ik35

Page 1

ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet!

İSCİ KARDESLİĞİ . . . Sayı 35 • Ekim - Kasım 2008 • 1 YTL

İşçi Kardeşliği Partisi merkezi gazetesidir

mazluma dini, milliyeti sorulmaz!

oldu

mu sana Gemicik

KARA PARTİ!

Kapitalizmin krizi şiddetleniyor

Muhabirimiz iktisatçı Ahmet Tonak ile görüştü.

7. sayfada

Liman işçileri sendikalaşma kavgasında Ambarlı’da Arser’de çalışan 406 liman işçisi sendikalaştı ve yetki mücadelesi veriyor.

12. sayfada

“Emeğin Avrupası” yalanı buraya kadar

Laval, Viking, Rüffert davalarında ATAD’ın işçi düşmanı kararlarını Avrupa Komisyonu’na soran delegasyon olumlu bir yanıt alamadı. 8 ve 9. sayfada

AKP Boğazına Kadar Yolsuzluk Batağında İKP Merkez Yürütme Kurulu

A

KP kendinden önceki hükümetlerin yolsuzluklarını anlatarak, hortumları keseceğini, yoksulluğa son vereceğini, adaleti sağlayacağını anlatarak işçilerin, emekçilerin yoksul halkın önemli bir kesiminin oylarını alarak iktidara geldi. AK olduğu iddiası ile iktidara kolayca gelen AKP’nin gerçekte ne ölçüde KARA olduğu ise şimdilerde daha iyi anlaşıldı. Evet hortumları kestiler ama rant akışını daha büyük borulara bağlayıp kendi ailelerinin ve yandaşlarının midelerine bağladılar. devamı 2. sayfada


GÜNCEL

Emperyalizmin oyunlarına karşı Türk - Kürt kardeşliğini savunmak için Kurucu Meclis

kapaktan devam

“Müslümanlık” ambalajında soygun düzeni Aslında başta şimdiki başbakan T. Erdoğan ve Cumhurbaşkanı A. Gül olmak üzere birçok AKP kurucusu hakkındaki yolsuzluk dosyaları raftaydı ama o zaman bunları ortaya tam olarak koymak büyük patronların basınının işine gelmiyordu. Milletvekilliği dokunulmazlığına da bürünerek şimdi kavga içine girdikleri medyanın da büyük desteği ile kolayca iktidara geldiler. Büyük patronların sesi olan medya AKP’ yi tam destekledi. Çünkü işçilere, emekçilere ve yoksul halka “acı reçeteyi “ ancak AKP sayesinde içirebileceklerini biliyorlardı. Çünkü halk AKP’ yi kendini yoksulluk ve yolsuzluk hastalığından kurtaracak “hekim” olarak görüyordu. Onlar da dini inançları ve müslümanlığı da kullanarak buralara kadar geldiler. Büyük patronlar AKP’ye tam destsk verdiler, çünkü çalıştırdıkları işçilerin çok büyük bir bölümü seçimlerde AKP’ye oy vermişti. AKP’yi destekledikleri için büyük patron yanlısı politikalara bu işçiler karşı çıkmakta zorlandılar. Şurası bir gerçek ki, AKP’nin hükümette olması işçilerin hak arama mücadelelerini zayıflattı. Çünkü AKP’ye oy veren işçiler böyle bir mücadeleye atılırlarsa “kendi” hükümetlerinin karşısında olacaklarını sandılar. Oy verdikleri hükümetin kendi hükümetleri değil de büyük patronların hükümeti olduğunu şimdi şimdi anlamaya başlıyorlar. Aynı durum uluslararası meselelerde, özellikle Ortadoğu meselesinde de kendini belli etti: Filistinlilerin İsrail zulmüne karşı mücadelesine AKP hükümette olduğu için radikal islamcı çevreler bile sırt çevirdi. Gerçekten de AKP hükümette olmasaydı her cuma namazları sonrası siyonist İsrail devleti lanetlenirdi. Ne oldu bu protestolara? AKP

hükümeti İsrail devletiyle anlaşmaları genişlettikçe islami çevreler Filistinlileri unutmaya başladılar. İşte bu da AKP hükümetinin ABD emperyalizmine ve siyonist İsrail devletine sunduğu bir hizmetti. Son zamanlarda ise değişen bir şeyler oldu. AKP aynı AKP ama onu destekleyen sermaye çevreleri arasında çıkar kavgası başladı. AKP’nin kendine yakın sermaye çevrelerine pastadan bir miktar pay ayırması, çeşitli yollarla belli kesimleri kayırması rahatsızlık yarattı. Zaten özelleştirmeler, yeni iş yasası, sağlık ve sosyal güvenlik konularındaki köklü değişikliklerle acı ilaçların çoğu halka içirilmişti. Şimdi rahatlıkla çıkar kavgasına girebilirlerdi. Ve bu kavga içinde AKP’nin gerçek yüzü daha iyi açığa çıkmaya başladı.

Yeni zenginler “sınıfı” nasıl oluşturuldu? AKP’lilerin bulaştığı yolsuzlukların gerçek boyutunu anlamak çok zor. Ancak bu son 5 yılda ortaya çıkan yeni zenginler “sınıfı”ndan tahmin edilebilir. AKP yi destekleyen halk yoksulluk, işsizlik batağında iken güya müslüman görünümlü bu zengin “sınıf” kendinden önceki zenginler gibi lüks ve ihtişam içinde. Nasıl zengin olunduğunun bazı örneklerini ise şöyle anlatabiliriz; • İstanbul Belediye Başkanı adayı olduğu zaman verdiği mal beyanında sınırlı bir mala sahip olduğu görülen başbakan T.Erdoğan’ nın Rahmi Koç’ un deyimiyle Milyar dolarlık servete sahip olması ve oğlunun mal varlıkları ortada. • Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ise oldukça ilginç bir kimse. Sahte fatura düzenlemekten mahkûm olmuş olan Unakıtan daima ailesine çalıştı. Vergi oyunları ile oğlunu mısır ve pastörize yumurta zengini yaptı. En son habere göre ise Unakıtan ailesi 600 milyon

doları geçen bir enerji işine girdi!!. • Balıkesir SEKA ve Sümerbank Özelleştirmelerinde olduğu gibi kamu malları yandaşlara adeta hibe edildi. 3 milyon 750 bin dolara satılan Sümerbank’ın arsasının sadece bir bölümü, onu satın alan şirketin ortağı olan AKP Manisa Belediye Başkanı tarafından 13 milyon 750 bin dolara satıldı. AKP hükümeti yaptığı özelleştirmeler ile İsrailli iş adamı Ofer’e e 6 ayda 755 milyon dolar birden kazandırdı. Bunu kazandıranların kendilerinin ne kazandığını ise ancak tahmin edebiliriz. • AKP’nin en önemli yolsuzluk alanlarından biri ise yerel ve merkezi ihaleler. Yerel ihale yolsuzlularının bilinen iyi bir örneği Hatay’daki Ali DİBO olayı, bizzat AKP milletvekilin itiraflarından ortaya çıktı. Ama yerel olay bunun çok üzerinde. AKP’li büyük belediyelerin yaptıkları imar değişiklikleri aslında olayın dev boyutlarını ortaya koymaktadır. Silivri ve Gaziantep’te ortaya çıkan imar değişiklikleri ile soygun yapma düzeni bunun en son örnekleridir. AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban DİŞLİ’ nin 1 Milyon dolarlık arsa arcılığı ve Gaziantep’te 3 günde elde edilen 73.5 milyon dolarlık rant bunların küçük örnekleridir. • İstanbul’da olanlar ise hep gözden kaçıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis üyesi CHP üyesi Hüseyin SAĞ, yaptığı bir açıklamada İstanbul’da sadece bir ayda 400 imar değişikliği yapıldığını, bu sayının 4 yıl içinde en az 4 bin olduğunu, arsa sahiplerinin isimlerinin gizlendiğini ve milyarlarca dolarlık rantın elde edildiğini belirtiyor. İşin ilginç yanı da bu sırada CHP’li meclis üyelerinin AKP’lilerle birlikte oy kullandığıdır. Bu fazla mesainin ve bu birliğin nasıl sağlandığını hepimiz

Yalansız Dolansız Şadi Ozansü

Memlekette Kürt düşmanlığı yapmak bölücülüktür!

S

on zamanlarda ülkemizin görece zengin batı bölgelerinin illerinde ve ilçelerinde vahşi bir Kürt düşmanlığı kışkırtılmaya başlandı. Son olarak Altınova’da gerçekleşen gelişmeler tam da bu minvalde. Dün başka ilçelerde, bugün Altınova’da, yarın başka ilçelerde, hatta belki illerde... Televizyonlara çıkan Altınovalı Türk gençlere, bugüne kadar sahalarda top, kahvelerde kağıt oynadıkları, birlikte askere gittikleri Kürt arkadaşlarıyla bundan böyle nasıl bir arada duracakları sorulduğunda, “katiyen birlikte olamayız, artık biz birbirimize düşmanız, onların buralardan çekip gitmelerini istiyoruz!” cevabını işitiyoruz. Kürt arkadaşlarından ve kardeşlerinden bu derece nefret eden Türk gençlerine böyle konuşmadan önce bir an için başlarını iki ellerinin arasına alıp kendi kendi-

2 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

Altınova’da tezgahlanan oyun ülkemizi uçuruma sürüklüyor

lerine şu soruları sormalarını isterim: 1. Bu Kürt aileler kendi doğup büyüdükleri topraklarını terk edip bu topraklara çok seve seve mi geldiler yoksa aynı bizim “Almancı” ailelerimizin yaptıkları gibi gözü yaşlı ama ekmek parası kazanmak için mi memleketlerini terk ettiler? 2. Almanya’nın ya da Avrupa’nın ırkçıları bizim oralarda çalışan vatandaşlarımıza, aynı bizim şimdi Kürtlere söylediğimiz gibi “Türkler Defolun!” demiyorlar mı? Yoksa biz de mi Alman dazlakları gibi oluyoruz? 3. Bu gibi durumlar eski Yugoslavya’nın bütün halklarını birbirine düşman edip o canım ülkeyi paramparça etmedi mi? Yoksa biz de aynı oyuna mı geliyoruz?

4. Meseleye sadece Altınova ve benzeri yerlerden bakmayıp memleket çapında baktığımızda, en kirli ve pis işlerin ve en ucuza en zor çalışma koşullarının Kürt işçilere mi yaptırıyoruz acaba? Çukurova’da pamuğu, Ege’de pamuğu ve tütünü yoksul Kürt köylülerine mi toplatıyoruz dersiniz? Büyük şehirlerin temizlik işlerini, Ege’nin ve Akdeniz’in çok yıldızlı otellerinin pis işlerini acaba taşeron Kürt işçi gençlere yaptırdığımız doğru mu? 5. Acaba bu koşullar altında çalışmak zorunda kalarak ve gene de lehçeleri farklı olduğu için “kıro” diye tarafımızdan aşağılanan Kürt işçilerin ve gençlerin mafyanın kucağına düşmesine yoksa biz mi sebep oluyoruz?

tahmin edebiliriz. • Tabii burada bir de Deniz Feneri olayından söz etmeden geçemeyiz. Daha önce İslam adına sığınan bazı holdinglerin insanlardan para toplayıp sonra da hepsini yuttuklarını biliyoruz. Deniz Feneri olayı ise daha da beteri. İnsanlara yardım yapacağız diye para toplayıp sonra bunları kendi şirketlerine aktaran veya bu paralarla kendi adlarına şirketler kurup köşeyi dönenler hala ortalıkta dolaşıyor. Dolaşırlar çünkü AKP iktidarı ile ilişkileri de açık olarak ortada. Şüphesiz bütün bunların sonucunda ortaya gerçek anlamda yeni bir büyük patronlar sınıfı çıkmıyor. 2008 yılında Türkiye gibi bir ülkede yeni bir patron sınıfı yaratmak mümkün değil. Ama türedi zenginler yaratmak mümkün, işte AKP bunu yapıyor.

Patronlar bize yutturacak “yeni” ve/veya “temiz” bir partiyi hep bulurlar Burada yazabildiklerimiz basına yansıyanların ancak küçük bir kısmı ama biliyoruz ki basına yansıyanlar da gerçekte olanların çok çok az bir kısmı. AKP’nin kendinden önceki patron partilerinden esasta bir farkı yok. AKP’ yi patronlar için çok cazip kılan şey kapitalist soygun düzenini “Müslümanlık” ambalajına sarıp halkı kolayca kandırma gücüne sahip olmasıydı. Kapitalist soygun düzeninin sahipleri, her zaman yıpranan bir patron partisinin yerine yenisini koyarak bu soygun düzenini devam ettirirler. Her zaman farklı bir partiyi “temiz” olarak bizlerin önüne sürerler. Sorun bizlerin yani işçilerin, emekçilerin yoksul halkın bütün patron kesimlerinden bağımsız bir siyasal güç oluşturup oluşturamayacağımızda düğümlüdür. İşte bütün bu ve benzeri sorulara iyice düşünüp doğru cevaplar vermek zorundasınız Türk gençleri! Cevaplarınız her şeye rağmen, “öyleyse öyle, ne yapalım, ben bildiğimi okurum!” şeklinde olursa unutmayın ki varmış olduğunuz nokta çok tehlikeli bir bölücülüktür. Eğer böyle düşünürseniz bu memleketin bölünüp parçalanmasına hizmet ediyorsunuz demektir. Emperyalizme hizmet ediyorsunuz demektir. Oysa esas olan bu milleti meydana getiren Türk ve Kürtlerin kardeşliğinin tesisidir. Bunun için de hep birlikte, emperyalizmden bağımsız, yani Washington’dan ve Brüksel’den yönetilmeyen egemen bir kurucu meclis için mücadele etmeniz gerekir. Ancak her partinin eşit propaganda imkanlarına sahip olarak yürütecekleri kampanyalarla ve barajsız bir seçim sistemiyle böyle bir meclis meydana getirilebilir. Türkiye insanlarının aç ve sefil olmadan haysiyetli bir biçimde iş güç sahibi olacakları ve tabii kardeşlik içinde geleceklerini güvence altında hissedecekleri bir memleket ancak böyle inşa edilebilir.


GÜNCEL

YÖK’ü ele geçiren AKP, üniversitelerde saldırı programını tüm hızıyla uygulamaya geçirdi

Üniversiteler siyaset yapmıyor, üniversiteler üzerinde siyaset yapılıyor Rektör atamaları Abdullah Gül’ün resmi gazeteye yaptığı açıklamayla tamamlandı. Bu seneki atamalar usulüne göre olmadı. Gül kendi istediği kişileri atadı. Birçok tepki imzası gerçekleşti, demokrasi zedelendi.

R

ektörlüğe aday olanlar ilgili öğretim görevlilerince oylama sonucu sıralanır. Sıralamadan sonra sonuçlar YÖK’e sunulur. Daha sonra YÖK’e sunulan liste isteğe bağlı bir şekilde düzeltilerek cumhurbaşkanına sunulur ve son adım olarak da cumhurbaşkanı usulen imza atar. Gözüktüğü gibi cumhurbaşkanının fonksiyonu bu süreçte sadece biçimseldir. Üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasını öngören anayasa değişikliğinin TBMM’de görüşülmesinden önce bir grup öğretim üyesi “üniversitelerde özgürlük” bildirisini internette imzaya açmıştı. Gül’ün atadığı 23 rektör arasındaki 16’sı bu bildiriyi imzalamıştı. Gül elindeki biçimsel yetkiyi, ideolojik silaha dönüştürdü. AKP’ye yakın isimleri rektör olarak atadı

İstanbul Teknik Üniversitesi rektörlük seçimlerinde de en yüksek oyu alan mevcut rektör Prof. Dr. Hüseyin Faruk Karadoğan değil Prof. Muhammed Şahin atandı. Bunun sonucunda İTÜ’de 11’i profesör 12 öğretim üyesi görevlerinden istifa ettiğini açıkladı. TÜSİAD, tartışma yaratan rektör atamalarıyla ilgili olarak “Yükseköğretim sistemi yeniden yapılandırılarak eğitim, siyasetin müdahale alanı olmaktan çıkarılmalıdır” dedi. Ne kadar samimi bir yorum... Son dönemde Doğan-Erdoğan tartışmasıyla da belirginleşen AKP-TÜSİAD anlaşmazlığı olmasaydı böyle bir yorum gelir miydi?

Üniversitelerde çatlak var! Gemi su alıyor! Tüm bu demokrasi dışı hareketlerin

THY irtifa kaybediyor: Çağrı merkezleri taşeronlaşıyor!

T

ürk Hava Yolları hizmetlerini birer birer taşerona devrediyor, işçilerini işten çıkartıyor, tüm bunlar THY’deki örgütlü emeğin zayıflamasına neden oluyor. Hava-İş, Haziran ayında THY Yönetimi’nin 22 ildeki satış ofisini kapatırken, buralardaki THY Teknik A.Ş. personelini de geri çekeceğini açıklamıştı. Şimdi de Hava-İş, THY bünyesindeki çağrı merkezlerinin taşerona devriyle 550 çalışanın işine son verilmesi karşısında mücadele ediyor. Bünyesinde yaklaşık 550 kişinin çalıştığı, 2006 yılında en iyi çağrı merkezi ödülü alan THY çağrı merkezi kapatılıyor. Bu işler ASSİSST A.Ş. ve VODATECH firmalarına devredilecek. İki firmanın da acente sertifikası yok. ASSİSST A.Ş. 2008 yılına kadar dekoratif aydınlatma işleriyle uğraşıyordu. Firmanın genel müdürü eski AKP İstanbul İl Başkan Yardımcısı. İşinde deneyimi olmayan bu firmaya ihalenin verilmesiyle AKP arasındaki bağlantı araştırılıyor. THY’nin deneyimli çağrı merkezi çalışanları, işlerin taşerona devriyle ya işlerinden olacak ya da çok daha ucuza ve kötü koşullarda çalışmak zorunda kalacaklar. İşlerin taşerona devriyle Hava-İş’te örgütlü güçlü bir emekçi kesimin örgütlü gücü de kesintiye uğrayacak. Bu duruma tepki gösteren çalışanlar, THY yönetimince alınan karara karşı meşru haklarını kullanma ve işlerini korumak amacıyla, çağrı merkezinde özverileri askıya aldıklarını açıkladılar. Bu nedenle çağrı merkezi hizmetlerinde problemler yaşanmaya başladı. Bunun sonrasında THY yönetimi yangından mal kaçırır gibi teknik ekipmanları taşımaya başladı. Hava-İş, THY çalışanlarına destek için çağrı merkezinin günde 5 kez aranması talebinde bulundu. 27 Eylül–8 Ekim tarihleri arasında çağrı merkezi arandı ve şu sözler söylendi: “Halktan biri olarak, THY Yönetimi’nden çağrı merkezinin kapatılmamasını ve işçilerin işsiz bırakılmaması talep ediyorum.”

dışında en az onlar kadar geleceğimizi tehdit eden bir konu da yeni açılan üniversiteler ve arttırılan kontenjanlar. Siyasilerin “her ile üniversite” sloganı tabela üniversitelerine dönmüş durumda. Son iki yılda 41 üniversite kuruldu. Kurulan bu üniversitelerin alt yapı sorunları için en az 10 milyar dolar gerekiyor. Önümüzdeki 3 yıl boyunca yeni üniversiteler için 1,5 milyar dolarlık ilave yatırım gerekiyor. Mali yönü bir yana 30 bin öğretim üyesi eksikliği var. Ama öğretim üyesi yetiştirme konusunda büyük eksiklikler var. Akademisyenler işçileşiyor. Evet, akademisyenlerin aldıkları ücret hayatlarını ancak geçindirecek düzeyde. Nerede kaldı, bilimsel gelişme… Üniversiteler konusunda olumlu siyaset üretilmiyor. Üniversiteler ancak kısa vadeli popülist politikaların nesnesi. Seçim dönemlerinde üniversitelerdeki afları nasıl yorumlamalı başka? Üniversiteler üzerinde siyaset yapıladursun, üniversitelerin gerçek sahipleri öğrenciler ve çalışanların siyaset yapmasının önünde birçok engel var. Eğitim ve bilim emekçileri sendikaları üzerinde baskı var; öğrenciler patronların karşısında bir söz mü söyledi hemen sesleri kesilmeye çalışılıyor. Artık AKP’nin sözde demokrasi amigoluğunun ardından tezahürat yapan tribünler boşalmaya başlamalı. Üniversiteler de gösteriyor ki AKP’nin takımında demokrasi yok!

AKP demokrat değil, piyasacı ve muhafazakârdır! AKP’nin üniversitelere müdahalesini anlamamız için söze 12 Eylül darbe rejimi altında 1981’de YÖK’ün kurulmasıyla başlayan üniversite sistemindeki dönüşümle başlamak gerekmekte. Darbe sonrasında üniversiteler siyasi iktidarın işlevi açısından ikiye ayrıldı: Seçkin üniversiteler piyasaya nitelikli işgücünü sağlamak, sistem ideologlarını yetiştirmek amacıyla diğerlerinden ayrıştırıldı. Kitle üniversitelerine ise toplumu otoriter, milliyetçi, Kemalist ideolojik sosyalizasyonla disipline edilmesi işlevi biçildi. AKP’nin muhafazakâr ve piyasacı iktidarıyla YÖK karşısında dikilir gibi göründü. Emek hareketinin zayıflamasıyla toplumun muhafazakârlığa ve piyasacılığa teslimiyeti artmıştı. Artık üniversiteleri kendi geri dinamikleriyle gerileştirmek mümkün olduğundan YÖK gibi merkezi bir kuruma ihtiyaç kalmamıştı. Bu libe-

raller tarafından AKP’nin “demokrasi açılımlarından” biri olarak görülmüştü. Oysa AKP her muhafazakâr hareketin ve her kapitalist gücün olduğu gibi ihtiyacı olduğunda merkezi kurumlara ihtiyaç duyuyordu. Tıpkı patronların sıkıştıklarında orduya ihtiyaç duymaları gibi… Abdullah Gül’ün ve AKP iktidarın üniversitelere otoriter, sözde demokrasi kurallarını bile hiçe sayan müdahaleleri bu açıdan görülebilir. Seçkin üniversitelerini kontrol et ki patronlara nitelikli işçi üret! Kitle üniversitelerini kontrol et ki patronların düzenine boyun eğen nesiller yetiştir! Bu müdahalelerle: • Artık üniversiteler şirketleşmeye gönül rahatlığıyla devam edebilir. • Artık eğitim bir mal gibi alınıp satılmaya rahatlıkla devam edebilir. • Artık bilimsel bilgi bir mal gibi alınıp satılmaya rahatlıkla devam edebilir. Yani, • Artık şirket-üniversiteler arazilerini iktidarın rahatlıkla haydutlarına peşkeş çekebilir. Özel şirketlerle bir şirket gibi anlaşmalar yapabilir. • Artık bir hak olan eğitim yalnız para babalarının evlatlarına hizmet götürme ihtirasını beslemeye devam edebilir. • Artık toplum için bilim üreten üniversiteler sadece patronların ceplerine yarayan bilgi üretmeye devam edebilir.

Emekçilerin mücadelesi Özgür Üniversite mücadelesidir Ne zaman emekçiler bu ülkede güçlü olursa işte o zaman üniversiteler daha özgür olur. Çünkü patronlar üniversiteleri istedikleri gibi kullanamazlar. Emekçilerin gücü üniversitelerdeki öğrenci hareketlerini besler. Emekçilerin gücü üniversitelerdeki emekçilerin çalıştıkları üniversiteleri savunmasını sağlar. Eğitim hak olur. Üniversiteler toplum için bilgi üretir. Üniversiteler patronların yönettiği şirket olmaktan çıkar, emekçilerin yönettiği özgür bilimin yuvası olur. Öğrenciler, üniversite çalışanları! Bu toplumu üretip, toplumun dışına itilenler... Özgür, demokratik, halk üniversiteleri için de İşçi mücadelesine! İşçi Kardeşliği Partisi’ne! İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

3


POLİTİKA

İşçi sınıfının birliği ve bağımsızlığı temelinde bir siyasi partiye ihtiyacımız var

Bizim Taraf Zeki Kılıçaslan

“Çatı Partisi Tartışmaları” ya da mücadele hangi zeminde birleşebilir? Siyasetin sol tarafında birleşme tartışmaları hızlanmış durumda. CHPDSP dışındaki bazı sosyal demokrat ve sosyalist sol akımların birlik tartışma ve arayışlarında bugün gündemde olan proje “Çatı Partisi” olarak adlandırılıyor. “Çatı Partisi” arayışında olanlar genelde DTP ile temsil edilen Kürt Hareketinin, Pir Sultan Abdal Derneği ve benzeri örgütlerle temsil edilen Alevi hareketinin ve emekçi hareketin birliğinin gerektiğini söylüyorlar. Çatı Partisi içinde emekçilerin temsilinin ise EMEP, ÖDP, SDP ve başka sosyalist parti ve gruplar ile olacağını varsayıyorlar. “Çatı Partisi” projesinin toplumsal muhalefetin bir araya getirilmesi ve Kürt, Türk, Sünni, Alevi gibi farklı kimliklerdeki insanlarımızın birlikte barış içinde yaşama arayışını yansıtması açısından iyi niyeti ortadadır. Ama iyi niyet yeterli midir?

“Sol” ve emekçiler Bu proje toplumsal muhalefetin geliştirilmesi ve birleştirilmesi açısından başlıca iki temel soruna sahiptir. Birincisi Sosyalist parti ve gruplarla işçi sınıfı ve emekçiler arasındaki ilişki ve temsil sorunu, diğeri ise etnik/ulusal ve dini/mezhebi temeldeki siyasetler ile sınıf mücadelesi yani emek/sermaye temelindeki mücadelenin hangi zeminde birleştirileceği sorunudur. Türkiye’ de bugün ne yazık ki anlamlı büyüklükte bir siyasal sınıf/emek hareketi yok. Türkiye’de halk kitleri açısından gerek sol deyince akla ilk gelen CHP, gerekse sosyalist sol siyasallaşmış kitlesel bir sınıf mücadelesinin ürünü olarak ortaya çıkmadı. Egemen sınıfların “sol” partisi olan CHP, daha çok batılılaşma ve laiklik arayışının kültürel temsilcisi olarak kalırken sosyalist sol gençlik-aydın temelinde sınırlı Marksist ideolojik/ politik bir gruplaşmanın ötesine geçemedi. Bugün Türkiye’de yönetimi en sol olan işçi sendikalarının tabanındaki üyelerin bile yaklaşık yüzde 90’ı sağa oy vermektedir. Türkiye’de sol diye adlandırılan partiler esas olarak kentli aydın orta sınıftan oy alırken, işçiler ve yoksul halk katmanları çok önemli ölçüde sağa oy vermektedir. CHP ve diğer sola oy veren az sayıdaki işçi ve yoksul kitlenin büyük kısmını ise Alevilerin oluşturduğu bilinmektedir. Tarihsel nedenlerden dolayı yoksul halk kitlelerinin önemli bir kesiminde “sol”, dindar olmamak/dine karşı olmakla veya alevi olmakla özdeşleştirilmektedir.

4 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

Bağımsız sınıf siyaseti esas olmalıdır Burada soru şudur; “sol” akımlar bu projede “Kürtler” ve Aleviler” ile biraraya gelirken yukarıda söz ettiğim sorunu aşabilecekler mi ya da bu proje asıl ihtiyaç duyulan kitlesel bir emek siyasetinin gelişmesinin önünü açabilecek midir? Bu soruların cevabının olumsuz olduğu açıktır. Bir sınıf/emek siyaseti şüphesiz ki sadece emek sorunu değil ülkedeki her tür soruna dair politikalara, çözüm önerilerine sahip olacaktır. Ama açıktır ki bir sınıf/emek siyaseti ancak bağımsız olursa yani siyasal kimliğini esas olarak sınıf mücadelesi üzerinden kurabilirse işçiler için birleştirici olabilir. Bu durum kitlesel bir sınıf siyaseti geleneğinin olmadığı, siyasal kimliklerin kültür/din/mezhep/yaşam biçimleri temelinde oluştuğu/oluşturulduğu Türkiye söz konusu olunca daha da belirgindir. Asıl sorun her inançtan ve kimlikten emekçinin, bu kimliklerin özgürlüğünü savunurken, toplumsal hak ve talepler temelinde, sınıf çıkarları temelinde siyasal olarak taraflılaştırılmasıdır. Yani esasında kültürel temelli bir “sol” davranış ve algının yerini sosyal-sınıfsal bir siyasal davranış ve algının alması, bir anlamıyla “sol”un yeniden inşa edilmesidir.

Kürtler, Aleviler ve sınıf mücadelesi Burada yanlış olan şey Kürt ve Alevi kimlikleri temelinde siyasal taleplerin öne sürülmesi değildir. Bu talepler meşrudur ve demokratik zeminlerde savunulmalıdır. Burada sorun olan şey ortak bir siyaset inşa edilecekse bunun hangi zeminde birleşeceğidir. Eğer ortak zemin demokrasi talebidir deniyorsa bütün kamuoyu yoklamalarının gösterdiği gibi bugün yoksul kitlelerin siyasal algısında yukarıda söz edilen anlamda bir “demokrasi” sorunu yok. Zaten en azından lafta “ben demokrasiyi savunmuyorum” diyen parti de yok! Dolayısıyla “demokrasi” talebi bugün emekçi kitleleri siyasal alanda yeniden taraflılaştıracak yakıcılıkta bir anlam taşımıyor. Sadece “Emekten yana olacak”, “yoksulları koruyacak” demek de yetmez. Ortaya çıkacak birlik zemini kendisini doğrudan işçilerin, emekçilerin, yoksul halkın siyaseti olarak tanımlamalıdır. Yani her şeyden önce net bir sınıf pozisyonu almalıdır. Fakat burada kastettiğim şey politik birlik için belirli bir ideolojik/felsefi çerçevenin dayatıldığı değil bağımsız, demokratik çoğulcu karakterli bir sınıf/emek kitle siyasallaşmasıdır. Çünkü ancak bu yolla siyasal yelpazemizdeki mevcut kültürel temelli “sağ-sol” algılayışını değiştirip siyasal kimlikleri emek/sermaye, zengin/yoksul temelinde yeniden kuran bir süreci başlatabiliriz. Bu birlik doğal olarak emeğin hak ve iktidarı ile bütün demokratik hak ve özgürlük talep-

Başsağlığı Eskişehir İl Başkanımız Hasan Yılmaz’ın kardeşi Karayolları işçisi Cengiz Yılmaz vefat etmiştir. Ailesi ve yakınlarına başsağlığı dileriz. İşçi Kardeşliği Partisi lerini de savunacaktır. Fakat burada bahsettiğim şey “Kürt hareketi”, “Alevi hareketi” ve “emekçi hareketi”nin biraraya gelmesi değil önüne Kürt sorunu, Alevi sorunu ve diğer demokratik sorunların çözümünü koyan bir kitlesel sınıf/emek siyasetidir. Bu durumda muhtemelen sadece Kürt hareketinde değil Alevi hareketinde de, “sol” hareket içinde de sınıfsal ayrışma gündeme gelebilecektir. Ama zaten bu kaçınılmaz olandır. Şu bir gerçektir ki, Kürt hareketini, Alevi hareketini ve mevcut “sol” hareketi sınıfsal zeminde bölmeyen bir hareketin Türk ve Sünni işçilerle, emekçilerle birleşmesi mümkün değildir. “Çatı Partisi” esas ortak konumunu demokrasi mücadelesi ve “sol”un birliği olarak tanımlamaya devam ederse kimlik temelinde demokrasi mücadelesi yürüten “Kürt hareketi” ve “Alevi hareketi”, geniş emekçi kitlelerle değil olsa olsa “demokrasi” mücadelesinde bazı sosyalist gruplarla yan yana gelebilir. Şüphesiz ki bunun da değeri vardır. Bu tür ittifaklar, seçim işbirlikleri daha önce de olduğu gibi mümkündür ve kısmi başarılar da kazanabilir. Ama bu asıl amaçlanana, yani egemen anti demokratik, şoven sermaye siyasetlerinin tabanındaki işçi/emekçi kitleleri oradan çekip alma mücadelesine, ne ölçüde katkıda bulunur? Eğer Kürt sorunu bir Türk sorunu ise ve yine Alevi sorunu aslında bir Sünni sorunu ise, yani sorun toplumumuzun esas gövdesini oluşturan Türk ve Sünni işçi, emekçi kitlelerin siyasal bilinç ve tutumları ile ilişkili ise çözüme de bunu gören ve merkeze alan bir yerden yaklaşılmalıdır.

İşçi Kardeşliği Sayı: 35 • Ekim-Kasım 2008

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: İşçi Kardeşliği Partisi adına Engin Bodur

Yönetim Yeri: İKP Genel Merkezi Öncebeci Mh. İncesu Cd. Doğan Apt. 7/B Çankaya/Ankara Tel: (312) 369 65 49

İnternet: http://www.ikp.org.tr http://www.iscikardesligi.org iletisim@iscikardesligi.org

Hesap No: PTT Posta Çeki: 1051319 Akbank: 462 0000908-4

Baskı: Selin Ofset Güven Sanayi Sitesi B Blok No:345 Topkapı/İstanbul • Tel: (212) 577 63 48

Ankara

İKP İrtibat

Genel Merkez: Öncebeci Mh. İncesu Cd. Doğan Apt. 7/B Çankaya/Ankara Tel: (312) 369 65 49

İstanbul İl Merkezi: Aksaray Guraba Hüseyinağa Mh. Kakmacı Sk. Blok: 10 Daire: 14 Fatih/ İstanbul (Aksaray Metro karşısı) Tel: (212) 635 88 52 Faks: (212) 635 88 90 Anadolu Yakası: Rasimpaşa Mh. Nüzhet Efen­di Sk. No: 36/5 Kadıköy/İstan­bul Tel/ Faks: (216) 330 95 67 Bağcılar: Mustafa Durdağ Tel: (536) 212 10 48 Bahçelievler: Yunus Köroğlu Tel: (534) 672 00 00 Bayrampaşa: Salih Aşkın Tel: (534) 366 54 69 Esenler: Hüseyin Yüksel Tel: (535) 787 10 75 Küçükçekmece: Tel: (535) 484 96 68

Osman

Zorba

Gaziosmanpaşa: Salih Paşa Caddesi, Adalı Han, No: 5, Kat: 5, Bereç Yolu, Gaziosmanpaşa/İstanbul Tel: (532) 724 03 79, İsmail İşcan (546) 557 50 50 Sarıyer: Yaşar Avcı (533) 443 90 43 Zeytinburnu: Murat Ünal (532) 642 08 85

Antalya Hasan San Tel: (532) 363 13 49

Balıkesir İl ve Merkez İlçe Mrk.:Karaoğlan Mh. Çarşı Sk. No: 7 (Paşa Camii karşısı) Balıkesir

Bursa Fuat Gündüz Tel: (534) 527 27 08

Edirne Tel: (535) 762 18 43 • (538) 728 08 97

Eskişehir İl Merkezi: Cumhuriye Mh. Porsuk Bulvarı, Dilem Sk. Çağlayan İş Merkezi, Kat 5, No: 47/d Tel: (222) 233 55 46

Gaziantep Mustafa Yanılmaz Tel: (536) 812 83 04

Lüleburgaz / Kırklareli Mustafa Çebi Tel: (537) 230 89 70

Malatya Nazire Sarıkaya Tel: (536) 517 27 15

Mersin İ. Halil Çakırlı Tel: (537) 431 51 46

Çorlu / Tekirdağ Saffet Bilgi Tel: (535) 943 08 13

Yalova Enver Karagünli Tel: (505) 424 35 77

İnternet E-posta: iletisim@ikp.org.tr İnternet: www.ikp.org.tr


SENDİKALARIMIZ

Hükümeti İş Kanunu, Sendikalar Kanunu ve Grev ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nu uygulamaya çağırıyoruz

Örgütlenme Önündeki Engeller Yerinde Duruyor

İşçi Kardeşliği çeşitli alışveriş merkezlerinde yıllardır örgütlenme mücadelesi içinde olan Türk-İş’e bağlı Koop-İş Sendikası’nın İstanbul Şube Başkanı Aziz Hacısalihoğlu ile görüştü.

“Praktiker’de örgütlenene kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.”

Koop-İş Sendikası olarak büyük alışveriş merkezlerinde örgütlenme yürütüyorsunuz. Örgütlenmenizin önündeki engellerden bahsedebilir misiniz? Sendikaya üye olmanın işten atılmaya neden olamayacağının yasalaştığı günleri hatırlıyorum. Sebepsiz iş akdi feshinin olamayacağı, işten çıkarmanın haklılığının işveren tarafından ispat edilecek olduğu bir ortam sağlanmıştı. Bu ortamda işçi ile sendikalar arasında ciddi bir ilişki olmuştu. Ancak örgütlenmeye başladığımızda işveren çok rahatlıkla işten atabiliyor. Örneğin Praktiker örgütlenmenmesine başladığımızda İstanbul’da sadece üç mağaza vardı. İşveren her üç mağazadan da ikişer arkadaşımızı işten attı. Bu süreçte iş kanunun kuralları işletilmiş miydi? Hayır. Biz de hukuk sürecini başlattık. Ancak 1,5 yıl sonra davayı biz kazandık ama örgütlenmede işten atılan işçilerin olmasının yarattığı bir sorun yaşadık. Örgütlenmenin önündeki engelleri kaldırdık diye getirilen yasayı küçümsemiyorum ama engelleri kaldırmıyor. İşçilerin tedirgin olması için yeterli nedenler var. Yüzde 50 artı 1 çoğunluk işletme düzeyinde isteniyor. Oysa biz bunun yerine işyeri düzeyinde yetki almak ve işyeri sözleşmesi yapmak istiyoruz. Yeni çıkacak sendikalar yasasında böylesi bir değişiklik var dediler ama olmadı.

Bakanlığa başvuruyorsunuz. Yüzde 50 artı 1 çoğunluğu kanıtlayabilmek için işverenden kayıtları isteniyor. Biz bunun işverenden istenmesine karşıyız. Zaten bunların kayıtları var. Bu yolla işveren sendikadan haberdar olmuş oluyor ve örgütlenme süreci zorlaşıyor. Diyelim ki bunu da aştınız. İşverenin altı işgünü içinde itiraz hakkı var. Hayır, bu işyeri bu işkolunda değil ya da çoğunluk sağlanmadı diyebilir. Ne derse desin dava başlıyor ve en az 1 sene sürüyor. Yetkiyi alamadınız, sözleşme yapamadınız; 1,5 seneden önce biten dava yok, işçiye ne diyeceksiniz? Bunları da başardınız, yetkiyi de aldınız. Masaya oturacaksınız. İşveren, ben sizi tanımıyorum, masaya oturmuyorum diyebiliyor. Arabuluculuk tayini istiyorsunuz. Bu süreçte işçi halen örgütlü ise grev oylamasına gittiniz. O süreçte işçi işten atılmış ya da sendikadan istifa etmiş de olabiliyor, çünkü hiçbir taahhüdünüzü gerçekleştiremiyorsunuz. İşveren de bu arada ikale sözleşmesi (karşılıklı anlaşmayla fesih) yapıp kıdem ve ihbar tazminatlarını verip işçiyi işten ayırmış olabiliyor. Bu süreçten bıkan işçiler bu ikale sözleşmesini imzalayıp işten ayrılıyor ve siz yüzde 50 artı 1’in de altına düşüp grev oylaması yapıyorsunuz. Ne yazık ki keşke grev oylamasında Hayır çıksa da yüksek hakeme gidilse diyorsunuz. Bütün bu

süreci yaşayan bir işyerini düşünün. Sendikal faaliyetleri nedeniyle işten atılanların işe iadeleri 4 ayda sonuçlanmalı ama işveren sendikal tazminatını ödeyip işçiyi yine işten atıyor. Tazminat ödeyip işten atma hakkının işverenden alınması ve işe iadenin sağlanması gerekiyor. Bunu sağlarsak hedeflediğimiz yüzde 50 artı 1 yerine yüzde 70 artı 1 oluruz. İşverenin çoğunluk tespiti sürecinde işçiyi kaçırmayız. Böylece işvereni pazarlık sürecine katabiliriz. Bazen toplu sözleşme imzalanmış olmasına rağmen uygulanmaması gibi bir engelle de karşılaşıyoruz. Mesela bu süreci anlatan küçük bir işyeri örneği var. Sultanbeyli Sosyal Yardımlaşma Vakfı’nda mütevelliye yapısı şöyle: Vakıf başkanı Kaymakam ve vakıf yönetiminde ilçe yönetiminde söz sahibi olan kişiler var. Vakıf çalışanları bizim sendikaya üye oluyorlar. Burada örgütlendik, çoğunluk sorunu da yaşamadık ama Kaymakam masaya oturmadı, tanıdığı işçileri de sendikadan istifaya zorladı. İki üyemiz kaldı ve grev oylaması yaptık. İstifa edenlere de oy kullandırıp greve hayır dedirttik ve yüksek hakeme başvurduk ve yetkiyi aldık. Sultanbeyli Kaymakam’ı işveren olarak masaya oturmuyorsa, işten atmakla tehdit ediyorsa örgütlenmenin önündeki engeli söylemekte zorlanmayız. Praktiker’deki örgütlenme süreci beş yıldır devam ediyor. Örgütlemeye başladığımızda yedi mağazası ve bir genel müdürlük vardı. Sendikaya üye olduğu için işten atılan arkadaşlar oldu. Tümünün işe iade davalarını kazandık. Mahkeme, işvereni kıdem ve ihbar tazminatının yanı sıra sendikal tazminat ödemeye de mahkum etti. Buna rağmen işveren tazminatları ödedi ama kimseyi işe geri almadı. Bundan çekinen işçiler olduğundan örgütlenme duraklatıldı. İşe iade için genel müdürlük önünde protesto yaptık. İkinci örgütlenme dalgasını başlatmış olduk. Bu sefer de işveren; Kartal, Ümraniye ve Güneşli mağazalarında dörder kişiyi işten attı. Bunların da işe iade davaları açıldı ve kitlesel olarak protesto edildi.

örgütlenmenize katkıları oluyor mu? Tam bu süreçte UNI (Uluslararası Sendika Ağı) ile temasa geçerek UNI’ye bağlı Ver.di Sendikası (Birleşik Hizmet Sendikası, Almanya) ile ilişkiye girdik. Ver.di Sendikası Almanya’da Praktikerler’de örgütlü. Ver.di Sendikası temsilcileriyle birlikte destek amaçlı mağazaları gezdik. Bu, işçilerde güven yarattı. Tam yüzde 50 artı 1’e yaklaştığımız dönemde Bayrampaşa ve Ankara’da birer mağaza açıldı. Praktiker, Türkiye’de zarar ediyoruz, kayıplarımız var, primleri keseceğiz vs. derken mağaza sayısını artırıyor. İşçilere bunu da anlatıyoruz. Sendika üyesi olduğu anlaşılan işçileri çağırıp baskı kuruyorlar. Son zamanlarda hiçbir gerekçe göstermeden ziraat mühendisi bir arkadaş Konya’ya sürüldü. Üstelik bu arkadaşın mühendislik sıfatını kullanarak satış yapabiliyorlar. Konya’ya tayin edilişi, tamamen sendikal nedenlerden. Bazı arkadaşlar ise tayine rağmen gitmemiş ve işten atılmış. Bunları da kitlesel basın açıklamasıyla duyurduk. Ver.di Sendikası’nın Türkiye’ye gelip mağazaları gezmesini Koop-İş’e verdiği ciddi bir destek olarak görüyoruz. Alman işveren ile yapılan görüşmede Koop-İş’in yanında olduklarını, gerekirse Almanya’da da üretimden gelen güçlerini kullanacaklarını ilettiler. Türkiye’deki işverenden gelen her türlü baskının raporu isteniyor bizlerden. Bu görüşme sonucunda Praktiker Genel Müdürü sendikamızı ziyaret etti. Sosyal diyalog başlatılması için Genel Merkezimizle görüşme yaptılar ve bir süre işyerlerinde sendikal nedenlerle baskı uygulanmadı. Ancak idari yapıda ve insan kaynakları departmanında yapılan değişiklikle bu sosyal diyalog bozuldu. Son zamanlarda işçilerin naklinden dolayı yaptığımız basın açıklamasından sonra tekrar görüşme bilgisi geldi. Praktiker Holding’in CEO’su Michael Arnold, Genel Başkanımıza bu konuları konuşmak üzere teklifte bulundu. Özellikle Praktiker noktasında, İstanbul olarak bir şey demek gerekirse Ümraniye, Kartal, Güneşli, Bayrampaşa mağazaları ve Genel Müdürlük’te faaliyetler sürdürülüyor. Sadece İstanbul’da 350 çalışan mevcut. Örgütlenme sürecinde Faruk Üstün’ün de katkısıyla İstanbul’da yüzde 50’nin üstündeyiz ama Praktiker örgütlenene kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Sendikaya ilk üyeliğin 2003 yılında olduğunu ve o zamandan beridir toplu sözleşme yapamayan, hizmet veremeyen bir sendikaya halen üye olmaya devam eden işçilerin olduğunu düşünürsek bu mücadeleyi onlar için vermek ve sonuçlandırmak zorundayız. Bunu başardığımızda grevli, toplu sözleşmeli günleri de göreceğimizden hiç şüphem yok. Teşekkür ederim.

TCK 118 uygulansın!

İşkolunuzdaki işyerlerinin pek çoğu uluslararası sermayeye ait. Bu anlamda uluslararası sendikal mücadelenin

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

5


SENDİKALARIMIZ

Mesele işçi haklarını korumaya gelince sıvışan hükümet istemiyoruz

Kötü gidişe dur demek için Emek bloğu Muhabirimiz Kristal-İş’teki kongre sürecinin ardından sendika Genel Sekreteri Münür Dinler ile görüştü. Kongre sürecinden ve önümüzdeki dönem sendikal çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Biz bu kongre sürecinde, özellikle 2004 yılındaki kongreden bu yana geçen süreyi birlik ve bütünlük içinde geçirdik. Genel başkanımızla bu dönem bir ekip olarak girdik bu kongreye. Kongreler, sendikaların bir nevi kendilerini sorguladıkları, eksikliklerinin, yanlışlarının ortaya konulduğu bir süreçtir. Bizim kongremizde de bunların hepsi konuşuldu, tartışıldı. Genelde iyi bir atmosferde geçti kongre. İki arkadaşımız aramıza yeni geldi. Diğer 3 arkadaş eski dönemde de vardı. Ana hatlarıyla bu şekilde geçti. Genel başkanımızın dışında her arkadaşımızın karşısına da aday çıktı. Bugün de kendi aramızda oturup tartıştığımız konuların başında örgütlenme geliyor. En büyük sıkıntımız. Bu dönem bununla ilgili daha ciddi bir çalışma içerisine gireceğiz. Ancak örgütlenme giderlerini karşılamak için bir düzenleme yapmak zorunda kaldık. Genel kurulda, günlük 6 saat olan sendika aidatının 7,5 saate çekilmesine karar verildi.

Tüzük maddemiz gereğince bazı şubelerimizi temsilciliğe çevirdik. Sendikal örgütlenmenin önündeki Bu şubeleri tamamen kapatmadık engellerden kısaca bahsettiniz. çünkü bu arkadaşlarımız örgütAKP’ nin geçirmeye çalıştığı yeni lenme faaliyetlerine devam anayasa, hali hazırdaki işçi sınıfı edecekler. Bunun içinde haklarını da yok etmeye çalışıBilecik, Eskişehir, Küyor. Tıpkı Avrupa ülkelerinde tahya, Uşak, Afyon gibi olduğu gibi. Getirilmeye illerde ciddi manada çalışılan yeni anayasa hakbizim işkolumuza giren kında ne düşünüyorsunuz? işyerleri var. Eskişehir bölBu getirilmeye çalışılan ge temsilciliği bu havza için yasalar Avrupa’dan bize getirilbir fizibilite çalışması yapacak. Bu meye çalışıyor. Değiştirilmesini istedikayın sonunda yaptığı çalışma- “Avrupa’nın bize dayattığı anayasayı doğru bulmuyorum. Bir tepki konulması leri Anayasa da dışarıdan getirilen lar neticesinde de biz merkez gerekirse de bu tepkinin içinde olurum.” bir anayasadır. Avrupa’da da kendi yönetimi ile bir araya gelecehalkı için getirilmedi bu anayasaİkinci olarak da bu dönem genç işçi ğiz ve orada ilk adımı atmış lar. Kendi ülke gerçeklerimiz, varoluş sayımız arttı. Sendikal bilinci vermek olacağız. Bunun dışında diğer bölgenedenlerimiz göz önünde bulundurarak amacıyla eğitime de ağırlık vereceğiz. lerde bizim diyalog ve işbirliği içinde bizi yönetebilecek, herkesi olmasa bile Özellikle bölgesel ve toplu eğitimler olduğumuz bazı işyerleri var. Bunlarla toplumun çok büyük bir çoğunluğunu olacak. Bunlar üzerine yoğunlaştık. görüşmelerimizi sürdürüyoruz. ÖrgütOnun dışında, Şişe Cam’ın dışında orta kapsayacak bir Anayasa olması lazım. lenmemiz, büyümemiz lazım. Ancak Bu konuda özellikle İşçi Kardeşliği ölçekli işyerlerinde bu dönem toplu Türkiye’de örgütlenme çok kolay değil. sözleşme dönemimiz. Onların çalışma- Partisi’nin düşüncesine katılıyorum. Başbakanın “Git örgütlen” dediği gibi larına başladık. Bu seneki hedeflerimiz Bu ülkenin dinamikleri var, sende olmuyor. Örgütlendiğiniz yerde bunlar. Daha örgütlü ve daha bilinçli bir dikaları var. Tabana hitap edebilecek işten atılmalar kaçınılmaz olabiliyor. üye yapısı hedefliyoruz. Aynı zamanda bir anayasanın hazırlanması lazım. İşverenler yasal boşlukları iyi değerdaha çok üyeye ulaşmaya çalışıyoruz. Avrupa’nın bize dayattığı anayasayı doğlendiriyorlar. İşletmeyi kapatıp başka ru bulmuyorum. Bir tepki konulması Yalnız bu örgütlülük ve sendikal bir yere taşıması söz konusu oluyor. gerekirse de bu tepkinin içinde olurum. Bütün bunlara rağmen örgütlenmeliyiz. bilinç, sadece Kristal İş’le olacak şey

TCK 118 Uygulansın Aziz Çelik

Yörsan Gıda’da, Marmara Birlik’te Tek Gıda-İş, Desa Deri Sanayi’de Deri-İş, Arkas Holding’te Liman-İş, Menderes Tekstil’de Teksif, E-Kart’ta Basın-İş, Sabah-ATV’de TGS, Ünilever ve Bursa Ulaşım’da Tümtis, Niğde Ditaş’ta Birleşik Metal-İş, Esen Plastik’te Petrol-İş, İstanbul Üniversitesi’nde Belediye-İş Bu listeyi daha da uzatmak mümkün. Yukarıdaki listede yer alan işyerlerinde çalışan işçilerin ortak bir özelliği var: Anayasal haklarını kullanarak listede yer alan sendikalara üye oldukları için işten atıldılar, tehdit edildiler, sendikalaşmaları engellendi... Dava açtılar, bir bölümün davası sonuçlandı ve sendikal nedenle işten atıldıkları kesinleşti. Bir bölümünün davası devam ediyor. Haftalardır, aylardır direniyor,

6 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

değil. Kendi üyelerinin ve toplumun örgütlenmesi, bilinçlendirilmesi için konfederasyonların birlikte mücadele etmesi gerekir. Aralarındaki kavgayı bırakıp ortak hareket etmesi gerekiyor. 1 Ekim’de yasa yürürlüğe girdi ve hiçbir kesimde ses yok. Bu durumun önüne geçmeliyiz.

işyerlerinin önünde bekliyorlar... Yarın bu listeye yeni işçiler, yeni işyerleri ve yeni sendikalar eklenecek... Türkiye’de sendikalaşan işçiye karşı orman kanunları uygulanıyor. Nerede bir sendikalaşma girişimi yaşansa, nerede işçiler sendikaya üye olsa işverenler ve vekilleri kırmızı görmüş boğa gibi saldırıyor işçilerin üzerine. Önce “nasihat” ile sendikadan istifaya zorluyorlar, sonra azar ve tehdit. Buna rağmen istifa etmeyeni ise kapının önüne koyuyorlar. Kısaca “nush ile uslanmayanı etmeli tekrir, tekrir ile uslanmayanın hakkı kötektir” deyişine uygun davranıyor işverenler. Sendikaya üye olmak Anayasal hak. 4857 sayılı İş Yasası ve 2821 Sayılı Sendikalar Yasası işçilerin sendika üyeliği nedeniyle işten çıkarılamayacağını hükme bağlıyor. Peki işverenler bu kurallara rağmen ne diyor: “Parasıyla değil mi? Sendikalaşan işçiyi atarım, bedeli kaç paraysa öderim.” İş Yasası’nda yer alan göstermelik iş güvencesinin yaptırımı 12 aylık sendikal tazminattan ibaret.

Bastır parayı, engelle sendikalaşma hakkını, çiğne Anayasayı! İşte bu yüzden sendikalaşan işçi fabrika kapısında bekliyor, mahkeme kapısında bekliyor. İşsiz ve mağdur olarak. Oysa sendikalaşma hakkının engellenmesi sadece iş hukukunun meselesi değil. Sendikalaşma hakkının çiğnenmesi ceza hukukuna göre de suç. Türk Ceza Kanunu’nun “Hürriyete Karşı Suçlar” bölümünde “Sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi” başlıklı 118. maddede şu hükümler yer alıyor: (1) Bir kimseye karşı bir sendikaya üye olmaya veya olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmaya veya katılmamaya, sendikadan veya sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlamak amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir sendikanın faaliyetlerinin engellenmesi hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Yukarıdaki işyerlerinde ve başka

yüzlerce işyerinde işverenler ve vekilleri işçileri tehdit etti, hukuka aykırı davranarak sendikal nedenle işten attı. Binlerce işçinin hukuka aykırı bir fiil olan sendikal nedenle işten çıkarmayla mağdur olduğu kanıtlandı. Maddede yazıldığı gibi sendikaların faaliyetlerinin engellendiği ortaya çıktı. TCK 118 işverenler tarafından delik deşik edildi, ediliyor. Peki TCK 118’in uygulanması için daha ne bekleniyor? Neden sendikaların, işçilerin TCK 118’in uygulanması için yaptıkları suç duyuruları işleme konmuyor? Yargı neden her gün bir yenisi yaşanan sendikalı işçi kıyımı konusunda suskun? Sendika hakkı ve özgürlüğüne karşı işlenen hukuka aykırı fiiller TCK 118’e göre cezalandırılmalıdır. “Parayı bastırıp” sendikalı işçiyi işten atanlar TCK 118’i çiğnemekten hapse atılmalıdır. TCK 118’ı uygulayan savcı ve yargıçlar da çıkacak kuşkusuz. İşte o zaman seyredin gümbürtüyü... 25 Eylül 2008’de BirGün’de yayımlanmıştır.


TOPLUM

Patron hükümetlerinin devletleştirme önlemleri özel mülkiyet rejimini korumayı amaçlıyor Büyük üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet rejimine son!

Kapitalizmin krizi şiddetleniyor Petrol ve emlak spekülasyonunun tetiklediği krizi Bilgi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Tonak ile konuştuk. Bu iktisadi krizin nedeninin emlak piyasası olduğu söyleniyor, siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Emlak piyasasındaki şişmiş balonun sönmesi tabii bir rol oynadı, ama krizin asli nedeni olarak bunu görmek bence yanlış. Bu konuyu doğru değerlendirebilmek için, medyada yer almayan, öte yandan Marx’tan bu yana özellikle radikal iktisatçılar arasında kabul gören çok önemli olan bir ayrımdan söz etmek gerekiyor. Bu ayrım da, reel ekonominin kriz dinamikleriyle, yani üretim kertesinin çelişkilerinin kriz yaratma potansiyelleriyle, krizi tetikleyen gelişmeler, olaylar arasındaki ayrımdır. Emlak piyasasındaki balonun patlaması, bence krizi tetikleyen bir gelişmedir. Başka dönemlerde başka gelişmelerin de başlatabileceği kapitalizmin yapısal bir krizi ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Reel ekonomide yaşanan dinamikler 1970’lerden bu yana şöyle bir öze sahipti: giderek üretken faaliyetlerde sermaye yatırdığının karşılığı olarak daha az para kazanır hale gelmeye başlamıştı; yani kâr hadleri dediğimiz sermayenin kârlılığı giderek azalıyordu. Dolayısıyla reel sektördeki kârlılık düşüşüne alternatif olarak finans sektörünün şişirilmesi, bu alanda yeni spekülatif araçların yaratılması gündeme gelmişti. Bu işi devlet üstlendi ve bu sektörün kuralları alabildiğine gevşetildi. Gölge bankacılık denilen, banka olmayan bankaların borç, kredi spekülatörleri olarak ortaya çıkmaları, serpilmeleri sağlandı. Dolayısıyla daha önce üretken faaliyetlerdeki kârlılıkla yetinen, şimdi ise o kârlılığın azalması ile yeni imkanlar arayan yatırımcılar giderek daha büyük kârların gerçekleştiği finansal sektöre kaydılar. ABD’de 1970’lerde ekonominin yüzde 4’ü civarında olan finansal sektör 2000’lere geldiğimizde, ekonominin yaklaşık yüzde 8’ine tekabül etmekteydi. Yani sermaye artık finansal sektörü tercih eder olmaya başlamıştı. Gerçi ABD’de Clinton döneminde nispeten kesintisiz bir büyüme yaşandı ama, hiçbir zaman 70’lerin başındaki

kârlılık seviyesine erişilemedi. Dolayısıyla, finans sektörünün göreli büyümesini ve onun parçası olarak emlak balonunun şişmesini böylesi bir kâr azalmasının doğurduğu, yeni spekülatif karlılık alanlarının yaratılması olarak değerlendiriyorum. İşte bu anlamda, emlak sektöründeki balonun patlaması, bence krizi tetikleyen görünürdeki neden, ama esas neden değil. Bu krizin ne kadar yaygınlaşabilir, Türkiye’ye etkileri ne olabilir? Bu kriz bence ABD’de başlamakla kalmadı, neredeyse tüm gelişmiş kapitalist ülkelere yayıldı. O kadar ki, bu “Türkiye’deki banka mevduat hesaplarından ülkelerin devletleri yaklaşık 7 milyar dolar piyasalara bildiğimiz yok olmuş, tamamen araçlarla, malum buharlaşmıştır. yollardan müdahaBence Türk parasının le etmenin ötesine konvertibilitesine ilişkin geçerek, en büyük radikal önlemler almanın finansal şirketlezamanı gelmiştir. Kaldı ri devletleştirmek ki, ayrıca kısa süreli zorunda kaldılar. spekülatif para akışlarını Dolayısıyla şimdi vergilendirmek de gündeme gelmelidir ve yaşadıklarımızı bir bu yoldan devlete yeni devlet müdahalesi, kaynaklar yaratılarak Keynesçi politikalara birçok gerekli toplumsal geri dönüş şeklinde yatırım finanse edilebilir.” nitelemek bence doğru değil; yaşadıklarımız nitelikleri bakımından çok daha radikal ve aşağı yukarı bize 25-30 yıldır söylenen “piyasa her şeye muktedirdir, her şeyi kendi başına çözer” söyleminin reddi gibi. Doğrudan şirketlerin, bankaların devletleştirilmesi şeklinde bir süreç başladı ve bu süreç İzlanda’dan Avustralya’ya kadar son derece yaygın bir nitelik arz ediyor. Türkiye de bu krizden etkilenmeye başlamıştır. Önce yabancı bankalara duyulan tedirginlikle başlayan etkilenme, şimdilerde durdurulması zor bir sıcak para kaçışına ve kur yükselmesine yol açmış durumda. Ayrıca sanayi sektöründe de üretimde Eylül ayından başlayarak ciddi düşüşler gözlemlenmekte. İlk ağızda, sermaye kendini yeniden organize etmek adına işten çıkarmalar, diğer maliyeti düşürme yöntemleriyle idare edecektir. Ama daha sonra, özellikle finans ve bankacılık sektöründe ciddi panikler yaşanabilir. İnsanların bankalardan paralarını kurtarmak için can havliyle bankalara saldırmaları bence ihtimal dahilinde. Hükümetlerin aldığı devletleştirme önlemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin çözüm önerileriniz nelerdir? Bu gelişmeler sosyalistlere itibar kazandırmıştır. Yaşananlar ideolojik kazanımdır. Çünkü sermaye ve yandaşları, kendi tükürdüklerini yalamak zorunda kaldılar. Devletin küçülmesinin,

piyasanın uzun süreli ekonomik büyümeyi sağlayacak tek mekanizma olarak sürekli lanse edilişinin, neo-liberal ekonomik politikaların bizim gibi nispeten küçük ülkelere IMF, Dünya Bankası, DTÖ aracılığıyla dayatılmasının vb. söylemlerin tamamen çökmesi anlamına geliyor. Keynesçi siyasetçilerin, en prestijli oldukları 50’lerde, 60’larda bile yapamadıkları uygulamaların gündeme gelişi, bence piyasanın sınırlarını bütün çıplaklığıyla göstermiştir. Bu da sosyalistler için önemli bir kazanımdır. Benim Türkiye için söyleyebileceğim şeylerin başında, bu neo-liberal furya içinde ta Özal’dan başlayarak alınan kararların terki var: mesela, Gümrük Birliği meselesi, Gümrük Birliği Türkiye’yi ciddi bir şekilde AB ekonomisine entegre etmekle kalmamış, aynı zamanda AB’de olan sarsıntılara Türkiye ekonomisini alabildiğine açmıştır ve net etkisi olumsuz olmuştur. Türkiye’deki üretimin rekabet gücü çok ciddi şekilde zedelenmiş ve daha önceki dönemlerle karşılaştırıldığında hem girdiler bakımından hem de ihracat imkanları açısından, ülke ekonomisi son derece bağımlı hale getirilmiştir. Bir diğer mesele Türk parasının konvertibilitesi meselesidir. Bu, istediğiniz miktarda parayı Türkiye’den çıkartabilmeyi ve istediğiniz miktarda parayı Türkiye’ye sokabilmeyi sağlamış ve bu alanda devlet kontrolü zayıflamıştır. Etkili para politikası uygulayabilmenin imkanları yok edilmiştir. Ve bu yakınlarda, sanki mazur görülebilir bir şeymiş gibi, Avrupa’daki Türkiyeli işçilerin sorgusuz sualsiz paralarını bavullara doldurup Türkiye’ye getirebilmeleri bir bakanın ağzından krize çözüm gibi önerilmiştir. Bu hem kara para aklanmasına hizmet edecek, hem de spekülatif yatırımcıların da tersini yaparak, bavullarına paraları doldurup Türkiye’den kaçmalarını teşvik edecek bir saçmalıktır. Çünkü biliyorsunuz ki, böyle para giriş serbestliği gibi şeyler tek taraflı olmaz. Zaten kaçış başlamıştır. Kaçış hızlanacaktır. Ekim’in ilk haftasında Türkiye’deki banka mevduat hesaplarından yaklaşık 7 milyar dolar yok olmuş, tamamen buharlaşmıştır. Bence Türk parasının konvertibilitesine ilişkin radikal önlemler almanın zamanı gelmiştir. Kaldı ki, ayrıca kısa süreli spekülatif para akışlarını vergilendirmek de gündeme gelmelidir ve bu yoldan devlete yeni kaynaklar yaratılarak birçok gerekli toplumsal yatırım finanse edilebilir. Ama, tabii bunları AKP’den beklemek abesle iştigal olur. Bunlar halktan yana, sol bir siyasetin hemen şimdi ortaya koyabileceği acil öneriler olarak gündeme getirilmelidir.

İşçiler ve İşçi Örgütleri Engin Bodur

Gündemi değiştiriyorlar Son zamanlarda gündemde gerçek sorunlar vardı. İşsizlik, zamlar, sömürü düzeninin önlenemeyen krizi, yağma ve yolsuzluklar. Partimizin uzun mücadelesiyle kot taşlama işçilerinin nasıl ölüm koşullarında çalıştırıldığını ve mücedelelerini anlatabildik. Yolsuzluk tartışmalarını örtmek isteyen Başbakan Recep efendi, “Şeker bayramı diyorlar buna izin vermeyiz, bu bayram ramazan bayramıdır.” buyurdu. Daha önce her sıkıştığında bir türban tartışması açar, hem gündemi değiştirir hem de yoksul inananları kandırırdı. Bu kez tutmadı öbür senaryoya geçildi. Altınoluk’ta Türk Kürt kavgası gündem oldu. Daha önce Kürt fındık işçilerine sanki başka ülkeden gelmiş gibi çalışma karnesi soran Ordu valisi haber olmadı ama bu kavga hemen örttü gerçekleri. Bu arada Erdoğan-Doğan sessizce anlaştılar. Ardından kanlı karakol baskını geldi. Gencecik çocuklarımız öldüler. Vatan, millet edebiyatı sardı ortalığı. Yıllarca vatan millet diyerek zulüm ve katliamlar yapanlar jitemciler, kontralar, ergenekoncular daha yargılanmadan yenileri sahneye oturdu. Ezdik, yok ettik, bitti, bitiyorlar, son çırpınışları lafları artık kimseyi kandırmıyor. Şehit ailelerine iyi bakın, hepsi bu ülkenin yoksulları. Yönetenlerin, zenginlerin çocukları yok aralarında. Onlar ganimet peşinde, yağma, vurgun peşinde zenginliklerini büyütmekle uğraşıyorlar. Adana’da kapkaççı tarafından öldürülen bir Arap bahane edilip Arap-Kürt kavgası çıkarılıyor. Bu oyuna izin vermeyelim. Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Laz, kökenimiz ne olursa olsun işçi-yoksul köylüler bu çürümüş, kanlı, Amerikan uşağıAvrupa köpeği hırsız, yağmacıların oyununa gelmeyelim. Bir kurucu meslis kampanyasında birleşerek herkesin eşit, özgür ve insanca yaşadığı bir ülkeyi yeniden inşa edelim. Bu uşaklarla, hırsızlarla değil gerçek kardeşlerimizle işçi sınıfının bayrağı altında birleşelim. Sömürü düzeninin pay savaşı olan krizin faturasını ödemek istemiyorsak sömürenlere ve uşaklarına karşı hep birlikte mücade etmeliyiz. Ekmeğe, suya, elektriğe, doğalgaza zam bizim için ölüm demektir. Biliyoruz ki krizi bahane edip işten atacaklar ve daha da ucuza işçi çalıştıracaklar. Dinimize, mezhebimize, kökümüze bakmadan en ucuza, daha da ucuza çalıştıracaklar. Sendikalarımızı yok edip sigortasız çalıştıracaklar. Böylesi bir zamanda ESK (Ekonomik Sosyal Konsey) içinde patronlarla birlikte açıklama yapan sendikacıları kınıyoruz. Bizim işçi düşmanlarıyla ortak sözümüz olamaz. Gün işçilerin patronlara karşı birlik ve mücadele günüdür.

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

7


Ulusüstü yasama sistemlerinin haklarımıza saldırmaya ne hakkı var?

Avusturya’da Aşırı Sağ’ın Yükselişi A

vusturya’da seçimlerin en büyük parti sürekli tartışma içindeydi. Ayrıgalibi aşırı sağ oldu. Seçim kampan- ca Sosyal Demokratlar ve Halk Partisi yasını göçmen karşıtlığı üzerine kuran koalisyonu toplum tarafından da istenHeinz-Christian Strache’ın Özgürlük miyor. Eğer bu koalisyon sağlanamazsa Partisi ve 2005’te bu partiden kopan, kurulacak koalisyonun ne olacağı merak liderliğini faşist konusu. Sosyal söylemleriyle Demokratlar tanınan Joerg aşırı sağ partiHaider’ın yaptığı lerle koalisyon Avusturya’nın yapmayacaklaGeleceği İçin rını açıkladılar. İttifak’ın toplam 2006’dan beri oyları yüzde 29 cikoalisyonda olan varında. Bu nereaşırı sağın yükdeyse Sosyal Deselişi, Avrupa mokrat Parti’nin Birliği tarafından aldığı oy kadar. kaygıyla karşıla1999 seçimlenıyor. Oluştururinde Özgürlük lacak koalisyona Partisi yüzde 27 aşırı sağın giroy almış ve Halkçı mesi bu kaygıları Parti’yle koalisyon Avusturya’nın Geleceği İçin İttifak’ın lideri Joerg Haider seçimden körükleyecektir. kurmuştu. Bu kısa bir süre sonra geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetti. Avrupa Birliği’nin Avrupa Birliği’nde diğer korkuşok yaratmıştı. 14 AB üyesi Avusturya’ya su, aşırı sağın daha da yükselmesi sosyal, ekonomik ve diplomatik yaptızira görülüyor ki aşırı sağ muhalefetrımlar uygulamıştı. Buna rağmen o zate kalınca oy oranlarını arttırıyor. manki lideri Haider istifa etmek zorunda Bu seçimlerde 16 ve 17 yaşlarındaki kalsa da Özgürlük Partisi iktidarda kalyaklaşık 200.000 seçmen sandık başına mıştı. Şimdi aşırı sağın toplam oyu 1999 gitti. Bu bir Avrupa Birliği ülkesinde seçimlerindeki oylarının da üstüne çıktı. ilk kez uygulandı. İşsizliğin giderek Aşırı sağın arttığı, Avrupa yükselişinde üç Birliği’nin buna Yüzde Sandalye faktörün önemli bir çözüm bulolduğu söylemaktan aciz olSosyal Demokratlar 29,7 58 niyor: Avrupa duğu Avrupa’da, Birliği karşıtlığı, genç seçmenHalk Partisi 25,6 50 göçmen karşıtlılerin öfkesi ğı ve iktidardaki göçmen işçilere Özgürlük Partisi 18 35 sosyal demokkanalize oluyor. ratlara ve merAvusturya’nın Avusturya 11 21 kez sağcı Halk Geleceği İçin İttifak seçimlerinin Partisi’ne duyugösterdiklerin9,8 19 lan güvensizlik. Yeşiller den biri de şu. Ülkeyi İşsizlik artarken, Diğer 5,8 İkinci Dünya sınıf kazaSavaşı’ndan beri nımları yerle Seçim Sonuçları sosyal demokbir edilirken ratlar ve Halkçı Parti yönetiyordu. Oysa Avrupa’da hayat alt sınıflar için daha da bu merkez sol ve merkez sağ partileri zorlaşıyor. Avrupa Birliği bu sorunlara 1945’ten bu yana en düşük oylarını çözüm sunacak gibi görünse de aslında aldılar. Muhtemelen bu iki parti yeniden bu sorunların yaratılmasında pay sahibi. koalisyon kuracak. Ama bu olası koaÖrgütsüzleşen toplumlarda da ekonolisyonun güçlü ve istikrarlı olması çok mik sorunlardan doğan öfke yanlış yere muhtemel değil. Son dönemde bu iki aktarılıyor ve aşırı sağa oy olarak akıyor.

Vakıf okulları millileştirilsin 8 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

Delegasyon’un Raporu 12 Eylül Cuma günü Almanya, Belçika, Danimarka, İspanya, Fransa, Macaristan, İrlanda ve İsveçli sendikacılardan oluşan uluslararası bir delegasyon Avrupa Komisyonu temsilcisi tarafından kabul edildi. İstihdam, Sosyal Meseleler ve Fırsat Eşitliğinden Sorumlu Avrupa Komiseri Vladimir Spidla adına Stéphane Ouaki Delegasyon’u kabul etti. Delegasyon, 25 Mayıs’ta toplanan Stockholm Konferansı tarafından atanmış ve Avrupa Komisyonu ile görüşmesi için görevlendirilmişti. Delegasyon, Avrupa Birliği kurumlarının nasıl olup da ülkelerde kazanılmış işçi haklarını tırpanlamaya çalıştığını Ouaki’ye sordu. Delegasyon: Gelme sebebimiz Avrupa Toplulukları Adalet Divanı’nın (ATAD) aldığı Laval, Viking ve Rüffert kararlarının iptalini istemek. Ouaki: Avrupa Komisyonu ATAD kararlarına saygı göstermek durumundadır. Hassas ve nadir rastlanan bir durumla karşı karşıyayız, kararlar her ülkede aynı şekilde karşılanmadı. Biz bu kararları iptal edemeyiz, buna yetkimiz yok. ATAD’ın görevi Antlaşmalar ile belirlenmiştir. Bunların ve direktiflerin çizdiği kuralları yorumlamakla yükümlüdür. Bu yorumlar tüm Avrupa kurumları için bağlayıcıdır. Bu nedenle Avrupa Komisyonu’nun Divan’ın kararlarını değiştirmeye yetkisi yoktur. Delegasyon: Rüffert davasında (Almanya) Polonyalı işçilerin eyalet yasasına aykırı olarak toplu sözleşme haklarından mahrum bırakıldığını inkâr mı ediyorsunuz? İşçilerin toplu sözleşmedeki ücretin yüzde 46’sına çalıştırıldığını inkâr mı ediyorsunuz? (Delegasyon bunun ILO’nun 94 sayılı sözleşmesine aykırı olduğunun da altını çizdi.) Ouaki: Evet, yüzde 46 toplu sözleşmelerdeki ücretin ancak yarısı. Ancak burada bir ücrette düşürme

İlgili ATAD kararları ve önemleri Viking / 11 Aralık 2007: Finlandiya’daki gemilerde Estonyalı mürettabat çalıştırarak Finlandiya yasalarından sıyrılmak isteyen Viking firmasının bu girişimini engelleyen Denizciler Sendikası suçlu bulundu. • İlk defa Avrupa Adalet Divanı, işçilerin sınıf savaşında kullandıkları kolektif mücadele araçlarının, Avrupa Birliği’nin belirlediği temel özgürlükler standartlarını ölçüt olarak ele alması ve hareketlerini bunlara da uygun içeriğe kavuşturması gerektiğini ortaya koymuş oldu. • İlk defa işverenler doğrudan işçi sendikalarının ve bunların konfederasyonlarının aleyhinde bunların topluluk hukukunu ihlal ettikleri gerekçesiyle, mahkemeye başvurabileceklerini kayıt altına almış oldular. Böylelikle sınıflar mücadelesinde işveren tarafı, ilk düzlemde gerçekleştireceği hukuk savaşını milli yargı yetkisinin ötesine taşıyabilme ve husumete AB kurum-

ULUSLA

“Eme yalanı

Avrupa Toplulukları Adalet D savunan işçi mücadelelerine kampanyayı önceki sayılarımız Brüksel’de Avrupa Komisyonu ile gör

ATAD aldığı kararla, Avrupa Komisyonu d tümüyle işçi sınıfının karşısında o

veya ayrımcılık sözkonusu değil. Delegasyon bu noktada ATAD kararlarının mevcut Antlaşmaların 43CE ve 49CE maddelerine ve Avrupa Direktiflerine dayandığının altını çizdi. İşte Avrupa Komisyonu’ndan alınabilen cevaplar bu kadar. Şunu soralım: İşçi sınıfı her bir ülkede sınıf mücadelesiyle kazanmış olduğu haklarından ne için vazgeçsin? Ne adına toplu sözleşmelerimizden, ücret gruplarımızdan, iş yasasındaki haklarımızdan ve sosyal koruma amaçlı yasalardan vazgeçelim? Ne diye aynı iş için normal ücretin yüzde

larını da doğrudan davet edebilme imkânına sahip olmuş oldu. • Anılan dava örneğinde ortaya çıktığı şekliyle Finlandiyalı gemi adamları, milli hukukuna göre kullanageldikleri grev haklarını, artık sermayedarın Birlik hukukundan doğan hukuki yararlarıyla karşılaştırmalı bir biçimde ortaya sürebilmek gibi, farklı bir takım kriterlere bağlı olarak uygulamaya koyabileceklerdir. Laval / 18 Aralık 2007: İsveç’te Letonyalı işçi çalıştırarak bunları toplu sözleşme dışında bırakmak isteyen Laval firmasına karşı yapılan kuşatma eylemi yasadışı ilan edildi. • Böylelikle – eski uygulamaya göre – asgari kuralları tanımlayan yönerge hükümlerini referans alan ve dolayısıyla ilgili devlete başkaca çalışma şartları düzenlemesinde bulunabilme imkânı sağlayan hukuk yorumu terk edilmiştir. • Sonuç olarak, yönergede yer alan sınırı aşan biçimde üye devlet tarafından getirilen çalışma standartları,


ARARASI

Yaşasın egemen Avrupa halklarının özgür birliği!

eğin Avrupası” ı buraya kadar

Divanı’nın (ATAD) üç davada – Laval, Viking, Rüffert – haklarını e karşı aldığı kararları ve buna karşı Avrupa çapında başlatılan zda aktarmıştık. Kampanya çerçevesinde oluşturulan Delegasyon e görüştü, ancak doyurucu bir yanıt alamadı. Aşağıda Delegasyon’un rüşme üzerine raporunu yayımlıyoruz.

da bu kararı savunarak AB kurumlarının olduğunu bir kez daha kanıtladılar.

46’sının ödenmesini kabul edelim? Sendikalarımız, örgütlerimiz ne diye ulusal çapta mücadeleyle kazanılmış hakların ulusüstü düzeyde yok edilmesi sürecine ortak olsunlar? Kendi adımıza diyoruz ki; Avrupa Birliği ve onun kurumlarının (Avrupa Komisyonu, Avrupa Adalet Divanı, Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Parlamentosu) herhangi bir ülkedeki herhangi bir kazanımı sorgulamaya hakkı yoktur. ATAD kararları ve bu kararların temelini oluşturan Avrupa Antlaşmaları (Maastricht, Amsterdam, taslak aşamasındaki Lizbon)

topluluğun serbest dolaşıma dayalı özgürlükler hukukunu ihlal eden bir mahiyet taşıyabilecektir. • Buna dayanarak ATAD, İsveç sendikalarının bir Letonya firması aleyhinde toplu sözleşme sürecinde tazyikte bulunmak için başlattığı boykot eylemlerini hukuka aykırı ilan etmiştir; zira Serbest Dolaşım Yönergesi ücret ödemeleri bakımından sadece kanundan kaynaklanan veya işkolu düzleminde yer alan asgari standartları belirlemekle yetinen bir içeriğe sahiptir. Rüffert / 3 Nisan 2008: Kamu ihalelerinin sadece eyalet çapındaki toplu sözleşmeye uyan firmalara verilebileceğini öngören Almanya’nın Aşağı Saksonya eyaletinin yasası “serbest dolaşım” ilkesine aykırı bulundu. • Hâlbuki aynı içeriğe sahip olan Berlin Eyaleti İhale Kanunu, Alman Anayasa Mahkemesi tarafından 2006 yılında sosyal devlet ilkesi gereğince anayasaya uygun olarak tespit etmişti.

karşısında işçi hareketinin her ülkede sınıf mücadelesiyle kazanılmış hakları korumak ve kaybettiklerini geri almak için mücadelesi meşrudur. • ATAD kararlarını iptal edin! • Avrupa Birliği kurumlarının hiçbir kazanımımızı sorgulamaya hakkı yoktur! • Hükümetlerimizin bu kararları yasalara geçirmeye hakkı yoktur! • Haklarımızı sorgulayan her tür ulusüstü yasamaya hayır! • Tüm hakları, kazanımları ve güvenceleri savunalım, kaybettiklerimizi geri alalım! • Sendikalarımızın, örgütlerimizin bağımsızlığını savunalım! Biz, çeşitli eğilimlerden işçi aktivistleri, Avrupa’nın Özgür Ulusları ve Halklarının Özgür Birliği’ni destekliyoruz. Herhangi bir işçi örgütüyle rekabet içinde değiliz. Ve burada ATAD kararlarının iptali için kampanyayı devam ettirme ve genişletme kararı alıyoruz. Şubat 2009’da da bu temelde tüm aktivist ve örgütlere açık bir Avrupa İşçi Konferansı düzenleyeceğiz.

Delegasyon Almanya: Paul Paternoga (SPD İşçi Komisyonu Siegburg Bölge Başkanı, IG Metall Sendikası Humboldt Wedag Fabrikası İşçi Konseyi Başkanı, Kolhn), Mirco Kischkat (SPD İşçi Komisyonu Maden İşkolu Gençler ve Çıraklar Temsilciliği Başkanı), H.W. Schuster (Ver.di sendikacısı, Düsseldorf bölgesi işçi komisyonu yönetim kurulu üyesi), Heinrich Becker (Öğretmenler Sendikası Frankfurt şubesi), Belçika: Henri-Jean Ruttiens (SETCa BHV sınai sektör yetkilisi), Philippe Larsimont (İşçi Müdafaa Hareketi koordinatörü), Danimarka: Per Sorensen (İnşaat İşçileri Sendikası Yürütme Kurulu üyesi), Eva Hallum (AB’ya Karşı Halk Hareketi), İspanya: Blas Ortega (UGT Kamu Hizmetleri Federasyonu), Fransa: Jean-Pierre Barrois (Avrupa İşçileri Bağlantı Komitesi), Dominique Vincenot (Avrupa İşçileri Bağlantı Komitesi), Christel Keiser (Bağımsız İşçi Partisi, Avrupa İşçileri Bağlantı Komitesi), Claude Viscuso (Bağımsız İşçi Partisi), Jean-Paul Barbier (Eğitim işkolu sendikacısı), Macaristan: Judit Somi (işçi aktivisti), İrlanda: Niall Irwin (Sıvacılar Sendikası OPATSI Genel Sekreteri, John Swords (Sıvacılar Sendikası OPATSI), Eamon Devoy (ICTU Yürütme Konseyi üyesi, TEEU Genel Sekreteri), Ian McDonnell (TEEU Bölge Sekreteri), İsveç: Jan-Erik Gustafsson (Üniversiteler Sivil Hizmet Sendikası Ulusal Kurul üyesi, AB’ye Hayır Hareketi Başkanı), Martin Viredius (LO’ya Bağlı Nakliye Sendikası eş başkanı), Johan Lindholm (LO’ya bağlı İnşaat İşçileri Sendikası Ulusal Kurul üyesi ve Stockholm Bölge Başkanı)

AB Lizbon’u diriltirken demokrasiyi öldürüyor Küresel mali kriz hızlanırken Avrupa Birliği’nin İrlanda halkının Lizbon Antlaşması’nı reddi ardından başlayan krizi devam ediyor

H

Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayanlar oy haklarının gasp edilmesine tepkili: “Avrupa: Oylama İstiyoruz!”

er şey 2008 sonunda bitecekti. 27 ülke Antlaşma’yı kabul edecekti ve 1 Ocak 2009 itibariyle Antlaşma kanun hükmünde geçecekti. Ancak İrlanda halkının Hayır oyu planları bozdu. Resmi olarak, 27 ülkenin 23’ü parlamentolarında gizli oyla Antlaşma’yı geçirmiş durumda. Ancak İrlanda dışında üç ülke daha duruyor. İsveç: Oylamanın bu güz yapılacağı tahmin ediliyor. Ancak ... Avrupa Adalet Divanı’nın Laval davasında verdiği karar büyük bir krize yol açtı. Avrupa kararının İsveç iş yasasını nasıl etkilediğini – yani yasadan geriye ne kaldığını – tespit etmek üzere bir hükümet komisyonu kuruldu. Komisyon yılsonundan önce raporunu sunacak. Antlaşma’nın geçirilmesi bu rapordan önce mi olacak? Çok sayıda sendika önderi referandum çağrısı yapıyor ve Sosyal Demokrat Parti’den buna karşı oy kullanmasını istiyor. Bu da Antlaşma’nın geçirilmesini engeller. Polonya ve Çek Cumhuriyeti cumhurbaşkanları ise eğer İrlanda kabul ederse Antlaşma’yı imzalayacaklarını beyan ettiler.

Eş yazar: Bakın ETUC kendisini nasıl tanıtıyor! Daniel Shapira Nicolas Sarkozy (Avrupa Birliği Dönem Başkanı) ve John Monks’un (Avrupa Sendikaları Konfederasyonu ETUC Genel Sekreteri) görüşmesi üzerine 1 Eylül Pazartesi günü ETUC Genel Sekreteri John Monks, Avru-

pa Birliği Dönem Başkanı Nicolas Sarkozy’ye bir mektup yolladı. Mektup – göreceğimiz gibi – ETUC’un yönelimini ve rolünü özetliyor. Giriş bölümünde ETUC politikasının özünü anlatıyor: “İrlanda’daki Hayır Avrupa’da telaşa yol açtı. Fransa ve Hollanda’nın ardından İrlanda halkı da sadece Lizbon Antlaşması’na değil, Avrupa’nın inşasının yürütülüş şekline de menfur bir darbe indirdi.” İrlanda halkının kitlesel Hayır oyu “menfur” mu? Sözlük bu kelimeyi nasıl tanımlıyor: “uğursuzluklarla dolu, zarar veren” ETUC’un tuttuğu taraf açık: onlar Avrupa kurumlarını ve Lizbon Antlaşması’nı savunuyorlar. Avrupa Birliği’ne yazılan mektup da onları bu krizden çıkarmak için önerilerde bulunuyor, özellikle de şu “talep”le: “ETUC bir an evvel Antlaşma’ya bir sosyal protokol eklenmesi için çağrı yapmaktadır.” Bir an evvel mi? Özü itibariyle, “ek” burada anahtar kelime: yani Antlaşma bir bütün olarak korunmalı, tüm özelleştirmelerin yürütülmesini sağlayan serbest ve katıksız rekabet ilkesi; ATAD’ın (Avrupa Toplulukları Adalet Divanı) Laval, Viking, Rüffert ve Lüksemburg kararlarını vermesini sağlayan 49. maddesi de dahil. Mektubun sonuç bölümü ise her şeyi aydınlatıyor: “ETUC sosyal ortakların sosyal politika alanında yasamadaki görev ve yetkilerini hatırlatır.” Sanki sendikaların rolü işçi karşıtı yasalar yazmakmış gibi. İşçi Haberleri, sayı 13, Fransa

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

9


POLİTİKA

AKP hükümetinin politikalarına karşı gerçek muhalefeti geliştiremeyenler darbeden medet umar halde geldi. Oysa işçilerin gözünden bakılınca; Türkiye tarihinde hiç patronlara yaramayan bir darbe oldu mu ki?

Darbe? Neden?

“Devletin askeri kurumlarına mensup kişi veya kişilerin ani olarak anayasal olmayan yollarla hükümeti devirme ve iktidarı ele geçirme amacıyla yaptıkları hareket; kısaca darbe.”

Y

ukarıda yapılan tanımın okuyucu üzerinde yeterli etkiyi bırakamadığı fikrinden yola çıkarak askeri darbeler sonrası kimi ülkelerde iktidara gelmiş liderlere kısaca bir göz atalım istiyorum: Saddam Hüseyin, Irak (1968), Muammer Kaddafi, Libya (1969), General Pinochet, Şili(1973), Kenan Evren, Türkiye (1980), Pervez Müşerref, Pakistan (1999). Sanırım şimdi askeri darbenin nasıl sonuçlara yol açabildiği hakkında bir ışık doğmuştur.

ve çatışma ortamına soktuğu –ki bu gerekçeler hiç de dayanaksız değildir ve Demokrat Parti’nin demokrasi dışı eğilimleri başka bir yazının konusudur- gerekçelerini ileri sürerek Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir grup subay, 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el koydu. 37 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi Anayasa ve TBMM’yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı; Cumhurbaş12 Mart kanı Celal Bayar, Başbakan Adnan 12 Mart 1971 tarihinde Türk SilahMenderes başta olmak üzere birçok lı Kuvvetlerinin Demokrat PartiGenelkurmay liyi tutuklattı ve Başkanı Memduh Menderes, daha Tağmaç, Kara sonra iki bakanla Kuvvetleri Komubirlikte idam ediltanı Faruk Gürler, di. Genelkurmay Hava KuvvetBaşkanı Orgeneral leri Komutanı Rüştü Erdelhun Muhsin Batur ve da tutuklananlar Deniz Kuvvetleri arasındaydı. Komutanı Celal Milli Birlik Eyiceoğlu’nun Komitesi ülke yöimzasıyla Cumnetimini üstlendi. hurbaşkanı Cevdet 3. Ordu Komutanı Sunay’a bir muhtıOrgeneral Ragıp ra vererek hüküGümüşpala’nın, metinin istifaya eğer darbenin zorlandığı askeri lideri kendisinmüdahaledir. Bu den daha kıdemli müdahale; Türki12 Mart muhtırasıyla başlayan süreç Deniz Gezmiş, değilse Ordusuyla ye Cumhuriyeti 27 Mayıs Cuntası Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamına kadar gitti Ankara’ya yürütarihinde meydana yüp isyancıları Askeri darbeler; sistemi kökten Askeri darbe, muhtıra, postgelen dördüncü; başarılı olmuş ikinci yakalayacağını söylemesi üzerine bir değişime tabi tutmadığı gibi geniş modern darbe, balans ayarı, ve emir-komuta zinciri içerisinde darbeden haberi olmayan Emekli halk kitleleri tarafından da gerçeke- muhtıra, sivil darbe, anayayapılmış ilk askeri darbe eylemidir. Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birleştirilmez, bu yönüyle de devrimden sal darbe, yargı darbesi… Darbenin gerekçesi ise ülkenin lik Komitesi’nin başına getirildi. ayrılır. Bu şekliyle 20. yy’da azgelişDarbe terminolojisiyle ilgili içinde bulunduğu kavga ortamıdır. Bu darbenin daha sonraki yıllarda miş ya da gelişmekte olan ülkelerde kelime dağarcığımızı kontrol etAncak 1961 darbesinin getirdiği meydana gelen askeri darbelerden –sıklıkla Latin Amerika ve Orta tikten sonra, Türkiye’nin darbeyle bireysel özgürlükler çerçevesinde farkı, Türk Silahlı Kuvvetleri emir Doğu’da- yönetimin değiştirilmesi imtihanlarına bir göz atalım, iyi gerçekleştirilen kitlesel eylemler komuta zinciri içinde yapılmamış ve gelişmiş emperyalist ülkelerin askeri darbe olur mu, askeri darbe işçi direnişleri ve dünyayı da etolmasıdır. “Sosyal Devlet” sözcüğüçıkarlarına hizmet edebilmesi için demokrasi getirir mi, eğer getirirse kisine almış olan 68 hareketinin nün Anayasaya ilk kez sokulması ve sıklıkla başvurulmuş demokrasi dışı nasıl geri alır? Hafızamızı tazeleetkilerini önlemek adına gerçektemel hak ve özgürlükler alanında bir harekettir. Bu halleriyle de darmek; bu soruların cevaplarını tekrar leştirildiği son derece açıktır. bu zamana kadarki en ileri hükümbeleri sadece gerçekleştirildikleri düşünmek adına faydalı olabilir. Bu müdahale de kendi içerisinde leri içermesi dolayısıyla bu rejim ülkelerin iç dinamikleri ile açıklamabazı karışık ilişkiler içermekteydi. kimi “sol” ya da “ulusalcı” çevrelerce 27 Mayıs ya çalışmak hata olacaktır. Bu yüzDarbeye giden süreç içerisinde “Dev1950 yılında iktidara gelen Demokrat desteklenmiş ve takdir görmüşden yazının devamında Türkiye’deki rim” dergisini çıkaran ve içinde 61 tür. Tabi getirdiği özgürlükler bir Parti’nin ülkeyi bir baskı rejimine askeri darbeleri hatırlatırken (gerçi darbesinin liderlerinden olan Cemal unutmak mümkün müdür?) ulusMadanoğlu’nun da bulunduğu “Milli lararası çıkar gruplarının bakışları Demokratik Devrimci” gizli askeri ve darbe karşısındaki duruşlarıcunta, 9 Mart tarihinde fiili bir darbe na da bir göz atmak gerekiyor. gerçekleştirecekti, ancak cunta içine Yukarıda belirttiğim gibi; esas sızmış Mahir Kaynak ve Mehmet konumuz Türkiye’de gerçekleşmiş Eymür gibi istihbaratçılar sayesinde olan askeri darbelere kısa bir bakış; bu girişim yenilgiye uğratıldı. Öğancak Türkiye gibi, askeri darberenci eylemlerinin liderleri Deniz nin kimi çevrelerce hep gündemde Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan tutulduğu, kimi zaman da askerin idam edildiler. Ziverbey Köşkü ilk o “kimi çevrelere” pek fırsat bırakkez bu dönemde “kullanıma” açıldı madan askeriyenin dışına taştığı ve en kötüsü ülke istikrarlı bir hale bir ülkede bu konunun üzerinden geçmek şöyle dursun 12 Mart ara kısaca geçmek pek mümkün değil. rejimi, 12 Eylül Ergenekon operasyonu ve bununla rejimine yol devamı 11. sayfada 12 Mart Cuntası

10 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

bağlantılı olarak Emekli Generallerin darbe günlüklerinin ortalığa saçılması, toplumsal muhalefetin “sıfır” noktasında olduğu, sınıf mücadelesinin can çekiştiği Türkiye’de kimseyi fazlaca şaşırtmadı. Yaptığı etki olsa olsa geniş darbe literatürümüze yeni kelimeler kazandırmış olması olabilir. Tabi bu noktada uluslararası yatırım (rant) çevrelerinin, siyasi istikrarın (yağma düzeni) zarar görmesi konusunda yaşadıkları endişeleri ihmal etmek durumundayım.

yana bu darbenin ne kadar “sol” ya da “ulusalcı” olduğu tartışmalı bir meseledir. ABD’nin Demokrat Parti Hükümeti ile imzalamış olduğu ve “iç tehditleri” de içeren Güvenlik Anlaşması’nı yürürlüğe sokmaması ve darbe karşısında NATO’nun sessiz kalması, darbecilerin “NATO ve CENTO’ya bağlı olduklarını” açıklaması akıllara bazı soru işaretleri getirmiştir. Menderes’in Moskova ziyaretinin hemen öncesinde bu darbenin gerçekleşmiş olması da dikkat çekici başka bir nokta olarak tarihe geçer. Bu müdahale askerin siyasete ilk aktif müdahalesidir; zaten bu tarihten sonra müdahalelerin ardı arkası kesilmeyecektir.


SENDİKALARIMIZ

Krizin ceremesini işçiler ve yoksul köylüler çekmesin

10. sayfadan devam açan olayların gerçekleştiği bir dönemin hazırlayıcısı olmuştur.

Türkiye’de uygulanabilmesinin yolunun bir askeri rejimden geçtiği fikri bir ekonomik neden olarak karşımıza çıkıyor. Bu ihtiyaç doğrultusunda 24 12 Eylül Ocak Kararları’yla Turgut Özal Baş12 Eylül Darbesi; mal olduğu yaşam- bakanlık Müsteşarlığı’na getirilmiş ve lar, yol açtığı toplumsal, siyasal ve IMF ile birlikte bazı ekonomik kararekonomik değişimler ve ayrıca 61 lar almış ve 12 Eylül sonrası Türkiye Anayasasının yerine koyduğu ve bazı politikasına damgasını vurmuştur. değişiklerle birlikte halen yürürlükUluslararası politikada “Soğuk te olan Anayasasıyla en vurucu ve Savaş”ın 80’li yıllarla birlikte tekrar yıpratıcı askeri sertleşmesi ve müdahaledir. İran’ın bir topDarbe; 12 Eylül lumsal devrimle 1980 günü emir Batı Blok’undan komuta zinciri uzaklaşması, içinde gerçekleşTürkiye’nin bir tirildi. Bu müsınır devleti olarak dahale ile Süleyöneminin artması, man Demirel’in NATO politikalaBaşbakan’ı olduğu rının, iç siyasetin hükümet görevden yavaşlatıcı özelalındı, Türkiye Büliğine takılmayük Millet Meclisi ması için yine bir lağvedildi, 1970 cunta yönetimisonrasında değişnin daha uygun tirilen 1961 Anaolduğu görüşü, 12 yasası tamamen Eylül’ün bir diğer rafa kaldırıldı ve sebebi olabilir. Türkiye siyasetinin Patron basını 12 Eylül darbesini işte böyle güleryüzlü 50 kişinin yeniden tasarKenan Evren resimleriyle olumlu karşıladı asıldığı, belgelenelandığı bir askeri bilen 171 kişinin dönem başladı. Bu dönem yaklaşık işkencede öldürüldüğü, sosyal ve dokuz yıl siyasal sürdü.12 hakların Eylül 1980 inanılmaz ardından boyutta partiler, kısıtlandısendikalar, ğı, Kürtdernekler lere “Dağ kapatılTürkü” dı, parti denilme liderleri cüretinin önce askegösteri üslerde rildiği, gözetim toplumun altında siyasetin tutuldu, dışına itilardından diği bu döyargılandı. nem hala Söylem etkilerini olarak 80 gösteröncesi mektedir. yaşananBöyle esprilere konu olan 2007 muhtırası ise ABD desteği olmadan hiçbir Bu noklar; Maraş, darbenin başarılı olamayacağını bir kez daha kanıtladı (Kaynak: Penguen) taya kadar Çorum Türkiye’de katliamları, her gün işlenen siyasi ciyaşanan askeri darbelerin görünayetlerde ortalama 30 kişinin ölmenen ve görünmeyen sebeplerini ve si, kısaca yaşanan iç savaş ortamı 12 sonuçlarını hatırlatmaya çalıştım. Eylül darbesinin gerekçelerini oluşHiç kuşkusuz, Türkiye siyaseti hala turmuştur. Darbenin hemen ertesi bu müdahalelerinin etkilerini yagününden itibaren bu cinayetlerin bışıyor ve yaşamaya devam edecek. çak gibi kesilmesi, akıllara mevcut orBununla bağlantılı olarak şeriatı tamın darbeye uygun hale getirilmesi en önemli düşman olarak beliriçin yaratıldığı izlenimini doğurur. leyen 28 Şubat 1997 süreci ve 27 Tabi bu sebepler bir askeri darbe için Nisan 2007 e-muhtırası, ordunun zemin hazırlamış olabilirler, ancak yakın dönemdeki siyasete müdaen iyimser deyişle “mide bulandırıcı” halesi olarak kayda geçmiştir. başka sebepler ve unsurları da gözBugün yaşanan Ergenekon daden kaçırmamak gerekir. 80’li yıllarla vası ve darbe söylentileri ister birlikte batı dünyasında Teatcher ve istemez insana geçmişte yaşananReagan ile uygulanmaya başlayan ları hatırlatıyor. Askeri darbeyeni liberal ekonomi politikaları; nin nasıl bir şey olduğunu tekrar yani sosyal devletin küçültülmesi düşünün ve karar verin! ve özelleştirmenin bir proje olarak

Eskişehir Zeytinoğlu grubuna bağlı Entil ve Halpaki işyerlerinde çıkartılan işçiler işbaşı yapıyor Sendikaya üye oldukları için işten atılan 90 işçinin kararlı ve dirençli mücadesi kazanımla sonuçlandı. İşveren ve Birleşik Metal-İş sendikası arasında yapılan görüşme sonucu 90 işçinin yeniden işe alınacağı açıklandı.

B

irleşik Metal-İş Şube Başkanı Bayram Kavak’la yaptığımız görüşmede Kavak şunları söyledi: 1967 yılından bu yana örgütlü olduğumuz ve toplu iş sözleşmesi imzaladığımız Entil’de taşeron olarak çalışan ve aynı işverene ait, Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi’nde üretime geçtiğimiz ay içinde başlayan Halpaki işyerinde çalışan işçilerin tamamı sendikamıza üye olmuş, üyeliği takip eden günlerde her iki işyerinde de
işten çıkarmalar yaşanmıştı. Atılan işçiler, işbaşı yapmak ve sendikal haklarını kazanabilmek için her iki fabrikanın önünde bekleyişlerini sürdürüyorlardı. Ülkemizde emeğe dönük saldıraların hız

kazandığı,ekonomik kriz gündeminin her türlü faturasının işçi ve emekçilere çıkarılmaya çalışıldığı bu günlerde Zeytinoğlu Grubu bünyesindeki iki işyerinde yaşanan 
sorunların bu şekilde çözüme kavuşturulması önemlidir. Gelinen sonuç işçi hakları konusunda sağduyu sahibi yaklaşımların sorunların çözümünde ne derece önemli olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Refah patronların, kriz işçilerin mi?

İşçi çıkaran işyerleri millileştirilsin H

ükümet inkara devam ederken, kriz Türkiye’yi vurdu bile. Başta otomotiv olmak üzere pek çok fabrika işçileri zorla ücretli, ücretsiz izne çıkarma, olmadı küçülme adı altında işçi atma yöntemlerine başvuruyor. Hatta bazı şirketler işçi çıkaracaklarını hemen basına duyuruyorlar ki borsalardaki hisse sahipleri memnun olsun ve hisselerini satmasınlar. Dünyada ise zaten birkaç aydır General Motors, Siemens, Toyota vb. büyük firmalar yapacakları kitlesel işten çıkarmaları, kapatacakları fabrikaları duyuruyorlar.

Soruyoruz: kriz yok, her şey güzelken, bu şirketler işçilerine refahtan pay verdiler mi? Bu refahın tek yaratıcısı olan işçi sınıfı bunun yararını görebildi mi? Yoksa aynı maaşına üç beş kuruş primle beraber mahkum mu kaldı? Diyoruz ki: madem refahın sefasını sermaye tek başına sürdü, krizin cefasını da tek başına çekmelidir. Yok eğer çekemiyor, iflas ederim diyorsa bu işi bilmiyor demektir. O zaman yapılması gereken üretim araçlarını idare edemeyen sermayenin elinden o araçları almak, işçi çıkaran işyerlerini millileştirmektir. İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

11


SENDİKALARIMIZ

Yaşasın liman işçilerinin sendikalaşma hakkı!

Ambarlı Limanı’nda direnen işçiler: Sendika işçidir. Sendika benim.

Ben olduğum sürece sendika vardır L

iman-İş Sendikası’na üye oldukları gerekçesiyle işten atılan Arser İş Makineleri Servis Ticaret AŞ işçileri 17 Temmuz’dan beri direnişlerini sürdürmeye çalışıyorlar. İş koşulları hayattan bezdiriyordu. Geceleri gündüzlerine karışmıştı. Yoğun çalışma temposu kazalara yol açıyordu. “Artık yeter!” diyerek sendikalaşmaya karar verdiler. Bir anda 406 kişi sendikaya üye oldular. İlk iş olarak çalışma standartları hızında çalışmaya başladılar. Patron sözde iş yavaşlatılıyor diye ama gerçekte sendikalaştıkları için hepsini işten attı. Adamlarına işçileri öldüresiye dövdürttü. Birçok başka baskı yaptı. İşçi arkadaşlarla sendikalaşmaya giden çetin mücadeleleri hakkında konuştuk.

hiçbir şey yapmamış olmasına rağmen patronun adamlarını dövdüler demişler. Mahkemeye verdiler. Mahkemeden çıkınca jandarma olacakları görmesine rağmen kuzuyu kurtların önüne atar gibi bizim arkadaşlara eşlik etmedi. Arkadaşlarımızı takip ediyor patronun adamları, linç durumuna getiriyorlar. Trafikte, gündüz gözüyle, şehir eşkıyası gibi her türlü işkenceyi yapıyorlar. Yaşı tutmayan çocukları da yollamışlar ki ceza indirimi olsun. Zaten taşeronu, jandarması, kaymakamlık hepsi bu işin içinde. Şirket her tarafı bağlamış. Herkes avantadan geçiniyor. Sokak ortasında arkadaşlarımızı öldüresiye dövenleri bulamıyorlar ama bizim kaldırımda toplanmamıza bile mani oluyorlar.

Neden sendikalaşmaya karar verdiniz?

Şu anda tablo karanlık mı?

Birol Tezel: İş güvenliğimiz yoktu. Liman içerisinde patron kurallara uygun çalıştırtmadığından kazalar, ölümler oluyordu. Bunlara bir son verelim, refah ve huzur içinde yaşayalım diyerek sendikalaşma işine giriştik. Diğer bir neden, işlerimizin belli bir saati olmamasıydı. Ailemizle ne zaman vakit geçireceğimizi bilemiyorduk. Bir sosyal hayatımız yoktu. Talip Kurt: Herkes robot gibi çalıştırılmaya isyan ediyordu. Bilgisayarlı sistemle kontrol vardı. Mesela lavaboya gittin, makine biraz boş kalsa geliyor soruyorlardı “nereye gittin?” diye. Birol Tezel: Bizim toplam yemek süresi yarım saat. Mesela vinçte 75 metrede çalışıyorsun. Aşağıya inmem 10 dakika, yemekhaneye gitmen de zaman alıyor... Tekrar çıkacaksın yukarı. Ne zaman dinleneceksin? Aşırı yüklenmeden sonra kazalar oluyor. 11 tane arkadaşımızı kaybettik kazalarda. Talip Kurt: Bizi başka iş kolundan göstermişler, temizlik işçisi, çaycı gibi. Aslında biz maden işinden sonra en ağır iş koluyuz. Bunu da sendikalaşma sürecinde öğrendik. Bu süreçte işkolunu değiştirdik. Patronlar özel hastane doktorlarıyla iletişimde. Bir şey oldu mu oraya yollanıyorduk. Bunlara rapor vermeyin dediklerinden rapor almak zordu. Birol Tezel: Maaşlar 1.100’le 2.100 arasındaydı. Türkiye standartlarına göre maaşımız fena değildi ama insanı robot gibi çalıştırıyorlardı. Sendikalaşmaya başladık, kısa sürede 406 üye yaptık. Yaklaşık 700 kişinin çalıştığı yerde bu devrim gibi bir şeydi. Patron da böyle bir şeyi beklemiyordu, şok oldu. Bu sürece girmeden önce nizami şekilde işimizi yavaşlattık. Bu da patronun gözüne battı. Aslında bize verilen talimatlar çerçevesinde çalışmaya başlamıştık. Ben makinede çalışırken 70 – 80 hareket yapıyordum. Avrupa standartlarına göre 25 hareket yapmam

Hasan Pervanlar: Şu anda kaybettiğimiz bir şey yok. Kazandığımız bir şey de yok aslında. Birol Tezel: Ama 406 arkadaşımız sendikalı, hiçbirisi sendikadan istifa etmemiş, 200 küsur arkadaşımız içeride çalışıyor, lehimize yani durum. Hasan Pervanlar: Yetki belgemiz de kısa bir zamanda gelecek, ümidimiz o. Bayram tatili sonrası meclis açılsın...

12 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

Herkes robot gibi çalıştırılmaya isyan ediyordu

lazım. Sonra komple limanı boşalttık. Bu patrona çok büyük darbe oldu. Avrupa’dan protesto mektupları, buradaki firmaların tepkileri... Bant sistemi çalıştığı için bir mal şirkete gelmediği zaman fabrikaları otomatikman duruyor. Bizim patronu çok sıkıştırdık yani. İşinizden biraz bahsedebilir misiniz? Birol Tezel: Avrupa’ya ithalat ve ihracat işinde çalışan muazzam bir limanda çalışıyoruz. İşimiz dışarıdan gelen konteynerleri İstanbul’a indirip, başka gemilere yükleyip diğer Avrupa limanlarına göndermek. Ama iş koşulları doğru düzgün çalışmak için müsait değil. Kendi çabalarımızla çalışmaya çalışıyorduk ama bir yere kadar. İşçi arkadaşlar genellikle nereli? Hasan Pervanlar: Çeşitli. Ben Trabzonluyum, Birol Abi İstanbullu, Talip arkadaş Erzurumlu... Bizde memleketçilik yok. İş zaten herkesin el ele çalıştığı bir iş. Ayrım yapamazsın, herkes işin bir parçasında. Bant sistemi öyle, birbirine destek olmadan çalışamazsın. Patron memleketliliği kullanmaya çalıştı mı? Talip Kurt: Müdür de bizim gibi Erzurumluydu. Bize geldi, ikna etmeye çalıştı. Ama biz devam ettik mücadeleye. Sonraki süreç nasıl gelişti? Hasan Pervanlar: Süreç içerisinde mağdur durumda olan bazı arkadaşlarımız dayanamadı. 50 kişiye kadar yakın arkadaşımız işe geri girdi. Yetki belgemizi almak için de içeride çalışan arkadaşlarımızın olması gerekiyordu. Oturduk başkanlarımızla karar verdik. Patronla arkadaşlarımızdan bazılarını işe geri alsın diye görüşelim dedik. Oradan yetkili bir arkadaş gönderdiler. İşsiz kalanların bir listesi yapıldı, onlar içinden seçmeye başladılar. İlk etapta

170 kişi aldılar, ondan sonra 10 kişi kadar aldılar. Taşeron girdi bu arada. Eğitim vermeye başladı yeni kişiler alıp, bu arada kazalar olmaya başladı, makineleri vurmalar, tırları çarpmalar... Bu iş kolay öğrenilmiyor değil mi? Birol Tezel: Ben eğitmenlik yaptığım halde 7–8 ayda tam manasıyla işi öğrendim. Bu iş 15 günde öğrenilmiyor. Ufacık bir hata ölümüne sebebiyet verebilir. Taşeron limana şirin gözükmek için kendi adamlarını yetiştirmeye çalışıyor ama kısa sürede bunu yapmaları mümkün değil. Vasıflı olduğunuz için patronu sıkıştırabildiniz... Birol Tezel: Evet. Bizi işten atınca yerimize yenisini hemen alamıyor. Zaten bazı arkadaşlar işe dönünce taşeron kendi adamlarını işten çıkarmaya başladı. İşe dönenlerden sonra bizim arkadaşlardan 170 kadar kişi açıkta kaldı. İşe dönüş davaları açtık, patronu çağırmadan devletin bize verdiği yasal hakkı kullanmak için... 24 Eylül’de başladı mahkeme ama karar vermeleri sürekli uzuyor. Büyük ihtimalle işe dönüş davalarının çoğunda olduğu gibi biz kazanacağız. Patron ne gibi baskılar uyguladı? Birol Tezel: Diğer limanlara, depolara talimatlar verdiler. Bunları işe almayın diyerek bizi mağdur duruma soktular. Onlar da adam olmadığı için sıkıştılar aslında. Kendi kurallarını çiğneyip bizden bazılarını işe almaya başladılar. 15–20 kişi diğer firmalarda işe başladı. Ama göze batanları limana sokmuyorlar, dışarıda da iş vermiyorlar. Liste vermişler, bunları almayın diye. Saldırı olayı da var... Birol Tezel: Ferhat arkadaşımız örgütlenmenin başında olduğu için onu ezmek istediler. Arkadaşlarımız

Peki, Türkiye’de işçilerin durumu nasıl sizce? Birol Tezel: Biz tek değiliz. Başka yerlerde de dünya kadar direnişte olan birçok arkadaşımız var. Hasan Pervanlar: Türkiye’de işçiler artık uyandı. Şu anda grev olmayan, problemi olmayan işyeri çok az. Peki sendikalar? Birol Tezel: Şu anda söyledikleri bir laf var. Türkiye’de sendikasız işyeri kalmayacak diyorlar. Ama lafla... Madem bunu söylüyorsun, gözünün önünde canlı örneğim, gel bana, ver benim yetkimi, ben sendikalı olarak gireyim oraya. Hasan Pervanlar: Sendikaların yetkilerinin birçoğunu ellerinden alacak, ondan sonra işyerlerini sendikalı olmaya zorlayacak. Sendikanın işçisine vereceği bir şey olmadıktan sonra ben sendikayı ne yapayım? Sendika işçidir. Sendika benim. Ben olduğum sürece sendika vardır. Sendika zaten kendi başına bir sıfırdır. Bir potansiyel olacak, bir işçi olacak ki sendika ayakta durabilsin. Sendikaya gökten para yağmıyor. Sonuçta işçinin emeğinden, yevmiyesinden kesiliyor gelir. Ne yapacak hükümet, AB yasalarını koyacak sonra her yer sendikalı olacak. Tabi çok güzel ama sendikanın işçiye verebileceği her şeyi ellerinden alıyor, sonra işçiyi sendikalı olmaya zorluyor. Hani Avrupa oyunu, Amerikan oyunu derler ya... Bu o işte. 4 Ekim 2008


ULUSLARARASI

Amerikan halkı yine patronların sağı ile patronların solu arasında tercih yapmaya zorlanıyor

ABD’de Başkanlık Seçimleri:

suçlayarak direnmeye devam eden Filistinliler hakkında ne düşündüğünü ortaya koydu. Yani yine tartışma, neyin yapılması gerektiğiyle ilgili değil nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili. Son olarak, Obama’nın çok bahsedilen Siyah bir aday olmasına dair bir şeyler söylemek gerekiyor. Pennysylvania Üniversitesi’nden Adolph Reed’in dediği gibi Obama, büyük bir yoksulluğa mahkûm edilmiş ve halen daha ayrımcılığa maruz kalan Siyahlardan ziyade, profesyonel, yönetici, beyaz yakalı orta sınıfla, ‘ilerici sermayedarların’ işbirliğine dayanan bir sınıf siyasetini temsil ediyor. Zira Obama genç kuşak Siyah siyasetçilerden olduğu için, ABD’de çok yaygın olan yoksulluğu, kişisel sorumlulukla açıklamaya meyyal bir geleObama İsrail’in çıkarlarını savunacağına söz vererek nekten geliyor. Reed’e göre, Obama’nın Başkanlık yolunda Amerikan patronlarının büyük başkan olması sistemin yarattığı desteğini kazandı yapısal eşitsizliklerle, ırksal eşitsizlik başkan adayları Biden ve Palin arasınarasındaki bağı koparmada önemli daki tartışma, adeta bir rol oynayacak. İran’a mı saldırmalı, Cumhuriyetçiler’den ABD sağlık Pakistan’a mı saldırmalı daha hoşgörülü ve tartışmasına dönüştü. sistemini aydın olduğunu düşüYani, ikisi de illa ki bir nen Demokratlar bile çökerten, yere saldıracak ama bugün “alt-sınıflarla” hangisi olduğu konugeriletici, ırkçı olan bağlarını kosunda uzlaşamıyorlar. sosyal politikaları parmış ve onlardan Cumhuriyetçileri yalıtık bir hayat süryoksullukla Irak’tan çekilme planı me eğilimindeler. olmamakla suçlayan mücadele 1984 ve 1988 seDemokratlar, kısa ve çimlerinde Demokrat reformları diye orta vadede Irak’taki Parti Başkan aday adayı askeri birliklerin önemyutturan ve Jesse Jackson, bugün li bir kısmını Taliban’ın Barack Obama’ya Yugoslavya’yı ülkenin yarısında eleştirel de olsa destek hâkimiyeti yeniden ele parçalayan veriyor. Ancak kendisi geçirdiği Afganistan’a bir papaz olan Jackson, önceki Başkan kaydırmak gerektiğiaday olduğu zamanlar ni ileri sürüyorlar. Clinton’du. fabrikaları kapatılan İsrail-Filistin çatışChyrsyler işçileriyması konusunda, zaten le, bankalar tarafından çiftliklerine aralarında bir fark olduğunu söyleel konan Orta Amerika çiftçileriyle mek güç. Obama, uzun süre boyunca dayanışma içindeydi. Evrensel bir Yahudi lobisinin desteğini almak için sağlık sistemini, silahlanmaya bir son birçok açıklama yaptı, ağlama duvarını verilmesini ve Filistin Devleti’nin ziyaret etti. Verdiği demeçlerle nasıl

Ortadoğu Halklarının Payına Yine Savaş S

on mali krizle birlikte, üzerinçürüterek bir yok oluşa sürükde oturduğu taşlar yerinden lediğinden dem vuruyoruz. oynamaya başlayan dünyanın Sanırım “çürüme” derken süper gücü Amerika Birleşik neden bahsettiğimiz son bir Devletleri’nde başkanlık seçimayda daha iyi ortaya çıktı. lerine iki haftadan az bir zaman Spekülasyona, yani kumara kaldı. Elbette iki partili Amerikan ve sahtekârlığa dayalı, seçim sisteminde Cumhuüretim güçleri ve riyetçi ve Demokrat üretim araçlarını adaylardan başka geliştirmeyen hiçbir adayın bu kapitalist sistem seçimde başarılı hızla çöküşe olma şansı yok. gidiyor. ABD Başkanlık koltuBu seçiğu için yarışan McCain Cumhuriyetçi politikaların devamını temsil ediyor me damgasını iki parti, kurvuran olay, bir mayları ve adayları da, onu kurtarmak Siyah adayın ABD başkanlık koltuiçin 700 milyar dolarlık kaynak ayırığuna ilk kez aday olmasıydı. Ancak yorlar. Kimin parası bu peki? Elbette, son bir ay içinde yaşanan küresel mali ABD emekçi sınıflarının ve emperyakriz, Barak Obama’nın adaylığını lizm sayesinde dünya halklarından gasp gölgede bırakmış gibi görünüyor. edilen para. Bunun ortağı kim? Siyah, Demokrat Parti başkan adayları, demokrat, “büyük başkan” Obama. her ne kadar hiçbir şey vaat etmeseAçıkçası, bugün George W. Bush’un ler de, ABD solu genellikle Demokrat bir kaçık olduğu ve Cumhuriyetçi siyaadaylara oy veriyor. Üstelik bu seçimde, setten kurtulunması gerektiği söylemi bir Siyah’ın aday olmasıyla bu destek kabak vermeye başladı. Sanki işgale sogörülmemiş yunan ilk ABD bir boyuta ulaBaşkanı Bush şıyor. Ancak, da, bundan Obama seçiöncekiler birer lirse gerçekten melekmiş gibi. bir Siyah gibi Çok geriye davranacak gitmeye gerek mı? Yoksa bilyok, ABD sağdik Amerikan lık sistemini politikalarının çökerten, geriuygulayıcısı letici ve alenen olmaya devam ırkçı sosyal mı edecek? politikaları Ya da kimileinsani yoksulrinin dediği lukla mücadele gibi, ABD reformları Başkanı’nın Patronların sağı Cumhuriyetçiler ve solu Demokratlar’a karşı işçilerin diye yutturan kim oldubaşkan adayı olan Cynthia McKinney, Siyahlardan ve işçilerden oluşan bundan önceki ğunun bir bir siyasi partinin kuruluşunu savunuyor Demokrat Başönemi yok kan Clinton’du. ve oraya gelen her kimse belli politiYugoslavya Federasyonu’nun parkaları hayata geçirmek zorunda mı? çalanmasında başrol oynayan Bu soruların yanıtı vermek erken ve halklarının üzerlerine bomgibi dursa da, bugüne kadar adayların balar yağdıran Clinton’du. söyledikleri ve yaptıkları bize bazı ipuçları sağlayabilir. Krizden başlayalım. Nereye saldırmalı?

Kapitalizm çürürken, Cumhuriyetçi-Demokrat el ele Üç yılı aşkın süredir İşçi Kardeşliği olarak, içinde yaşadığımız kapitalist düzenin, artık emperyalizm çağına geldiğinden ve çürümeye yüz tuttuğundan, çürürken de kendi yarattığı modern ulus-devlet, piyasa ve medeniyeti de

Zaten Demokrat adaylar hiçbir zaman “savaş karşıtı” olmadılar. Onlar için emperyalizm mesele değil. Onlar yalnızca daha akılcı ve etkili bir şekilde yönetilen bir emperyalizm istiyorlar. Hafta aşırı televizyonlarda bire bir tartışmaya çıkan başkan adayları birbirlerine ve ulusa “ben bu işi daha iyi kotarırım” mesajları veriyorlar. Geçtiğimiz hafta

Ne Obama ne de McCain Irak’tan derhal çekilmeyi savunamıyor

bir İsrail dostu olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Zaten başkan yardımcısı adayı Biden da Bush ve Cumhuriyetçileri “Filistin’de seçime izin vererek Hamas’a meşruiyet kazandırmakla”

kurulmasını savunuyordu. Belki de bu nedenlerden ötürü Demokrat Parti’den yeterli desteği alamadı. Bugün Obama’nın bambaşka bir yerde durduğunu söylemeye gerek var mı? İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

13


ULUSLARARASI

ABD elini Latin Amerika’dan çek!

Bolivya’da İç Savaş

Ayrılıkçı valilerin tertiplediği şiddet olaylarını protesto eden 30 silahsız köylü, Pando valisinin eğittiği paramiliter güçlerce katledildi.

O

laylar 9 Eylül’de Santa Cruz enerji kaynaklarına sahip bölgelerin Gençlik Birliği’nin (UJB) Federal valileri, yerel yöneticileri, belediye vergi sistemini ve Telekomünikasyon başkanları, işadamları, toprak sahipşirketi ENTEL gibi stratejik kurumları leri merkezi yönetimden kopmak için işgal etmesi üzerine patlak verdi. Erayrılıkçı referandumlar düzenledi. tesi gün Bolivya’nın doğalgaz üretimi- Buna karşılık Morales de 10 Ağustos’ta nin yüzde 82’sini karşılayan Tarija’da, kendisi ve bölge valileri için görevden Hidrokaralma referanbonların ve dumu düzenBrezilya’da gaz ledi: 2005’teki sevkıyatı yaoy oranını pan boru hattı (yüzde 53.74 ve Beni’de 3 – 1.544.374) havaalanı UJB artırarak tarafından oyların yüzde ele geçirildi. 67,4’ünü ABD büyük (2.102.477) elçisi Philip aldı ve göreGoldberg sınır vine devam dışı edildi. 11 etti. Bolivya Ayrılıkçı valiliğin haydutlarından oluşan Santa Cruz Gençlik Birliği Nazi Eylül Perhalkı bir kez amblemli araçlarla terör estiriyor şembe günü daha uluPando’da Vali Leopoldo Fernandez’in sal egemenlikten yana olduğunu yürüttüğü şiddeti protesto etmek için ve Morales hükümetinin başlattığı Cobija’ya doğru yürüyüşe geçen 100 millileştirme sürecini desteklediğini kadar köylü Porvenir yakınlarındaki gösterdi: La Paz, Oruro, Cochabambir köprünün üzeride silahlı saldırıya ba valileri yeterli desteği alamadılar. uğradı. 30 köylü, valinin silahlanFakat bu sonuç, ayrılan dört zengin dırdığı grup tarafından öldürüldü. bölgenin (Santa Cruz, Beni, Tarija Destekçilerinin öldürülmesi Morales’i ve Pando) valileri ve Potosi valisinin harekete geçirdi. 12 Eylül Cuma günü konumunu değiştirmeye yetmedi. hükümet sıkıyönetim ilan etti.14 Eylül Seçim sonuçlarına baktığımızda, Pazar öğleden sonra vali tutuklandı. enerji kaynaklarının yüzde 80’inden fazlasını elinde bulunduran Referandum krize çözüm ayrılıkçı muhalefetin beş bölgeolmadı de, Morales ise ancak üç bölgede Hatırlayacağınız gibi 2005’teki başgüçlü; yani referandum yaşanan kanlık seçimlerini yerli halkın arasiyasal krize çözüm olmadı. sından gelen eski koka üreticisi Evo Philip Goldberg bunu hep Morales kazanmıştı. Üç yıllık iktidarı döneminde yoksullardan yana poliyapıyor tikaları nedeniyle Morales, ülkedeki ABD büyükelçisi Philip Goldberg, 10 zengin azınlığın ve ABD’nin muhaleEylül’de ülkelerinin egemenline ve fetiyle karşılaştı. Gelirini yoksul bölbütünlüğüne karşı gizli tertip düzengelerle paylaşmak istemeyen zengin lediği için sınır dışı edildi. Geçmişte

Meksika halkı kendi kaderini oyladı Kamuya ait petrol şirketi Pemex’in statüsünün belirlenmesi için düzenlenen referandumda, oylamaya katılanların yüzde 84.7’si hayır oyu verdi.

A

ndrés Manuel López Obrador ve Meksika Petrol Kaynaklarının Savunması Hareketi (MNDP) tarafından üç aşamalı olarak yapılması planlanan seçimlerin ilki, 27 Temmuz’da merkezdeki eyaletlerde düzenlendi. Oylamaya katılan yaklaşık 1,8 milyon kişiye, (1) Petrol ürünlerinin özel şirketler eliyle üretilmesini, depolanmasını ve dağıtılmasını; (2) Felipe Calderon’un 6 Nisan’da kongreye sunduğu enerji reformlarını destekleyip desteklemedikleri soruldu. Birinci soruya

14 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

seçmenlerin yüzde 84,7’si, ikinci soruya ise 82,9’u hayır oyu verdi. Referandumdan bir gün sonra yaptığı yazılı açıklamada Obrador şöyle dedi: 25 yıldır Meksika hükümetleri halka danışmadan sayısız kamu hizmetini ve kamu kurumunu özelleştirdi. Bu, halka özellikle yoksul halka tarifsiz zararlar verdi. Daha fazla yoksulluğa, işsizliğe, hayal kırıklığına, şiddete ve ülkemizin tahrip edilmesine izin veremeyiz, vermeyeceğiz. Halkın talepleri duyulmalıdır, duyulacaktır.

Haiti, Güney Afrika, Kolombiya, Paraguay ve Kosova’da bulunan, gittiği her yerde istenmeyen adam ilan edilen Goldberg’in Bolivya’da bulunması rastlantı değil. Paramiliter faşist çetelerin yoksul bölgelere karşı iç savaş hazırlıklarını finanse etmek suretiyle Goldberg, Bolivya’da yasal yollardan iktidar olamayan zengin azınlığın merkezi hükümetten kopmasına yardımcı oluyor. ABD büyükelçisi aracılığıyla bu kurumlara ve gençlerin silahlandırılmasına 125 milyon dolardan fazla ABD fonu aktarıldı.

Çözüm COB ve MAS’ın Birleşik Cephesinden geçiyor. Bolivya’da durum gittikçe tehlikeli bir hal alıyor. “Hükümet iç savaş istiyorsa istediği olacak” Santa Cruz lideri Milton Valdez böyle diyor. Yani bölgemizi ayırın, biz ulusal kaynaklarımızın uluslararası şirketlerin kontrolünde olmasını istiyoruz diyor. İşte oligarşinin amacı bu. Yaşanan devrim ve karşı-devrim arasındaki çatışma, kıtanın bütününde yaşanan devrimci süreci belirleyeceğinden hükümetin iç savaşa hazırlıklı olması, acil tedbirler alması gerekiyor Silahlı gruplar, Santa Cruz’daki

gençlik birliği üyeleri oligarşinin dağıttığı silah ve patlayıcıları kullanıyorlar. Köylülerin ellerinde ise kendilerini savunacak taştan ve sopadan başka bir şeyleri yok. Bolivya’nın birliğini savunan köylülerin öldürülmesi tesadüf değildir. Bu nedenle köylülerin derhal silahlandırılması gerekiyor. Pando Valisi Fernandez’in 2006’dan beri paramiliter örgütleri eğittiği fotoğraf ve video görüntüleriyle kanıtlandı. Santa Cruz Valisi Ruben Costas’ın “Bölgemizde yerli istemiyoruz” kampanyası yürüten faşist UJB’yi desteklediği son olaylarda ortaya çıktı. Ama Morales hala diğer bölgeler için sıkı önlem gerekmediğini söylüyor. Yeni Pando katliamlarının yaşanmaması için faşist güçleri destekleyen diğer ayrılıkçı bölgelerin valileri de derhal tutuklanmalı ve cezalandırılmalıdır. Başkan Morales geç de olsa tehlikenin farkına vardı ve 11 Eylül’de COB ve toplumsal örgütleri demokrasiyi ve ülkenin birliğini savunmaya çağırdı. COB bir an önce hükümetin çağrısına cevap vermeli ve ayrılıkçılara karşı mücadelenin en ön saffında yer almalıdır. Hükümet, MAS ve COB ile birlikte, yoksul köylüleri ve işçileri de yanlarına alarak emperyalizme ve oligarşiye karşı mücadeleyi bütünleştirecek bir birleşik cephe inşa etmek zorundadır.

Ekmeğimizle kumar oynadığınız yeter

Borsa kapatılsın, bankalara el konsun!


ULUSLARARASI

Haiti halkının egemenlik haklarına saygı!

Haiti bu kez de BM işgali altında Haiti 30 Nisan 2004’ten beri BM bünyesindeki Haiti’yi istikrarlılaştırma misyonunun (MINUSTAH) işgali altında bulunuyor.

Ü

lke’de bulunan yabancı askerlerin asıl amacı IMF, Dünya Bankası ve hükümet üyelerinin çıkarlarını korumak ve işçilerin ve yoksul halkın örgütlenmesini engellemek. İşgal ordusunun büyük kısmını Latin Amerika ülkeleri oluşturuyor. Brezilya’nın komutasında 40 ülkeden 9000 asker bulunuyor. Bunların 1,208’i Brezilyalı, 560’sı Arjantinli, 503’ü Şilili, 218’i Bolivyalı, 67’si Ekvator’dan. Haiti hükümeti ülkede bulunan her BM askeri için günlük 500 Dolar ödüyor. Halk yoksulluğunun nedeni olarak IMF ve Dünya Bankası’yla yapılan antlaşmaları ve BM güçlerini görüyor. Geçen yıl uluslararası spekülasyon sonucu olarak buğday ve pirinç fiyatları ikiye katlandığında halk sokaklara inmiş, BM askerleri halkın üzerine ateş açarak 6 kişinin ölümüne 190’ının da yaralanmasına neden olmuştu. BM birliklerinin icraatları sadece adam öldürmeyle sınırlı değil, halkın yoksulluğuna bir de askerlerin yağması ve tecavüzleri ekleniyor. İşte bu yüzden halk, hükümetin istifasını ve BM güçlerinin çekilmesini istiyor. Sendikacılar, halk örgütleri, ilk iş olarak egemenliğin sağlanması ve BM işgal güçlerinin bir an önce ülkeyi terk etmeleri için bir eylem planı oluşturdular. Halka 10 Ekim’de sokaklara çıkın çağrısı yaptılar. Ardından uluslararası dayanışma için Brezilyalı, Ekvatorlu Şilili, Bolivyalı, Uruguaylı kardeşlerine de kendi hükümetlerine, başkanlarına, Lula’ya, Morales’e Correa’ya askerlerini Haiti

İKP Tüzüğü’nden

• İşçi Kardeşliği Partisi; ücretli çalışanlardan, emeklilerden ve işsizlerden oluşan Türkiye işçi sınıfının partisidir. • İKP, işçi sınıfının içindeki herhangi bir ideolojik, politik eğilimin partisi değildir. İKP, patronlardan ve devletten bağımsız olarak mücadele etmek isteyen her türlü sınıf içi eğilimi demokratik temelde bir araya getiren bir partidir. • Parti üyelerinin düşünce oluşturma ve bunu ifade etme özgürlüğüne kısıtlama getirilemez. • Partinin tüm yönetim birimlerinin üçte ikisi işçi kökenli üyelerden oluşur. • Patronlar partiye üye olamaz.

İKP Programı’ndan

• İşçi Kardeşliği Partisi’nin amacı Türkiye’de ve dünyada her türlü sömürüye son verecek işçi-yoksul köylü hükümetlerinin kurulmasını sağlayarak bir işçi iktidarına ulaşmaktır.

topraklarından çekmeleri için baskı yapmaları, kıtanın halklarının kendi kaderini tayin hakkı için, egemen uluslar olarak birlikte yaşamak için 10 Ekim’de birlikte sokaklara çıkalım çağrısında bulundular. Gelişmeler üzerine Ağustos ayında, Brezilya’nın Sao paulo kentinde PT (iktidardaki işçi partisi) milletvekillerinin katılımıyla Haiti’deki Brezilyalı askerlerin çekilmesi için bir konferans düzenlendi. Konferans BM güçlerinin katliamlarını anlatan bir belgesel ile açıldı. Ardından Markus Sokol, (o Trobalho temsilcisi) Başkan Lula’ya verilmek üzere 14,432 kişinin imzası bulunan bir açık mektup sundu. • Ülkenin ve işçi sınıfının geleceği, işçilerin, patronlardan ve devletten bağımsız, sınıf içi farklı eğilimlerin demokratik birliğini gözeten, siyasi, sendikal ve diğer öz örgütlenmelerinin geliştirilip güçlendirilmesine bağlıdır. • Tek bir çalışanın bile sigortasız, sendikasız çalıştırılmasına izin verilmemeli, çıkarılacak yasalarla işçilerini bu şekilde çalıştıran işletmeler tazminatsız kamulaştırılmalıdır. • Bugünkü sendikal bölünmüşlük ve yozlaşmaya karşı; demokratik ve mücadeleci bir tarzda işyeri örgütleri temelinde yükselen, üyelerin söz ve karar sahibi olduğu, her işkolunda tek sendika ve birleşik bir emek konfederasyonu doğrultusunda mücadele edilmelidir. • Avrupa Birliği Avrupa ulus devletleri içinde işçi sınıfının yüzyıllar boyu yaptığı mücadele ile sağladığı ekonomik, sosyal ve demokratik kazanımları yaygınlaştırmaya çalışan değil, tam tersine bunları hem Batı hem de Doğu Avrupa’da ortadan kaldırmak

Haitili avukatlar birliği adına konuşan David Josue, Brezilya’nın askerlerini çekmesi ve sivillere karşı işlenen suçların sorumlularının cezalandırılmasını istedi. Katılımcılar da 11–12 Aralık’ta Haiti’de üçüncüsü düzenlenecek olan Karayip Konferansı için destek sözü verdiler. Konferansın ertesi günü, Folha de Sao Paulo gazetesi, Brezilya senatosunun çocukların da içinde bulunduğu sivillere karşı suç işleyen askerler hakkında soruşturma başlattığını, Brezilya senatosu dış ilişkiler komitesi başkanının Savunma Bakanlığı’ndan Haiti’de görevlendirilen 1200 asker hakkında bilgi istediğini yazdı.

• •

amaçlı bir birliktir. Başını ABD’nin çektiği kapitalist emperyalist sistem, her bölgede olduğu gibi Ortadoğu’da da halklar arasında yarattığı düşmanlıklar ve çatışmalardan yararlanmakta ve egemenliğini tesis etmektedir. Türkiye bir emperyalist saldırı ve savaş aracı olan NATO’dan ayrılmalı, Amerika ve İsrail ile yapılan bütün ikili askeri anlaşmalar sona erdirilmelidir. Ortadoğu halklarının gerçek özgürlüğü, milletlerin kendi kaderini tayin hakkını gözeterek, Türk, Arap, Kürt ve Fars işçi ve emekçilerin birliği yoluyla bütün bu halkların kardeşliği ve dayanışmasının sağlanması ile mümkündür. İKP din ve vicdan özgürlüğünü savunur. Diyanet İşleri demokratikleştirilmeli, bütün dinlere ve mezheplere eşit hizmet vermelidir. Kamu görevlileri dışında üniversitelerde başörtüsü/kıyafet yasağı kaldırılmalıdır. Büyük üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet sistemi dünyayı pazar,

Eski bir Fransız sömürgesi Haiti, kendi yerli ismiyle 1804’te bağımsızlığını ilan etti. I.Dünya Savaşı’nda 1915 yılından 1934’e kadar ABD işgali ve kontrolü altında tutuldu. “Karayiplerin incisi” olarak bilinen kıtanın ilk siyah cumhuriyetinde büyük emperyalist güçlerin hükümetleri eliyle sürdürülen darbeler, katliamlar ve iç savaşlar 20. yüzyıl boyunca da eksik olmadı. 1957’de ABD’nin desteğini alarak işbaşına gelen baba François Duvalier, tarım alanlarının yok olmasına, endüstrinin ve doğal kaynakların özelleştirilmesine, IMF’ye ve DB’ye borçlandırılmasına (1,3 milyar dolar, yani haftalık 1 milyon dolar) neden olan yapısal uyum programlarını uygulamaya koydu. 1971’de babasının ölümünden sonra iktidarı oğlu Jean-Claude devraldı ve politikalarını babasının bıraktığı yerden devam ettirdi. Bu borçların yüzde 80’i Duvalier baba ve oğul diktatörlüğü altında gerçekleşti. 1986’da patlak veren ayaklanma sonucunda oğul Duvalier, yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Ancak gelen hükümetler gidenleri aratmadı; 2008’e gelindiğinde 8 milyon nüfuslu Haiti, Amerika’nın en yoksul ülkesiydi artık. Toplam gelirinin yüzde 80’i ile gıda maddeleri ithal ediyor. Faal nüfusun yüzde 60’ı işsiz, yüzde 80’i yoksulluk sınırının altında, ortalama yaşam süresi ise 50. Çocuk ölüm oranları civar ülkelerinkilerden kat kat fazla, her 1000 çocuktan 80’i ölüyor.

işçileri de birer makine parçası gibi görüyor. Gezegenimiz yeni yüzyılda ya bu rejimden kurtulacak, ya da emperyalistler arası rekabet dünyayı açlık, kıtlık, hastalık, savaş ve çevre felaketleriyle yok edecektir. Özelleştirilmiş bütün KİT’ler derhal tazminatsız olarak yeniden kamulaştırılacak, kamu mülkiyetindeki işletmelerde işçi denetimi uygulanacaktır. Toprak işleyenin, su kullananındır. Toprak ağalığı ve yarıcılık kaldırılmalıdır. Yoksul köylülerin öz örgütlenmeleri olan kooperatifler aracılığıyla ortak teknoloji kullanımı ve üretimin geliştirilmesi sağlanmalıdır. Sağlık ve eğitim, insanların yaşam haklarının en temel parçasıdır. Herkesin gelirine göre toplanan vergilerle finanse edilip, herkese eşit ve parasız olarak sunulmalıdır. Büyük patronlar nasıl dünya çapında bir örgütlenme yürütüyorlarsa, dünya işçileri ve ezilenler de dünya çapında ortak bir örgütlenme inşa etmek zorundadırlar. İŞÇİ KARDEŞLİĞİ

15


Kot Taşlama İşçilerinden

D

Herhalde efendilerimiz gibi oluşudur. Yirmili, otuzlu yaşlarda medyamız da bizi atılmış yavrular bir hiç uğruna ölmek kader olmasa olarak kabul etmişler. 20 yıllık bir gerek. İnsanlar birileri tarafından firmanın 2 yılıyla yetinip örnek tesis vurulduğunda vuranlar suçlu sıfadiye haberini yaptılar. Yani 18 yıllık tıyla, ölüme sebep olmaktan dolayı bir sorum(suz)luluğu görmezden cezalandırılırlar. Bir deprem esnageldiler. Oysaki en büyük suçlulardan sında eğer yapılarda can kaybı olunbiridir onlar. Çünkü yüz tane kummuşsa o yapıyı yapanların kusuru lama atölyesi açacak güçleri varken araştırılır. Eğer kusurluysa cezalanaçmadılar, taşeron kulandılar. Yani, dırılır. Bizlerin ölümünde de bütün bu işin bilincindeydiler. Binlerce bu kusurlar gibi, kusurlar ortadadır. kişinin zarar göreceğini Avrupa’da insan biliyorlardı, o yüzden gücüyle yapılması taşeron kullandılar. yasak olan kot kumTaşeronlar da bunu lama işine ülkemizde bir fırsat olarak gördüizin veriliyor. Bütün bu ler. Çoğu taşeronlar bu ölümlere sebep olan büyük firmalar tarafınçalışma sistemine göz dan kullanıldıklarını yumuluyor. Tedbiri anlamadılar. Çünkü alınabilirken işverenler yıllarca aynı işte kenmasraftan kaçıp ölüdileri de çalışmışlardı. me sebep olmuşlardır. Denetleme mercilerimiz Artık bu ülkede bu buna göz yumduğu, işin hastalığa sebep görmezden geldiği için olduğu öğrenilmişsuçludur. Şimdi, diğer tir. Şimdi ekonomibütün ölümlerin suçlusi daha düşük Asya larına ceza verildiği gibi ülkelerine taşınıbu ölümün de suçlulayorlar. Yani oradaki rına ceza verilmelidir. Erhan’lar, Beytullah’lar, Ölümü bekleyen mağAbdulhalim’ler durlara sahip çıkılmaölüm görevini delıdır. Bizler tedavisi vir alacaklar. olmayan bir hastalıBelki de “efendileğın pençesindeyiz. rimiz” ölüm takdir-i Belki ölümümüzü ilahidir gözüyle bakıengelleyemezsiniz, yorlardır. Bizi ama ölürgörmeyişİrtibat ken leri bu İnternet: www.kotiscileri.org gönseE-Posta: kottaslamaiscileri@gmail.com lümübepTel: (212) 635 88 90 • (533) 623 00 94 zün tendir. rahat Bizler olmasını, de Allah’ın takdirigözümüzün arkada kalmamasıne inanıyoruz. Ölümün herkes için nı, kırılmış olan kalbimizin onavar olduğunu biliyoruz. Yüreğimizi rılmasını sağlayabilirsiniz. kanatan ise ölümümüzün zamansız

yardımlarınız için:

aha önceki yazımda “Leyleğin atılmış yavruları biz miyiz?” diye bir soru sormuştum. Bir buçuk ay geçmesine rağmen bir cevap alabilmiş değilim. Yazdığım yazıdaki gerçekler, yani bizim hikâyemiz çok ses getirmişti. “Ölümü bekleyenlerden mektup var” başlığıyla gazeteler manşet olarak yayınladı. İnternet siteleri yoruma açtı. Köşe yazarları üzerine yorum yaptı. Ama sadece oydu, ilerisine gidemedi. Yani ölümü bekleyenleri kimse arayıp derdini sormadı. Sizler ölümü beklemek nedir bilir misiniz? Size doktorlar hastalığınızın

dimizi dışlanmış hissediyoruz. Yani atılmış yavrular olduğumuzun kanısına varmışız. Başka yavruların yaşaması için bizim ölmemiz gereklidir. Bizlere meslek hastalıkları hastanelerinden “Bu, bir meslek hastalığıdır” diye rapor verilmiş. Yani, bu demektir ki bu insanlar Çalışma Bakanlığı’nın denetiminde görülen işyerlerinde hastalanmışlar. Raporlarımız Çalışma Bakanlığı’na gönderilmiş. Kimimizin 1 yıl, kimimizin 2 yıl önce; gönderilmiş ki bizlere sağlık hizmeti verilsin, meslek maaşı bağlansın, ondan da bir haber yok. Hani demiştik ya atılmış yavrularız. Atılmış bir yavruya kim niye

Kot işçileri yasal mücadelelerini başlattı

tedavisi yok, birkaç yıl içinde ölecevap versin, hani cevap verse asıl ceksiniz demiş midir? Sizler çocuğuyavrular yani yuvada kalanlar demenuzunotgözlerinin içine bakıp onun mi “Aman işçileri 9 Eylül Salı günü Bakırköy yecekler Adliyesi’nde hakla- efendim onları büyümesine şahitlik edemeyeceğiatıp bizi tercih etmiştiniz. Bizler asıl rını aramak için yasal mücadelelerini başlattılar! nizi Salı hiç düşündünüz mü? sırfAdliyesi evlatlarız, geçicidir. Onlardan günü saat 10:30’ da Sizler Bakırköy önünde onlar toplanmaya başlabaşkalarına yük olmamak için hemen çok var başkaları gelir yerine”… yan Kot Taşlama İşçileriyle Dayanışma (KTİD) komitesi üyeleri, kot taşölmeyi düşündünüz mü? İşte, biz çeşitli siyasi Nitekim cevap vermeden lama işçileri ve yakınları, gönüllüler, gruplardan katılımcılar bütün bunları düşünüyoruz. Çünkü asıl evlatlar “Biz bu işi iki ve İşçi Kardeşliği Partisi üyeleri, ellerinde pankartları, çıkıp flamalaları ve sloölmeyi kurtuluş olarak görüyoruz. yıldır lazerle yapıyoruz. Hiçganlarıyla kot taşlama işçilerinin onurlu mücadelelerine destek oldular. Yaşayışımızı başkalarına yük, kenbir alakamız yok dediler.” Basının yapılan açıklamada önce KTİD komitesi adına kot taşlama işçisi

K

Abdülhalim Demir söz aldı. Demir, efora bağlı nefes darlığı yaşamalarına ve hayatlarının tehlike altına olmasına rağmen ailelerine bakmak için çalışmak zorunda olduklarını aktardı. Kendileri bunu göremese bile bu durumun sebebi olan kot şirketlerinin cezalandırılması için mücadele edeceklerini açıkladı. Ardından Komite’nin gönüllü avukatları adına söz alan Özlem Ayata, bu durumun kasıtlı adam öldürmeye girdiğini belirtti ve bundan taşeron işverenlerin ve onlara iş verip duruma göz yuman büyük firmaların sorumlu olduğu gibi gerekli önlemleri almayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkililerinin ve sektör derneklerinin de sorumluluk taşıdığını aktardı. Son olarak İKP adına söz alan Genel Başkan Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, durumu düzeltmek için hükümetin alması gereken acil önlemleri sıraladı ve sorunun temelde işçi sınıfının siyasette bir güç olmamasından ileri geldiğini belirtti. Haberin tamamı, fotoğraflar ve video: http://www.ikp.org.tr/index.php?id=64

Bu mücadele için mali katkınıza ihtiyaç var, zira sırf dava harçları bile milyarlar tutuyor. Yardımlarınızı İnsan Sağlığı ve Eğitimi Vakfı’nın aşağıda bilgileri bulunan hesabına gerçekleştirebilirsiniz. Hesap Bilgileri: Türkiye İş Bankası İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Şubesi 1200 - 3146645 Lütfen yapacağınız yardımlarda, dekontun açıklama bölümüne “kot işçileri ile dayanışma için” yazınız.

Abdulhalim DEMİR

İşçi Kardeşliği Abone Formu [ ] 3 sayı: 5 YTL / [ ] 6 sayı: 10 YTL / [ ] 12 sayı: 15 YTL

İsim, Soyisim: ............................................................................................................. Görev: ............................................................................................................. Adres: ............................................................................................................. ............................................................................................................. Posta Kodu: ............................................................................................................. İlçe, İl: ............................................................................................................. Telefon, Faks: ............................................................................................................. E-Posta: ............................................................................................................. 462 0000908-4 no’lu Akbank hesabına yatırdığınız abonelik ücreti dekontunuzu bu formla beraber faks veya posta yoluyla bize ulaştırın. (Bilgiler künyededir.)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.