocuklar. Özellikle 12 Eylül Darbesi’nden sonra Türkiye’de şöyle bir söylem gelişti: “27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbelerine karşıyız, demokratlık gereği”. Siz bir karşılaştırma yapabilir misiniz, 27 Mayıs’ın diğerlerinden farkı nedir? 27 Mayıs anayasası dediğim gibi bol geldi bize. Cemal Gürsel derdi ki; “Bı-

Gece 3’ü geçti Turan Emeksiz 27 May s Turan Emeksiz Sular uyand Turan Emeksiz Uyansana Turan Emeksiz Turan Emeksiz Turan Emeksiz Bir ak karanl kta Durur yan nda Mustafa Kemal’in Ölüler birbirini görmez Sesleri yok Seslenemezler birbirlerine Turan Emeksiz Turan Emeksiz B rakt lar yeryüzünde Seslerini gözlerini Turan Emeksiz Mustafa Kemal rakalım, bırakalım da birileri komünist partisi kursun, kim komünistmiş kim değilmiş anlayalım”. Herkes bir şey diyordu. Bol geldi, bol… Cemal Aga’nın ne özelliği vardı? O, Menderes’e karşı ilk isyan bayrağını açtı, istifa etti. Babacan bir adamdı. Siz Deniz Gezmişlerin en önemli resimlerini çeken fotoğrafçısınız… Onlar Ankara’da zaten. Babasıyla beraber gitmiştik oraya. İdam edildiklerinde cenazeye şerefsiz bir hoca geldi, “Ben bunları gömmem, dua da etmem, idam edilmiş adamlar bunlar,” dedi. Biri çıktı, “Yürü git o zaman, bizim içimizde cenaze namazını kıldıracak biri vardır,” dedi. Aileden biri kıldırdı ve gömdük oraya.


16

Aydınlık KİTAP

24 MAYIS 2013 CUMA

BABİL BALIĞI

Kurşuni bir araf meseli M. SALİH KURT mustafa.salih.kurt@gmail.com “Bırakın istedikleri gibi düşünsünler ama ben kendimi boğmak istemedim. Ta ki batıncaya kadar yüzmek istedim –ancak bu aynı şey değil.” Joseph Conrad 1967 doğumlu, İsrailli yazar Etgar Keret, ülkemizde de hatırı sayılır bir okur kitlesine sahip bir öykücü, çizgi roman yazarı, senarist ve yönetmendir. Dilimize tercüme edilen öykü kitapları arasında, “Buzdolabının Üstündeki Kız”, Samir ElYoussef ile birlikte “Gazze Blues”, “Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü”, “Kapı Birden Vuruldu” ve “Nimrod Çıldırışları” yer alır. 2007 yılında Cannes Film Festivalinde Altın Kamera ve SACD Senaryo Ödülünü kazanan “Meduzot” (Denizanası) filminin hem yönetmen hem de senarist koltuğunu Shira Geffen’le paylaşmıştır. Yine ilgi çekici bir başka senaryo çalışması, 2008 yılına ait stop-motion animasyon filmi “9.99 Dolar”a yazdığı kısa öykülerinden uyarlamalarıdır -özellikle hayatlarında anlamı arayan karakterlerin aralarındaki diyaloglar ön plana çıkar. Çizgi roman çalışmalarına geldiğimizde, beş farklı öyküsünün çizgi versiyonlarını barındıran “Jetlag” henüz tercüme edilmemiş olsa da “Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü”nde bulunan öyküsü “Kneller’in Mutlu Kampı”ndan Asaf Hanuka’nın çizimleriyle uyarlanan “Pizzeria Kamikaze”nin tercümesi de “Bilek Kesenler” adıyla Siren Yayınları tarafından okurlara sunuldu. Yayıncı tarafından tercümede “Pizza Kamikaze,” yerine “Bilek Kesenler” adının tercih edilmiş olması zannediyorum ki aynı öykünün film uyarlamasından kaynaklanmaktadır. Ülkemizde de filmin bu adıyla bilinirliği düşünüldüğünde, bu şekilde bir tercihin yapılması oldukça haklı görülebilir. Buna karşın oluşabilecek yanlış izlenimler için bazı bilgileri paylaşmakta yarar var. 2006 tarihli “Bilek Kesenler” (Wristcutters) isimli filmin, Ke-

ret’in “Kneller’in Mutlu Kampı” öyküsünden ilham aldığı doğrudur. Ancak filmin senaryosu, aynı zamanda filmin yönetmeni olan Goran Dukic tarafından yazılmıştır ve öykünün aslına kısmen sadık kalınmasına karşın, bir hayli fazla farklılığı da barındırmaktadır. Film bazı ülkelerde de “Pizzeria Kamikaze” adıyla gösterime girmişti.

POP-SÜRREAL ZM Çizgi romanın incelemesine geçmeden önce Etgar Keret’in genel yazını ve önemine ilişkin birkaç hatırlatmayı yazarla daha önce yolu kesişmemiş okurlarla paylaşmak isterim. Keret’in yazını öykücülüğüyle eş olarak anılır. Elbette makalelerinden, yazdığı çocuk kitabına, öykülerinden uyarladığı senaryo çalışmalarına kadar pek çok alanda kalem oynatabilen yetenekli bir yazardır ancak öykücülüğü dışındaki yazını, kariyeri hakkında belirleyici ve ayırt edici değildir. Ön plana çıkan öykücülüğünde ilk göze çarpan kara mizahı ele alış biçimi ve kör göze sokulan parmak misali ilk planda sunmaktan imtina ettiği biçemidir. (Zamanla azalttığı mizah dozu, bir başka yazının konusudur.) Pop-gerçeküstücü bir yaklaşım sıklıkla karşımıza çıkar. Yeni bir kuşağı tekrar öykücülüğün ve öykülerin heyecanına çekmesinde, bunun yanında romancılığın altında günbegün ezilmekte olan öykücülüğü tekrar ön plana çıkarmada elde ettiği başarının sırrı, bir ölçüde burada saklıdır. 90 ve sonrası okur kuşağını, bu sürrealizmin yanında, rüyaya benzer, sıklıkla absürt planları gererek oluşturduğu bir katman kaydırağıyla kendine çektiğini söylememiz haksızlık sayılmaz. Esasen evrensel konulardan ve bölge insanının davranışlarından bahseden öykülerinin oluşturduğu görüntü, pek çok yazarla benzerdir ancak şekillendirdiği hissiyat farklıdır. Keret, ilham aldığı yazarların arasında Kurt Vonnegut, Kafka, Faulkner gibi yazarları dile getirir. Bunun yanında kara mizahı kullanış biçimi Amerikalı yazar George Saunders’ı da çağrıştırır (özellikle öykü toplaması Pastoralia’ya dikkat). Köşede adet edindiğimiz üzere tavsiye yazara gelirsek, Etgar Keret’i seven okurun henüz kitaplarının tercümesi bulunmayan Alissa Nutting’in kitaplarına da (özellikle Unclean Jobs for Women and Girls) göz atmasını tavsiye ederim.

Etgar Keret

tutumu, çizgi-romanın yapısı içerisinde oldukça kullanışlı hale geliyor. Böylelikle Öykünün ana kahramanı Mordy, inokurun katkısını yüreklendirmede ve tiharının ardından kendini, kendisi gibi satır aralarının keşfetmeye çağrıda, Asaf intihar edenlerin bulunduğu bir dünyaHanuka’nın çizimlerinda bulur. İntihar şekline de ve kutularında yakagöre herkes yara izleriladığı dengeyle güzel bir ni de beraberinde getirbütünlük oluşuyor. Simiştir. Mordy, bu yeni yah ve beyaza ek olarak hayatında bir pizzacıda, kullandığı kurşuni, hem Pizza Kamikaze’de çaiki dünya, hem iki ruh lışmaktadır. Ne yapacahali arasında kalmışlığa ğını bilememe, isteksizdikkat çekerken, gülik, tutkusuzluk, çaresizmüşe benzer parlaklığı lik ve boş vermişlik bu ise kendini keşfetme ve yeni dünyanın ruhunu aydınlanma merkezli bütünleştirirken, kız arkatmanıyla kaynaşıyor. kadaşının da kendisinden Öte yandan ana kasonra intihar ettiğini ve bu rakterin, bulunduğu yeni dünyada bulunduğu yeni dünyanın oluştuhaberini alır ve onu araracağı yeni sorularla maya çıkar. Her şeyin arhiç ilgilenmiyor oluşu ret ve Bilek Kesenler, Etgar Ke tık zaman geçirmekten ve karakterin derinine r , nla Yay en ibaret olduğu bu yeni dün- Asaf Hanuka, Sir inmeye öykü boyunca s. 100 , rdo Çev: Avi Pa yanın öyküsü içerisinde, fazla imkân sağlanmıKurt Cobain ile tekrar karyor oluşu, okuyucuyu ve öykünün kalıcı şılaşmak gibi eğlence dolu pek çok fakolma ihtimalini uzaklaştırıyor. Öykütör de bulunmaktadır. Diğer yandan, pek nün genel tutumunda ise analiz etme ve çok öykü formunun iz bırakan doneledünyayı algılamadan çok, eş uzaklıktaki riyle de karşılaşmak mümkün. Yaşaruh hallerinin tutumunun ağırlık oluşmaktan vazgeçmişlerin dünyasında, hem turması, bu zaafı mazur gösteriyor. Eğbir yol, hem bir kendini keşfetme serülenceli bir okuma serüveni sunan öyküveni, hem umut, hem hayat, hem aşk ve deki daha pek çok sürprizi keşfetmeyi sizdaha birçok şey hakkında bir öyküyle karlere bırakıyor ve aradan çekiliyorum. şı karşıyayız. Keret’in genel yazınında, az Haftaya görüşmek dileğiyle… kelimeyle çok şeyi kapsamaya muktedir

P ZZA KAM KAZE


KÂTİBE BARTLEBY’NİN YAZIHANESİ

Aydınlık KİTAP

24 MAYIS 2013 CUMA

17

Silivri’de bir leylek ya da Momo duman adamlara karşı Kentin çöp y n üzerinde toplant yapan duman adamlar n Yüce Mahkeme’sinden bu kez kaplumba as yla de il de, bir leylekle gider Silivri’deki “yüce adamlar n” mahkemesine Momo katibebartleby@outlook.com olmayan zamanlardır. Bir gün, ortaya çıkışlarıyla buz gibi 8 Nisan’da Silivri’nin geniş ovala- hava estiren, görünrında kurulmuş sıra sıra demir ve ro- tüleriyle insanın içibocop barikatlarının önünde bek- ni ürperten, kurşuni lerken gözüm tarlalarda dinlenen şık arabalara binip, leyleklere takılmıştı. Göç yollarıydı kurşun rengi takımdemek ki. Ve soluklanmak için düz- lar giyen, evrak çanlüğe inmiş, mola vermişlerdi. Son- talı, ağızlarının kerası malum; kargaşa; gaz ve toz bu- narındaki sigaranın lutu. Ortalık simsiyah dumanla ka- dumanıyla karışık rarınca leyleklerden birinin şaşkın “karanlık” adamlar halde kalakaldığını görmüştüm tar- belirir. Zaman hırlanın orta yerinde; yaşlılara, gazilere sızlarıdır bunlar. İnçok üzülmüştüm o gün, bir de kap- sanlardan çaldıkları kara zehirli bir bulutun içinde şaş- zamanlarla var olkına dönmüş ağlamaklı leyleğe. maktadırlar. İnsanBana Momo’yu anımsatmıştı o ley- ları hiç ihtiyaçları ollek. Momo; kötü, muğlâk, hırsız mayan şeylere alıştıduman adamların alt edemediği, rıp, onları satın alaele geçiremediği, kıyafetleri üzeri- bilmeleri için daha ne bol gelen, yoldaşı kaplumbağa ile çok çalıştırıp birbirinsanlığın özgürleşmesi için çaba- lerine, doğaya ve giderek kendilerine “yabancı” hale gelayan küçük korkusuz kız. Michael Ende neredeyse tüm tirmektedirler. Momo giderek yaldillere çevrilmiş bu masalsı roma- nız kalmaktadır. Ne oynamaya genında, bir kentin kıyıcığında bir len bir arkadaş, ne öykü anlatıcısı amfi tiyatro yıkıntısında tek başına Gigi, ne de yaşlı çöpçü Beppo oryaşayan kara gözlü, çıplak ayaklı mi- talıkta görünmektedir. Herkes faznik Momo’yu anlatır. İnsanların lasıyla ciddidir ve herkesin işi bapaylaştığı, verdiği, toplanıp sohbet şından aşkındır artık. Öte yandan ettiği, çiçek suladığı, ağaç diktiği, ço- duman adamlar koca kentte sadece cukların açık havada kırık bir cam bir kişiyi etkileri altına alamamışparçası ya da bir dal parçasıyla bile lardır ve o da işlerini bozmaktadır; son derece eğlenceli, yaratıcı oyun- Momo. Momo, kaplumbağa Kaslar oynayabildiği, insanların “sıkıl- siopeia ve Hora usta insanları sömak” kavramını bilmediği modern mürüp, tektipleştiren, ruhsuzlaştırıp

Makine Tanrı Tragedyanın olmazsa olmazı çözümsüzlüğüdür. Çok enderdir bir klasik Yunan tragedyası arapsaçına dönmeden nihayetlensin. Kişiler, ilişkiler, olaylar zıvanadan çıkar, giderek korkunç bir hâl alır. Öyle ki oyunu yazan dahi kontrol edemez, bir köşeye siner ve ne yapacağını düşünür. İşte oyunda, zirve yapmış böyle bir kaos anında, Yunan aklı insan kırılganlığını, aklın zafiyetini göz önünde bulundurarak bir çözüm bulmuş; Deus

Ex Machina, yani “makineden tanrı”. “Her şey bitti artık” dendiği an gökten vinçle (makineyle) indirilen ve açmaza girmiş olay örgüsünü düzenleyip, tüm seçenekleri tüketip sonun yaklaştığını düşünen kişiyi kurtaran bir tanrı. Öyle ya; her şey insanlar için ve tabii ki tanrı da. Diğer yandan akıl ve ahlak termostatı olmayan bireyin tanrıyı terk etme olasılığı da göz önüne alınmış olabilir bol tanrılı bir ortamda.

Benim aptallığım seninkine çok benziyor Rober Musil’in aptallığı zekâ yetersizliği değil de duygu yetersizliği olarak tanımlaması Hollandalı yazar Matthijs Van Boxsel’i harekete geçirir. Çeşit çeşit toplumda, kültürde, coğrafyada, folklorik, teolojik, antropolojik, filozofik, mitolojik ve filolojik katmanlarda metinler, gravürler, heykeller, resimler eşeleyerek insanlığın aptallığı üzerine keyifli bir külliyat ortaya çıkarır. Bu külliyatın ilk kitabı “Aptallık Ansiklopedisi”. 1980 yılından beri aptallık üzerine kafa yoran yazar “bu soylu göreve” neden soyunduğunu şöyle özetliyor; Çok bilmişlerin -ki hepimiz biraz böyleyizkendilerini benzersiz hissetmelerinin önüne geçmek, Aptalları -ki hepimiz biraz da böyleyiz- varoluşun aptallığı ile yüzleştirmek. Kitabın ilk bölümünde aptallık akademisiyok eden bu korkunç “duman adamnin girişinde yazılı olan “Kim kendi aptallığını lar”a karşı şavaş açar. anlayacak kadar akıllıdır?” sorusuyla ortaya Kentin çöp yığını üzerinde topkonulan paradoks tüm metin boyunca devam lantı yapan duman adamların Yüce ediyor. Kâh frenologların pergel cetvelle ortaya Mahkeme’si şöyle der romanda; koyduğu budalalıktan, kâh bir modern sanat “Çocuklar bizim doğal düşmanımüzesinde sergilenen dada bir projeden, kâh mızdır, onlar olmasaydı insanlık bir ortaçağ hicvinden, kimi zaman patent alınçoktan bizim pençemize düşmüş mış bilimsel bir “zihni sinir” buluştan, bazen olacaktı.” Her çocuğun, her yetişkafasında kurşun bir şapkayla oturmuş gülümkinin; her özgür ve özgün ruhun seyen bir kadını betimleyen Rönesans resminokuması gerek Momo’yu. Duman den, bazen de ortadan ikiye bölünen Bugs adamlar, son derece örgütlü, yaBunny’nin üstünün farklı altının farklı yönlere bancılaştırma faaliyetlerine devam kaçmasından geçiyor yolu yazarın. etmekteler kuşkusuz. Özetle, şunu anlıyoruz; hemen her ülkenin bindiği dalı keseni, elekle su taşıyanı, gölJean Tinguely; kendini yok eden makine ‘Homage to Newyork’ gesiyle yarışanı var. Her aptallık içinde biraz akıllılık her akıllılık içinde biraz aptallık barındırıyor, bazen güç bazen güçsüzlük oluyor. Her aptal bazen dokunulmaz, bazen günah keçisi. Her aptal biraz kışkırtıcı, biraz saf. Tüm aptallıklar bazen yolun başı bazen dünyanın sonu. Ve sonuçta; senin aptallığın benimkine çok benziyor.


18

24 MAYIS 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

YENİ ÇIKANLAR

Dönü

Cehennem

Gece Ku lar

Sahan n Sesleri

Ay e Kulin, Remzi Kitabevi, 296 s.

Dan Brown, Alt n Kitaplar, Çev: pek Demir, Petek Demir, 576 s.

E. Ali , Süleyman Sudi , Labirent Yay nlar , 112 s.

Hakan Ergül , stanbul Bilgi Üniversitesi Yay nlar , 362 s.

Gerçekler acıdır; acıtır, incitir... Tam da hayatının yoluna girdiğini sandığı günlerde, önce annesinden gelen bir haber, ardından eski bir şapka kutusunda bulduğu mektuplar... Derya'nın, iki yıldır sümenaltı edilen gerçekleri bir tokat gibi öğrenmesi, onu dünyanın bir megakentinden ötekine savuracak, kaderi onu sarı bir sonbahar günü, açılıp açılmayacağını bile bilemediği bir demir kapının önüne kadar taşıyacaktır. Genç kız, acaba gizem dolu bu perdenin ardına geçebilecek midir? Öğreneceklerini kabul edebilecek, kabul etse bile sindirebilecek midir? O kapı açılırsa elbette... Dönüş, aldatmanın, aldatılmanın, affetmenin, acıtan gerçeklerin romanı.

Dante'nin cehennemi sizi içine çekiyor! Bugün Dünya Sağlık Örgütü'nün de açıkladığı üzere dünya nüfusu büyük bir hızla artmakta. Kitapta da bu nüfus artışının yaşantımızı nasıl olumsuz etkileyeceği anlatılıyor ve bu sorun bir cehennem olarak karşımıza çıkıyor. Peki, bu cehennemden nasıl kaçılır, bu sorunun cevabını arıyoruz bu kitapta. Alışıldık Dan Brown kitapları gibi bu kitapta da yine sırlar, gizem, şifreler ve tabii sanat tarihi var. Ama Türkiye'deki okuyucular için bu sefer büyük bir fark mevcut. Çünkü cehennemin kapıları aslında İstanbul'a açılıyor! Hikâye Floransa'da başlasa da merkezde İstanbul var! Ve İstanbul'da da öne çıkarılan yerler Yerebatan Sarayı ile Ayasofya!

Bu esnada Nihat da otobüsün çan kayışını kesiyordu. Çünkü polis şüphe edecek ve otobüsü durdurmak için çan kayışını çekmeye mecbur olacaktı. Halbuki iki arkadaş birkaç dakika vakit kazanmak istiyorlardı. Süratle otobüsten çıktılar. Şüpheli hareketler ile atladılar. Onlar zeki bir polis memurunun bu süratle yokuştan inen otobüsten atlayışta muhakkak bir sebep, ciddi bir sebep olacağını düşüneceğini ve şu süratle kendilerini takip edeceğini biliyorlardı. Beyzade diye tarif edebileceğimiz dönemin tipik kahramanı, bu romanda bütün zavallılığıyla çizilmiştir. Bir polisiyedeki bu tip, aslında incelenmesi gereken bir fenomendir. -Doğan Hızlan-

Sahanın Sesleri: İletişim Araştırmalarında Etnografik Yöntem adlı bu çalışma, bu konuda bir ilk olma özelliğini taşıyor. Kitap esas olarak iletişim araştırmaları ile etnografik yöntemin kesişme alanını konu ediniyor. Kitap boyunca, bu alanda literatürün, araştırmacının, sahanın ve nihayet dönüp kendi saha deneyimine bakan yazarın sesleri iç içe geçiyor, yaratıcı bir diyaloga zemin hazırlıyor. Kitabın sayfalarına yansıyan konu çeşitliliğinin arasında, iletişim ve medya araştırmalarında etnografik yöntemin katkısını; sahanın sınırlarını; araştırmacıya ait kimliklerin sahada üretebileceği sorun ve sorular ile bunlara aranan cevapları bulacaksınız.

Üçüncü Sinema

Bertie Blues Çal yor

Temel Parçac klar

Hayat n Dili

Battal Odaba , Agora Kitapl , 256 s.

Alexander McCall Smith, Bankas Kültür Yay nlar , Çev: Çiçek Eri , 400 s.

Michel Houellebecq, Can Yay nlar , Çev: Osman Senemo lu, 312 s.

Francis S. Collins, Epsilon Yay nlar , Çev: Yurdakul Gündo du, 384 s.

İngiltere'nin en çok okunan yazarlarından Alexander McCall Smith, eski burjuvalar, öğrenciler, şairler ve portre ressamlarının yan yana yaşadığı Edinburgh'u İskoçya Sokağı 44 Numara dizisinde anlatmaya devam ediyor. Bertie Blues Çalıyor, artık yakından tanıdığımız kahramanların eğlenceli ve ilginç hayatlarını sergilerken zengin gülmece öğelerini, zekice gözlemleri keyifli bir romanda bir araya getiriyor. Alexander McCall Smith bu kitabında okul, aile, dernek gibi sosyal yapıları konu ederken hayata bakışındaki neşeyi ve örtülü duygusallığı elden bırakmıyor.

İki üvey kardeş, iki farklı yaşam ve aşk anlayışı... Başarılı bir moleküler biyolog, matematiksel yaklaşımıyla insan sevgisinden ve cinsellikten uzak yaşayan Michel; vasat bir edebiyat öğretmeni, cinsel hazzın peşinden koşan, seks takıntılı Bruno. Michel ve Bruno'nun hayat karşısındaki başarısızlıkları, bencilliği aşan değerler yaratamayan tüketim toplumunun ve toplumsal olarak yıkıcı bir hal alan narsisizmin başarısızlığına bir yanıt sanki. Houellebecq'in insan ilişkilerine karamsar bir gerçekçilikle yaklaşan bu roman yayımlandığında, gerek dili gerek bazı temel meselelere alışılmışın dışında bir manevi kaos yarattı.

DNA'nızı okumak, size sadece geleceğiniz hakkında bilgi vermekle kalmaz, onu değiştirecek gücü de verebilir. Bunun için hazırlıklı olmanız lazım. Tıbbı yeniden tanımlamakta olan bilimsel bir devrim gerçekleşmekte ve hepimizi test yaptırma, diyet, ilaçlar ve daha pek çok müdahale konusunda kritik yeni kararlar vermeye zorlamaktadır. Bu devrimin ön saflarında yer almış bir doktor olan Francis Collins, Hayatın Dili'nde yeri yerinden oynatacak bu bilimsel veriler hakkında, bu yeni dünyada kaybolmadan yolunuzu bulmanızı sağlayacak bilgi, içgörü ve umudu oldukça sade bir dille sunmaktadır.

Fernando Solanas ve Octavio Getino, Glauber Rocha, Ousmane Sembène, Miguel Littin, Yılmaz Güney ayrıca, Frantz Fanon'un ateşleyici-yıkıcı fikirleri, belgesel kolektifleri, bağımsız gruplar, kişiler, gençlik ve işçi festivalleri, üç dünya teorisi, bağlantısızlar siyaseti: Battal Odabaş bu kitabında sinema meraklılarıyla öğrencilerini, Üçüncü Sinema'nın doğuşu, Birinci ve İkinci Dünya'nın sinemalarına karşı konumlanışı, belli başlı eserleriyle yönetmenleri, felsefesini anlamamızı sağlayan önemli manifestoları ve kapsamlı bir kaynakçayla buluşturuyor...


YENİ ÇIKANLAR

Aydınlık KİTAP

24 MAYIS 2013 CUMA

19

Ergenekon Tertibinde Gizli Tan klar

Haluk’a Mektuplar

Be Tabans z General

An lar

Bilge Karasu, Metis Yay nlar , 208 s.

Nebi Funda, Yay n B, 270 s.

Haldun Dormen, Yap Kredi Yay nlar , 708 s.

Kitap Bilge Karasu'nun dostu, şair ve eleştirmen Halûk Aker'e otuz yıl boyunca yazdığı mektuplarla, 1980'den itibaren Halûk Aker'in ona yazdığı mektupları bir araya getiriyor. “Bir yazarın okuru karşısına çıkarmağa karar verdiği metinlerin dışında kalanlar, o yazarın daha iyi anlaşılmasına, yazarlığı dışında 'insan' olarak özelliklerinin bilinmesine yardımcı olabilir diye düşünüyorum,” diyor Halûk Aker kitaba yazdığı sunuşta. Yazı süreçleri, ders hazırlıkları, okunan, çevirilen kitaplar; yaşam parçaları, zorluklar, sevinçler: Edebiyatımızın bu büyük ustasını daha yakından tanımak, mektupların ışığıyla yapıtlarına daha derinden bakmak isteyecek okurlar için...

12 Eylül darbesini yapan 5 komutanın saltanatı 1989 yılında Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı olması ile sona ermişti. 5 komutanın yaptıkları toplantılar, parti çalışmaları tamamen hayali olmakla beraber, aralarındaki geçmişe dönük konuşmaları genellikle çoğu basına yansımış gerçeklerden oluşuyordu. Amaç 12 Eylülün gizli kalmış yönlerini ortaya çıkarmaya yönelik değildi. Darbelerin haklı veya haksız olabileceğini irdelemekte değildir. Ancak kurtarıcı rolüne soyunanların ney kurtardıkları hakkında zihinlerde oluşacak soruların bazılarına yanıt bulunabilirse, ihtilalcı paşaları biraz daha yakından tanımış olabiliriz.

Türk Tiyatrosu'na damgasını vurmuş bir tiyatro adamının anılarının tamamı. "Perde yavaş yavaş açıldı. Aktörler selam vermek için sahneye dizildiler. En son ben çıktım. Öne doğru yürüdüm. Yürürken balkonlardan üstüme bahar çiçekleri yağmaya başladığını hissettim. Gökten çiçek yağıyordu sanki... Sahnenin ortasına gelince durdum. Yıllardır kimbilir kaç kez aynı hareketi yapmış, seyirciyi şu durduğum yerden aynı şekilde selamlamıştım. Oysa şimdi ilk kez sırtımı döndüm onlara ve eğilerek yıllarca beraber çalıştığım oyuncularımı selamladım. Doğrulduğum zaman, oyunda işi olsun olmasın tüm Dormen Tiyatrosu'nun sahneyi doldurup beni alkışladıklarını gördüm."

Gölgedeki Sessiz Tan d klar

ehirdekiler çin Sürdürülebilir Ya am Rehberi

Ödün Vermeyen Fenerbahçeli - Mazimde Bir Tarih Yatar

Eski Yunan Tragedyalar 14 - Hekabe

Ercan Çitlio lu, Destek Yay nlar , 296 s.

Scott Kellog, Stacy Pettigrew, Sinek Sekiz Yay nevi, Çev: Egemen Özkan, 200 s.

Halit Deringör, Gürer Yay nlar , 336 s.

Euripides, Mitos Boyut Yay nlar , Çev: Y lmaz Onay,

Hitler'in takımı Admira'ya attığı kafa golünü o unutmuyor, Galatasaray ağlarını delen füzesini de cümle âlem... 11 yıl Fener'in sol yumruğuydu; 330 kez sarı - lacivertli, 5 kez ay - yıldızlı formayı giydi, 130 gol attı... 1952'de top peşinde koşmayı kesti aniden; tütüne eksper Oldu bu kez. Bursa Acaridman'ı şampiyon yaptıktan sonra ilk aşkına sahip çıktı. Fenerbahçe 1963 - 64 sezonunda şampiyon olurken, takımın solunda değil, başındaydı... Tekel fabrikalarının sigara içmeyen ilk müdürüydü ve sendikal mücadelede işçinin yanında yer alan... Yarım asır Cumhuriyet'e yazdı, şimdi "İkinci Cumhuriyet'im" dediği Aydınlık'tan ışık tutuyor futbolumuza...

Hekabe, Troya Savaşı'nda yenilen ve öldürülen Kral Priamos'un, büyük yıkımlar görmüş, bahtsız karısı Hekabe'nin öyküsüdür. Savaşta oğlu Hektor'u da kaybetmiş olan Hekabe, savaş sonrası esir düşer; ancak çekeceği acılara yenileri eklenir. Galip Yunan tarafı, Hekabe'nin kızı Polüksena'yı kurban edeceklerdir. Savaşta zarar görmesin diye altınlarla birlikte Trakya Kralı'nın korumasına emanet ettikleri küçük oğlu ise, altınlara sahip olmak amacıyla Trakya Kralı tarafından öldürülüp cesedi denize atılır. Hekabe, bir kadının, sevdikleri yüzünden çektiği büyük acıların ve aldığı korkunç intikamın tragedyasıdır.

Bakmak yerine gören gözler... Duyularını devlete yönelik tehditlere kilitlemiş 24 saat açık bir algı sistemi... Ne kendilerinin ne de verdikleri savaşın farkında olduğumuz "meçhul askerler." Bu kitap, kutsallarımız olan vatanımız, egemenliğimizin sembolü bayrağımız, devletimizin esenlik ve güvenliğine ödünsüz bir özveriyle yaşamlarını adayan, gerektiğinde adları ve fotoğraflarını bir şeref köşesinde sonsuza değin anıtlaştırarak aramızdan sessiz sedasız ayrılan o isimsiz kahramanlar, gölgelerin sessiz tanıklarının aziz hatıralarına adanmıştır.

Dünya günümüzde öyle bir hale geldi ki, nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor ya da yaşamak için mücadele veriyor. İnsanlar, mevcut ekonomik modeller yüzünden sürekli artan bir tüketim anlayışının şekillendirdiği hayatlar yaşamaya zorlanıyor. Elinizdeki kitap işte bu noktalara dikkat çekerken, yaşamsal gereksinimlere erişim ve bunların kontrolünü mümkün kılan yetenek, teknoloji ve taktikler hakkında bilgiler veriyor. Gıda, Su, Enerji, Atık Yönetimi ve Toprağın İyileştirilmesi ana başlıkları ile yaşadığımız yere sahip çıkmak ve nerede olursak olalım hayatı dönüştürmek bizim elimizde diyor.

Hikmet Çiçek, Kaynak Yay nlar , 208 s. Ergenekon davasının en önemli dayanağı gizli tanıklardır. Bu tertibi hazırlayanlar, Ergenekon davası kapsamında 60 gizli tanık topladılar ama bunlardan sadece 31'i dinlendi. Gizli tanık ifadeleri esas olmak üzere 281. duruşmanın sonunda savcı, mütalaasında sanıkların 64'ü hakkında ağırlaştırılmış müebbet, 96'sı hakkında 7.5-15 yıl hapis cezası istedi. Gizli tanıklar içinde mesleği olan, eli ekmek tutan bir kişi bile yok! Aralarında koyun hırsızı da var, oto hırsızı da! Kız kardeşinin kızını satan da var, "gayrimeşru âlemde" tanınmak için çabalayan da!


20

Aydınlık KİTAP

24 MAYIS 2013 CUMA

ÇOCUK - GENÇ

Beter çocuklarına duygularına tercüman Çocuk kitaplar n n en beter karde lerinden olan Edgar ve Ellen’ n maceralar be inci kitapla devam ediyor. kizlerin kasabas na esrarengiz bir sirk geliyor ve bu onlar için haylazl klar n gösteriye dönü türmek ad na büyük bir f rsat. S k c günlerin sonu geldi! İREM HALIÇ irem.halic@hotmail.com

BETERLER N LK MACERALARI

Edgar ve Ellen çizgili pijamalarıyla ünlüler. Soluk benizleri, sıska vücutları ve sivri çeneleri ile biz buradayız diye haykırıyorlar. Durmadan plan yapıyorlar ve asla başaramıyorlar. Nod Kasabası’nın hurdalığının arka tarafında, kasabaya hiç yakışmayan dar, gri ve kasvetli bir evde yaşıyorlar. Şekli itibariyle bu eve “Kule Köşk” diyorlar. Kimsenin beğenmediği ev onlar için bir köşk haliyle. Anne babaları uzun bir dünya seyahatine çıktıklarını bildiren bir not bırakarak çoolmadığı bir oyunun içincuklarını terk ediyorlar. Kim bide buluyorlar kendilerilir, belki de düşledikleri gibi bir ni. İkizlerin düşman belebeveynlik yaşayamamışlardır. lediği Heimertz, aslında Bu evde beter ikizlerle birlikte kendini dünyada büyük yaşayan tek gözlü bir canavar ve savaşlara neden olan bütün gününü bahçedeki baramacun pınarlarını kokada geçiren bir kahya var. Tek rumaya adamış bir gözlü canavar haricinde ne kaadam. Ve bu macunlardar da sıkıcı bir manzara değil dan beter ikizlerin evlemi? Ama hiçbir şey görüldüğü Beter kizler Sirkin Cambaz , rinin altında da var. Fakat gibi değildir sevgili beter. kahya bu kez hayatını adaCharles Ogden, Gün Kitapl , Çev: Müren Beykan, dığı macunlarla, evin hayS RK N CAZ BES NE vanının (ev hayvanı dediJale Alguadi , 180 s. KAPILMA! ğimiz de tek gözü kalmış Sirkin illüzyonisti Ormond, ikizlere üç canavar) hayatı arasında seçim yapmak kehribar taşı bulurlarsa sirke katılabile- zorunda kalacak. Tabii ikizler bütün bunceklerini söylüyor. Çadırlarda keşfe çıkan lardan habersiz, aslında kendilerine tuzak Edgar ve Ellen, hiçbir şeyin göründüğü gibi kurma niyetinde olan Ormond’un peşine

İlk kitapta can sıkıntısından “egzotik hayvan koleksiyonu” yapıp bu hayvanları satmaya başlayan beterlerin başı, foyalarının meydana çıkmasıyla büyük derde girmişti. Egzotik hayvan deyince, Foster’ın Hayali Dostlar Mekanı sevdiğim bir çizgi filmdi, uzun zamandır izlemedim. İkinci kitapta, evlerinin yanındaki hurdalığın yıkılıp yerine otel dikileceğini öğrenmeleri üzerine bunu protesto etmek için yine işe koyuldular. Aynı macera üçüncü kitapta devam etti, otelin yapılmasını engelleyemediler ama bu arada kasabanın altında devasa bir laboratuvar ve çılgın bir bilim insanının varlığını keşfettiler. Tabii bahsetmiyorum diye yok sanmayın, yine bin türlü bela mevcut. Dördüncü kitapta Ellen’e bir haller olmaya başlar, huysuz ve haylaz bir çocukken, mutlu ve sevecen bir çocuğa dönüşmüştü. Bu kardeşi Edgar’ı çok ümüştü haliyle. Biraz araştırınca bunun yer altındaki laboratuvarda bulunan macunla bağlantılı olduğunu anlamıştı. Macunla ilgili birçok detayı da beşinci kitapta öğreneceksiniz. Çizgi dizisi bugün 15 ülkede yayınlanan, çocuklar kadar içindeki haylazı öldürememiş yetişkinlerce de sevilen Edgar ve Ellen’in maceraları hem okumaya hem de izlemeye değer. Ama siz okumayı tercih edin tabii. Beter ikizler içinizdeki yaramazı açığa çıkarabilir. Siz de herkesin yaka silktiği bir beter olabilirsiniz. Bence hiç durmayın.

talkmış gidiyorlar. Ama merak etmeyin, beter ikizler haylaz oldukları kadar zekiler de. Zaten zeki oldukları için haylazlar, değil mi haylaz çocuklar? Bu arada biz sirkleri hiç sevmiyoruz değil mi çocuklar? Tabii biz son kitaptan bahsediyoruz ama henüz seriye başlamamış olanlar için geçmişe de dönelim biraz. Charles Ogden’in yazdığı, Rick Carton’un resimlediği “Beter Böcekler” serisi Müren Beykan’ın editörlüğünde Günışığı Kitaplığı tarafından 2005’te dilimize kazandırılmıştı. Tüm dünyada sevilmesinin ardından çizgi dizileri de televizyonlarda yayınlanmaya başladı. “Acayip Yaratıklar” kitabı ile başlayıp, “Turist Kapanı”, “Kasabanın Altında”, “İntikam Planı” ve son olarak “Sirkin Cambazı” ile beşinci kitaba ulaştı. Bitecek gibi de görünmüyor.

Umac

Merakl Dürbün - Dinozorlar

Mizah yüklü kıvrak kalemiyle, edebiya- di çocukluğundan örnekler vererek onu tımızda kendine has bir üslup geliştiren kötü şeylerden korumaya çalışan bir babasıra dışı yazar Hanzade Sernın sekiz yaşındaki biricik oğulvi’den, geçmişi binlerce yıl önceları Topaç da umacıların anlatılsine dayanan umacılık efsanesidığı gibi korkunç yaratıklar olnin hiç bilinmeyenlerini açığa çıduğunu düşünüyordu. Taa ki bir karan acayip bir roman! Umacıgece ansızın dolabından fırlayan ların hayali yaratıklar olduğunu sevimli umacı Gırrgor’la tanışana kadar. sananlar, nihayet gerçekleri öğreHanzadevari mizahi öğelernecekleri bir kaynağa kavuşuyor. le bezeli keyifli bir okuma deYıllar yılı, dünyanın dört bir yaneyimi sunan “Umacı”, her nında, yaramaz çocuklar en çok umacılarla korkutulmuştur. Kural Hanzade Servi, yaştan okurun kalbinde yatan küçük çocuğu uyandıracak böyle olunca, unutkanlığı ile nam Tudem Yay nlar , güçte etkileyici bir roman. salmış bir annenin ve sürekli ken-

metinlerle açıklanıyor. Dinozorlar neden yok oldu? Bu kitapta çıkacağın heyecan Dinozorlar ne yerdi? dolu yolculuk sırasında... Saatte 70 kilometre Canlı fotoğraflar, çizimhızla koşabilen diler ve karikatürlerle zennozor hangisi? ginleştirilmiş bir okuma “Meraklı Dürbün” deneyimi edinecek, sorudizisi yaratıcı düşüncevap sayfalarıyla bilgimeyi sevenler ve yeni lerini tazeleyecek, çizgi bilgilerin peşinde koşanlar için tasarlandı. roman sayfalarıyla eğleDizinin her kitabında necek, faaliyet sayfalakonular, akıcı bir dille rıyla yeteneklerini keşyazılmış, kaynaklara fedecek ve yaratıcılığını Kolektif, dayalı ve genel kültügeliştireceksin. Do an Egmont rü artırmaya yönelik

144 s.

Yay nc l k, 24 s.


Aydınlık KİTAP

24 MAYIS 2013 CUMA

21

Hicvi toplumsallaştıran şairimiz: Eşref E ref hicvimizin s n rlar n geni letirken onu bir dünya görü ü ve ideolojik içeri e kavu turmu de ildir. Nef’i’nin alan n tarihsel artlar do rultusunda biraz daha geni letmi , iktidar erkini topyekûn hedef dairesine alm t r CAFER YILDIRIM cfryildirim@hotmail.com Türkiye’deki muhalif her aydın, yazar ve şair gibi Eşref de iktidar karşıtı olmaktan payına düşeni fazlasıyla alanlardandır. 64 yıllık ömründe yönetici, sürgün ve kaçak olarak Anadolu’nun birçok yerini dolaştığı gibi yolu Mısır ve Paris’e dek uzanmıştır. Eşref, I. Meşrutiyet’te 29 yaşındaydı. Meclis-i Mebusan’ın kapatılmasını ve Kanun-i Esasi’nin kaldırılmasını gördü. II.Abdülhamit’in 33 yıllık baskı ve jurnal dönemi Eşref’in neredeyse ömrünün tamamını kapsadı. Bu dönem siyasal tarihimiz açısından olduğu kadar Eşref’in sanatının şekillenmesi açısındasn da önemlidir. Çünkü Eşref’in şiirinin ana teması olan hürriyet özlemi, yolsuzluk ve rüşvete karşı duruş ve bunları çerçeveleyen vatanın selameti bu dönemin öne çıkan değerleri olmuştur. Eşref üzerine yazılmış air birçok yazıda, onun Na- E ref mık Kemal benzeri vatanseverliğine vurgu yapılmaktadır. Hürriyet tutkusu, baskı rejimine karşı duruşu, rüşvet ve yolsuzlukla mücadelesi vatanseverlik duygusuyla bütünlük içindedir. Gerçi Eşref, Tanzimat aydınları gibi eğitim görmüş biri değildir, o kendi kendini yetiştirmiştir. Onun yetişmesinde ailesinin âlim tarafının etkili olduğunu da düşünebiliriz. Babası Usulizade Hafız Mustafa Efendi, büyük dedesi ise kendi döneminin ünlü âlim ve matematikçilerinden Gelenbevi İsmail Efendi’dir.

TOPYEKUN HEDEF: KT DAR Eşref, Tanzimat aydınları gibi donanımlı olmamakla birlikte onların açtığı yoldan ilerlemiş, onların toplumcu sanat tarzının devamcısı olmuştur. Aynı dönemde yazan Servet-i Fünuncuların dil ve sanat anlayışından uzak durmuş, Tanzimatçıların dilde sadeleşme çabalarını

daha ileri bir aşamaya taşımıştır. Hüseyin Kami’nin onunla ilgili bir anısı onun dil anlayışı bakımından aydınlatıcı olacaktır: “Bir gün bir meşhur kıtasını okurken ikinci mısraı, ‘Denînin peyrev-i ikbâli varsın bir denî olsun.’ tarzında okumuştum. Derhâl bağırdı: ‘Peyrev-i ikbâl’ gibi süslü terkipleri siz kullanırsınız, ben öyle söylemem. Denînin üstüne varsın gelen de denî olsun, demiştim diyerek tashih etti.” (Şair Eşref, hzl.: Hilmi Yücebaş, 1984, s.41-42) Eşref’in kendi dönemi içinde oldukça sade bir özellik gösteren dili kitleler nezdinde şiirinin yaygınlaşmasının da önünü açmıştır. “Nasıl zıt olmasın âlemde garbiyunla şarkiyyun, Güneşten hepsinin güya ki nuru mâh olmuştur. Ziraat, mârifet, sanat, saadet şimdi onlarda, Cehalet, meskenet, zillet, rezalet bizde kalmıştır.” Avrupa’nın gelişmişliği ve refahı karşısında o da Ziya Paşa ile aynı tespiti yapmakta ve benzer kaygılar içinde kıvranmaktadır. Eşref, hiciv geleneğimizin Nef’i’den sonraki en güçlü halkası olmuştur. Nef’i’nin hicvi bireysel kızgınlık ve öfkelerinden beslenir ve yine kişilerle sınırlı bir nitelik taşırken Eşref, hicve toplumsal bir içerik kazandırmıştır. Ne var ki Eşref hicvimizin sınırlarını genişletirken onu bir dünya görüşü ve ideolojik içeriğe kavuşturmuş değildir. Nef’i’nin alanını tarihsel şartlar doğrultusunda biraz daha genişletmiş, iktidar erkini topyekûn hedef dairesine almıştır. Bir ideolojik birikime dayanan, sağlam bir dünya görüşünün kapsamı içinde kendisine hareket alanı bulan bir hiciv için, kimseye haksızlık etmek istemem ama, Can Yücel’i beklememiz gerekecektir. Eşref’in hicivci söylemi kaside, gazel,

hatta şarkı nazım biçimlerinde yazdığı bütün şiirlerinde bulunmakla birlikte asıl kimliğine kıtalarında kavuşmuştur: “Getirme yâde namusu refah-ı hal lazımsa Hamiyyetten uzak dur nokta-i ikbal lazımsa Cebin ol, feyz alırsın şöyle kim hatta karından kork Serasker işte meydanda eğer emsal lazımsa” *** “Sen komisyonda bir azasın köpek çok havlama, Bir …ğı kıllı belki çanına ot tıkar. Şol kadar azaya maliktir ki bu abd-i hakir, Bir tekinden sen gibi dünyaya bin aza çıkar!” *** “Düşme davaya uyuş, asla güvenme hakkına, Şimdiki hâkimlerin izhar-ı hak menfurudur! Eyleme hükkamdan hükkama arz-i iştika, Bu meseldir: İt itin her yerde mirahurudur!.” *** Olmadık gitti bu âlemde beladan hâli, Bizce yok mu acaba kurtuluşun imkânı? Eskiden korkar idik nerde hafiye görsek, Korkutur milleti şimdi gazete erkanı…” *** “Zat-ı eşref olana rütbe şerâfet vermez, Karşısında güneşin çünkü dayanmaz jale. Arızi öyle ne rütbe, ne nişanım olsun, Çıkayım alnı açık âlem-i istikbâle”.

HECCAVLIK BA A BELADIR Sözün zekâ ile bilenen gücünün etkili bir hamle ile iletilmesi bakımından olduğu kadar akıllarda yer etmesi ve kalıcılık kazanması açısından da kıta nazım biçimi hiciv için biçilmiş bir kaftandır. Demektir ki Eşref’in biçim seçimi özüne uygun ve o oranda isabetlidir. Eşref’in hicvinin ateşleyici gücü kendisini ve toplumu kuşatmış olan istibdat rejimi, dönemin yönetiminden kaynaklanan türlü düzenbazlıklar, kayırmalar, kanun dışı uygulamalar ve bütün bunların sonucu vatanın düştüğü hal iken bir diğer besleyici kaynağı da cesareti ve dobralığıyla bütün bu durumlara kar-

şı durmasıdır. Heccavlığının başına sardığı belalar yeni bir hicvin konusu oluşturmuş ve Eşref’in baş eğmeyen kişiliğinin üretim kaynağı hâline gelmiştir: “Çektiğim cevr-ü cefanın sebebinden sorma, Deme kim: -Badıhava menkabe dellalı budur! Habs ile, nefy ile, işkence ile ömrü geçer Işte Türkiyye’de şair olanın hâli budur.” 1902 yılında evinde sakıncalı evrak bulundurması ve politik amaçlarla cinayetle suçlanmıştır Eşref. Bir yıl sonra ise aklanmıştır. Ne var ki bir yıl tutuklu kalmıştır ve bu tutukluluk onun hayatında uğradığı tek haksızlık değildir. Eşref 1904’te Mısır’a kaçtı. 1905 ve 1906 yıllarını Paris, İsviçre ve Kıbrıs’ta bir kaçak, bir sürgün olarak geçirdi. Tekrar Mısır’a döndü. II. Meşrutiyet’in ilanına dek orada kaldı ve Hürriyet Devrimi’yle birlikte yurda döndü. Eşref’in arkadaşı şair Hüseyin Rifat onun Mısır’dan dönüşünü bakın nasıl anlatıyor: “İzmir’e dönen şair, hürriyetin verdiği ilk sarhoşlukla öyle sermest olmuştu ki kendisini azap çekmiş bir düşkün değil, daha on sene gençleşmiş gördüm; mahut bastonunu sallayarak ve dayanarak ve ayaklarını yerlere sert vurarak öyle bir yürüyüşü vardı ki hâlâ gözlerimin önünden gitmez.” (age,s.11) Ayrıca Eşref, memuriyete başladığı 1870 ve tutuklandığı 1902 yılları arasında Fatsa, Çapakçur, Hezan, Ünye, Tirebolu, Garzan, Garbi Karaağaç, Buldan, Kula ve Gördes kaymakamlıklarına atanarak bir nevi sürgün hayatı yaşatılmış bir şairimizdir. Dönemimin şairlerinden Hüseyin Reşat’ın Eşref’le ilgili sözleri, onun şahsında Türkiye aydın gerçekliğimizin dramatik bir ifadesidir: “Bu müstesna zekâlı şair, tok sözlülüğü, Abdülhamid’i, İkinci Meşrutiyet’i İttihad ve Terakki’yi amansızca hicvetmesi yüzünden hayatını menfalarda geçirmiş, içkiye fazla düşkünlüğünden vücudunu harap etmiş ve tutulduğu verem hastalığından kurtulamayarak 22 Mayıs 1912’de Kırkağaç’ta Bahçıvan pazarındaki evinde ölmüştür.” (age, s.17-18.) Bize kalan ruhunu şad etmek oluyor. Ölümünün 101. yılında onu minnetle anıyoruz.


22

Aydınlık KİTAP

24 MAYIS 2013 CUMA

ALINTI-TEST

Okuyaca n z bölümler hangi yazar n hangi kitab ndan al nt lanm t r? Dünyanın değişebilmesi için önce insanların değişmesi gerekir. Herkes birbirinin gerçek kardeşi olmadığı sürece insanların kardeşliğinden söz edilemez. Kişioğlunun yaratılışı, hakkına razı olmaya bırakmaz onu hiçbir zaman. Bu yüzden herkes kendine verileni az bulup homurdanacaktır her zaman. Başkalarını çekemeyecek, onları yok etmeye çalışacaktır. Bunun ne zaman gerçekleşeceğini soruyorsunuz. Gerçekleşecek ama önce kişioğlunun yalnızlaşma çağının sona ermesi gerekmektedir.

a) b) c) d) e)

Muhteşem Gatsby - F. Scott Fitzgerald Karamazov Kardeşler – Dostoyevski Hüzünlü Dönenceler - Claude Lévi-Strauss Kalpazanlar - André Gide Günaydın Hüzün - Françoise Sagan

2

Uzan bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadığında, insanlar öldükten, nesneler yok olduktan sonra, bir tek, onlardan daha kırılgan, ama daha uzun ömürlü, daha maddeden yoksun, daha sürekli, daha sadık olan koku ve tat, daha çok uzun bir süre, ruhlar gibi, diğer her şeyin yıkıntısı üzerinde hatırlamaya, beklemeye, ummaya, neredeyse elle tutulamayan damlacıklarının üstünde, bükülmeden, hatıranın devasa yapısını taşımaya devam ederler.

a) b) c) d) e)

Sirte Kıyısı - Julien Gracq Lord Jim - Joseph Conrad Çingene Romansları - Federico García Lorca Kayıp Zamanın İzinde - Marcel Proust Roger Ackroyd Cinayeti - Agatha Christie

3

Tepemizde yeteri kadar kuş toplandığına inanırsa, Lekh, bir işaretle tutsağı koyvermemi isterdi. Bulutların üstündeki küçük ebemkuşağı, mutlu ve özgür, yükselip kardeşlerinin gürültücü sürüsüne katılırdı. Diğerleri bir süre şaşkın bakarken benzerini görmedikleri kuş, boşu boşuna kendilerinden biri olduğuna onları inandırmaya çalışırdı. Parlak renklerin iyice şaşırttığı kuşlar onu kuşkuyla inceler, sonra birbiri ardından saldırıp boyalı tüylerini gagalayıp yolmaya koyulurlardı.

a) b) c) d) e)

Yanardağın Altında - Malcolm Lowry Değişme - Michel Butor Boyalı Kuş – Kosinski Geceyarısı Çocukları - Salman Rüşdi Büyük Uyku - Raymond Chandler

Bu haftan n do ru yan tlar :

1-(b) 2-(d) 3-(c)

1

BULMACA kaynak, p nar 6. Aktinyum’un simgesi - Fikir, dü ünce - Anlay , anlama yetene i - M s r’ n plakas 7. Katar’ n ba kenti Bir seslenme sözü - Yabanc 8. Eski bir Hindu tap na tipi Yörünge 9. Bin kilograml k bir a rl k ölçüsü birimi - Sodyum’un simgesi Üzerinde aç lan yuvalara alt n, gümü , sedef gibi süs maddeleri kak l p oturtularak yap lm olan 10. Ba lama, mazur görme - Yeni,

taze - Dam zl k erkek koyun lkel benlik 11. Japonya’n n eski ad - b rakma eylemi - Bal yapan böcek 12. Sümerler’de su tanr s Niyobyum’un simgesi Benzer, örnek 13. Ucuna i ne tak l naylon tellerden veya at kuyru u k l ndan yap lm bal k tutma arac - Cet - Rüzgarlar n y d kum tepesi 14. Yünden dövülerek yap lan kaba ve kal n kuma - Üzerinde söz

söylenen, yaz yaz lan veya eser meydana getirilen dü ünce, olay veya durum, mevzu - Bir nota “... Güler” (foto rafç ) 15. Resimdeki yazarr n bir eseri - Anahtar YUKARIDAN A A IYA 1. Aç k sar donlu at - ah smail’in iirlerinde kulland mahlas Bir haber ajans 2. Antalya’da bir plaj - Evlerde oda kap lar n n aç ld geni hol Kimononun üstüne tak lan, biçimi ve boyutu cinsiyete, ya a, mevkiye ve bölgeye göre de i en, bir dü ümle birle tirilen geni ipek ku ak 3. Bir ac ünlemi - Ki iyi kendi davran lar hakk nda bir yarg da bulunmaya iten, ki inin kendi ahlak de erleri üzerine dolays z ve kendili inden yarg lama yapmas n sa layan güç - eker üretiminde, billurla an eker al nd ktan sonra kalan ekerli posa 4. Görsel olarak haz rlanan bulmacalara verilen ad Bir say - Hz.Muhammed’i övmek amac yla yaz lan kaside 5. Ate - H yanet, hainlik Bir Afrika a ac 6. lave - Devrinin sanat anlay

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

SOLDAN SA A 1. Resimdeki yazar 2. Helyum’un simgesi - lgi eki Yol - S rça 3. Lübnan’ n plakas “... Derek” (aktris) - Milattan önce (k sa) - Dolayl anlat m Bir gayret ünlemi 4. Kal n, tok ve gür erkek sesi Toplama, bir araya getirme Bir geçmi zaman eki 5. Yunan mitolojisinde “kavga tanr ças ” - Kesintisiz para Bir suyun ç kt , do du u yer,

içerisinde güzel bir eser meydana getirmek - Büyük Britanya’da akarsu - Ordu (k sa) 7. lemelerde kullan lan, gümü görünümünde parlak s rma ya da metal tel iplik - Bir nota Han m, han mefendi 8. Çocuk dilinde “umac ” Baz ku lar n tepelerinde bulunan uzunca tüy, sorguç 9. Tümör - Hitit - Satürn gezegeninin be inci uydusu 10. Ayakta duran, var olan - Bir kimseyi kötüleme, yerme, yergi Kötü, fena - Manganez’in simgesi 11. Fizikte direnç birimi - Otuz yedi ya nda intihar eden, “Lenin Destan ” adl eserin sahibi devrimci Rus air 12. Stanislaw Lem’in bir eseri Hristiyanl k’ n sembolü, salip, istavroz - Alt n’ n simgesi 13. Skandiyum’un simgesi - Belli bir anlam olan iz, i aret - Kudret, iktidar - Bir elektrik ak m n al p, ba ka bir kuvvete çeviren cihaz, al c , ahize, reseptör 14. Kimi zaman Mavi kantaron - S n r ni an 15. Hammaddeyi i leyerek yap lan üretim - Resimdeki yazar n bir eseri




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.