ik32

Page 1

ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet!

İSCİ KARDESLİĞİ . . . İŞÇİ KARDEŞLİĞİ PARTİSİ merkezi gazetesidir.

Sayı 32, Nisan 2008

1 YTL

Sosyal Devleti Yıkan

Sömürge Anayasasına Yaşasın Tek Çözüm: Hayır!

1 Mayıs! G

ün işçi sınıfı mücadelesine sahip çıkma günüdür.Bütün haklarımızı geri almak ancak patronlardan, devletten bağımsız birleşik bir işçi mücadelesiyle mümkündür. Gün varlık yokluk günür. • Mezarda emekli olmamak için,1 • İnsanca, eşit, parasız eğitim ve sağlık hakkı için • İşsizliğe ve yoksulluğa karşı, • Herkese sendika, sigorta hakkı için, • Tekel işçilerine ve işimize sahip çıkmak için, • Geleceğimize sahip çıkmak için, • Birlik, mücadele, dayanışma için alanlara! İstanbul’da 1 Mayıs Alanı’nda buluşalım.

Egemen Bir Kurucu Meclis! İKP Merkez Yürütme Kurulu

D

ünyanın bütün milletleri çözülmeye doğru dizginlerinden boşalmışçasına sürükleniyorlar. Türkiye milleti bu çözülmenin dışında değil. Çözülme iki yönlü yürüyor: Bir taraftan stratejik işletmelerin özelleştirilmesi ve satışıyla, sosyal güvenlik sisteminin parçalanmasıyla, eğitimin ve sağlığın yerli ve yabancı para babalarına aktarılmasıyla ve tabii hiç hesap dışı tutulmaması gereken bölgeselleştirme, yani başta bölgesel asgari ücret uygulaması girişimleriyle, millet, sosyal manada çözülüyor. devamı 2. sayfada


kapaktan devam

Bu çözülmeye AKP hükümeti olduğu kadar, onun karşısında yer alan kamp da elinden geldiğince destek oluyor. AKP, Amerikan emperyalizminin dümen suyunda ve onun açık desteğini arkasına alarak bu sosyal çözülmenin şampiyonluğunu yaparken, sözde milletin bölünmesine karşı çıkanlar da, bugüne kadar hiçbir özelleştirmeye karşı çıkmayarak, sosyal güvenlik sisteminin çökertilmesine ses çıkartmayarak ve IMF politikalarına göz yumarak çözülmenin suç ortakları olmayı sürdürüyorlar. Diğer taraftan, gene emperyalizm tarafından kışkırtılan etnik (Türk/ Kürt çatışması) ve mezhep çatışmalarında (laik/anti-laik gerilimi) taraf olarak davranan AKP hükümeti kadar, Kürt düşmanlığını bayrak yaparak davrananlar da aynı yolun yolcuları olmaya devam ediyorlar. Yani bir taraftan ABD’nin izniyle Kuzey Irak’a gireceksiniz, onun isteğiyle çıkacaksınız, ama bu arada hepsinden önemlisi ABD’nin talebiyle mevcut orduyu profesyonelleştireceksiniz. Yani halk çocuklarının mecburi askerlik yapması uygulamasını kaldırarak, onun yerine paralı askerlerden meydana gelen bir orduya geçeceksiniz. Bu da milletin bir başka yoldan

çözülmesi değil de nedir Allah aşkına? Bu çözülmeden yarar umanlar kime hizmet ediyorlar? Sosyal devletin çökmesi kimin talebi ve kimin yararına işliyor? Türk-Kürt düşmanlığı kimin talebi ve kimin yararına yürütülüyor? Türkiye’yi meydana getiren halkların mı, yoksa önüne hedef olarak bütün dünya halklarını birbirine kırdırmayı koymuş emperyalistlerin mi? Bu sorunun cevabı zaten kendi içinde saklı değil mi? Aklı başında herkes Amerika Birleşik Devletleri emperyalizmiyle Avrupa Birliği’nin temel politikasının bu olduğunun fazlasıyla farkında. O halde ne yapmalı? Her şeyden önce, AKP’nin önümüze koyduğu yeni anayasa taslağına kesinlikle karşı çıkmak gerekli. Çünkü bu taslak varolan egemenlik kırıntılarını bile elinin tersiyle bir kalemde silip atan ve onları bile Amerika ile Avrupa’ya teslim eden bir taslak. Tek başına bu taslağın reddedilmesi bile kendi başına son derece anlamlı bir ileri adım olacaktır. Ama tabii ki yeterli olmayacaktır. Öncelikle bu reddedişin önemli bir kitle seferberliğiyle gerçekleştirilmesi gerekir. Bu kitle seferberliği için de, ülke çapında kurucu meclis komite-

Bizim Taraf Zeki Kılıçaslan

Müslümanlık ve “sağ-sol”

Geçen ay içinde partimizin İstanbul il merkezinde Brezilya’dan bir konuk ile söyleşi gerçekleştirdik. Kendisi devrimci bir sosyalist eğilimin kurucu liderlerinden ve aynı zamanda mücadeleci bir sendikacı. Kendisine Brezilya’daki toplumsal muhalefet içindeki dini akımın (Kurtuluş Teolojisi–Latin Amerika’da sol toplumsal hareketleri destekleyen Katolik bir dini akım) rolü hakkında sorduğumuz soruya verdiği cevap belki biraz abartılı ama çok ilginçti. Şunu söyledi; “Kilisenin solunu saymazsak Brezilya’da soldan pek bahsedilemez!” Bu cevap konuyu yakından takip edenler için çok şaşırtıcı olmayabilir ama bizde yaşanan siyaset ve din tartışmalarını düşünürsek oldukça şaşırtıcı olduğu kesin. Gerçekten de sol dini akım birçok Latin Amerika ülkesinde önemli bir etkiye sahip. Örneğin iki dönemdir sol aday Lula’nın başkanlık seçimlerini kazandığı Brezilya’da bulunan dünyanın en büyük sosyal hareketi sayılan MST (Topraksız Kır İşçileri Hareketi) içinde en önemli taban örgütleri bu hareketin etkisinde. Üstelik MST, sol liberal çizgi-

İKP ile bağlantıya geçmek için: Ankara

ye kayan Lula yönetimini soldan eleştiriyor ve hükümete karşı birçok mücadelenin de içinde.

Din ve Siyaset

lerinin, yani taban inisiyatiflerinin oluşturulması ve bunların harekete geçirilmesi bir zorunluluktur. İşçi Kardeşliği Partisi böyle bir inisiyatifin ortaya çıkartilması için elinden gelen her şeyi yapmaya kararlıdır. Ama tabii ki, bu, İKP’nin kendi başına gerçekleştirebileceği bir iş değildir. Bu komitelere emperyalizmle hesabı olan bütün güçlerin katılması vazgeçilmez bir zorunluluktur. Bu komiteler il il, ilçe ilçe, işyeri işyeri ve mahalle mahalle örülmelidir. Önlerindeki acil hedefleri de, ulusal egemenlik bayrağını “ulusal”cılara ve demokrasi bayrağını da AKP ve hempalarına bırakmamak olmalıdır. Bu iki kesimin peşinde koşturan gerçek bağımsızlıkçılar ve gerçek demokratlar, inanıyoruz ki, önerdiğimiz kurucu meclis komitelerinin içinde yerlerini alacaklardır. Burada işçi sınıfına düşen görev de, bu şerefli harekette bütün gücüyle yer alıp, milletin başına geçerek, onu hem parçalanmaktan kurtarmak hem de Türklerin, Kürtlerin, Sünnilerin, Alevilerin eşitliği ve kardeşliği temelinde yeniden ayağa kaldırmaktır! Başka bir kurtuluş yolunu bilen varsa, söylesin!

Amerika muhalifi devlet başkanı Rafeal Correa’nın partisi Ülke İttifakı’nın çoğunlukta olduğu Kurucu Meclis’te Amerikancı muhalefetin yabancı birliklerin “barış gücü” adı altında varlığını sürdürmesi için verdiği değişiklik önergesi reddedildi.

Egemenliği emperyalistlere teslim edecek sömürge anayasına hayır! Yeni bir anayasa için Kurucu Meclis!

Ekvador Kurucu Meclisi, ülkedeki yabancı askeri üsleri yasaklayan yasayı kabul etti

GÜNCEL

Türkiye’de ve diğer Müslüman ülkelerde ise işler karışık. Birçok “solcuya” ya da “İslamcıya” sorarsanız Müslüman “solcu” olamaz, “solcu” da Müslüman olamaz. Onlara göre “Müslümanlar” sağcı olur veya “solcular” dine inanmaz. Ama tabi ki ülkemizde çoğunlukla böyle düşünülse de bu anlayış tümüyle yanlıştır. Bu anlayış bir yandan sömürücü egemen sınıfın toplumsal muhalefeti kendince karalama anlayışı ile yaygınlaştırılmış diğer yandan da bir siyasal anlayışı felsefi-dini bir inançla özdeşleştiren bazı “solcuların” tutumundan kaynaklanmıştır. Oysa ki gerçekler farklıdır. Bütün dinlerin olduğu gibi Müslüman anlayışının da inanca ilişkin temel değişmezleri varken ekonomiye, sosyal düzene, siyasete ilişkin yönü zaman içinde o dine inananların veya onların önderlerinin yaklaşımı ile belirlenir, yani tarihseldir. Bugün Suudi rejimi kendisinin “şeriatı” uyguladığını söylerken başka Müslüman gruplar (El Kaide ve diğerleri) onlara karşı “şeriat” için silahlı mücadele vermekte! Bugün bazı Müslüman dini liderler (örneğin F. Gülen) Amerika ve İsrail ile en ileri dostluğu savunurken bazıları (örneğin Hamas, Hizbullah) onlara karşı silahlı ölüm

kalım savaşı vermektedirler. O zaman gerçek Müslüman kim?

“Ilımlı İslam”, “Radikal İslam” Amerika, Müslüman ülkelerdeki egemenliğini pekiştirmek ve muhalefeti zayıflatmak için kapitalist ekonomiyi esas alan ve Amerika egemenliğine boyun eğen bir Müslümanlık anlayışını besliyor ve bunu yayan kant önderlerini destekliyor. Kendi egemenliğine muhalefet edenleri ise “terörist” diye suçluyor. Yani Amerika ve sermaye egemenliğine boyun eğerseniz iyi, Müslüman olursunuz (ılımlı İslam), yok karşı çıkarsanız kötü, Müslüman olursunuz (radikal, terörist). İşte bugün Türkiye’de F. Gülen anlayışı ve AKP siyaseti ile yayılmak istenen bu “iyi Müslümanlık” anlayışıdır.

Başka bir yönden bakabilmek! Balıkesir’deki YÖRSAN fabrikasının patronu da sendikalaştıkları için işten attığı işçileri “Müslüman patrona çalışan işçiler sendikalaşamaz” diye suçlamakta ve kendi sınıf çıkarlarına göre “Müslümanlık yorumu” yapmakta. Anlaşılan herkesin “Müslümanlığı” kendine! Peki ama işçilerin, emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin “Müslümanlığı” nerede?

Genel Merkez: Tuzluçayır Mh. 9. Sokak 21/D Mamak/Ankara Tel: (312) 369 65 49

İstanbul

İl Merkezi: Aksaray Guraba Hüseyinağa Mh. Kakmacı Sk. Blok: 10 Daire: 14 Fatih/İstanbul (Aksaray Metro karşısı) Tel: (212) 635 88 52 Faks: (212) 635 88 90 Anadolu Yakası: Rasimpaşa Mh. Nüzhet Efen­di Sk. No: 36/5 Kadıköy/İstan­bul Tel/ Faks: (216) 330 95 67 Esenler: Tel: (535) 787 10 75 Küçükçekmece: Tel: (535) 484 96 68 Gaziosmanpaşa: Salih Paşa Caddesi, Adalı Han, No: 5, Kat: 5, Bereç Yolu, Gaziosmanpaşa/İstanbul Tel: (532) 724 03 79, (537) 284 38 81 Sarıyer: (533) 443 90 43 Zeytinburnu: (532) 642 08 85

Balıkesir

İl ve Merkez İlçe Mrk.:Karaoğlan Mh. Çarşı Sk. No: 7 (Paşa Camii karşısı) Balıkesir

Eskişehir

İl Merkezi: Cumhuriye Mh. Porsuk Bulvarı, Dilem Sk. Çağlayan İş Merkezi, Kat 5, No: 47/d Tel: (222) 233 55 46

Malatya Tel: (536) 517 27 15

Tekirdağ Tel: (543) 424 02 91

İnternet

E-posta: iletisim@ikp.org.tr İnternet: www.ikp.org.tr

İşçi Kardeşliği Sayı: 32 • Nisan 2008 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: İşçi Kardeşliği Partisi adına Engin Bodur • Yönetim Yeri: İKP Genel Merkezi Tuzluçayır Mh. 9. Sokak 21/D Mamak/Ankara İnternet: http://www.ikp.org.tr • http://www.iscikardesligi.org • iletisim@iscikardesligi.org • Hesap No: PTT Posta Çeki: 1051319 • Akbank: 462 0000908-4 Baskı: Selin Ofset • Güven Sanayi Sitesi B Blok No:345 Topkapı/İstanbul • Tel: (212) 577 63 48

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ


GÜNCEL

Sigortasız işçi çalıştıran işyerleri tazminatsız millileştirilsin!

Tuzla tersanelerinde, Davutpaşa’da olanlar...

İş kazası değil cinayettir! D

avutpaşa’da bir iş hanında faaliyet gösteren işyerindeki patlamada, içinde atölye sahibinin de yer aldığı on yedi kişi hayatını kaybetti ve altmış sekiz kişi yaralandı... Tuzla’daki tersanelerden neredeyse her gün, bir iş kazası haberi geliyor; işçi kardeşlerimiz ya ölüyorlar ya da sakat kalacak derecede yaralanıyorlar. Davutpaşa’daki patlamanın ardından hükûmet, göstermelik bir cadı avı başlattı. Bayrampaşa- Gaziosmanpaşa hattında yer alan işletmelere bir ay boyunca iş müfettişleri yollandı ve sigortasız işçi çalıştıran işletmeler tespit edilmeye çalışıldı. Patlamanın unutulmaya yüz tuttuğu bugün ise, artık bu göstermelik operasyonlara da bir ara verildi. Tabii ki, sigortasız işçi çalıştırmak idari bir suçtur; hatta –bu işletmelerde sıkça karşılaşıldığı biçimiyle- göçmen işçileri açlık pahasına çalıştırmak daha da büyük bir suçtur. Ancak mesele sadece GOP-Bayrampaşa hattındaki bir

Recai Karakaş

Can Pazarı

H

aliç Taşeron sistemiyle çalışmayan, bir geminin bütününün yapılabildiği bir tersaneydi. İşçiler sendikalıydı ve sosyal güvenceleri vardı. Orada Dok-Gemi-İş gibi işveren yanlısı bir sendika yoktu. Hani bir zamanlar söylenirdi ya: “Artık teknoloji çağındayız, insanların yapacağı işleri robotlar yapacak.” Bir bakıma bu hayal gerçekleşti. Ama gerçekleşmeyen iş sahalarında, robotun giremediği işkollarında insanların genleriyle oynandı. İnsanların çalışma saatleri 8 saatten 15 saatte çıkarıldı. Çalışma saatlerinin artmasına rağmen ücretler aşağı çekildi. Örgütlü toplum yapısı dibe vurdu. Sen-

İKP Merkez Yürütme Kurulu Çalışma Bakanı ve İçişleri Bakanı istifa etsin!

T

sorun olmadığı gibi, konunun özü de sigortasız çalışmak değildir. Bu ve benzeri yerlerde çalışan işçi kardeşlerimiz sigortasız çalıştıkları gibi, aynı zamanda iş güvenliğine de aykırı çalıştırılmaktadırlar. Ne işyerlerinin hijyen koşulları ne de işyeri civarının toplumsal güvenlik koşulları yerine getirilmemiş atölyelerde ölümle veya sakat kalmayla

İş güvenliğine aykırı koşullarda işçi çalıştıran işverenlerle uğraşmayan hükümetin gücü eylemci işçilere yetti

İyi ve Kötü

Tuzla tersane işçisi yalnız değildir!

dikalardan, sivil toplum örgütlerinden beslenen demokrasinin ruhuna fatiha okundu. Artık demokrasimiz tarikatlardan, cemaatlerden beslenir hale geldiğinden yargılayan, eleştiren bireyler yerlerini biat eden, siyasilerin her yaptığını ve dediğini kutsal bir emir gibi algılayıp, kayıtsız şartsız yerine getiren kullara bıraktı. Sözün özü, üzerimize çöken bu karabasandan kurtulmanın yolu örgütlenmekten geçer. Tabii örgütlenme derken utanç verici bir asgari ücretin altına imza atarken şerh dahi koyamayan örgütlülükten bahsetmiyorum. Davutpaşa’da 23 kişi, Tuzla tersanesinde 7 ayda 18 kişi, 15 yılda 83 işçi öldürülürken kuzuların sessizliğini oynayan, özde değil sözde sendikacılıktan bahsetmiyorum. Benim yurdumun insanları işsiz ve

burun buruna çalışan işçi arkadaşlarımızın güvenliği korunamamaktadır. Bunun doğrudan sorumluları, yeri geldiğinde kendi de o işyerinin sağlık dışı koşullarında çalışan “işyeri sahipleri”dir. Fakat biz şunu biliyoruz ki, fason üretim yapan bu işyerlerindeki patronlar, büyük patronların birer taşeronudurlar ve büyük patronların elleri kirlenmesin, bir kaza durumunda tazminat sorumluluğu altına girmesinler diye, “işin pisliğini” yüklenen kimselerdir. O halde kuklaya değil, kuklacıya vuralım! Gazetelerde sayfa sayfa işyeri demokrasisi ve işçinin haklarına saygılı duruş ilanları veren sahtecilere, şu soruları yöneltelim: Ara ürünleri nereden temin ediyorsun? İşçi kanı bulaşmış malzemeler kullanıyor musun? Ondan sonra da dönelim bu koşullara göz yuman kamu görevlilerine, kanun gereği işyerlerini denetlemek mecburiyetinde olan Çalışma Bakanlığının görevlilerine ve ilgili Belediyelere şu soruları yöneltelim: Hangi gerekçe ile ve kimin üstün yararı pahasına bu işyerlerini denetlemiyorsunuz? Siz kamu adına mı, yoksa üç beş mütegalibe adına mı iş yaparsınız? Tuzla’daki durum daha beliraç, insanlar eğitimsiz, sağlıklı düşünememekte. Benim insanıma asgari ücreti çok görenler, utanmadan sıkılmadan hem milletvekili maaşı alıyorlar hem de süper emeklilik maaşı. Benim insanıma 9.000 gün sigorta primi ödemeyi reva görenler, kendilerine 2 yılda emekli olmanın yolunu açma yüzsüzlüğünü gösterebiliyor. Hastanelerde katkı payı, ayakta tedavi ücreti alınırken kendilerinden alınmıyor. Düşünün bir anneniz var; 900 gün prim ödediğinizde size bir şey olduğunda sağlık sigortasından faydalanıyordunuz, şimdi bu 1.800 güne çıkarıldı. Asgari ücretin üçte birini alıyorsanız, sigorta primi ödemek zorunda bırakılıyorsunuz vs. İnsanlar bu yasaya 2 saatçik iş bırakma eylemi ile tepkilerini gösteriyor. Başbakan buna demokrasinin gereği olarak saygı göstereceğine, bunlar kanun dışı iş

uzla’da bilerek, daha fazla kâr için göz göre göre işçi kardeşlerimiz ölüyor ve adına iş kazası diyorlar. Bu iş cinayetlerinde devletin görevlendirdiği bilirkişiler patronu kurtarmak için ölen işçiyi de suçlu gösteriyor. Sendikasız, sigortasız, ölüm koşullarında çalışmanın bedeli patronların daha fazla kâr etmesi anlamına geliyor. İşçiler ölürken seyreden devlet, yeter artık diye eyleme geçtiğimizde patronlardan yana tavrını gizlemeyip işçilere saldırıyor. İşçiler direnmeye devam ediyor

Ölümden öte köy yok! Türk-İş yönetimini uyarıyoruz: Patronların yanında olan Dok Gemi İş sendikası yöneticilerini derhal disipline versinler. Çünkü onlar patron sendikasının yanında yer alıyorlar. Tersane patronları ve kuralsız sömürüyü ilke edinen diğer patronlar bilsinler ki güvencesiz, sigortasız, sendikasız işçi çalıştırdıklarında ve bu işçilerin ölümlerine neden olmaya devam ettiklerinde karşılarında buna her ne pahasına olursa olsun direnip tepki gösterecek örgütlü işçi sınıfını bulacaklardır. İşçiye değil, katillere barikat! İşçilerin birliği patronları yenecek! gindir. İş hacmi milyarlarca dolar olan bir sektörde, “girişimci dostu” AKP hükümetinin kimleri kollayacağı bellidir, fazla söz gerekmez. Unutmayalım ve Üstüne Gidelim! Tuzla’da güvenlik önlemi almayan büyük patronlar olası kastla insan öldürmektedirler ve buna göz yuman kamu görevlileri de bu cinayetin suç ortaklarıdır. Tüm failleri yargı önünde hesap vermelidir!

yapıyor, bunun hesabı sorulacak, diyerek milleti tehdit ediyor. Yazık yazık, yazıklar olsun sizin demokrasi anlayışınıza; komşuya bakın da utanın: Adamlar 24 saat iş bırakıyor, ülkeyi yönetenler saygı duyuyor. Bakın usta şair bu zihniyeti nasıl anlatmış “Bunlar var ya bunlar Bursa’da havlucu Recep’e, Karabük’te tesviyeci Hasan’a düşman, köylü fakir Hatçe kadına, ırgat Süleyman’a düşman, sana düşman, bana düşman, bunlar düşünen insana düşman, vatan ki onların evi, sevgilim bunlar vatana düşman.” Soros’un liberal çocukları televizyonlarında, gazetelerinde bizlerin beyinlerini yıkarken, bizleri dizi manyağı yapıp hayal aleminde gezdirirken; memleketi parsel parsel satmaktadırlar. Ekmeğimiz ve özgürlüğümüz için derin uykudan uyanmanın vakti gelmedi mi? Hoş ve sağlıcakla kalın.

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ


DİSİPLİN GÜNCEL

Türk-İş göreve, genel greve!

“Sosyal Güvencesizlik Kanunu”na karşı eylemler durmuyor

SSGSS’nin kazanılmış haklara yönelik saldırısı kaşısında, Emek Platformu harakete geçip, hükümeti uyardı. AKP tarafından Mart sonunda Meclis Genel Kurulu’na getirilmesi planlanan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) kanun tasarısı, Emek Platformu önderliğinde sendikalar ve demokratik kitle örgütleri tarafından eylemler ve iş bırakmayla protesto edildi.

S

SGSS’nin tüm kazanılmış sosyal hakları tırpanlayan içeriği karşısında tüm Türkiye’de emekçiler 14 Mart Cuma günü 10-12 saatleri arasında iki saat iş bırakarak hükümete mesaj yolladı. Birçok kamu sektöründe eyleme yüksek düzeyde katılım sağlanırken, hükümet eylemin akşamında tasarıyı alt komisyona geri göndermek zorunda kaldı. Ertesi hafta ise, hükümet önce işçi konfederasyonları, ardından da memur konfederasyonlarıyla görüşerek uzlaşma aradı. SSGSS’ye karşı İstanbul’da ilk yürüyüş, 13 Mart Perşembe günü saat 12.00’da, Türk-İş önderliğinde Tünel meydanından Taksim meydanına doğru gerçekleştirildi. Yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı eylemde hükümete Sosyal Güvenlik Kanunu’nun geri çekilmesi çağrısı yapıldı. Türk-İş Bölge Temsilcisi Faruk Büyükkucak yaptığı açıklamada, hükümetin geri adım atmaması durumunda eylemleri sürdüreceklerini ve gerekirse tam gün iş bırakacaklarını söyledi. İş bırakma eyleminin gerçekleştiği 14

13 Mart, İstanbul

yurdum dört bir yanında özellikle kamuda çalışan emekçiler 10.00-12.00 saatleri arasında çalışmadı. Hastaneler ve trenler çalışmazken, hem yürüyüşler esnasında, hem de çalışmaya ara veren iş yerlerinde hizmet almaya gelen vatandaşların

1 Nisan, Ankara

Mart Cuma günü, İstanbul’da önce SES (Sağlık Emekçileri Sendikası) önderliğinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi önünde toplanan emekçiler, buradaki basın açıklamasının ardından Saraçhane Parkı’na yürüdü. KESK önderliğindeki eylemde yine bir gün önce olduğu gibi, “Sağlıkta piyasa ölüm demektir”, “Sağlık haktır, satılamaz”, “Kahrolsun IMF, işbirlikçi AKP”, “İşçi memur elele, genel greve” sloganları atıldı. Saraçhane Mitingi’ne katılım 10 bine yakın olduğu gözlenirken, bunun dışında

eyleme destek vermesi, kanun tasarısının Türkiye’nin tüm geleceğini ipotekleyen karakterinin insanlar tarafından iyi bir şekilde kavranmış olduğunun kanıtıydı. Sağlık hizmetlerinin paralı olmasını, emeklilik yaşının hem erkek, hem kadınlar için 65’e yükseltilmesini, işçiler için emeklilik için gereken prim ödeme gününün 7 binden 9 bine çıkarılmasını ve emeklilik bağlama oranını %33’e kadar düşürülmesini öngören kanun tasarısı, başta sendikalar ve tabip odaları

1 Mayıs’ta 1 Mayıs Alanı’na!

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

olmak üzere birçok kesim tarafından eleştiriliyordu. 14 Mart’taki eylemin ardından hükümet tasarıyı yeniden alt komisyona geri gönderdi. Daha sonra, Emek Platformu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik arasında yapılan görüşmelerde hükümet ve Emek Platformu bir mutabakat sağladı. Başta, emekliliğe hak kazanmak için 9 bin yerine 7 bin 200 çalışmayı doldurmak üzerinde anlaşıldı. Aylık bağlama oranı da tasarıdaki halinden biraz daha yukarıya çekildi. Böylece mevcut çalışanların, sistem yürürlüğe girdiğinde uğrayacakları hak kaybının bir nebze olsun önüne geçildi. Öte yandan, diş protezinde %50’lik katkı payı ve yaş sınırı kaldırıldı. Ancak Emek Platformu’nun emeklilik yaşıyla ilgili önerisi hükümet

mu işin sonunda hükümetle uzlaşarak, eylemlilik sürecinin önünü tıkadı. Hali hazırda çalışanların haklarını biraz korumaktan öteye gidemedi. Daha geniş ve uzun süreli bir örgütlenme çalışma yasaya karşı zaten var olan muhalefetin başarıya ulaşmasını sağlayabilirdi. Burada Platform’un hükümet karşısında kolay teslim olduğunu söylemek mümkün. Nitekim, Emek Platformu özellikle de Türk-İş bunu yapmadı. Ancak Herkese Sağlık ve Güvenli Gelecek (HSGG) Platformu sağlıkla ilgili tüm yurttaşları ilgilendiren yüzlerce düzenleme içeren yasaya karşı eylemlere devam etme kararı verdi. 28 Mart’ta yapılan basın açıklamasında HSGG Platformu bu düzenlemeleri şu dört ana başlıkta toplandığını duyurdu: 1. Emeklilik yaşının yükseltilmesi ve prim gün sayısının arttırılması yoluyla emekliliğin imkânsızlık derecesinde zorlaştırılması, 2. Aylık bağlama oranlarının ve güncelleme katsayısının azaltılması yoluyla emekli aylıklarının düşürülmesi, 3. Sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeyi prim ödeme zorunluluğuna bağlayıp; % 20’den başlayıp % 300’e kadar çıkan yeni “ilave ücret”ler ve özel sağlık sigortacılığı yoluyla sağlık hakkının kısıtlanması, 4. Sağlık için ayrılan kamusal kaynakların özel sağlık sektörüne akıtılmasını sağlayan düzenlemelerle sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi. Buna karşı da 1 Nisan Günü İstanbul Okmeydanı ve Ankara Numune Hasta-

6 Nisan, İstanbul

tarafından kabul görmedi. 2036’dan itibaren kademeli 65’e yükseltilmesi tasarıdaki gibi aynen korundu. Sonuç olarak, Emek Platformu, sınırlı bir örgütlenme faaliyeti ve iki saatlik iş bırakmayla bile bu kadar kazanım elde etmeye muvaffak oldu. Ancak sağlığın paralı hale getirilmesiyle ilgili hiçbir kazanım sağlanamadı. Emek Platfor-

neleri önünde yapılan bir basın açıklamasıyla 6 Nisan günü Kadıköy’de kitlesel bir miting daha düzenleme çağrısını ilan etti. Emek Platformu’nun bazı bileşenlerinin de destek verdiği miting sonrasında gelişmeleri hep birlikte göreceğiz. Açık ki, bu iş daha bitmedi. Yaklaşan 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın ana gündem maddesi de tüm sosyal kazanımlarda büyük yıkım getiren SSGSS Kanunu olmalıdır.


SENDİKALARIMIZ DİSİPLİN

Patronların birleşik cephesine karşı işçilerin birleşik cephesini kuralım

Petrol-İş’in “Emek Platformu” önerisi Mustafa Çubuk

G

azetenin bir önceki sayısında, Petrol-İş’in bazı “işaret Fişekleri”nden söz etmiştim. Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, Türk-İş kongresinde, bu zeminde yaptığı eleştiri ve önerilerine “Yaptın da biz mi engel olduk” cevabını almıştı. Bu kaşarlanmış sendika bürokrasisinin korkusunu ele veren bir yalnızlaştırma, yıpratma taktiğiydi. Tabanın tepkisinden korkarak, doğrudan karşı çıkmak yerine, “Neden yapmadın? “ diyerek yıpratma, kendine mahkûmiyeti hatırlatma. Petrol-İş gerekli dersi çıkarmış görünüyor. Nitekim, “yalnız kaldık” gerekçesine sığınmadan, 17–18 Ocak tarihli “genişletilmiş başkanlar kurulu toplantısı” sonuç bildirisinde, “yıllardır atıl durumda bulunan Emek Platformu`nun, yeniden mücadele örgütü haline dönüştürülmesi için sonuç alıcı çaba gösterilmesini talep ediyoruz. Bu bağlamda, üst örgütleri harekete geçirebilmenin bir yolu olarak, çeşitli kentlerde şubeler platformu, demokrasi platformu, sendikalar birliği ve benzeri

adlarla oluşturulan yerel örgütlenmeleri desteklediğimizi bildiriyoruz” diyor ve bunun Petrol-İş’e yükleyeceği sorumlulukları üstleneceklerini açıklıyorlar. Bu, yeni ve daha somut bir işaret fişeğidir. Petrol-İş, yanlız Türk-İş kongresine cevap vermekle kalmıyor, sendikaların yapay bölünmüşlüğü üzerinde “ilerici-gerici” ayrımı yaparak kendi ilkeler yığınını “mücadele programı” olarak işçi hareketine dayatanlara da cevap veriyor. Varolan sınıf gerçekliğini atlamadan, bu gerçekliğin getirdiği sorunların farkında olarak tıkanıklığı aşma yolunu öneriyor. Taban inisiyatifine dayanan örgütlü bir mücadele öneriyor ve “girelim görelim” diyor. • Sınıf içi ilişki-örgütlenmenin doğru bir açılımla sürece dahil edilmesi, • Tek tek taleplerin bir bütünlüğe kavuşturularak programlaştırılması, • “Hak verilmez alınır” sınıfsallığı üzerinden bir mücadele hattının oluşturulması, Bunlar, Petrol-İş’in önerdiği sürecin olmazsa olmaz bileşenleridir. Bu başarılabilinirse şimdikinden çok farklı bir yerde olunacaktır.

Petrol İş üyesi işçiler 6 Nisan’da Kadıköy’de gerçekleştirilen mitinge kitlesel biçimde katıldı.

İşçiler ve İşçi Örgütleri Engin Bodur

Sendikalarımıza kurt kapanı “uzlaşma görüntüsü”

S

osyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası yasası SSK’yı imha yasasıdır ve bir özelleştirme hareketidir. Emeklilik yaşı 65 olarak kaldığı sürece, 7200 prim günü dahil pazarlık konusu yapılan ve kazanım denen hiçbir maddenin önemi yoktur. Sisteme yeni girecek olan ve prim gününü tamamlayan şanslı azınlıktan işçiler bile 65 yaşına kadar işsiz ve emekli maaşı olmadan yaşayamayacaklarını bildikleri için, sisteme girmek yerine özel emeklilik fonlarının yalanlarını tercih etmek zorunda kala-

caklardır. Böylece, çalışanı olmayan sosyal güvenlik sistemi, emeklisine maaş ödemeyecektir. Yani, sadece çocuklarımızın geleceği değil, emekli kardeşlerimizle, emekli olacakların da kazanımları yok edilmek istenmektedir. Nasıl ki iflas etmiş şirketten tazminatlarımızı alamıyorsak, iflas etmiş sosyal güvenlik kurumlarından da maaş alamayız. Hadi Tayyip bizi salak yerine koyup, bu yasa 30 yıl sonrasını düzenliyor diye yalan söylüyor, ya sendikacılar niçin bu yalanla masaya oturuyor? Biz biliriz ki hiçbir patron 30 yıllık yatırım yapmaz, bütün hükümetler de bugününü kurtarmaktan başka hesap yapmazlar. Bu yanlışın esas sorumlusu Türkİş yönetimidir. Çünkü işçi sınıfının en güçlü ve yaşamı durdurabilecek

Eski Sümerbanklı işçilerin lokali oldu! Ekrem ALTAY, Eski Sümerbank’lı, yeni 657/4c mağduru

S

atışının ardından tüm Türkiye’nin gündemine oturan ve verdiği mücadeleyle işçi hareketi tarihine adıını yazdıran Sümerbank işçilerinin artık bir derneği ve eski işyerlerinin karşısında açtıkları bir lokali var. AKP hükümeti tarafından “yılanın başı” olarak görülen ve özelleştirme harekatı karşısında apansız bir mücadele örgütleyen Sümerbanklılar şimdi tüm emek dostlarını bir çay içmek için yeni lokallerine bekliyorlar. Ben de Bakırköy Sümerbank’ta 16.01.1989 yılında işe başladım ama ne yazık ki, 15 yıl boyunca emek verdikten sonra Sümerbank, 08.10.2004’te sermaye ve IMF’nin siyasi partisi tarafından peşkeş çekilerek satıldı. Hayatımın en güzel örgütüdür. Uzlaşmaya çanak tutan ve hükümetin bakanı gibi konuşan Hak-İş yönetimi de sorumluluğunu bilip, tarafına geçmelidir. Sonradan mücadeleye devam etse de, uzlaşma görüntüsüne basın açıklamasında sessiz kaldığı için DİSK de sorumludur. Masaya oturmanın şartı Emek Platformu’nun belirlediği beş madde olsaydı, diğer maddeler görüşülmeye geçilmeyecek, böylece işçiler bir bütün olarak mücadele içinde kalacaklardı. İş güvencesi, işe dönüş hakkı ve kayıtdışı çalışmanın kayıt altına alınması garanti edilmeli ve buna uymayan patronlara ağır cezalar getirilmelidir. Gerisi koca bir yalandır. Bir toplu sözleşme düşünün ki içinde işyerinin kapatılması var, ama bazı maddeleri iyileştirilmiş. Kapıya çıkınca yüzde 85 iyileştirme var di-

günlerini geçirdiğim ve ekmeğe sahip çıkmayı, emeğe saygıyı duymayı öğrendiğim Sümerbank’ta çalıştığım süre içinde mücadeleyi de öğrendim. Örgütlü durarak, hep beraber hakkımızı savunmayı, Sümerbank ruhunu halen daha taşıyorum ve arkadaşlarımın da taşıdığına inanıyorum. Teksif Sendikası Bakırköy Şube başkanı Çetin Yelken ve eski Sümerbanklılarla beraber, Sümerbank’ı yaşatmak için Sümerbank İşçileri Yardım ve Kültür Derneği çatısı altında bir lokal açarak yönetimi işçilerden oluşan bir işçi derneği oluşturduk. Amacımız olan toplumsal dayanışmayı gerçekleştirmek ve işçi arkadaşlarla bağlılığımızı koparmamak için bu derneği faaliyete geçirdik. Tüm emekten yana olan dostlarımızı derneğimize bekliyoruz. Adres: Yeni Mah. 10 Temmuz Caddesi No: 83 Bakırköy, İstanbul. (Eski Sümerbank Karşısı) Tel: (212) 583 12 55

yen işçi sendikacısının, bakandan veya patron sendikasından ne farkı olur? Bu yanlışı düzeltmenin yolu genel grevdir ve Türk-İş yönetimi acilen Emek Platformu’nu toplayıp önce ülkenin her yerinde, mezarda emekli olmayacağız diyen birleşik ve güçlü 1 Mayıs mitingleri, ardından da genel grev, genel direniş kararı almak için bütün gücüyle çalışmalıdır. 1516 Haziranları yaratmış Türkiye işçi sınıfı bu kavgadan zaferle çıkmasını bilecektir. Eğer bu adım atılmazsa işçi sınıfı, mücadeleyi terk etmek anlamına gelecek bu teslimiyetin hesabını sorumlularından sormasını bilecektir. Gün “uzlaşma” günü değil, ölüm anlamına gelen sosyal yıkım yasasına karşı kazanana kadar mücadele etme günüdür.

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ


DİSİPLİN GÜNCEL

Rantiye için değil, insanca yaşanacak şehirler için plan!

İstanbul bir köprü daha istemiyor! 2

2 Mart, Cumartesi günü pek çok demokratik kitle örgütü Orman Mühendisleri Odası Marmara Şubesi öncülüğünde, üçüncü boğaz köprüsünün muhtemel güzergahında olan Sarıyer Havantepe’de bir basın açıklaması yaptılar. 25 demokratik kitle örgütünün katıldığı eylemde İstanbul’a rant için yapılacak üçüncü köprünün doğaya ve şehir yaşamına vereceği zararlar vurgulandı ve hükümetin açgözlülüğü, duyarsızlığı kınandı. Orman Mühendisleri Odası Marmara Şube Başkanı Prof. Dr. Uçkun Geray; örgütü adına yaptığı açıklamada, birinci boğaz köprüsünün yolcu geçişini sadece yüzde 4 arttırırken, araç geçişini yüzde 200 arttırdığını, köprülerin yolcu değil araç taşımaya yaradığını belirtti. Üçüncü köprünün İstanbul’un kuzeyine geriletilmiş orman alanlarının sonu anlamına geleceğini belirten Geray, bunun İstanbul’un su rezervleri olan bentler sistemine de zarar vereceğini vurguladı. Güzergahın hükümet tarafından gizli tutulmasını da eleştiren Geray,; 1995 tarihli İstanbul 3 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararını hatırlattı. Karar; İstanbul Kuzey Kesimi’nde yerleşimi özendirecek yol, boğaz köprüsü, turizm

Açıklamanın yapıldığı Havantepe (Sarıyer) köprünün muhtemel güzergahı üzerinde bulunuyor.

tesisleri gibi tesislere izin verilmemesi gerektiğini belirtiyor. Geray; bu bölgede çevreyolu inşa edilmesi yerine bölgenin orman olarak kalmasında üstün kamu yararı olduğunun altını çizerken, kamuoyunun, medya tarafından yanlış bilgilendirildiğini söyledi. Sözlerini bitirirken Geray, boğaz geçişi için deniz toplu taşımacılığına ve raylı ulaşıma ağırlık verilmesi gerektiğini ve İstanbul’un daha fazla büyümeye teşvik edilmemesi gerektiğini belirtti. Orman Mühendisleri Odası’nın ardından söz alan Sarıyerliler Derneği, TEMA, Boğaziçi Çevre Kültür Daya-

Alev Ateş’i kaybettik! ASİS’in 3. direği de yıkıldı! Alev Ateş, 12 Eylül askeri darbesi öncesinde faaliyet gösteren DİSK’e bağlı ASİS’in (Ağaç Sanayi İşçileri Sendikası) başkanlarındandı. Hayatını işçi sınıfı mücadelesine adamış militan bir sendikacıydı. Hayatı boyunca patronların ve onların hizmetindekilerin karşısında hep başı dik durdu. Hiç taviz vermedi, sınıfını hiç satmadı. Ve bu yüzden de 12 Eylül diktatörlüğü döneminde işkencelere maruz kaldığı gibi askeri cezaevlerinde de yıllarca hapis yattı. Çıktığında sağlığı bozulmuştu.

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

ASİS’in diğer iki yöneticisi ve can yoldaşları Cenan Bıçakçı ile Rifat Kendirligil 12 Eylülü izleyen yıllarda aramızdan ayrıldılar ve tabii Alev’i de yalnız bıraktılar. Alev; Cenan ağabey ve Rifat’la birlikte ASİS’in üç direğinden biriydi. Dolayısıyla ASİS’in son direği de kırılmış oldu. Ama başını çektiği işçiler ve onların çocuklarının belleğinde yeri daima taze kalacak. Günü gelecek Türkiye işçi sınıfı patronlar düzenine son verip kendi hükümetini kurduğunda Alev Ateş’e olan borcunu da böylece ödemiş olacaktır! Türkiye işçi sınıfının ve hepimizin başı sağ olsun!

nışma Derneği (BOÇEV), Atatürkçü Düşünce Derneği Sarıyer Şubesi ve diğer örgütler ile Rumelikavağı Muhtarı Cevdet Bayraktar üçüncü köprüye karşı olduklarını açıkladılar. BOÇEV üyesi Özgür Hatipağaoğlu ile yaptığımız görüşmede, Hatipağaoğlu köprünün transit geçiş için yapıldığının iddia edildiğini, ancak transit geçişin boğaz trafiğindeki payının yüzde 1-2 olduğunu, bunun sadece bir rant projesi olduğunu belirtti. Hatipağaoğlu

ayrıca köprü inşaatının boğazın iki yakasındaki mahalleleri ortadan kaldırıp, pahalı sitelere yer açma amacı taşıdığını da vurguladı. Bunun Sulukule, Başıbüyük, Haydarpaşa, İstanbul Limanı başta olmak üzere tüm İstanbul’da uygulanan kentsel dönüşüm projesinin bir parçası olduğunu belirten Hatipağaoğlu, faaliyetlerini Sarıyer dışına da genişletmeye çalıştıklarını söyledi. Eyleme katılan tek sendika olan KESK’e bağlı Tarım Orkam-Sen’in üyeleri ise; sendikaların gündemlerinin yoğun olduğunu, ancak işçilerin mesleki ve ekonomik sorunların dışında toplumun genel sorunlarıyla ilgilenmesi gerektiğinin altını çizdiler. İKP olarak üçüncü köprü yerine toplu taşımacılıkla sorunun çözülebileceğini söylüyoruz ve diyoruz ki: 1. İstanbul yerine Anadolu şehirlerinin büyümesi teşvik edilsin. 2. Emekçilerin şehir merkezlerinden uzaklaştırılması, yerlerine zenginlerin yerleşmesi demek olan kentsel dönüşüm durdurulsun. 3. Şehir planlama uygulansın, rantiye için değil insanca yaşanacak şehirler için plan yapılsın.

Sorun türban mı? Doğru söyleyin! E

n geç iki yıl sonra Türkiye’nin bütün üniversite rektörleri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından değiştirilmiş olacaktı. Fakat AKP, bu tarihi beklemeden bir hamle yaptı ve altı senedir sessiz kaldığı bir hususu, kaplaşma ve hesaplaşma biçiminde “çözmeye” çalıştı. Anayasa değişiklikleri, meşruiyet tartışmaları arasında aslında bir kurumlar savaşı izlemeye başladık. AKP, pek sessizce halledebileceği bu türban yasağı meselesini neden bu kadar çatışma yaratıcı bir noktaya getirdi? Bu sorunun cevabı basittir: Büyük anayasal yıkım operasyonuna, anayasayı tümden değiştirmeyi hedefleyen hamlesine, toplumsal desteği arttırabilmek, MHP tabanında yer alan kimseleri de bu kervana katmak ve destekleyicisi yapmaktır. Tüm bu türban tartışmalarından sonra AKP, “milli iradeyi hiçe sayan bir avuç bürokrata karşı demokrasi mücadelesi veren kahraman ocağı”

olarak kendini tanıtmaktadır. Bu sahte portre, üniversite içerisinde uygulanan şedit polis baskısını yakından tanıyan muhalif öğrenciler tarafından pekala hafife alınacaktır. Söz gelimi, Sosyal Güvenlik Yasasına tepki gösteren bir afiş asmak isteyen öğrenci, derhal derdest edilecek ama siyasi simge olarak kabul edilen türban üniversitede devlet güvencesine kavuşacaktır. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Üniversite bir siyasal özgürlük alanı olarak tanımlanmalı ve her çeşit siyasal görüş serbestçe ifade edilebilmelidir; sadece hükûmete yakın görüşlere imtiyaz tanınması doğru değildir. Sonuçta şunu belirtelim ki, ne türbanlı öğrencilerin iç burkan dramı ne de üniversitelerin birer polis karakoluna dönüşmesi AKP’nin umurunda değildir! Hedef, türban üzerinden büyük anayasa değişikliğinin zeminini yaratabilmektir.


PARTİMİZ DİSİPLİN

Patronların üye olamadığı parti...

Yalansız Dolansız Şadi Ozansü

AKP davasına ne diyoruz?

H

İşçi Kardeşliği Partisi İKP Tüzüğü’nden • İşçi Kardeşliği Partisi; ücretli çalışanlardan, emeklilerden ve işsizlerden oluşan Türkiye işçi sınıfının partisidir. • İKP, işçi sınıfının içindeki herhangi bir ideolojik, politik eğilimin partisi değildir. İKP, patronlardan ve devletten bağımsız olarak mücadele etmek isteyen her türlü sınıf içi eğilimi demokratik temelde bir araya getiren bir partidir. • Parti üyelerinin düşünce oluşturma ve bunu ifade etme özgürlüğüne kısıtlama getirilemez. • Partinin tüm yönetim birimlerinin üçte ikisi işçi kökenli üyelerden oluşur. • Patronlar partiye üye olamaz.

İKP Programı’ndan • İşçi Kardeşliği Partisi’nin amacı Türkiye’de ve dünyada her türlü sömürüye son verecek işçi-yoksul köylü hükümetlerinin kurulmasını sağlayarak bir işçi iktidarına ulaşmaktır. • Ülkenin ve işçi sınıfının geleceği, işçilerin, patronlardan ve devletten bağımsız, sınıf içi farklı eğilimlerin demokratik birliğini gözeten, siyasi, sendikal ve diğer öz örgütlenmelerinin geliştirilip güçlendirilmesine bağlıdır. • Tek bir çalışanın bile sigortasız, sendikasız çalıştırılmasına izin verilmemeli, çıkarılacak yasalarla işçilerini bu şekilde çalıştıran işletmeler tazminatsız kamulaştırılmalıdır. • Bugünkü sendikal bölünmüşlük ve yozlaşmaya karşı; demokratik ve mücadeleci bir tarzda işyeri örgütleri temelinde yükselen, üyelerin söz ve karar sahibi olduğu, her işkolunda tek sendika ve birleşik bir emek konfederasyonu doğrultusunda mücadele edilmelidir. • Avrupa Birliği Avrupa ulus devletleri içinde işçi sınıfının yüzyıllar boyu yaptığı mücadele ile sağladığı ekonomik, sosyal ve demokratik kazanımları yaygınlaştırmaya çalışan değil, tam tersine bunları hem Batı hem de Doğu Avrupa’da ortadan kaldırmak amaçlı bir birliktir.

• Başını ABD’nin çektiği kapitalist emperyalist sistem, her bölgede olduğu gibi Ortadoğu’da da halklar arasında yarattığı düşmanlıklar ve çatışmalardan yararlanmakta ve egemenliğini tesis etmektedir. Türkiye bir emperyalist saldırı ve savaş aracı olan NATO’dan ayrılmalı, Amerika ve İsrail ile yapılan bütün ikili askeri anlaşmalar sona erdirilmelidir. • Ortadoğu halklarının gerçek özgürlüğü, milletlerin kendi kaderini tayin hakkını gözeterek, Türk, Arap, Kürt ve Fars işçi ve emekçilerin birliği yoluyla bütün bu halkların kardeşliği ve dayanışmasının sağlanması ile mümkündür. • İKP din ve vicdan özgürlüğünü savunur. Diyanet İşleri demokratikleştirilmeli, bütün dinlere ve mezheplere eşit hizmet vermelidir. • Kamu görevlileri dışında üniversitelerde başörtüsü/kıyafet yasağı kaldırılmalıdır. • Büyük üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet sistemi dünyayı pazar, işçileri de birer makine parçası gibi görüyor. Gezegenimiz yeni yüzyılda ya bu rejimden kurtulacak, ya da emperyalistler arası rekabet dünyayı açlık, kıtlık, hastalık, savaş ve çevre felaketleriyle yok edecektir. • Özelleştirilmiş bütün KİT’ler derhal tazminatsız olarak yeniden kamulaştırılacak, kamu mülkiyetindeki işletmelerde işçi denetimi uygulanacaktır. • Toprak işleyenin, su kullananındır. Toprak ağalığı ve yarıcılık kaldırılmalıdır. Yoksul köylülerin öz örgütlenmeleri olan kooperatifler aracılığıyla ortak teknoloji kullanımı ve üretimin geliştirilmesi sağlanmalıdır. • Sağlık ve eğitim, insanların yaşam haklarının en temel parçasıdır. Herkesin gelirine göre toplanan vergilerle finanse edilip, herkese eşit ve parasız olarak sunulmalıdır. • Büyük patronlar nasıl dünya çapında bir örgütlenme yürütüyorlarsa, dünya işçileri ve ezilenler de dünya çapında ortak bir örgütlenme inşa etmek zorundadırlar.

epimizin bildiği gibi Anayasa Mahkemesi, Cumhuriyet Başsavcılığı’nın AKP hakkında talep ettiği kapatma davasını görüşmeye karar verdi. Türkiye politikası haftalardır bu meseleyle çalkalanıyor. Herkes bize bu konuda İşçi Kardeşliği Partisi’nin tavrının ne olduğunu soruyor. Hemen cevaplayalım: İşçi Kardeşliği Partisi, AKP’yi ve onun hükümetini, yıllardır izlemekte olduğu halk ve işçi düşmanı politikalar yüzünden emperyalizmin hizmetinde bir parti olarak görüyor. Zaten emperyalizmin temsilcileri de (bu ister ABD Başkanı Bush ve onun hükümetinin temsilcileri olsun, ister Avrupa Birliği’nin sözcüleri olsun) her ağızlarını açtıklarında AKP’nin ne kadar demokrat olduğunu, kendisine karşı açılan davanın düşmesi gerektiğini ileri sürüyorlar. Biz de parti olarak, AKP’ye açılan kapatma davasının karşısındayız. Ama bunu hiçbir biçimde “demokrasi”yi savunmak adına yapmıyoruz, çünkü işçilerin ve halkların haklarına bu kadar pervasızca saldıran bir partiyi “genel olarak demokrasi” adına savunmak bizim işimiz olamaz! Biz, “düşmanlarımızın dahi haklarını savunuruz” şeklinde ifadesini bulan bir “demokrasi” anlayışının da çok uzağındayız, çünkü bizim için demokrasi her şeyden önce işçi hakları demektir. Yani demokrasi düşmanlarının savunulması da bize düşmez. Ama gene de AKP’nin kapatılmasına karşıyız. Neden mi? Çünkü bu davanın da, AKP’nin bunun karşısında (en iyi savuma saldırıdır misali) açtırdığı “Ergenekon” davasının da aynı senaryonun bir ürünü olduğunu düşünüyoruz. AKP’ye açılan davanın gerekçesi neydi; “laiklik karşıtı faaliyetler”. Diğerlerinin suçlandığı konu neydi; suikast girişimleri, bombalama vb. “demokrasi karşıtı faaliyetler”. Bu sayede laiklikle “demokrasi”yi birbiriyle çatıştırmak mümkün hale getiriliyordu. Bu birbirinden ayrılmaz iki kavram böylece birbirine “düşmanlaştırılıyordu”. Bu sayede birbirine düşman iki kamp yaratılıyor ve bunların arkasına dizilen kitleler de bu oyunun piyonları haline getiriliyorlardı. Oysa ki, AKP ne kadar emperyalizmin hizmetindeyse Gladio uzantısı “Ergenekon” da o kadar emperyalizmin hizmetindeydi. Amaçları, bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde halkları ya da mezhepleri birbirine düşman kıldırarak emperyalizmin hizmetinde milleti parçalamaktı. İşte esas olarak insanları bu oyunun bir parçası haline getirmemek için AKP’nin kapatılma davasının karşısında yer alıyoruz.

Adalet yerini bulsun 1 Mayıs 1977’nin katilleri cezalandırılsın İŞÇİ KARDEŞLİĞİ


Sendikalarımızı savunalım ve güçlenmeleri için demokratikleştirelim

SENDİKA

Sendikada işçi demokrasisi için!

Belediye-İş, Petrol-İş, TezKoop-İş, Sağlık-İş, Birleşik Metal-İş, Eğitim-Sen ve SES’te örgütlü İKP üyeleri sendikal iç hukukun tartışıldığı bir toplantı örgütledi. Yapılan toplantı sonucunda aşağıda ayrıntısını bulacağınız noktalarda fikir birliğine varıldı. Bildiğiniz gibi bir önceki sayımızda sendikal bürokrasiye dair bir yazı kaleme almıştık. Bu sayıda ise sendikal bürokrasi ile hangi yollarla mücadele edilebileceğini ortaklaştığımız ilkeler üzerinden aktarıyoruz.

S

endika tüzüklerinde ifadesini bulan sendika içi işleyişler sendika yönetimlerinin keyfi uygulamalarına açık kapı bırakıyor ve gerçek bir işçi demokrasisinin önünde engel olmaya devam ediyor. Birçok sendikada tabanın karar ve müdahalelerine bu tüzükler yoluyla ket vuruluyor. Bu durum karşısında biz İKP üyesi sendikalılar olarak sendikalarda işçi demokrasisinin hayata geçirilebilmesi için başta temsiliyet hakkı ve sendikal rekabetin önlenmesi olmak üzere yeni bir dizi sendika içi düzenleme getirilmesinin aciliyetini bir kez daha vurguluyor ve tüm sendikalı işçi kardeşlerimizi kendi sendikalarında bu çerçevede tartışma ve müdahaleye davet ediyoruz. Sendikaların gücü işçi sınıfının kararlı ve güvenine dayanır. Bu anlamda sendikal yetki kararlarında ve işyerinde hangi sendikada örgütlenileceğine dair kararlarda işyerlerinde sandıklar kurarak referandum yapılması ve bu yolla özgür sendika seçimlerinin yapılmasının sağlanması şarttır. İşçi hareketi ancak bu yolla yani işçi demokrasisiyle sendikal rekabet ve bürokrasiyi engelleyebilecektir.

Nispi temsil şart! Yine işçi demokrasisinin temellerinden olan sendikalar içindeki işçi temsilinin gerçekleşebilmesinin tek yolu sendika içi her türlü seçimde nispi temsil sisteminin uygulanmasıdır. Nispi temsil hakkının olduğu seçimler işçi sınıfının içinde bölünmeyi değil ittifaklar hakkının saklı kalmasını ama en önemlisi işçi sınıfı içindeki her türlü eğilimin temsil edilmesini ifade eder. Bu bağlamda şube kongreleri yalnız delegelerle değil bütün üyelerle yapılmalıdır. Ancak bu sayede temsilci ve delege seçimlerinde yeterli temsili sağlayamamış şahıs ve eğilimlere seçimlerde söz ve karar sahibi olma hakkı sağlanabilir. Bu tip bir seçim aynı zamanda toplu sözleşme yapma, temsilci atama gibi görevlerle yetki-

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

lendirilmiş bir sendika yönetiminden bütün üyelerin sorumlu olmasını sağlar. Sendika tüzüklerinde belirtilen temsilcilerin yönetimler tarafından atanması maddesi, işyerlerinden üyelerce seçilmiş temsilcilerin atanması yoluyla hayata geçirilmelidir. İşçi sınıfı kendi güvendiği

kurullarının yetkileri, genel kurulların kararlarının dışına çıkmamak kaydıyla artırılmalı ve karar yetkisiyle donatılmış olmalıdır. Sendika yönetimleri ise genel kurul ve temsilciler kurulunda alınmış kararları uygulamaktan sorumlu bir yürütme organı haline dönüştürülmelidir. Böylece genel kabuller üzerinden değil işyerlerinin sorunları ve ihtiyaçları temelinde kararlar hızla alınabileektir.

Daha fazla amatör sendikacı!

ve kendisini temsil edebilme niteliğini gördüğü temsilcilerini kendisi belirlemelidir. Doğal delegelik sistemi işçi sınıfı içi hesap alıp verme sürecini engelleyen bir mekanizmadır. Her yeni seçim döneminde delegelerin yeniden üyelerce seçilmesi esas alınmalıdır ki üyeler bir önceki dönemde seçtiği delegelerini aklayabilsin ya da yeniden değerlendirme yapma fırsatı bulsun. Seçilenler geri çağrılabilmeli; karar ve yürütme organları belirli sürelerde üyelerine hesap vermelidir. Bu da ancak en az 6 ayda bir toplanan temsilciler kurulunda denetimin sağlanması ve yönetimin hesap vermesi ile mümkün olabilir. Temsilcilerin işçilerin çoğunluğu tarafından geri çağrılabilmesi işçi demokrasisinin hayata geçirilmesinin ana yoludur. Sendikalarda en üst organlar genel kurullardır. Halihazırda temsilciler kurulunun söz ve karar hakları sınırlıdır. İşyerlerinden seçilen bu temsilciler

Gazetemizin geçen sayısında da ayrıntılarıyla aktarmaya çalıştığımız profesyonel sendikacılık anlayış ve uygulamasına karşı üretilebileek tek çözüm, profesyonel sendikacıların sayısının radikal bir biçimde azaltılması, ortalama 5-10 bin işçiye 1 profesyonel sendikacının seçilmesidir. Örgütlenme esas olarak amatör sendikacılara dayanmalı; hukuk, eğitim ve örgütlenme büroları güçlendirilerek profesyonel ve amatör sendikacılarla birlikte yürütülecek örgütlenme faaliyetleri desteklenmelidir. Profesyonel ücretleri acilen düşürülmeli, ücretler

profesyonelin seçilmeden önce çalıştığı işkolunda yaptığı işte alınan ortalama maaşa eşitlenmeli, tazminatları işçilerinkiyle paralel hale getirilmelidir. Sendika çalışanı uzman ve işçilere ise sigortalı

olma ve çalıştığı sendikaya üye olma hakkı tanınmalı, sendikanın işyerlerinde yaptığı toplusözleşme haklarından yararlanmaları sağlanmalıdır.

Bütçe mücadelelere! Grev, dayanışma ve örgütlenmeye ayrılan bütçe artırılmalıdır. Sendika bütçelerinin seçilmiş denetleme kurulları tarafından denetlenmesi ve denetleme kurullarının güçlendirilmesi sağlanmalıdır. Denetim sonuçları düzenli olarak üyelere bildirilmeli ve şeffaflık sağlanmalıdır. Bu sayede sendikalarımıza dayatılmaya çalışılan özel denetleme şirketlerinin kontrolü altına girmenin karşısında durulabilir. Sendikalar işçilerindir ve denetlenmesi de ancak işçi sınıfının elinden yapılabilir. Emekli ve işsiz kalanların sendikaya üyeliği devam ettirilmeli, bütün üyeler işçileri ilgilendiren her türlü toplantıya katılabilmeli ve gözlemci olabilmelidir. Toplusözleşme görüşmeleri işçi temsilcilerine açık olmalı, görüşmeler tutanak haline getirilip üyelere bilgilendirilmelidir ki şeffalık sağlansın. Sendikal eğitimler artırılmalı, başta işyeri temsilcileri olmak üzere bütün üyeler donanımlı hale getirilmelidir. Sendikal eğitimlerin birtakım sivil toplum kuruluşlarınca ya da işveren örgütlerince yaptırılmasına karşı durulmalı, eğitime ayrılan sendika bütçesi artırılmalıdır. Aşağıdan yukarıya örgütlenecek mücadeleci bir sendikal birliğin, tek sendika ve tek konfederasyonun inşaası esastır. Bu doğrultuda işkolu, işyeri, bölge ve kentlerde işçilerin mücadele birliklerinin örgütlenmesi için çalışılmalıdır. Sendikal rekabetin önüne geçilmesinin ve işçi sınıfının birliğinin sağlanmasının tek yolu budur ve işçi sınıfı ancak böylesi bir örgütlenmeyle patronların ve patron hükümetlerinin saldırılarına karşı yek vücut olacak üretimden gelen gücünü harekete geçirebilecektir.


ALARIMIZ

Yaşasın Emek Platformu’nun birliği!

Birleşik Metal’de Genel Kurul

Birleşik Metal-İş Sendikası, diğer sendikalarla beraber Genel Kurul’unu düzenledi. Yönetim değişikliğinin olmadığı Genel Kurul’un ardından Genel Başkan Adnan Serdaroğlu ile önümüzdeki dört yıllık dönemde sendikaları ve sosyal güvenlik karşıreformuna karşı ortak mücadeleyi konuştuk. Görüşmenin tamamı www.ikp.org.tr adresinde bulunabilir. Hem Birleşik Metal, hem DİSK hem de Türk-İş sendikaları geçtiğimiz dönemde kongrelerini düzenlediler. Aynı sırada TEKEL’den sosyal güvenlik yasasına karşı eylemlere kadar sınıf mücadelesinde de bir hareketlenme yaşanıyor. Bu bağlamda kongreleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Kongreler, her konfederasyona bağlı sendikalar açısından sorunların irdelendiği ve gelecekle ilgili projeksiyonların daha net olarak ortaya konulduğu kongreler oldu. Bunu ben biraz kongrelerin 12 Eylül sürecinden sonra işçi hareketlerinin zaman zaman yoğunlaştığı dönemlere rastlamasına bağlıyorum. 12 Eylül’den sonraki 12-13 yıl içerisinde işçi sınıfı kendisini net olarak ortaya koyamasa bile, daha sonraki süreçte hızlı bir şekilde bu süreç gelişmeye başladı. Özellikle ’99 eylemlilikleri Türkiye’de önemli bir dönüm noktasını teşkil eder. Bu süre içerisinde tabii iğdiş edilmiş sendikalar, işverenle işbirliği içerisinde düzenin saldırılarını meşrulaştıran anlayışlar işçinin gözünde yavaş yavaş teşhir olmaya başladı. Bu esnada sendikaların çoğunda önemli değişiklikler, kongrelerde önemli değişiklikler ortaya çıkmaya başladı Bu değişikliklerle birlikte tabii işçi hareketleri de biraz yoğunlaşmaya başladı. Bölgesel platformlar canlanmaya başladı. Gebze’de, İstanbul’da, Kocaeli’de, Bursa’da, Ankara’da çeşitli platformlar oluştu. Hangi konfederasyona bağlı olursa olsun bölgesel birliktelik ve eylemleri planlayabilecek organizmalar, organizasyonlar hayata geçirilmeye başladı. Bu da konfederasyonları ve sendikaları etkileyerek daha mücadeleci bir çizgi içerisine çekmeye başladı. Birleşik Metal-İş sendikası da bu süreç içerisinde zaman zaman sıkıntılı dönemler yaşadı. 12 Eylül’den sonraki süreç içerisinde, yönetim zaafları oldu zaman zaman ama biz çizgimizi hiçbir zaman kaybetmemeye çalıştık. Dört yıl önceki Genel Kurul’da ortaya çıkarttığımız bir programımız vardı. Delege arkadaşlarımıza bu mücadeleci program çerçevesinde yapabileceklerimizi anlattık ve o günkü Genel Kurul’u oluşturan delegeler bizi dört yıllığına görevlendirdi. Biz dört yıl süresi içerisinde sendikamızı olması gereken çizgiye taşıdık, mücadeleci bir çizgi ortaya çıkardık ve sendikamızı büyüttük. Son Genel Kurul’da delege arkadaşlarımız bunun karşılığını verdi. Tarihimizde ilk defa tek adayla, yönetim değişikliği olmadan Genel Kurul’u tamamladık, ki Türkiye’nin

en demokratik yapıya sahip sendikalarından birisidir Birleşik Metal-İş sendikası. Sosyal güvenlik sistemine olan saldırı ve onunla beraber kıdem tazminatı gündemde aslında. Ve genel kanı Türk-İş buna karşı mücadele etmezse kaybetme ihtimalinin çok yüksek olduğu yönünde. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz ve diğer örgütlerin Türk-İş’i mücadeleye katmak için nasıl bir politika izlemesi lazım? Bugün ortaya çıkan sosyal güvenlikle ilgili gelişme karşısında sınıf hareketi olarak bir bütünsellik içerisinde hareket edemiyoruz. Zaten sendikalar bu süre içerisinde iyice zayıflatıldı, bir de işverene karşı birlikte bir duruş ortaya koyulamadığı takdirde saldırılar mutlaka

da zorlamasıyla, Türk-İş’in kendi tabanındaki işçilerin zorlamasıyla sosyal güvenlik reformuna karşı duruş sergileme çabası içerisinde oldu. Ama maalesef ki hükümetin tüm kurumları ele geçirme politikaları işçi sendikaları içerisinde de yer edinmeye başladı. Hak-İş’in hükümetle olan yakın ilişkileri ve son Türk-İş Genel Kurulu’nda da Türk-İş’in Yönetim Kurulu’nu oluşturan birçok insanın AKP yöneticileriyle yakın ilişki içerisinde olmaları onların da hükümete yakın bir politika izleyeceği izlenimini yarattı. Bu anlamda da Emek Platformu’nu toplamak gerçekten zor bir işti, ama bu başarıldı ve bu politikaların uygulanmaması için basın açıklamaları yaparak ve iki saatlik iş durdurarak

olsa biz işçiler olarak mutabık değiliz söyleminin hükümeti çok rahatsız ettiğini görüyoruz, biliyoruz. Ve bu çerçevede de bundan sonraki süreçte yasa geçirilse dahi geçirilmesinden sonraki süreci de en iyi şekilde değerlendireceğiz. İşte Anayasa Mahkemesi süreci, olabilecekse yasaların uygulanmaması açısından gereken bir mücadele süreci, onları mutlaka ortaya çıkartmak durumundayız. Bu yasa sessiz sedasız geçirilseydi arkasından istihdam yasası gündeme gelecekti. Yani fabrikada bir spor tesisi bile kendileri açısından yük olmaya başladı, onu bile kaldırmaya çalışıyorlar. Sakat kontenjanı, hükümlü kontenjanı ve diğer kontenjanlarda yükü devletin üzerine yıkmaya çalışıyorlar. İşveren sosyal güvenlik priminden yüzde beşi devletin üstlenmesini istiyor. En önemlisi de kıdem tazminatının ortadan kaldırılması için birtakım yasal düzenlemeler yapıyorlar. Son olarak, İşçi Kardeşliği Partisi’ni takip ediyorsunuz. Partimiz şimdilik mütevazı da olsa işçi sınıfın bağımsız siyasi partisini kurmaya çalışan bir parti. Sizin görüşünüz nedir? Bu amaçla ilgili ve parti bunu başarabilir mi? Nasıl görüyorsunuz?

onların karşılık bulacağı şekilde hazırlanıyor. Ve onlar istediklerini yapmış bir şekilde o saldırıları sonuçlandırıyorlar. Biz sosyal güvenlikle ilgili yaklaşık ‘98’den, ‘97’den itibaren çaba sarf ediyoruz, mücadele veriyoruz. O gün Emek Platformu yüz binlerce kişiyle Kızılay Meydanı’nda eylem yaptı ve akabinde Marmara’da büyük bir deprem oldu, insanlar göçük altındayken o yasayı çıkarttılar ve dediler ki biz bu yasayı sosyal güvenliği kurtarmak için çıkartıyoruz. Ama bundan sonra artık hiçbir değişikliğe ihtiyaç yok dendi. Ama bugün IMF’nin, Dünya Bankası’nın hükümet üzerindeki baskıları sonucu yeni bir yasal düzenleme önümüze konmuş durumda. Emek Platformu uzun yıllar aradan sonra bizim de zorlamamızla, bağlı kimi birlikte hareket ettiği kurumların

hükümeti kendisiyle görüşmeye zorladı. Bu görüşme içerisinde toplumun tüm kesimleriyle kavgalı olan hükümet işçilerle de kavgalı bir pozisyona girdi. Sonra bundan rahatsız oldu ve tek tek sendikalarla görüşerek politikalarını onlara empoze etmeye çalıştı. Prim gününü 9 binden 7 bin 200’e düşürüyorum diyerek bir manipülasyonu gerçekleştirdi. Aslında burada 7 bin günden 7 bin 200 güne çıkması söz konusu. Yaştır, güncelleşme katsayısıdır veya fiili hizmet zamlarıdır gibi çok önemli maddeleri bir tarafa koyarak küçük adımlar atıyor görüntüsü içerisinde Emek Platformu’nu da kendi içerisinde böldü. 6’sında Kadıköy’de büyük bir miting yapacağız. Kamuoyunda mutabakat sağlandı görüntüsünün arkasında mücadeleci yapıların hayır, biz mutabık değiliz; konfederasyon başkanları mutabık da

Sınıf mücadelesi içerisinde çeşitli örgütlenmeler mutlaka olmuştur, olacaktır da. Sınıfsal perspektif içinde yapılan her türlü çalışma sınıf mücadelesine ivme kazandıracaktır, güç katacaktır. Önemli olan bunların belirli aşamalarda veya daha sonraki süreçlerde ortaklaştırılmasını sağlamaktır. İşçi Kardeşliği Partisi de bu zamana kadar bu doğrultuda çaba sarf eden yapılardan biriydi. İzliyoruz, gerçekten önemli çabalar sarf ediyorlar, mücadele veriliyor. Biz bu iyi niyetli çabaların mutlaka karşılık göreceğini, sınıf mücadelesine ivme kazandıracağını, sendikalara güç katacağını, antidemokratik sendikal anlayışların ortadan kaldırılması konusunda toplumsal bir misyon üstlendiğini görüyoruz, biliyoruz ve bunların mutlaka kendisini sınıf hareketi içerisinde bir engel teşkil etme durumunda olan yapıların da bu tür uyarılarla mutlaka daha düzgün bir pozisyona gireceğini, daha uygun bir davranış sergileyebileceğini de düşünüyoruz. Bu çabaları fazlalaştırmamız lazım, ortaklaştırmamız lazım. 2 Nisan 2008, Bostancı

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ


GÜNCEL

İşçi sınıfı Türkiye’nin dört bir yerinde mücadeleyle aldığını mücadeleyle savunuyor!

İÜ Rektörlüğü’nün işçiye son kazığı İstanbul Üniversitesi fakültelerinde örgütlenen taşeron işçiler toplu pazarlık sırasında Rektörlük’ün çıkarttığı yeni engellerle baş ediyor.

İ

stanbul Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa) ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Onkoloji ve Kardiyoloji Enstitüsü’nde çalışan 700’ü aşkın temizlik emekçisi tüm baskı ve sindirme politikalarına karşı 2007 Mart ayından itibaren Belediye-İş sendikasında örgütlenme mücadelesi başlatmış ve 6 ay gibi bir sürede örgütlenmişlerdi. Taşeron firma olan Avrupa Grubu Seven ortaklığı ile 24 Aralık 2007’de başlayan toplu iş sözleşme görüşmeleri İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü ve şirket yönetiminin uzlaşmaz ve katı tutumu nedeniye 22 Şubat 2008 tarihinde uyuşmazlıkla sonuçlandı. Rektörlüğün emekçilerin karşısına çıkarttığı son engel de geçtğimiz günlerde yaşandı. Rektörlük, ilkokul mezunu olmayan ve 55 yaşını aşan temizlik işçilerinin üniversite içinde çalıştırılmamasına yönelik bir karar aldı ve bu kararla

pek çok işçi arkadaşın işine son verildi. Belediye-İş sendikası 1 Nisan 2008 tarihinde Çapa Tıp Fakültesi’nde yaklaşık 800 kişinin katılımıyla bir basın açıklaması yaptı. Sendika başkanı yaptığı konuşmada, hem hü-

kümete hem de rektöre seslendi: Tam bir çelişkiler ülkesinde yaşıyoruz! Okuryazar olanların milletvekili seçi-

1 Nisan’da Çapa’da yapılan eyleme kitlesel katılım sağlandı

Kocaeli Üniversitesi Kantin İşçileri Grevde Kocaeli üniversitesi kantin çalışanları, 8 Nisan günü grevlerinin 100. gününe girdiler. Mücadelelerini kararlılıkla sürdüren işçiler, ilk kazanımlarını elde etmeye başladılar. Mahkeme grev kırıcıların kantinden çıkarılmasına hükmetti. Jandarmanın grev kırıcıları dışarı çıkarmasını bekleyen işçiler, kantinde çalışma tamamen duracağı için daha umutlu. KÜ’den bir öğrenci

B

ir öğle sonu dersten çıktım grev ziyaretine gidiyorum. Üniversite ile hastaneyi bir minibüs yolu ayırıyor. Hızlı adımlarla geçtim yolu, doğruca hastanenin giriş kapısına yöneldim. İşçiler, sağ tarafta giriş kapısından 40–50 metre uzağa kurulmuş akbil dolum gişesini andıran barakanın içindeydiler. Kapıya geldiğimde kafamı aniden kaldırıp da göz göze geldiğim şeyle irkildim: İki jandarma. İri ve uzun olanın boyu iki metre vardı. İçeri girdim. Kantin giriş kapısının sağ tarafındaydı. Kantin açıktı. Kapının üzerinde “Bu iş yerinde grev var” yazılı bir pankart asılıydı. Pankartın hemen altında jandarma gözüme çarptı. Birkaç fotoğraf alıp çıktım. Bir gün önce gelip randevu aldığım Niyazi Abi dışarıda oturuyordu. Yüzünden öfke okunuyordu.

10 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

Merakımı yenemedim sordum hemen “Abi sizi içeri almıyor mu bunlar?” “Almıyorlar. Grevin 20. gününde jandarma valin verdiği talimatla bizi dışarı attı. İçerde jandarmanın gözetiminde grev kırıcılığı yapılıyor.” dedi. Sesi de öfkeliydi. DİSKe bağlı Oleyis sendikası 2007 Şubat ayında örgütlenenip ve toplu sözleşme yapmaya hak kazandığında kantinlerde toplam 160 kişi çalıştığını öğrendim. Rektör taleplerini kabül reddetmiş ardından kantinler birer birer

özelleştirilmiş. “Önce Hereke kantini özelleştirildi. 2, 3 kişi tazminat alabildi o da 2, 3 milyar civarında.” 500-550 YTL maaş alan işçilere 700750 YTL teklif etmişler sendikadan istifa etmeleri için. Yeni işe alınanlara 700750 YTL civarında maaş ödüyorlarmış. “7 kantinden 4’ü kapalı... Hak alıcı bir mücadele için hepsi kapanmalı. Gerekirse zorla” diyor Öfkesini bu cümlelerle ifade ediyor. “Greve 38 kişiyle başladık bugün 30 kişiyiz. Rektör, arkadaşlarımıza daha fala maaş ödeyerek ailelerine

lebildiği ülkemizde, sırf ilkokul diploması olmadığı için insanların anayasal çalışma hakları ellerinden alınmaktadır. 65 yaşında emekliliğin tartışıldığı, bürokratların bakanların ve başbakanın televizyonlara çıkıp 65 yaş kararını savundukları bir ülkede yaşıyoruz. Ancak buradan sesleniyoruz: ‘Sayın başbakanım, sayın bakanım gelin bir de İstanbul Üniversitesi’ne, Cerrahpaşa’ya bakın.Türkiye gerçeği burada, burayı görün.’ diyoruz. Burada 55 yaşını aşan emekçilere iş verilmiyor. Bu insanlar nasıl emekli olacak? Nasıl geçinecek? Bu insanlara işini, aşını geri verin istiyoruz.

Basın açıklamasına katılan emekçi ve öğrenciler “Mezarda emekliliğe hayır”, “Zafer direnen emekçinin olacak” sloganlarıyla SSGSS Yasası’na da göndermede bulundu. baskı yaparak onları çalışmaya zorladılar: Ailelerimize, kadınlarımıza, çocuklarımıza gidip kocanız, babanız greve çıkarsa aç kalırsınız dediler, tehdit ettiler bu namussuzlar.” 46 yaşında, iki çocuk babası Niyazi Abi. Geçen hafta arkadaşları doğum gününü kutlamış “Niyazi Abi büyüyor, grev yürüyor” diye takılıyorlarmış. Bir zamanlar İgsaş’ta çalışmış fabrika kapatılıp liman yapıldıktan sonra işsiz kalmış ardında derbent uygulama otelinde işe başlamış. “Tam üç yıl oldu işe gireli… iki yıl daha çalışabilirsem emekli olacağım” diyor. Vurdumduymazlık canına tak etmiş: “Benim babam memur emeklisiydi. Eskiden nerde bir grev olsa tüm mahalle çoluk çocuk toplanır ziyarete giderdik. Şimdi gelip ne içiyor ne yiyorsunuz diye soran yok. Bizim genel başkan bile grevimizi 52. günü gelip ziyaret etti.” diyor. Sendikaların, öğrencilerin ve üniversite çalışanlarının ve hocaların ilgisizliğinden yakınıyor, “Cuma günü 2 saat iş bıraktılar burada 20 dak dışarıda bekleyemediler biz 14- 15 saat dışarıda soğukta bekliyoruz.”diyor. “Mahkemenin sonlanmasını bekliyoruz. Tazminatlarımızı alıp işten ayrılacağız.” diyerek bitiriyoruz söyleşimizi. Anlıyorum ki işçi kenti Kocaeli’nde vali, belediye başkanı, rektör, dekanlar, hepsi taraf olmuşlar işçilere karşı.


SENDİKALARIMIZ

Örgütlenme özgürlüğünün olmadığı yerde demokrasi olmaz. Sendikalara yapılan baskıya son verilsin.

“Türk-İş, Emek Platformu’nun aktif taşıyıcısı olmalı!” 20 Kasım 2007 günü geceyarısı evlerinden gözaltına alınan 17 TÜMTİS’li sendikacıdan 7’si halen Sincan Cezaevi’nde bulunuyor! Sendikacılar ancak 6 Haziran günü, yani tam 195 gün sonra mahkemeye çıkarılacak! TÜMTİS Genel Sekreteri Gürel Yılmaz’la, sendikanın karşı karşıya kaldığı baskıları ve dört yılda geçirdiği sancılı süreci konuştuk. Yılmaz, yeni sosyal güvenlik yasasına karşı mücadele vermezsek saldırıların süreceğini söylerken, “İşçi sınıfı kendi politik duruşunu gerçekleştiremezse saldırılar devam edecektir; işçiler politikayla ilgilenmeli” diyor. Geçen sene oldukça sıkıntılı bir Olağanüstü ve ardından Olağan Genel Kurul süreci yaşadınız. Sendikanın şu andaki durumu ne? Sıkıntılar aşıldı mı?

yöneticisi arkadaşımız tutuklanarak Sincan Cezaevi’ne gönderildiler. Türk-İş Genel Kurulu’nda toplamaya başladığımız, daha sonra da örgütlü olduğumuz bölgelerde toplamaya devam ettiğimiz binlerSendikamız özellikle 2004 yılı 26. ce sendika yöneticisinin, işyeri temsilOlağan Genel Kurulu’ndan sonra eski genel başkanın tutumundan dolayı ciddi cisinin imzalarını 4 Şubat günü YKM önünde basın açıklamasından sonra sıkıntılar yaşadı. Bu sıkıntıları 13-14 Ocak 2007 tarihinde gerçekleştirdiğimiz Adalet Bakanlığı’na ilettik. Bize randevu Olağanüstü Genel Kurul’da aştık. Olağa- verecekleri söylendi ama o gün bugündür sendikamız hâlâ randevu bekliyor! nüstü Genel Kurul’da mevcut 8 şubemiDaha dün iddianame hazırlandı, zin birlikte oluşturduğu sendikamızın dava açıldı. 6 Haziran organları 27. Olağan 2008 tarihinde arkaGenel Kurul’a kadar “Eğer tabanda daşlarımıza duruşma görevlerini, sendikayı işçilerin günü verildi. Yani birleştirerek sürdürdü. tutuklandıktan 195 taleplerini Olağanüstü Kurul’dan gün sonra mahkemeye Olağan Kurul’a olan birleştiren, çıkacaklar. Arkadaşsüreçte şubelerimiz gemücadeleyi larımız son kongrede nel kurullarını yaptılar. cezaevinde olmalarına Otuza yakın örgütlü yükselten bir rağmen tekrar yönetimolduğumuz ilde toplu baskı kurarsanız, lere seçidi. Onlar suç iş sözleşmesi yapıldı. işlemedi, işçi sınıfının Ankara şube başkanı Türk-İş mücadelesini sürdürdü. ve yöneticilerinin (4 ayı aşkın süredir tutuklular) yönetiminde hangi Bu operasyonu nasıl serbest bırakılmasına siyasal düşüncede değerlendiriyorsunuz? yönelik kamuoyu oluşİşkolumuzda kayıt yöneticiler turmak ve üyelerimizin dışı işçilik ve ağır koşulsaldırılara tutum almasıolursa olsun, larda, uzun süreli çalışnı sağlamak için çalışma mücadelenin ma yaygın. Çalışanların yaptık. 15-16 Mart asgari haklarını kullanönüne düşmek tarihinde gerçekleştirdiması bile ancak örgütğimiz 27. Olağan Genel zorunda kalırlar.” lenme ile mümkün. Kurul’da da sendikamıSendikal örgütlülük zın kendi iç sorunlarına işyerine yasal hakların nokta koyduğunu, yüzünü işçi sınıfının uygulanmasını getiriyor. Çalışma Bakanı mücadelesine döndüğünü bir kez daha Davutpaşa’daki olayla ilgili “eğer burada kanıtlamış olduk. Bu süre içerisinde sensendika olsaydı bunlar yaşanmazdı” dikamız kaybettiği güveni, yitirdiği presdiye bir itirafta bulundu. Mücadeleden tiji yeniden kazandı, tazeledi, umut oldu. hoşnut olmayan işverenler o bölgedeki Geçen sayımızda bizim de duyurduğusendikanız, şube yöneticileriniz hakmuz üzere sendikanızın Ankara yöneti- kında şikayette bulunur. Tek amaçları cileri tutuklanmıştı. Süreç nasıl gelişti? sendikanın işyerinde örgütlenmesini engellemektir. Ama anayasal hakkımızı 20 Kasım günü sabaha karşı yönetikullanmamızı engelleyemeyecekler. ci, üye ve işyeri temsilcilerinden oluşan 17 kişi evleri basılarak gözaltına alındı. Geçmiş Türk-iş Genel Kurulu’nu nasıl Evleri talan edildi, çocuklarına korku değerlendiriyorsunuz? Sendikanıza salındı. Ertesi günü savcı ile görüştük. Bu olumlu olumsuz yansımaları oldu mu? insanların sendikacı olduklarını ve davet Türk-İş en büyük konfederasyon edildiklerinde bugüne kadar olduğu gibi olduğu için sorumlulukları büyüktür. gelip ilgili kurumlara ifade verebilecekBuna uygun davranmasını sadece biz lerini belirttik. Ancak 23 Kasım akşamı değil toplumun bütün kesimleri bekşube başkanımızla birlikte yedi sendika liyor. Türk-İş Genel Kurulu’ndan önce

iktidarın Türk-İş’i kendi arka bahçesi yapmaya hazırlandığı gibi söylemlerin olduğu tartışmalar yaşandı. Kaldı ki önceki Türk-İş yönetiminin ne kadar ön-arka bahçe olduğu da tartışılır. Eğer tabanda işçilerin taleplerini birleştiren, mücadeleyi yükselten bir baskı kuraryapılan bir eylem gibi gösterilmeye sanız, Türk-İş yönetiminde hangi siyasal çalışılıyor. Eylemlerde Türk-İş’e bağlı düşüncede yöneticiler olursa olsun, sendikalar da olmasına rağmen (Tezkomücadelenin önüne düşmek zorunda op-iş, Petrol-iş, Tümtis) EP’nun bütünkalırlar. 13-14 Mart tarihinde gerçeklüğünün yansıdığını söyleyemeyiz. Bu leştirilen eylemler bunun son örneği. durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yerellerden başlayan işçi taleplerinBiz hem Başkanlar hem de Genel den yükselen mücadele, yıllardır topKurul kararımız olarak son yasal düzenlanmayan Emek Platformu’nun toplemelere karşı mücadele eden herkesle lanmasını ve hükümetin asgari de olsa konfederasyon ayrımı gözetmeden bir geri adım atmasını sağladı. Türk-İş’in arada olacağımızı ilan ettik ve iki gündür yeniden Emek Platformu içinde etkin devam eden eylemlere örgütlü olduğukonumda olmasını ve ona yön vermesini muz bütün bölgelerde isteyeceğiz. Çünkü katıldık. Biz Türkson yasa, çalışanların “...işçi sınıfı kendi İş’in yeniden Emek elinde kalmış son Platformu’nun aktif politik duruşunu kırıntıları da almaya taşıyıcısı noktasına yönelik. Türk-İş Genel gerçekleştiremezse, gelmesi için çabaKurul kararlarında, layacağız. Bununla saldırılar devam kıdem tazminatına ilgili görüştüğümüz edecektir.” dokunulması genel sendikalarla birlikte en grev nedenidir, denen kısa sürede bir Başşey aynen bu yasa için de geçerli olmalı. kanlar Kurulu toplanmasını ve burada Biz Türk-İş Genel Kurullarının sohangi konularda anlaşılıp hangi konurunların tartışıldığı, çözüm önerilerinin larda anlaşılmadığının ve nasıl mücadele üretildiği bir yer olmasını istiyoruz. Ama edileceğinin kararlaştırılmasını istiyoruz. ne bu Genel Kurul ne de öncekilerde bu Emek Platformu’nun neredeyse tür tartışmalar yaşandı. Biz işçi sınıfının bütün yöneticilerinin bakan etrafıntaleplerinin buraya yansımasının önemli da sıralanmasıyla yapılan açıklamada, olduğunu; üyeleri kadar, yüz binlerce bakan %80-85 oranında anlaştıklarını örgütsüz işçiye de mesaj vermesi geifade etti. Özellikle üç maddeyi sayarak rektiğini söylüyoruz. Tepede olmanın taviz veremeyeceklerini söylemiştir; ne sorumlulukları fazladır. Oraya aday gariptir ki asıl işçiler taviz vermemeliyolmak bu ülkede yaşayan tüm çalışandi. Şu an uygulanan yasayı 1999 yılında ların sorunlarının çözümü için çaba mezarda emeklilik yasası diye adlandırharcamalıyım, emekçilere yönelmiş salmıştık. Ama depremde halkın acılarını dırıları püskürtmenin örgütleyicisi ben fırsat bilerek, meclis yasayı çıkarmıştı. olmalıyım, diye düşünmeyi gerektirir. Bugün çıkarmaya çalıştıkları yasa o Emek Platformu’nun 14 Mart eylemi gün cesaret edemediği haklarımıza sonucu hükümet geri adım attı. Teksaldırıyor. Türk-İş’in uzlaşmadık dediği rar görüşmeler oldu. Görüşme sonrası maddelerle ilgili mücadele yürütülmeyüzde 80-90 oranında uzlaşma olduli, yasa meclisten geçse bile toplumun ğu açıklandı. Bazı konfederasyonlar bu yasayı kabul etmeyeceğini eylemle sonradan uzlaşılmadığını söylese de bir ortaya koymasını sağlamaya yönelik bir uzlaşma yanılsaması var. 1 Nisan’da süreç örgütlenmeli, diye düşünüyorum. KESK, TMMOB, DİSK, TTB tarafınİşçi hareketinin dan yapılan eylem, uzlaşmaya rağmen devamı 12. sayfada

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

11


ULUSLARARASI

Sendikalara yönelik baskılara son! ABD elini Venezuela halkının egemenliğinden çek!

İranlı Sendikacılarla Dayanışma Tutuklu İşçiler Serbest Bırakılsın, İşçi Haklarına Saygı!

T

ahran Banliyö ve Otobüs İşçileri Sendikası’ndan Mansur Osanloo ve Mahmut Salehi’nin derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılmaları ve İran’da işçi haklarına saygı gösterilmesi talebiyle, ITUC (Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu) ve ITF (Uluslararası Taşımacılık Sendikası) tarafından düzenlenen ve Uluslararası Af Örgütü tarafından desteklenen kampanyaya İşçi Kardeşliği Partisi olarak destek veriyor ve tüm sınıf kardeşlerimizi de bu kampanyaya destek vermeye çağırıyoruz. Üyesi işçilerinin ücretlerinin aylık 50 dolar artmasını sağlayan, otobüs şirketlerini geçici işçilerle iki yıllık sözleş11. sayfadan devam siyasallaşması hakkında fikirleriniz nelerdir? Mutlaka her sınıf kendi politikasını yapmalı. Politika, ortadaki pastanın paylaşıldığı arenadır. Kimin ağırlığı fazla ise pastadan fazla pay alır. Biz üyelerimizle çok sık bir araya gelen bir anlayışa sahibiz ve bütün üye toplantılarımızda ısrarla şunu söyleriz: İşçiler politik olmalı, politikayla ilgilenmeli. Oy verdiğiniz partinin il örgütüne, ilçe örgütüne gidip sorun: İşçilere dönük çözümleri ne? Özelleştirmeden yana mı, yoksa karşı mı? Hâlâ bu faiz, rant, borsa üçgeninde piyasa diye adlandırılan soygun sisteminin devamından yana mı? Doğrudur işçi sınıfı kendi politik duruşunu gerçekleştiremezse, saldırılar devam edecektir. Çünkü sadece ülkemizde değil dünyanın tamamında çalışanlara dönük hak gaspları devam ediyor. Komşumuz Yunanistan’da geçtiğimiz hafta gerçekleşen genel grevin nedeni sosyal güvenlik haklarına dönük saldırıydı. Tabii özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, sermayenin saldırıları arttı. Kârlarını artırmak için işçi sınıfına vermek zorunda kaldıkları hakları budayarak kâr hanelerine yazdırmak istiyorlar. Biz işçi sınıfını mücadelesine inanıyoruz. Sınıflar var olduğu sürece mücadele de olacak. Sermaye, işçilerin haklarını bugün elinden aldıklarıyla yetinmeyecek. Sürekli yeniden yeniden almaya çalışacak. Bundan dolayı işçiler mücadelelerini birleştirmek zorundadır. Etnik ayrılıklarından, “siyasal inançlarından”, bölgesel farklarından arınarak işçi kimliği üzerinden birleşerek sermayenin saldırılarına karşı birlikte tutum almayı başarabilmek zorundayız. Bugün karşı çıktığımız yasa, 1999’daki yasayı püskürtemediğimizden dolayı önümüze geldi. Eğer bu yasa da püskürtülemezse yarın istihdam paketinin içine kıdem tazminatımızı da koyarak onu da elimizden almaya çalışacak, sermaye. Bu yasanın geçmemesi için her türlü emeğimizi mücadeleye sunacağız. 2 Nisan 2008

12 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

me imzalamaya zorlayan ve kadın işçilere ayda 40 dolarlık ek ödeme yapılmasını savunan Otobüs İşçileri Sendikası’nın mücadeleci Mahmut Salehi yöneticisi Osaloo, “ulusal güvenliğe yönelik tehdit oluşturmak” gerekçesiyle 2005 yılından bu yana üç kez tutuklandı. Dövüldü ve uğradığı bir saldırıda uyarı olarak dili kesildi. En son 10 Temmuz 2007’de tek-

Emperyalizme ve uşak Uribe’ye karşı ortak mücadele! Kolombiya - Sosyalist İşçi Partisi (PST), Ekvador - Sosyalizme Hareket (MAS), Venezuela - Sosyalist İşçi Birliği (UST)

K

olombiya, FARC gerillalarını vurma bahanesiyle Ekvador’a saldırdı. İstihbaratı orada da ABD sağladı. Şimdi hedefte Venezuela var. Bu üç ülkeden Uluslararası İşçi Birliği - Dördüncü Enternasyonal’e üye partiler, ortak bir deklarasyon yayımlayarak, emperyalist planlara ve Kolombiya’nın kukla devlet başkanı Uribe’ye karşı birlikte savaşacaklarını ilan etti! Emperyalizm, Latin Amerika’ya müdahale etme imkanını Uribe yönetimini kullanıp, başka bir devleti işgal ederek buluyor; bu durumda da, müdahale alanı Ekvador. Kolombiya Silahlı Kuvvetleri’nin, komşu ülkedeki FARC kamplarını vurması ve isyancı örgütün iki numaralı adamı sayılan, savunmasız durumdaki Raul Reyes ile beraber yirmi gerillayı vurmasından çıkan anlam budur. Bu saldırgan eylemin, Amerika Birleşik Devleti tarafından sağlanan bilgi, teknoloji ve rehberlik ile hazırlanması ve uygulanması, Uribe yönetiminin bölgede Amerikan emperyalizminin mızrak başı görevini üstlendiğini kanıtlamaktadır. Çok iyi bilindiği üzere, Birleşik Devletler ordusunun güney muhabere istihbarat komutanı olan Amiral Joseph Nimmich, Ekvador sınırları içinde yürütülen askeri operasyon başlamadan iki gün önce, Bogota’da Kolombiya ordusunun yüksek askeri

rar tutuklandı. Bir sendika militanı olan Mahmut Salehi de, 2004 yılında, 1 Mayıs’ta bildiri dağıttığı için beş yıl hapse mahkum oldu. Kısa bir süre Mansur Osanloo önce bir başka militan, Mecit Hamidi, Sanandaj’da maskeli adamlar tarafından vuruldu. 6 Mart 2008 günü, Uluslararası İranlı Sendikacılarla Dayanışma

Günü ilan edildi ve onlarca ülkede İranlı sendikacıların serbest bırakılması için protesto eylemleri düzenlendi. İranlı yetkililerin gerçek işçi hareketine engel olamayacaklarına ve sendikacıları faaliyetleri nedeniyle hapse atamayacaklarına dair mesajlarla İran elçilikleri ziyaret edildi, hapisteki sendikacılara yöneltilen suçlamalar kınandı ve sağlık durumları giderek kötüleşen sendikacılara özgürlük talebi yükseltildi. Kampanya hala sürüyor. İmza Kampanyasına destek olmak için; http://www.labourstart.org/cgi-bin/ solidarityforever/show_campaign. cgi?c=339 adresini ziyaret edebilirsiniz.

komutanlarıyla “terörizmle mücadele için çok mühim bilgiler”in paylaşılması adına görüşmüştür.

bu durumda hiç kuşkusuz Ekvador ve Venezuela halklarının yanında, onlara yöneltilen bu saldırıya karşı en başından itibaren savaşacağız.

Emperyalizmin uşağı Uribe Emperyalizm, Uribe yönetimini kullanarak bölge üzerinde askeri müdahale siyaseti ile siyasi ve iktisadi hakimiyetini kurmayı hedefliyor. Bu yarı-sömürgeleştirme saldırısı, Latin Amerika halklarının siyasi alandaki direnişine toslamıştır. Bu, Chavez ve Correa hükümetlerinin, Kolombiya hükümetinin onursuzca boyun eğmesine karşı takındıkları ulusalcı retorikte de yansımasını bulmuştur. Bu yüzden Uribe, Ekvador ve Venezuela hükümetlerini, FARC güçlerinin müttefiki olmakla ve nihayetinde “narko-teröristler”le işbirliği yapmakla suçlamakta ve bu suçlamalarını, bu hükümetlere karşı yapılacak bir askeri ya da siyasi müdahaleyi meşru kılmak için kullanmaktadır. Stratejik olarak, emperyalizmin hedefi bu ülkelerdeki petrol üretimini denetimi altında tutmayı sürdürmektir; çünkü Irak işgali, amaçlarını karşılamaktan uzaktır. Dolayısıyla, bu denetim kısa vadede Kolombiyalı gerillalarının kesin yenilgisiyle bölgedeki istikrarın sağlanmasına bağlıdır. (…)

ABD ve Uribe yönetimi ile tüm ilişkiler kesilsin! Uribe bu saldırıyı “meşru müdafaa” adına savunmaya kalkıştı, böylece Amerikan hükümetinin kirli işlerini yaptığı gerçeğini saklama hedefindeydi; tabii savunmasız Irak halkına açılan “önleyici savaş” mantığına da sığınmaya çalıştı. (…) Latin Amerika’daki hükümetlerden ABD ve kuklası Uribe hükümetiyle ilişkilerini derhal koparmalarını istemek zorundayız. Bir savaş çıkması durumunda tüm sorumluluk Uribe yönetiminde, Bush’un kuklalarında olacağından,

Emperyalizm ve Uribe yönetimine karşı Kolombiya, Ekvador ve Venezuela halklarının mücadele birliği! Kolombiya, Ekvador ve Venezuela’nın emekçi kitleleri, tüm tartışmalara rağmen, burjuva sınıfının önemli bir kesiminin ortak çıkarlarını ve işlerini sekteye uğratabilecek daha büyük bir operasyona ve savaşa karşı olduklarını bilmeli. Tabii ki bu muhalefete rağmen, kardeş uluslar arasında çıkabilecek her türlü çatışma ihtimalini göz ardı etmemeli ve çıkabilecek her türlü çatışmanın karşısında olmalıyız. Bizi burjuvazinin ve emperyalizmin ortaklaşa sokmaya çalıştığı bu savaşa karşı mücadele, tek tek ülkelerin sınırlarına hapsolarak sürdürülemez. Her zaman daha iyi çalışma ve yaşama koşullarını bulmak için göç etmeye zorlandığımızdan, biz işçilerin vatanı yoktur. Bu yüzden milyonlarca Kolombiyalı, Ekvador veya Venezuela’da yaşıyor. Biz sınırları aşmalı ve ortak bir savaş vermeliyiz; mevcut durumda, kukla Uribe yönetimi ve emperyalist müdahalenin karşısında birlikle olmalıyız. (…) FARC örgütünün ne programı, ne de metotlarıyla hiçbir şekilde mutabık olmasak da, liderleri Raul Reyes ve yoldaşlarının Kolombiya ordusu ve Amerikalı danışmaları tarafından öldürülmesine karşı duruyoruz ve bu yöntemlerin teröristçe olduğunu söylüyoruz. Savaş çığırtkanlığından beslenen burjuvaziye ve emperyalizme sadece işçilerin kardeşliği karşı durabilir ve sadece bu kardeşlik sayesinde sömürünün, sefaletin ve savaşın gerçek ve derin nedenlerini ortadan kaldıracak toplumsal bir dönüşümün yolu açılabilir.


ULUSLARARASI

ABD tüm Ortadoğu’yu Irak yapmanın peşinde

İşgal Altında Beş Yıl Beşinci yılını dolduran Irak işgali 15 Mart’ta Kadıköy’de protesto edildi.

T

am beş yıl oldu. ABD’nin Irak’a demokrasi getirme harekatının başlamasının üzerinden tam beş yıl geçti. Bu beş yıl içinde iki milyona yakın Iraklı öldü. Milyonlarcası da yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldı. Baskıcı Saddam rejiminin yıkılması, daha çok kan, daha çok göz yaşı getirdi. Irak’ta yaşayan üç ana grup olan Kürtler, Şiiler ve Sünniler, belki de bir daha bir araya gelmemek üzere birbirine düşman edildi. Savaş sonrası federe devletlerini kuran Kürtler bile rahat ve huzurlu değil. ABD, kara harekatının başlamasından kısa bir süre sonra, yani 1 Mayıs’ta savaşın bittiğini ilan etmişti. Beş yıl sonra bugün, artık televizyonda Irak’la ilgili patlama haberlerini izlemez, gazete-

İKP Merkez Yürütme Kurulu

D Partimiz Miting’e kitlesel biçimde katıldı

lerdekileri okumaz olduk. Yine tüm dünyada, bombanın düştüğü ilk gün olan 18 Mart’ta ise ne yazık ki her yıl sayıları daha da azalan birkaç bin insansa bu durumu protesto etmeye devam ediyor. Bu vesileyle biz de, İşçi Kardeşliği Partisi olarak sağlayabildiğimiz en geniş katılımla, 15 Mart’ta Kadıköy İskele Meydanı’nda düzenlenen Irak Savaşı’nın 5. Yılını Protesto Mitingi’ne katıldık. Çünkü biliyoruz ki,

ABD ve onun yerli işbirlikçilerine dur denmedikçe, Genişletilmiş Ortadoğu Planı’na direnilmedikçe, NATO’dan çıkılmadıkça, üsler kapatılmadıkça, İsrail yıkılmadıkça, Türkiye’nin ABD’nin stratejik müttefiki olmasına bir son verilmedikçe, bu topraklarda, Anadolu’da, Mezopotamya’da ve Ortadoğu’da barış ve kardeşlik olmayacak. Ortadoğu halklarının makus talihi değişmeyecek. İşçi sınıfının tüm bileşenleri ve kendini sol olarak niteleyen tüm örgütlenmeler, emperyalizm karşıtı mücadelenin olduğu her safta yer almaya ve bu bayrağın yükseltilmesi için çalışmaya devam etmelidir. Yoksa dünya mahvolur.

başlatılması ve ucu açık sınır ötesi operasyonun havadan başlatılmasıdır. Yani, savaşın büyütülmesidir. İlk bakışta doğruymuş gibi görünen bu değerlendirme, asıl öne çıkarılması gereken şeyi kendi içinde perdeleyerek kabalaşıyor. Perdelenen, kendini dışa vurmasına rağmen, görülmek istenmeyen, Kürt egemen sınıflarının da bu kuşatma içinde aktif yer alışıdır. Ne ağızdan kaçırılanların hemen karşı argumanlarla dengelenmeye çalışılması, ne de “birkaç hain” söylemi bu gerçeği yok saymaya yetiyor. “Türkiyelileşme” projesi, varolan Türkiye kapitalist sömürü sisteminin egemenleri ile ortaklaşma projesiydi. Tarih, kendi özneleri ile gerçeklik kazanıyor. Bu nedenledir ki, sahip olunmayan bir şeyin rüşvet olarak sunulmasından başka bir şey olmayan Misak-ı Milli sınırları belirlemesi, tarihin gerçeklerine çarparak geri döndü. Ulusun, sermayenin toplumsal örgütlenme formasyonu, biçimi olduğu bir kere daha doğrulandı. Sınırların, niteliksel karşıtlıkların değil, it dalaşının ürünü olduğu ve hep kendi içinde bir

uzlaşmayı taşıdığı, güçler dengesinin adeleti olduğu bir kere daha görüldü. Kürt egemen sınıflarının, Türk egemen sınıfıyla uzlaşmayı seçmiş olması bir sınıfsal tavırdır ve hainlikle açıklanamaz. Ya da, sömürenler sömürdüklerine karşı hep haindirler zaten. Ortada özel bir durum yok. Bir de, ezilenlerin, sömürülenlerin Türkiye’si var. Bu, hakların varlığından kaynaklanan haklı taleplerini de kapsar. Eğer bu talepler egemenlerin it dalaşında pazarlık gücü olmaktan çıkarılabilirse, ezilenlerin Turkiyesi görünür somutluk kazanacaktır. Özet olarak; Baldırı çıplakların isyanından başka bir şey olmayan Kuzey Kürt hareketi kendi egemenleriyle yol ayrımına gelmistir. Bu kavşakta doğru bir muhasebenin yapılabilmesi büyük ölçüde, işçi sınıfının kendi egemenlerinden ayrışabilmesine bağlıdır. Kuzey Kürt hareketinin temel aldığı, silahlı mücadele yöntemini, bu yeni şartlarda, savaş blokunun yöntemlerine endekslenmeden yeniden gözden geçirebilmesi ise, mesafeyi sanıldığından çok daha kısaltacaktır.

til Ka D AB dan ğu’ ado ! Or t defol

Açmaz ve Muhasebe Zorunluluğu Mustafa Çubuk

K

uzey Kürt hareketinden bahsediyorum. Hatırlanırsa, kısa bir süre önce,KCK - Kongre-Gel yedi maddelik “Barış deklerasyonu” açıklamıştı. Bu “Barış Deklerasyonu”, başta Kuzey Kürt hareketinin sözcüleri olmak üzere birçok “Kürt dostu” ve sosyalist tarafından “büyük imkan, büyük fırsat” olarak değerlendirilip silahlı Türk sermayesi “barış”a ikna edilmeye çalışıldı. Hatta, Kuzey Kürt hareketindeki Kemalist Misak-ı Millici kanat, Misak-ı Milli`nin sınırlarını “Kerkük, Musul ve Sam`in batısı” olarak çizdiklerini hatırlatarak T.C`nin “travmasını” anladıklarını ve çözümün kendileriyle barıştan geçtiğini, tarihteki örnekleriyle ispatlamaya çalıştılar. İnanmadıkları halde, “sınıflar mücadelesinin üstü açılır” kaytarmacılarının yandan desteğini atlıyorum. Peki şimdi durum ne? Genel, ortak değerlendirme; “ortak düşman” ilanıyla geniş bir kuşatmanın

Operasyon Derhal Durdurulsun! Irak Olmak İstemiyoruz! ünyayı kan gölüne çeviren ABD’nin uşaklığını yapan, onunla dost olan her ülke şiddet, sömürü ve savaş içinde onursuz ve kirli ilişkilerin batağında yok olmaya doğru gidiyor. İşte Afganistan, işte Lübnan ve işte Irak tam da bunun örnekleri. Hükümetin izlediği bu politikalar bizi hızla Irak’laşma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor, buna engel olalım. Filistin, Lübnan, Irak’ta yaşanan kan ve zulüm yetmezmiş gibi Ortadoğu’daki hatta Genişletilmiş Ortadoğu Projesi içinde yer alan tüm ülkeler dinsel, mezhepsel, ve etnik kavgalarla istikrarsızlaştırılıyor. Bütçesinin çoğunu borç faizlerine ve dışalıma ayıran Türkiye işçilerinin faize, savaşa, profesyonel orduya değil, eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe ve kamu yatırımları ile yeni işyerleri açılmasına ihtiyaçları vardır. Türbanla ve operasyonla açlık ve işsizlik sorunun üstü örtülemez. Bu ABD güdümlü operasyonla Türkiye hem içte hem de dışta bir savaşa ve parçalanmaya itiliyor. İsrail gibi bölgede kan ve gözyaşının, mazlumlara zulmün yanında olmamak için ülkemizdeki Amerikan askeri üsleri kapatılmalı, NATO’dan çıkılmalı, ABD ve İsrail ile yapılan ikili antlaşmalar iptal edilmelidir. İnsanca bir yaşam, sendikalı ve sigortalı bir iş ve barış isteyen Türkiye işçi sınıfı bu savaşı durdurmak için birleşmelidir. Ortadoğu’da barış, başta işçi sınıfları olmak üzere bölge halklarının kardeşçe, anti-emperyalist bir temelde bir araya gelmeleriyle mümkün olacaktır..Bunun temelini de fabrikalarda, tarlalarda, mahallelerde kardeşçe yaşayan biz işçiler atabiliriz. Kürtler bizim kardeşlerimizdir ve bu ülkeyi kuran temel unsurlardandır. Halkların düşman edilmesine karşıdırlar ve kardeşlik için çalışıyorlar. Kimse aramıza nifak tohumu sokamaz ve ABD ile AB’nin oyununu birlikte bozacağız. Türkiye’de Kürtlerin kendi kaderlerini özgürce belirleyebilmesi birleşik mücadeleyle olanaklıdır. Yasaksız, nispi temsille seçilen bir Kurucu Meclis ile egemenliği, demokrasiyi ve barışı gerçekleştirelim. 22 Şubat 2008

Yaşasın 1 Mayıs!

BİRLİK! MÜCADELE! DAYANIŞMA! İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

13


ULUSLARARASI

Demokrat Parti’nin “kadın” ve “Siyah” kozlarını ayrı ayrı oynadığı seçimlerde Cynthia McKinney işçilerin ve ezilenlerin temsilcisi olacağını söylüyor

Demokrat Parti adayı Obama “değişim” vaat ediyor ama

Amerikan halkının istediği değişiklikleri kim yapacak? İşçilerin ve Halkların Uluslararası Bağlantı Komitesi (ILC) militanları, ABD’de gerçekleşecek başkanlık seçimlerine ilişkin Organizer (Örgütçü) gazetesi editörü Alan Benjamin ile bir görüşme gerçekleştirdi. Sizlere bu görüşmenin kısaltılmış metini sunuyoruz. Başkanlık seçimi için, her partiden birkaç aday arasında gerçekleşen “önseçimler” ve sonunda (her zaman bir Demokrat ve bir Cumhuriyetçi olmak üzere) sadece iki adayın belirlendiği süreç, Amerikalı olmayan bir okuyucu için oldukça karmaşık görünüyor. “Önseçimler”i ve kurallarını açıklayabilir misiniz? Her partiden adayların seçilmesi için gerçekleşen önseçimler ve yerel kongreler süreci eyaletten eyalete fark gösteriyor, ayrıca pek çok eyalette bu işlemlerin bir seçimden diğerine değişmesine izin veriliyor. Karmakarışık bu süreç, sözde demokrasi biçimleriyle düzenin sıkı kontrolünün birleşimidir. Cumhuriyetçiler, parti kongresinde, delegelerin seçiminde kazananın delegasyonun tamamını aldığı formülü uygularlar. Yani, eğer McCain Kaliforniya’daki oyların çoğunluğunu kazanırsa Kaliforniya delegelerinin tamamını kazanmış olur.

General Motors işçilerinin grevi ABD işçi sınıfına umut oldu

Katrina Kasırgası’nda vatandaşlarına yardım etmeyen ABD hükümeti halen afetzedelerin hayatlarını normale döndürmek için gerekli adımları atmıyor

ci, ABD tarihinde son zamanlarda yaşanan en kriz dolu süreçtir. Bu, Irak’taki bitmeyen savaşta, çalışanların; özellikle Siyahların, ama genel olarak tüm işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarındaki sarsıcı gerilemede temellenen bir kriz. Bu kriz, son süreçte General Motors’daki otomobil işçilerinin ya da televizyon senaristlerinin grevi gibi işçi sınıfının güçlü hareketleri ile sonuçlandı. Size göre bu durum Obama’nın Demokrat Parti’nin önseçimlerinde aldığı oyu açıklar mı?

Bugün ABD’de değişim isteyen -özellikle Siyah halk arasındaki- halk hareketinin yoğunluğunu anlamamız Organizer gazetesi Cynthia McKinney’in adaylığını destekliyor gerek. Irak’ta bir Demokratlar karma bir yöntem izsavaş var ve her gün bir ölü ve sakat ler: Bazı eyaletlerde delegelerin oransal genç kafilesi dönüyor. Alt gelir grubu temsili yolu, Florida gibi bazı eyaletler- krizinin ardından evlerin insanların elde çoğunluğu kazananın delegasyonun lerinden geri alınması süreci yaşanıyor. hepsini aldığı yöntem, Ohio ve Georgia Örneğin, sadece Detroit’te yirmi evden gibi bazı eyaletlerde de hangi partibirinin geri alındığını duydum. Hastane den olursa olsun herkesin Demokrat masrafları ödenemediği için kökünü Parti’nin önseçiminde oy kullanabildiği kazıdığımızı düşündüğümüz hastalıkla(hatta Cumhuriyetçiler, Cumhuriyetçi rın dönüşü sözkonusu. New Orleans’ta adayı yenmesi en az muhtemel adaya oy sosyal konutlar ve tüm yöre yıkılıyor; verebilirler) açık ya da yarı açık önsefabrikaların yurtdışına taşınmasıyla çim uygulanır. Bu, bir keşmekeştir. iş kaybı yaşanıyor; ırkçı saldırılarda Şunu da eklemeliyim, bu yılki ve polis gaddarlığında bir artış var; Cumhuriyetçi ve Demokrat adaylagöçmenlere yönelik baskınların sayısı rın önseçimlerle belirlenmesi süreartıyor. İnsanlar bu seçimin olumlu bir

14 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

şey ortaya çıkarabileceğini umuyor. Obama’nın kampanyasını bunların ışığında düşünmek gerekiyor. Barack Obama, siyaset sahnesinde uzun süredir tanık olmadığımız bir hareketlilik yaratıyor –özellikle Siyah seçmenler ve gençlik arasında. Amerikan halkının, Dev Şirketlerin ikiz partilerinden (Demokratlar ve Cumhuriyetçiler) hoşnutsuzluğunun büyük kısmını yönlendiren bir seçmen halk hareketi oluşturuyor. Birçok kişi Obama’yı bir yabancı, mahalledeki yeni çocuk, işleri yeniden düzenleyebilecek biri olarak görüyor. İncitilen, ıstırap içindeki çalışanlar ve yoksullar, Obama’nın değişim gerçekleştireceğine dair duydukları umudu kesmiyorlar. Fakat Obama taraftarları arasında yarattığı beklentilere yanıt verebilir mi? Bazı politik yaklaşımlarına dikkat çekmeme izin verin. Obama NAFTA, CAFTA ve “serbest ticaret”in destekçisidir. Geçen yaz Kongrede –emekçi seçmenlerini üzmemek için-ABD-Peru FTA oylamasına katılmadı, fakat medyada yasa teklifinin lehinde konuştu. Obama’nın Bush’a en büyük itirazı

“gerçek terörist devletler”in peşinden gitmediğini söylemektir. Obama, eğer zorunluysa İran’a karşı bir nükleer saldırı talep ettiğini ve Pakistan’daki ABD işgalini desteklediğini açıkladı. Açıklamaları, tüm asker-sanayi bileşimi tarafından ziyadesiyle övüldü Bu koşullar altında bağımsız siyah aday Cynthia McKinney’in kampanyası nasıl yürütülüyor? Siyah militanların önemli bir kesiminden geniş bir destek kazandı. Mumia Abu-Jamal, “değişim için illüzyon değil, gerçek bir alternatif ” olduğunu beyan ettiği McKinney’i destekleyen bir bildiri yayınladı. McKinney’in bağımsız kampanyasına, gerçek bir değişim amacıyla bağımsız bir siyasi hareketin inşasına zemin hazırlaması için gereksinim var: bir Yeniden İnşa Partisi. Bu düşünce, Washingtonlu militan Netfa Freeman’ın web sitesinde özlü bir şekilde ifade edildi: “Çemberin dışında düşünmeye ve hareket etmeye, çemberin dışında partiler inşa etmeye ihtiyacımız var; geniş kitlelerin ekonomik, sosyal ve politik çıkarlarına hizmet eden partiler. Eski Parlamento üyesi Cynthia McKinney’in Başkanlık adaylığının ve İktidar Halka Koalisyonu’nun bugün ve gelecek için taşıdığı muazzam önemin nedeni budur. Bu koalisyon -gerçek bir değişim yaşayabilmemiz için yegane yol olan- sisteme dair değişikliğin tamamen kolektif olarak tesisi içindir.”

Amerikan Yazarlar Sendikası’nın üç ay süren grevi başarıyla sonlandı


ULUSLARARASI

Siyasal demokrasinin ve işçi haklarının altını oyan Avrupa Birliği yıkılmalı, yerini Avrupa halklarının özgür ve eşit birlikteliğine bırakmalıdır.

Bağımsız Avrupa İşçileri Konferansı

“Avrupa kurumlarından kopuş ve Avrupa halklarının özgür birliği için mücadele yeni başladı”

P

artimizin üyesi olduğu İşçilerin ve Halkların Uluslararası Bağlantı Komitesi (ILC), 2-3 Şubat 2008 tarihinde, Bağımsız Avrupa İşçileri Konferansı’nı Paris’te örgütledi. Ana şiarı “yeni Avrupa anayasasına hayır” olan konferansa, 19 ülkeden katılım ve katkı sağlandı: Almanya, Arnavutluk, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Hollanda, İngiltere, İspanya İsveç, İsviçre, İtalya, Macaristan, Moldavya, Portekiz, Romanya, Rusya, Sırbistan, Slovakya ve Türkiye. 13 Aralık 2007’de Lizbon’da imzalanan yeni Antlaşma’nın yürürlüğe girmesi için her ülkede parlamentodan geçmesi veya referandumla kabul edilmesi gerekiyor Türkiye’den Hava-İş Sendikası’nın, oluşturacağı bir iradeyi tamamen Konferansı destekleyen –geçen sayımız- inşaatta ve hatta tarımda bu kadar büyük ölçekli iş kayıpları yaşanmadı. ortadan kaldırmak için, Avrupa Birda yayınladığımız- “Avrupa Birliği’nde Hiçbir zaman çalışma, eğitim, sağlık, liği yönetim organlarıyla anlaşıp, temel eğilim işçi haklarının ve sosyal emeklilik gibi konulardaki kollektif aslında Fransız ve Hollanda halkları hakların geriletilmesi yönündedir ve haklarımız, Avrupa Birliği kurumtarafından reddedilmiş olan “Avrupa bu eğilim tartışmaya yer bırakmayacak ları direktifleri yüzünden bu kadar Anayasası”nın bir tekrarından ibaret kadar açıktır. Elbette buradan çıkabüyük bir saldırıya maruz kalmadı. olan Lizbon Anlaşması’nı imzalayarak, rılması gereken sonuç da çok açıktır: halktan gizli bir darbe gerçekleştirdiler. Türkiye’deki sendikal Ülkelerimizde milhareketin AB ile ilgili Hiçbirimiz, hiçbir işçi sınıfı militanı, Avrupa Birliği’nin yonlarca işçi, emekçi ve yanılsamadan en kısa aileleri hayatta kalma hiçbir halk, Avrupa Birliği tarafından temel ilkesi zamanda kendisini mücadelesi vermeye verilen tüm direktiflerin sorgusuz kurtarması gerekmekrekabetin serbest devam ediyor. Busualsiz hayata geçmesine olanak vetedir.” diyen açıklaması nunla birlikte, tüm recek, totaliter bir düzen dayatan bu ve müdahaleden bu haklarımızı geri Konferansta bir parti anlaşmayı kabul edemez. Maastricht bağımsız olduğu kazanmanın yolları, dostumuz tarafından Anlaşması’ndan beri artarak devam kürsüden okunmuş ve eden Avrupa Birliği saldırısı, kapitalizpiyasa ekonomisi özelleştirme yoluyla “Avrupa kurumlarından elimizden alınan tüm min yaşanan şimdiki kriziyle birlikte kopuş ve Avrupa halkkamu hizmetlerinin inanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. larının özgür birliği için mücadele(nin) yeniden millileştirilmesi, yaşanan Hiçbirimiz, hiçbir işçi sınıfı bileşeni, yeni başladı”ğını beyan eden Konferans sanayinin tasfiyesi ekseninde tehlike Romanya’da olduğu gibi sendikacıların tarafından Türkiye sendikal harekealtındaki şirketlerin millileştirilmesi hapse atıldığı veya İspanya’da olduğu tine ilişkin bu kaygı paylaşılmıştır. meseleleri artık daha yüksek sesle ve gibi sendikacıların, greve gittikleri için daha çok insan tarafından tartışılmaKonferans raporunun yanı sıra işçi yasal gözetim altında tutulduğu bir düya başlandı. Bugün, burada Avrupa sınıfının Konferansa katılan tüm eğizen içerisinde yaşamayı kabul edemez. limlerin birbirine saygılı biçimde yürüt- Birliği’nin bize reva gördüğü deli gömHiçbirimiz, hiçbir işçi sınıfı bileşeni, tüğü tartışmanın metinlerinin yayınlan- leğini giymemek için bir araya geldik. Avrupa Birliği ve hükümetler tarafınması da karara bağlanmış ve bu karar Avrupa Birliği’nin tüm anlaşmadan milyonlarca göçmen ve kaçak işçigerçekleştirmiştir. Aşağıda, Konferansın larında, yazılı metinlerinde kendine nin ekonomik krizin günah keçisi ilan sonunda, delegasyon tarafından katemel prensip olarak yer bulan, “rekabe- edilmesini, baskıya ve aşırı sömürüye leme alınan Bildirge’yi aktarıyoruz, tin serbest ve müdahaleden bağımsız” maruz bırakılmasını kabullenemez. ayrıca Konferans raporunu da www. olduğu piyasa ekonomisiyle uyumlu Hiçbirimiz, hiçbir halk “kendi ikp.org.tr adresinden okuyabilirsiniz. bir şekilde Avrupa Adalet Divanı, kaderini tayin hakkı” adına demokİsveç’te patronların maaş indirimi rasiye yönelik yürütülen bu cüretkar Bildirge girişimleri karşısında, İsveç sendisaldırıyı kabul etmeye zorlanamaz. Avrupa’nın tüm ülkelerinden biz, kalarının toplu pazarlık haklarının Emperyalistler, –Belçika ve Kosova farklı yapılara mensup sendikal ve uygulanmasını yasaklayan bir karar örnekleri bugün bize bunu bir kere siyasi militanlar olarak, ülkelerimiverdi. Tabii bu, tüm Avrupa ülkeleri daha gösterdi– demokratik haklar ve zin işçi sınıfları ve halkları için çok sendikaları için de geçerli olabilecek. işçilerin kazanımlarını ortadan kalhayati olan bir dönemde Paris’te “Serbest ve müdahaleden badırmak için ulusları parçalamaktadır. bir araya gelmiş bulunuyoruz. ğımsız rekabet prensipleri”ne karşı Hiçbirimiz, Avrupa Merkez Kıtanın ister doğusundan, ister ülkelerimizde kazanılan tüm adli Bankası’nın, enflasyonla mücadele batısından olalım, İkinci Dünya Saçerçevenin antitezi olan bu sözde bahanesiyle tüm ücretlerde kısıntı, vaşı sonunda dağılmış olan ülkeleri“prensipler”e uygun olarak, havacılık, kuralsızlaştırma ve geçici istihdam mizin yeniden inşa edildiği on yıllar metal ve elektronik (Nokia) sanayilepolitikalarını yaygınlaştırmayı empoze içinde dayandıkları temel taşların rinin parçalanmasına karşı çıkanlara etmesine, sanayilerimizin bombardıyerinden oynatıldığı ve çöküş tehlimillileştirmelerin ya da herhangi bir manı anlamına gelen doların düşüşüne kesinin kendisini her gün daha fazla işletmenin düzenli sübvanse edilme“eşlik eden” ABD Federal Rezervi’yle dayattığı bir dönemi yaşıyoruz. sinin yasaklandığı beyan ediliyor. yakın işbirliği içinde çalışmasına boyun Hiçbir barış zamanı sanayide, Hükümetler, Avrupa halklarının eğemeyiz. Tüm bunlar, bugün Ameri-

kan yatırım fonlarına hizmet ediyor. Hiçbirimiz, yeni anlaşmayla birlikte daha çok askerimizin ABD kumandasında Afganistan ve Ortadoğu operasyonlarına gönderilmesine göz yummayacağız. Anlaşmayla birlikte Orta Avrupa’da, Kosova’daki “Bondsteel Kampı” gibi daha birçok Amerikan üssü ve radar istasyonu kurmak mümkün olacak. Bunu kabul etmiyoruz.

Gelecek Bizim Elimizde Barış, refah ve özgürlüğün hakim olduğu bir Avrupa istiyorsak, sermaye karşısında haklarımızı geri kazanmak ve Avrupa Birliği ve onun anlaşmalarından kopmak için dünyanın bütün işçileri olarak birleşelim. Bu, “Özgür Halkların Özgür Birliği”ni kurmak için olmazsa olmazdır. Avrupa işçi hareketi bir ikilemle karşı karşıyadır: Ya bu yıkım politikasına “sosyal Avrupa” masalıyla ortak olacak ve bir işçi sınıfı hareketi olarak kendi sonunu hazırlayacak ya da Avrupa kurumlarından koparak ve Avrupa Birliği’nden çıkarak, “Özgür Avrupa Halkların Özgür Birliği”nin kurulmasının yolunu açacaktır. Bu Özgür Avrupa, batısında ve doğusunda, tüm kıtada saldırıya uğrayan hakların, özellikle bugün yok olma tehlikesi altındaki sektörlerin (Maastricht Anlaşması’nın kaldırdığı) millileştirilmesi ve yeniden milleştirilmesi hakkının yeniden kazanılması temelinde, barış ve ilerlemenin, halklararası kardeşçe işbirliğinin Avrupa’sı olacaktır.

Barroso başkanlığındaki Avrupa Komisyonu Avrupa ve çevre ülkeler çapında işçi haklarının yıkımını tek merkezden yönetiyor.

İşçi hareketinin tüm örgütlerine ve militanlarına sesleniyoruz: Başka bir alternatif yok! Buradan hareketle, hakların savunusu ve birbirimizin gelenek ve pozisyonlarına saygı temelinde, ilk işi 2-3 Şubat’ta İşçi Konferansı’nda yaptığımız tartışmayı duyurmak ve yaymak olan bir Avrupa İşçileri Bağlantı Komitesi kurmayı öneriyoruz. Bu Komite aracılığıyla Lizbon Anlaşması’na HAYIR kampanyası örgütlemek ve işçi sınıfının enternasyonalist geleneği çerçevesinde Avrupa Birliği’ne üye olmayan ülkelerde verilen AB’ye HAYIR kampanyalarına destek vermek daha olanaklı olacaktır. Bu mücadeleyi vermek ve yaymak, 160 yıl önce uluslararası işçi hareketine ivme kazandıran Dünyanın Bütün İşçileri, Birleşin! sloganına hala sadık olduğumuzu göstermenin tek yoludur.

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

15


Ortadoğu’da

Üç operasyon: Üç fiyasko

Ortadoğu’da ABD ve güdümündeki devletlerin orduları, uyguladıkları onca teröre rağmen, halklara boyun eğdiremiyor. ABD destekli Irak ordusu, El-Sadr kuvvetlerine karşı operasyonunda tam bir fiyasko yaşıyor; askerler kendi halkına kurşun sıkmayı reddediyor. Gazze saldırılarını soykırıma dönüştüren İsrail, gençleri öldürüyor, ancak Filistin halkı yılmıyor, 1948’i unutmuyor. Kuzey Irak’a giren Türk ordusu da, yerel halkın direnci ve ABD’nin uyarısı sonucu geri dönmüştü.

I

rak’ta gittikçe bir batağa saplanan ABD, artık Ortadoğu siyasetinde önceliği İran’ın Irak’ta ve bölgede arttırdığı etkiyi ortadan kaldırmaya veriyor. 2003 yılında başlayan Irak işgali sonunda güçlenerek çıkan bir kuvvet İran. Irak’ta artık bir Şii hükümeti başta. Geçmişte yoğun İran desteği alan Irak İslam Yüksek Konseyi artık Irak’taki en büyük parti. İran’ın devlet başkanı Ahmedinecad, işgal sonrası ülkeyi ziyaret eden ilk devlet başkanı oldu. Irak’taki Şii ve Sünni gruplar arasındaki - ABD kışkırtmalı - iç savaştan Şii unsur galip çıktı ve Bağdat’ın dörtte üçünü kontrol ediyor. Hükümetteki ılımlı Şiiler dışında Es Sadr’ın Mehdi Ordusu gibi unsurlar da ciddi bir tabana sahip. Ayrıca Filistin’de İran destekli Hamas İsrail’e karşı geri adım atmazken, Lübnan’da da Hizbullah halk desteğini artırıyor. Bu durum karşısında ABD, hem Irak’ta Es Sadr’ın kuvvetlerine karşı operasyon düğmesine bastı, hem de İran’a karşı denge unsuru gördüğü müttefikleri Türkiye ve İsrail’a yeşil ışık yaktı.

Irak ordusunun Es Sadr operasyonu 25 Mart günü ABD eğitimli Irak ordusu Bağdat ve Basra’da Şii din adamı Muktada El-Sadr kuvvetlerine karşı operasyon başlattı; El-Sadr, ABD işgalini reddeden Mehdi Ordusunun başında. Bugüne kadar Mehdi Ordusunun Basra’da 700, Bağdat’ta da 40 kadar kaybı var. Ancak Basra’da operasyona girişen 30 bin Irak askeri de hem ağır kayıplar verdi, hem de bir bozgun yaşadı; Iraklı askerler kendi halkına ateş açmayı reddediyor. 13 Nisan günü Iraklı yetkililer, “itaatsizlik” eden 1300 askeri ordudan uzaklaştırdıklarını açıkladılar. Başbakan Maliki operasyonun başarılı olduğunu açıklasa da, bizzat ABD güçleri komutanı Petraeus tam bir fiyaskodan bahsediyor. Irak

ordusunun başarısızlığı üzerine ABD hava kuvvetleri Basra’yı bombaladı. ABD Özel Kuvvetleri de Basra’da 22 direnişçiyi öldürdü. Ayrıca hükümet geçtiğimiz günlerde Basra’da 28 direnişçiyi idam etti. Ancak direniş hiçbir yılgınlık belirtisi göstermiyor; yalnız Mehdi Ordusu’nun 60 bin kadar askeri olduğu tahmin ediliyor. ABD Savunma Bakasnı Gates’in diyalog çağrısına Es Sadr, ABD’nin Irak halkının ebedi düşmanı olduğunu söyleyerek yanıt verdi.

İsrail soykırım uyguluyor Elbette devlet terörü dendiğinde İsrail şampiyonluğu kimseye bırakmıyor. Gazze’ye düzenlediği saldırılarda, salt 27 Şubat - 3 Mart arasında 120 kadar Filistinli’yi katletti; çoğu sivil, 25’i çocuktu. İsrail saldırları hız kesmiyor: sadece 11 Nisan günü Gazze’de yaşları 12 – 19 arası 9 Filistinli genç katledildi. İsrail’in Gazze kuşatması gerçek bir insanlık dramı yaratıyor. Tedavi için Gazze’den çıkamayan 130 Filistinli hasta yaşamını yitirdi. İKP’nin 9 Mart basın açıklamasında dendiği gibi, İsrail devleti Filistin halkı üzerinde artık bir soykırım uyguluyor. İsrail savunma bakanı yardımcısı Vilnai, Filistinlileri, “Böyle devam ederlerse başlarına bir şoah gelecek, çünkü biz savunmak için tüm gücümüzü kullanacağız,” sözleriyle tehdit etti. Şoah, Nazilerin İkinci Dünya Savaşında gerçekleştirdiği Yahudi soykırımını anlatan kelime: İşte İsrail devletinin Filistinlilere layık gördüğü akıbet. Sistematik katliamlarla İsrail sürekli Hamas’ı provoke ediyor, Gazze’ye saldırmak için bahaneler yaratıyor. Şubat, İsrail – Hamas çatışması açısından görece sakin bir aydı. İsrail halkının üçte ikisi Hamas’la görüşme yapılmasını savunmaya başlamış, Sderot belediye başkanı Moyal, Hamas’la görüşülmesini istemişti. Tam bu dönemde İsrail, 5 Hamas militanını Gazze Şeridi’nde

İsrail’in ambargosu yüzünden Gazzeliler araçlarında tüp kullanıyor.

ABD güdümlü yeni Irak ordusunun kendi halkına karşı giriştiği ilk operasyon tam bir fiyasko oldu.

öldürdü. Hamas İsrail’e Kassam roketleriyle karşılık verdi: Bu İsrail’in beklediği bahaneydi; İsrail Gazze’ye 5 günlük bir operasyon gerçekleştirip yukarıda bahsedilen katliamı yaptı. Başbakan Olmert, Gazzelilerin “normal hayatlar” sürmelerine izin verilemeyeceğini, İçişleri Bakanı Sheetrit de, İsrail ordusunun her saldırıda “Gazze’de bir mahalleyi yıkması gerektiğini” söylüyor. Böylece İsrail ordusu Gazzelileri (Batı Şeria’da yaptığı gibi) daha küçük bölgelere sıkıştıracak ve göç etmeye zorlayacak.

İsrail’in açık hapishaneleri İsrail için Batı Şeria’daki Filistin halkının direnişiyle başetmek Gazze’dekinden daha kolay artık. Çünkü İsrail, Filistin Özerk Yönetimi’nin de desteğiyle Batı Şeria’yı, başgardiyanı Mahmud Abbas olan ve birbirinden kopuk koğuşlardan oluşan dev bir hapishaneye çeviriyor. Bildiğimiz gibi, Mahmud Abbas başkanlığındaki El Fetih hükümeti doğrudan ABD ve İsrail’le işbirliği yapıyor. Filistin Özerk Yönetimi, İsrail ve ABD’nin denetlediği, Filistinlileri kontrol altında tutan bir polis gücü gibi işliyor. Ocak 2006’da yapılan Filistin seçimlerinde, Hamas, El Fetih’e karşı ezici bir zafer kazanmış ve Yasama Meclisi’ndeki sandalyelerin yüzde 56’sını almıştı. Seçim yenilgisinden sonra ABD ve İsrail, Mahmud Abbas’ı Hamas’a karşı silahlı darbe örgütlemeye itti. ABD, El Fetih’in Gazze’deki adamı Muhammed Dahlan’ı Hamas’a karşı darbe örgütlemek için silahlandırmaya başladı. Sadece Aralık 2006’daki bir teslimatta, 4 Mısır kamyonu, İsrail askeri kontrolünden geçip El Fetih güçlerine, 2 bin Mısır yapımı makineli tüfek ve 20 bin şarjör getirdi. Mayıs 2007’de, ABD ve Mısır kuvvetlerince eğitilmiş 500 El Fetih askeri, yeni silahlar ve kurşun geçirmez yeleklerle Gazze’ye geldi. Demokratik biçimde iktidara gelmiş olan Hamas, El Fetih kuvvetlerinin bu açık darbe hazırlığı karşısında, Haziran 2007’de Gazze’de bir karşı darbeyle iktidarı ele aldı ve El Fetih’i böl-

geden kovdu; elbette El Fetih’in yeni silahlarına da el koyarak. Böylece de, İsrail Gazze halkını topyekün terörist ilan etti; ağır bir ambargo ve kuşatma dayattığı bölgeye hava ve karadan sürekli askeri operasyon düzenliyor.

TSK’nın Irak macerası Türk Ordusu da ABD güdümünde benzer bir operasyona girişti ve ciddi bir başarısızlık yaşadı. 21 Şubat’ta başlayan operasyonun hedefi PKK’yi tasfiye etmekten çok, Kürt Özerk Yönetimi hükümetinin gözünü korkutmaktı. ABD’nin ancak kısa bir operasyona izin vereceğini ilan etmesi, harekatın Kandil Dağı’na yerine Zap bölgesine yönelmesi de bunu gösterdi. Operasyonun bölgede verdiği hasarın artması, özellikle çeşitli köprü ve yolların tahrip edilmesi ve çok sayıda sivilin yaralanmasından sonra, Irak hükümetinin, Türkiye’yi Irak’ın egemenliğini ihlalle suçlayarak derhal bölgeden çekilmeye çağırması, Kürt Parlamentosu’nun TSK üslerinin kapatılması kararı alması, paralelinde ABD’nin de Gates ve Bush düzeyinde, operasyonun bir an önce tamamlanması yollu çağrılarıyla beraber, TSK muhtemelen sadece Zap Kampı’nı almaya odaklandı ve bunu kısa sürede gerçekleştiremeyeceğini görünce, geri çekilme kararı aldı. Geri çekilmede, Gül ve Erdoğan’ın yaşadığı şaşkınlık, Büyükanıt’ın önceden, operasyon kararlılıkla sürmektedir, dediği 27 Şubat günü için sonradan, o gün çoktan geri çekilme başlamıştı demesi de, TSK nezdinde ciddi bir kontrol kaybı yaşandığı yorumlarını doğurdu. Operasyon sonucu, Irak Parlamentosu, Kuzey Irak’taki Türk üslerinin kapatılmasını gündemine aldı; Irak halkı net bir biçimde TSK’yı Irak’ta istemediğini göstermiş oldu. Sonuç olarak, bölgedeki üç ABD güdümlü devletin operasyonları hiçbir sorunu çözmediği gibi, sadece halkların öfkelerini artırdı. Arap, Acem, Türk ve Kürt Ortadoğu halklarının kurtuluşu emperyalizme karşı mücadaleden geçiyor.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.