2013 06 14hazirankitapeki

Page 1

. KITA P Aydınlık

14 Haziran 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 68

GEÇEN HAFTA

72.742

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

z u r o y u k o m i evr

Fotoğraf: Irmak Mete

D

OKURA ULAŞTIK



Aydınlık KİTAP

14 HAZ RAN 2013 CUMA

3

Dünyanın en yeşil devrimi Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını çizerek devrimcilerin bilincine sürmüştü Lenin: “Teori gridir, hayat yeşil” Devrimi yaşıyoruz, tanık oluyoruz ve yapıyoruz. Öylesine yeşil ki… Taze, yepyeni, hiçbir kitapta anlatılmadığı kadar yeni ve bize özgü. Taksim Gezi Parkı direnişiyle, birkaç ağaç ve birkaç yüz metre kare yeşillik için başlamış gibi oldu. Ama çok daha başka bir nedenle de başlayabilirdi; hayvanseverlerin eylemiyle bile. Öylesine hayatı belirlemeye, tektipleştirmeye kalktı ki zorba, ummadığı bir direnişle karşılaştı. En büyük kentlerden köylere kadar sokak sokak yayıldı ve yayılıyor. Öğrenmiştik, biliyorduk, bekliyorduk: “Bir tek kıvılcım bütün bir bozkırı tutuşturabilir” di, tutuşturdu da. İnsanı insan, halkı millet yapan, kişinin kendine, başkalarına saygısını, özgüvenini artıran bir halk ayaklanması bu. Bütün zulme, saldırılara karşın insanların yüzü gülmeye başladı. Gururlu, mutlu, onurlu insanların var ettiği bir tabloda ne güzel günler görüyoruz. Ne güzel… Şu an bitse bile o kadar çok şey kazanıldı ki. Bir sonraki dalga daha da belirleyici ve görkemli olacak. Ama en çok, en yoğun saldırı orada, noktayı Ankara koyacak.

SEN NE GÜZEL ÜLKES N TÜRK YE Haziran Devrimi’nin ilk günlerini, bu ayaklanmanın fırtına merkezlerinden biri olan Antalya’da yaşamaya başladım. Antalya Meydanı öğleden sonra gencecik insanlar tarafından doldurulmaya başlıyor, gecenin en geç saatlerinde arabalar, klaksonlar, vuvuzellalar eşliğinde müthiş bir kitle haykırıyor: “Tayyip istifa…” Sonra kendini tanımlıyor: “Mustafa Kemal’in askerleriyiz…” Öyle bir güç, öylesine bir gurur ve meydan okuyuş var ki bu sloganda… Savaşma bizimle ey zorba, biz hiç yenilgi yüzü görmemiş o komutanın askerleriyiz, yine kazanacağız. Zorba o kadar çaresiz ve hayın ki, İstiklal Caddesi’nde simge olmuş, her yürüyüşçü grubun önünde salınmaktan pek hoşnut so-

. KITA P

kak köpeği Eylem Eylem’in copla kafasını kırıp, sağ gözünü biber gazıyla kör ediyor. Sokak köpekleri, kediler, martılar, güvercinler de biliyorlar ondan beri, devrimdir mutlu yaşamanın tek çaresi. Zorba gaz bulutları, dumanları içinde sıktıkça, attıkça kendini boğuyor. Tepeden tırnağa öfke, kin, eziklik, nefret içinde; aciz, saldırgan ve korkak. Oysa halk hiç olmadığı kadar korkusuz, mağrur, akıllı ve şen. Kayseri’de binlerce ve binlerce yürüyorlar. Sivas’tan ağlayarak bildiriyor arkadaşım: Meğer biz ne kadar çokmuşuz! Geçtiğimiz Pazar günü İstanbul tarihinin en büyük kalabalığını topladı. Ankara, İzmir ve daha nice yer, zulme öyle bir direniyor ki… İstiklal Caddesi bağırıyor: “Her yer Ankara, her yer direniş!” Kadıköy vapurları yanaşıyor Kabataş’a; Bakırköy’dan, Alibeyköy’den, Çekmece’den, Kartal’dan , Şile’den, Sarıyer’den geliyor insanlar, bebek arabalarında Mustafa Kemal, bileklerinde Mustafa Kemal, alınlarında Mustafa Kemal, bayraklarında Mustafa Kemal.

SOL M LL DE ERLER N BULARAK DEVR MC LE YOR Antalya’da ÖDP parti binasına ay yıldızlı al bayrağı asmıştı. Ne güzel. Yeni kurulmakta olan SYKP İstiklal Caddesi’ndeki kortejinde Mustafa Kemalli al bayraklar taşıyor, ardı sıra daha büyük bir kortejde Halkevleri, en önde flamalarının yanında en az dört tane yine aynı bayrakla geçiyor… TKP MK bildirisi 11. Madde de halkın bayrağını yeniden kurtardığını, bayrağın Deniz Gezmiş’in taşıdığı bayrak olduğunu açıklıyor. Güzel. Sevindik. Çok hoş yerde yan yana geliyoruz. Halk devrimini yaparken Sol’u da devrimcileştiriyor. “Benimle yürüyeceksen milli değerlere sahip çıkmalısın.” Büyük bir bilinç haline geliyor. Ama biliyoruz ki, başında Doğu Perinçek’in olduğu İşçi Partisi zaten o bayrağı dalgalandırmayı hak etmeyen kirli ellere hiç teslim etmemişti ki! Devrim bunu da öğretiyor. Silivri zındanlarındaki devrimciler öylesine arasındalar ki halkın,

Aydınlık

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu halduncubukcu@hotmail.com

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı damla@aydinlikgazete.com

Editör

Pınar Akkoç

Yazıişleri

İrem Halıç, Cenk Özdağ

Sayfa Sekreteri

Alev Özgenç

pinar@aydinlikgazete.com

böylesine bir özgürlük görülmemiştir. Taksim yine de biraz farklı: neo-liberaller de var, çeşitli çadırlar çevrelemiş parkı. Pankartları küçüklüklerine ters orantılı, kimi şizofrenik yapılar akıl veriyor: Zincirlerinizden başka kaybedecek bir şeyiniz yok! Oysa kaybedecek o kadar çok şeyi var ki insanların, hatta bir tek zincirleri yok. Zaten kaybettiğini yeterince kaybetmiş millet kazanmaktan başka bir şey düşünmez olmuş. Ellerinde Ay Yıldızlı ve Mustafa Kemalli bayraklar yığın yığın gelip geziyor parkı, bir panayırı, bir fuarı gezer gibi, standlara bakıyor, vakur, ilgili ilgisiz geçip, bir de o “çeşit”leri görmüş, tarihin ulu nehrinde akmaya devam ediyor. Muazzam kitle kayda geçilmeksizin kural haline getirilmiş bir ‘tolere’ içinde, en az o denli muazzam bir sağduyu ile selin üzerindeki çer çöpe takılmıyor, kıymet vermiyor, ana mecrasında akıyor. Devrim bu, her çeşit var işte, zenginliği ve gücü de oradan: öpüşüp koklaşan, namazlarını eda eden, kızıl siyasi iktidarı kuran, kimsenin askeri olmadığını sanan, sokaklarda bar kuran, karpuz satan… Sonra en militan gücü büyük kitleler halinde devasa coşkularıyla giriyor meydana. Taraftar gurupları: dev Ay Yıldızlı bayrakla Fenerbahçeliler, Beşiktaşlılar, Galatasaraylılar, Trabzonsporlular… Tek büyük var: Devrimci halkın kendisi. Renklerin kardeşliği o kadar çok şeyi değiştiriyor ki, bütün renkler kırmızı beyaz oluyor. Antalya’da Kale İçi girişindeki Son Çare köftecisinde gecenin en koyusunda açık televizyondan Ulusal Kanal ve Halk Tv dönüşümlü yayın yaptırılıyor. Son haberler orada alınıyor. Başka haber veren de yok ki. “Bunları unutmayacağız” diyor köfteci hanım yine o Mustafa Kemalli bayrak önünde, ocağının başında.

KAYIP KU AK MI DED YD K! Babasına sesleniyor çocuk: Durmadan kızıyordun ya, bilgisayar başından kalk biraz, yeter bu strateji oyunları diye: Bak o oyunlardan öğrendiklerimizle polisin stratejisini çökerttik! Baba gururlu ve öyle güzel bir yenilginin tadını çıkarıyor, hafif bir gülümseyiş. Sonra o şarkılar, o sloganlar, o marşlar… Halk tıkanmış, tıkızlaşmış hatta kabız-

Sahibi Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı Genel Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel Sorumlu Müdür Mehmet Bozkurt Tüzel Kişi Temsilcisi Metin Aktaş Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22

laşmış sloganlar içine sığmıyor, öylesine yaratıcı ki gençler, Kaygusuz Abdal’dan Ruhsati’ye, Nef’i’den Şair Eşrefe, Neyzen Tevfik’ten Can Yücel’e genlerinde o hiciv mirası nasıl görkemli bir koro oluşturuyor. Zorbanın rengi kireç gibi. Zorbayı orantısız yalanlarına, hakaretlerine, şiddetine karşı orantısız zeka ile perişan ediyorlar, paçavraya çeviriyorlar. Ah bir mim de çArşı gurubuna koymalı. İronileri, müthiş yaratıcılıkları ile devrim günlerinin gözbebeği oldular. Adları söylendikçe yüzlerinde gülücük, çiçekler açıyor yüreklerinde insanların. Dikilmişler polisin karşısına, birazdan gaz bombaları inecek tepelerine, zıp zıp zıplıyorlar: “Çarşı çıldırdı gaz bombası istiyor!” Polisler bile gevşemeye, gülmeye başlıyor. Bomba kendinin karikatürü haline dönüşüyor.

HANG S DAHA DEVR MC Büyük kalabalık gelmişken, Pazar akşamüstünü akşama bağlayan saatlerde Beyoğlu’nun tadını çıkarıyor, masalarda karanfil kokulu rakılar, Çiçek Pasajı, Nevizade, Asmalımescit inliyor: “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” O da Kordon’da 1922’de yorgunluğunu birkaç kadeh atarak gidermişti ya… Mao Zedung ne tartışmıştı Cu Enlay ile: Kırmızı biber yiyen halklar mı daha devrimci, içki içenler mi? Bir yanıtı var Türkiye’nin, içeniyle içmeyeniyle, acı seveniyle sevmeyeniyle, çocuğuyla yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle… Türk milleti devrimci. Gen demiştik ya, genlerinde var 1908’den beri… Genlerinde Mustafa Kemal var bu aziz milletin… Ve “vakt irişti”, “gayrıkyeter” dediler. Gidilecek çok yol, yaşanacak çok çetin saatler, günler var. Ama buracıkta bitse bile şimdilik, öyle müthiş şeyler kazanıldı ki, en başta milletin kendisine duyduğu güven, bir sonraki dalga cumhuriyeti yeniden kuracak kesinlikle, bu dalga kuramasa bile.

HALDUN ÇUBUKÇU Reklam Servisi Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu saynur@aydinlik.com.tr Reklam Müdürü Kamile Karakadılar kamile@aydinlik.com.tr kitap@aydinlikgazete.com

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34


4

14 HAZ RAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

Buluşan ellerin baharı

SEYYİT NEZİR Resimli ezgilerden bir şafak vakti Alanın göğsünde bir yumak martı Elimizde ıhlamurlu gül kokusu Ekmeğe sürüyoruz bahar ve kenti O da ne, ansızın yaktı Genizleri kora kor keskin bir sızı Kardeşler burası Taksim Gezi Kim döktü havaya bu zehir gazı Yongaladı yola düştü Kaçtı hemen Fas’a düştü Dön gel İstanbul’a düştü Zıpladı paspasa düştü Anayasa dediysen devasa bir tasa Başkanlık bir tivitle ezanda yasa düştü Kışla düştü masa düştü Başına Cezayir’den koca bir boş kasa düştü Faizler yükseldi, düşlerle borsa düştü Düştü düştü ne düştü Yumurtanın sarısı Sonra öbür yarısı Gemi düştü gemi düştü Küçücük gemicik İçi dolu paracık Çatal matal kaç çatal ey Bahtına sicimlerin en kalını düştü Mağdurun her yalanı geri spama düştü Kavuk düştü kavuk düştü kavuk murdara düştü Domatesin çekirdeği kırmızı Çadırımın üstüne hadis-i herif düştü Üfürdü hurafeyi Taksim’de Gezi Hamdültayyip pîr düştü Zaten beton bir düştü capcanlı şişerken Ayrana düştü şişedeki son gazı Ağzında çirkef sası hep küfür Anaların ahına körkütük parsa düştü Suratında binbir sinsi karaltı Sislerinin arkasından ürür ha ürür Yüzündeki son morartı Occupy yalanı İşte o da işte o da aynen pasa düştü Başına tabletli çapulcular üşüştü Bir mesaj attılar Beyaz Saray’a

O da düştü top oldu İnönü’de şanlı Çarşı’ya Hey Obama Obama Pabuç yolla babama. Aşağılarda ülkenin yosun sokaklarında Koca bir gölge İri yumruklarıyla Kıpır kıpır bir halkın Ayaklarını giymiş yürür Kalkıyor yüzünden bulvarları taşan gövde Çocukların sözlüğünde yaşam bir karasevda Hatay’dan İzmir’e Hopa’dan Edirne’ye Yüz binleri Tomalara kaldıran gencecik, salkım uzun göveren isyan Ankara’nın Kızılay’ı Dar eder dünyayı, cin türlü planyayı. –Bu yiğitlik ah dostlar şiiri nasıl zorluyor Her dize önceki ve sonrakinden korkuyor– Burası kindar sarı sisler altında Taksim Gezi Üstüne saldıkları zehirden korku gazı Alanın göğsünde bir yumak martı Omuz omza ülkeye uzatıyorlar Tutuşan bedenlerin ördüğü barikatı Bedenler ki yurda serdikleri yapraklı pazen örtü Hey Taksim hayatın tastamam kendisin avuçlarında tohumun revnaklı öfkesi var Dağılıyor sisleri, yitirdi boyasını yalan Okşayan türkülerde akasyanın mersinlerin sarmaşık yüz oktavlı sesi var Şarkıların meramı belli: Buluşan ellerin devrim baharı. Açalım sesimizle alanlara şimdi o dev pankartı: Biz dünyanın kollarıyla kucaklarız kardeşler yıldızların diplerinde şenliklere hazır halaylarla gelincik izler kalır Papatyanın sevinci, aşkın öcü, kanayan gökkuşağı cümleten merhaba, yürüyün arkadaşlar Açalım sesimizle alanlara dev pankartı Taşıyor işte ayaklarımızla gürleyen marşlar Bir omuzdan bir omuza sarılarak hayatı! Mayıs - Haziran 2013


Aydınlık KİTAP

5

Kısaca çArşı burada Biz onlar bir taraftar gurubu biliyorduk. Kuvay Milliye ç kt lar (Bir Facebook payla m ndan)

ERDEM GEZGİNCİ

erdemgezginci@hotmail.com Herhangi bir taraftar grubu olmadığı aşikar olan çArşı direnişte neden ön plandaydı? Kim bu insanlar? Ayrımsızlar öncelikle. İnsanı insan olarak görebilme yetisini özümsemiş asi çocuklar. Üzerinde bulundukları toprağa aşıklar. Sınıf farkı gözetmeksizin bir olmuşlar. Yıllardır oradaydılar: İnönü’de. Yıllardır yürüyorlar Beşiktaş’tan Dolmabahçe’ye. Yıllardır bir şekilde gündemdeler. Haksızlığa karşı duruşu, ince zekası, toplumsal hassasiyeti çArşı’yı hep gizemli kıldı. Spor taraftarlığının ötesinde güncel olaylara ayna tutmaları hınzırlık olarak nitelendirildi. Birkaç çapulcu, birkaç aklı evvel olarak gösterildiler. Dev “Nükleersiz Türkiye” pankartıyla yıllar önce inceden irkilenler belki de bu kadarını beklemiyorlardı. Ama ben biliyordum. Semtin inadını, tribünün ateşini, çArşı’nın cesaretini biliyordum. Sabah’ın ilk ışıklarıyla uyuyan insanlara saldırıp çadırlarını yakanları Allah afferderdi belki ama çArşı asla! Mizahı silah olarak kullanmayı yıllar önce keşfettiklerinden orantısız aptallığa karşı çok hazırdılar. Gururlu, inatçı, entelektüel ve toplumsal olaylara duyarlı olduklarından aşağılayıcı ifadeleri kabullenemediler. Bu sefer farklı olan kendileri kabullenemedikleri gibi memleketin insanına da böyle bir muameleyi reva görmediler. Otoritenin şiddete başvurması ise çArşı için onurlu bir savunma hükümet için hüsrandan başka bir şey olmadı. Yıllarımı İnönü’de direnişimi Beşiktaş’ta geçirdim. Polisin önündeki ka-

labalık seviyordu. Çok geniş seviyordu, herhangi bir siyasi hareketin içine sığamayacak kadar seviyordu. POMA’yı keşfedip halkı korudular. Terk etmeyip semti korudular. Seslerini yükseltip onurlu insanları korudular. Biber, portakal veya herhangi bir gazla yılacak son grup olduklarını gösterdiler. “Semt bizim, aşk bizim” derken bütün memleket semtti. Aşk ise insandan hayvana, hayvandan bitkiye, bitkiden manzaraya... Kısaca güzelliğin ta kendisineydi. “Sık bakalım” ile başlayan meşhur sloganı üç metreden polisin yüzüne söyleyecek cesaret cahilliklerinden değil gerçekten kahraman olmalarından geliyordu. Ve bir polis bu çağrıya uysa delikanlılığını tebrik eder omuzlarına alırlardı. Yüzleri belli belirsiz. Sesleri hep slogan halinde kulaklarımızda. Bu gösteriyor ki “biz” kavramıyla bütünleşen binlerce insan ortak hareket ediyor. Aynı şeyi hissediyor, aynı şeyi düşünüyor, aynı akıllıca tepkiyi ortaya koyuyor ve asla vazgeçmiyor. Menfaatsiz, tamamen bağlılık üzerine kurulan bu beraberliği devletin bile sağlaması zor. Abartılı yorumlara hep mütevazi bir şekilde karşılık vermek, teşekkür etmek, özür dilemek ise erdemli olduklarının kanıtı. Övdüğümü, göklere çıkardığımı sanmayın. Onlar zaten hep oradaydılar. Çarşı nedir diye soruyorsunuz haklı olarak. Yeni yeni ilgilenenler merak ediyor. Çarşı: Sert bir bakış, akabinde gelen sürpriz bir gülümseme ve kardeşçe sarılmadır. Memlekete yaptıkları bundan fazlası değil. “Bu sevda bitmez, bu hasret bitmez” diyerek memlekete, dünyaya sahip çıkmaya devam edecekler. Devam edeceğiz... Kısaca çArşı burada. Rahat ol!


6

14 HAZ RAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

ARAKABLO

Şanlı Haziran’ın 43. yılında ayaklanmanın yeni söylemi imdi “bütün ayya lar” ve “akademik çapulcular”, Hamdültayyip’in “özelle tirme” ad alt nda 10 y ld r sürdürdü ü talan kurtarmak üzere ülkenin bütün alanlar nda toplanm direniyor

SEYYİT NEZİR

seyyitnezir@yahoo.com Modern Türkiye’nin 150 yıllık şanlı ayaklanma ve devrim geleneği, gençliğin harekete geçirici işleviyle açılıp yayılan bir tarihsel uzam ve zaman diyalektiği üstünde ivmeleniyor. 27 Mayıs Devrimi, bu ivmenin asker sivil aydın zümreyi kışkırtmasıyla gerçekleşti. 1968 Gençlik Ayaklanması, devrim ateşini dalga dalga kentlerin gecekondularına ve kırların buralarla ilişkisi yoğunlaşan bölgelerine yaymaya, emeğin yurtsever cephesini örmeye başlamasının ardı sıra, 1970’te işçi hareketinin tarihimizdeki en büyük eyleminin işaretini verir. İşçi sınıfının devrimci savaşım ve dayanışmasının yürekli, çarpıcı yaşam sahneleriyle bugüne canlı dersler taşıyan Şanlı 15 - 16 Haziran Direnişi’ni hazırlayan birikimiyse olanca gücüyle Nâzım’ın yapıtında buluyoruz.

YURTSEVER EMEK CEPHES N N ESİN KAYNAĞI: NÂZIM Nâzım, emeğin yurtsever cephesini çok daha önceden şiiriyle örerek devrime taşıyor. Daha 19 yaşında İstiklâl Savaşı’na ve Anadolu İhtilali’ne katılışının ardından Ekim Devrimi’nin tanıklığını “19 Yaşım” şiirinde çırçıplak buluyoruz: ...ey benim 19 yaşım ormanda çam dalları yaktığımız hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek

aya baktığımız gecelerin üstünden... Nâzım, günün yaşamı ve devrim şarkılarıyla kalmıyor, yaşamın ve sanatın güncel kıvrımlarını tekdüzelikten ve geçicilikten kurtarmak üzere içerik ve biçim olarak köklerini, tarihsel derinliğini yakalamaya, günün kavgasından düne ve yarına ilmekler atmaya çalışıyordu. Nâzım, şiirini ve ülkesini insanlığın evrensel birikiminin halkalarına eklemli kılma olanağını bulmadan, ülkesinin evrensel konumunu belirlemeden özgünlüğe varamayacağını biliyordu. Yurdunu oluşturan maddi ve manevi tüm değerlerde birikmiş toplam tarihsel emeğin bileşkesini kurmaksızın ülkesini ileri taşıma şansı yoktu. Yurtseverliğinin gerekçesini ve emek niteliğini bu somut gerçek oluşturuyordu. Bu aşamada Bedreddin onun esin kaynağı oldu: Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak Anadolu insan mayasında türkü ve toprağın yarattığı tekleşmeyi çok derinden kavramış olan Nâzım, tarihsel mirası toptan üstlenerek ona devrimci ruh aşılamayı seçti. Bunu şu dizelerde en yalın ve özgün söylemiyle görüyoruz: Ve elbette ki, sevgilim, elbet, dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet...

Umut Germeç - Ye illere Allara (Nâz m Hikmet)

Şiirde, “işçi tulumu” tamlamasının içeriği dışındaki tüm kavram ve nesneler, geleneğin sıradan öğelerinin üstün bir beceri ve ustalıkla bileşimini yansıtmaktan öte bir anlam bütünlüğü taşımaz. Dahası “şanlı” sıfatı da geleneğe yaslanmayı en koyu ve aşırı düzlemde yansıtır. Ama Nâzım, yaygın kullanımı, “şanlı tarih, şanlı ordu” biçiminde görülen sözcüğü, bir “elbise”ye, hem de “işçi tulumu”na ilikleyerek, Şanlı Haziran’a giden yolda, tek sözcükle olağanüstü bir bilinç sıçraması, devrimci bir atılım gerçekleştirir. Böylece şair, yurt ve emek bileşkesinin

hem gerekçesini oluşturur, hem de ereğini belirler. Nâzım, ölümünden bir yıl önce yazdığı “Türkiye İşçi Sınıfına Selâm” şiiriyle bu olguyu daha da kaynaşık bir anlam ve dize kurgusuyla pekiştirir: Türkiye işçi sınıfına selâm! Meydanlarda hasretimizi haykıranlara, toprağa, kitaba, işe hasretimizi, hasretimizi ayyıldızı esir bayrağımıza. Nâzım’ın bir memleket şairi oluşu, daha 19 yaşında kafasında ve yüreğinde


Aydınlık KİTAP

yurtsever bir komünist kişiliğinin tohumlanışı, şiirlerinde her zaman çarpıcı ve devrimci anlatımını bulmuştur.

NÂZIM’IN R NDE GENÇL K Nâzım’ın şiirinde bu emekçi yurtsever söylem, devrimci geleneğimizde özellikle Fikret’ten beri gençliğin öncü işlevini atlamaksızın belirginleşir. Tevfik Fikret, başta Promete, Halûk’un Âmentüsü ve Ferdâ olmak üzere Halûk’un Defteri’nde yer alan şiirlerde geçliğe ülkenin yarınlarından sorumlu aydınlanmacı bir kimlik yükler. Atatürk’ün Gençliğe Hitabe ve Bursa Nutku’yla, gençliğin isyancı ve devrimci toplumsal özünün siyasal bir nitelik kazandığı, öncülük işlevinin pekişmesi sonucuna vardığı görülür. Dahası, “Bireysel saltanata ve onun temsil ettiği uğursuz bir yönetim biçimine karşı çekilen bir silah kutsaldır.” sözüyle, gençliği her türlü zorbalığın önüne dikilen toplumsal güç olarak meşru ve haklı bulan Atatürk, Nâzım’a daha ilk gençlik yıllarında BMM’de verdiği cesaretle, ondaki gençlik vurgusunun belirginleşmesini sağlamıştır. Nitekim tam da kendisinin devrimci olduğu yaşı Nâzım’ın 27 Mayıs 1960 arifesinde “Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü” şiirinde vurgulaması anlamlıdır: Bir ölü yatıyor on dokuz yaşında bir delikanlı gündüzleri güneşte geceleri yıldızların altında İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda. 27 Mayıs’ın 53. yılında gençlik, şiirdeki Beyazıt yerine Taksim’i geçirmiştir. Şimdi bu gençliğin öncülük ettiği isyancı halk kitleleri için Hamdültayyip, “çapulcu” demektedir. Ona göre Fikret, “zangoç”tur; Atatürk’se “ayyaş”... Nâzım’a yakıştır-

7

dıkları en hafif sıfatsa “vatan haini”dir.

GENÇL K, ÇAPULCULAR VE DEVR M Talihin ve tarihin cilvesine bakın ki, “memleketi pazarlamak” üzere yola çıkıp din aşkına emperyalistlerle kol kola ülkesine hamd ile cihat ilan eden zat-ı muhterem, “gemicik”lere varıncaya kadar her türlü mal varlığını çapuldan edinmişken, kendi suçunu başkasına atınca iftirayla temize çıkma huyu sayesinde hesap vermekten kurtulacağını umarak saldırıyor. Yağma yok! Gençlik, bu mavracı söylemin ciddiyetini onu her biçimde sarakaya almakla göstermiştir. Şimdi “bütün ayyaşlar” ve “akademik çapulcular”, Hamdültayyip’in “özelleştirme” adı altında 10 yıldır sürdürdüğü talanı geri almak ve yeniden halka kazandırmak üzere kamulaştırmak amacıyla, metropolden köylere kadar, ülkenin bütün alanlarında toplanmış direniyor. Gençlik, uzlaşma yalvarışı içinde sokak sokak, ter ter tepinip tellallıkla çare önerilerine, Fuzuli’nin deyişiyle, “el çek ilacımdan tabip” diyerek, “anasını da yanına alıp” direnmektedir. Daha güzeli, yıllardır hane hane mürüvvet peşinde koşturan Hamdültayyip’e, “Bizim gibi 3 torunun olsun!” diyerek onu hasretlisine kavuşturmaktadır. Gençlik, bilgisayardaki polis oyunlarında kazandığı beceriyle gaz püskürüklerini etkisizleştirmeyi başardı. Bu nedenle, iyi haber alan kaynakların verdiği bilgiye göre, mecliste ilk yasayla, sosyal medyaya ve bilgisayar oyunlarına yasak getiriliyor. Şanlı Haziran’ın 43. yılında, ayaklanmanın yeni söylemini, şu duvar yazısından daha somut ne anlatabilir ki?: “Revolution Party! Tüm halkımız davetlidir. (pilavlı)”


8

14 HAZ RAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

Bir halkın bağımsız bir ulusa dönüşmesinin destanı: ‘Kutsal İsyan’ Dev bir Kurtulu Sava destan olan yap t, u cümlelerle son buluyor: “Mustafa Kemal’in ba n n üstündeki zafer y ld z gittikçe büyüyor, gittikçe yükseliyor, bu zafer müzi i ve klar aras nda bütün ac lar siliniyordu.” ÖNER YAĞCI

oneryagci@gmail.com Adını Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bireysel saltanata ve onun temsil ettiği uğursuz bir yönetim biçimine karşı çekilen bir silah kutsaldır” sözünden alan “Kutsal İsyan”, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın en geniş ve en ayrıntılı belgesel romanıdır. Hasan İzzettin Dinamo’nun (1909 Akçaabat-20 Haziran 1989 İstanbul), “kaçınılmaz bir görev” ve “özgürlük kavgası” kabul ettiği Ulusal Kurtuluş Savaşımızı tüm yönleriyle yeni kuşaklara aktarma kaygısının ürünü olan “Kutsal İsyan” (1966-1967, 8 cilt; son basımı Tekin Yayınevi, 5 cilt), toplumcu gerçekçi bir yazarın Kurtuluş Savaşı’na nasıl yaklaştığını, nasıl bir düzen aradığını örnekliyor. Bu arayışın ışıldaklarının Kurtuluş Savaşı’nın bütün coğrafyasına yönelmesiyle ortaya çıktığı yapıt, savaşın kronolojik ve edebi bir öyküsü olan yurtseverlik ve insanseverlikle örtüşen bir yazarın yapıtıdır. Babasıyla ağabeyi Allahüekber Dağlarında boğulan, savaş yıllarının açlık ve yoksulluğunda annesi ve beş kardeşini kaybedip öksüzler yurdunda büyüyen bir savaş çocuğudur Hasan İzzettin. Kaldığı öksüz yurtlarındaki kitaplıklardan birçok kitap okur. Anadolu’da Mustafa Kemal’le öbür kahramanların el ele yürüttükleri savaş, bambaşka, kutsal bir savaş olarak onun çocuk yüreğinde çılgınca bir sempatizan bulur.

met’i de aynı koğuşa getirirler. 1939’da cezaevinden çıkıp İstanbul’a gider. İşsiz ve aç günler yaşar. Dergilerde şiirleri yayımlanır. Nazi işbirlikçilerini eleştiren bir şiiri nedeniyle Sıkıyönetim Mahkemesi’nce sürgüne gönderildiği İslahiye’den askerliğiyle birlikte yedi yıl sonra döner (1949). Adı unutulmuş, dostu kalmamış, yazdığı şiirler, romanlar kaybolmuştur. Yaşamını özel öğretmenlik, fotoğrafçılık, çevirmenlikle sürdürürken 6-7 Eylül olayları nedeniyle Aziz Nesin’lerle birlikte tutuklanır ve beraat eder. Yazdıklarını 1960’tan sonra yeniden yayımlamaya başlayan Dinamo’nun, Kutsal İsyan ve Kutsal Barış’tan başka “Ateş Yılları”, “Savaş ve Açlar”, “Öksüz Musa”, “Musa’nın Mapushanesi”, “Musa’nın Gecekondusu”, “Koyun Baba”, “Açlık”, “Türk Kelebeği”, “Adalet Sıtması”, “Anadolu’da Bir Yunan Askeri” adlı romanları; “Karacaahmet Senfonisi”, “Özgürlük Türküsü”, “Mapushanemden Şiirler”, “Sürgün Şiirleri”, “Gecekondumdan Şiirler”, “Kavga Şiirleri”, “Çoban Şiirleri”, “Nâzım’dan Meltemler”, “Tuyuğlar” adlı şiir kitapları; “Savaşta Çocuklar” adlı öykü kitabı; “6–7 Eylül Kasırgası”, “2. Dünya Savaşı’nda Edebiyat Anıları”, “TKP ve Aydınlar” adlı anı kitapları vardır.

KUTSAL SYAN: SÜRÜKLEY C VE AYDINLATICI

Bu çılgın Türk’ün “Milli Kurtuluş Savaşının Gerçek Hikâyesi” altbaşlığıyla sunduğu “Kutsal İsyan”, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı öncesindeki olaylardan, anlattığı kişilerin ÖKSÜZLER YURDUNDAN daha önceki yaşam kesitlerinden başlayarak, YAZARLI A savaşın altyapısını, öncesini de kavratarak anÇocukluğundan başlayarak bütün bir ya- laşılır kılma çabasına giren tarihselliğiyle, yaşamı destansı acılarla dolu şananları toprağından koparolan yazarın Sivas İlköğretmadan vermesiyle somut, germen Okulu’nda okurken Nâçek, sürükleyici, aydınlatıcı bir zım Hikmet’in şiiriyle tanıyapıttır. Nâzım Hikmet’in “Kuşınca dünyası değişir. Şiirler vayı Milliye Destanı”nda şiir yazmaya başlar. Malatya ve olarak gerçekleştirdiği işin roAdıyaman’da iki yıl ilkokul man olarak bir başka edebiöğretmenliği yapar. İki arkayatçı tarafından kaleme alındaşıyla birlikte ilk şiir kitabıması, Türk ulusunun yarattığı nı çıkarır: “Adsız Kitap”. destansı kurtuluşun romanla 1933’te Gazi Eğitim Enstitüölümsüzleştirilmesi olan “Kutsü Resim Bölümü'ne girer. sal İsyan”, “her şeye karşın “Tren” adlı şiiri nedeniyle yurtsever ve devrimci” bir kimdört yıl hapse mahkûm edilir liğin haykırışıdır. Kitap, aynı zave mesleğinden olur (1935). manda, daha sonraki devrimAnkara Cezaevi’ndeyken ci kuşakların Mustafa Kemal’e Kutsal syan (5 Kitap Tak m), “Deniz Feneri” (1937) adlı Hasan zzettin Dinamo, Tekin ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’na Yay nevi, 3023 s. şiir kitabını çıkarır. Nâzım Hikyaklaşımlarındaki sakatlıklara

da bir uyarıdır. Türkiye coğrafyasının dört bir yanında gerçekleşen ulusal atılımları, örgütlenmeleri, direnişleri Mustafa Kemal’in ve onlarca kahramanın yaşamlarıyla bütünleştirerek aktaran, yayımlandığı yıllarda edebiyat olayı haline gelen “Kutsal İsyan”, Ulusal Kurtuluş Savaşımızı kapsamlı olarak bütün cepheleriyle, kişileriyle, olaylarıyla anlatan ayrıntılı belgesel romandır. Romanda, Mustafa Kemal’in “Nutuk”unda (Söylev) söyledikleriyle paralel bir biçimdeki öyküleştirmeyle, anılarla, belgelerle kurulan yapı; olaylar yorumlanırken telgrafların, bildirilerin, konuşmaların aynen kullanılmasıyla belgesel yanla da sağlamlaştırılmıştır.

KURTULU SAVA I’NIN BÜYÜK KLAS Hugo’nun “Sefiller”, Rolland’ın “Jean Christophe”, Ehrenburg’un “Fırtına - Paris Düşerken - Dipten Gelen Dalga”, Şolohov’un “Uyandırılmış Toprak - Don’da Hasat - Durgun Don” gibi büyük bir çağ romanı olan; okuma yazmayı bilen her kişi tarafından kolaylıkla, aynı zevkle, heyecanla okunan bir yapıttır “Kutsal İsyan”. Yayımlanmasından yıllar sonra bile hâlâ Kurtuluş Savaşı’nın en ayrıntılı, en geniş, en başarılı yapıtlarından kabul edilmesi, eskimemesi, kuşaklardan kuşaklara geçerek (ülkede yaşanan siyasal, toplumsal gelişmelerle ortaya çıkan her türlü engellemelere karşın) klasikleşmesi de onun ölümsüzlüğünün kanıtıdır. “Kutsal İsyan bir tarih kitabı değildir. Tarihin uçucu yanlarının bir sanatçı gözüyle, gerçeğin çerçevesinden bir karış dışarı taşmayarak bir büyük roman havası içinde yansıtılmasıdır,” diyen yazar; yapıtta Mustafa Kemal’in yaşamını çevresiyle birlikte derinlemesine sergiler. “Kutsal İsyan”, Kurtuluş

Savaşı’ndaki tüm cephelerde nelerin nasıl yaşandığı konusunda bütünlüklü bir yapıttır. Tüm cephelerde savaşa omuz veren onlarca komutanın, Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki direnişin kuruluşların örgütlenmesinde emekleri geçen yüzlerce asker-sivil yerel aydının, efelerin, zeybeklerin, kahramanların hep birlikte yer aldığı bu ulus destanı, aynı zamanda adları geçen ulusal kahramanlara bir vefa borcu ödenmesidir. Kurtuluş Savaşı'nın altyapısının oluştuğu günlerden savaşın sonuna kadar süren zamandaki günlük olayları, çeşitli insanların içinde yaşadığı durumları, tarihin gerçekleştirildiği günlerin nasıl yaşandığını okuduğumuz romanda, tüm kahramanlar olanca diriliğiyle, gerçekliğiyle, somutluğuyla karşımıza çıkıyor. İnsanların yaşamlarındaki kişisel durumlar, günlük ve özel yaşamlarındaki çelişkiler ve ilişkiler içinde, büyük toplumsal çalkanışların yaşandığı dönemde tarihsel kişiliklere doğru nasıl yol aldıklarının öyküleriyle aktarıldığı “Kutsal İsyan”, tarihsel gerçeklerle ve bir araya getirilmiş belgelerle çağa yakışan, çok kahramanlı, çok olaylı bir “ulus yaratma destanı”dır. İlk ciltte, “Her şey bitmedi daha” diye düşünen, Harbiye Nazırı’nın imzalamaktan çekindiği ama İkinci Reis Kâzım Paşa’nın (İnanç) mühürlediği ünlü talimatnameyle Samsun’a yoluna çıkan Mustafa Kemal’le karşılaşıyoruz: “Bandırma Vapuru ya da Yeni Argonotların Seferi.” Sonrası?... Sonrasında, çoban ateşlerini yakanların öykülerinin bir bir ve birbiriyle bağlantılı olarak anlatıldığı destansı bir Kurtuluş Savaşı olan yapıt, şu cümlelerle son buluyor: “Mustafa Kemal’in başının üstündeki zafer yıldızı gittikçe büyüyor, gittikçe yükseliyor, bu zafer müziği ve ışıkları arasında bütün acılar siliniyordu.”


Aydınlık KİTAP

14 HAZ RAN 2013 CUMA

9

HÜSEYİN HAYDAR’DAN DEVRİM GÜNLERİNİN ŞİİRİ: ‘İSYAN MAKAMI!’

Ayaklanan bayrak yakar güneşi “ syan soka a iner, ki i cellad n yer” diyen Hüseyin Haydar tarihsel süreç içinde kültürümüzü olu turan önemli ki ilik ve yap ta lar n n adlar n iirine kayaya kaz r gibi kaz yor Mustafa ASLAN İşte size, başkaldırı günlerinin ateşi içinde, tam zamanında ortaya konan güçlü bir yapıt: “İsyan Makamı!” Hüseyin Haydar “Zor Günlerin Şiirleri”, “Doğu Tabletleri” ve “Acı Türkücü”den sonra “İsyan Makamı” ile sanatını bir kez daha toplumun, mücadele eden kitlelerin hizmetine sunuyor. Şair, “İsyan Makamı”nda yaşadığımız günleri, şiirin güzel ve güçlü diliyle tarihsel ve evrensel kökenleriyle ortaya koyuyor. Yapıt üç ana bölümden oluşuyor: “Alnı Çobanyıldızlılar”, “Şu İki Bin On iki Yılının” ve “Savaşı Anayurt Kazanacak”.

SALDIRI VE D REN

Künyeni Sam’a gönderdin. / Maraş’ta Çorum’da bebek keserdin / Bugün zehrin sıkıyor Şam’a. / Hıra Dağı kadar Müslüman idin, / Üç tekbirle yol keserdin, /Yaslandın şimdi Pentagon’a. (Amerikano Türko İslamo, s.51) Küresel saldırı bununla bitmediği Hüseyin Haydar’ın sözcük seslerine kulak verdiğimizde anlıyoruz. Şair, bir takım komisyonculardan söz ediyor, saldırı sürecini verirken. Bunlardan hemen birkaçını saymak gerekiyor: Barış, yargı, darbe, yolsuzluk komisyoncuları. Hepimizin belleğinde kayıtlı yaşananlar. Ancak bir şairin diliyle ve hele hele Hüseyin Haydar’ın şiir diliyle bu başka bir biçimde kendini gösteriyor. Yurtsever tutsaklar için kurulan Silivri nöbet çadırlarını dışarıda tutarak söylemek gerekirse, “Kıyamet Çadırı” kurulduğunu, bunlar arasında Habur’da kurulan çadırı da şiirinde söz konusu ediyor.

Yakın tarihi yazmak, hele hele şiire taşımak sanıldığı kadar kolay değildir. Şair Hüseyin Haydar ülkemizin son on yıllık tarihini şiirinde veriyor, tarihsel bağlarından koparmadan. Ülkemize, ABD ve yerli işbir- UZUN NAMLULU likçileri tarafından birçok yönden planlı sal- R VE SYAN dırlar yapıldığını şiirlerinde belgeliyor. Hüseyin Haydar’ın “İsyan Makamı” Geçmişten bugüne bu topraklara ihanet adlı yapıtında “uzun namlulu şiir” deyimieden işbirlikçiler olduğuni kullanması dikkat çekinu şiirinde açıkça söylüyor yor. Şiiri bir mücadelede olşair. Dün “Yanki Sait” ması gerekenler arasında olarak adlandırdığı, yagörüyor. bancı parmağı olduğu su Usta şair isyan hakkını götürmez bir gerçek olan ve kültürünün kaynaklaŞeyh Sait Ayaklanması türını veriyor. Şair bu kayründen olanları belirtiyor. nakları ulusal ve evrensel Bugün ise aynı yolu ve katmanlara inerek dile geyöntemi denemeye kaltiriyor. İsyanın kültürükanlara dur diyecek bir müzdeki damarına girersöz söylüyor: “Çıkma büken de derin bir bütünlüğü yük millet direğine. Çünyakalıyor. Türkmen İsyakü çarpılırsın, yok olurnı’ndan başlayarak dünyasun.” Sait Yanki’nin yeridaki sayılı isyan ve isyancı ni kurulan ihanet çadırlaörneklerini bugünün ayrı, “Paratapar sapıkları”, nasından yansıtarak, inAsena’yı çakal hoca’ya ye- syan Makam , Hüseyin Haydar, sanlığın birbirine bağlı başKaynak Yay nlar , 112s. direnler, “Ulusal Tecavüz kaldırı geleneğine gönderKulübü”, “ihanet barikatmeler yapıyor. ları”, “Atlantik kuzuları”, “haçlı yobazı”, “ce“İsyan sokağa iner, kişi celladını yer,” dimaat Cizviti”, “küresel zina mahfilleri” yen Hüseyin Haydar tarihsel süreç içinde olarak adlandırdıkları, “Pensilvanya ihanet kültürümüzü oluşturan önemli kişilik ve yabürosu”ndaki cemaatin aldığını şiirin birçok pıtaşlarının adlarını şiirine kayaya kazır yerinde kullandığı deyimler ve sıfatlarla gibi kazıyor. açıklıyor. Şair, Battal Gazi, Aşık Şükrü, SebahatTanrı Dağı kadar Türküm derdin, / tin Eyyubi, Hacı Bektaş Veli, Maraş bozla-

ğımızda bu isyanın özünde bir “vatan, namus savunması” olduğu görülüyor. “…/ Nasıl isyan ettiyse atalar, / Yassıyan dağda diklenen yazıda / Yürek yanına yürek ekleyerek, / Güç üstüne güç yükleyerek, / Nasıl kurduysa kardeşlik yurdunu… / Daha fazlasını kuracağız… (Şu İki Bin On İki Yılının, s.74)

S YAS TAR H

Hüseyin Haydar ğı, Şirin ile Zin, Yunus Emre, Karacoğlan, Piri Reis vb. yakın tarihimizde saydığı adlar arasında Namık Kemal, Kartallı Kazım, Şahin Bey, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet, Kubilay, Eşref Bitlis, Uğur Mumcu, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş ve son olarak Diyarbakır’ın Bismil ilçesi Cumhuriyet Köyü Muhtarı, Mehmet Tanrıkulu adlarını şiirlerinde anıyor. Ülkemiz dışında şiirlerinde andığı birkaç adı da şöyle sıralayabiliriz: Gitar çalmasın diye elleri kesilen Victor Jara, Petöfi, Hose, Savo, Chavez, Simon Bolivar, Attila Jozef… “…/ İşte karşınızdayım, göğsüm Yunus, / Ağzım ejderha, kanadım Anka, dilim Pars, / Kullanacağım silahlarımı, geldi sırası. / Bilek, ya istiklal ya ölüm, makamım isyan, / Ne demiş Hürriyet’in arslan Ziya’si: / Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” (Milli Ordu Benim, s. 78) “Ayaklanan bayrak yakar güneşi” diyen Hüseyin Haydar, yaşanan olumsuzlukları şiirine dize dize örerken okurun gönlüne korku salmıyor, tersine şiirlerinde umut dağıtıyor. “Kırmızı beyaz alarm”dan söz eden şair “al şafağı kalpak gibi giyme” ve “yurtseverler karargahlara” çağrısında bulunuyor. “Yeminler edildi, yıkılacak Silivri” derken tutsak yurtseverlerin kurtarılacağını kararlıkla haykırıyor. Hüseyin Haydar şiirinde isyan ve yurt savunması konusunda kararlılık baştan sona kendini gösteriyor. Şiirlerin geneline baktı-

“Zor Günlerin Şiirleri” ve “Doğu Tabletleri”nde olduğu gibi Hüseyin Haydar “İsyan Makamı” adlı yapıtındaki şiirlerinde de siyasi tarihin izleri sürülebiliyor. Türk tarihinin kısa bir özetini görebildiğimiz şiirlerinde günümüze yoğunlaşıyor. ABD’nin Ortadoğu başta olmak üzere yeniden şekillendirmeye kalktığı, ancak bölge ülkelerinde yaşayanları yaşamlarından ettiği, onurlarını ayaklar altına aldığı onun şiirlerinde Türkiye merkezli olarak görülüyor. Şair bölgeyi elde etmenin yolunun Türkiye’yi çözmekten geçtiği gerçeğinden hareketle yapılanları veriyor. Ergenekon, Balyoz operasyonları başta olmak üzere ordumuzun çökertilme, bağımsızlığımızı yitirme sürecini de bu bağlamda şirine taşıyor, çok daha gerilere giderek. “…/ Bir cd daha vardı, balyoz kıramaz, / İman tahtasından yapısı, / Karınca hakkının kayda geçirildiği, / Ateşin sahibince, burçlu gök katlarında.” (Yalandan Çatlayan CD, s.44) “Başkaldırmak boynunun borcudur,” diye seslenen Hüseyin Haydar’ın “İsyan Makamı” adlı yapıtında şiirlerinde “Savaşı anayurt kazanacak” muştusunu veriyor. Türkiye’nin üzerinde esen fırtına sonrası, “Doğuracak yüzyılın kollarına, / Doğuracak Avrasya’nın en güzel çocuğunu” dizelerinin altını çizmek gerekiyor. İsyan günlerinin kıyısında değil tam ortasında yaşayan Hüseyin Haydar, bugünkü devrimci mücadelenin şairi olduğunu “İsyan Makamı” ile bir kez daha kanıtlıyor. “İsyan Makamı”nın şiirleri bir edebiyat yapıtı oluşturmayla birlekte geleceğe iletilen canlı bir belge olma niteliğini de taşıyor. Hüseyin Haydar’ın Aydınlık ve Ulusal Kanal’ın yanı sıra sosyal medyada toplamda milyonlarca paylaşılan şiirlerinin, korku imparatorluğunun yıkılmasında büyük payı olduğunu söyleyebiliriz.


10

14 HAZ RAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

Toplumsal mücadeleleri taşıyan bir tür: Roman Maksim Gorki taraf ndan kuram haline getirilen “toplumcu gerçekçilik” kuram n n temel ilkeleri; devrimci romantizm, çeli ki, olumlu kahraman, çilecilik ve insan n insan taraf ndan sömürüsünü anlatmak/yans tmak olarak çizilmi tir. Bu kuram, SSCB’den daha çok Türkiye’de benimsenmi ve bu dü ünce do rultusunda ba ar l yap tlar vermi lerdir AHMET YILDIZ İnsanlığın insanlaşma mücadelesi -önceki mücadelelerin sahibi atalarımızdan özür dileyerek!- atalarımızın ilk duvar resimleri yapmasıyla başlamıştır dersek yanılmış olmayız. Sanat ve edebiyat insanlığın ilerlemesinin temel taşıyıcılarıdır. Ortaçağ’dan kurtulmada en önemli sanat resim sanatı olmuştur. Aydınlanma döneminde ve burjuvazinin ortaya çıktığı dönemde ortaya çıkan roman sanatı, insanların toplumsal mücadele içinde görüldüğü en önemli sanat türüydü. İnsanlığın bu mücadelesi içinde sosyalizan düşüncelerin yayılması ve benimsenmesinde edebiyatın büyük önemi vardır. Bu uğurda dünyada siyasal mücadelelerle geçen en büyük romanlar hangileridir derseniz Türk romancılarını ön sıraya koymak gerekir diye düşünürüm. Belki de bizim bilgimiz bu kadardır; herkes kendi fanusunun içinde yaşar. Aynı zamanda 1934 yılında Sovyet Yazarlar Birliği Kongresi’nde Maksim Gorki tarafından kuram haline getirilen “toplumcu gerçekçilik” kuramının temel ilkeleri devrimci romantizm, çelişki, olumlu kahraman, çilecilik ve insanın insan tarafından sömürüsünü anlatmak/yansıtmak olarak çizilmiştir. Bu kuram, SSCB’den daha çok Türkiye’de benimsenmiş ve Türk yazarları eleştirel yanı öne çıkararak “eleştirel gerçekçilik” diyebileceğimiz bir düşünce doğrultusunda başarılı yapıtlar vermişlerdir. Öyle ki Reşat Enis Aygen’in “Toprak Kokusu” (1944) adlı romanı Halide Edip Adıvar tarafından, -belki de Enis’e egemen olan karamsarlık duygusu yüzünden“Steinbeck’in ‘Gazap Üzümleri’nden daha güçlü bir yapıt” olarak değerlendirilmiştir. Yaşar Kemal’in, Orhan Kemal’in öncüsüdür. “Toprak Kokusu” köylülerin topraklarını koruma mücadelesini anlatır. Sabahattin Ali’nin “Kuyucaklı Yusuf”u, “İçimizdeki Şeytan”ı, Orhan Kemal’in neredeyse tüm yapıtları toplumsal mücadelelerin anlatıldığı yapıtlardır. “Bereketli Topraklar Üzerinde”, başyapıtlardandır.

TATAR RAMAZANLAR, NCE MEMEDLER “Dimitrof Geçiyor” gibi tarih kitabı bile yazan 1918 doğumlu Kerim Korcan’ın “Tatar Ramazan” (1969) adlı öyküsü zulme ve haksızlığa karşı isyanın dünyadaki en mükemmel öykülerinden biridir; hem oyun olarak, hem sinemaya uyarlanmış haliyle türünün klasiklerindendir. Yaşar Kemal’ın “İnce Memed”i, “Bir Ada Hikayesi” üçlemesi en iyi yapıtlardır. İlhami Bekir Tez, İlhan Tarus, Necati Cumali, Talip Apaydın, Fakir Baykurt romanları, toplumsal mücadelenin içinde yoğrulmuş romanlardır. Muzaffer Buyrukçu’nun “Kavga”sı, Onat Kutlar’ın “İshak”ı önemli bir noktadır. Füruzan’ın “47’liler”i, toplumsal mücadelelerin anlatımı, devrimcilerin anlatıldığı, bu mücadeleyi halk adına omuzlamış gençlerin insanların anlatıldığı romanlara evrilen ilk romanlardandır. İşkence gören bir genç kızın kabuslarını anlatır bu romanda Füruzan. Erdal Öz’ün “Yaralısın”ı bu türün en önemli yapıtlarındandır. Herkesin yayıncısın sen yayıncı kal dediği ama önemli bir romancı olan Osman Akınhay’ın “Gün

Ağarmasa” adlı romanı “devrimciler”in anlatıldığı önemli romanlardan biridir. Yine benim “Üçlü Kavşak” adlı öykü kitabım devrimcilerin devrimci örgütler içindeki ilişkilerini anlatan bir kitaptır. Pamuk Yıldız’ın yapıtları, Abdullah Nefes’in öyküleri bu türün başarılı örneklerindendir.

DO UDAN VE BATIDAN DEVR M Türkiye solu bu türün önemli -yabancıromanlarıyla büyümüştür diyebiliriz. Jorge Amado’nun “Sonsuz Topraklar”, John Steinbeck’in tarım sendikacılarını anlattığı “Bitmeyen Kavga”sı, Upton Sinclair’in “Şikago Mezbahaları”, Hovard Fast’ın “Hürriyet Yolu”, kim olduğu hala tartışılan Traven’in “İsyan”, “Dinamit”, “Pamuk İşçileri” gibi onlarca yapıtının tümü “mücadele” romanlarının başyapıtlarındandır. Andre Malraux’un “Umut”u, Anna Seghers’ın yapıtları “68liler”in başucu kitaplarındandır ama “78’liler” de, Nikola Ostrovski’nin “Ve Çeliğe Su Verildi”, Dimitir Dimov’un “Tütün”ü, Çinli bir kurulun ortaklaşa yazdığı devrimcilerin romanı “Kızıl Kayalar”ı,

Mihail Şolohov’un “Ve Durgun Akardı Don”u, Maksim Gorki’nin “Benim Üniversitelerim”i, Konstantin Simonov’un savaşı anlatan yapıtlarıyla büymüştür. 80’li yıllardan sonra yayımlanan kitaplardan İsabel Allende’nin “Ruhlar Evi”ni Tarık Ali’nin iki romanı tamamladı. Ali, “Ayna Korkusu” adlı mükemmel romanında KGB’yi Avrupa’da ilmik ilmik ören bir avuç devrimcinin yaşamını anlatır. Tarık Ali’nin diğer romanı “Kefaret”te sol örgütlerin hizip savaşı ironik bir dille anlatılır. Jorge Semptrun’un “Neçayev Dönüyor”u tam bir polis/devrimci ilişkileriyle doludur, Arthur Koester’in “Öğleden Sonra Karanlık”ını atlamamak gerekiyor. Sartre’nin “Kirli Eller”ini de eklemek gerekiyor. Joseph Conrad’ın Narodnik bir devrimciyi anlattığı “Karanlığın Yüreği” ve “Gizli Ajan/Casus” adlı romanları bu türün önemli romanlarındandır. Elbette okumadığım, unuttuğum onlarca yapıt ve yazar ismi vardır ama ben, meraklıların, Ivo Scanner’in “Che’nin Elleri” adlı küçük romanını mutlaka okumasını öneriyorum!


Aydınlık KİTAP

11

Kısa Türkiye Tarihi I I

1950’li yıllarda Uditürkiye;

Şelaleye Düşmüştür Zeytinin dalı; Celaliyim Celalisin Celali.

1960’lı yıllarda Ötetürkiye; 1970’li yıllarda Atatürkiye;

II

1980’li yıllarda Adıtürkiye;

Üç anayasa ortasında büyüdün: Biri akasya Biri gül Biri zakkum.

Mavi yolculuklar var bir de O yunani o güzel yolculuklarda, Hemen her zaman: Adatürkiye.

III

IV

Türkiye’nin adı, Soyadı yasasından beri Atatürk adından Soyutlanamadı:

O yıllarda ülkemizde Ceşitli hükümetlerle Yetmiş iki dilden İkisi yasaklanmıştı: İkincisi Türkçe.

1930’lu yıllarda Etitürkiye;

V

1940’lı yıllarda Atetürkiye;

Kahvede subay yok, Bu nasıl iştir.

Cemal Süreya


12

Aydınlık KİTAP

14 HAZ RAN 2013 CUMA

KAPAK

Bir halk şiir yazarsa Gezi Park ’nda “üç-be ” a ac n sökülmesine kar direni le ba layan, ama k sa sürede tüm ülkeyi kapsayan gösteriler, devrim anaforu haline geldi. Önüne gelen her eyi ve her sözcü ü de i tiriyor, yeniden anlamland r yor ve gelece e do ru f rlat yor ALİ RIZA ÖZKAN

alirizaozkan@gmail.com Tracy Chapman’ın sevenlerin asla belleklerinden silinmeyecek olan “Talkin’ ‘bout a revolution” şarkısı şöyle başlar: “Bilmiyor musun, onlar devrimden konuşuyorlar, bir fısıltı gibi geliyor sesleri.” Gezi Parkı’na kurulan çadırlar da, yeni bir toplumsal başkaldırının “fısıltısı” oldu. Elbette, önce devrimin şiiri yazıldı. Gezi Parkı’nda mektup kağıdı büyüklüğünde bir sayfanın ortasına, küçük denebilecek büyüklükte harflerle yazılmış ki, ancak özellikle bakanlar görebilir: Bir halk şiir yazarsa, devrim olur! Ya da, Cemal Süreya ustaya bir gönderme: Çapulcuyum, çapulcusun, çapulcu! Evet, her devrim nasıl toplumun tamamını dönüştürür ve kendi özgün sanatını yeniden yaratırsa, burada da öyle oldu. Gezi Parkı’nda “üç-beş” ağacın sökülmesine karşı direnişle başlayan, ama kısa sürede tüm ülkeyi kapsayan gösteriler, devrim anaforu haline geldi. Önüne gelen her şeyi ve her sözcüğü değiştiriyor, yeniden anlamlandırıyor ve geleceğe doğru fırlatıyor. Bir ağaç öldü, bir millet uyandı! Sanırım, Genco Erkal’ın oyunlaştırdığı “Yaşamaya Dair”den yayıldı, güncelliğe yaptığı vurgu nedeniyle! Şairlerimizin bu büyük dalganın şiirini yazacaklarını biliyorum. İlk örneğini bu sayımızda okudunuz. Ama toplumun içinden alıntı yapacağım:

Çapulcu uyan uzun bir zaman sustular sustular uyur gibi yaptılar * oysan onlar uyanıktılar * çok sabrettiler beklediler beklediler amma velâkin günbegün kötüye gidiyordu işler * günler geçerken zaman geriye saatler ileri işler daha da kötüye gidiyordu tüm bu gelişler gidişler *

neyse ki; vakit güne erişende vardılar işin farkına ani bir kararla toplandılar Gezi Parkına şarkılarla türkülerle suyu çevirdiler kendi arkına çomak soktular sürecin kirli çarkına * ve haykırdılar hep bir ağızdan * biz ne paracıyız ne pulcuyuz biz halkız biz çapulcuyuz!.. Muzaffer Yıldırım

VER GAZI VER Sivas Emniyet Müdürlüğü’nde görevli Başkomiser Fırat Yaldız bile kendisini büyük dalganın yarattığı enerjiden alıkoyamamış. Aziz Nesin’in sözüyle “her üç kişiden beşi”nin şair olduğu bir toplum olarak, duygularımızı hemen şiirle ifade ediyoruz:

“Toplumsal Birliktelik çin Dostluk iiri” “Bana taş atma dostum

Çiçekli bir dünyanın hayali ile yaşıyorum Hayalime taş atma Camlarımı kırma dostum Bir yanım üniformalı, diğer yanım ipekli Bir yanım iyilere, kötülere diğeri Bir elimde silah var, diğer elim saz çalar Cop tutarsa bir elim, diğeri çiçek sunar Hayal fırçasını elime alıp, mutluluk kağıdına kardeşliği çizerim Çizdikçe renklerini düşlerim Saflığı, sadeliği, barışı özlerim Her yerde huzur arar gözlerim Hayallerimi yıkma … Bir millet bekliyor seni Bilimin ışığı ile aydınlat Türkiye’yi Geleceğin çocukları bizi bekliyor Güçlü omuzlarımızda yükselteceğiz bu güzel ülkeyi … Siz bilimle geçirin bu geceyi üniversitelerde Ben de, bilimle aydınlanacak ülkemin Geleceğini karartanların yolunu tıkayarak Uyuşturucu tacirlerini yakalayayım Cinayetleri aydınlatayım, kaçakçıları bulayım bu gece Benim mücadelem bilimle değil, terörle El ele verirsek güçlenecek bu ülke Kavga değil, hizmet bekliyor bu halk Senden de, benden de, bekliyorum sarıl bana Dostum bana taş atma Neden çiçek yerine taş, sevgi yerine so-

palar elimizde Nasıl kıyarız birbirimize? Annemin gençliğisin sen, babamın öğrenciliği Belki kız kardeşimsin benim, belki de ağabeyim Ya dostunum senin, ya komşun Kim bilir belki de polis çocuğusun Aynı ülkenin çocuklarıyız senle ben Öyle ise bu anlamsız kavga neden? Dostum; bundan sonra bana taş atma Haydi, tut ellerimi ve hiç bırakma, hiç bırakma.” Artık kim bize penguenlerden söz


KAPAK

edebilir? Penguenler konusunda dünyanın en bilgili halkı olduk, sadece bir günde! Dışarıdan ayağının tozuyla İstanbul’a gelen birisi için, sokakları dolduran penguen resimleri şaşırtıcı gelecektir. Ama, Marmara Üniversitesi, Resim Bölümü öğrencisi Buğra’nın penguenleri kendilerine uzatılan mikrofona konuşamayarak, yeterince mesaj gönderiyorlar. Bu noktada, “Hepimiz pengueniz!” sloganı da metaforik anlamıyla, toplumsal eleştirinin dibine vuruyor! Penguenler bir metafor olarak işlevselleşirken, gaz maskesi ise zaferin en somut kanıtı olarak tüm resimlerin içerisinde yer buluyor. Özellikle Cuma/Cumartesi gecesi sabaha kadar sokak sokak direnerek saldırıyı püskürten gençlerin başarılı olmasını sağlayan tek “silahları” gaz maskeleriydi. Taksim sokakları kalaşnikofla veya başka bir silahla değil gaz maskeleriyle savunuldu. Atılan binlerce gaz bombasına rağmen ayakta kalabilen direnişçiler önünde pes eden polis oldu. Çünkü ne biber gazı, ne sis bombası, ne de gaz direnişi kırmada etkili olamamıştı. Zaferin resmi gaz maskesiyle ifade edildiğinde, bence en doğru anlatım yakalanmış oluyor.

TÜRK YE’Y SAVUNMAK Genç ressamlar hemen bir çadır kurmuşlar ve direnişin resmini yap-

Aydınlık KİTAP

mak isteyenlerin eline “kalem kağıt” tutuşturuyorlar. Semih Demir bence direnişi en iyi anlatan resimlerden birisine imza atmış. Otorite “güvenlik araçları”na bölünüp parçalanırken, insan, doğa, hayvanlar tek bir insana dönüşüp birleşerek meydan okuyorlar. Birliğin sembolü ise Türk Bayrağı bakan gözler! “Türkiye’yi savunmak” olarak kavramsallaşan Gezi Parkı direnişinde birliğin sembolü gerçek hayatta da Türk bayrağı oldu. Resim el becerisi gerektiren bir sanat ama, karton üzerine fotoğraflardan “kolaj” hazırlayarak şablon çıkarmak, çok kolay. İşte devrimin sanatı! İstanbul türlü türlü resimlerle yazıların birleştirildiği kartonların kesilerek hazırlanan şablonlara sprey boya yardımıyla duvarlara “çıkarma” yapılan resimlerle dolu. Evet, en çok penguen ve Tayyip resimleri kullanılıyor, bizde yalan yok! Kim bu resimlerin, “pahalı ressamlar”ın “iş”lerinden daha az sanat içeriğine sahip olduğunu iddia edebilir? “Tomalara göğüs geren, işte benim Zeki Müren!” Duvar yazısı 80’ ve 90’ların

“moda”sı olmuştu. Yanlış hatırlamıyorsam, “Biz duvar yazısıyız” adı altında yayınlanan bir tercüme kitap ile, “fırlama zeka” ile tanışmıştık. O kitapları okuyanların çocukları şimdi, dünyaya yayılacak duvar yazısı örnekleri ile İstanbul’u ve diğer illerimizi “süslüyorlar”: “Kakamım % 50’sini zor tutuyom”! Ya da, “ABD kaç verdiyse 2 katı”! “Hep Edison yüzünden”! “Annem bile direniyor”, “O Tayyip buraya gelecek”! “40 yıllık çevirmenim, böyle geri çevirme görmedim.", "Afrika nasıldı baby, sıcak mıydı çok?”, “3 çocuk daha yapıp üstüne salacaz Tayyip”, “Anne, baba bana doğum günümde bisiklet alma, gaz maskesi al”, “transfobik devlet, yıkacağız elbet”, “Barikatın ardı vatandır”, “Yol ver gidelim, Taksim’i gezelim”, “Belki üstümüzden bir gaz bombası geçer”.

14 HAZ RAN 2013 CUMA

13

Raşa gibi bilindik müzisyenlerin yanında, herhangi bir türküyü uyarlayarak destek ve dayanışmasını ifade etmek isteyenlerin yaptıkları müzik kayıtları internette birbiri ardına yayınlanıyor. MARSİS’in “Oy Recebum” ve Boğaziçi Caz Korosu’nun “Çapulcu musun Vay Vay” da halk türkülerimizden uyarlama. Birkaç gün içerisinde bir milyondan fazla paylaşılan bu ezgiler, sanırım pek çok müzisyene yeni fikirler verecektir. Ben bir çapulcuyum Gezi Parkı’nda Baskının içinden büyür gelirim İsyan ikliminde halk direnişinde Canımı dişime takar gelirim Taksim’de büyüyen ben bir tehdidim Kavgamı halkım ile büyüttüm Gazlı şafaklarda polis ürküttüm Öfkemi dilime döker gelirim Kurdun kuşunu uykusunu belledim Gezi Parkı’nın başucunu bekledim Başeğmez sesimi halkla besledim İsyan yangınına döner gelirim

MÜZ KS Z OLMAZ Öte yandan, Gezi Direnişi’nin en popüler sanat türü olan müzikte de yansımaları oldu. Kardeş Türküler, Boğaziçi Caz Korosu, ODTÜ KTMT, MARSİS, Oğuzhan Uğur, Serhad

Taksim’de büyüyen ben bir tehdidim Kavgamı halkım ile büyüttüm Gazlı şafaklarda polis ürküttüm Öfkemi dilime döker gelirim Serhat Raşa (Söz-Müzik: Tunay Bozyiğit)


14

14 HAZ RAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

Özgürlüğün kitapları unu bilmeliyiz ki; bu romanlar n konusu birbirinden farkl olsa da farkl mekanlarda ve zamanlarda geçse de hepsinin ortak noktas , tüm dünyada yükselen devrimci at l mlar n evrensel de erlerini yans tmas ve karanl kta el feneri vazifesi görmesidir. Bu eserler, karanl n sonundaki a do ru daha güçlü ad mlar atmam z sa l yorlar NADİR TEMELOĞLU “Gezi Parkı” direnişi ile yayılan halk hareketi günlerdir Türkiye’nin dört bir yanını sarmış durumda. Türkiye’de yalnızca insanlar özgürlükleri kazanmak için alanları doldurmuyor, aynı zamanda tarihe not düşüyorlar. Süreci şöyle de özetleyebiliriz: “Türkiye’de yeni bir roman yazılıyor.” Her yükselen halk hareketi, ayaklanmalar ve devrimler toplumların yaşantısında derin izler bırakmıştır. Ama başarılı ama başarısız tüm devrimci atılımlar, arkasında mutlak bir edebi ürünle anılmışlardır. Bizler ise, bu ürünler sayesinde dört elle sarılırız mücadeleye. Geçmiş ürünler, yeni mücadeleleri besler, büyütür, olgunlaştırır. En azından birer rehber görevi görürler, neyi doğru neyi yanlış yaptığımızı anlatırlar. Sadece roman ve şiir değildir onlar; özgürlüğün kitaplarıdır, aynı zamanda tarihi birer vesikadırlar.

FRANSIZ DEVR M ’N N ROMANLARI Ünlü romantik yazar Victor Hugo’nun “1793 Devrimi” adlı romanında anlatılan destansı günlerin soluğunu her okuyuşta yeniden hissetmiyor muyuz? Hugo’nun deyimiyle, “Paris’in Fransa ile ve Fransa’nın Paris ile mücadele ettiği yıl” olan ve adeta Fransa’nın kaos içinde olduğu 1793 yılında, Hugo sınıfların birbirleri ile mücadelesini anlatırken, bir anda kendimizi feodalizmin kalıntılarına karşı amansız bir mücadelenin içinde buluveririz. Devrimi hem yapan hem sorgulayan Gauvain şu sözleriyle sanki bugünden seslenir: “Siz savaş istiyorsu-

nuz. Ben barış istiyorum. Siz yoksulluğa yardım etmek istiyorsunuz. Ben yoksulluk ortadan kalksın istiyorum. Siz savaşçı istiyorsunuz, ben yurttaş. Siz erkek, kadının efendisi olsun istiyorsunuz, ben erkek kral, kadın kraliçe olsun istiyorum. Eşitlik istiyorum!” Fransız Devrimi’ne farklı bir bakış açısı da Charles Dickens tarafından “İki Şehrin Hikayesi” adlı romanında getirilir. Dickens olaylara yalnızca Paris’ten değil, Paris’in yanı sıra Londra’dan da bakar. Paris halkının fakirlikten bıktığı, aristokratlardan nefret et-

tiği bir dönemdir. Ayaklanma başlar, soylular halk tarafından bir bir yok edilmektedir. Paris’te bu hareketli ve karanlık günler geçerken, Londra’da sakin bir yaşam vardır. Dickens bu iki şehrin sosyolojik yapısını gözler önüne sererken, kitabın giriş cümlesi -Hugo’da olduğunu gibi- bugünün Türkiye’sine bir göz kırpıyor: “Zamanların en iyisiydi. En kötüsü de... Akıl çağıydı, budalalık çağıydı da... İnanç çağıydı, aynı zamanda inkâr çağıydı da. Bir taraftan aydınlık bir taraftan karanlık mevsim yaşanıyordu. Umudun baharıydı, yeisin kışı. Her şeyimiz

vardı ama hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz doğruca cennete gidiyorduk ama hepimiz cehenneme de gidiyorduk. Kısaca bu çağ bu devre öyle benziyordu ki, sesi en çok çıkan otoriter iyisiyle-kötüsüyle ikisinin mukayesesinin, sadece üstünlük bağlamında yapılmasına ısrar ediyordu.”

GEZ PARKI’NDA PAR S KOMÜNÜ RUHU Galina Serebryakova’nın 5 cilt halinde yazdığı ve Marx’ın hayatını anlattığı “Ateşi Çalmak” belgesel-romanı ise yalnızca Marx’ın hayat öyküsünü değil, aynı zamanda proletaryanın bir sınıf olarak ortaya çıkışı ve burjuvaziye karşı giriştiği büyük mücadeleleri de anlatması açısından oldukça önemlidir. Marx’ın gençlik yıllarından 1848 Devrimlerine, I. Enternasyonal’in kuruluşundan “Kapital”in yazımına kadar konusu geniş olan romanda belki de en çok Paris Komünü’nde kurulan barikatlar dikkatimizi çekiyor. Paris Komünü’nün barikatları ve ruhu, bugün Gezi Parkı’nda birebir karşımıza çıkıyor. Bugün Gezi Parkı’nda yalnızca Paris Komünü’nün ruhu yok. 1905 Devri-


Aydınlık KİTAP mi’nin hemen arifesinde hapse atılan oğlu Pavel için köy köy dolaşıp bildiriler dağıtan, Gorki’nin ölümsüz “Ana” adlı eserindeki “Ana” karakterinin de ruhu dolaşıyor. Bugün “Ana”larımız en önde, elinde Türk bayrağı, yurdun dört bir yanından faşizme karşı kurulan barikatlarda çarpışıyor. Dünya tarihindeki en önemli kırılma noktalarından biri de 1917 Ekim Devrimi ile gerçekleşmiştir. Ekim Devrimi, yeni bir dünya için atılan en önemli adımlardan bir tanesidir. O günlere tanıklık eden Amerikalı gazeteci-yazar John Reed, kitabına artık dünyanın eskisi gibi olmayacağının altını çizen bir başlık atar: “Dünyayı Sarsan On Gün”. Ekim Devrimi’ni anlatan ve belgesel-roman tarzında yazılan bir diğer eser de, Emmanuel Kazakeviç tarafından kaleme alın “Mavi Defter”dir. Kazakeviç, John Reed’in eserinde geniş bir çerçeveyle anlattığı fırtınalı günleri, daha dar bir şekilde, Lenin özelinde anlatmaktadır okuyucuya. Lenin’in İsviçre’den Rusya’ya dönmesinden itibaren Ekim Devrimi’nin bir gün öncesine kadar geçen süreyi anlattığı, devrimin liderinin çalışma tarzından tutun da izlediği taktiklere ve çevresindekilerle ilişkilerine kadar konu edindiği roman bize Ekim Devrimi’nin canlı bir portresini sunmaktadır. Nikolay Ostrovski ise “Ve Çeliğe Su Verildi” adlı iki ciltlik eserinde çizdiği Pavel Korçagin adlı ölümsüz karakteriyle bize insanlık dersi vermektedir. Korçagin karakteri fedakarlığın, devrimci azmin ve en zor koşullarda bile mücadele etmenin, dayanıklılığın ve samimiyetin simgeleşmesidir. Ostrovski, Korçagin karakteri ile insan hayatının hangi amaç doğrultusunda şekillenmesi gerektiğini akıcı bir dille anlatır. Ostrovski, kitap için de şu notu düşmüştür: “İnsanın en paha biçilmez varlığı hayatıdır. Hayat bir kez verilir insana ve bu hayatı öyle yaşamalı ki, hiçbir amacı, anlamı olmadan yaşanan yıllar için insan utanç duymasın, miskin, pis pis heveslerle geçen günler için insanın yüzü kızarmasın ve hiç değilse ölürken kendi kendine diyebilsin ki; “Ben ömrümü, bütün gücümü dünyada en mükemmel şeye, insanlığın özgürlüğe kavuşması için mücadeleye adayarak yaşadım.”

SOVYETLER EDEB YATI Mihail Şolohov, 20. yüzyıl Rus Edebiyatı’nın en önemli simgelerinden biri olan “Ve Durgun Akardı Don” adlı 4 ciltlik dev eserinde Ekim Devrimi’ne bu kez Kazakların gözüyle bakmaktadır. Roman, bir Kazak Köyü olan Vyeşenskaya’da yaşayan Gregor Melehov’un köyde yaşadığı gençlik yıllarından başlayarak, I. Dünya Savaşı’na katılıp cephede yaşananlardan Çarlık Rusya’sının yıkılışına ve Sovyetler Birliği’nin kuruluşuna kadar uzanır. Andrey Platonov’un kaleme aldığı “Çevengur” adlı roman ise mizahi bir dille Sovyetlerin kuruluş sürecinde yapılan hataların eleştirisini içerir. Sovyetlerin ilk

yıllarının anlatıldığı roman adını “Çevengur” adlı ücra bir kasabadan alır. Çevengur’da yaşayan bir grup devrimci ise komünizmi tek bir hamlede kurma çabası içindedirler. Karşı-devrimciler, burjuvalar ve yarıburjuvalar öldürülme yoluyla saf dışı bırakılmıştır. Mülkiyet ise ortadan kaldırılmıştır. Sovyetlerin “sakıncalı” yazarı Plotonov, bu aceleciliği şu sözleriyle eleştiriyor ve özetliyor: “Evvela ateş edip sonra sual ediyorsunuz, ondan gelecek ya sonunuz da zaten.” Ünlü Amerikalı toplumcu yazar John Steinbeck’in “Bitmeyen Kavga” adlı eseri, belki de birçoğumuzu derinden etkileyen, mücadeleye iten kitapların başında geliyor. Torqas Vadisi’nde elma toplayan işçilerin mücadelesini anlatan kitap, aslında hepimize örgütlü olmak üzerine müthiş dersler veriyor. Dünyaya büyük bir örnek oluşturan ve hala pratiğinden dersler çıkardığımız Çin Devrimi’ni anlatan romanlar, dünya devriminin mücadele geleneğini öğrenmek için bizlere zengin birer kaynakça sunuyor. Luo Kuangpin ve Yang Yiyen’in kaleme aldığı “Kızıl Kayalar” adlı eser, gerici güçlerin zalim saldırılarına ve işkencelerine karşı halkın mücadeledeki ısrarı üzerine önemli dersler içermektedir. Amerikalı gazeteci Agnes Smedley’in yazdığı “Çin Savaşıyor” adlı eseri ise, Çin-

lilerin Japon emperyalizmine karşı verdikleri bağımsızlık mücadelesini etkili bir biçimde anlatır. Bu romanı okuduktan sonra, aslında emperyalizme karşı yürütülen kurtuluş savaşlarının birbirlerine ne kadar benzediğini görüyoruz. Kitapta yer alan şu satırlar, Kurtuluş Savaşımızla paralelliğini ortaya koyuyor: “...Çin Ordularının nasıl güç koşullarda savaştığını asla tahmin edemezsiniz. Japonların motorlu taşıtları, uçakları ve ulaşım için gerekli araçları var. Bizim ise, eşeklerimiz, atlarımız, bir miktar katırımız ve adamlarımız. Neredeyse tüm ordumuz yürüyor. Burada motorize birlikler yok.” Kurtuluş Savaşı demişken kendi geleneğimizden bahsetmezsek olmaz. Emperyalizme karşı dünyada ilk mücadelenin ışığını yakan bir millet olarak, ardımızda zengin bir mücadele geleneği var. Bu gelenek, bugünün mücadelesine ışık tutuyor.

ES R EH RDE DOST DÜ MAN B L NMEZ Kemal Tahir’in “Esir Şehrin İnsanları” adlı üçlemesi işgal yıllarındaki İstanbul’u anlatıyor. Esir bir şehirde insan olmanın zorluğundan şöyle bahsediyor Kemal Tahir: “Çöküntü devirlerinde iki çeşit insan meydana çıkıyor. Namussuzlarla namuslular... İki tarafta da, boğuşma büyük bir şiddetle, açıktan yürü-

14 HAZ RAN 2013 CUMA

15

yor. Hele, önce ‘vatandaş’ sonra ‘insan’ olunması gereken dehşetli sıralarda faziletle, alçaklığın boğuşması kadar korkunç bir muhabere yok. Muhaberede düşman karşıdadır. Üniformalıdır. Az da olsa, çok da olsa bir zaman sonra önemi kalmaz. Kaçarsın, kovalarsın... Anında ölenler, yaralananlar olur. Ama hep ileriye bakmanın bir rahatlığı vardır. Oysa esir bir şehirde dost kim, düşman kim, bilinmez!” Yakup Kadri ise Milli Mücadele’ye Kemal Tahir’in aksine mücadelenin içinden, Anadolu’dan bakmaktadır. “Yaban” adlı romanın Birinci Dünya Savaşı’ndan Sakarya Meydan Muharebesi’ne kadar geçen süreyi anlatır. Anadolu yıllardır kırılmıştır; fakirlikten ve savaşlardan. En önemlisi bir ruhsuzluk çökmüştür. Bunun baş sorumlusu ise yine Türk aydınının kendisidir: “Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne bıraktıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.” Köylülerde ulusal bilinç yoktur, bilinç ancak düşman askerleri köye dayandığında ortaya çıkacaktır. Yakup Kadri, “Ankara” romanında ise Milli Mücadele’nin merkezinde bulunan Ankara’nın üç ayrı dönemini anlatır: Milli Mücadele’den önceki, Milli Mücadele dönemindeki ve Milli Mücadele sonraki Ankara. Yakup Kadri, burada, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki insanların özelliklerini ve toplumun sosyolojik yapısını derinden inceler. Durmuş Uyanık’ın “Aşılı Zeytin” kitabı ise, devrimci bir köylü önderinin örgütlü mücadelesini anlatıyor. Mücadelenin toplumsallaştığı ve emekçileştiği bir dönemde, 60’lı yılların devrimci mücadele geleneği içinde yoğrulan bir köy emekçisinin nesneden öte özne olduğu, tarih sahnesindeki yapıcı rolünü anlatan bu kitap, 68’in mirasını bugünlere taşıyan bir köprü vazifesi görüyor.

BUGÜN ÖLMEK YASAK Toplumsal mücadeleleri anlatan romanlar elbette bunlarla sınırlı değil. Bunlarla da sınırlı kalmayacak. Daha bir çok romanı örnek gösterebiliriz. Fakat özellikle şunu bilmeliyiz ki, bu romanların konusu birbirinden farklı olsa da farklı mekanlarda ve zamanlarda geçse de hepsinin ortak noktası, tüm dünyada yükselen devrimci atılımların evrensel değerlerini yansıtması ve karanlıkta el feneri vazifesi görmesidir. Bu eserler, karanlığın sonundaki ışığa doğru daha güçlü adımlar atmamızı sağlıyorlar. Tarihin yeniden yazıldığı şu günlerde, özgürlüğün türkülerini hep bir ağızdan söylüyoruz, özgürlüğün kitaplarını hep bir ağızdan okuyoruz, seslendiriyoruz. Fakat tek bir yasağımız var, Cemal Süreya’nın dediği gibi: “Özgürlüğün geldiği gün O gün ölmek yasak.”


16

14 HAZ RAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

Mitolojinin devrimcisi Prometheus Tanr lar kat ndaki devrimci durumun, günümüz toplumunda süregiden iktidar sava m ndan pek de farkl olmad anla l yor. Tragedyada olanlar n bundan sonras , günümüz Türkiye’sinde diktatörlü e dönü en iktidar ve ona ba kald ran Prometheus ate li gençler aras ndaki sava ma daha çok benziyor B. SADIK ALBAYRAK

bizimsadikalbayrak@gmail.com 1908 Devrimi’nin ve 1923 Cumhuriyeti’nin esinleyici şairi Tevfik Fikret, onun adına yazdığı şiirinde gençliğe şöyle sesleniyordu: Kalbinde her dakika şu ulvi tahassürün minkar-ı âteşinini duy, dâima düşün: Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım? Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım?.. 31 Mayıs’tan beri ayaklanan ve şimdiden halkı sevince ve umuda boğan gençliğimizin yüreğinde bu ateşin tutuştuğuna kuşku yok. Tevfik Fikret’in adına şiir yazdığı ve unutulmaz kıldığı, “esatir-i evvelin” “gökten dehâ-yi narı çalan” bu kahramanı Promete’ydi. Tarihin ilk ayaklanmalarından biri mitolojiye yazılıdır. Yunanların ikinci kuşak tanrılarından İapatesoğlu Prometheus, iktidarı ele geçirmesi için birlikte savaştığı baştanrı Zeus’u dinlemeyerek, insanlara ateşi götürür. İnsanlık “Bütün sanatların kaynağı olan ateşi!” elde ederek uygarlığı yaratmıştır. Güç ve iktidarı simgeleyen Zeus, akıl ve bilimi simgeleyen Prometheus’u bu eyleminden dolayı cezalandıracaktır. Tanrılar ülkesinde bir devrimle iktidara gelen Zeus, en bilinçli yoldaşlarından birini, kendisini dinlemediği için Kafkas kayalıklarına zincirletir. Danton’un “Büyük Fransız Devrimi”nde belleklere kazınan sözü, “ihtilal kendi evlatlarını yer!”, mitolojik bir devrimde de yerini bulmaktadır.

AKL N TEL N Y T REN DEVR MLE G DER M.Ö. 5. yüzyılda Atina kent devletinin en önemli sanatı olarak gelişen tragedyanın ilk büyük ozanı Askülos’un ağ-

zından, Prometheus, zincirlendiği kayalıkta, bu devrimi şöyle dillendirir: Günün birinde bir öfkedir sardı tanrıları, Birbirine girdi bütün ölümsüzler, Kimi der Kronos gitsin, Zeus otursun tahtına, Kimi Zeus’un hiç başa geçmesini istemez. Boşuna öğütler verdim o zaman hepsine: Uranos’la Toprağın oğulları Titanları Boşuna yatıştırmaya uğraşıp durdum, Gururlarına kapılıp uzlaşmayı küçümsediler, Gücün hakkından güçle geliriz sandılar. Azra Erhat ile Sabahattin Eyüboğlu’nun “Zincire Vurulmuş Prometheus” çevirisinden aktardığım bu bölümden, tanrılar katındaki devrimci durumun, günümüz toplumunda süregiden iktidar savaşımından pek de farklı olmadığı anlaşılıyor. Tragedyada olanların bundan sonrası, günümüz Türkiye’sinde diktatörlüğe dönüşen iktidar ve ona başkaldıran Prometheus ateşli gençler arasındaki savaşıma daha çok benziyor. Prometheus, çatışmaları akıl ve bilgiye dayanarak çözmeye çalışıyor. Adı da, Yunanca da geleceği gören anlamına gelmektedir. Ancak devrimci durum ortaya çıkmışsa bunu uzlaşmayla yatıştırmak mümkün olamayacaktır. Prometheus, “gelecek zamanların güçle, zorla değil, akılla kazanılacağına” inansa da, başlayan Olimpos devriminde

safını seçmekte duraksamaz, yeni kuşağın, genç tanrıların önderi Zeus’un yanında savaşa katılır. Devrimin zorunu akıl ve bilincin yol göstericiliğiyle donatarak, devrimin zafere ulaşmasında büyük katkı yapar: Ben Zeus’u tutunca, o da beni tuttu. Ve bugün eğer koca Kronos ve birleşikleri Tartaros’un derin karanlıklarına girmişse, Benim bunu gerçekleştiren akıl yoluyla. İşte tanrıların kralına benim ettiğim hizmet, Buna karşı aldığım korkunç ödül de bu. Mitoloji devrimlerinde de yıkılan hükümetten kurtulmak şarttır ve bunun yeryüzündekinden daha pratik bir yolu olduğu görülüyor: Mensuplarını, “Tartaros”un ya da cehennemin derin karanlıklarına gömmek. Dünya devrimlerinde biraz daha dolaylı bir cezalandırma süreci işliyor: Devrimi yapıncaya kadar “tarihin çöp sepetine” atmakla korkutmak, devrimi yapınca da devrim mahkemesinde yargılayıp halkın hükmünü vermek…

NSANLI IN ÇOCUKLUK ÇA ININ DEOLOJ S Mitoloji, insanlığın çocukluk çağının ideolojisidir. Gerçek dünyanın baş aşağı çevrilmiş ve abartılmış görüntüsü de diyebiliriz. Güzel öyküleriyle büyüleyici Yunan mitolojisi de bilim, sanat ve felsefe öncesinde insanın doğa ve toplu yaşamı anlama ve anlatma çabasını somutlar. Toplumun kuruluşu, özel mülkiyet düzeniyle karşıt sınıflara bölünüşü ve artı ürünün artışı, ayakları yeryüzünde bilim ve sanatların, felsefenin kuruluşunu getirecektir. Yunan mitolojisinin soyağacını M.Ö. 7. yüzyılda, ataları İzmir yakınlarından karşı yakaya göçmüş Hesiodos çıkarmıştır. Bu soyağacı içinde Prometheus akıl, bilim, haksızlığa direniş ve başkaldırıyla ilişkilidir. Tarih boyunca insanlık için bu niteliklerin bir simgesi olmuştur. Atina’da köleci kent demokrasisinin kuruluş süreci içinde doğan ve gelişen tragedya sanatı, mit ve tarih esinli olaylardan yola çıkarak, bu yeni toplumun yönetim sorunlarını tartışmaktadır. Göklerdeki devrimler, Ati-

na sokaklarındaki yaşamın çatışmalarını simgeler. Askülos’un, Prometheus’un aydınlatıcı ve devrimci niteliğini billurlaştıran tragedyası iki bin beş yüz yıl öncesinden sanatın topluma ve tarihe diyalektik bakışının yetkin bir örneğini verir. Askülos’un, Prometheus’a söylettiği şu sözler, ezilen sınıflara, halklara ve onların sırtında iktidar süren diktatörlere hâlâ ders vermeye devam ediyor. Ama anlayana. Gençler yazmışlar duvara; “onu sen anladın”… Anladı mı? Prometheus’un, onu sağduyuya çağıran, Zeus’un uşağı Hermes’e söyledikleridir: Al sana bir sürü parlak, yuvarlak söz! Tanrı uşağı dediğin böyle konuşmalı. Siz yeniler yeni bir yönetim kurdunuz, Kalenize dertler giremez sanıyorsunuz; Ama ben iki kral gördüm O kaleden sürülmüş, kapı dışarı edilmiş, Üçüncüsü ki efendisidir bugünkü dünyanın Bu gözlerim görecek onun da En büyük utançla kovulduğunu. Hey, sen ne sandın? Ben korkacak biri miyim? Yeni tanrılara baş eğecek göz var mı bende?


Aydınlık KİTAP

17

Her hayat gibi roman Bu hikaye, son sat rda ç kan “kararma” sözcü üyle birlikte, dama n zda üzüntüyle kar k a k nl k ama bir yandan da umut hissi b rakacak ve akl n z , ister istemez nostaljik ve siyah beyaz ekranlara götürecek ithaf edildiği Orhan Sunder sayesinde. Yani romandaki fabrika müdürü Orelifsedefcelik@windowslive.com han Bey… Orhan Bey, büyük bir görev titizliğiyle, gelen bobin yığınlarını, her bir Patlamış mısırlarınızı hazırlayın, ışıkları film karesini tek tek inceleyerek sınıfkapattıktan sonra koltuğunuza oturun ve landırıyor. Fark ediyor ki gelen bobinler arkanıza yaslanın. Çünkü birazdan içerisinde hiç bozulmamış ve izlenebilir 1940’ların Beykoz’unda “çekilen”, bir Ye- olanları da var. Eli varmıyor bu filmleri şilçam hikâyesi okuyacaksınız, Doğan Ya- eritmeye… Çözüm, bir rüya esnasında rıcı’nın “Her Aşk Gibi Yarım” adlı ro- geliyor yanına: Kreşi, yemekhanesi, mesmanında. Karakterlerini cidi olan bu fabrikaya bir Sadri Alışık, Muzaffer de sinema. “Eritmeye Tema, Hayati Hamzagöndersek de biz şuncaoğlu, Altan Erbulak, ğızları, filmler bir kez izReha Yurdakul, Gülislendikten sonra bellektan Güzey, Gürdal Tolerde, kalplerde eriyip sun, Neriman Köksal, yok olmaz ki…” diyerek Fatoş Sezer, Küçük Ali kendince bir ölümsüzlük gibi oyuncuların canformülü atıyor ortaya. Arlandırdığı bu hikaye, son tık her çarşamba fabrikasatırda çıkan “kararma” da film gösterimi var. sözcüğüyle birlikte, daÖnce yalnızca işçilerin mağınızda üzüntüyle kakatıldığı film gösterimlerışık şaşkınlık ama bir ri zaman içinde çeşitli büyandan da umut hissi rokratik engellerden gebırakacak ve aklınızı, isçerek, tüm Beykoz’un iple ter istemez nostaljik ve çektiği gösterimler halini siyah beyaz ekranlara gö- Her A k Gibi Yar m, Do an Yar c , alıyor. Romanın anlatıcıYap Kredi Yay nlar , 140 s. türecek. sına göre “Çarşamba halk Oyuncu kadrosunun günü” deyimi de bu hikâbir araya gelemez gibi durması ve olay ör- yeden kaynaklanmaktadır… güsündeki bazı abartılı durumlar, romanın bir Yeşilçam senaryosu olduğu hissini H ÇB R EY N SONU YOK, perçinliyor. Ama okuyucu, karakterlerin HER A K YARIM iyi niyetini, doğruluğunu, kararlılıkla “Şu nimetin sonunu, ekmeğin en gügüzel işlere girişme çabalarını samimi bu- zel parçasına saklıyoruz. Bir güzel sıyırıp luyor. Sanki bugün de Beykoz’da yürüse, bütün yemeğin tadını son bir kez alıyoöyle insanlar görebileceğine inanıyor. ruz. Demem o ki; son yudum hatırlanır, Yazarın da bir Beykozlu olması bu dü- bütünü de unutturmaz. İşte öyle bir film şünceye adeta şerh koyuyor. arıyoruz.”

ELİF SEDEF ÇELİK

BEYKOZ’A S NEMA GELD ! Romanın konusu oldukça sıra dışı ama yaşanmış bir hikâyeden geliyor: Sinema bobinlerinin tutkal yapılmak üzere eritilmesi… İlk başta kulağa çok mümkünmüş gibi gelmese de, işe yarıyor. II. Dünya Savaşı’nın yaşandığı kıtlık döneminde tutkal ihtiyacını karşılamanın yanı sıra, Beykoz’a heyecan getiriyor aynı zamanda. Nasıl mı? Kitabın anısına

Anlatıcının sözlerinden de anlaşıldığı gibi, sıra son filmi izlemeye geldiğinde bir telaş sarar Orhan Bey’i. Çözüme de ustabaşının oğlu Ali koşar. Ne yapar peki? Kendince bir oyun tutturur çocuk aklıyla. O güne kadar izlenen tüm filmlerin başlangıç sahnelerini uç uca ekleyerek yepyeni bir film oluşturur. Kesişmeyen hayatları kesiştirir, tanışmayan insanları tanıştırır ve “Hiçbir şeyin sonu yok” demeye çalışır gibi adeta.


18

14 HAZ RAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

YENİ ÇIKANLAR

Sava Tanr lar

Narkopolis

Denizi Yitiren Denizci

Kabusname

Ted Bell, Alt n Kitaplar, Çev: Zeliha yido an Babayi it, 528 s.

Jeet Thayil, Ayr nt Yay nlar , Çev: Gül Korkmaz, 304 s.

Yukio Mi ima, Can Yay nlar , Çev: Seçkin Selvi, 156 s.

Mehmet Cevat Y ld r m, Do an Kitap, 284 s.

İngiliz-Amerikalı MI6 terörle mücadele ajanı Alex Hawke, bir yıl önce sevdiği kadını kaybedince hayatından tamamen vazgeçer. Ama eski bir dostunun, Prens Charlesın onun yardımına ihtiyacı vardır. Geçmişten gelen karanlık bir kişi, tehditlerinin kulak ardı edilmemesi gerektiğini daha önce kanıtlamış birisi, gözünü İngiliz hanedanına dikmiştir. İngiliz kraliyet ailesine yönelik açık bir tehdit söz konusudur ve bu tehdit otuz yıl önce öldürülmüş olan Lort Mountbatten’le doğrudan bağlantılıdır. Her ipucu IRA bağlantısını işaret etse de gerçek bundan daha kötü görünmektedir.

2012 Man Booker Ödülü’ne aday olan ve DSC Güney Asya Ödülü’nü kazanan bu roman uyuşturucudan, seksten, ölümden, sevgiden ve insanların inandığı tüm o tanrılardan bahsediyor. Edebi geleneklere meydan okuyan “Narkopolis”, ruhunu satmak üzere olan bir ülkenin, öyküsü afyonhanelerden şehre yayılan bir neslinin olağanüstü portresi niteliğinde. Modernitenin gölgesinde, kafası güzel bir halde hayatlarını sürdürmeye çalışan, Shuklaji Caddesi’ni dolduran yoldan sapmışların, fahişelerin, pezevenklerin, uyuşturucu satıcılarının, keşlerin ve tüm bu insanların arasında, silinmiş geçmişiyle hayatta kalmaya çalışan bir hicranın hikâyesini anlatıyor.

Marguerite Yourcenar’ın “İnce, bıçak ağzı gibi dondurucu bir kusursuzlukta” diye tanımladığı “Denizi Yitiren Denizci”, dehşeti şiirsel bir anlatımla bütünleştiren, benzersiz bir kitaptır. “Kusursuz arınma, ancak yaşamı kanla yazılmış bir şiir dizesine dönüştürerek mümkündür,” diyen Mişima bu kitapla görüşünü örneklemiş olur. Mişima’nın en etkileyici eserlerinden biri olan kitap soğukkanlı şiddeti ustalıkla anlatırken, hiç kuşkusuz yazarın çocukluğunda bilinçaltını etkilemiş baskıları da yansıtır.

Yıl 1939. II. Dünya Savaşı kapıda... Edirne’de büyük bir konakta tuhaf olaylar yaşanmaya başlar. Önce hortlak gelir, ardından öcü... Kapıya gelen insan suretine bürünmüş cin, evdeki loğusaya musallat olan karabasan derken ev çeşitli yaratıkların giderek şiddetlenen saldırılarına maruz kalır. Korku içindeki ev halkı, İstanbul’dan yardıma çağrılan İmam Ziya Bey ile kimya âlimi Ethem Bey’le birlikte inançlarını sorgulayacak; dünya büyük bir yıkıma doğru giderken ev de adım adım felakete sürüklenecektir. “Kâbusname” yerli korku unsurlarını başarıyla kullanan, gerilim dozu hiç düşmeyen özgün bir roman.

Foto rafta kimiz

Havuz Ba

Gölge Oyunu

kna

Sebahattin Demiray, Epsilon Yay nlar , 592 s.

Sait Faik Abas yan k, Bankas Kültür Yay nlar , 152 s.

Mort Weller, thaki Yay nlar , Çev: M. hsan Tatari, 480 s.

Jane Austen, K rm z Kedi Yay nevi, Çev: Serim As Özdemir, 264 s.

Enis yıllar önce izini kaybettiği Heval’i bir gün üniversitenin yemekhanesinde görür ve peşine takılır. Fakat gönül meselelerinde aklıyla hareket edenlerin de en az kalbinin sesini dinleyenler kadar yanıldığını öğrenmesi için Enis’in zamana ihtiyacı vardır. Aynı günün gecesinde sarhoş olarak gittiği, ülkücü öğrencilerin kaldığı evde hoş karşılanmaz ve en kısa zamanda kendisine kalacak bir yer bulması söylenir. Yokluğun, kıtlığın bol olduğu o karaborsa devrinde, ülke usul usul Eylül ihtilaline yaklaşırken, karlar altındaki “anarşinin baş şehri İstanbul”da’ Enis için artık yeni bir hayat başlamıştır.

“Bir bahar günü Sait Faik ve Orhan Veli ile birlikte yaptığımız bir Boğaz gezintisini anımsıyorum. Üsküdar’dan Beykoz’a kadar her iskelede Sait beni sınava çekmişti: ‘Şu iskeleyi anlatmak gerekse neresinden başlarsın?’ Anadolu Hisarı İskelesi’nin yanında küçük bir kahve vardır. ‘Haydi’ dedi, ‘mademki hikâyecisin, şu kahvede ilk gözüne çarpan nedir, söyle bakalım.’ Baktım üç dört kişi oturmuş, kâğıt oynuyor, kahve içiyor, duvarda birtakım basma resimler... İran şahının, Atatürk’le resmi falan. ‘Bu resimleri belirtirim’ dedim. Kızdı birden, ‘Ulan!’ dedi, ‘o kenarda tek başına oturan ihtiyar sakallı var ya? İşte asıl hikâye o be!” Oktay Akbal

“Gölge Oyunu, Ray Bradbury hayranları için olduğu kadar, zengin hayal gücü barındıran, ustaca işlenmiş, şaşırtıcı derecede özgün ve sarsıcı kısa hikâyeler okumaktan hoşlanan tüm okurlar için de sahipsiz bir hazine. Ramsey Campbell, Harlan Ellison, Margaret Atwood, Neil Gaiman, Audrey Niffenegger ve Kelly Link gibi ünlü isimlerin karanlık fantastik kurgularını tanıyan hiç kimse onları bu derlemede gördüğüne şaşırmaz; fakat aralarında Dave Eggers, Jacquelyn Mitchard, Dan Chaon, Bonnie Jo Campbell ve Julia Keller’ı da görmek bir çeşit sürpriz sayılır. Hepsi de birer Ray Bradbury hayranı, hepsi de çok yetenekli.” -Joyce Carol Oates-

Jane Austen’in ölümünden önce tamamladığı son romanı olan “İkna”, yazarın sıkıntılı yıllar geçirdiği Bath kentinde geçen dokunaklı bir aşk hikâyesi üzerine kurulu. Romana adını da veren “ikna”, işlenen temel konularından biri. Yirmi yedi yaşına gelmiş olan Anne ise artık evde kalmış bir kız sayılmaktadır. İki genç birbirlerini unutamamış olsalar da Yüzbaşı, Anne’yi bağışlamamıştır. Çevrenin müdahaleleri ve ikna çabaları bu kez nasıl bir sonuç verecektir? Jane Austen yaşadığı toplumu ironik ve sert bir dille eleştirirken, 19. yüzyıl başı İngiltere’sine ve İngiliz orta sınıfının aile, evlilik, servet, mevki konularındaki görüşlerine de geniş bir pencere açıyor.


YENİ ÇIKANLAR

Aydınlık KİTAP

14 HAZ RAN 2013 CUMA

19

I k Külü

B rak Da n k Kals n

Pedal mda 5 Ülke

Darwin ve Sonras

Lyubomir Levçev, Kaynak Yay nlar , Çev: Kadriye Cesur, 136 s.

Rik Mudde, NTV Yay nlar , Çev: Muradhan Arda, 200 s.

nci Sar han, Soner Sar han, Optimist Yay n Da t m, 184 s.

Stephen Gould, Say Yay nlar , Çev: Ceyhan Temürcü, 352 s.

Çağımızın büyük ozanlarından biri olan Lyubomir Levçev, çağdaş Bulgar şiirinin dünyada en çok okunan, tartışılan şairlerinin başında geliyor. İnsan sevgisine ve varlığına inanan, insanlık için iyi ve mutlu bir gelecek kurmak isteyen, bu türden erdemler için kaygı duyan bir şairdir Levçev. Elinizdeki kitap, 1960’lı yıllardan başlayıp 2000’li yıllara kadar uzanan kırk yıllık bir dönemi kapsıyor. Arkadaşı ve dostu Özdemir İnce’nin Önsöz’üyle... “Ölmeyi unutmuş ama ekmeğin tılsımını bilen son büyücünün sığınak yolunu arıyorum ben...”

Diş fırçanızı ne kadar zamanda bir değiştirmeliyiz? Neden işe yaşlı insanları almalıyız? Neden gümüşü boşverip bronz madalyayı hedeflemeliyiz? Neden video oyunları oynamalıyız? Neden araba kullanırken hafif müzik dinlemeliyiz? Neden tatlı sözleri sevgilimizin sol kulağına fısıldamalıyız? NTV Yayınları’nın çok satan “Bisküviyi Çaya Yatay Bandırın” kitabının yazarlarından “Bırak Dağınık Kalsın” İş yerinizde, yolculuklarınızda, gece dışarı çıktığınızda ve aşk hayatınızda işinize yarayacak ipuçları...

Bir hayal, iki öğretmen, beş ülke, onlarca şehir, yüzlerce köy, binlerce renk, doku, tat, festival, milyonlarca pedal, milyarlarca insan. Gezi tecrübeleriyle ilgili yeni ve özgün bir şey söylemek ne kadar zor. Avcı toplayıcı ilk insandan, konargöçer atalarımıza, İbni Batuta’ya, Marco Polo’ya, Evliya Çelebi’den modern gezginlere kadar binlerce seyahatname yazarı, içlerindeki coşkuyu, yolda olmalarının nedenini ve yaşadıkları olağanüstü anları ne derece kelimelere dökebilmiştir ki! Bu satırların sahibi İnci ve Soner Sarıhan çifti bu sahnede figüran olmak yerine başrolde oynamayı ve uzun metraj bir yol filmi çekmeyi tercih etti.

S. J. Gould’u popüler bilim meraklılarının gözünde diğer pek çok bilim insanından daha önemli kılan şey yazarlık yeteneğinin yanı sıra uzmanlık alanı olan biyoloji ile ilgili sorunları dönemin kültürel ve sosyal sorunları ile ilişkilendirerek okurlarına sunmasıdır. Yazarın ilerici dünya görüşü bize bazı sosyal ve kültürel tartışmalara biyoloji biliminin ışığı altında göz atma fırsatı verir. Gould, insanın evrimleşmesini ele alırken Friedrich Engels’in beynin evriminde düşüncenin değil emeğin belirleyici olduğu görüşünü ileri sürmekte ne kadar haklı olduğunu belirtir; Homo sapiensin ırklara ayrılmaması gerektiğini ileri sürer.

ahane Hatalar Cumartesi

Hayat Gezince Güzel Sahilde

Metafizik Üzerine Dü ünceler

Franz Kafka’n n Dönü ümleri

Lorraine Freeney, Tara McCarthy, April Yay nc l k, Çev: Avi Pardo, 424 s.

Fatih Türkmeno lu, nk lâp Kitabevi, 288 s.

Rene Descartes, Kabalc Yay nevi, Çev: Çi dem Dürü ken, 204 s.

Claude Thiebaut, Yap Kredi Yay nlar , Çev: Orçun Türkay, 144 s.

Serinin dördüncü kitabında vitesi yükseltiyoruz. Cumartesi gecesi ateşi tutuşturuyor. Barlar seksi kadınlarla, baş döndüren erkeklerle dolu. Eski sevgilin pusuda, en yakın arkadaşın büyük bir sır saklıyor, herkesin gözü birbirinin üzerinde. Cumartesi geceni nasıl tamamlayacağın ise tamamen sana ve yapacağın seçimlere bağlı. Sürprizler adrenalini son raddeye çıkarıyor, şahane hatalar unutulmaz sonlarla düğümleniyor. Çözebilir misin? Kader diye bir şey vardır ve sizin seçimlerinizle değişir. Bu kitabı okumaya normal bir kitap gibi birinci sayfadan başlayın.

Gündelik hayatın rutininden sıkıldınız. Şöyle tek başınıza kafa dinlemeye ya da sevdiklerinizle beraber dinlenmeye, eğlenmeye, kendinizi mavi sulara bırakmaya mı ihtiyacınız var? İster dinginlik arayan bir gezgin olun, ister adrenalin tutkunu bir maceraperest, tatile çıkmadan önce çantanıza bir tane “Hayat Gezince Güzel - Sahilde” atın. Şimdi keşiflerle dolu bir yolculuğa hazırsınız... Yıllardır CNN Türk’te Sahil Günlüğü ve Hayat Gezince Güzel programlarını hazırlayıp sunan Fatih Türkmenoğlu, bu kez Marmara, Ege ve Akdeniz sahillerini gezip görmek isteyenlere rehberlik ediyor.

Descartes’ın Tanrı’nın varlığını ve insan ruhu ile bedeninin birbirinden ayrı olduğunu kanıtlamaya çalıştığı “Metafizik Üzerine Düşünceler” adlı eseri, döneminin bilimlerine sağlam bir temel oluşturmak kaygısıyla inzivaya çekilip kendini toplumdan soyutlayan bir düşünürün içsel yolculuğunun hikâyesidir. Descartes, eserinin başından sonuna kadar sistemli bir kuşku yöntemiyle hareket eder, bir yandan da insanın her şeyden kuşku duyabileceğini, ama bir tek kendi varlığından kuşku duyamayacağını temellendirmeye çalışır.

“Dönüşüm”, “Dava”, “Ceza Sömürgesinde”, “Şato”... Kafka’nın yapıtları özgürlüğün pahalıya patladığı bir dünyayı anlatır. Peki gerçek dünya ne durumdadır? 1910’lu, 1920’li yıllarda, hem Çek, hem Alman, hem de Yahudi olan ve yavaş yavaş dört yüzyıllık Avusturya egemenliğinden kurtulmaya başlayan bir Prag. Claude Thiebaut önce romantik, sonra da varoluşçu Franz Kafka imgesinin tozunu alıp, Kafka’nın çok az yazı yayımlamasına, genç ölmesine; babası, yasalar, arkadaşlık ve kadınlara duyduğu aşk karşısında, her zaman aynı soruyu sormasına neden olmuş o doğruluk ve saflık arayışına odaklanıyor.


20

14 HAZ RAN 2013 CUMA

Aydınlık KİTAP

ÇOCUK - GENÇ

Küçük çapulcuların park günleri “9 ya nday m, 3 ya ndan beri eylemlere gidiyorum, ben böyle eylem görmedim” avukatlar tarafından tespit edildi. Bu vehameti kısaca paylaştıktan sonra, ilk kez irem.halic@hotmail.com hepimizin ucundan bucağından ya da tam ortasından dahil olduğumuz bir sürecin, Gezi Parkı ey“Küçük Prens’in de dediği gibi biliyoruz ki, ‘Bü- lemleriyle başlayan ve çığ gibi büyüyen bir hareketin yükler hiçbir şeyi kendiliklerinden anlamıyorlar. On- küçük parçalarını oluşturan çocukların iyi hallelara hep bir şeyleri açıklamak zorunda olmak ço- rinden bahsedelim. “Çocukların gözünden iki cuklar için çok sıkıcı.’ Maalesef bu basit gerçeği bü- haftadır meydanlarda olup bitenleri anlamak zor yüklere anlatma görevi yine size düşüyor. Bu ko- değil, ne bilsinler biber gazı miber gazı, onlara meynuda sizden öncelikle anlayış ve sabır bekliyoruz,” danlar şenlik yeri gibi”. Belki 10 sene öncesinde oldiye başlayan açıklamalarında Gündem Çocuk Der- saydık böyle düşünebilirdik. Ama artık öyle değil. neği, önce küçük çapulculara Nasıl “bilgisayar başından kalkmakatıldıkları eylemlerde nasıl yan asosyal gençlik” yılların devdavranmaları gerektiğini anlarimcilerine dudak ısırtıyorsa, 90’lar tıp, ardından Ankara’da yaşakuşağı efsanesini yazıyorsa, Z kuşağı nan sert müdahaleler ve gözalda aynı oranda şaşırtıyor. Biri çıkıtı olaylarında çocukların duruyor “9 yaşındayım, 3 yaşından beri muyla ilgili bilgileri paylaştı. eylemlere gidiyorum, ben böyle eyGündem Çocuk Derneği’nin lem görmedim” diyor, biri Gezi bilgilerine göre, dün Ankara’da Parkı’na gidip babasıyla fidan diki46 çocuk gözaltına alındı. Bir yor, birkaçı birleşip anneleriyle, öğkısmı avukatların çabalarıyla retmenleriyle parkta kitap okuyor. serbest bırakıldı. Bir çocuk gözÇapulculukta ağabeyleriyle, ablaaltına alındığı polis otobüsünde larıyla yarışıyorlar. şiddete uğradı, burnu kırıldı. Çünkü bu çocuklar okuma çağı Savcıların ifade almakta ve geldiğinde değil, doğar doğmaz çocukları çocuk şubeye götürokumaya başlıyorlar. Bu yüzden o medeki ısrarlarına rağmen, avu- Beethoven Çorbay Neden F rlatt , 6 yıllık eylemci kız çocuğu 5 dakika katların direnmeleri sonucunda, Steven Isserlis, Pan Yay nc l k, içinde iktisatçıların, ekonomistlerin Çev: nci Ötügen, 184 s. yanlarında velisi olan çocukların kuramadığı cümleleri kuruyor. Kısıtlı ifadeleri alınmadan serbest bıbütçe diyor, sendika diyor, fakir ve rakılması sağlandı. Velisi olmayan ve sokakta ya- zengin diyor. Para denen korkunç bir şey var diyor. şamak zorunda kalan çocuklar ise ancak çocuk şuBu yüzden okumak iktidarlarca tehlikelidir. beye gönderildikten sonra serbest bırakıldı. Bu ço- Sendikadan haberdar 9 yaşında bir çocuk üzerincuklarla ilgili Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlı- de iktidar kurmak zordur. Madem öyle, biz okuğı’na bildirimde bulunulduğunda bakanlık gece maya devam edelim. Peki, ne okuyalım? çalışmadıkları yanıtını verdi. Çocuklara, gözaltıHazır AKM yerine “barok mimarili dev bir opena alınırken kötü muamelede bulunulduğu da yine ra binası” yapılacağı söyleniyorken, “barok”la

İREM HALIÇ

Bach

Mozart

Beethoven

Tavuk Prenses “Tavuk Prenses”te öykü Pamukya adında bir ülkede geçiyor: Kral Ulugıdı ülkenin kıyısındaki ormanda yaşayan cadı Aygölge’yi kızdırır. Gel zaman git zaman kralın ikiz kızları doğar. Aygölge intikam almak için ikizlerden birini kaçırır ve ona kendi kızıymış gibi bakar. Pamukya’da ise kayıp prensesin üzüntüsü küçük büyük demeden tüm ülkeyi sarmıştır. Olaylar, ikizlerin (Mumu ve Juju) 10. yaş gününde “fosirik tosirik, hopidik kubidik, puttura çuttura fıttıra, ne olacak şimdi acaba”gibi bir hal alır. Başına Reha Bar , gelen talihsiz olayın sonuZeynep Alpaslan, cunda cadılık sanatının tüm Mavibulut inceliklerini öğrenen Juju Yay nlar , 112 s. ortalığı biraz karıştırır...

Küçük OlimposlularZeus ve K yamet im e i Küçük Olimposlular, Kötü Tanrı Kronos’un midesinde tutsaktırlar. Onları ancak gelecekte kralları olacak bir başka Olimposlu kurtarabilecektir... Küçük Zeus, gerçek ailesini tanımadan birer keçi, peri ve arıyla bir adada büyümüştür. Fakat artık büyük bir maceraya atılmak üzeredir... “Parlak ve beyaz çubuk elinde parladı. Kenarları jilet kadar keskindi ve bıçağı da cilalanmış gibiydi. Fakat bunun bir çubuk olmaJoan Holub, Suzanne dığını fark etti. Hayır... Williams, Beyaz Bu, aslında parlak, cıBalina Yay nlar , Çev: zırdayan, korkutucu bir Nil Çelebi, 128 s. şimşekti!”

başa çıkabilmeleri için küçük çapulcuların şimdiden hazırlıklara başlaması gerekli. Elimde Barok Müzik Dönemi’nin son müzisyenlerinden olan Bach’ın da yer aldığı, klasik müzik bestecilerinin hayatlarını ve müziklerini konu alan eğlenceli bir kitap var. Başlangıç için hafif ve eğlenceli bir okuma sağlayabilir. Okuyup dinledikten sonra meydanlarda yerlerinizi alabilirsiniz. Beethoven dana etiyle yapılmış bol soslu yemeği neden ortalığa saçtı? Bach neden 400 kilometre yol yürüdü? Mozart’ın berberi neden zor durumda kaldı? Stravinski ünlü bir ressamla birlikte neden tutuklandı? Hepsini kıkır kıkır gülerek okuyacaksınız. Ayrıca kitapta her bestecinin sevebileceğiniz eserlerinin listeleri de var. İyi okumalar diliyoruz.

Be Dakikal k Uykudan Önce Masallar

Perili Otelde Tatil Sevimli Canavarlar

3-5 yaş arası çocuklar için birbirinden renkli kısa masallar... Bu kitapta, yoğun bir günün ardından, yatmadan önce çocuğunuzla paylaşabileceğiniz beş dakikalık masallar yer alıyor. Güzel rüyalar için kedi, köpek ve arkadaşlarının keyifli maceraKolektif, Remzi larını okumaktan daha Kitabevi, iyi bir yol Çev: Seda Ç ngay, 104 s. olabilir mi?

Max’la ablası Dodo’nun gittikleri yaz kampının yakınındaki bir perili otele yerleşen canavarlar, hem otelin sahibinin isteği üzerine otelde kalan konukları korkutma görevini üstleniler, hem de peşlerini bırakmayan canavar sirkinin sahiThomas Brezina, besi Karla Can Çocuk Yay nlar , Kapkaç’dan Çev: lknur Özdemir, kurtulmaya çalışırlar. 127 s.


Aydınlık KİTAP

14 HAZ RAN 2013 CUMA

21

Ah Ariadne İpi! katibebartleby@outlook.com Dirim ve ölüm kayıt yazmanı (işte bir yazman daha) Don José. Merkez Nüfus Kayıt Arşivi’nin işini tek bir gün bile aksatmamış 25 yıllık sadık memuru. Alışkanlıkları, yaşama biçimi, ilgileri düşünülünce “numune” denilebilecek bu adam mimari anlamda numune sayılıp yıkılmamış son lojmanda, işine yapışık bir evceğizde yaşar. İşi basittir; doğanların ve ölenlerin dosyalarını, fişlerini yazıp arşivlemek. Çalışmadığı zamanlar vakit geçirmek için ünlülerin bilgilerinden oluşan gazete dergi kupürleri biriktirir; dansözler, papalar, futbolcular, araba yarışçılarından oluşma göreli daha parlak ve eğlenceli ikincil bir kayıt dizgesidir yaşamının ekseni. Gazete kesiklerindeki bilgileri arşivden de doğrulama kaygısına düştüğü bir gün 5 ünlü kişiye ait dosyanın arasına karışmış “ünsüz” bir altıncı kişi dosyasıyla “olmak ya da olmamak” yolculuğuna çıkarır bizi Don José ya da Portekizli yazar José Saramago “Bütün İsimler”de. Keşke ölümün gizemli labirentinin derinlerine Don José’nin zaman zaman gece yarısı kaçağı olarak girdiği arşiv yaptığı gibi, bir ucunu belimize bir ucunu hayata bağladığımız Ariadne ipiyle – bulamazsanız, annelerimizin küçükken zorla kollarımızı sabit tutturup yumak yaptığı yün iplerle de olabilir- dalabilsek ve isteyince de gerisin geriye çıkabilsek. İpi çok zorlamamayı unutmadan.

Don José’ye bunu yaptıran o “ünsüz” kadına duyduğu aşktır elbette. Yazman, sadece kayıt arşivinin dolambaçlarına değil bu ölümlüyü bulabilmek, belki sadece bir kez olsun görebilmek için hayatında uzun zamandır çıkmadığı kentin sokaklarına, caddelerine binalarına ve yaşama da dalar. “…doğanlardan bazıları ansiklopedilere giriyor, tarihlere, biyografilere, kataloglara, el kitaplarına, kupür koleksiyonlarına giriyor, bazıları da hiçbir iz bırakmadan, yağmur olsa top-

Kahramanım benim… Kahraman olmak, özellikle de süper kahraman olmak illa afili olmayı mı gerektirir; afili mimikler, jestler, konuşmalar, kıyafetler, görkemli şatolar, mutlaka afili bir aile ya da asistan mı ister? Sinemanın şaşalı süper kahramanlarını düşününce; sanrım evet. Ama daha sıra dışı, daha ‘bizden’, daha insani bir süper kahraman izlemek isterseniz ‘Supermen Dönüyor’ var. Sadece ve sadece annesinin kriptonit taşını içinde sakladığı giysi sandığı, o yeşil taşı sardığı dantel örtü, Süperman kötülüğe karşı savaşmak için evden ayrılırken annesinin ellerine tutuşturduğu gazeteye sarılı yolluk,

yola koyulurken yanına aldığı minik vinleks bavul, şaka dükkânından alınmışa benzeyen gözlüğü, havada süzülürken aşağıda teknelerden kendisine el sallayanlar ve hatta ismi için bile keyifle izlenebilir.

rağı ıslatmayan bir bulut gibi geçip gidiyorlar,” dese de “Bütün İsimler”le hepimize bir isim veren José Saramago ne yazık ki 2010 yılında beline doladığı kınnabın kopması üzerine Pilar’sız ne kadar dayanabileceğini bilemediğimiz bir labirentin karanlığında kaldı. Tüm yazdıklarıyla ahmak ıslatanı kesintisiz başımızdan aşağı yağdıran bu bilge yazman 1998 Nobel Edebiyat Ödülü aldığı denemeleri “Not Defterimden” de şöyle de bir saptama yapıyor;

“Amerika Birleşik Devletleri gibi büyük bir ülkenin neden ve nasıl olup da onca kez o kadar çapsız başkanları olduğunu soruyorum kendime. George Bush belki de hepsinin en çapsızı. Vasat zekâ, devasa cehalet, karmaşık ve sürekli saf saçmalığın dayanılmaz baştan çıkarıcılığına kapılan sözel ifade; bu adam sanki dünya kendisine miras kalmış da bu dünyayı bir büyükbaş hayvan sürüsüyle karıştıran kovboyun gülünç edasıyla çıkıyor insanlığın karşısına.”

Densiz vedalar Halk ozanımız Neşet Ertaş’ın üzerinde ‘Kırşehir Belediyesi’ yazılı tabutla son yolculuğuna uğurlanması sevenlerini üzmüş, hatta öfkelendirmişti. Geniş kitlelerce sevilen, sayılan düşün ya da sanat adamlarını uğurlarken yapılan densizliklerin ne ilki ne de sonuncusu bu muhtemelen. Bu tür uğurlamaların belki de en saygısızca olanı dünya yazın tarihinin en büyük isimlerinden Çehov’a yapılmış; Badenwiler’den Moskova’ya üzerinde ‘taze istiridye’ yazılı çinko bir sandık içinde getirilmiş. Sonra tabutu aynı gün başka bir trenle aynı istasyona getirilen General Keller’inkiyle karıştırılmış. Gorki, Keller’i uğurlayanlar arasında olduğunu sanan genç bir kadının “çok hoş bir

adamdı, çok akıllıydı” sözleriyle methini duymuş. Gorki büyük yazarın anısını zedeleyecek kadar kaba ve bayağı bu törene son derece öfkelenmiş. (Gustaw Herling / Çehov’un Cenaze Töreni)


22

Aydınlık KİTAP

14 HAZ RAN 2013 CUMA

ALINTI-TEST

Okuyaca n z bölümler hangi yazar n hangi kitab ndan al nt lanm t r? Kapalı kapının ardında televizyondan başka bir yaşamın varlığını sezinledi. Zorlanan duyuları ona sessiz ve garip bir korkunun kokusunu getirdi. Geriye çekilen, kaçmak istercesine kapıya en uzakta kalan duvara yapışan birinin korkusuydu bu. Isidore: ‘Hey! Yukarıda yaşıyorum. Televizyonun sesini duydum. Tanışalım, tamam mı?’ deyip, dinleyerek bekledi, ama belli ki sözleri içerdeki kişiyi rahatlatmamıştı. Sessizlik devam ediyordu. “Size bir paket margarin getirdim.”

a) b) c) d) e)

Uçan Spagetti Canavarının Kutsal Kitabı-Bobby Henderson Androidler Elektrikli Koyun Duslermi-Philip K.Dick Charles Dexter Ward Olayı - Howard Phillips Lovecraft Camera Lucida - Roland Barthes Yalanlar Prensi - James Lowder

a) b) c) d) e)

2

Henüz on altı yaşında olduğum halde kabuğuma çekilmiş, onları hayretle inceliyordum; daha o zamanlar bile görüşlerinin darlığı, uğraştıkları şeylerin, oyunlarının, konuşmalarının manasızlığı beni hayrete düşürüyordu. O kadar önemli olayları fark edemedikleri, insanı etkileyen, hayrete düşüren konulara ilgisiz kaldıkları için, ister istemez onları kendimden aşağı saymaya başladım.

Genç Törless - Robert Musil

3

Barajlar gibidir aşk biliyorum. Bir zerre suyun sızabileceği bir çatlak bırakırsanız, bu su duvarları yavaş yavaş kemirir ve öyle bir an gelir ki,akıntının gücünü artık kimse denetleyemez. Duvarlar yıkılacak olursa, aşk efendi olarak her şeye el koyar; neyi yapabilirim, neyi yapamam, sevdiğim kişiyi yanımda tutabilir miyim, tutamaz mıyım, gibi sorular artık boşunadır... Aşık olmak denetimi elinden kaçırmak demektir.

a) b) c) d) e)

Yeraltından Notlar- Dostoyevski Washington Meydanı - Henry James Umut - Andre Malraux Aile Mutluluğu - Lev Nikolayeviç Tolstoy

Yitik Ufuklar - James Hilton Özgürlük İçin - Marc Levy Rosa - Knut Hamsun Jardin’lerin Romanı - Alexandre Jardin Piedra Irmağı’nın Kıyısında - Paulo Coelho

Bu haftan n do ru yan tlar :

1-(b) 2-(b) 3-(e)

1

BULMACA aletlerinde ses ayar - Rutubet 5. Bir soru sözü - talya’da bir yanarda - Ailesinin geçimini sa layan - Neodim’in simgesi 6. Bir dilek art eki - Rutenyum’un simgesi - Hafniyum’un simgesi “Arka” kar t 7. plik sarma ayg t - Bir sanat n, bir üslubun olu um a amas n niteleyen sözcük 8. Kripton’un simgesi - Saf, aptal “Fena de il” anlam nda bir söz Baya , s radan

9. Kar nca - Köpek 10. Bedevi Araplar’ n ba l olan kefiyeyi tutturmakta kullan lan dü ümlü kordon - Parlak, saydam k rm z renkte de erli bir ta - ikar 11. Radyum’un simgesi - Osmanl devletinde taht yeri, saltanat makam anlam nda kullan lan bir sözcük - Hamur açmakta kullan lan silindir biçiminde uzunca de nek 12. n a - Burun - S k s k küçük

kazalar yapan kimse 13. Talih, baht - sim - Kimononun üstüne tak lan, biçimi ve boyutu cinsiyete, ya a, mevkiye ve bölgeye göre de i en, bir dü ümle birle tirilen geni ipek ku ak - Türkü, ark 14. Otlar - Brom’un simgesi Gelecek - Ölüm zaman 15. Resimdeki yazar n bir eseri YUKARIDAN A A IYA 1. Umutsuzluktan do an karamsarl k, üzüntü - Mitolojide tanr lar n içece i - Önder, lider 2. Düzgün konu an Lavrensiyum’un simgesi - Bir yap n n belediyece öngörülen azami yüksekli i 3. Kiloamper (k sa) Para torbas - Kuzu sesi Kendisine inan lan kimse 4. Bir geçmi zaman eki Cankurtaran 5. amand ralarda, r ht mlarda halat ba lamaya yarayan, sa lam mapalara geçirilmi demir halka Yeryüzünün üzerini kaplayan mavi ve kubbemsi bo luk - Tantal’ n simgesi - Bizmut’un simgesi 6. Ulusal bir parayla yabanc bir para birimi aras ndaki de i im

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

SOLDAN SA A 1. Resimdeki yazar - Alaka 2. Gözde aç k kestane rengi Bir peygamber ad Hayvanlar, bitkiler ve cans z nesneler aras nda geçti i hayal edilen ö retici masallar çeri taraf, dahil 3. Duman lekesi - Kap Bir yüzölçümü birimi Ayn ah r için ko an atlar 4. Bekta ilerin boyunlar na takt klar bir ta - Müzik

oran - Lokomotif taraf ndan çekilen vagonlar dizisi, katar Galyum’un simgesi slam inan na göre gö ün en yüksek kat 7. Bir sevinç ünlemi Mezopotamya panteonunda tüm tanr lar n babas ve kral olan gök tanr s - Kötü, çirkin 8. “... Gündüz Kutbay” (ney üstad ) - Geni lik - Beyaz 9. K salt lmadan k v rc kl k verilmi saçlar n ba çevresinde geni bir y n olu turdu u saç biçimi için kullan l r - çinde arap yap lan f ç 10. Sodyum’un simgesi - Rönesans döneminin en büyüklerinden say lan talyan ressam ve mimar (1483-1573) - lk say 11. Figür - Rodyum’un simgesi Ters, huysuz 12. Ba lang çta yer alan - Erkek deve - Ne olursa olsun, mutlaka - Notada duraklama i areti 13. öhret - Hz.Muhammed’i övmek amac yla yaz lan kaside - Akar, mayi, s v 14. Hafif bulutlu, sisli hava - lkel benlik - Ba bo , i siz, güçsüz 15. Resimdeki yazar n bir eseri Lümen (k sa)




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.