Emekçi Hareket Partisi diyor ki...
Unutmayacak ve Unutturmayacak Olanlara Masal Anlatma Sayfa 2 Sayfa 2
Emekçi Hareket Partisi Her Cumartesi, Annelerin Yanında Galatasaray’da
Bu Ne Perhiz, Bu Ne Anayasa Taraflaşması 3 İşte Kriz: İşsizlik, İntihar Neo-Liberalizmin Kamudaki Tezahürü
Saat 11.00’da EHP İl Örgütü’nde Buluşuyoruz
Sayfa Sayfa 6
Daima Hakan Öztürk Astroloji ve Astronomi Kılıçdaroğlu çıkıp “e-muhtıra AKP’nin tekrar iktidara gelmesi için ortaya çıkarılmıştır, Yaşar Büyükanıt ve Tayyip Erdoğan işbirliği yapmıştır” buyuruyor.
Sayfa 3
EMEKÇiLER VE HALKLAR CEVAP VERiYOR
Sayfa 7
Başından beri EHP’li Kadınlar olarak takipçisi olduğumuz Münevver Karabulut duruşmasında mücadele ettiğimiz kadın örgütleriyle birlikte, Bakırköy Adliyesi’ndeydik.
Lenin’in gazetemizde yayınlanan “Akıntıya Karşı” isimli köşesinin üçüncü yazısı: “Güven Nedir?”
Sayfa 2
iŞSiZE iŞ BULUN Kriz devam ediyor, koşullar gittikçe ağırlaşıyor, taşeronlaşma ve esnekleşme artıyor, işsizlik büyümeye devam ediyor bu nedenle taşerona ses çıkarılamıyor. Fakat direnişler de büyüyor, belediyeler birer birer grev kararı asıyor.
Yeni Anayasa Paketi’nde memurların grev hakkına engel koyulma çabası boşuna değildir. Emekçilerin bu sürecin dışında bırakılmaları, alanlardan mahrum bırakılmaya çalışılmaları boşuna değildir. Emekçinin sözünü zayıflatmak hükümet için hayat memat meselesi. Zannediyorlar ki insanlık sessiz sedasız bu diyardan göçer gider. Göçer gider diye düşündükleriniz size bu dünyayı dar edecek. Direnişler ve grevler büyüyor, mücadele büyüyor. Tekel Direnişi devrimcileri ve emekçileri yoldaş yaptıysa eğer tüm grevler ve direnişler yoldaş olma alanlarına dönmeli.
Sayfa 5
Öğrencilere ne katsayılar hakkında ne sınavın konuları hakkında ne de tercihlerin nasıl yapılacağı hakkında bilgi verildi. Milyonlarca öğrenci mağdur durumda bırakıldı.
EHP Genel Başkanı Sibel Uzun:
Emekten ve Halklardan Yana Demokratik Bir Anayasa Sayfa 6
İşsizlikle mücadele adı altında işçi sınıfının halen kullandığı tüm haklar hedefe konulmuş durumda.
EHP Genel Sekreteri Gün Çağ Aydın:
Halkların Kardeşliğini Savunacağız Devamı sayfa 4’te.
Egemenler “Anayasa Değişikliği” hamlesinde farklı kurumlarıyla bir kez daha kendini belli etti. Tamamen antidemokratik bir süreç işleten egemenler hem hükümet eliyle hem de yargı eli ile halkları ve emekçileri dışında bırakan bir anayasa süreci işletti. Bu sürecin tanınmaması ve boykot edilmesi halklarımızın ve emekçilerin vereceği en isabetli karar olacaktır.
Emekçi Hareket Partisi olarak kardeş Kürt halkına dönük saldırılara karşı “Halkların Kardeşliği”ni savunmaya devam edeceğiz. Halklar arasında yaratılmaya çalışılan nefreti yerle bir edeceğiz. Çünkü Kürt ve Türk halklarının ortak nefreti patronlara ve onların düzenine karşıdır. Bu düzeni yerinden edeceğiz.
Kadıköy Belediyesi İşçisi Kazandı
Toplu İş Sözleşmesi Masasından Kaçan Belediye Başkanı’na İşçilerin Yanıtı Direniş Oldu.
Devamı sayfa 8’de.
UPS İşçileri Kazanacak:
Anayasa sürecinin başından itibaren halkların ve emekçilerin talepleri sorulmamıştır. Halkların demokrasi talepleri, emekçilerin kriz çemberinde yaşadığı tonlarca zorluklar ve talepleri konusunda sürece dahil edilmesi bir kenara söz konusu dahi olmamıştır.
Devamı sayfa 2’de.
Yıldız Yumruk Direnişte
Biz devrimcilere düşen görev bu direnişleri örgütlemek, genel seçimlere hazırlanan partimizi işçi direnişleri gibi ilden ile taşımaktır.
İzmir ve İstanbul’da Direniş Devam Ediyor. İşçi kardeşlerimizle omuz omuza mücadele büyüyor.
Devamı sayfa 3’te.
Devamı sayfa 3’te.
2
www.ehp.org.tr Akıntıya Karsı . Vladimir Iliç Lenin
Güven Nedir?
Yeni İskra’nın yöneticileri, “güvenin nazik bir şey olduğu, insanların kafasına ve kalbine çekiçle çakılamayacağı” söylüyorlar. Aleksandrov’a karşı koz kâğıdı oynamaya çalışıyorlar. Ben, yalnızca bir grubun üyesiyken herhangi bir gerekçe ya da neden göstermeksizin, salt güven duymadığımı söyleyerek, örneğin X şahsiyetiyle çalışmayı reddetmeye hakkım vardı, bunu haklı gösterebilirdim. Ama şimdi bir partinin üyesi haline geldiğime göre, artık genel olarak güvensizlik öne sürmeye hiç bir hakkım yoktur. Çünkü bu eski grupların bütün kaprislerine ve saçma isteklerine kapıyı ardına kadar açmak demek olur. “Güven”imin, ya da “güvensizliğimin” resmi gerekçelerini göstermek, yani programımızın, taktiklerimizin ya da tüzüğümüzün resmen ortaya konmuş bir ilkesini anmak zorundayım. Herhangi bir gerekçe göstermeksizin “güven”imi ya da “güvensizliğimi” ifade edemem. Her türlü kararımın hesabını tüm partiye vermem gerektiğini kabul etmeliyim. Duyduğum “güvensizliği” ifade ederken, ya da bu güvensizlikten doğan düşünce ve isteklerin kabul edilmesini sağlamaya çalışırken, resmen belirlenmiş usule sıkı sıkıya bağlı kalmalıyım. “Güven”in hesabının verilmediği grupçu görüşten; kendi güvenimizi ifade etme, hesabını verme ve sınavdan geçirme işlerinde resmen belirlenmiş bir usule sıkı sıkıya sarılma gerektiren parti anlayışına yükseldik. Ama İskra yöneticileri bizi geri sürüklemeye çalışıyorlar ve kendi kuyrukçuluklarına, “örgütlenme konusunda yeni görüşler” diyorlar! [Sayfa: 241] Aristokratik anarşizm “üst ve alt parti organları ve makamları arasında herhangi bir hiyerarşiye gerek yoktur” diye düşünür. Böyle bir hiyerarşiyi, bakanlıkların veyahut dairelerin bürokratik icadı olarak görür. Onlara göre “işleri bir düzene koymak” için ya da farklılıkların sınırlarını belirlemek için “resmi bürokratik” parti yöntemlerine gerek yoktur. Parçanın bütüne bağlanmasına gerek yoktur. Yarabbim, adi “fabrika” biçimciliğine karşı, nasıl da yüce ve soylu bir şamar bu! Bırakalım eski grup çekişmeleri, örgütlenmenin “gerçekten sosyalist yöntemleri”ne ilişkin kendini beğenmiş tartışmalarla takdis edilsin. Fabrika okulundan geçmiş olan işçinin, anarşist bireyciliğe ders verebileceği ve ders vermesi gereken nokta budur. [Sayfa: 242] Sınıf bilincine ulaşmış işçi, bu tür aydına karşı çekingen davrandığı çocukluk dönemini çoktan geride bırakmıştır. Sınıf bilincine ulaşmış işçi, sosyalist aydınlar arasında bulduğu daha zengin bilgi dağarcığını ve daha geniş bir siyasal dünya görüşünü takdirle karşılar. Gerçek bir parti kurma yolunda yürüyoruz. Sınıf bilincine ulaşmış işçiler, işçi ordusu askerlerinin anlayışını, anarşist sözlere geçit töreni yaptıran burjuva aydınının anlayışından ayırabilmelidir. Bir parti üyesine düşen görevleri, yalnızca sıradan üyelerin değil, ama aynı zamanda “tepedeki kişiler”in de yerine getirmesinde ısrar etmeyi öğrenmelidir. Geçmiş günlerde nasıl taktik sorunlarındaki kuyrukçuluğu tiksintiyle karşılamışsa, örgüt sorunlarındaki kuyrukçuluğu da aynı tiksintiyle karşılamayı öğrenmelidir! [Sayfa: 243] İktidar savaşımında, işçi sınıfının, örgütten başka bir silahı yoktur. Burjuva dünyasındaki anarşik rekabetin egemenliğinden ötürü birbirinden ayrı düşmüştür işçi sınıfı. Sermaye köleliğiyle yerine bağlanmış; azami yoksulluğun, vahşetin ve bozulmuşluğun “derin çukurları”na sürekli itilmiş olan işçi sınıfı, ancak marksizmin ilkeleri üzerinde ideolojik olarak birleşip ilerleyebilir. Bunu milyonlarca emekçiyi bir işçi ordusu halinde kaynaştıran maddi örgüt birliğiyle pekiştirerek, yenilmez bir güç haline gelebilir ve gelecektir. Bütün zikzaklara ve geriye doğru atılan adımlara, bugünkü sosyalizmin jirondenlerinin oportünist lafazanlığına, gerileyen grupçuluk ruhunun kendi yüksekliğine kendini inandırmasına ve aydın anarşizminin gösteriş ve gürültüsüne karşın, işçi ordusu, gittikçe sağlam biçimde saflarını sıklaştıracaktır. [Sayfa: 267] Viladimir İliç Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1989
Yıldız Yumruk 41 İlde Partimiz Genel Seçimlerde bölümünden il ve ilçe örgütlerimiz ile ilgili haberleri öğrenebilirsiniz. Mail listemize sitemizden kayıt olabilirsiniz. Marksizm Okumaları’nı canlı olarak sitemizden takip edebilirsiniz.
Emekçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sibel Uzun’dan Anayasa Referandumu Açıklaması
Emekten ve Halklardan Yana Demokratik Bir Anayasa Egemenler “Anayasa Değişikliği” hamlesinde farklı kurumlarıyla bir kez daha kendini belli etti. Tamamen antidemokratik bir süreç işleten egemenler hem hükümet eliyle hem de yargı eli ile halkları ve emekçileri dışında bırakan bir anayasa süreci işletti. Bu sürecin tanınmaması ve boykot edilmesi halklarımızın ve emekçilerin vereceği en isabetli karar olacaktır. Halklar ve Emekçiler Sürecin Dışındadır Anayasa sürecinin başından itibaren halkların ve emekçilerin talepleri sorulmamıştır. Halkların demokrasi talepleri, emekçilerin kriz çemberinde yaşadığı tonlarca zorluklar ve talepleri konusunda sürece dahil edilmesi bir kenara söz konusu dahi olmamıştır. AKP Meclisin Vekillerini Tanımayan, Kürt Sorunu nu Çözmek İstemeyen Bir Süreç Ördü Mecliste görevlerine devam eden halkının oyları ile seçilmiş BDP’li vekillerle görüşülmemiş, açık bir ayrımcılık uygulanmıştır. BDP milletvekilleri “Anayasa Değişikliği” süreci boyunca kürt sorununun çözümü için çok ciddi öneriler getirdi. Fakat kendi hesabına bir süreç işleten AKP her zamanki gibi, işine gelmediği için Kürt Vekiller’i görmezden gelme siyaseti izledi. Açılım yapılacaksa
kürt sorununun meclisteki siyasi aktörü ile görüşme baştan gerçekleşmeliydi. Yüksek Yargı Kendini Sağlama Alıyor AKP yargı kanalında daha fazla kadrolaşma hamlesi yapmış yüksek yargıda bunu kabul etmemek üzere kısmi iptale gitmiştir. AKP koltuk derdinde pişkin siyasetçi, Anayasa Mahkemesi koltuk derdinde yüksek yargı bürokratları olarak pozisyonlarının peşindedirler. Arada tüm toplumun hakları yenmektedir. Seçim Barajı Anti Demokrasisi Seçim barajı değişikliklerde gündeme alınmamış, seçilme ihtimali olabilecekler, temsil edilmesi elzem olan tüm siyasi görüşler baştan itibaren antidemokratik bir şekilde elenmiştir. Seçim barajının kalkmasını memleketine yakıştıramayan başbakan toplumun siyaset yapma hakkının hırsızlığını yapmıştır. Emekçilerin Hakları Elinden Alınmaya Devam Edilecek İşsizlik cenderesinde olan emekçilerin haklarını korumaları, savunmaları için herhangi bir sendika, kanun gibi demokratik
uygulama devreye alınmamış, söz konusu dahi olmamıştır. Haklı binlerce talebi olan emekçilerin gündeme alınmaması işsizliğin, emekçilerin yaşadığı sıkıntıların, istikrarsızlığın devam edeceğini göstermektedir. Parti Kapatmalar, Siyasi Yasaklamalar Devam Edecek Kapatma davası gündeme gelecek olan AKP kendi adına siyasi partilerin kapanması konusunu ele almış fakat yasaklanan Kürt Vekilleri ile ilgili en ufak bir adım atmamıştır. Siyasi engellemeleri, AKP parti kapatmalar da dahil olmak üzere el artıracak şekilde gerçekleştirmiştir. Ergenekoncular Hala İş Başında Halkların özlemi olan demokrasiye kavuşmak için 12 Eylül Askeri Darbesi sonucu ortaya çıkan anayasa kökten reddedilmelidir. Ergenekon kapsamında açılan davaların hiç biri egemenlerin aleyhine sonuçlanmamıştır. Değişiklik yapılırken darbeler dönemini sarsıcı hiç bir düzenleme yapılmamıştır. Bu gelişmeler darbeler sürecinin devam ettirilmek istendiğini gösteriyor. Tüm bu nedenlerle emekçilerin ve halkların baştan sürece dahil edildiği “Demokratik Bir
Anayasa” sıfırdan planlanmalı, önümüze dayatılan bu süreç reddilmelidir. Halklarımızın kıymetli oyları kendisini dışında bırakan bu süreci boykot ederek, ders verecek kudrettedir. Emekçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sibel Uzun
Bu Ne Perhiz, Bu Ne Anayasa Taraflaşması Emre Öztürk AKP’nin kendisi çalıp kendisi oynadığı bir süreçle hazırladığı Anayasa değişikliği paketi bildiğiniz gibi 12 Eylül’de “halk oylamasına” yani referanduma sunuluyor. Halkın temsilcilerinin görüşleri alınmadan hazırlanan paket geleneksel sağcı kafaların demokrasi sahtekarlığıyla güya halka danışılmış yapılacak. Bu “gibi yapanlar kumpanyasının” oyuncu kadrosu da, ele aldıkları konular da oldukça zengin. AKP kanadının başrol oyuncusu Başbakan Erdoğan müthiş bir çıkışla ağlaya ağlaya bu anayasa değişikliğinin asıl hedefinin 12 Eylül darbecilerinden hesap sormak olduğunu halkımıza açıkladı ve evet oyu istedi. “Hayır’da hayır var” diyen CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ise başbakanın bu hamlesini sahtekar bulduğunu açıkladı. Buna karşılık AKP’yi 12 Eylül
darbesinin hukuki dayanağı olarak bilinen TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesini “samimi” olarak kaldırmaya davet etti. Referandumu ve Anayasa değişikliğini darbecilerle hesaplaşmak olarak gören veya görmezden gelmeyen bu iki gedikli düzen partisinin bugüne kadar yaptıkları ne yazık ki yine ağır bir ikiyüzlülük içerisinde olduklarını gösteriyor. Daha şimdiden herkesin bildiği gerçekler 12 Eylül’cülerden hem hukuken hem de siyaseten nasıl hasap sorulacağını bilmemezlikten geliyorlar. AKP’liler bilindiği gibi Anayasa maddeleri oy-
EHP, Cumartesi Anneleri eylemine tüm yöneticileri, üyeleri ve parti dostları ile her hafta katılarak darbecilerden hesap sormaya devam ediyor.
lanırken 12 Eylül’cülerin yargılanmasının önünü açan zaman aşımı hükmünün kaldırılması konusunda basiret gösteremediler. AKP’lilere ve Erdoğan’a sormak lazım bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Ya CHP ve Kılıçdaroğluna sormayacakmıyız, bu ne perhiz… Ergenekonun avukatlığından hala istifa etmemiş olan sizler Kenan Evreni gerçekten yargılayabilir misiniz? 27 Nisan’da Yaşar Büyükanıt’la Erdoğan arasındaki ilşkiyi fark edemeyen sizler şimdi mi aydınız? O zaman CHP üyesi değilmiydin ey Kılıçdaroğlu?
12 Eylül Darbecilerinden Hesap Sormak İçin; Darbecilerin yargılanmasının önünde engel teşkil eden geçici 15. maddeden başlayarak yargılamayı engelleyen anayasadaki tüm yasal düzenlemeler kaldırılmalıdır. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı düzenlemesi ortadan kaldırılmalıdır. Tüm darbeciler halkın oylarıyla seçilmiş bağımsız mahkemeler tarafından yargılanmalı, hak ettikleri şekilde cezalandırılmalıdır. TSK İç Hizmetler Kanunu’nun darbelere gerekçe olarak gösterilen 35. maddesi ve buna benzer maddeler tamamen ortadan kaldırılmalıdır. 12 Eylül anayasası baştan aşağıya değiştirilmelidir. Toplumun tüm ezilen kesimlerinin talepleri doğrultusunda demokratik bir anayasa oluşturulmalıdır ki bu 12 Eylül darbecilerinden hesap sormanın en önemli koşullarından biridir. 12 Eylül anayasası ile üniversiteleri baskı altına almak ve bilimsel demokratik eğitimin önünü kapatmak için kurulan YÖK lağvedilmelidir. 12 Eylül Askeri mahkemelerinde yargılanarak haksız ve hukuksuz bir biçimde çeşitli cezalara çarptırılmış, idam sehpalarına yollanmış olan, emek ve demokrasi mücadelesi veren insanların halkımızın gözünde zaten meşru olan itibarları derhal geri verilmelidir. Darbeciler tarafından kapatılan sendikalar ve diğer hak arama örgütlerinin el konulan malları iade edilmeli, bu kurumların aynı şekilde itibarları iade edilmelidir. Darbenin ve darbe anayasasının bir sonucu olarak ülkeyi terk etmek zorunda bırakılıp sürgünde olan devrimcilerin ülkelerine dönüşünü sağlayan yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Unutmayacak ve Unutturmayacak Olanlara Masal Anlatma Sen Tayyip Erdoğan... Demokrasicilik oyunu oynadığınız sekiz yıllık iktidarınız boyunca ki “demokratik” atılım ve açılımlara gel birlikte bakalım. Ne olmuş bu zaman zarfında yeniden hatırlayalım. 2000-2009 yılları arasında cezaevlerinde katledilmiş insan sayısı 309. Adalet bakanına sor bakalım doğru mu? Yine o “şanlı” AKP iktidarı döneminde çıkarılan polis vazife ve salahiyetleri kanunu çıktıktan sonra 20’si karakolda 83 kişi o boyunları it kolyeli ağzı salyalı faşist polislerin tarafından katledildi. Bunu biliyor muydun? Yine ayni itlerin, demokratik alandaki birçok demokratik kurum ve kişilere yönelik başlattıkları komplo ve demagojilerle birçok kişiyi
tutuklayıp cezaevlerine attı. Yine ayni itlerin tarafından Kürt halkının seçilmiş ve demokratik alandaki temsilcilerine yönelik demagojik “terör” kampanyalarıyla başlattığın insan avı sonucu 1500’ün üzerinde DTP’liyi tutukladınız ve cezaevlerine attınız. Bunu unutmuş olamazsınız çünkü sizinle aynı çatı altında olan Kürt halkının vekilleri bunu size her oturumda hatırlatıyor değil mi? Yine Tayyip Erdoğan... Polise taş atan Kürt çocuklarının kaç tanesinin “terör” örgütü üyesi olarak tutuklandığını biliyor musun? Sen Tayyip Erdoğan... 2002-2010 yılları arasında senin iktidarında 52 cezaevi yaptırmış olman seni çok “demokrat” yapıyor. Toplam 524 olan cezaevi sayısına 86 tane daha katmak istiyor olman tartışmasız “demokratlığını” tescillemiş oluyor.
Sen Tayyip Erdoğan... Bu ülkede 12 Eylül’ün gadrine uğramışların adına sakın ola konuşma. 12 Eylül ve sonrasının tüm “nimetlerinden” yararlanmış olan, devrimcilerin, demokrat ve aydınların; bu halkın adına konuşma. Onların değerlerini ve kıymetlilerinin adını ağzına alma. Peki, bu faşist yasalarınızın sonucu ülkelerinden uzakta politik sürgünlerin sayısını biliyor musun? Onlar elma çaldıkları için ülkelerinden gitmediler Tayyip Erdoğan. Senin “demokratlığın” bu, bize demagoji yapma bukalemun Tayyip. 12 Eylül’de bu halkın varlığını hissedeceksin. Emekçi Hareket Partisi Siyasi Büro Üyesi Veysel Aktaş
İşçilerden, gençlerden, LGBTT’lerden, kadınlardan yazılar köşemizi sitemizden okuyabilirsiniz.
Sitemizden yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı emekcihareket@ehp.org.tr adresine gönderebilirsiniz.
www.ehp.org.tr
İşte Kriz: İşsizlik, İntihar
Daima Hakan Öztürk
Astrololoji ve Astronomi
Gürkan Köse 2008 krizinin etkilerini hala derinden hissettiğimiz bu günlerde işsizlik bir yandan artmaya devam ederken; öte yandan da işsizliğe paralel olan alım gücü de düşmeye devam ediyor. Son açıklanan yoksulluk sınırının 2.676,42 TL ve açlık sınırının 821,66 TL olduğu bir ülkede milyonlarca emekçi bu sınırın altında yaşıyor. Giderek artan işsizliğin sonuçlarından biri olan intiharlar ise normalleştirilmeye çalışılıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’in en son mart ayında açıkladığı verilere göre kentlerde genç işsiz oranı %28,7. Bu resmi kayıtlara ise üniversite öğrencileri dahil edilmiyor. Aynı şekilde işsiz mahalle gençliği de istatistiklerin dışında tutuluyor. Ev hanımları gibi ya da uzun süre iş arayıp bulamadıkları için İş-Kur’a başvurmaktan vazgeçen ümitsiz işsizler gibi pek çok kesim resmi kayıtlarda işsiz olarak değerlendirilmiyor. DİSK’in açıkladığı son raporda ise kayıt dışı 10 milyon işsiz insanın var olduğu gerçeği karşımıza çıkıyor. Bu değerlendirme ışığında şsizliğin reel oranı %30’a varmış durumda.
Yüz Ülkeden Tarım Ürünü İthal Ediliyor Ankara Ticaret Odası’nın hazırladığı “Tarım İthalatı” raporuna göre Yunanistan’ın yüzölçümünün yaklaşık iki katı büyüklüğünde tarım alanına sahip olan Türkiye’nin, Yunanistan ve ABD’den pamuk, Rusya’dan buğday, Fransa’dan arpa, Mısır’dan pirinç, Ukrayna’dan mısır, Sri Lanka’dan çay, İtalya’dan bakla, Çin’den sarımsak, Panama’dan muz, Meksika’dan nohut, Kanada’dan mercimek vb gibi 100’ü aşkın ülkeden ithalat yapıldığına dikkat çekiliyor. Verimli tarım alanlarının yoğunluğuna karşın tarım alanlarını kullanma açısından sınırlandırılan Türkiye’de kriz koşulları da ekonomi politikalarını değiştirmeye yetmedi. Sahip olunan alanlar yeterince
3
Kılıçdaroğlu çıkıp “e-muhtıra AKP’nin tekrar iktidara gelmesi için ortaya çıkarılmıştır, Yaşar Büyükanıt ve Tayyip Erdoğan işbirliği yapmıştır” buyuruyor. İnsanların bu tarzına bayılıyorum. Ne rahatlık. Sanki bir bardak su içer gibi. Sanki tatile çıkar gibi. Yahu bu uyuyor mu? Uymazsa uymasın. Mantıklı mı? Değilse değil. Ben zaten sıkıldım… Ülkemizde birçok şeyin imkânı yok, kaynaklar sınırlı ama hakikaten rezil olma imkânı da yok. Tutarsız olma imkânı yok. Çünkü rezil ve tutarsız insan sayısı o kadar fazla ki, rezilliği ve tutarsızlığı açığa çıkarmakta çok büyük meşakkat yaşıyorsunuz. Bir hükümet kendisine muhtıra verdirtir mi yahu? İnsan dişine dolgu yaptırırken bile tereddüt ediyor. Tedirgin oluyor. Nasıl olacak, nasıl bir şaşmaz sosyolojik-siyasal uzmanlıkla hareket edeceksiniz de, kendiniz için muhtıra verdirteceksiniz? Kendisine muhtıra verilmesi gibi bir operasyondan çok çok karlı çıkılacağına kim emin olabilir? Bunu size hangi sosyoloji profesörü danışmanınız garanti edebilir?
değerlendirilmiyor ve ithalat yapılmaya devam ediliyor. Bu koşullar altında da çiftçiler yüksek kredilerden borç almak durumunda bırakılıyorlar. 24,5 milyon hektar büyüklüğünde tarım alanına sahip ülkenin 4,2 milyonluk kısmı ise her yıl nadasa bırakılıyor.
Başbakan Krize Karşı Net Geçtiğimiz sene patlak veren küresel krizin ardından açıklama yapan Başbakan Erdoğan; küresel krizin Türkiye’yi etkilemeyeceğine ve krizin “teğet” geçtiğine vurgu yapıyordu. Küresel kriz, teğet geçmek bir yana, insanların hayatlarını derinden etkilemeye devam ediyor. Başbakan krizin etkisini en az şekilde hissettirmek için arayışlarda bulunduğunu dile getirerek; “Benim iddiam şu; biz bu krizi en az zararla atlatan ülke olacağız. Bizim için bu yıl evvel Allah işin sonudur. Ve biz bu yıl sonuna doğru da bunun parıltılarını göreceğiz. İddiamı devam ettiriyorum, arkasındayım ve ’teğet geçecek’ diyorum. Aynı... Teğet geçmesi demek; bize zarar vermeyecek anlamında değil, sürtünüp geçecek. Ama sürtünürken tabii bize de bir
hasar verecek. Onun için moralleri yüksek tutacağız. Kriz ortamından çok kriz sonrasına yoğunlaşmanın, hem sektörlerimiz hem de ülkemiz için çok daha yararlı sonuçlar doğuracağını da görebiliyoruz.” dedi. Krizin olduğunu kabullenmek zorunda kalan Erdoğan bu konuda çalışmalar yapacağını sadece dile getirebilerek yasak savıyor. Emekçilerin taşeronlaştırılması, güvencesizliğin dayatılmasıyla yaratılan ekonomi sürdürülebilir olmamakla birlikte işsizlikle burun buruna yaşayan emekçilerin sırtından daha çok rant elde etmeyi kontrolsüz hale getiriyor.
Dünya Bankası Başkanı da Kara Kara Düşünüyor Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, 20082009 yıllarında ekonomik kriz yüzünden 10’u Latin Amerika’da olmak üzere 60 milyon insanın yoksulluğa itildiğini açıkladı. 60 milyon yoksul insanın en az 5,8’inin de Meksika’da yaşadığını belirten Meksika Maliye Bakanı Ernesto Cordero yoksulları tanımlarken günde 2,85 dolardan daha az parayla yaşayan insanları ifade ettiğini açıkladı.
Yıldız Yumruk Direnişte 2009 yılında başlattığımız işsizliğe karşı mücadeleyi büyüten, Türkiye halklarına umut olan partimiz, gerek İş-Kur önlerinde, gerek faizci tefeci bankalar önlerinde, gerek harç zamlarına karşı yürüttüğü mücadeleyle, RENTA, TEKEL, TARİŞ işçi direnişlerini örgütleyerek devrimci mücadeleyi yükseltmeyi başarmıştır. 41 ilde örgütlenmeyi önüne hedef koyan partimiz bu yıl da İşsize İş Bulun ya da Defolun şiarıyla halkın umutlarıyla oynayanlardan hesap sormak, sözümüzü yüzlerine bir tokat gibi indirmek için AKP il binaları önünde eylemler planlamaktadır. Kendi sonunu hazırlayan kapitalistler, işsizliğe, işten atılmalara, üniversite mezunlarına bir çözüm bulamamaktadır. AKP hükümeti, yeni-liberal politikalarıyla yeni hamleler denemekte fakat her defasında çuvallamaktadır. İşsizliğe çözüm ararmış gibi yaparken çığ gibi büyüyen felaketin farkında bile değildir. İşçi direnişleri Türkiye’yi il il sarmaktadır. Biz devrimcilere düşen görev bu direnişleri örgütlemek, genel seçimlere hazırlanan partimizi işçi direnişleri gibi ilden ile taşımaktır. Halkın ekmeğine göz koyanların karşısında devrimci mücadelemizi yükseltmek, Marks’ın, Lenin’in, Mahir’in teorilerinde haklı olduğunu bir kez daha göstermek için emekçileri, işsizleri, tüm ezilenleri kapsayan en geniş çalışmayı örmektir. Halkımıza çözüm yolunu göstermek için il merkezlerinde, ilçelerde, emekçi mahallelerinde Emekçi Hareket gazetemizin okunmasını sağlamalıyız. Kapitalizmin bu ülkedeki aktörlerinden hesap sormak için, işsizlere, emekçilere ve toplumun ezilen bütün kesimlerine umut olmak için tüm sokaklara zihinlerde yer edinmek için Yıldız Yumruk’umuzu ve “İşsize İş Bulun ya da Defolun” sloganımızı kazımalıyız. Son olarak Lenin’in dediği gibi, “Daha az tumturaklı sözler ve daha çok günlük iş” işte bu sayede genel olarak, liberalizm ve özel olarak pasifizm yenilebilir. Emekçi Hareket Partisi Örgütlenme Sorumlusu Gökhan Asan
UPS İşçileri Kazanacak UPS işçileri TÜMTİS’e üye oldukları ve sendikalaştıkları için işten çıkarılmış, bu nedenle işten atıldıkları günden beri UPS Mahmutbey Aktarma Merkezi ve UPS Kargo İzmir Genel Müdürlüğü önünde “UPS’de İşçi Kıyımına, Sendi-
ka Düşmanlığına Son!” yazılı pankartla direnişe başlamışlardı. Yaklaşık 3 aydır direnişe devam eden işçiler, kazanana kadar direnmekte kararlılar. Her gün sabah saatlerinden iş çıkışına kadar bekleyişlerini sürdüren UPS işçileri yaptık-
ları eylemlerle de direnişlerini kamuoyuna duyurmayı amaçlıyorlar. İzmir’de her Çarşamba saat 8.30-9.30 saatleri arasında yürüyüş düzenleyen UPS işçileri, işten atılan 15 işçi geri alınana kadar da direnişlerine devam edecek. İstanbul’da da her gün vardiya değişiminde aktarma merkezi önüne yürüyerek direnişlerine devam ediyorlar. Direnişlerinin 100. gününde seslerini daha fazla duyurabilmek amacıyla, 31 Temmuz Cumartesi günü İstanbul’da ve İzmir’de şehir merkezlerinde yürüyüş düzenleyecekler. Emekçi Hareket Partisi olarak biz de her gün olduğu gibi, cumartesi yapılacak eylemde de UPS işçileriyle omuz omuza direnişi büyütmeye devam edeceğiz.
İşçi Kardeşlerimizle Omuz Omuza TEKEL işçilerinin 78 gün süren mücadelesine, öz be öz sendikaları olan TÜRK-İŞ’in en üst yöneticileri tarafından son verilmesinin ardından, sendikaların işçi direnişlerindeki rolü epey eleştiri ve tartışma konusu olmuştu. İzmir UPS işçilerinin direnişinde ise işçilerin üye olduğu TÜM TİS tüm yöneticileriyle birlikte işçileri bir an yalnız bırakmıyor. Eylemlerin ve direnişin birebir örgütleyicisi olan sendikacılar, bir yandan da işçileri sendikal olarak da ilerletmek için çalışıyor. Devrimci mücadele ile sendikal hak arama mücadelesinin iç içe olduğu bu direnişte TÜM TİS’in bu olumlu çabalarının kaynağı, devrimcilere kapılarını sonuna kadar açmasında yatıyor olsa gerek. Direnen işçilerin mücadelelerinde asla yalnız olmadıklarını RENTA, TEKEL, TARİŞ gibi direnişlerde de gösteren Emekçi Hareket Partisi olarak; İzmir’de direnişte olan UPS işçisi kardeşlerimizle de kaderimizin bir olduğunu, gerek Çarşamba eylemlerinde, gerekse direniş alanında göstermeye devam edeceğiz. Biliyoruz ki, bu mücadele örgütlü güçle kazanılacak. Bu nedenle, tüm halkımızı işçi kardeşlerimizin yanında partimizle birlikte saf tutmaya çağırıyoruz. Emekçi Hareket Partisi İzmir il Başkanı Sanem Deniz Kural
Eğer sosyolojik olarak bu ve benzeri “ağır ameliyatların” sonuçları bu kadar belliyse, o zaman AKP’ye hiç sempati duymayan ordumuz bu büyük iyiliği neden yapıyor Tayyip Bey’e? “Sosyolojik akrobasi”den herkes anlıyor da bir bizim ordumuz mu anlamıyor? Haa o mu? Ona da cevap var. Yaşar Büyükanıt’a zırhlı araba verilecekti, o nedenle. Sosyal demokrasinin beğenilen yeni liderinin olayları ele almadaki derecesine buyurunuz. Kemal Bey, hiç zırhlı araba verilmesiyle izah edilir mi bunlar? Kendisinden hiç hazzetmem ama çocuk mu yahu bu genelkurmay başkanı? Bir “zırhlı arabaya” iş bitirilir mi? Yani var ya Kemal Bey, genelkurmay başkanımız Yahudi’dir deseniz daha iyiydi. Vallahi insan büyük bir “orducu sosyalist” olan Yalçın Küçük’ü arıyor. O hiç değilse isimlerin kökenleri ile ilgili açıklamalar yapıyordu, bağlantılar buluyordu. Şimdi ne diye eleştireceğiz Kemal Bey’i? Diyeceğiz ki: “Yahu senin bu usulün komple teorisi gibidir.” Maalesef bunun hiçbir etkisi olmaz. Komplo teorileri usulünü benimsemiş insanlar bu tenkitten asla etkilenmez. “Şimdi buna komplo teorisi diyeceksin ama…” diyerek derhal bu belayı savuşturarak devam eder. Buradan şunlar anlaşılamaz: Bir. “Komplo teorisi aslında kötü değildir, bilimefenne ters düşmez.” mi denmektedir? İki. “Evet, komplo teorisi bilime-fenne ters düşer ama bu komple teorisi değildir.” mi denmektedir? Üç. “Benim bilimle-fenle bir alakam olmaz. Gerekirse saygı duyarım. Çizgi roman tadında şeyleri seviyorum. Çizgi romanlarda geçen türde açıklamaları anlayabilirim ve onlara ikna olurum. Her türlü müziği dinlerim.” mi denmektedir? Komplo teorisi usulünü kullanan insanların cevabını bir türlü öğrenemezsiniz. “Komplo teorisi yapıyorsun” diye güya bir suçlama yönelttiğinizde, hiçbir sonuç alamazsınız. Çünkü insan psikolojisinin kemiği yok. Bu sefer de, bir tür “teori” yaptığını düşünüp bu polemikten memnun kalır. O kadar küçük düşünürler ki onları küçük düşüremezsiniz. Kifayetsiz insanlar için, komplo teorisi yapabilmiş olmak da bir teoridir. Teori olsun da nasıl olursa olsun. Teori diye iddia edilebilecek sofistike kurgu ihtimalinden o kadar uzaktırlar ki, teori yaptın diye söylenebilecek her türlü eleştiriye açıktırlar. Komplo teorisi yaptın diye söylenebilecek her laf, komplo teorisi usulüne sahip kişiyi, sanki “komple teori yaptın” denmiş gibi teşvik eder. Komplo teorisi diye bahsedilen şeyin, evrim teorisi, artı değer teorisi gibi bilimsel mülahazalarla elbette ki hiçbir ilgi-alakası yoktur. Sonuna “teori” kelimesi getirilen tamlamaların, bilimle ilişkisi vardır diye düşünülmez. Sonuna “loji” eki gelmiş her kelime de bilimle ilişkili olmaz. tur.
Para-psikoloji ile psikolojinin hiçbir alakası yok-
Astroloji ile astronomi karşılaştırılamaz. Birinin varlığı ötekisini yok eder. Hem yaradılış teorisi hem de evrim teorisi olmaz. “Neden, yaradılış teorisi de bir teori olamaz mı?” diye bir geniş düşüncelilik, bir olumsallık mümkün değildir. İkisi ortak dergi çıkaramazlar. Yaradılış teorisinin tek kelimesi dahi bir biyoloji dergisinde yer alamaz. Evrim teorisi, yaradılış teorisine dayatır. Onu her yerden kovar. Onla eşitlenmez.
4
Asıl Balyozu Emekçiler İndirecek Halil Altunpolat
12 Eylül 2010’da yapılacak olan yeni anayasa’nın kabulüne ilişkin referandum tartışmaları süreken bir yandan da Balyoz Darbe Planı ile ilgili dava süreci yeni bir boyut kazandı. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 102 subay hakkında verdiği tutuklama kararı değişik siyasi çevrelerce farklı yorumlanıyor. CHP Ergenekon Davası’nın en başından beri üstlendiği “Ergenekon’un avukatlığı” misyonunu Balyoz Darbe Planını hazırladığı gerekçesiyle haklarında tutuklama kararı çıkarılan içlerinde Ergenekon Davasının açılmasına neden olan darbe günlüklerinin sahibi Özden Örnek, İbrahim Fırtına ve Çetin Doğan’ın da olduğu 102 subayın tutuklama kararlarına itiraz ederek devam ettiriyor. AKP ise olan bitenden oldukça memnun bir görüntü veriyor. Çünkü referandum öncesinde darbecilerden hesap sorulmasını sağladığı iddasıyla elini güçlendirmiş bulunuyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 12 Eylül’de idam edilenlerin son mektuplarından okuduğu pasajlarda döktüğü gözyaşlarıyla halkı samimiyetine inadırmaya çalışıyor ama parkta oyun oynarken öldürülen çocuklar için en ufak bir tepki göstermeyince samimiyeti ciddi bir biçimde sorgulanıyor. Demokrasi bekçiliğini üstlenen AKP’nin bekçiliği kendi mahallesinden öteye gidemiyor. Çünkü BDP’nin ve toplumun bü-
yük bir kesiminin Kürt sorununun çözümü için yaptığı çağrılara kulak vermek bir yana çözümsüzlüğü dayatmaya devam ediyor. Öyle ki yeni anayasa paketinde bu konuyla ilgili en küçük bir madde önerisi bile yok. Bununla birlikte Genelkurmay Başkanlığı çıkan tutuklama kararlarının hemen ardından subaylarının tutuklanmaması için iki gündür yoğun bir çabayla gece gündüz demeden çalışmalarına devam ediyor. Öyle ki kararın iptali için yazılan dilekçeler bizzat Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmış bulunuyor. AKP yaklaşan referandumla birlikte her fırsatta 12 Eylül darbesi ile hesaplaşmak isteyenlerin anayasa değişikliği paketine evet demesi gerektiğinin altını ısrarla çiziyor. Ancak darbecilerin yargılanmasını engelleyen geçici 15. maddenin kaldırıldırıldığı yeni anayasa paketi kabul edilse dahi 1980 darbesini gerçeleştirenler yargılanamayacak. Çünkü üzerinden geçen 30 yıl sonunda dava açılsa bile zaman aşımından kaynaklı dava düşecek. Bu madde tartışılırken BDP’nin insanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı uygulamasını kaldıran bir düzenleme yapılması önerisinin itibar görmemesi ise gerçekten darbecilerle hesaplaşmak isteniyor mu toplumun büyük bir bölümünü düşündürüyor. Son süreçte CHP’nin aske-
ri darbeye dayanak oluşturduğu gerekçesiyle eleştirilen TSK İç Hizmet Yasası’nın 35. Maddesinin değiştirilmesine yönelik yaptığı çağrıyı ise AKP hükümeti olumlu karşıladığını ifade etti. CHP bu öneriyle Türkiye’nin demokratik-
leşmesi yolunda AKP’nin samimiyetini sorgulatarak AKP’yi köşeye sıkıştırmanın planlarını yapıyor. Ancak CHP’nin nasıl bir değişiklik önerdiğini ise kimse merak etmiyor olacak ki bunula ilgili yeterli bir tartışma yürüyor değil.
Gerçekten demokratikleşme yolunda adım atılmak isteniyorsa bu maddenin kaldırılması gerektiği konusunda ise bir çok görüş var ki güç dengelerini belirleyenler buna da kulak asıyor değiller.
reç demokratikleşme açısından eskisinden farklı bir süreç olacak gibi değil. Bununla birlikte yaşanan tartışmalar siyasetin yeni tartışmalara gebe olduğunun açık bir göstergesi.
Görünen o ki önümüzdeki sü-
“Doğu Kökenli Vatandaşlar” Hasan Cengiz
Halkların Kardeşliğini Savunacağız Saldırı haberleri ardı ardına gelmektedir. Tüm bu organize saldırıları engellemeyerek güvenliği sağlamayan AKP baş sorumludur. Bu saldırıların hesabını da verecektir. Anayasa paketinin oylanacağı referandum sürecini bahane eden AKP gözümüzün içine baka baka yalan söylemektedir. Dinamitin fitilini ateşleyen AKP’dir. Anayasa tartışmalarından Kürt halkının vekillerini boykot eden AKP’dir. Bin beşyüzün üzerinde BDP’liyi tutuklayan AKP’dir. Ülkeye gelen Barış Grupları’na karşı saldırı başlatan AKP’dir. AKP’nin gerçekleştirdiği tüm bu saldırılar linç girişimlerine yol göstermiştir. Bu mesajı alarak harekete geçen faşist güruh ise rolünü “lâyıkıyla” oynamaktadır. Bu saldırıları gerçekleştirilenler “vatanını sevenlerdir” denilerek cesaretlendirilmektedir. Emekçi Hareket Partisi olarak kardeş Kürt halkına dönük saldırılara karşı “Halkların Kardeşliği”ni savunmaya devam edeceğiz. Halklar arasında yaratılmaya çalışılan nefreti yerle bir edeceğiz. Çünkü Kürt ve Türk halklarının ortak nefreti patronlara ve onların düzenine karşıdır. Bu düzeni yerinden edeceğiz. Emekçi Hareket Partisi Genel Sekreteri Gün Çağ Aydın
30 yıl süren savaşın (düşük yoğunluklu) ardından ülkenin reis-i cumhuru güzel şeyler olacak diye sürece başlanmıştı. Kürt açılımı diye başlayan süreçte ‘Kürt’ kelimesinin ‘bölücülüğü’ çağrıştırıyor olmasından kaynaklı süreç fazla demokratik bulunmasından kaynaklı en son milli birlik ve beraberlik süreci adını almıştı. Kürt kelimesini kullanmadan nasıl bir açılım yapılacağı da kamuoyunda merak uyandırmıştı. Süreç başlamış gelişmeler birbirini takip etmekteydi.
TRT ŞEŞ’e ere Azadiya Welat’a hayır
Habur’dan gelen PKK’lilerin sınırdan geçiş yapmasıyla birlikte dava açılmayacak sözüne rağmen davalar birbirini izledi ve gelenler çoktan Habur’a ve Mahmur’a dönmüşlerdi. Cezaevlerinde Kürtçe üzerindeki yaptırımlar azaltılırken yaklaşık 1500 belediye başkanı ve BDP’li yöneticiler cezaevine Kürtçe’yi serbest konuşmaları için yollanıyordu. Bir yandan TRT Şeş açılırken bir yandan Azadiya Welat’ın Genel Yayın Yönetmeni Vedat Kurşun’a 166. kez hapis cezası veriliyordu. DTP kapatılıyor Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’a yasak konuluyordu. Hükümetin başı ise Kürt halkının temsilcileriyle görüşmesi dışında bir tek Düdek, Ortaçgil orkestrasıyla görüşmediği kalıyordu. Hükümetin bu tavrı karşısında Öcalan 31 Mayıs’a kadar muhatap alınmaması karşısında süreci KCK’ye devredeceğini söylüyordu. 31 Mayıs’a kadar adım atılmamasıyla birlikte savaş (dü-
şük yoğunluklu) kaldığı yerden devam ediyordu. Asker ve gerilla cenazelerin gelmesiyle birlikte tam olarak neyi amaçladığı anlaşılamayan açılım ters yönde sürat almaya başladı.
Alacak verecek davası
Bunun en bariz örnekleri ise Bursa’da ve Hatay’da yaşananlar. İletişim araçlarının gözünden yaşananlara bakmakta yarar var. İletişim araçları, yarı güneyli tam doğulu vatandaşlar ile kuzey güney ama ama en çok da batılı olan vatandaşlar arasında alacak verecek yüzünden başlayan tartışmaların yanlış anlamalar sonucunda etnik bir kavgaya dönüştüğü fikrindeydi. Kırca ve Dündargiller
Kürt kelimesini kullanmak için yer yön kavramına yeni bir boyut kazandırdılar. Ama olayın gerçek yüzü İnegöl ve Dörtyol’da yaşayan insanlara tek tek mesaj atıldığı ve saldırıların son derece organize olduğu iki gün sonra ortaya çıktı. Hükümetin en başından itibaren Kürt halkının temsilcileriyle görüşmemesi, seçim barajına dokunmaması ve en önemlisi Kürt kelimesini kullanmaktan ve kullandırmaktan itinayla kaçması sürecin tersi yönde ilerleyeceğini açıkça ortaya koymuştur. Çünkü onlar ne yarım güneyli ne tam doğulu olarak kendilerine tariflendiriyorlar. Onlar Kürt ve bunu böyle anlamayanlara karşı mücadeleleri daha çok süreceğe benziyor.
Hatay Dörtyol’da yaşayan Kürtler’in işyerlerinin ve arabalarının yağmalanmasını engellemeyen valilik, sağduyu çağrısı yapmak için Hatay’a giden BDP heyetini kent girişinde engellemekten geri durmadı.
5
Eğitim, Sistemine Kavuşacak Ah Öğrenciler Olmasa Berkin Dereli
Peki Ya Sbs Mağdurları ?
SBS sisteminin dershanelere bağımlılığını azalatacağını iddaa eden dönemin Milli Eğitim Bakanı’nın açıkladığının tersine üç yıl boyunca sınav stresi yaşa-
yan öğrenciler dershanelere akın ettti. Sürekli sınava girmek zorunda kalan öğrenciler her sene dershane ücreti vererek, özel ders alarak hazırlandıkları sınavların sonucunda ise yanlış puan hesaplamalarıyla sıralamalar değiştirildi. Ve öğrenciler birkez daha mağdur durumda bırakıldı. Üç aşamalı sınav sistemi ailelerin maddi-manevi mağduriyet yaşamasına sebep oldu.
Adalet Yoksa Katılmayan Çok Olur
Yeni sınav sistemine göre YGS sınavına girip daha sonraki aşamada ise LYS(Lisans Yerleştirme Sınavı)’ye girmeye hak kazanan 1 milyon 233 bin kişiden Sadece 850 bini LYS sınavına girdi. Sınavın zorlaşması yeni puan sisteminin öğrencilerin anlayamaması da sınavlara girmeyen öğrenciler üzerinde etkili oldu, yeni sınav sisteminin yarattığı belirsizlik ve dershaneye gidilmesinin gereklilik haline getirildiği sistemde dersh aneye gidemeyen öğrencilere fazla başarı şansı tanınmadı. 383 bin öğrenci ise sınava girmedi. Sınava giren öğrencilerden 784 bin
Dün, Başbakan Erdoğan uçaktan iner inmez Fenerbahçe maçının sonucunu sormuş. Bugün sabah, Hatay valisi, dört gündür Kürt halkının linç tedirginliğinde yaşadığı, parti binalarının yakıldığı Dörtyol İlçesi’ne gitmek isteyen BDP heyetinin şehre girişini yasaklamış. İki durum arasındaki bağlantıyı bulunuz. Bu başbakan nerede yaşıyor? Uçakla hangi Türkiye’ye iniyor? Türkiye’de yüzyıllardır yaşamakta olan, dilini konuşan, her halk gibi kendine ait bir kültürü olan ve dahi sadece Türkiye sınırlarında değil Ortadoğu’da var olan bir halkın; tıpkı Filistin halkı gibi, tıpkı Lübnan halkı, tıpkı Türk halkı, tıpkı İngiliz halkı, Fransız halkı, Amerikan halkı gibi halklardan bir halk olan Kürt halkının olmadığını iddia etmenin , düzenin bu mantık dışı “Kürt halkı yoktur” anlayışının, sonunda en mantık dışı sonuçlarını yaşamaya başladığımız Türkiye’ye iniyor başbakan. O derece mantıksız ki, AKP’nin temsilcisi olduğu, G-20 ile bütünleşmiş sermaye sınıfı için de “istenmeyen sonuçlar” yaratacak bir Türkiye’ye iniyor.
öğrenci barajı geçebildi. Ve 10 bin öğrenci ‘’sıfır’’ çekti
Sistemi Yanlış Olanın Kılavuzu da Yanlış olur
Aylar öncesinden liselilere “kimse mağdur olmayacak“ diyerek gümbür gümbür getirilen sınav sisteminden şimdi bütün öğrenciler mağdur. Onlarca vaat verdiler ama yanlışlıklarla dolu bir sınav sistemi getirdiler. Bunun ilk örneği olarak katsayı tartışmaları geliyor. Milyonlarca öğrenci sınava bir belirsizlik içinde hazırlandı. Öğrencilere ne katsayılar hakkında ne sınavın konuları hakkında ne de tercihlerin nasıl yapılacağı hakkında bilgi verildi. Milyonlarca öğrenci mağdur durumda bırakıldı. Geride bıraktığımız günlerde ise üniversite girişlerinde kullanılacak olan kılavuz
yayınlandı. ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan, 2010 ÖSYS Yüksek Ögretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu’nda yer alan “2009 ÖSYS En Küçük Puan ve Başarı Sıraları” bilgilerinde, 49 program için yanlışlık olduğunun belirlendiği belirterek, dalga geçercesine “Bu yanlış küçük bir unutkanlıktan kaynaklanıyor” diye açıklama yaptı. Bu da yetmezmiş gibi üniversitelere girişte her gün yaşanan kaos ortamı son bulacak gibi gözükmüyor.
“Açılım”ı kapatmak, halkın burnunu kırmak istediler önce: son dönemde Samsun’da Ahmet Türk nezdinde Kürt halkına yönelik yumruk ile başladı, seri halde devam ediyor Aydın, Muğla, İnegöl, Hatay, Erzurum’da linç politikaları. Arkasına aldığı kapı gibi bir tarih, kapı gibi bir cumhuriyet var: “Türkiye Türklerindir” cumhuriyeti. Ve bu cumhuriyetin tarihinde, kaç ayrı kentte , kaç ayrı derin iz bırakan katliam var. Saymakla bitmez linçler, özel ordular, özel savaşlar, katliamlar, kayıplar ve acılar var. Bizim saymamıza gerek yok, şimdi bir etnik iç savaş tehlikesi sinyalleri en son Hatay’da kendini gösterince, AKP ve bütün düzen partileri sözcüleri sayıyorlar Çorum’u, Maraş’ı, Sivas’ı. Mersin
Vaat Değil, Gençlere İş Lâzım Lisans Yerleştirme Sınavları (LYS)’nin sona ermesiyle birlikte öğrecilerin doğru tercih yapmabilme telaşı başladı. Bunu fırsat bilen üniversite yönetimleri ise artık gazetelerde, bilbordlarda üniversitelerinin tanıtımına oldukça geniş yer veriyorlar. Reklamcılığın tüm olanaklarından yararlanıyorlar ve bundanda iyi para kazanıyor olsalar gerek. Bu var olan gerçekleri değiştirmiyor tabi. Peki daha önce bilbordlarda bu kadar yoğun üniversite tanıtımı göreniniz var mı?
Geçtiğimiz yıllarda birçok üniversite açıldı. Ünversitelerin açılması güzel olmadı değil ama görüyoruz ki bu ünversitelerin açılmasının, gazetelerdeki, bilbordlardaki tanıtımların neye hizmet ettiği bugün ortada esasında. Binlerce genci üniversitelere doludurup işsizlikten kurtacaklar. Bu şekilde de işsiz gençleri sözde ünversitelerde istihdam edicekler. Mezun olan öğrencileri ise nitelikli olanlarını holdinglerinde, şirketlerinde ucuz işgücü olarak kullancak diğer üniversite öğrencilerini de işsizliğe terk edecekler. Üniversite tanıtımlarında mezun olanlara iş imkanlarının sağlanacak olduğunu da söylemek bu poltikaların bir parçası olsa gerek. Bugün ise Türkiye’de durum ortada 10 milyon iİşsiz var, üniversite mezunları işsiz, 4 gençten 1’i işsiz . O da resmi rakamlara göre. İlerleyen yıllarda ise bir çok mezun işsizlik ordusuna katılıcak gibi gözüyor. Öyle ya ya rektörler ya da başbakan yalan söylüyor. Daha geçenlerde başbakan Kılıçdaroğlu’na şu sözlerle siyaseti bırakırım diye meydan okumamış mıydı? “Hiç kimse üniversiteden mezun olan herkese iş bulacağını söyleyemez.” Biz de onlara diyoruz ki üniversite mezunlarına iş bulun ya da reklamlarınızla birlikte defolun.
Ne kadar biliyorlarmış, ne kadar farkındalarmış, hatta ne kadar tahmin ediyorlarmış bu referandum günlerinde böyle “amigolar”ın yaptığı “istenmeyen olaylar” olabileceğini. İçişleri Bakanı Atalay , yani konumuzun yetkili ve sorumlu bakanı, yüzyılın yapısal demokrasi sorununa dayanan Kürt halkına yönelik sonu gelmeyen sistematik ve örgütlü saldırıları “amigolar” yapıyor diye resmi açıklama yaptı. En yetkili ve sorumlu kişi; ülkenin başbakanı Erdoğan ise uçaktan iner inmez maç sonuçlarını soruyor. Ne kadar uyumlular değil mi? Bu iki durum arasındaki benzerlik hemen bulunabiliyor. Başbakanı olduğu ülke adeta yanıcı bir madde ile kaplanmış ve bizim başbakan hiç böyle bir konu yokmuş gibi yapıyor, futbolla ilgileniyor. Ne kadar futbola meraklılarmış, bu ne futbolmuş, nelere kadirmiş.
Ya gazetelerde ardı arkası kesilmeyen üniversite tanıtım sayfaları, ekleri ? Yapılan üniversite tanıtımlarında üniversiteye girecek olan binlerce genç insana gelecek vaad ediyorlar. İş bulma garantisi, üniversite eğitimi boyunca cazip kolaylıklar teklif ediyorlar.
Futbola Değil Siyasete Merak Duy
Liselilerin Geleceği Küçük Yanlışlarınızın Kurbanı Olmayacak “Küçük bir hata” olarak ÖSYM başkanı tarafından ört bas edilmeye çalışılan LYS tercihleri rezaleti Liseli Hareket tarafından Ankara ve Mersin’de protesto edildi. Liseli Hareket Ankara’da Sakarya Caddesi’nde yapılan basın açıklamasında ”Geleceği Yaratan, Üreten, Kazanan Biz Olacağız” pankartıyla çıktı. ÖSYM yetkililerinin her sene yaptığı; gerek sorulardaki, gerek ise tercih kılavuzlarındaki yanlışlık bu sene de tekrarlandı. ÖSYM yaptığı yanlışlığı, yaptığı açıklamada yoğunluktan kaynaklı “küçük bir unutkanlık” olarak adlandırmıştı. Ancak milyonlarca öğrencinin geleceğini belirleyen bir kurumun böyle bir hatayı “küçük bir unutkanlık” olarak adlandırması öğrencilerin geleceklerini ne denli önemsediklerini ortaya koyuyor. Kapitalizmin dayattığı sınavlar yüzünden milyonlarca öğrenci birbirleriyle yarıştırılmakla kalmıyor; yüz binlerce öğrenci
arasında yükselen umutsuz bir rekabet ortamı doğmasına sebebiyet veriyor. Bu sınavı kazanmanın geleceğini kazanmak olduğu yanılgısı empoze edilmiş gençlerden bazıları ise sınavlardaki başarısızlıkları yüzünden intiharlara kalkışıyor. Sistem; öğrencilere dayattığı sınavı bile ciddiye alır şekilde davranmıyor. Emekçi Hareket Partisi Liseli Hareket ise yaptığı eylemlerle bu durumu kabul etmediğini gösterdi ve milyonlarca öğrenci adına göstermeye de devam edecek. Mersin Liseli Hareket ise yaptığı basın açıklamasında Mersin halkına şöyle seslendi: Eğitim sisteminin bozukluklarına geçtiğimiz günlerde bir hata daha eklendi. ÖSYM bu hatayı küçücük bir unutkanlık diye geçiştirmeye her zaman yaptığı gibi örtbas etmeye çalıştı. Sloganların ve yapılan konuşmaların etkisiyle halkın büyük desteğinin alındığı eyleme çevrede bulunan yediden yetmişe bir çok kişi katıldı.
Madem bu kadar futbola meraklılarmış, senelerdir tribünlerde kışkırtılan ırkçı milliyetçiliği de görmüşlerdir. Bu “Türkiye Türklerindir” cumhuriyetinin, “bölünmez bir bütün” olarak işleyen, amigolardan oluşan özel harp tekniklerinin bu kadar farkındalar ise niye serbest bırakıyorlar bu amigoları? AKP bu kadar futbola meraklı, siyasete meraksız ise gitsin kulüp başkanlığı yapsın. Kürt sorununun çözümü konusunda siyaseti de, Kürt halkının temsilcilerine bıraksın. Gerçek bir çözüm için cesaret ve kararlıkta olanların, sorunu yüzyıllardır bedeninde yaşayanların, sırtında yumurta küfesi olanların, yani Kürt hareketinin önüne valilik yasakları, çevik kuvvet orduları, özel ordular dikmek yerine, bir düşünsün AKP siyaseten ne yapıyor? Düşünüp kendi yapamayacaklarını fark etsin de, yapabilecek olan öznelere bıraksın.
İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Fadik Temizyürek Bozkurt Mah. Türkbeyi Sk. No: 79-81 Basıldığı Yer: Ezgi Matbaası Adres: Sanayi Cad. Altay Sk. No: 10 Yenibosna/İSTANBUL 0212 452 23 02 Türü:Yaygın Süreli Yayın emekcihareke@ehp.org.tr
Yaklaşık altı sene önce dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik tarafından LGS(Liselere Giriş Sınavı) denilen sınav sistemi kaldırılıp yerine OKS (Orta Öğretim Kurumları Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı) getirilmiş; liseler ise dört seneye çıkarılmıştı. 2007-2008 öğretim yılında ‘’Öğrencilerin hayatını sınava bağladığı, fırsat eşitliğine aykırı ve disiplinsiz olduğu” gerekçesi ile dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik tarafından kaldırıldı. Dershaneye bağımlılığı azalatacağı gerekçesi ile 3 Aşamalı SBS (Seviye Belirleme Sınavı) getirildi. Bugün ise Nimet Çubukçu SBS’nin kalkacağını ve yerine sadece 8. sınıf öğrencilerinin gireceği tek bir sınav olacağını ve öğrencilerin sadece 8. sınıf derslerinden sorumlu olacaklarını açıkladı. OKS’ye bir dönüş olarak algılanmaması gerektiğine de değindi.
Kızılırmak Gülsüm Kav
6
Neo-Liberalizmin Kamudaki Tezahürü Özlem Sanyer Kamuda esnek ve güvencesiz çalışmanın, özelleştirmenin ve siyasi kadrolaşmanın önünü açan Kamu Personel Rejimi Yasa Tasarısı, kapalı kapılar ardında hazırlanmış ve içeriği uzun süre konfederasyonlara bildirilmemiştir. 657 sayılı yasada emekçilerin temsilcilerinin görüşü alınarak geniş bir mutabakat ekseninde yapılması gere-
ken değişiklikler, tek yanlı bir dayatmayla oldu bittiye getirilmek istenmiştir. Oysaki 657 sayılı yasa kamu emekçileri açısından bir üst sözleşme niteliğindedir. Bu nitelikte bir yasa tek yanlı dayatmayla değiştirilemez.
Kamuda Özelleştirme
Tasarı yasalaştığı takdirde öncelikle kamu çalışanlarının sayısı azalacak,
ilk aşamada bir milyon `memur`u `sözleşmeli` yapacak ve daha sonra buna aşamalı olarak 400-500 bin kişi daha eklenecektir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda değişikliklerle kamuda çalışan emekçiler, yeterli görülmedikleri takdirde amirleri tarafından işlerinden edilebilecekler. Kamudaki genel müdür yardımcılığı ve şube müdürlüğü kadrosu kalacak ve Genel müdür yardımcıları, şube müdürleri, daire başkanlıkları ve onlara bağlı uzmanların dışındaki kadrolar sözleşmeli hale getirilecek ve sözleşme sonunda yeterli görülmeyen ve disiplin suçu işleyenlerin işine ise son verilebilecek. Yeni tasarıyla memurun başarısı performans kriterine bağlı olarak değerlendirilecek. Tasarının 11’inci maddesi ile 657 sayılı yasanın 122’inci maddesi değiştirilerek ödül sisteminde başarının nasıl ödüllendirileceği belirsiz bırakılmış, başarı ölçütleri için yönetmelik hazırlanması öngörülmemiş Devlet Personel Başkanlığının uygun görüşü alınmak
kaydıyla kurumlarca düzenleneceği söylenmiştir. Böyle bir düzenleme açıkça ödül sistemini doğrudan idarecilerin niyetine teslim eden bir zihniyeti beraberinde getirecektir.
Esnek Çalışma
657 sayılı Kanunun 100 üncü Maddesi değiştirilerek tasarının 5 inci maddesinde “Memurların yürüttükleri hizmetin özelliklerine göre, bu madde uyarınca tespit edilen çalışma saat ve süreleri ile görev yerlerine bağlı olmaksızın çalışabilmeleri mümkündür.” denilerek esnek çalışmanın yolu açılacaktır. Tasarının 13. Maddesi ile mevcut 657 Sayılı Yasanın 125. maddesinde uyarı veya kınama cezası öngörülen fiillerin çoğu, maaştan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması gibi daha ağır cezalara tabi kılınmış, yeni pek çok disiplin suçu yaratılarak özellikle kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına ilişkin eylemlerin sayısı arttırılmış ve iki kez kademe ilerlemesinin durdurulması cezası
İrfan Kaygısız
alan memurun görevine son verilmesi düzenlemesi getirilerek son derece basit eylemler memurun görevden çıkarılmasının nedeni sayılacaktır. Tasarı ebeveynlik haklarıyla ilgili olarak kamu emekçilerinin en temel talebi olan doğum sonrası ücretli iznin süresini arttırmamıştır.
Grev Yasağı
KİT personel rejimini düzenleyen 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede sözleşmeli personelin sendikaya üye olamayacakları hükmü, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu Hükmüne paralel olarak yürürlükten kaldırılmaktadır. Yani 4688 sayılı yasaya aykırı olan düzenleme çıkarılmış olmaktadır. Ancak maddenin devamında, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 14. Maddesine daha önce yer almayan “Grev Yasağı” getirilmiştir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin ve ILO komitelerinin açık kararlarına karşın bu biçimde getirilen
grev yasağı Anayasanın 90. Maddesini ve uluslararası hukuku hiçe saymaktır. Anayasa değişiklik paketine eklenen toplu sözleşme hakkı grev hakkıyla bir bütündür; bunların bölünmesi Anayasanın 13. Maddesindeki hakkın özünü ortadan kaldırma yasağını da ihlal eder.
Yandaş Sendika
Tasarı sendikalı kamu emekçilerine Geçici 58. Madde ile 4688 Sayılı yasaya eklenen Toplu Görüşme Ödeneği verilmesi ön görmektedir.Hükümet bu yolla daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen uygulamayı Anayasa Mahkemesi kararını hiçe sayarak yandaş sendika yaratma ve bunu nemalandırma amacıyla sendika hukukuyla bağdaşmayacak şekilde gündeme getirmiştir. Tasarı kamu emekçilerinin grev ve toplu sözleşme hakkını tamamen ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Emekçileri eylemden, hak aramak ve taleplerini dile getirmekten yıldırmayı hedeflemektedir.
Mücadele Sertleşecek,
İstihdam Paketinden İşçilerin Haklarını Gasp Çıktı 2008’in son çeyreğinde etkisini gösteren krizin en yıkıcı etkisi kitlesel işten çıkarmalar olarak yaşandı. Bugüne kadar yaklaşık 2 milyon kişi işini kaybetti, ve açlığa terk edildi. Çalışanların ise çalışma ve yaşama koşulları alabildiğine kötüleşti. Hükümet bu süreçte işsizlere yönelik hiçbir düzenleme yapmazken, sermayeye çeşitli adlar altında teşvikler verdi. Gelinen aşamada mevsimsel etkiler nedeniyle kısmı azalış gösterse de, işsizlik en temel sorun olmaya devam ediyor. AKP, hazırlıklarına Aralık 2009’dan beri devam ettiği işsizliğin azaltılması ve istihdamın artırılması hedefli çalışmanın genel çerçevesini belirledi. Çalışma, Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) adı altında Haziran ayında kamuoyuna açıklandı. Yapılan düzenlemenin adına bakıldığında istihdamı artırıcı önlemlerin yer aldığı bir paketin olması gerektiği çağrışımı yapıyor; işçi sınıfı emekçiler için olumlu gelişmeler akla geliyor. Oysa işsizlikle mücadele adı altında işçi sınıfının halen kullandığı tüm haklar hedefe konulmuş durumda. İstihdam stratejisi ile ilgili olarak, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Tuğrul Kutadgobilik, “Taleplerimizin yaklaşık yüzde 60-70’inin bu metinde yer almasından memnun olduk “ diyerek teşekkür etti. Patronlar elbette teşekkür edecekler, çünkü paket içinde yer alanlar işçilerin değil, sermayenin çıkarlarına yönelik.
Yeni Esneklik Biçimleri Getirilecek
AKP, yüzde 14’ler civarında seyreden işsizliğin (resmi işsizliğin elbette) yüzde 10’unun yapısal olduğunu, yüzde 4’ünün kriz nedeniyle konjoktürel olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla bu paket ile hedefin yüzde 4’lük işsizlik oranının azaltılması olduğu görülüyor. Peki, bu hedefe nasıl ulaşılacak? Mevcut işsizliğin giderilmesi bir yana, sadece sabit tutulması için her yıl 600 bin yeni işin yaratılması gerekiyor. Pakette, bunun için “ya yüksek büyüme, ya da is-
tihdamın esnekleşmesi” gerektiği belirtiliyor. İstihdam paketinde mevcut durumdan bahsedilirken, “bazı esnek çalışma biçimlerinin düzenlenmediği” ve “esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaşmadığı” belirtiliyor. İstihdam stratejisinin birinci hedefinin, halen var olan esneklik biçimlerinin “etkin olarak kullanılması” ve yeni esneklik biçimlerinin uygulanması olduğu ortaya çıkıyor. 3 Yeni esnek istihdam biçimi öneriliyor. Yeni önerilerden birisi “iş paylaşımı”. Böylece, normal koşullarda bir işçinin yapacağı işin birden fazla işçi tarafından yapılması hedefleniyor. Örneğin haftalık 45 saatlik bir çalışma süresi içinde, bir işçi tarafından yapılan işin 3 işçi tarafından yapılması ve bu iş karşılığı alınacak haftalık ücretin de 3 işçiye bölüştürülmesi öneriliyor. Mesela asgari ücretin bir haftalık karşılığını bu 3 işçi bölüşecek. Böylece istatistiklerde 2 işçi daha çalışıyor gözükecek. Ancak, işçiler açlık sınırında çalışmaya ve yaşamaya devam edecekler. Paket içinde benzer nitelikte başka yeni esneklik biçimleri de yer alıyor. Esneklik denildiğinde, kuralsızlığın temel olduğu ve bütün çalışma koşullarının patronların istediği gibi, onların ihtiyacına göre düzenlendiği bir çalışma ilişkisi akla gelmelidir. Bu çalışma ilişkisinin, patronlar için daha fazla kar iken, işçiler için daha fazla ve daha yoğun sömürü olduğu açıktır. Esneklik, cilalanmış yüzüyle, AB’den alınan “güvenceli esneklik” kavramı adıyla sunuluyor. Buna göre, işçiler esnek çalışacakmış ama bazı güvenceleri de olacakmış. Oysa “güvence” ile “esnekliğin” bir arada olması sözkonusu olamaz. Esnekliğin kendisi güvencesizlik demektir. Sermaye ve hükümet ne kadar süslemeye, cilalamaya çalışırsa çalışsın, “güvenceli esneklik” kavramını biraz kazıdığınızda altından sadece güvencesizliğin çıktığı görülecektir. İşçiler esnek değil, tam tersine alabildiğine katı olmalı, kuralsız çalışmaya karşı kurallı çalışmayı savunmalıdır.
Özel İstihdam Büroları ve
Kiralık İşçilik
Esnek istihdamın gündemde olan bir başka biçimi de kiralık işçilik. Özel İstihdam Büroları aracılığıyla işçi kiralanması sonucu; işçi için işyeri kavramı olmayacak, örgütlenme hakkı ortadan kalkacak, grev hakkı olmayacak, işyerinde aynı işi yapan farklı statüde iki işçi grubu olacak, çalışanlarla işsizler arasındaki rekabet artacak, işçi simsarlığı yerleşecek. Bu tür bir ilişki çerçevesine çalışan işçilerin uygulamada ihbar ve kıdem tazminatları ile izin hakları da olmayacak. Özel İstihdam Bürosu aracılığı ile çalışacak işçi, bir işyerinden diğerine koşturup duracak, ama bu işçinin ne güvencesi, ne ihbar ve kıdem tazminatı, ne de örgütlenme hakkı olacak.
Kıdem Tazminatı Hedefte
İstihdam stratejisinin temel başlıklarından birini de kıdem tazminatı oluşturuyor. İşçiler 1936’dan beri kıdem tazminatı hakkını kullanıyor. Kıdem tazminatı hakkının düzenlendiği dönemde, işten çıkarılan işçinin işsiz kalacağı sürede belli bir parasal güvenceye kavuşması ve o işyerindeki bedensel yıpranmasının karşılığı olarak düşünülmüştü. Halen her yıl için 30 günlük ücret karşılığı ödenen kıdem tazminatı için işverenler bu tazminatın taşınamayacak bir yük olduğundan yakınmaya başladılar ve özellikle kriz dönemlerinde bu tazminatı ödememek için değişik yollar denediler. Aslında kıdem tazminatına göz dikilmesi yeni değil. Ancak yeni olan kriz ve artan işsizlik gerekçesiyle talebin güncelleştirilmiş olması. Kıdem tazminatı tartışmalarında sermaye cephesi bakımından tam bir mutabakat olduğu söylenemez. Ağırlıklı eğilim, 30 günlük sürenin 15 güne indirilmesi yönünde. Ancak bunun gerçekleşmesinin zor görüldüğü durumda fona devredilmesine de tümüyle karşı çıkmayabilirler. Kıdem Tazminatı Fonu kurulmasına ilişkin geçtiğimiz yıllarda hazırlanan tasarıda; tazminatı alabilmek için emekli olunması, en az 10 yıl Fona prim ödenmiş
olması ya da işçinin ölmesi şartları getirilmişti. Her zaman olmasa da, özellikle uzun süreli çalışanlar için işten çıkarmaya bir biçimde engel olan kıdem tazminatı hakkına dokunulması işsizliğe kapı aralamak, işten çıkarmalara olanak sağlamak anlamına gelecektir. İşçilerin işsizlik süresinde bir süreliğini de olsa harcayacakları gelir de ortadan kaldırılmış olacak. Sermaye daha fazla kar elde edecek, işçi daha fazla sömürülecek, işten çıkarma kolaylaşacak. Şimdi kıdem tazminatına yönelik yapılacak düzenlemenin ayrıntıları bilinmiyor. Ancak bilinen, kıdem tazminatı hakkına bir biçimde dokunulacağı ve bunun strateji içindeki temel başlıklardan birini oluşturduğu.
Bölgesel Asgari Ücret
Ulusal İstihdam Stratejisi içindeki bir başka başlık da bölgesel asgari ücret. Asgari ücretin merkezi düzeyde belirlenmesinden vazgeçilip, bölgesel olarak saptanması sermayenin talepleri arasında yer alıyor ve IMF’de çeşitli vesilelerle asgari ücretin yüksek olduğundan bahsediyor. Yapılmak istenilen, ülkeyi çeşitli bölgelere ayırmak (bir süre önce 3 bölge düşünülüyordu) ve her bölgenin gelişmişlik düzeyine göre farklı asgari ücret belirlemek.
Amaç açık, bazı bölgeler için mevcut asgari ücretten daha düşük oranda bir ücret tespit etmek. Böylece, asgari ücretin düşük olduğu bölgelere daha fazla yatırım olacak ve yeni iş alanları yaratılacakmış. Zaten oldukça düşük ve geçinilmesi mümkün olmayan asgari ücretin işçi sınıfının büyük bölümü için daha da düşürülmesi sözkonusu olacak.
2010 Yılı Sonunda Sınıf Mücadelesi Sertleşecek
İşçi sınıfını zor günler bekliyor. Yukarıda bazı başlıkları belirtilen bu saldırı paketi, çalışma yaşamı ile ilgili tüm yasaların değiştirilmesi anlamına geliyor. İş Kanunu, İşsizlik Sigortası Kanunu , değişmesi söz konusu. Bunların yanı sıra 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda değişiklik öngören ve memurları da güvencesiz biçimde çalıştırmayı hedefleyen kanun tasarısı da mecliste bekliyor. Referandum sonucunda evet çıkarsa, Anayasada değişiklik öngörülmesi nedeniyle memurların sendikal hakları ile ilgili 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda da değişiklik yapılması gerekiyor. Ayrıca sendika üyeliklerinin güncellenmesi ve iş kolunda çalışanların sayısının değiştirilmesine dair bir kanun nedeniyle 2821 ve 2822 sayılı Sendikalar Kanunu ile Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lo-
kavt Kanunun yıl sonuna kadar değişmesi gerekiyor. Kısacası işçi ve memurları ilgilendiren çalışma yaşamı ile ilgili tüm temel yasaların değişmesi gündemde. Bu değişikliklerin hepsinin yıl sonunda ya da 2011 yılı başlarında gerçekleşmesi sözkonusu. Eğer Anayasa referandumundan “evet” çıkarsa, AKP bundan güçle, bütün bu değişiklikleri hızla gündeme getirecektir. Yasal düzenlemeler yanında, bu yılın sonu ve 2011 yılının başları toplu sözleşme görüşmeleri ile geçecek. 100 bine yakın metal işçisi ekim ayından itibaren grup toplu iş sözleşmelerine başlayacak. Yine bu yılın sonunda yaklaşık 400 bin kamu işçisinin toplu iş sözleşmeleri var. Bu dönemde toplu sözleşmeden yararlanan yaklaşık 700 bin işçiden 500 binin toplu sözleşme görüşmeleri gerçekleşecek. Gerek yasal düzenleme girişimleri, gerekse de toplu iş sözleşmeleri işçilerin haklarına saldırı dalgası olarak gerçekleşecek. İşçi sınıfı yakın dönemde bu kadar kapsamlı bir saldırı ile karşı karşıya kalmadı. Sınıf çatışması yakında şiddetlenecek. İşçilere, sınıfın sendikal, mesleki ve siyasal tüm örgütlerine önemli görevler düşüyor.
7
Kadın Cinayetlerine Son, Davaların Takipçisiyiz! İlk duruşmasından bugüne kadar Emekçi Hareket Partili Kadınlar olarak takipçisi olduğumuz Münevver Karabulut davası için yine kadın cinayetlerinin son bulması için birleşik mücadele ettiğimiz tüm kadın örgütleriyle birlikte, Bakırköy Adliye Sarayı’nın önündeydik. Kadın cinayetlerinin politik olduğunun, Münevver’in öldürülmesinin bu sebepten münferit bir olay olmadığının bilincini taşıyan örgütler, bütün kadın cinayetlerinin hesabını sormak için saat 10.00’da adliye önünde buluşarak bir eylem gerçekleştirdi. Duruşmadan önce gerçekleştirilen eylemde “Erkek öldürüyor, devlet bunu görmüyor/devlet koruyor” sloganıyla Münevver Karabulut davasında polislerin delilleri karartmasından, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü tarafından yapılan açıklamaya kadar her yönüyle devletin, katledilen Münevver’den değil, katilden yana olduğuna dikkat çekildi. Erkek egemen kapitalist sistemin, katilleri korurken, haksız tahrik indirimi gibi yasalarla da kadın cinayetlerini meşrulaştırdığı dile getirildi. Eylemde Münevver Karabulut’un annesi Nagihan Karabulut da duygu ve düşüncelerini dile getiren bir konuşma yaptı. Cinayetin ardından kadın örgütlerinin kendisini yalnız bırakmadığını ve Münevver’in sahipsiz olmadığını vurguladı. Genel Başkanımız Sibel Uzun’un da katıldığı eylemin basın metnini EHP İstanbul Kadın Sorumlusu İlke Acar okurken basın açıklamasından sonra görülen davaya Münevver Karabulut’un ailesiyle birlikte eylemi gerçekleştiren kadınlardan da birkaç kişi girdi.
Davada yanlı olduğu açıkça görülen birçok tanık konuştu ve Karabulut ailesinin reddi hâkim talebi reddedildi. Devletin katili ve bu cinayeti düzenleyenleri davada açıkça görülürken Cem Gaipoğlu dışındaki diğer aile mensuplarının tahliye kararı sürekliliğini korudu. Dava sonucunda kasetlerin incelenmesi üzerine 15 Eylül tarihi, 4. duruşmanın görülmesi üzerine ise 24 Eylül Bakırköy Adliyesi önünde yaptığımız eyleme Münevver’in annesi Nagihan tarihi belirlendi. Davada konuşan Nagihan Karabulut da katıldı ve “Başka Münevverler ölmesi istiyorum” diye seslendi. Karabulut “Kamera kayıtları incelenmeden Cem Garipoğlu’nun ailesinin serbest bırakılmasını doğru bulmuyoruz. Kayıtlara anavukatının aylarca ısrarı üzerine henüz bu dacak 8 ay sonra ulaşabiliyoruz. Biz bu kayıtlara bu kadar uzun sürede vada incelemeye alındı. Tüm kadın cinayetlerini ulaşırken nasıl oluyor da suça ortak olma ihtimali olanların tahliyesi durdurmak için birleşik bir mücadele hattı kuran kadın örgütleri olabu kadar kısa sürüyor?” diyerek davadaki çelişkileri dile getirdi. rak, kadınların cinayetlerle katledilmediği günleri yaratana dek, tüm Davanın en büyük delili olan ve üzerinde Münevver Karabulut’un kan lekesi olduğu tahmin edilen iki gömlek ve bir içlik ise Karabulut’un
Türkan Albayrak Direniyor
Direnen Kadınlar Kazanacak!
Kadın Açılımı Değil, Erdoğan Açmazı Demokratik açılım süreci ve Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi kapsamında “kadın örgütleri” temsilcileri ile Dolmabahçe’de yaptığı “Demokratik Açılım” top-
Direniş sesleri ülkenin dört bir yanından yükselirken İstanbul Beykoz’da da kadın temizlik işçisi Türkan Albayrak tek başına direnmeye devam ediyor. Türkan Albayrak Paşabahçe Devlet Hastanesi’nde temizlik işçisi olarak Piramit A.Ş. adlı taşeron firmada 5 yıldır çalışıyordu. Sendikalı bir işçi olarak etkin çalışma yürüttüğü için taşeron firma tarafından sistematik bir şekilde baskı gören Albayrak, 8 Temmuz 2010 günü işini yerine getirmediği gerekçesiyle işten atıldı. Türkan Albayrak işten atıldığı günden beri hastane önünde direniyor. Emekçi Hareket Parti’li Kadınlar olarak direnişine yoldaş olmaya gittiğimiz Albayrak ile gerçekleştirdiğimiz sohbette bir kadın işçi olarak tek başına direnmenin hem zorluklarından hem de umut verici,
kadın cinayetlerinin hesabını sormaya devam edeceğiz.
lantısında “anneliğin siyaseti, ideolojisi, sağı, solu yoktur” dedi. 279 Haftadır Galatasaray Meydanı’nda kayıpların hesabını soran Cumartesi Anneleri’nin sesini duymayan başbakan görülüyor ki daha kendisi anneler ile hesaplaşamamış. Yapılan görüşmede mücadele edenleri ise istismar politikası yapmakla suçlayan başbakan gerçkleri görmezden gelen tutumunu sürdürdü. Arjantin, İrlanda ,Pakistan, İsrail anneleri bunu başardı. Başbakan “Ne olur, çocuklarımıza sahip çıkalım bunu, kadınlar başaracaktır. Arjantin’in, İrlanda’nın, Pakistan’ın, İsrail’in kadınları bunu başardı” diye de ekledi.
harekete güçlülük katan yanlarından bahsettik. Son zamanlarda krizin ve işsizliğin halkın canını daha fazla yakmasıyla artan direnişlerden yola çıktığını dile getiren Albayrak kazanana kadar vazgeçmeyeceğini belirtiyor. Emekçi Hareket Partisi olarak direnişçilere yoldaş olmaya devam edeceğiz. Tek başına direnen kadın işçi Türkan Albayrak yalnız değildir.
Yıllardır her cumartesi Galatasaray’da oturan gözaltında kaybedilenlerin hesabını soranları görmeyen Erdoğan Arjantin’den, oradan buradan bahsedeceğine, neden önce kendi kayıplarının hesabını vermiyor merak konusu. Helikopterlerden atılan, kalorifer kazanlarında
yakılan, asit kuyularına atılan, toplu mezarlara gömülenler için 279 Haftadır Cumartesi Anneleri mücadele ediyor... Meclisteki AKP’li, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül de geçtiğimiz haftalarda eyleme gelmişti. O da konuşmasını yaparken annelerin oturduğu gibi oturdu ve öyle konuştu. Annelerin karşısına çıkmak mecburiyetini hissetmişler olsa gerek. 279 haftadır Galatasaray’da sürdürdüğümüz kayıplarımızın davasında Zafer Üskül’ün katılımıyla bu mücadeleyi görmezden gelememiş olsa da şu ana kadar üzerine düşen hiçbir görevi yerine getirmemiştir. Emekçi Hareket Partisi yöneticileri, üyeleri ve parti dostları ile birlikte katıldığı eyleme her hafta olduğu gibi bu hafta da 11:00’de İstanbul İl Örgütü’nde buluşarak örgütlü bir biçimde karanfilleriyle katılarak Cumartesi Anneleri’nin direnişini büyütmeye devam edecek.
Cezaevi Koşulları Öldürüyor Suzan Sarıgöz Cezaevinde lösemiye yakalanan 18 yaşındaki Abdullah Akçay tedavi gördüğü Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yaşamını yitirdi. 20 yıl kesinleşmiş hapis cezası bulunan Akçay, Maltepe Cezaevi’nde kalırken kan kanserine yakalandı. Durumu kötüleşince Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde sağlıksız koşullarda bir odada tedaviye alındı. Babası, doktorların “Üç ay-
Abdullah Akçay
lık ömrünün kaldığını” söylediği Akçay için Cumhurbaşkanlığı’na af talebinde bulundu ve 4 Mart 2010’da Adli Tıp Kurumu’ndan rapor istedi. Beklenen karar 14 Temmuz’da çıktı, fakat Akçay’ın durumu raporun beklendiği süreç boyunca iyice ağırlaştı. Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı’nın tahliyesine izin verdiği ve Yargıtay’dan davayla ilgili kararı beklemeye başladığı süreçte
Akçay Yargıtay’ın vereceği kararı beklerken yaşamını yitirdi. Yaşamının son günlerini ailesiyle geçirmesine izin verilmeyen Akçay’ın babası “Bıraksalardı da evinde ölseydi. Ne annesi, ne de kardeşleri son günlerini görebildi. Helalleşemedik.” diye konuştu. Geçtiğimiz aylarda da Metris Cezaevi’nde tutuklu bulunan Kürt genci Canip Taner işkenceyle öldürüldü. Ailesine ‘Oğlunuz kendini yakarak intihar etti’ denildi ancak ölümünün ardından aynı cezaevinde kalan bir arkadaşının yazdığı mektupta “Canip kesinlikle intihar edecek birisi değildi. Sürekli olarak faşistlerin olduğu koğuşa yerleştiriliyor ve işkenceye maruz bırakılıyordu. Uzun bir süre tecrit altında tutuldu. Çok sınırlı vakitlerde gördüğümüzde de her tarafının darp edilmiş olduğunu, dudağının patladığını görüyorduk” şeklindeki açıklamaları olayın gerçekliğini gözler
önüne seriyor. 1995 yılında örgüt üyesi olmak suçlamasıyla 34 yıl hapis cezası verilen Güler Zere de tutukluluğunun 14. yılında cezaevi koşulları yüzünden damak kanserine yakalanmış ve hastalığının tıbbi olarak geri dönülmez noktada olduğu açıklandıktan sonra tahliyesi gerçekleştirilmişti. Tahliyesinden 7 ay sonra İstanbul Armutlu’daki evinde yaşamını yitiren Zere son mektubunda “Beni ölümün kıyısına getirip öyle bıraktılar. Yaşama hakkım gasp edildi. Dışarıda ‘ölme hakkı’ verildi. Bunu da unutmayacağım” demişti. Tutuklu ve hükümlülerin sağlık sorunlarını görmezden gelen ve ölüme terk eden sistem yanlısı hükümet hasta tutsakları katletmeye devam ediyor.
Güler Zere, özgürlüğüne kavuştuktan sonra katıldığı, haftalar boyu her cuma sürdürdüğümüz hasta tutsaklar eyleminde. 27 Kasım 2009 İstanbul
Marksizm-Leninizm
Kapital [1. Cilt] K. Marks Adam Smith Pekin’de Giovanni Arrighi Teorik Yazılar Mahir Çayan
Okumaları
www.ehp.ogr.tr sitesinden canlı yayın ile
Proleter Devrim ve Dönek Kautsky V. İ. Lenin Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı V. İ. Lenin Nisan Tezleri V. İ. Lenin
Kitapları EHP İl ve İlçe Örgütleri’nden temin edebilirsiniz.
Kadıköy Belediyesi İşçisi Kazandı Emekçi Hareket Partisi İl Başkanı Serkan Atak direnişe dair şu değerlendirmelerde bulundu: İstanbul İl Örgütü olarak Kadıköy’de toplu iş sözleşmesi sonucu greve çıkan ve bu mücadeleleri sonucunda kazanım elde eden Kadıköy işçilerinin, çalışma koşullarının iyice ağırlaşması nedeniyle 30 Temmuz’da iş yavaşlatma eylemi yapan PTT işçilerinin, işten atıldıkları için yaklaşık 90 gündür direnen UPS işçilerinin bu haklı mücadelesini kendi mücadelemiz biliyor ve onların bu eylemlilik sürecinde beraber olacağımızı belirtiyoruz. RENTA, TEKEL, TARİŞ direnişlerimizden kazandığımız tecrübe ve aldığımız güven ile bu direnişlerde gösterilecek önemli bir mücadelenin birçok kazanıma kapı açacağını TEKEL’den beri süren direniş ruhunu canlı tutacağını düşünüyoruz. Emekçi Hareket Partisi olarak bu mücadelenin takipçisi işçi kardeşlerimizin bu mücadelede yoldaşıyız. İşsize İş Bulun Ya Da Defolun şiarıyla kriz koşullarının yarattığı durumlara karşı mücadele eden partimiz emekçilerin haklarına uzanan elleri boşa çıkaracaktır.
Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean-Claude Trichet
‘‘
Avrupa’da En Derin Kriz Yaşanıyor
Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean-Claude Trichet, Avrupa ekonomisinin 2. Dünya Savaşından, hatta 1. Dünya Savaşından bu yana en derin ekonomik krizi yaşadığını söyledi. Almanya’da yayımlanan haftalık Der Spiegel dergisine yaptığı açıklamada Trichet, ekonomik krizin başladığı 2008 yılından bu yana çok dramatik anlar yaşadıklarını ve yaşamaya devam ettiklerini belirtti.
‘‘
Kadıköy Belediyesi işçilerinin aylardır süren toplu iş sözleşmelerinde anlaşma sağlanamayınca, belediyede çalışan 407 işçi grev başlatmışlardı. Bir hafta süren direnişin ardından belediyeyle toplu iş sözleşmesi imzalandı. Geçtiğimiz hafta pazartesi günü başlayan grev öncesinde işverenle yapılan toplu iş sözleşmelerinin bazı maddelerinde anlaşma sağlanamadı ve belediye başkanı toplantı masasını terk ederek görüşmeyi bitirdiği için işçiler greve gitme kararı almışlardı. Bir haftadır Kadıköy Belediyesi önünde grevi sürdüren işçilerin, maaş, sağlık hizmetleri, yol ücretleri gibi konularda iyileştirme yapılmasını talebine belediye ise bunun daha altında bir öneriyle gelirken, işçiler yoksulluk sınırının altında yaşayamayacaklarını, bu nedenle greve gittiklerini belirtiyorlardı. İşçiler, Ataşehir Belediyesi’nde imzalanan sözleşmeyle eşit şartlarda olmak istediklerini, ancak belediyenin buna yanaşmadığı belirtmişlerdi. Emekçi Hareket Partisi En son yapılan n üyeleri ilk günden itibare a n l a ş m a d a e ryl ile işç Kadıköy Belediyesi Ataşehir Belediyesi işi en dir a omuz omuz ile eşit şartlarda ler. Direnişin altıncı dü ür rd sü olmasa da, önceki ekçi gününde çıkardığımız Em tekliflerden çok öy dık ‘Ka i Hareket Gazetes daha iyi bir teklifle, 7 el Öz işi en Belediyesi Dir gün süren direnişin in rin ile Sayısı’nı da Kadıköy işç ardından sözleşme öy dık Ka n sesini duyurmak içi imzalanmış oldu. emekçilerine ulaştırdık.
. . ISTE KRIZ .
Trichet, Avrupa ekonomisinin şüphesiz 2. Dünya Savaşından belki de 1.Dünya Savaşından bu yana en güç dönemini yaşadığını kaydetti.
Dikmen Halkı Kazanacak İşsizliğin ve krizin yoğun bir şekilde etkilediği, emekçilerin semtleri olan gecekondu mahalleleri bir de yıkımlarla mağdur edilmekte. Birilerinin cepleri daha fazla dolsun diye birçok kişiyi evsiz bırakılmakta. Tabi ki bu sadece maddi değil manevi olarak da bir yıkım. Ankara’da kentsel dönüşüm projelerinden nasibini fazlaca alan bir şehir. Tabi kentsel dönüşüme karşı mücadelenin de yoğun olduğu bir şehir. O mahallelerde yaşayanlar kültürlerinin de bu projelerle birlikte o yüksek binaların tepelerinde kalacağının farkındalar. Bu nedenle hem kültürlerine hem de evlerine sahip çıkıyorlar.
Evleri yıkılan evsiz kalan insanlar, bunun bir rantsal dönüşüm olduğunun bilincinde oldukları gibi mücadele etmenin gerekliliğini de kavramış durumdalar. Mücadelelerinde inatçılar ve kazanacaklar. Dikmen’de bu gecekonduların hemen yanı başındaki lüks binalar iş merkezleri yıkımların neye hizmet ettiğinin bir göstergesi. Devletin yoksul halka barınma hakkı nedeniyle kalacak yer temin etmesi gerekirken, hem bu görevini yerine getirmiyor hem de onların bulduğu çözümün karşısına da rant amaçlı yıkımlarla çıkıyor. Dikmen halkının tek bir isteği var: “İnsanca koşullarda yaşayabilecekleri bir ev”. Emekçi Hareket Partisi Ankara il Başkanı İbrahim Keskin
Sosyalist Felsefe Üzerine A. Adnan Tavas Pasif bir yaşam gözlemcisi olarak mı kalacağız? Yoksa bu sınıfsal kavganın aktif savaşçısı mı olarak kendi dünya görüşümüzü sosyalist felsefe ile donatıp, emekçi halkın yoksulluk ve sömürüden kurtulma mücadelesinde mi yer alacağız? Lenin bir söyleminde “Bir sosyalist iyi düşünmüş ve tutarlı bir dünya görüşüne gerek duyar ki böylece olayları kontrol edebilsin, olaylar onu değil” der. O halde dünyaya neden farklı bakar ve nasıl algılarız. Yaşam ve mutluluk nedir? Her şeyin para ile alınıp satıldığı kapitalist dünyada yaşam ve mutluluk para demektir, yani zenginlik. Sosyalist felsefe ise bunları reddeder. Marx bir eserinde “Tecrübe göstermiştir ki en fazla mutlu olanlar, en çok sayıda insanı mutlu edenlerdir”der. İşte yaşam ve mutlulukta dünya görüşündeki burjuva ve proleter fark budur. Sosyalist felsefenin teorik gücü proletaryayı yani emekçileri birleştirerek ve üretenin yönettiği sınıfsız bir toplumu yaratmaktır. Emperyalizme ve sömürüye dur demenin tek çıkar yolu da sosyalist devrimci harekettir. Emek ve sermaye arasındaki bu mücadelede ancak hak böyle örgütlenerek alınabilir. Kapitalistlerin, servetleri alın terine el koydukları artı-değerdir. Bu nedenle kapitalizmle sınıflar ortaya çıkmış ve bu nedenle yoksula yardım adı altında yaşadığı gibi düşünen İtaatkâr toplumlar yaratılarak daha çok sömürmenin metotlarını yasallaştırmışlardır. Akıl ve bilimle dünyaya bakabilen sosyalist felsefe bunun için örgütlü bir işçi sınıfının devrimci gücünü toplumsal bir gelişme olarak görür ve işçi sınıfın, ekonomik, sosyal ve politik çıkarlarını savunarak genişletir. Emperyalizm her dönemde farklı metotlarla kah savaşarak kah toplumsal kültürleri değiştirerek global bir dünya aldatmacasıyla sermayenin sınırsız dolaşımında çökmekte olan kapitalizme yeni bir ivme kazandırma çabasından başka bir şey değildir. Vahşi kapitalizmin önünde bir seçenek daha vardır savaş teknolojisini yenilemek ve tüketimin önünü açmak için özgürlük ve demokrasi diyerek bölgesel savaşlar icat etmek. İnsan yaşamını parayla ölçen bu sistemde küçük ya da büyük ölçekli bir savaşın galibi olur mu bilmem. Sosyalizmin “Her şey insan için, insan yararına” dır sloganıyla emeğin özgürlüğü ve kardeşliğinde kalın diyorum.