EH18

Page 1

Kadınları Koruyun Cinayetleri Durdurun

İşsiz gençlerden panel Gençler Meydana İnisiyatifi 17 Temmuz’da Mimar Sinan Üniversitesi Oditoryum’da ‘Neden işsisiz?’ ve ‘Genç işsizleri neler bekliyor?’ sorularına yanıt vermek amacıyla bir panel düzenledi.

>2

Kadınlar, Kadın Cİnayetlerine Karşı 24 Temmuz Pazar Günü saat 13.30 Tünel’den Taksim’e Yürüyor >8

Daima

Hakan Öztürk

Sahte Birinci Aşamalar Sadece AKP muhalifçiliğinin sonu CHP’ciliktir.

20 Temmuz

18

Sayfa 3

İşsizlik düştü, ekonomi büyüdü diyorlar ama rekor sayılacak iş başvuruları, iş kuyrukları gerçeği gözler önüne seriyor.

Tembellik değil, işsizlik patlaması İşte iki iş başvurusu fotoğrafı, işte gerçek işsizlik rakamları

03

07

Ziraat Bankası 1545 kişilik işe 88 bin başvuru

Mersin Akkuyu Nükleer Santrali 50 kişilik işe 9 bin kişi başvuru

İş başvurularında rekor sayı

Kriz derinleştikçe ölümler artacak

Kıdem tazminatı kaldırılıyor, “Torba Yasa” ile gündeme gelen kıdem tazminatlarının kaldırılması, yeni kabineyle birlikte tekrar gündeme geldi. AKP, işçi haklarını hiçe sayarak kıdem tazminatını kaldırmaya karar verdi.

Ziraat Bankası’nın bin 545 kişilik kadroya ‘’rekor sayıda’’ başvuru gerçekleşti. Bankanın açmış olduğu pozisyonlar için toplamda 88 bin 206 üniversite mezunu başvuruda bulundu. Akkuyu Nükleer Santrali’nde ise çalıştırmak

İşsizlik gerçekten azaldı mı?, Nisan ayı işsizlik verilerinin 2,1 puanlık azalışla %9.9’a düştüğü, işsiz sayısının 434 bin kişi azalarak 2 milyon 637 bin kişiye düştüğü TÜİK tarafından açıklandı.

Genç işsizliğe bir can daha

Asgari ücrete Temmuz ayında yüzde 5.1 zam yapılacak.16 yaşından büyük işçiler için asgari ücret, 28.99 liralık artışla net 658.95 lira olacak. >>2

Ekonomide büyüme olması paralelinde istihdamı getirmiyor. İş bulmaktan ümidini yitiren gençler intihar ediyorlar. Üniversite mezunlarının başka meslekten işleri yapması niteliği artırdığı düşüncesiyle iyi bulunuyor. Kriz, açılan

Tarihin sonu-kapitalizmin çöküşü Son dönemde Türkiye’nin “ekonomik büyüme” rakamlarını ve küresel ölçekteki krizin tahribatını kuramsal olarak açıklayan İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Çiğdem Şahin’le ekonomik büyüme hakkında söyleşi yaptık. >>4,5

Karşıyaka’da çalıştığı fabrikadan ayrılan ve ailesinin geçimini hurdacılıkla sağlayan Hacire Gezgin intihar ederek hayatına son verdi. >>2

%5 karın doyurmuyor

üzere Türkiye’den 50 gence Rusya’da eğitim vereceğini açıklayan şirkete tam 9 bin genç başvurdu. Japonya’da meydana gelen ve binlerce insanın öldüğü nükleer patlamaların ardından Türkiye’deki nükleer santraller de tartışmaya açılmıştı.

06

Yunan halkı kemer sıkmak istemiyor, Yunanistan, uzun süredir pençesinden kurtulamadığı krizin faturasını emekçilerden kesmeye çalıştı. Borç kriziyle karşı karşıya kalan hükümetin kemer sıkma paketlerine karşı emekçiler ayaklandı.

.

10 milyon Afrikalı aç!

Somali, Kenya ve Etiyopya’da kuraklıktan kaçan kitleler, dünyanın en büyük mülteci kampını oluşturmuş durumda. >>7

Babacan: Kriz yine gelebilir

EHP Parti Meclisi toplandı Emekçi Hareket Partisi Parti Meclisi üyeleri İstanbul İl Örgütü’nün yeni binasında bir araya gelerek ilk toplantıyı gerçekleştirdi.

Cafer Erçakmak’ın mezarı açıldı Madımak Oteli’nin yakılması ve 35 kişinin öldürülmesi davasındaki sanıklardan biri olan Cafer Erçakmak’a ait mezar, yürütülen soruşturma kapsamında açıldı. >>6

küçük kadrolara rekor başvuru olarak kendini gösterirken, her 4 gençten birinin işsiz olması ve krizin de etkisiyle artan kadın cinayetleri gerçeğiyle karşımıza çıkıyor. Gençlik mesleksiz göstermeye çalışan patronlar kendi çıkarlarını koruyor >>3

EHP Genel Sekreteri Gün Çağ Aydın’ın yağtığı açılış konuşmasının ardından EHP Genel Başkanı Sibel Uzun siyasal gündemi değerlendirdi. Sibel Uzun, konuşmasında Parti Meclisi’ne duyulan ihtiyaçta alanlarda yürüttüğümüz mücadele-

Viladimir Iliç Lenin

Gülsüm Kav

Yüz Kat Daha Savaşkan

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı

>>2

>>5

nin etkili olduğunu ifade ederek, “Başarıdan korkmayan, platonik değil özne olan üyelerle, kesintisiz biçimde yol yürüyeceğimizi” belirterek tüm PM üyelerine başarılar diledi. Genel Başkan’ın ardından söz alan Siyasi

AB’ye göre çok çalışıyoruz

Büro Üyesi Hakan Öztürk ise PM’nin kurulmasının parti için önemli bir aşama olduğunu belirterek EHP’nin gençlik, kadın, işszilik, Cumartesi Anneleri eylemlerinde yer almaya sebebiyet veren önemli fikirlerinin olduğunu söylerken, parti yöneticilerinin bu fikirlere hakim olması gerektiğinin altını çizdi. Ve bu fikirlerin EHP’nin iletişim araçlarıyla yaygınlaştırılması gerektiğini ekledi.Solun birinci aklı olan örgütlülüğün yok olduğunu söyleyerek “piknik, bir örgütlülük biçimi değildir” dedi. >>6

Ali Babacan Avrupa ekonomisinin çökme yolunda olduğunu söyleyerek yeniden bir krizin yaşanabileceğini söyledi. 2008 krizinde sarsılan ancak derin bir yara almayan Türkiye ekonomisinde geçen üç yılda kriz daha da derinleşti. Cari açığın ekonomi planlarının yapıldığı her dilimde giderek büyüdüğü bir ortamda AKP hükümeti bunu; büyümenin getirdiği bir sorun olduğu ve endişelenecek bir şey olmadığı konusunda kamuoyunu ve piyasaları ikna etmeye çalıştı. >>7

Devlet korumuyor, suça teşvik ediyor >>3

>>8


2

20 Temmuz 2011

İşsiz gençlerden panel

Akıntıya Karsı . . Viladimir Iliç Lenin

Yüz Kat Daha Savaşkan Rus liberallerinin önderi olan ve yurt dışında özgür, yasadışı bir organ yayınlayan bay Piotr Struve, “Kanlı Pazar”dan iki gün önce, “Rusya’da henüz devrimci bir halk yok” diye yazıyordu. Bir okuma yazma bilmeyen köylüler ülkesinin, devrimci bir halk yaratabilmesi fikri, burjuva reformistlerin bu “yüksek derecede kültürlü” kasıntılı ve alıklar alığı önderine çok saçma görünüyordu. Dönemin pek çok reformisti, derinden derine gerçek bir devrimin olanaksızlığına (tıpkı günümüzün reformistleri gibi) inanıyordu! 22 Ocak 1905’den önce Rusya’nın devrimci partisi bir avuç insandı. Dönemin reformistleri (tıpkı bugünün reformistleri gibi) alay ederek bizi bir “mezhep” olarak adlandırıyorlardı. Birkaç yüz devrimci örgütleyici; birkaç bin yerel örgütler üyesi; en çok ayda bir kez çıkan, çoğu yurt dışında yayınlanan ve inanılmaz büyük özverilerle Rusya’ya gizlice sokulan yarım düzine kadar gazete… 22 Ocak 1905 öngününde Rusya’daki devrimci partiler ve her şeyden önce devrimci olan sosyalizm işte bu haldeydi. Bu durum dar kafalı ve kendini beğenmiş reformistlere, görünüşte Rusya’da henüz devrimci bir halk olmadığını ileri sürmek hakkını veriyordu. Ancak birkaç ay içinde işler kökten değişti. Yüzlerce devrimci olan sosyalist, “birdenbire” binleri buldu ve bu binler de iki-üç milyon emekçinin önderi durumuna geldi. Emekçi mücadelesi, elli-yüz milyonluk bir köylüler yığınının derinliklerinde büyük bir kaynaşmaya ve hatta kısmen devrimci bir harekete neden oldu. Köylü hareket orduda bir yankılanma yaptı ve askeri ayaklanmalara, birlikler arasında silahlı çatışmalara yol açtı. 130 milyon nüfuslu büyük bir ülke, devrime işte böyle girdi. Uyuklayan Rusya, devrimci emekçilerin ve devrimci halkın Rusyası durumuna işte böyle geldi. Bu dönüşümü irdelemek, onu mümkün hale getiren şeyi anlamak, deyim yerindeyse özel koşullarını ve yönlerini incelemek zorunludur. Kitle grevi bu dönüşümün en güçlü etkeniydi. Rus devriminin şu özgünlüğü vardır ki: o, toplumsal bakımdan burjuva demokratik, mücadele araçları bakımından emekçi bir devrimdi. Burjuva demokratik bir devrimdi çünkü o anda yöneldiği ve kendi öz güçleriyle hemen erişebileceği hedef, demokratik cumhuriyet, sekiz saatlik işgünü ve yüksek soyluluğun uçsuz bucaksız toprak mülklerinin zoralımı gibi. Bunlar 1792 ve 1793’te Fransa’da burjuva devrimin hemen tamamen gerçekleştirdiği tedbirlerdi. Rus devrimi aynı zamanda emekçi bir devrimdi. Yalnızca emekçiler bu devrimin yönetici gücü, hareketin öncüsü olduğu için değil; ayrıca emekçilerin özgül mücadele aracı olan grev, kitleleri harekete geçirmenin başlıca kaldıracı ve yükselen karar verdirici olaylar dalgasının en belirleyici olgusunu olduğu için de emekçi bir devrimdi. Dünyanın hiçbir kapitalist ülkesi, hatta İngiltere, ABD ve Almanya gibi en ileri olanları bile, Rusya’nın 1905’te gördüğü kadar geniş bir grev hareketi görmedi. Grevcilerin toplam sayısı 2.800.000’e, yani sanayi işçilerinin toplam iki katına yükseldi. Hiç kuşku yok bu durum, Rusya kentlerindeki sanayi işçilerinin Batı Avrupa’daki kardeşlerinden daha kültürlü, daha sağlam ya da mücadeleye daha yatkın olduklarını göstermez. Aslında bunun tersi doğrudur. Ama bu tablo emekçilerin bağrında uyuklayan gücün ne kadar büyük olabileceğini gösteriyor. Bu durum devrimci bir dönemde emekçilerin (küçük burjuva bir abartma yapmaksızın, Rusya tarihinin verdiği en kesin verilere göre söylüyorum) yatışma dönemlerinde genel olarak gösterdiğinden yüz kat daha savaşkan bir gözüpeklik gösterdiğini ortaya koyuyor. Bundan da 1905’e kadar insanlığın, gerçekten yüce bir amaç uğruna, gerçekten devrimci bir savaş vermek söz konusu olduğunda emekçilerin ne olağanüstü ve görkemli bir güç göstereceğini henüz bilmediği sonucu çıkıyor. Tarih: 1917 Viladimir İliç Lenin, Gençlik Üzerine, Sol Yayınları, Kasım 1993, Ankara, s. 89, 90, 91.

Gençler Meydana İnisiyatifi 17 Temmuz’da Mimar Sinan Üniversitesi Oditoryum’da ‘Neden işsisiz?’ ve ‘Genç işsizleri neler bekliyor?’ sorularına yanıt vermek amacıyla bir panel düzenledi. Gençler Meydana İnisiyatifi ilk olarak, 8-9-10 Haziran’da Taksim Meydanı’nda oturma eylemi düzenlemiş, bu eylemiyle halkın desteğini almış ve sokaktan insanların katılımıyla büyümüştü. 19 Haziran’da da İspanya, Yunanistan, Avusturya, Fransa gibi ülkelerle eş zamanlı yapıtığı enternasyonal eylem ile de bir kez daha sokaklara dökülmüştü. Gençler Meydana İnisiyatifi, 17 Temmuz’da Mimar Sinan Üniversitesi’nde işsizliğin nedenleri üzerine bir panel gerçekleştirdi. Panelde esas konuyu genç işsizlik sorunu oluşturdu. Konuşmacı olarak Daima adlı teorik dergi yazarı ve EHP’nin Siyasi Büro üyesi Hakan Öztürk, Birleşik Metalİş Sendikası eğitimcisi İrfan Kaygusuz ve inisiyatifin içinden Alper Alemdar ve Işıl Kurt panele katıldılar. Aynı zamanda İspanya’daki direnişe katılmış olan Oskar Matteu meydandaki izlenimlerini paylaşıp soruları yanıtladı. Hakan Öztürk : Koşullar elverişli değil ! Hakan Öztürk konuşmasına, 2008’deki krizin, ABD gibi gelişmiş kapitalist ekonomiye sahip ülkelerin dahi çıkmaza girdiğini kanıtlamasının önemli olduğunu belirterek başladı. Geniş bir kriz analizinin ardından, bugün Çin’in ABD ile bağlantısını düşünmemiz gerektiğini ve böylece krizden bu denli etkilenmemiş ülkeleri nasıl bir geleceğin beklediğini öngörebileceğimizi söyledi. Tunus’ta, Mısır’da, daha birçok kuzey Afrika ülkesinde ve İspanya’da yaşanan ayaklanmalar ezilmiş sınıfların krizden memnun olmadıklarının göstergesi olmak-

Genç işsizliğe bir can daha Karşıyaka’da çalıştığı fabrikadan ayrılan ve ailesinin geçimini hurdacılıkla sağlayan Hacire Gezgin intihar ederek hayatına son verdi. Hacire Gezgin maddi durumlarını beğenmiyordu. ‘’Sayısal loto neden bize çıkmıyor?’’ diyerek yakınıyordu. Bir süre önce de çalıştığı fabrikadan ayrılmasıyla daha da bunalıma giren Hacire 1,5 ay önce de bu yüzden canına kıymak istemişti. Çöp atmak üzere evden ayrılan Hacire Gezgin saat 10.00 sıralarında evlerinin yakınındaki Şemikler Metro İstasyonu’nda Aliağa-Cumaovası seferini yapan metro treninin önüne atladı ve altında kalarak can verdi.

İşsizlik “yok ederek” artıyor Bugün işsizlik ve getirisi olan düşük yaşam standartları bir can daha aldı. Krizin patlamasının yakın olduğu ve işsizliğin 10 milyonu geçtiği ülkemizde umudunu yitirmiş gençlerle daha fazla karşılaşma ihtimalimiz yüksek görünüyor.

Mehtap Akpınar

la birlikte, ‘başka bir dünyanın mümkün’ olduğu fikrinin ve insanların içinde bulundukları duruma dair yaptıkları bir akıl yürütmenin yaygınlaşmasının çok umut verici olduğunu belirtti. Türkiye’de ise bugün bu isyanların olmamasının nedeninin somut koşullarla açıklanması gerektiğinin ve bu koşulların henüz İspanya’daki ya da Tunus’daki kadar kötü bir duruma işaret etmediğinin altını çizdi. Ancak Türkiye’de (Bu sayılan ülkelerde olduğu gibi) gençler, gelir düzeyi düşüklüğünün ve işsizlik oranının diğer toplumsal kategorilere göre 3 kat daha fazla olduğu bir kategoridir. Gençlerin bu denli ezilmişliği diğer ülkelerdeki isyanlara gençlerin öncülük etmiş olmasının nedenini açıklarken; Türkiye’de de gençlerin toplumsal bir harekete öncülük edebileceğini belirtti. İrfan Kaygusuz sunumunu İnisiyatifin iki sorusuna cevap aramak üzere şekillendirdi. İşsizliğin nedeninin gençlerin tembelliğinin olmadığına ve son 8 yılda üniversiteli işsizliğin 3 kat arttığına değindi. Gençlerin daha fazla işsiz olmasının nedeninin neoliberal politikalar ol-

duğunun ve az işçiyle çok iş yani ‘verimliliği arttırma’ başlığı altında artan emek sömürüsünün olduğunu söyledi. Neoliberalizmin çekirdek kalifiye bir iş gücünün çevresinde işsizlikle her an burun buruna olan daha büyük bir çevre iş gücü yarattığını, böylece güvencesiz işin ekonomik hayattaki yerinin sağlamlaştırıldığını ve bundan da en başta da gençlerin etkilendiğinin altını çizdi. Sonuç olarak, gençleri güvencesiz, emek sömürüsüne dayalı bir geleceğin beklediğini belirtti.

Kriz ve Genç İşsizlik konuları derinleşti İşsizlik konusunda yapılması gerekenler hakkında konuşan Oskar ise, ücretler sabit tutularak çalışma saatlerinin düşürülmesinin, çalışma saatlerin paylaştırılmasının ve bu şekilde istihdamın arttırılmasının olduğunu söyledi. Alper Alemdar ise Yunanistan’dan, İspanya’dan ve Portekiz’den aldığı istatistiki verilerle kapitalist sistem var oldukça dünyanın her yerinde işsizliğin de var olacağını belirtti. Kriz, finansal ekonomisi gelişmiş olan ülkelerde banka-

ların batması ve ülkenin iflas eşiğine gelmesiyle sonuçlanıyor. Ancak Türkiye gibi finansal ekonomisi gelişmemiş, reel sektöre bağlı ekonomilerde ise krizin asıl sonucunun kontrol edilemez haldeki işsizlik olduğunu söyledi. Buna bağlı olarak da kapitalizmin ebedi olamayacağını kanıtlamış oldu. Işıl Kurt, ‘öyleyse gençler ne yapmalı’ sorusuna cevap verdi. Gençlerin işsiz sayılmamasının iş beğenmemelerinden kaynaklanmadığını, keza bugün gençlerin üniversitelerde üstünde çalıştığı alanlarda iş bulmasının neredeyse imkansız olduğunu belirtti. Bunun bir sonucu olarak da iş bulmak için gerekli olan nitelik kavramının

göreceli bir hale getirildiğini ve gençlerin emeğinin değersizleştirildiğini anlattı. Bugünden yarına İspanya’daki gibi bir ayaklanmanın Türkiye’de çıkmayacağını maddi temelleriyle açıklayarak Gençler Meydana İnsiyatifi’nin en önemli rolünün bu isyanları hazırlamak ve aynı zamanda da bu isyanlara hazır olmak gerektiğini söyledi. Panel, krizin ne olduğunu açıklığa kavuşturup, genç işsizlik ile kriz arasındaki bağlantıyı kurdu.

Fikriye Yılmaz

Kritik Sahne

Novecento (1900)

Novecento filmi Bernardo Bertulicci’nin “Paris’te Son Tango” filminin başarısından sonra çektiği ve başrolde Robert De Niro ve Gerard Depardieu’nun rol aldığı 5,5 saatlik bir başyapıttır. Ülkemizde başka bir çok ülkede olduğu gibi sansüre uğramıştır. Film, 1900 yılında aynı gün dünyaya gelen biri bir köylünün diğeri ise efendinin oğlu olan iki çocuğun 1945 yılına kadar olan hikayesini anlatır. Bunu anlatırken bir dönem İtalya’da verilen sosyalizm mücadelesini unutulmaz bir şekilde perdeye taşıyor. Bu sahnede babası öldükten sonra yeni efendi olan Giovanni ülkede yaşanan fırtına sonrası uğradığı zararı işçilerle tartışır: Giovanni: Kısa keseceğim. Herşeyi kaybettik. Şarap, domates, patates, tahıl, tüm hasat. Bu yüzden hepimiz özverili davranmalıyız. Öyle değil mi Leo? -E dilini kedi mi yuttun?

Onlara ne kadar buğday kaybettiğimizi söylesene. -Yarısını mı? En azından. Bu nedenle durum basit. Yarı ücretle yaşamalıyız. İşçi: Ama hasat 2 katına çıkınca 2 katı maaş almıyoruz. Giovanni: Dürüst olmak gerekirse, eğer kendi kazancımdan olacaksam,hepinizi evinize göndermeliyim özellikle de işçileri! -Hepiniz bir avuç cahilsiniz, bana müteşekkir olmalısınız! -Çünkü burada gerçekten kaybeden birisi varsa o da benim! Bu arada, efendi kim? Kim emirleri veriyor? Leo: Siz. Giovanni: Her şeyi kay-

bettik, işittiniz mi beni? (İşçilerin arasına doğru yürür, aşağılayıcı konuşmaya başlamıştır) Kocaman kulaklarınız da var! (Az önce maaşlar hakkında söz söyleyen işçiye söylemiştir) (Bu esnada işçiler efendilerinin etrafını sarmıştır. Yapılan haksızlığa karşı öfkelidirler. Kendisine hakaret edilen işçi belinden

bir bıçak çıkararak kulağına götürür. Hiç tereddüt etmeden kulağını keser ve efendinin eline verir. Efendileri şaşkınlık ve korku içerisinde oradan uzaklaşır. Arkadaşlar işçinin kulağına hemen bir bez parçası basarlar)

Serkan Atak

Yaşar Kemal yüzyılın romanını seçti

“Batı cephesinde yeni bir şey yok” adlı romanı Yaşar Kemal yüzyılın kitabı olarak seçti. Fransa’nın yayın evlerinden Gallimard 100. kuruluş yıldönümünde dünyaca ünlü 31 romancıdan 20. yüzyılı temsil eden birer romanı seçmelerini istedi. Erich Maria Remarque tarafından 1929 yılında yazılan “Batı cephesinde yeni bir şey yok” adlı romanı Yaşar Kemal yüzyılın kitabı olarak seçti. I. Dünya Savaşı sırasın-

da cepheye giden Alman gençlerin dramını anlatan savaş karşıtı roman, Naziler tarafından meydanlarda yakılan kitapların başında geliyordu. Yaşar Kemal, La Nouvelle Revue Française için kaleme aldığı yazıda ‘Batı Cep-

hesinde Yeni Bir Şey Yok’u niçin seçtiğini şu sözlerle anlattı: “Remarque’ın kitabını gençliğimde okumuştum. Bu kitap 20. yüzyıl dünyasının el kitabı sayılabilir. Böylesi kitaplar büyük ustalıkla yazılır, dahası can pahasına yazılır. Hatırlayalım, bu kitabı Hitler meydanda yaktırmıştı. Bu kitabı bir daha okudum. Yıllar önce yazılmış bu kitap daha bugünlerde yazılmış gibi. Böylesi kitapları insanoğlu sonuna kadar götürecektir.”

Selçuk Kaygısız


3

20 Temmuz 2011

Kıdem tazminatı kaldırılıyor “Torba Yasa” ile gündeme gelen kıdem tazminatlarının kaldırılması, yeni kabineyle birlikte tekrar gündeme geldi. AKP, işçi haklarını hiçe sayarak kıdem tazminatını kaldırmaya karar verdi. Hükümetten hak gaspına güzelleme Çalışma Bakanı Faruk Çelik, Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve TİSK’ten oluşan Üçlü Danışma Kurulu’nu topladı. Görüşmede kıdem tazminatının kaldırılacağını, “İşçilerin büyük çoğunluğunun alamadığı, işletmelerin üzerinde ödeme baskısı oluşturan, çalışma hayatının en önemli soru alanlarının başında gelen kıdem tazminatı sorunu, kazanılmış hakları koruyan ve bütün işçilerin kıdem tazminatı garanti altına alan bir fon oluşturularak çözülecek” şeklinde güzelleyerek bildiren Çalışma Bakanı Faruk Çelik, istihdamı arttırmak ve kayıt dışını azaltmak için “güvenceli esneklik” anlayışı ve işi değil insanı koruma ilkesi çerçevesinde işgücü piyasasının katılıklarını gidererek başta genç, kadın ve vasıfsız işgücü olmak üzere işsizlere nitelik kazandırarak, işe girişleri kolaylaştıracaklarını söyledi.

“Torba Yasa” hayata geçiriliyor Geçtiğimiz sene yoğun tepkilere yol açan ve açık bir şekilde işçi sınıfına saldıran torba yasa tasarısının görüşülmesi, siyasi partilerin, sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin eylemleri sayesinde ertelenmişti. Son genel seçimle birlikte iktidarını güçlendiren AKP Hükümeti, burjuva sınıfının çıkarları doğrultusunda politikalar yürütmeye devam ediyor. İşsiz sayılmayan birçok kategoriye rağmen % 10.8 olan işsizlik oranı hükümetin istihdam politikaları nedeniyle büyümeye devam edecek. İşsizliğe çözüm olarak patron-

ların üzerine baskı oluşturduğunu iddia ettiği kıdem tazminatının kaldırılması, gerçekte burjuva sınıfının daha fazla kar etmesini engelleyen işçi haklarının ortadan kaldırılmasına yönelik bir hareket özelliği taşımaktadır. Torba yasada yer alan tasarıların grev nedeni olduğunu açıklayan DİSK ve Türk-İş’in yanı sıra Hak-İş’in torba yasaya karşı bir açıklamada bulunmadığı biliniyor.

“Kıdem Tazminatı”na karşı “Fon Modeli” Kazanılmış bir hak olan kıdem tazminatının yerine fon oluşturulacağını söyleyen hükümet, aynı zamanda kıdem tazminatının işveren üzerinde yük olduğunu belirterek, her daim emekçinin karşısında olduğunu yinelemiş oldu. Daha önce de işsizlik fonunu işverenlere kredi olarak dağıtan AKP Hükümeti, aynı yöntemle kullanılabilecek bir fon oluşturmak istiyor.

Can Ersoy

AB’ye göre çok çalışıyoruz

%5 karın doyurmuyor

Asgari ücrete Temmuz ayında yüzde 5.1 zam yapılacak. Böylece 16 yaşından büyük işçiler için asgari ücret, 28.99 liralık artışla net 658.95 lira olacak. Günlük 1 TL’den az olan artışla artık asgari ücretli bir çalışan her gün faz-

landan ancak bir ekmek daha alabilecek. Böylece günde üç öğün ikişer simit birer ayranla beslenen dört kişilik bir aile ay sonunda artan 110 TL ile(simit ve ayran 50’şer kuruştur) kira, eğitim, temizlik gibi masrafları karşılamaya çalışacak.

TÜRK-İŞ’in yaptığı açıklamaya göre, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 878 TL, yoksulluk sınırının ise 2 bin 861 TL olduğu bildirildi. Belirtilen raporda “4 kişilik bir ailede sağlıklı ve yeterli beslenebilmek için 878 lira gereklidir.” açıklaması geçti. Çalışanların, ağırlıklı olarak

tükettikleri mal ve hizmetlerdeki fiyat artışı nedeniyle, yılbaşına göre bugün 33 lira 83 kuruş daha fazla harcama yapmak durumunda kaldığı kaydedilen raporda, mutfak harcamasına altı ayın sonunda gelen ek yükün ise 10 lira 38 kuruş olarak belirlendiği bildirildi.

Açlık sınırı belli oldu

AB ortalamasına göre, Türkiye’de istihdam oranı düşerken, çalışma süreleri uzuyor. AB istatistik kurumu Eurostat’ın verilerine göre, Türkiye’de 20-64 yaş arası grupta istihdam oranı % 50 düzeyinde bulunuyor. Erkek istihdamının % 72,7 ile AB ortalamasına yaklaştığı Türkiye’de kadın istihdamı % 28’le hayli düşük kalıyor. 20-64 yaş gurubunda AB’de istihdam oranı yüzde 68,6 iken bu oran erkekler arasında yüzde 75,1 ve kadınlar arasında yüzde 62,1 olarak hesaplanıyor. AB’de erkek istihdam oranı Hollanda’da yüzde 82,8, İsveç’te yüzde 81,7 ve Almanya’da yüzde 80,1’i bulurken AB dışındaki İsviçre’de bu oran yüzde 87,6’ya ulaşıyor. Kadın istihdamında ise yüzde 75,7’le

İsveç, yüzde 71,5’le Finlandiya ve yüzde 70,8’le Hollanda başı çekiyor. Türkiye’de istihdam oranında geride kalsa da çalışma sürelerinde AB’ye fark atıyor. Ortalama tam zamanlı çalışma süresi Türkiye’de haftada 52,2 saat iken AB’de 40,4 saate geriliyor.

Türkiye’de istihdam edilen çalışma çağındakilerin haftalık çalışma süreleri erkeklerde 53,3 ve kadınlarda 48,4 saati buluyor. AB’de ise erkekler 41,1 ve kadınlar 39,3 saat çalışıyor.

Rıfat Çapar

Sendikal Hak İhlalleri Raporu açıklandı

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) tarafından hazırlanan raporda, anayasada özgürlüklere dair bazı düzenlemeler yapılmasına karşın sendikal hakların yasal olarak hâlâ büyük oranda kısıtlandığı belirtildi. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) Sendikal Hak İhlalleri Raporu’nda, dünyada geçen yıl yaşanan sendikal hak ihlallerine yer verildi. Raporda, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 143 ülkenin sendikal hak ihlalleri, sendikal hakların pratikte nasıl uygulandığı ve ulusal yasaların sendikal hakları ne ölçüde etkilediği ve işçilerin hakklarını nasıl koruduğuna dair bilgilere yer verildi. Raporda sendikalı olmak isteyen çalışanların gelecek kaygıları yüzünden yönetime

daha yakın sendikaları tercih ettiği vurgulanıyor. Raporda sendikaların miting ve gösteri öncesinde yetkili makamlardan izin alması gerektiği

,gösteri veya miting esnasında polisin yada kolluk güçlerinin bunu kayıt altına almasının önlenemeyeceği belirtiliyor. Zonguldak Emre Turan

Başvurularda rekor Ziraat Bankası’nda bin 545 kişilik kadro için 88 bin 206 üniversite mezunu başvuru yaptı. Ziraat Bankası’ndan yapılan yazılı açıklamada, bankanın çeşitli unvanlarda alacağı bin 545 kişilik kadroya ‘’rekor sayıda’’ başvuru gerçekleştiği, bankanın açmış olduğu pozisyonlar için toplamda 88 bin 206 üniversite mezununun başvuruda bulunduğu bildirildi. Mersin’de ise kurulacak Akkuyu Nükleer Santrali’nde çalıştırmak üzere Rusya’nın açtığı 50 kişilik kontenjan için 9 bin kişilik başvuru geldi. Bu sene Eylül ayında Rusya’ya gidecek 50 öğrencinin seçim çalışmaları yapılırken, 50 kişilik kontenjan için 9 bin kişilik başvuru geldi. Bu proje için, mühendislik

fakültelerinin fizik ve matematik derslerinin görüldüğü bölümlerinde okuma şartı getirilirken, başvuran 9 bin kişinin büyük bölümünün bu kriterleri taşımadığı saptandı. Projeye göre, 6 yılda toplam 300 öğrenci, Rusya’da eğitim görecek. Seçilecek öğrencilerin, Moskova’daki MEPhI Üniversitesi’nde nükleer enerji alanında eğitim almaları sağlanacak. Rusya’daki eğitim programını başarı ile tamamlayan öğrencilere Mersin-Akkuyu Nükleer Güç Santralında unvanları doğrultusunda iş imkanı, sağlık sigortası ve lojman imkanı sağlanacak. Bu öğrenciler, Akkuyu nükleer santralında en az 13 yıl mecburi hizmette bulunacaklar.

Daima

Hakan Öztürk

Sahte Birinci Aşamalar Sadece AKP muhalifçiliğinin sonu CHP’ciliktir. Kendi üyelerinizi bile CHP’ye oy atmaktan alıkoyamazsınız. CHP’ye yardımcı olmak için siyaset yapılamaz. Devrimci olunamaz demiyorum. Hiçbir tür siyaset yapılamaz. Yani CHP’ye yardımcı olarak Greenpeace siyaseti de yapılamaz. Varını yoğunu ortaya koyarak siyaset yapabilir insan. Bütün dikkatini ona verir. En ufak bir değişime karşı tetiktedir. Her an üzülür her an sevinir. Her şeyini verir. Yine de olmayabilir. Belki olur. Devrimci birisi, bütün hayatını tek bir iyi şey olma ihtimaline adar. Bu nedenle devrimcilerin başarma ihtimali vardır. CHP’ye yardımcı olunarak siyaset de yapılmaz, ticaret de. Müşteriye mal yetiştirmeye çalışan manavın elmalarını tartıp kesekağıdına koyan bir bakkala bu işin hiçbir faydası yoktur. Yan taraftaki büyük manavın çok fazla elma satmasına yardımcı olma durumuna düşmeniz her açıdan bir felaket sayılır. Eğer siz bakkalsanız ve gelen giden olmadığı için başı kalabalık manava (bir yönüyle de özenerek) yardım etmeye kalkışıyorsanız, yakında kendi dükkanınızı kapatacaksınız demektir. Birincisi, manav için sattığı elmalar (eğer satış yaparken aldığı paraları manava vermek yerine cebe atmıyor ise)bakkala hiçbir şey kazandırmaz. Diş kurcalamakla karın doymaz. İkincisi, manava güya yardımcı olmaya çalışırken kendi müşteri ihtimallerini de kaybeder. Üçüncüsü bakkal bu sakil hareketiyle bakkal olma maneviyatını kaybeder. Bakkalın ne olursa olsun, dükkanında bekleyerek ekmek, deterjan ve bisküvi satmak için çırpınması gerekir. Sanatçı ve lider doğulmaz. Ticaret ve devrim olunmaz. Kendinde ticaret, siyaset ve devrim yapılmaz. Bunlar kendi kendine olmaz. Doğada ve tarihte saf olarak veya külçe halinde bulunmaz. Siyaset, devrim ve altın dağların derelerin taşına toprağına karışık durur. Elinizi daldırıp koca bir avuç çıkaramazsınız öyle. İnsan ancak devrim yapmak için çırpınabilir. Kendinde ve tek ülkede sosyalizm olmaz. CHP’yi desteklemek devrimin birinci aşaması değildir. Aşamacı olan ve hiç mi hiç olmayanlara duyurulur. “Gel şu birinci aşamada bana yardımcı ol, ikinci, olmadı üçüncü aşamada senin de meselelerine bakacağız. Ama bana unutturma haa!” diyaloglarının sonu hüsrandır. İkinci aşamaya kalan dona kalır. Eğer atı başınıdan yakalayamadıysan arkasından yakalamaya çalışma. Tarihin hiçbir aşamasında manav elma satsın diye bakkal müşteriyle ilgilenmez. İlgilenemez. İlgilenmemelidir. Bu bakkal ve manav versiyonu. Bir de manav ve manav versiyonunu var. Siz portakal satamıyorsunuz diye yanda kıyamet gibi elma satan manava yardım ediyorsanız eğer, herhalde en hazini budur. Düşünün elma müşterileri o kadar yığılmış ki siz kendinizi ona yardım etmekle yükümlü hissediyorsunuz. Bu tablo size portakal satmanızın ne kadar anlamsız olduğunu hissettiriyor belki. En uç noktaya gelip, portakal satan manav olduğunuz halde, kendinizi elma satan manavla özdeşleştiriyorsunuz. Hiç portakal satmıyorsunuz ama ev gidip hiç portakal satamadım diyemiyorsunuz. “Elma satışından ne kadar çok kazandık” gibi konuşmaya başlıyorsunuz. Kendiniz kazanmış gibi. Portakalcılık kazanmış gibi. Hatta başka portakal satamayan manavları küçümsemeye başlıyorsunuz. Onlarla alay ediyorsunuz. Daha sonraki zamanlarda portakal dükkanınız kapanıyor. Umursamıyorsunuz bile. Hem siz artık portakal satan manav değilsiniz ki. Hah. Dükkan kapandı, eve de gitmiyorsunuz artık. Üst baş perişan. Elma satan manavın etrafındasın artık her daim. Gözüne çarpmak istiyorsunuz. Ah şu elma satan manavda çalışmaya bir başlasanız. Elma satan manav size bir kerecik “hadi koçum gel” dese. Elma satmak devrimin birinci aşaması değildir. Hiçbir birinci aşama ikinci aşamayı ikame edemez. Ne kadar karbonhidrat ve protein alırsanız alın C vitamini eksik olarak kalır. Bunun bir de Akmerkez’de takılan ama zaten hiçbir şey satmayan versiyonu var.


4

20 Temmuz 2011

Tarihin sonu-kapitalizmin çöküşü Son dönemde Türkiye’nin “ekonomik büyüme” rakamlarını ve küresel ölçekteki krizin tahribatını kuramsal olarak açıklayan İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Çiğdem Şahin’le söyleşi yaptık:

Çiğdem Şahin Kimdir?

Rıfat Çapar Söyleşimize güncel bir tartışmayla başlayalım isterseniz; Ekonomist Nourel Roubini, potansiyel büyük ekonomik sorunların, 2013’te ‘’kusursuz fırtınaya’’ yol açabileceğini söylüyor, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz; Türkiye’nin de bu küresel fırtınaya yakalanabileceğini öngörür müsünüz? Farklı ülkelerde farklı süreçlerde ve farklı zamanlamalarla ortaya çıkan irili ufaklı birtakım krizler yaşanıyor günümüzde… Örneğin Türkiye 2000’li yılların başından ortalarına kadar yaşadı bu krizi, şu an toparlanmış gibi görünüyor ama ben bunun da yanıltıcı olduğunu düşünüyorum. Nedenine sonra geleceğim. Bu arada Türkiye’de biraz istikrar sağlanırken Avrupa ülkelerinde kriz peş peşe patlak vermeye başladı; Yunanistan, İtalya, Portekiz şu an bu süreci yaşıyor. Bu sistemin en belirleyici gücü olarak Amerika’nın da son yıllarda sürekli ama ivmesi inişli çıkışlı bir durgunluk ve kriz içinde olduğu biliniyor. Çin’de de durum pek parlak değil. Resmin bütününe baktığımızda ise, yani bütün bu ekonomileri tek bir dünya sistemi, kapitalist sistem olarak düşündüğümüzde buradaki olguyu ülke bazında küçük krizlerle atlatılabilecek bir durum olarak değil bütün olarak kapitalist sistemi bekleyen büyük bir krizin artçıları olarak yorumlamak daha doğru olur. Bu anlamda Türkiye’de doğal olarak bu büyük krizden etkilenecektir; hatta bu büyük krizi beklemeye bile gerek yoktur; şu anki cari açıkla, üretmeyen, istihdam yaratmayan, sadece özelleştirme ve borçlanma yoluyla kendini finanse ederek ayakta kalabilen bir ekonomik yapıyla Türkiye’nin krize girmemesi mümkün müdür? Bunun Roubini’nin kapitalizm için öngördüğü küresel krizden daha önce olacağını düşünüyorum ben... Roubini’nin bahsettiği ‘kusursuz fırtına’ ise küresel bir krizdir; hiçbir ülkenin bu krizden kaçınması mümkün değildir; bütün dünya birden tutulacaktır o kusursuz fırtınaya… Kusursuz olduğu için belki, kapitalizmin son krizi de olabilir bu… Sonuç olarak başa dönersek Roubini’in bütün olarak kapitalizmin son 75 yılın derin resesyonundan büyük yaralar aldığı ve tek tek ülke bazında zayıflayan ekonomilerin bir araya toplanmasından kaynaklanan global zayıflıkların ‘kusursuz bir fırtına’ ya yol açacağı yorumu bana da akla yatkın geliyor. Çünkü daha bir kriz tam atlatılamadan bir yenisi yaşanıyor; o kadar sıklıkla tekrarlanmaya başladı ki bu kriz süreçleri, sisteme soluk aldıracak, mevcut sorunların en azından bir kısmını çözecek düzenlemeler daha yapılamadan eski sorunların üstüne başka sorunlar ekleniyor. Roubini’nin dediği gibi bu sistemde gittikçe büyüyen zayıflıkların birikime yol açıyor. Bu birikimin bir gün patlamayla sonuçlanmasını öngörmek sizin için de zor olmasa gerekir. Burada önemli olan bu kusursuz fırtınanın nasıl olacağı değil bana göre, bu fırtınanın, bu büyük krizin neye mal olacağı, beni ilgilendiren kısmı bu; böylesi büyük bir krizden sonra kapitalizmin hala ayakta kalıp kalamayacağı; kalamazsa gelecekte nasıl bir sistemin insanlığı beklediği... Bu konuda tahmin yürütebilmek için olaylara biraz da kuramsal bakmak gerekiyor. Yani kapitalizme alternatif üretmeye çalışan kuramların bu konudaki öngö-

rülerini yeniden gözden geçirmekte fayda var. Bu şekilde ancak kapitalizm eğer bir gün dönüşecekse nasıl bir sisteme dönüşeceği konusunda sağlıklı bir fikir yürütmek mümkün olabilir. Biz Marksistlere bu konuda önemli sorumluluklar düşüyor, alternatif bir sistemi biz üretemeyeceksek kim üretecek ki; bugünün kapitalistleri mi? Olabilir neden olmasın ama bunun sosyalizm olmayacağı açıktır; Eğer gelecekteki sistem gerçekten Marks’ın öngördüğü gibi sosyalizm olacaksa bu dönüşümün

rak ele alınıyor. Yani üretim ilişkileri ve sermaye Birikim Rejimi’nin koşullarına uygun düzenlemeler yapıldığı sürece ki bu düzenlemeler her türlü kurumsal değişiklikleri, hukuk sisteminin, eğitim sisteminin değişimini, yeni koşullar ve yeni ilişkilere adaptasyonu sağlayacak her türlü düzenlemeyi içerebiliyor; işte bu düzenlemeler Birikim Rejimi’nin değişen koşullarına uyum sağladığı sürece sermaye birikimi sorunsuz devam edebiliyor ve sistem istikrar içinde işleyebiliyor; ama ne zaman ki birikimin ko-

Kişilerin yaşam standardında bir gelişme olmadığı sürece, büyüme kısa vadede ser-

adaptasyon eski düzenlemelerin tamamı yok olmadan ama yeni düzenlemelerin hakim olması halinde ancak başarılı olabiliyor. Düzenlemeler doğru zamanda ve iyi yapılamadığında ise önce küçük krizler sonra da sistemde biriken sorunlardan dolayı büyük krizler ortaya çıkıyor. İnternetin hayatımıza girmesini ele alalım örneğin; İnternetin günlük yaşamımıza girmesi, bütün kurumların sistemin buna adaptasyonu, toplumun buna uyumu öyle şıp diye gerçekleşmemiş zaman almıştır; hala

mayeye hizmet eden ama uzun vadede bütün ekonomiye zarar veren bir olgu haline gelecektir.

Birikimi azaltacak önlemler bir an önce alınmaz gerekli düzenlemeler yapılamazsa yine Roubini’nin ifade ettiği‘kusursuz fırtına’ bizden

Kapitalizmin kendisi eşitsizlik ve adaletsizlik üreten ve bununla beslenen bir sistem olduğu için insani ve sürdürebilir olması mümkün değildir.

çok uzakta değildir.

öncüsü şüphesiz yıllarca bu görüşü savunmuş, bunun mücadelesini vermiş Marksistler olmalıdır...

Kuramsal yaklaşım dediniz de, ‘Kapitalizm ve Yoksulluk’ adlı kitabınızda bu konuda Fransız Düzenleme Kuramı üzerinde çok duruyorsunuz. Bu kuramın incelediği önemli kategorilerden birisinin de kriz olduğunu söylüyorsunuz. Hatta kitabınızda düzenleme kuramı çerçevesinde kapitalizmin dönemsel krizlerini tek tek inceliyorsunuz? Peki Düzenleme Kuramına göre bugünkü krizi nasıl açıklarsınız? Düzenleme Kuramı diğer Marksist kuramlar gibi kapitalist krizlerin kar haddindeki düşme eğiliminden kaynaklanabileceği gerçeğini kabul ediyor ama kar haddindeki düşme eğiliminin krizi yaratan neden mi yoksa kriz sonucu ortaya çıkan bir etken mi olduğu konusundaki belirsizliğin de farkında olduğu için daha net, daha somut, uygulanabilirliği kolay bir kriz analizine başvuruyor. Üstelik bu Marksist olmayan kuramcıların da zaman zaman kavramsal argümanlarını kullanabildikleri kadar da pratik bir kriz tahlilini içeriyor. Yöntem çok basit; materyalist felsefenin ‘alt yapı üst yapıyı belirler’ ön kabulüyle iki temel kavram kullanılıyor; ‘Birikim Rejimi’ ve ‘Düzenleme Tarzı’. Burada Birikim rejimi üretim ilişkilerini, yani alt yapıyı, Düzenleme Tarzı ise birikimin istikrarlı bir şekilde sürmesini sağlayan her türlü kurumsal düzenlemeleri, ilişkileri, sosyokültürel yapıları, yani bütün olarak üst yapıyı temsil ediyor. Birikim Rejimi ve Düzenleme tarzının birbiriyle uyum içinde olduğu dönemler istikrar dönemleri; uyumun bozulduğu süreç de kriz ola-

şulları değişir eski düzenleme tarzıyla yeni Birikim Rejimi’nin koşulları uyumsuz hale gelir sermaye birikimi kesintiye uğrar ve sistem krize girer. Kriz dönemleri bu anlamda geçiş dönemleridir; kapitalizmin bir safhasından diğerine geçişindeki ara dönemlerdir; Birikim rejiminin değişen koşullarına uygun yeni düzenlemeler gerçekleşene kadar da kriz devam edecektir. Birikim Rejimi ve Düzenleme Tarzı tekrar birbirine uyumlu hale geldiğinde ise kriz atlatılacak ve yeni bir istikrar dönemi başlayacaktır. Burada sorun alt yapıdaki yani üretim ilişkilerindeki değişimin çok hızlı olması, buna karşın birikim rejiminin gereklerini karşılayacak düzenlemelerin ise çok daha yavaş gerçekleşmesidir. Çünkü insanların inançlarını, gelenek ve alışkanlıklarını değiştirmek, hukuk sistemini, eğitim kurumlarını, sosyokültürel yapıyı yeniden şekillendirmek, altyapıdaki teknik bir değişiklik kadar basit değildir; bazen yıllarca sürebilen çok sancılı bir süreçtir. Kriz dönemleri aynı zamanda insanlığın en zor dönemlerine denk gelir bu yüzden. Hele günümüzde alt yapı ve üretim ilişkilerindeki değişim hızı öyle bir hal aldı ki, daha bir değişimin düzenlemesi yapılamadan ardından bir yenisi, bir yenisi gerçekleşiyor. Bütün dünyada üretimin, ticaretin, pazarlamanın koşulları, biçimi her an farklılaşıyor, yeni bir icat çıkıyor; yeni tüketim kalıpları, yeni teknikler, yeni ürünler hızla gelişiyor, üretim ilişkileri üretimin örgütlenme biçimi sürekli değişiyor. Bu değişime uygun düzenlemeler, gelenek, görenek, sosyokültürel yapı, eğitim, hukuk bir anda yapılandırılamıyor, ancak zaman içinde gerçekleşebiliyor. O güne kadar öğrenilen her şeyi sil baştan yapan bir alt yapıya karşın yeni düzenlemelere

internetten haberi olmayan ülkeler, interneti kullanamayan insanlar vardır. Bugün sanal ortamı denetleyecek yasal düzenlemeler hala tam olarak gerçekleştirilememiştir. Bu arada internetin hayatımızdaki önemi her geçen gün artmış, üniversitelerde, bütün eğitim sistemi ve diğer kurumlarda bilgisayarlı sisteme geçme gerekliliği doğmuş, bütün kurumsal yapı ve oluşumların internet gerçeğine göre yeniden yapılandırılması zorunlu olmuştur. Üretim ilişkileri ve sermaye birikim rejiminde bu şekilde hızlı bir değişim gerçekleşirken ve küreselleşme sayesinde bu değişim bütün dünyaya aynı anda yayılırken her ülkenin bu sürece uyum sağlaması farklı olmaktadır. Her ülke kendi gelişmişlik düzeyi ve toplumsal yapısına göre farklı bir uyum süreci yaşamaktadır. En gelişmiş ülkelerde bile bu uyum süreci çok zor, çok sancılı geçmektedir. Bu yüzden yerel krizler kadar küresel bir kriz de kapitalizm için kaçınılmazdır. Düzenlemeleri yapılamadıkça mevcut sorunlara sürekli yenileri eklenmekte, ekonomideki zayıflıklar Roubini’nin açıkladığı şekilde sistemde birikim yapmaktadır. Bu birikimi azaltacak önlemler bir an önce alınmaz gerekli düzenlemeler yapılamazsa yine Roubini’nin ifade ettiği‘kusursuz fırtına’ bizden çok uzakta değildir…

Bu konuda gerekli düzenlemeler neden gerçekleşememekte ‘Kusursuz Fırtına’ya doğru giden bu süreç neden kontrol altına alınamamaktadır? Bunun yanıtı yine yukarda anlattığım sebeplerdir, yani alt yapıdaki baş döndürücü değişim hızına karşılık gelen düzenlemelerin uygun zamanda yapılamaması, hatta birçok sorunun tam

İktisat Fakültesi, Türkçe İktisat Bölümü, iktisadi gelişme ve uluslararası iktisat anabilim dalı öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Çiğdem ŞAHİN, Kapitalizm ve Yoksulluk adlı kitabında kapitalizmin tarihsel gelişimi içinde, gelişmişlik ve azgelişmişlik olgusuna, egemen olan yaklaşımın bu konudaki dayattığı pratikleri ve sonuçlarına, bunlara muhalif olarak gelişen düşünce akımlarına ve teorik formasyonlarına yer vermiştir.

çözümlenemeden bırakılması, sistemde kronikleşen, derinleşen zayıflıklar yaratıyor. Örneğin işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksulluğun, eşitsizliğin önlenemez şekilde artması ve küresel ölçekte yaygınlaşması bunlar bu türden kronikleşen sorunlardır. Üretim ilişkileri yani birikimin koşulları öyle hızlı değişmektedir ki sadece son 20 yıl içindeki değişim ve bilgi birikimi dünyanın kuruluşundan bu yana gerçekleşen bütün bilgi birikiminden daha fazladır… Ve bu hız her geçen gün de artmaktadır. Birikim rejiminin yeni koşulları ile düzenleme tarzları arasındaki mesafe her geçen gün açılmaktadır. Bu hızlı değişime uygun düzenlemelerin yapılabilmesi gittikçe imkansız hale gelmektedir. İşte bu düzenlemelerin yapılamaz hale gelişi ve sorunların sürekli birikmesi dünyanın her yerinde ülkesel ya da bölgesel olarak irili ufaklı krizlere yol açmaktadır; sistemin zayıflıkları ve zaafları arttıkça krizlerin boyutu ve tahribat gücü de artmaktadır. Sonuçta bütün olarak düşünüldüğünde kapitalizmin kendisi sorunlu bir sistemdir ve büyük bir hızla Roubini’nin Kusursuz Fırtınasına doğru sürüklenmektedir.

Bütün bu anlattıklarınızı somutlaştırabilir misiniz? Yani günümüzde yaşanan krizlerden yola çıkarak, krizlerin daha çok hangi sebeplere dayandığı, hangi sorunlar için hangi düzenlemelerin yapılamadığı; biriken sorunların neler olduğu konularını biraz daha açabilir misiniz? Mesela Avrupa’daki krizden yola çıkarsak, AB ülkeleri son zamanlarda borç krizinden çıkış yolu olarak kemer sıkma yöntemlerine başvuruyor. Yunanistan’dan sonra İtalya’da da benzer bir durum yaşanıyor; kısacası krizden çıkış için baş vurulan yöntemler bütçe ve maaş kesintilerinin ötesine geçmiyor. Bu tür önlemler sizce işe yarar çözümler midir? Kapitalist sistemi kendi argümanları ile ele aldığımızda, neo-liberalist bakış açısıyla üretilen çözümler tabii ki sermaye yanlısı olacaktır. Böyle olduğu için de sistemin çelişkileri gerçekten hiçbir zaman giderilemeyecek aksine her geçen gün büyüyecektir. Sermaye mecbur kalmadıkça elde edeceği artı değerden taviz vermek istemeyecektir: krizin bütün maliyetini üretici kesime yani emekçilere ödetmek isteyecektir. Neo-liberalizm her şeyi pazarlanabilir, mübadeleye konu olabilir hale getirmiştir. Üretmek yerine mevcut olanı satmak, kamuya ait olanı sermayeye aktarmak bugünün kapitalizminin kendini yeniden üretme biçimidir. Bilinçsizce tüketilen, yok edilen doğa, insan, yaşam aslında kapitalizmin kendi bindiği dalı kesmesi demektir. Üretimden vazgeçmek, spekülatif kazançlara yönelmek, istihdamı önemsememek, emeğin gelirden aldığı payı sürekli azaltmak, yoksulluğu ve işsizliği küresel ölçekte yaygınlaşan olgular haline getirecek şekilde kronikleştirmek, bütün bunlar geri dönüşü olmayan ve belki de bu yüzden kapitalizmi kendi intiharına sürükleyen sorunlardır. Kapitalizmin en önemli çelişkisi üretimi gerçekleştirin emeğin üretim araçlarının sahibi olmamasından kaynaklanmaktadır. Emeğin kendi ürettiği zenginlikle kendisini sermayenin boyunduruğu altına sokmasıdır. Bu arada kapitalizmin kendini yeniden üretmesinin olmazsa


5

20 Temmuz 2011 olmaz koşulu olan üretimin gerçekleşmesi sorununun tek çözümü de yine sömürü oranı arttıkça alım gücü azaltılan, tüketim olanakları kısıtlanan emek kesimidir. Bu noktada yine kapitalistler emeğin alım gücünü sürekli azaltarak kendi bindikleri dalı kesmektedirler. Kredi sistemi ve borçlandırma yolu ile bir süreliğine sistemde üretilen mal ve hizmetlerin satış sorunu yani gerçekleşme sorunu ertelenebilmektedir belki ama bu hiçbir zaman büyüyen sorunları kökten çözememekte aksine derinleştirmektedir. Borçlanma, borçlanarak harcama kapasitesini arttırma, istikrar ve sağlıklı bir gelişme için sürdürülebilir bir çözüm yolu değildir. Kalıcı bir çözüm için üretim ve istihdamın mutlaka arttırılması gerekir; sanal olarak sürekli büyüyen ekonominin bir karşılığının olması gerekir. Aksi taktirde Amerika’daki mortgage krizinde olduğu gibi kapitalizmin kendisi sistem olarak bir balona dönüşecek ve balonun patlaması halinde toparlanılması mümkün olmayacak bir çöküş gerçekleşecektir. Borçlanmayla sürdürülen büyümede borçların artık ötelenemeyen noktaya geldiği durumda sonuç iflastır. Bu kişiler için geçerli olduğu gibi ülkeler için de geçerlidir. Para bulma kaynakları kesilen borçlu kişilerin hele bir de başka gelirleri de yoksa iflas etmeleri kaçınılmazdır. Yunanistan’ın çöküşü ve iflası bunun bir örneğidir; herkesin AB gibi bir kurtarıcısı yoktur arkasında. AB kendisi çöküşe gittiğinde onu kim kurtaracaktır; ya ABD’yi, bu senaryoların bir gün gerçekleştiğini belki biz göremeyeceğiz ama sistemin Kusursuz bir fırtınaya mı sürüklendiği yoksa mucizevi bir kurtuluşla yeniden küllerinden mi doğacağını bir gün tarih kaydedecektir. Krizden çıkmak için kemer sıkma politikaları bir işe yarayacak mıdır diye sormuştunuz sanırım; tabi ki yaramayacaktır; bunlar geçici çözümlerdir ve gelişme ve refah sağlamanın aksine insanları daha da yoksullaştırarak alım güçlerini azaltacak, ekonomiyi daha da daraltacaktır. Toplumda gelir dağılımındaki uçurumlar derinleştikçe ve krizin bütün maliyeti emek kesimi-

ne yüklendikçe, emek talep yaratama özelliğini de kaybedecektir. Bunun sonucunda kapitalizm bir kez daha belki 1929 krizine benzer şekilde çok ciddi bir‘gerçekleşme sorunu’ ve ‘sermayenin değersizleşmesi’ sürecine girecektir… Son olarak günümüzde tüm ekonomik, sosyolojik sorunların çözümünün anahtarı, tüm finansal dertlerin devası olarak sunulan, çok elzem görülen ekonomik büyümeyi nasıl tanımlıyorsunuz? Ekonomik büyüme zenginleşmenin, zenginleşme de sorunların çözümünün, kalkınmanın anahtarı sayılıyor ve Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYH) ile ölçülüyor. bu konuda sizin görüşleriniz nelerdir? Ekonominin büyümesi yani GSYH’nın artması ekonomik kalkınmayı ölçmek için doğru bir araç mıdır? Yine aynı bağlamda devam edersek ekonomik büyüme gerçekten tüm insani ve toplumsal sorunların çözümünü içerebilir mi? Örneğin insanca yaşam için ve refahın toplumda adil dağılımının önündeki en önemli engellerden biri olan işsizlik sorununun giderilmesinde ‘ekonomik büyüme’ bir çözüm olabilir mi? Ya da tam

tersi mi geçerlidir; yani büyüme ve işsizlik hatta yoksulluk birlikte olabilir mi? Çünkü görüyoruz ki onca büyümeye, onca “zenginleşmeye” rağmen yoksulluk ve sefalet içinde yaşayan insanların sayısı çığ gibi artıyor günümüzde. Büyüme sadece yoksulluk ve eşitsizlikle birlikte olmuyor aynı zamanda doğanın ve çevrenin tahribatı pahasına da gerçekleşiyor? Böyle bir büyüme sizce insani ve sürdürülebilir bir büyüme midir? Ekonomik büyüme en genel tanımıyla üretimde ve kişi başına düşen milli gelirde gerçekleşen artışla beraber ekonominin üretme ve harcama kapasitesinin genişlemesidir. Önemli olan üretim ve tüketim hacmindeki bu genişlemenin birlikte ve dengeli bir şekilde olmasıdır. Ama bu şekilde dengeli büyüme genellikle gelişmiş ekonomilerde mümkün olabilmektedir. Türkiye gibi aşırı borçlanan ve cari açığı sürekli artan ülkelerde ise bu genişleme daha çok harcama kapasitesinde tek yönlü artış şeklinde gerçekleşmektedir. Türkiye’de milli gelir hesaplamalarında elde edilen oranlar esas olarak harcamalar yöntemiyle elde edilen oranlardır; yani veriler üretim üzerinden değil tüketim üzerinden hesaplanarak elde edilmektedir. Aynı oranlar

üretim üzerinden hesaplandığında ortaya bambaşka veriler çıkmaktadır. Bu durum üretim ve tüketim oranları arasındaki uçurumu arttırmaktadır. Bu arada tüketimin niteliğine bakarsak tüketim daha çok ithalata yöneliktir ve buna izlenen yanlış politikalar da eşlik ettiğinde böyle bir büyüme ekonominin üretim kapasitesini daraltan, istihdamı olanaklarını azaltan dolaysıyla işsizlik ve yoksulluk sorununu da beraber getiren bir büyüme olmaktadır. Sorunuza dönersek hayır büyüme her zaman kalkınma ve refah artışı anlamına gelmemektedir; aksine eğer bu yukarda bahsettiğim gibi dengesiz bir büyümeyse yarattığı zenginlik tek yönlü olacak, yoksulluk ve işsizlik sorunu ise daha da artacaktır. Türkiye böyle büyüyen bir ülkedir. Kişi başına milli gelir artışının yüksek görünmesi bu durumda hiçbir şey ifade etmemektedir; Kişilerin yaşam standardında bir gelişme olmadığı sürece, gelir dağılımındaki adaletsizlikler giderilmediği sürece büyüme kısa vadede sermayeye hizmet eden ama uzun vadede sermaye de dahil bütün ekonomiye zarar veren bir olgu haline gelecektir. Ekonominin büyümesi yani kişi başına milli gelirin artması ekonomik kalkınmayı ölçmek için doğru bir araç mıdır, buna da cevabım değildir olacaktır. Bu aslında kalkınma olgusuna nasıl baktığınızla ilgilidir bir şeydir. Kalkınmanın geçmişteki algılanma şekliyle bugünkü algılanma şekli çok farklıdır. Bu konuda; ‘ekonomik verilerin büyüdüğü bir kalkınma mı yoksa insani bir kalkınma mı’ sorusu, bugünkü kalkınma anlayışının eski anlayıştan farklılığını ortaya koymak için başvurulması gereken temel sorudur; ama dikkatinizi çekerim uygulamada olan, günümüzde geçerli olan insani bir kalkınma değildir; insani kalkınma idealize edilen, insanlığın geleceği açısından sürdürülebilir kabul edilen kalkınma anlayışıdır. Eğer kalkınmaya ekonomik verilerle ölçülen bir olgu olarak bakarsanız evet büyüme ve kalkınma günümüzde birbirini tamamlayan iki kavram gibi kullanılmaktadır; ama burada

insani ve sürdürülebilir bir kalkınmadan bahsediyorsak, böyle bir kalkınmayı ekonomik verilerle ölçmeniz mümkün değildir; işin içine çok sayıda farklı kriterler girer bunun için. Sosyolojik özellikler; sosyokültürel olgular; yaşam tarzları; eğitimde ve kendini geliştirmede fırsat eşitliği; düşünceyi açıklama ve kendini ifade etme özgürlüğü; ırkçılığın, ayrımcılığın olmadığı bir dünya; sosyal haklarımızın korunduğu, sağlıklı bir şekilde kendimizi yeniden üretmemizi güvence altına alan çağdaş bir hukuk sisteminin varlığı; doğayı ve çevreyi tahrip etmeden, bugünkü yaşamla birlikte gelecekteki yaşam da düşünülerek yapılan bir üretim biçimi ve üretim ilişkilerine bütünlükçü bir bakış açısının olması; insanlığın, insana verilen değerin tüketilen metalarla, sahip olunan maddi değerlerle değil düşünce yapısı ve insani duruşlarla ölçüldüğü farklı bir kalkınma anlayışıdır insani kalkınma anlayışı. Yani insanlık için ideal olan, evrensel kabul edilen ama kapitalizm için sürdürülmesi mümkün olmayan bir anlayıştır bu. Bugün pratikte geçerli olan hala ekonomik verilerle ölçülebilirliği iddia edilen eski anlayıştır. Çünkü kapitalizm kendisi eşitsizlik ve adaletsizlik üreten ve bununla beslenen bir sistem olduğu için insani ve sürdürebilir olması mümkün değildir. İnsanı tüketen, doğayı tüketen, bütün olarak yaşama zarar vererek var olabilen bir sistem zaten nasıl sürdürülebilir olabilir ki… Sonuçta dünyada hiçbir sistem sonsuza kadar sürmemiştir, sürmeyecektir de… Feodalizm 900 yıl yaşadıktan sonra çökmüştür; oysa kapitalizm daha 200’lü yaşlarındadır ve ölmek için daha genç bile sayılabilir. Ama kendi sonunu getirecek azrailini içinde taşıdığı sürece, yani onda o doymak bilmeyen kazanma hırsı ve durmak bilmeyen rekabet güdüsü olduğu sürece, bu iki etken bir zamanlar nasıl onu güçlendiren, büyüten etkenler olmuşsa, sonunda onu yok eden ve çöküşünü hazırlayan da yine o iki etken yani KAR HIRSI VE REKABET GÜDÜSÜ olacaktır…

Kürt sorununda çözüm bıçak sırtında

Tutuklu Bağımsız vekillerin meclise alınmaması ve Diyarbakır’dan Bağımsız olarak seçilen Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi tıkanan süreçte keskin bir aşamaya gelindi. CHP’nin kendi tutuklu vekilleri ile ilgili başlattığı “yemin etmeme” eylemlerinde anlaşmaya varmalarının ardından tekrar gündeme gelen BDP’li tutuklu vekiller gündemi, dün Diyarbakır’ın Silvan ilçesi kırsalında PKK’ye karşı yürütülen operasyonda yaşamını yitiren 13 asker ile birlikte başka bir boyut kazandı.

Demokratik özerkliğin ilanı Diyarbakır’da olağan üstü toplanan DTK (Demokratik Toplum Kongresi) Genel Kurul’u Kürt sorununda gelinen aşamayı ve devletin buna karşı tutumunu değerlendirdi. 6 saat süren toplantının nihayetinde ise tarihi bir karar alındı. DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk’un yaptığı açıklamayla Demokratik Özerklik’in ilan edildiği duyuruldu. Bu önemli kararın Türk ve Kürt halklarının kardeşleşmesi adına kritik bir yerde durduğunu belirten Tuğluk, öncelikle Türkiye devletine, hükümete ve uluslar arası camiaya yaptığı çağrıyla Demokratik Özerk Kürdistan’ın tanınması gerektiğini söyledi. Operasyonlar devam ediyor İki asker ve bir sağlık görevlisinin PKK tarafından alıkonmasının ardından genişletilen operasyonun Diyarbakır Silvan ayağında çıkan çatışmada 13 asker yaşamını yitirdi. 7 askerin ise Diyarbakır Askeri Hasta-

nesinde tedavileri sürdüğü belirtiliyor. Daha önce arttırılan operasyonlar nedeniyle PKK’nın eylemsizlik kararını, aktif savunmaya çevirdiklerini açıklamasının ardından sıcak çatışmalar artmıştı. BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş ölümlerle ilgili olarak; “Her şeyden önce çok üzgün olduğumuzu belirtmek isterim. Türkiye’de bugüne kadar bu mesele yüzünden, Kürt sorunu yüzünden yaşanan çatışmalarda yitirdiğimiz her genç Türkiye’nin değeridir. Ortak

paydasıdır, ortak acısıdır. Siyasetin çözüm bulmaması, siyasetin cesaretsizliğinin bedelini bugün gençler ödüyorlar. Çok acı bir durumdur. Bütün bu olup bitenler de, Türkiye’de siyaset kanallarının çözüm üretmek yerine, siyaset kanallarını tıkayarak, siyaset kanallarını çözümsüzlüğe iterek, çözümsüzlük politikalarını üreten başta siyasetçiler siyasetçiler sorumludur. Umut ediyorum bu son acı olur” açıklamasını yaptı.

Hükümet BDP’yi samimiyetsiz buldu 13 askerin ölümüyle ilgili olarak açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, BDP’nin özgürlük, demokrasiden bahsederken askerlerin ölümüyle ilgili net tavır almadığını belirterek şunları söyledi: “Bu noktada BDP samimi bir sınav, başarılı bir sınav verememiştir. Bu olayda da maalesef yine cesur bir şekilde şiddetin karşısında, terörün karşısında, teröristlerin karşısında tavır koyamamıştır.” Bir basın mensubunun demokratik özerklik ilanıyla ilgili görüşlerini sorması üzerine ise net bir şey söylemezken “Kellem Yekun”(hep birlikte) demekle yetindi. Askerlerin çatışma esnasında çıkan yangında öldüğünü açıklayan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’e ise yangının nasıl çıktığı sorulduğunda, “Sebebi bellidir. Üç beş tane sebebi vardır. Yani yangın ya ateşle çıkar, ya bombayla çıkar ya roketle çıkar ya benzinle çıkar. Çıkar yani netice itibariyle yanmıştır, yakılmıştır. Yani sebebini araştırmak, sebebini söylemek bir şey ifade etmiyor şu anda” diyerek açıklama yaptı.

Can Çoksöyler

Kızıldeniz Gülsüm Kav

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Tanıdığım en iyi ajitatörlerden biri olan genç kadın yoldaşım, Kadın eylemleri sırasında, ajitasyon ve propaganda yaparken bir noktaya gelir; Hem öfke hem de hayret ile devlete, “Nasıl oluyor da … bunlar bunlar olurken siz bu kararları alıyorsunuz?” anlamında soru sorar hep. O hafta yine kadın cinayetleri olmuş iken, Devletin ölümleri önlemeye değil bilakis artırmaya neden olabilecek uygulamaları için, sorar kadın yoldaşım, “ne hakla”yı içererek . Soru hakikatli bir sorudur; bu kadar çok kadın öldürülürken, yaşam hakkının korunmasında birinci dereceden sorumluluğu olanlar, nasıl oluyor da adeta cinayetleri teşvik edecek beyanlarda bulunur, kararlar alır? Hepsi erkek de o yüzden midir? Hayır. Mesela Selma Aliye Kavaf kadındır. Üstelik de, kadınlardan sorumlu olduğu bakanlık görevini öyle bir yerine getirmiştir ki, O görevi bıraktığında artık o bakanlık da ortadan kalkmıştır. O derece kadınlar zararına çalışmıştır ki, bütün icraatı “bağımsız bir varlık; bir özne olarak kadın” ı, tanımamakla geçen bu kadın bakandan sonra, bakanlıktan da kadının adı silinmiştir. Gereksiz görülen “kadın” adı yerine, çok saygı duyduğu “aile” nin bakanlığının sorumluluğuna da yerleşivermiştir Kavaf. Kuşkusuz bütün bunlar tek başına ve şahsen Kavaf’ın işi değil. O sadece Çiller gibi, Rice gibi bir kadındır; ilelebet ezenin yanında olmaya yemin etmiş kadınlardan. Bıraksan belki bir an üzülecektir de ölen kadınlar için. Ama ezenin ezmeye devam etmesi düzeninin bekçisidir o, bırakamaz kendini. Peki “nasıl oluyor da” böyle oluyor? Sistematik bir devlet politikası olarak kadının adı kayıplara karıştırılmak isteniyor. Bunun en açık kanıtı; yeni oluşturulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının ilk icraat olarak yayınladığı stratejik raporun içeriğidir. Raporun önsüzünü bir görün; öyle bilimsel çalışmışlar, öyle metotlar kullanmışlar ki; PEST Analizi, Ürün-Hizmet Matrisi, GZFT(SWOT) Analizi ile Paydaş Analizi yapmışlar, üniversitelerden destek almışlar vs. vs. Bu kadar bilimsel ve stratejik rapor olunca, kadınların her gün öldürülmesi için ne çözüm öneriyor, arıyorsunuz. Ama boşuna, bilimsel raporumuz “evlenme hakkı” nı temel bir insan hakkı olarak ele alıyor, bildirgeler, maddeler her bir ayrıntısıyla sayfalarca anlatıyor ama o evliliklerin içindeki kadınların “yaşama hakkı” bir defa bile geçmiyor. Raporda “kadınların yaşama hakkı” diye bir kavram yok. Nasıl oluyor da oluyor? Kadınların ezilmesi hem erkeğe hem patrona kar sağlamaya yaradığı için, diğer kapitalist bütün ülkelerde olduğu gibi oluyor bizde de. Üretim ve yeniden üretim ilişkilerinin kökten değişmesi gerek, kurtuluşa adım atmamız için. Peki, Türkiye’de kadınlar, diğer kapitalist ülkelerde görülmeyen oranda neden öldürülüyor? Ve kadınların içinde öldürüldükleri “aile”nin bakanlığı nasıl böyle raporlar yayınlıyor? İşte bu da bizim kapitalizmimize has bir özellik; bizde kadınlar ve diğer tüm ezilenler için temel insan haklarının düzeyi bu. Ve bir zamanlar binlerce insanı, kuşlar gibi kayıplara karıştıranlar ile şimdi kadının adını kaybetmeye çalışanların da, demokrasi bakımından hiçbir farkı yok. Hükümetin sağcı- muhafazakar - faşistaşırı cinsiyetçi bakışında kadına destek sadece “dullara yemek götürmek” olarak var. Allah bilir o da, kocası ölmüş olanlaradır, maazallah terk edilmiş kadın ise kim bilir ne yapmıştır da kocası terk edilmiştir değil mi? Siz var ya, sadece dullara yemek vermeyi bilirsiniz. Asıl iş verin. Kadının istihdama katılmasını dahi aileye tehlike olarak gören ve utanmadan bunu o raporda yazan kafalar, siz sosyalist bir dünyada kadınların bir günde yapabileceklerinin, değil 8 yıl, seksen yıl hükümet olsanız bile, yanına yaklaşamazsınız.


6

20 Temmuz 2011

Yunan halkı kemer sıkmak istemiyor Yunanistan, uzun süredir pençesinden kurtulamadığı krizin faturasını emekçilere kesmeye çalıştı. Borç kriziyle karşı karşıya kalan hükümetin kemer sıkma paketlerine karşı emekçiler ayaklandı.

Finansal krizin sonucunda iflasın eşiğine gelen Yunanistan ilk olarak memur maaşlarını %10-15 oranında azalttı. Tüketici vergisi %19’dan %23’e çıkartıldı. Eğitim ve sağlık hizmetlerine ayrılan bütçe azaltıldı, emekli maaşları düşürüldü veya donduruldu, emekli olma yaşı arttırıldı, özellikle taşımacılık sektöründeki devlet kurumları özelleştirildi. Yunanistan mali dar boğaz nedeniyle Dünya Bankası’ndan yüksek faizli krediler almak zorunda kaldı. Paket onaylandı, halk sokağa çıktı Geniş halk direnişleri krizin emekçiler nezlinde en ağır hissedildiği ülkelerden biri olan Yunanistan’da başladı. Haziran 2010’dan, 17 Mart 2011’e kadar en az altı genel grev gerçekleşti. Bu grevler sonucu Yunanistan

genelinde hayat durdu. Şubat 2011’de Atina sokaklarında direnişe geçen on binlerce kişiye polis saldırdı. Halk defalarca kolluk kuvvetleriyle çatıştı, gözaltına alındı, yaralandı ya da tutuklandı. Yunanistan’da yaşanan krizle beraber kemer sıkma politikalarını içeren orta vadeli program onaylandıktan sonra halk sokağa çıktı. 2829 Haziran 2011’da Kamu Çalışanları Konfederasyonu ve Yunanistan İşçi Sendikaları Federasyonu 48 saatlik bir genel grev çağrısı yaptı. Ülkede hastanelerin acil yardım servisleri hariç bütün iş alanlarında emekçiler grev yaptı ve ülkede hayat durdu. Bu grevin ilk etkileri kapatılan kontaklarla toplu taşıma araçlarında kendini gösterdi. Halkın ulaşımını sağlayan tek araç bu grevin yapılması için Atina metrosu oldu.

‘Ekonomik tsunami’ tehlikesi İrlanda başbakanıyla biraraya gelen Avrupa Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy “Yunanistan’daki borç krizinin yayılma riski vardır” diye konuştu. Avrupa’daki olası borç krizinin

329. haftada Galatasaray’da sessiz direniş

Cumartesi Anneleri, çatışmalarda ölen asker ve gerilla annelerinin acılarına ortak oldu.

Kayıp yakınları adına konuşan Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız, 16 yıldır kaybedilen çocuklarını bulmak için mücadele ettiklerini dile getirerek, “Çatışmalarda hayatını kaybeden 20 gencin annelerinin yaşadıkları acıyı en iyi biz anlarız. Bu hafta yaşamını yitiren 20 genç için susuyoruz” diyerek sessiz oturma eylemini başlattı.

Yeni hükümete talepler iletildi Bu haftaki basın açıklamasını Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak okudu. Basın açıklamasında; “Bizler Galatasaray Meydanı’na oturmaya başladıktan sonra 12 hükümet değişti. Her değişen hükümete taleplerimizi buradan dillendirdik. Onlar bizi duymamakta ayak diredi, biz sesimizi duyurmada... 329. oturmamızda Şili’de Arjantin’de olduğu gibi bu mücadelenin kazananı olacağımızın bilinci ve kararlılığıyla yeni kurulan 61. hükümete taleplerimizi iletiyoruz. Gözaltında kaybetmeyi yasak-

layan ve ailelerinin kaybedilenle ilgili gerçeği öğrenmesine imkan veren ‘Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşmenin’ imzalanmasını istiyoruz! Başbakan Erdoğan’ın 8 Ekim 2004 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde yaptığı konuşmada Türkiye’nin en kısa sürede taraf olacağı taahhüdünü verdiği Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni (UCM) kuran Roma Statüsü’nün imzalanmasını istiyoruz! Toplu mezarların açılmasını hukuki ve tıbbi kurallara bağlayan Minnesota Protokolü’ndeki çekincelerin kaldırılmasını istiyoruz! Varlığını bildiğimiz yüzlerce toplu mezarın Minnesota Protokolü‘ne uygun olarak açılmasını istiyoruz! Gözaltında kaybedilenlerin akıbetini araştıracak özel yasayla yetkilendirilmiş, devlet sırrı, zamanaşımı, hak düşürücü süre gibi hiçbir yasal engelin bulunmadığı bağımsız bir araştırma komisyonun’ kurulmasını istiyoruz!” talepleri geçti.

Talepler posta ile Başbakan’a yollandı Ayrıca açıklamada son olarak “Ergenekon davasının yalnızca ‘darbe teşebbüsü’ ile sınırlı değil “insanlığa karşı işlenen suçları da’ kapsayacak şekilde yetkilendirilmesini ve kayıp yakınlarının müdahil olma taleplerinin yerine getirilmesini istiyoruz! Kayıplar gerçeği ile ciddiyetle yüzleşilmesi; kayıplarımızın uluslararası hukuka uygun olarak araştırılması, toplu mezarların uluslararası tıbbi ve hukuki kuralara göre açılması, gerçeklerin ortaya çıkarılması, sorumluların yargılanması ve cenazelerin ailelerine teslim edilmesi barışın tesisi için en ciddi adım olacaktır. Bu insani taleplerimizi yerine getirmek hükümetin görevidir.” ifadeleri yer aldı. Basın açıklamasının ardından taleplerin bulunduğu mektup posta ile Başbakan’a yollandı.

yaratabileceği ‘tsunami’ etkisine dikkat çeken İngiliz Daily Telegraph gazetesi de konuya büyük yer ayırıyor.Yunanistan’ın 103 milyar dolarlık borcunun 49 milyar doları Fransız bankalarına, 30 milyar doları Alman bankalarına ve

larıyla yaygınlaştırılması gerektiğini ekledi.Solun birinci aklı olan örgütlülüğün yok olduğunu söyleyerek “piknik, bir örgütlülük biçimi değildir” dedi. Kriz var ama isyan yok EHP’nin uzun süredir üzerinde durduğu kriz ve işszilik ilgili görüşlerini ifade eden Siyasi Büro Üyesi Gülsüm Kav, kriz ve işsizliğin karşımıza kadın cinayetleriyle, meslek liselerinde yaşanan sömürüyle, güvencesizleştirmeyle, kıdem tazminatlarının kaldırılmasıyla, HES’lerle, nükleer santrallerle geldiğini ve zaman zaman da silahlı adamlarla yani darbeyle geldiğini söyledi. EHP Gençliği Merkezi Sorumlusu Işıl Kurt aldığı sözde kapitalist rekabet koşullarının gençlerin geleceklerini ellerinden nasıl aldığına dikkat çekti. Kadınları koruyun cinayetleri durdurun EHP’li Kadınlar Mer-

kezi Sorumlusu Berna Görgülü ise artan kadın cinayetleri karşısında EHP’li Kadınların politik hattını ve önüne koyduğu eylemliliklerden söz etti. Devletin koruması altında olan kadınların dahi öldürüldüğüne dikkat çekilen toplantıda 24 Temmuz’da EHP’li Kadınların da bileşeni olduğu Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun eylem hazırlıkları hak-

kında bilgi verildi. Merkez Komite üyelerinden Fadik Temizyürek demokrasi mücadelesinin başat konusu olan Cumartesi Anneleri eyleminde geldiğimiz aşamayı anlattı. Parti Meclisi toplantısı, alanlara ilişkin yapılan önerilerin gerçekleşmesi ve oluşturulan komitelerde görevler alınması belirtilerek sonlandırıldı.

Melike Çınar

Peyman Bashiri

Madımak Oteli’nin yakılması ve 35 kişinin öldürülmesi davasındaki sanıklardan biri olan Cafer Erçakmak’a ait mezar, yürütülen soruşturma kapsamında açıldı. Sivas Katliamı’nın asıl sorumlularından olan Cafer Erçakmak 10 Temmuz’da hayatını kaybettiği iddialarıyla tekrar gündeme gelmişti. Cafer Erçakmak’ın ölümünün hemen ardından gizli bir şekilde toprağa verildiğinin duyulması katliamda hayatını kaybedenlerin ailelerini şüphe içerisine sokmuştu. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan inceleme kararının ardından bu sabah Cafer Erçakmak’ın olduğu iddia

edilen mezarın açılmasına karar verildi. Adli tıp uzmanlarının ve polislerin gözetiminde açılan mezardaki kişiden doku, kan ve kemik örnekleri alındı. Davanın müdahil avukatlarından Şenal Sarıhan, mezarın kapatılmasının ardından basın mensuplarına yaptığı açıklamada, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin talimatına uygun olarak Erçakmak’ın mezarının açıldığını ifade etti. Sarıhan yaptığı açıkla-

mada; “Yapılan işlem hukuki, usulüne uygun bir işlemdir. Şimdi bunların sonucunu beklemek durumundayız. Ayrıca önemli olan oğlu dışında, bir başka kendisiyle daha önce belediye meclisinde çalışmış bir tanık daha teşhiste bulundu ve bu şahsın Cafer Erçakmak olduğunu ifade ettiler. Şimdi biz bilimsel olarak Cafer Erçakmak olup olmadığı noktasındaki bilginin bize dönmesini bekleyeceğiz.’’ dedi.

Emre Turan

Sokağın Sesi-Ekonomik büyüme gerçek mi?

Türkiye 2011’in ilk çeyreğinde %11 büyüyerek Çin’i bile büyümede geri bıraktı. Bu büyümenin doğru olup olmadığını sokaktaki insanlara sorduk:

Parti Meclisi ilk toplantısını gerçekleştirdi EHP Genel Sekreteri Gün Çağ Aydın’ın yağtığı açılış konuşmasının ardından EHP Genel Başkanı Sibel Uzun siyasal gündemi değerlendirdi. Sibel Uzun, konuşmasında Parti Meclisi’ne duyulan ihtiyaçta alanlarda yürüttüğümüz mücadelenin etkili olduğunu ifade ederek, “Başarıdan korkmayan, platonik değil özne olan üyelerle, kesintisiz biçimde yol yürüyeceğimizi” belirterek tüm PM üyelerine başarılar diledi. Genel Başkan’ın ardından söz alan Siyasi Büro Üyesi Hakan Öztürk ise PM’nin kurulmasının parti için önemli bir aşama olduğunu belirterek EHP’nin gençlik, kadın, işszilik, Cumartesi Anneleri eylemlerinde yer almaya sebebiyet veren önemli fikirlerinin olduğunu söylerken, parti yöneticilerinin bu fikirlere hakim olması gerektiğinin altını çizdi. Ve bu fikirlerin EHP’nin iletişim araç-

Avrupa ülkelerinin yabancı bankalara borç durumları ise şöyle: Portekiz 175 milyar euro; İrlanda 371 milyar euro; İspanya 469 milyar Euro; İtalya 672 milyar Euro.

Cafer Erçakmak’ın mezarı açıldı

İbrahim Keskin

Emekçi Hareket Partisi Parti Meclisi üyeleri İstanbul İl Örgütü’nde bir araya gelerek ilk toplantıyı gerçekleştirdi.

14 milyar doları ise İngiliz bankalarına ait. Ülkenin İtalyan bankalarına 4 milyar, İsveç bankalarına 3 milyar euro, Belçika bankalarına 2, İspanyol bankalarına ise 1 milyar euro borcu var. Daily Telegraph’a göre, ekonomisi sorunlu

Türkiye’de ekonomik büyümenin % 11 olduğu açıklandı. Bu rakamları gerçekçi buluyor musunuz? Büyük bir yalan olduğunu düşünüyorum. Peki ekonomik büyüme yoksa, Türkiye’nin ekonomik gidişatını nasıl görüyorsunuz? Kriz gelecek. Sizce ekonomik kriz nerden kaynaklanıyor? Hükümetin yanlış politikalarından kaynaklanıyor. Söylendiği gibi Türkiye‘de ekonomik büyüme var mı?

Bir kere işsizlik var. İşten çıkarılan çok işçi var. Şimdi ne diyeceğimi bilemiyorum, bizim işimiz de zor. Bize de düzgün bir iş verse-

ler, asgari ücret vermeseler bu işi (hamallık) yapmam. Çalıştığımız işin ücreti bizi kurtarmıyor. Ben bu işten 800 TL kazanıyorum. Ama yetmiyor. Ayda 100 TL bekar odasına veriyorum. Aileme de zar zor bir miktar gönderiyorum. Köy idaresi falan derken cepte bir şey kalmıyor.

Türkiye’de ekonomik büyümenin olduğu iddia ediliyor. Ama dünya genelinde ekonomik bir krizin etkileri yadsınamaz. Özellikle Yunanistan’daki kriz halkı ayaklandırdı. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Yunanistan’ın sırtını kimse yere getirmez. Bilinçli bir halkı var. Burası gibi değil. Yunanistan’a baktığımız zaman koşullar gereği ciddi bir hareketi mi var? Bilinçli bir toplumu var. Halk hükümeti silkeliyor. Niye bu duruma düştük diye sorguluyor. Biz de soru

sual yok. Soran bir halkımız var mı? Türkiye gerçekten ekonomik olarak büyüyor mu? Açıklanan ekonomik büyüme gerçekte neyi yansıtıyor? Valla bu ekonomik büyüme her şeyi yansıtıyor. Türkiye çok çabuk büyüyor seçimden seçime. Seçimden sonra bayağı bir büyüme oldu. Yunanistan’da ekonomik büyüme vardı. Şimdi ne durumda olduğunu görüyorsunuz? Türkiye’deki durum benzer bu duruma düşebilir mi? Düşebilir mi? Düşebilir. Neye göre Yunanistan’daki duruma düşübiliriz? Türkiye, krizin eşiğinden döndü. Tayyip Erdoğan “kriz teğet geçti” dedi ama kriz bizi teğet geçmedi, batırdı. Ama biz krizin içinden ders alarak çıktık. Biz krizi yendik.

Rıfat Çapar


7

20 Temmuz 2011

Babacan: Kriz yine gelebilir Başbakan yardımcısı Ali Babacan Avrupa ekonomisinin çökme yolunda olduğunu söyleyerek dünya çapında bir krizin yeniden yaşanabileceğini söyledi. Babacan: “Risk rekor seviyede” 2008 krizinde sarsılan ancak derin bir yara almayan Türkiye ekonomisinde geçen üç yılda kriz daha da derinleşti. Cari açığın ekonomi planlarının yapıldığı her dilimde giderek büyüdüğü bir ortamda AKP hükümeti bunu; büyümenin getirdiği bir sorun olduğu ve endişelenecek bir şey olmadığı konusunda kamuoyunu ve piyasaları ikna etmeye çalıştı. Ancak gelinen noktada Mayıs ayı sonu itibariyle cari açığın 37.3 milyar doları bulması ekonomi çevrelerinin endişelerinin artmasına neden oldu. Konuyla ilgili bugün bir açıklama yapan Ali Babacan cari açığın bu şekilde olmasının sürpriz olmadığını söylese de özellikle Avrupa’yı saran krizin riski büyüttüğünü ve Türkiye’nin de krizi yeniden yaşayabileceğini dile getirdi. Ayrıca karşılarına çıkabilecek en kötü senaryoya karşı hazır-

Güncel haberleri, yorumları ve yazarları ile mücadelenin seyrini bizden takip edin.

www.ehp.org.tr

18SORU Umutcan Satanoğlu EHP İstanbul Üyesi

1. En sevdiğiniz erdem? Paylaşmak 2. Başlıca özelliğiniz? Doğruluk

3. Mutluluk nedir? Mutluluk paylaşmaktır 4. Mutsuzluk nedir? Bencil bir toplumda yaşamaktır

5. En kolay hoşgördüğünüz kötü huy? Yersiz şakalar

6. En nefret ettiğiniz kötü huy? Dedikodu 7. En sevmediğiniz şey? Bencillik

8. En sevmediğiniz kişiler? Bir amacı olmayan kişiler 9. En sevdiğiniz iş? Siyaset

Bu anket K. Marks’ın kızları Jenny ve Laura ile oynadığı bir oyundan alınmıştır.

10. En sevdiğiniz şair? Nazım Hikmet

11. En sevdiğiniz yazar? Maksim Gorki 12. Kahramanınız? Ailem

13. Kadın kahramanınız? Annem 14. En sevdiğiniz çiçek? Gül

15. En sevdiğiniz renk? Siyah

16. En sevdiğiniz yemek? Et sote

17. En sevdiğiniz düstur? Ne insanlar gördüm üzerinde elbise yok, ne elbiseler gördüm içinde insan yok 18. En sevdiğiniz söz? En kötü sosyalizm en iyi emperyalizmden daha iyidir

lıklı olduklarını, bu durumdan etkilenebilecek tüm kurumların da hazırlıklı olduklarını ifade etti. Türkiye ekonomisi tehdit altında Babacan her ne kadar hazırlıklı olduklarını ifade etse de büyüyen cari açık ekonomiyi tehdit etmeye devam ediyor. IMF’nin İtalya’yı kamu

borçlarını azaltması konusunu da uyarmasıyla iyice derinleşen Avrupa’nın borç krizinin Türkiye ekonomisini bu sefer daha fazla sarsacağı ortada. Krizin patlak verdiği bir ortamda ise hükümetin kemer sıkma politikalarına yöneleceği yani kamu harcamalarında kısıtlamaya gideceğini bugünden söylemek yanlış olmaya-

caktır. Başka bir deyişle memur maaşlarında kısıtlama, emeklilik fonlarının azaltılması, maaşlardan kesilen vergilerin artırılması gibi politikalar gündeme gelecektir. Bu açıdan bakıldığında hem dünya, hem Avrupa hem de Türkiye ekonomisini sancılı bir süreç bekliyor.

Halil Altunpolat

Avrupa’daki kriz derinleşiyor

Avrupa’daki ekonomik kriz her geçen gün daha da derinleşiyor. Yunanistan, Portekiz, İspanya, İrlanda, İzlanda derken şimdi de İtalya’da patlak veren krizler halkın isyanlarına sebep oluyor.

Ekonomik krizin derinleştiği Avrupa’da bankalar, en kötü senaryoya kendilerini hazırlıyor. Ekonomik krizlerin ardından halk direnişleri ve genel grevler iflas noktasına getirdiği Yunanistan’ın ardından İtalya’da da başlaması kaçınılmaz görünüyor.Bilindiği gibi İtalya’da yüzde 120’ye ulaşan kamu borcunun azaltılması gerekçesiyle Kemer Sıkma Paketi Meclis’te onaylandı.Finansal sektörün endişelerinin artmasıyla, Avrupa’daki bankalar, savunma mekanizmalarını harekete geçirmeye hazırlandı.Bazı bankalar ülke dışındaki şirketlere verdikleri kredileri gözden geçirdi ve kontrol altına almaya çalışıyor. Bu bankaların özellikle İtalya ve İspanya’daki kuruluşlardan uzaklaşma eğilimi göze çarpıyor.Bankalar aynı zamanda CDS kullanımlarını da artırdı.

Peyman Bashiri

İşsizlik gerçekten azaldı mı? Libya Toplantısı’na protesto Nisan ayı işsizlik verilerinin 2,1 puanlık azalışla %9.9’a düştüğü, işsiz sayısının 434 bin kişi azalarak 2 milyon 637 bin kişiye düştüğü TÜİK tarafından açıklandı.

TÜİK’in açıkladığı veriler, her ay bir önceki yılın oranlarına göre hesaplanırken, bu ay yapılan açıklama mevsimsel şartlardan arındırılmamış olarak gerçekleşti. Yayınlanan rakamlarda hem kendi içerisinde, hem de toplumsal olarak birçok çelişki ortaya çıkarken, TÜİK işsizliğin düştüğünü iddia ediyor. Bu ay gerçekleşen açıklamada verilen oranlara göre; İş gücüne katılım oranı 1.1’lik artışla % 49.9’a yükseldi. Ancak bunların % 16,5’ini “kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus” denilen 15-24 yaş grubu çalışanlar oluşturmaktadır. Ayrıca Nisan 2011 döneminde istihdam edilenlerin % 25,2’si tarım, % 20,2’si sanayi, % 6,7’si inşaat, % 47,9’u ise hizmetler sektöründedir. Yaz dönemi istihdamı yükselen sektörlerdeki artış kriz öncesi dönemle kıyaslandığında hiçbir düşüş söz konusu değil. Benzer şekilde bu dönemde işe başlayanların % 20,5’i “sanayi”,

olup işi sona erenler, % 15,4’ünü işten çıkarılanlar, % 8,2’sini işyerini kapatan/ iflas edenler oluşturmakta. Görmekteyiz ki; işsizlerin % 23.6’sı işten çıkarılanları oluşturuyor.

% 34,7’si “hizmetler”, % 26,4’ü “inşaat” sektöründe, % 18,4’ü ise “tarım” sektöründe işe başlamıştır.

İşten çıkarılanların oranı yüksek İşsizlik rakamları içerisinde, işsiz kategorisinde sayılmayan “mevsimlik işçiler” yaz döneminde bu sektörlerde istihdam edildiğinden, aslında bir yükselme yok. Daha önce işsiz sayılmayanlar, istihdam edilenler arasına ekleniyor. Dikkat çekici verilerden biri de; mevcut işsizlerin % 12,5’ini (329 bin kişi) bu dönemde işten ayrılanlar oluşturmaktadır. Bu ayki, işsiz oranından daha yüksek bir oranın bu ay içerisinde işten ayrıldığını belirten verinin ayrıntılarında ise; İşsizlerin; % 30,3’ünü çalıştığı iş geçici

Nedensiz işgücü sayılamayanlar İşgücüne katılımın % 49.9’a yükseldiğini açıklayan TÜİK geri kalan %51.1’nin iş gücü dışında tutulduğunu ise ayrıntıları ile açıklamıyor. İş gücü dışı sayılanlar engelliler, öğrenciler, mevsimlik işçiler, ev kadınları ve iş aramaktan umudunu kesenler gibi kategorileri kapsarken, iş gücü dışı sayıların % 52.5’i daha önce bir işte çalışanları oluşturuyor. Yani yarısından fazlasının daha önce çalışmış olması bu oranının aslında “iş gücü” olduğunu ancak işsizlik hesaplamalarındaki çarpıklık nedeniyle, iş gücü dışı olarak tutulduğunu görüyoruz. Bu oranın büyük bir bölümünü iş aramaktan umudunu kesenler oluşturuyor.

Borç kriziyle boğuşan İtalya’da kemer sıkma önlemleri paketi parlamentoda onaylandı.

da kesintiye girecek.

Senato’da onaylanan paket, bütçe açığını 2014 yılına kadar gidermeyi hedfliyor. İtalyan ekonomisi, daha önce uluslararası mali kuruluşlardan yardım

Beşiktaş Meydanı’nda toplanan Emekçi Hareket Partisi’nin bileşeni olduğu NATO ve Füze Kalkanı Karşıtı Birlik, toplantının yapıldığı Çırağan Sarayı’na doğru yürümek istedi. Ancak polisler izin vermedi. Meydanın yanındaki anıtta basın açıklaması yapılmasına karar verildi. Okunan basın metninde “AKP iktidarı, şimdi de Libya’nın bombalanmasında, işgal girişimlerinde başrol oynayanların, Libya üzerinde birer akbaba gibi dolananların ve onların işbirlikçi-uşaklarının ev sahipliğini yapıyor. Libya Temas Grubu adı altında ABD’nin güdümünde bir araya gelen 40’ı aşkın ülke, şu an İstanbul’da Libya’nın “kaderini” tartışıyorlar” açıklamaları yer aldı. “Kahrolsun Emperyalizm Yaşasın

10 milyon Afrikalı aç!

isteyen Yunanistan, İrlanda ve Portekiz’in toplam ekonomilerinden daha büyüktü. İtalya’nın dış borç yükümlülükleri şu an bütçesinin yüzde 120’sine eşit durumda görünüyor. İstanbul Peyman Bashiri

Mücadelemiz! Yaşasın İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği! Katil ABD İşbirlikçi AKP! Emperyalizm Yenilecek Direnen Halklar Kazanacak!” sloganları atıldıktan sonra eylem sona erdi.

Rıfat Çapar

Günlerin

Getirdiği Hazırlayan: Halil Altunpolat

21 Temmuz1978 Açlık Grevi

Özge Akman

Kemer sıkma politikaları şimdi İtalya’da

280’e karşı 314 oyla kabul edilen paket, içinde çeşitli sektörlere dönük 48 milyar Euroluk önlem barındırıyor. Paketin getirdikleri arasında öncelikle kamu çalışanlarını etkileyen tedbirler, maaşların ve işe alımların durdurulması, özel sektörde emeklilik yaşının yükseltilmesi ve sosyal ödenekler. Önlem paketine göre devlet dairelerinde maaşlar dondurulacak, işe yeni personel alınmayacak, sağlık hizmetlerinin fiyatı artırılacak, emeklilik yaşı yükseltilecek ve sosyal harcamalar-

Temas Grubu toplantısını, Beşiktaş Meydanı’nda toplanan NATO ve Füze Kalkanı Karşıtı Birlik protesto etti.

Somali, Kenya ve Etiyopya’da kuraklıktan kaçan kitleler, dünyanın en büyük mülteci kampını oluşturmuş durumda. Kenya’nın kuzeydoğusundaki Dadaab’da oluşturulan 90 bin kişilik kampa 380 bini aşkın Somali’li sığındı. Kampa her gün yüzlerce kişi geliyor. Pazar günü kampı ziyaret eden Birleşmiş Milletler Mülteci Dairesi Başkanı Antonio Guterres, “Dünyanın en kötü insani felaketi” diye tanımladığı kuraklık mağdurlarına yardım için kitlesel destek çağrısında bulundu. Dünya Gıda Programı, Doğu Afrika’da yaşanan en büyük kuraklık felaketi yüzünden 10 milyon kişinin gıda yardımına ihtiyaç duyabileceği uyarısında bulundu.

Cezaevleri koşullarının düzeltilmesi, tek tip elbisenin kaldırılması, işkence ve onur kırıcı işlemlerin son bulması için Malatya ve Sağmalcılar cezaevlerinde 675 tutuklu ve hükümlü açlık grevine başladılar.

22 Temmuz 1980 Kemal Türkler Öldürüldü

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) eski başkanı, Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler öldürüldü.

25 Temmuz 1996 Ölüm orucunda yaşamlarını kaybettiler

Cezaevlerinde süren ölüm orucunun 67. gününde Hüseyin Demircioğlu, Ali Ayata ve Müjdat Yanat öldüler. 5 bin kişi İstanbul Sultanahmet’te Adalet Bakanlığı’nı protesto etti.

31 Temmuz 1972 Dev- Genç Davası

154 sanıklı Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu (Dev-Genç) davası İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nde başladı.


Emekçi Hareket 15 Günlük Gazete İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Fadik Temizyürek - Bozkurt Mah. Türkbeyi Sk. No:79-81 Şişli/İstanbul Basıldığı Yer: Ezgi Matbaası - Sanayi Cad. Altay Sk. No:10 Yenibosna/İstanbul Türü: Yaygın Süreli Yayın Genel Yayın Yönetmeni: Emre Öztürk, Görsel Tasarım: Gürkan Köse, Pınar Atalar, Merve Demir, Fotoğraf Editörü: Osman Erdem, Ece Biberoğlu, Haber Koordinatörü: Rıfat Çapar, Melike Çınar, Suzan Sarıgöz Dağıtım: Sanem Deniz Kural emekcihareket@ehp.org.tr

. . ISTE KRIZ ı

Devlet korumuyor, suça teşvik ediyor

l

Son dönem artan kadın cinayeteri ve devletin aldığı sözde koruma tedbirleri üzerine Emekçi Hareket Partisi Merkezi Kadın Sorumlusu Berna Görgülü ile söyleşi yaptık: Çok açık ki devlet kurumları kadın cinayetlerine karşı önlem almamakta kararlı. Balıkesir’de kocası tarafından işkence gören Nurgül Özkan bunu farketmiş durumda. Defalarca savcılığa korum talebinde bulunup geri dönüş alamadığı için devlet kurumlarına güveni kalmayıp basın aracılığıyla ‘ devlet beni ölmeden korusun.’ diyor. Aslında Nurgül Özkan’ın yaşama mücadelesi bütün kadınların mücadelesidir. Kaldırılan Kadın Bakanlığı yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Devlet, bu yaşama mücadelesini görmezden geliyor. Kadınların ‘ Bizi koruyun.’ taleplerine karşılık olarak Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı’nı kaldırıp, yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nı kuruyor. Bu da demek oluyor ki, devlet kadınları değil, kadınların öldürüldüğü aileleri koruyor. Bugün uygulanan key-

fi koruma kararları karşısında hangi koşullarda kadınların korunabileceğini düşünüyorsunuz? Koruma için kullanılabilecek pek çok yöntem var. Alarmlı bilezik yönteminden kadının kimliğinin değiştirlmesine kadar pek çok yöntem kullanılabilir. Önemli plan, koruma aacının olması. Kadınlar şikayete bulunduğu an, ispat etme zorunluluğu olmaksızın kurumlar koruma önlemlerini başlatmak zorundadır. Ankara Başsavcısı İbrahim Et-

hem Kuriş’in görevlendirdiği 3 savcıdan oluşan ve kadına yönelik şiddeti önleme üzerine çalışma yapan büro anlamlı. Fakat bunun tek bir büro olarak kalmaması bütün ülke genelinde yaşanan kadına yönelik şiddet suçlarının tamamını kapsayabilecek merkezi bir mekanizma haline gelmesi gerekli. Parçalı bir şekilde atılan her adım devamında başka problemleri getirecektir.

için 6 ay evden uzaklaştırma cezası alan kocasının cezasının dolarak eve döndüğü ilk gün katledildi. -2011’in Temmuz ayı. Bayrampaşa’da bir kadın, sürekli tehdit edilmesine rağmen koruma verilmediği için eski kocası tarafından benzin dökülerek çocuğu ve akrabalarıyla birlikte öldürüldü. -2011’in Haziran ayı. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı kaldırıldı. Yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı getirildi. Hemen hemen aynı günler içerisinde yaşanan bu olayların ortak özelliği nedir? Tüm bunlar, erkeklerin her gün kadınları katlettiğinin ve devletin buna karşı hiçbir önlem almadığının açık birer kanıtıdır. Kadınları koruyun Devlet, koruma kararı aldığı kadınları bile korumuyor. Savcılık, mahkemeler, polis,

meclis; kadın cinayetlerinden siz sorumlusunuz! Kadınların talebi gayet açık: Yaşarken ve gerçek koruma istiyoruz.

Ecem Yazıcı

Kadınları koruyun, cinayetleri durdurun 2011’in Haziran ayı. Bartın’da bir köy. Şiddet gördüğü kocasından boşanmak isteyen ve koruma altında olan kadın, kocasının barışma talebini reddettiği için çocuklarının gözleri önünde öldürüldü. -2011’in Haziran ayı. Denizli’de kadın sığınma evi yakınları. Şiddet nedeniyle koruma altında olan, sığınma evinde yaşayan bir kadın işe giderken ‘konuşalım’ önerisini kabul etmediği kocası tarafından öldürüldü. -2011’in Haziran ayı. Kayseri’de iki katlı bir ev. Kendisini bıçakladığı için tutuklanan kocası tahliye olmasına rağmen koruma verilmemiş olan kadın, cezaevinden çıkan kocası tarafından yeniden bıçaklanarak bu kez öldürüldü. -2011’in Haziran ayı. İzmir’in Torbalı ilçesi. Kocası tarafından işkence boyutunda şiddet gören ve öldürülmek-

ten son anda kaçarak kurtulan kadın, çözümü ‘Devlet beni yaşarken korusun’ diyerek

basına çağrı yapmakta buldu. -2011’in Temmuz ayı. Ankara Dikmen’de bir kadın, kendisine şiddet uyguladığı

Aile Bakanlığını kaldırın Öldürülen çoğu kadın, yeni bakanlıkla korumaya çalıştığınız “aile”nin içinde öldürülmüyor mu? Aile Bakanlığını derhal kaldırın, kadın cinayetlerini durduracak bir kadın bakanlığı kurun.

Tüm kadınlar İstiklal’e yürüyüşe! Türkiye’nin dört bir yanında öldürülen kadınlar için, daha fazla kadının öldürülmemesi için Türkiye’nin dört bir yanından kadınlar bir araya geliyoruz. Öldürülen kadınların yakınları, hukukçular, yazarlar, sanatçılarla birlikte yürüyoruz. Kadın katillerine indirim değil ağır ceza verilmesini sağlayan sloganlarımızı bu kez de devletin kadınları gerçekten korunmasını sağlamak için atacağız. Mücadelemizle kadın cinayetlerini durduracağız.

‘‘

IMF Danışmanı Nouriel Roubini

Ekonomide kusursuz fırtına

Roubini, Avrupalı liderlerin, Yunanistan ve Portekiz gibi ülkelerde borç sorunlarını çözmeyi ertelerken, ABD’nin de önemli mali reformları 2012 seçimi sonrasına bırakabileceğini ifade etti ve bunun da potansiyel ekonomik sorunların 2013’te gündeme gelebileceği anlamı taşıdığını belirtti.

‘‘

Bugün kadınların öldürülmesine yönelik devletin koruma kararlarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Son 10 gün içerisinde 14 kadın öldürüldü. Bu kadınlardan 3’ü kocasından ya da eski kocasından şiddet gördüğü, öldürülme tehlikesi yaşadığı için devlet tarafından koruma altına alınmış kadınlardı. Yani Ayşe Paşalı’da olduğu gibi koruma talebi reddedilmiş kadınlar değildi. Bizzat savcılığın koruma kararı aldığı kadınlardı. Fakat devlet yine bu kadınları korumadı. Çünkü devletin koruma diye bize sunduğu, telefonla ardığımızda jandarmanın ya da polisin yanımıza gelmesi. Bu zaten koruma altında olmadan da devletin yapması gereken bir görev. Yani aslında koruma tedbiri aldık dedikleri kadınlar için hiçbir koruma önlemi alınmıyor. Kadınların devletten koruma talep etmelerine karşın hala ölüm tehdidiyle karşı karşıya kalmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kadına şiddete elektronik kelepçe

Bu uygulamayla evden uzaklaştırılan erkekler, şiddet uygulamak için kadının evine yaklaştığında teknik izleme sistemi tarafından fark edilip engellenebilecekler. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin yaptığı açıklamada, eşine şiddet uygulayan ve evden uzaklaştırılan erkeklere takılacak elektronik kelepçe sayesinde bir teknik izlemeye alınacaklarını belirtti. Kadın cinayetlerinde devletin korumaması üzerine geliştirilen ve uygulamaya geçirmeye hazırlanan, birçok AB ülkesinde de uygulanan elektronik kelepçe uygulamasıyla kadın cinayetlerinin engellenebileceği düşünülüyor.

Şahin yaptığı açıklamada “Yapmaya çalıştığımız şey özellikle Ayşe Paşalı cinayetinde bu kadar şey yapılmasına rağmen ‘Neden devlet koruyamadı’ yı masaya yatırdık. Kolluk kuvvetlerinin oradaki yetkisini artırıyoruz. Aile Mahkemeleri’ne yetki devri veriyoruz. En önemli şey, elektronik kelepçeyle izleme takip sistemini kuruyoruz. Şiddet uygulayan erkek uzaklaştırılma kararı verilmesine rağmen kadına yaklaşıyorsa burada elektronik sistemle, bilimsel bir yaklaşımla, birçok AB ülkesinin yaptığı gibi teknik bir takip sistemi oluşturacağız. Meclis açılır açılmaz çıkacak ilk yasa budur.” dedi. İstanbul Gamze Abay

> EHP İstanbul İl Örgütü yeni binasında

Adres: Rumeli Caddesi Matbaacı Osmanbey Sokak No: 67 D: 4 Şişli/İstanbul

> EHP Devrek İlçe Örgütü taşındı

Adres: Eski Mah. Çakırlar Sokak Hüseyin Mekik Apt. No: 1 Devrek/Zonguldak Emekçi Hareket gazetemizi düzenli takip etmek için aşağıdaki formu doldurarak abone olabilirsiniz.

Abone Formu

Adınız Soyadınız:

E-Postanız:

Adresiniz:

Telefon Numaranız: Mesleğiniz:

1 yıllık abonelik için 0749 471420035001 Şükrü Oral adına Ziraat Bankası hesap numarasına 15 TL yatırarak formu Feridiye Cad. No 41 Taksim / İstanbul adresine postalayınız.

İzmir’in Basmane ve Agora semtinde yaşayan mülteciler “ekonomik büyüme”den çok uzak bir şekilde açlık ve yoksulluk içinde yaşıyorlar. “Ekonomik büyüme” onların pek derdi değil.

Gözümüzden kaçmayanlar

ANKARA ÇANKAYA MAMAK

TELEFON

ADRES

0555 686 84 68 0536 882 31 04 0539 986 84 51 0543 958 58 53

Yükseltepe Mah. 1666. Cad. 1945. Sk. No: 1 Keçiören

ANTALYA

artvin@ehp.org.tr

AYDIN BOLU BURSA ÇANAKKALE ÇORUM ODUNPAZARI

MAIL

balikesir@ehp.org.tr 0555 552 78 65

corum@ehp.org.tr 0507 787 0554 838 97 44 75 90 0554 780 36 81 0554 660 69 74

HATAY 0506 976 61 44

KADIKÖY

0553 740 67 19 0507 371 02 12 0507 213 50 46

Yasa Cad. Yasa Han No: 24 Kat: 3 D:31

0555 839 86 52

Tepecik Mah. Çeltik Geçidi Sk. Seymen Apt. No: 2 D: 5

MALATYA

kayseri@ehp.org.tr manisa@ehp.org.tr

0507 707 20 03

rize@ehp.org.tr

SAMSUN TRABZON YALOVA ZONGULDAK DEVREK

yalova@ehp.org.tr zonguldak@ehp.org.tr 0531 687 10 71

w w w.ehp.org.tr adresinden gazetemize abone olabilirsiniz


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.