Çağrı - 122

Page 1

AYLIK SİYASİ GAZETE

Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê nu wergirin!

SAY

E I l H JM AR

Kadın ve erkek işçiler! Zincirlerinizden başka kaybedecek birşeyiniz yok! Kazanacağınız yeni bir dünya var!

Mayıs 2008/05 • FİYATI 2,00 YTL (KDV DAHİL) • ISSN 1302-692X122

1 Mayıs 2008: Devletin işçi sınıfına faşist terörü

Emekçi bir Ermeni’nin mektubu…

İşgal ve savaş sürüyor, değişen rakamlar…


editörden - içindekiler

Editörden...

Değerli Okuyucu, Uzun yıllardan beri ilk defa 1 Mayıs'ı işçi sınıfı için 1 Mayıs Meydanı anlamını taşıyan Taksim'de kutlamak için sendikalardan kitle örgütlerine, legal sol partilerden devrimci gruplara kadar çok geniş bir yelpaze irade belirledi. Geçen yıla karşın bu yıl Taksim'e hiç çıkılamamış olsa da, hiç bu kadar Taksim'e yaklaşılamamıştı. Egemenler yapacaklarını yaptılar, burjuva medyanın bile dudaklarını uçuklattıracak ölçüde -gerçi onların derdi biraz da başkaydı, onların derdi çok da 1 Mayıs'ın şiddetle bastırılmasına tepki göstermek değildi, daha ziyade AKP hükümetini zayıflatmanın bir aracı olarak kullandılar- yoğun bir şiddetle saldırdılar işçilerin ve eyleme katılanların üzerine.

İçindekiler İşçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele gününe duyulan bu nefretin nedeni neydi? Emeğin bayramından neden bu kadar korkulur acaba? İşte bu sorulara bir cevap dışında bulunacak başka mantıklı bir cevap yoktur, o da şu: sınıf kini ve sınıf korkusu! Evet egemenlerin en büyük korkusu sömürdükleri işçi sınıfının bilinçlenerek, birliğini ve dayanışmasını pekiştirip mücadeleye atılmasıdır. Onlar sınıf mücadelesinden korkuyorlar! Korkmakta da haklılar... Çünkü onlar bugün açısından işçi sınıfından daha çok işçi sınıfının gücünün farkındalar. O yüzden önlem alırken hiç bir şiddetten de kaçınmıyorlar. Önemli olan işçi sınıfının kendi gücünün farkına varmasıdır. İşçi sınıfı kendi gücünün farkına vardığında, ilk sorgulayacağı şey neden şiddet tekelinin burjuvazinin elinde olduğudur. İşte o zaman korkunun da ecele faydası olmayacaktır! YDİ ÇAĞRI, 06 Mayıs 2008 •

Yeni Dünya Gençliği Bülteni Sayı 3 Çıktı!

GÜNDEM Seçim sizin/bizim: Ya barbarlık, ya sosyalizm…. . . . . . . . . . . . . . 3 HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN Eski ve yeni Vakıflar Yasası. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4 18 Mayıs 1973 – 18 Mayıs 2008: İbrahim Kaypakkaya yoldaş mücadelemizde yaşıyor!. . . . . . . . . . . 6 YENİ KADIN DÜNYASI Kadın Emeği Kurultayı’ndan izlenimler . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7 Pippa Bacca’nın öldürülmesi kınandı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8 Tecavüz protesto edildi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8 YENİ İŞÇİ DÜNYASI 1 Mayıs 2008: Devletin işçi sınıfına faşist terörü. . . . . . . . . . . . İzmir’de 1 Mayıs. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Mersin’de 1 Mayıs. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 Mayıs Adana: Sınıf dayanışması ve coşku . . . . . . . . . . . . . . Stuttgart'ta 1 Mayıs . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Tez Koop- iş Sendikası İştanbul 4 No’lu Şubesi’nin Olağan Genel Kurulu yapıldı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Tez-Koop-İş Sendikası İzmir 2 No'lu Şube Genel Kurulu yapıldı . . . . . Deri İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği kuruldu . . . . . . . Eğitim Sen’den miting . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . "Yörsan Ürünlerini Tüketmeme” çağrısı. . . . . . . . . . . . . . . . SSGSS yasa tasarısı Adana’da protesto edildi .... . . . . . . . . . . . Sosyal Güvenlik Yasası Diyarbakır'da protesto edildi.... . . . . . . . . Emekçi bir Ermeni'nin mektubu… . . . . . . . . . . . . . . . . . .

EK:1 EK:2 EK:3 EK:3 EK:3 EK:4 EK:4 EK:5 EK:5 EK:5 EK:6 EK:6 EK:7

PANORAMA BÜKREŞ / ROMANYA: NATO-Zirvesi’nin gündeminde yine savaş vardı…. 9 IRAK / GÜNEY KÜRDİSTAN: İşgal ve savaş sürüyor, değişen rakamlar…. . 10 YAŞAMA TEMELLERİNİ KORUMA MÜCADELESİ Kozak Yaylası’nda çevre katliamı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Gıda krizinin sorumlusu kim? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Çevre talanı sürüyor. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Nükleer santrallere hayır!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

12 12 13 13

YENİ DÜNYA GENÇLİĞİ “Ekmek ve Özgürlük Kavgasında Onurla Öleceğim Bir İşçiye Yakışırcasına”.14 Komünist Eğitim Üzerine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15 YDİ Çağrı'ya verilen cezalara ilişkin basından haberler. . . . . . . . . . 15 • ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir • Yönetim Yeri ve Adresi: Hüseyin Ağa Mah., Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul • Tel. /Fax: (0212) 620 67 57 • Banka Hesap: Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654 • Sayı: 122 · Mayıs 2008 • ISSN 1301-692X122 • Fiyatı: Türkiye: 2,00 YTL (KDV DAHİL) Türkiye Dışı: 2,50 Euro • Baskı: Uğur Matbaacılık · Tel.: (212) 501 81 09 Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi 6. Kat A Blok 4 NA 8-10-11-23 · Topkapı - İstanbul • Yayın Türü: Yaygın Süreli

mail@ydicagri.com www.ydicagri.com

• 2


gündem

Seçim sizin/bizim:

Ya barbarlık, ya sosyalizm…

H

ayat insanı sürekli olarak seçimlerle karşı karşıya bırakır. Kimi seçimleri kendi irademiz, kimilerini de dış etkenlerin baskısı altında alırız. Yapılan her seçim karşımıza bir sonuç, alınan sonuçlar ise bir üst aşamada yeni bir seçimi beraberinde getirir. Bu böyle sürer gider. Çağımız tek tek bireyleri, her ülkenin insanlarını ve dünya ölçeğinde tüm insanlığı, önceki çağlarla kıyaslanmayacak kadar acil bir şekilde büyük bir seçim ile karşı karşıya bırakıyor: Ya barbarlık, ya sosyalizm. Gelişen olaylara ilişkin tavrımız, sosyalizmi seçmediğimiz sürece bizi barbarlık içinde çöküşe bir adım daha yaklaştırıyor. Dünyadaki ve ülkelerimizdeki gelişmeler her geçen gün bu seçimi tekrar tekrar önümüze getiriyor…

işçilerin verdiği mücadele ile seslerini duyuran Tersane işçileri için komisyonlar kuruldu. Bazı tersanelerde göstermelik önlemler alındı. Ancak yaklaşık 30 bin işçinin çalıştığı tersanelerde işçilerin büyük çoğunluğu için bir cinayete kurban gitme ihtimali sürüyor. Bu cinayetler üzerine bilindik açıklamalar yapıldı. Ancak yapılanlar yıllardır açıklamaların ötesine geçmiyor. Sermaye açısından insan hayatının tek önemi onun maliyeti. Başka bir önemi yok. İş güvenliğinden ve insanca çalışma koşullarından yoksun işçiler açısından da seçim açık: Ya her an bir cinayete kurban gitme ihtimali ya da insanca çalışma ve yaşama için sosyalizm!

İktidar dalaşı tam gaz!

Sosyal Güven(siz)lik, artan işsizlik… Tüm dünyada işçi ve emekçilere son yılların en büyük saldırılarını başlatan sermaye ülkemizde de boş durmuyor. Zaten kısıtlı olan Sosyal Güvenlik hakkı iyice tırpanlandı. Emeklilik işçi ve emekçilerin gündeminden tamamen düştü. İşçi ve memur sendikalarının 13-14 Mart’taki birleşik eylemleri ile geri adım attığı izlenimi veren sermayenin andaki hükümeti AKP yeni yasayı meclisten geçirdi. Bunda Türk-İş’in mücadeleyi bölen tavrı da etkili oldu. Ancak her ne kadar tavrını eleştirsek bile, tek suçlu Türk-İş yönetimi değildi. Çünkü (bazılarını dışta tutarsak) Türk-İş’e üye sendikalar ve bu sendikaların üyesi işçiler de farklı bir tavır geliştirmediler. Asıl sorun işçi sınıfının sorunlarına karşı duyarsızlığı, sendika bürokratlarının tavrını aşmayan/aşamayan durumudur. DİSK ve KESK’in Nisan ayındaki eylemleri de gücü itibariyle hükümete geri adım attırabilecek nitelikte değildi. İşçi ve emekçiler genel olarak yeni Sosyal Güven(siz)lik yasasına karşı mücadele etmek yerine çözümü yasanın yürürlülük tarihi olan 30 Nisan’a kadar çocuklarını sigortalatmakta gördüler. 30 Nisan’a kadar binlerce insan, eski yasadan yararlanabilmek için sigortalandı. Sermaye çalışanlara saldırırken işsizler ordusunu da büyütmeyi ihmal etmedi. Artan işsizlik, işi olanların sömürüsünü arttırıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı verilere göre Türkiye genelinde işsiz sayısı Aralık (2007), Ocak ve Şubat

2008'i kapsayan üç ay içerisinde 59 bin kişi arttı. Böylece toplam işsiz sayısı 2 milyon 567 bin kişiye, işsizlik oranı da yüzde 11.3’e ulaştı. TÜİK verilerine göre 2007 yılında çalışma çağındaki nüfus 750 bin kişi arttı. Ayrıca tarımda çalışan 527 bin kişi de diğer sektörlerde iş aramaya başladı. Ancak bu 1 milyon 277 bin kişinin sadece 249 bini iş bulabildi. Böylece 2007 yılı içerisinde 1 milyondan fazla insan işsiz olarak yaşamına devam etti. İşsizlik oranları genç nüfus arasında ise daha yüksek: yüzde 21. İşsizler iş bulamıyor, işçilerin elinden hakları alınıyor. Seçim belli: Ya sömürünün, işsizliğin barbar yüzü ya da onurlu bir gelecek için sosyalizm!

Ayaklar-başlar ve 1 Mayıs 2008 1 Mayıs’ı işçi sınıfına karşı saldırıların gölgesinde kutlandı. İstanbul’da 1 Mayıs’ı her kesime açık olan, sadece işçilere kapatılmak istenen Taksim alanında kutlamak isteyen sendikalara karşı AKP hükümeti oldukça saldırgan bir tavır geliştirdi. Geçen yıl işçi ve emekçilere azgınca saldıran devletin güçleri bu yıl da aynı görüntüler için hazırlandı. DİSK, KESK ve Türk-İş’in Taksim alanında ortak bir miting düzenlemek için ısrarlarına Başbakan Erdoğan “Ayaklar başı yönetemez” sözü ile cevap verdi. Başbakan’ın “ayaklar” dediği işçiler, emekçiler, üretenler sermayeye, onun temsilcisi Başbakan’a gereken cevabı alanlara çıkarak, talepleri için mücadele ederek verebilirler.

Bu yılki 1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edilmesi konusunda da gelişmeler yaşandı. Bazı CHP’li ve AKP’li vekiller 1 Mayıs’ın resmi tatil olması gerektiğini açıkladılar. TÜSİAD “1 Mayıs Çalışma Bayramı olsun” şeklinde öneride bulunarak, 1 Mayıs’ın Çalışma Bayramı olarak kutlanması gerektiğini, bunun “emeğe saygı ve ekonomik büyüme hedeflerine moral katkı açısından olumlu” olacağını açıkladı. Bu konuda da hükümet olumlu adımlar atmadı. Ancak burada da belirtilmesi gereken 1 Mayıs’ın işçi sınıfının mücadelesi ile kazanabileceği, devletin, sermayenin bir lütfu olmadığıdır. Çünkü mücadele ile kazanılmayan çok kolay kaybedilebilir. “Ayaklar” bu konuda da seçim yapmalıdırlar: Ya “başların” iktidarında barbarlık, ya da “ayakların” mücadelesi ile sosyalizm!

İş cinayetleri… Yaz aylarının yaklaşması ile birlikte tarım işçilerinin göçü başladı. Bu aynı zamanda kamyon kasalarında, balık istifi şeklinde yolculuk ve kazalar ve ölümler anlamına geliyor. İlk katliamın haberi Nisan ortasında geldi. Şanlıurfa ve Hatay’ın köylerinden 46 tarım işçisini taşıyan kamyon Afyon-Eskişehir karayolunda şarampole devrildi. Kazada yaşları 14 ile 21 arasında değişen, biri de 50 yaşında olan 9 işçi öldü. Tuzla tersanelerinde de ölümler sürüyor. Limter-İş sendikasının ve üye

Elindeki tüm araçları ile AKP’nin iktidar yürüyüşünü engellemek isteyen Kemalist kesimin açtığı kapatma davasında süreç işlemeye devam ediyor. Ve süreç işlerken taraflardan karşılıklı açıklamalar da hız kesmiyor. “Kim daha laik”, “kim daha Atatürkçü” yarışı içerisine giren taraflar birbirlerini suçlamaya, halk karşısında kendini meşru göstermeye çalışıyor. AKP mağduru oynayarak, demokrasiden, özgürlükten bahsediyor; Anayasa Mahkemesi laiklik üzerine açıklamalarda bulunuyor. Anayasa Mahkemesinin kuruluşunun 46. yıldönümü töreninde konuşma yapan Başkan Haşim Kılıç “Laiklik büyük barış projesi olarak Türk toplumunun koruması altında”, “yargıçlar hedef gösteriliyor”, “mahkemeler tarafsız olmalı” açıklamaları ile üstü kapalı bir şekilde Hükümeti eleştiriyor. Başbakan CHP’nin açıklamalarına karşılık laiklik ve demokrasi dersi veriyor. Hemen her kesi m i n bi r şekilde karşı çıktığı 301. maddede Nisan ayında değişikliğe gidildi. Göstermelik olarak yapılan değişiklikte tek önemli yan dava açılabilmesi için Cumhurbaşkanı’nın izin vermesi şartı oldu. Yani aydınların, düşüncesini açıklamak isteyenlerin üzerinde sallanan demoklesin kılıcını şimdi Cumhurbaşkanı tutuyor. AB tipi demokrasiye ve özgürlüğe soyunan AKP’nin ufku buraya kadar! Bu dalaştan tarafların kuyruğuna takılmak istenen işçiler, emekçiler için seçim belli: Ya sömürenlerin değişik kesimlerinin iktidar dalaşında figüranlık ya da kendi iktidarı için mücadele! 3


halkların kardeşliği için

Pippa Bacca Nisan ayındaki önemli bir gelişme de barış için gelinliği ile yolculuğa çıkan İtalyan performans sanatçısı Pippa Bacca’nın Gebze’de tecavüz edildikten sonra öldürülmesi olayı oldu. Olay büyük yankı uyandırdı, basın olayı günlerce manşete taşıdı, milletvekilleri, Başbakan, Cumhurbaşkanı açıklamalar yaptı. Bunların ortak kaygısı ise Türkiye’nin imajının Avrupa’da zedelenmesi idi. Asıl sorun göz ardı edilerek Türkiye’nin imajına indirgendi. Birçok kesim olaya şaşırdığını belirtti, yazdı. Sanki bu yaşanan ilk tecavüz olayıydı. Oysa bu ülkede her yıl yüzlerce kadın tecavüze uğruyor, öldürülüyor. Bu ülkenin karakollarında tecavüz bir sorgulama yöntemi olarak kullanıldı/kullanılıyor. Kayıp yakınlarını arayan Cumartesi Anneleri yıllarca yerlerde sürüklendi. 8 Mart’larda kadınlara karşı en vahşi şiddet uygulanıyor. Pippa Bacca’nın ardından yine Nisan ayında 94 yaşında yaşlı bir kadına tecavüz edildi ve öldürüldü. Son olay da 24 Nisan’da Kemer’de yaşandı. 68 yaşındaki yaşlı bir kadına tecavüz edildi ve başı taşla ezilerek öldürüldü. Bu olaylar ile kendini gösteren devlet destekli erkek egemenliğine ve şiddetine bu ülkenin kadınları hiçte yabancı değil. Kadınların da seçimi belli: Ya erkek egemen kapitalist sistem altında barbarlık ya da eşit, özgür bir yaşam için sosyalizm!

Dünya gıda krizi: Kitlesel açlık kapıda… Tüm bu gelişmelere rağmen Nisan ayının en önemli gündemi, tüm dünyayı sarstığından, gıda krizi idi. Birçok ülkede yoksullar sokaklara döküldü. İşyerleri yağmalandı. Birçok devlet ve gıda kuruluşu gıda fiyatlarının, özellikle de pirincin fiyatının artmasının endişe verici boyutlara ulaştığını açıkladı. Dünyanın en büyük pirinç ihracatçısı Tayland’da pirinç fiyatı üç kat artışla ton başına 1000 dolara yükseldi. Ülkemizde de perakende satış fiyatı 5 Ytl’yi buldu. Hükümet bu soruna çok önemli bir çözüm de buldu: “Pirinç yemeyin”. Zenginlerin saltanatı karşısında üretenlerin sefaleti. Dünyanın gıda krizi yaşamasının tek nedeni yüksek kâr hırsından başka bir şey değil. Tüm dünyada tarım üretimini felç eden sermaye üretimi kendi kontrolüne aldı. Tüketimi karşılamayan üretim ve üretilen hububatın bir kısmının da yoğun olarak bioyakıt yapımında kullanılması ile baş gösteren gıda krizinin derinleşmesi ve böylece kitlesel ölümlerin yaşanması ihtimali çok yüksek. Dünyanın gıda krizine karşı da yapılacak tek şey bir seçim: Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm! 4

30.04.2008 ✓

Eski ve yeni Vakıflar Yasası Gayrimüslim vakıfların ellerindeki taşınmazlara el konulması olayı münferit bir olay değildir. Türkiye'deki "sermaye birikimi" sürecinin temel aşamalarından birincisi ve başlıcasıdır.

T

ü rk Ha k i m sı n ı f la r ı n ı n Avrupa Birliği (AB) hayali doğrultusunda atması gereken adımlardan en fazla zorlandıkları konulardan biri Azınlık Vakıfları konusu olmuştur. Daha Osmanlı döneminde kurulan bir dizi Vakıf Gayri Müslimlere aitti. Buna göre Türkiye'de 1926'dan önce kurulmuş 39 bin 850 mazbut (kontrolü Vakıf lar Genel Müdürlüğü'ne geçmiş) vakıf var. 1926 yılından önce kurulmuş, vakfedenlerin soyundan gelenler tarafından yönetilen ve denetimi Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan 303 mülhak vakıf bulunuyor. Padişah fermanlarıyla kurulan ve 13.03.1936 tarihinden önce verilen beyannameyle vakıf olarak tanınan, cemaatleri tarafından seçilen yönetim kurullarınca yönetilen 161 cemaat vakfı var. 13.03.1936 tarihinden önce kurulan ve esnaflar tarafından seçilen kişiler tarafından yönetilen bir esnaf vakfı var. 17.02.1926 tarihinden sonra Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan ve halen faaliyette olan 4 bin 530 vakıf var. Bunların 215'ine vergi muafiyeti tanınmış. 1936’ya gelindiğinde devlet yeni bir vakıflar kanununu yürürlüğe koyar. Buna göre tüm vakıflardan ellerindeki taşınmazların listesini gösteren bir mal beyannamesi ister. Bu beyanname ile -her ne kadar İslamcıların ekonomik kaynaklarını kurutmak için yapıldığı söylense de- esas amaç gayrimüslim vakıflarına el koymaktı. Özellikle Atatürk’ün ölümü ile birlikte beyanname verme işlemi deyim yerinde ise dondurulur. 1972 yılından itibaren Vakıf lar Genel Müdürlüğü (VGM), gayrimüslim vakıflarının vakıfnamelerini istemeye başlar. Oysa vakıfnameleri yoktu, çünkü padişah fermanıyla kurulmuşlardı. Bunun üzerine

VGM, 1936'da alınan beyannameleri bu vakıfların vakıfnamesi sayacağını bildirdi, vakıf ların 1936 yılından sonra herhangi bir yolla edindikleri taşınmazlara el koymaya başladı. Çünkü bu taşınmazlar 1936 mal beyannamesinde kayıtlı değillerdi. Bu mal beyannamesinde bu vakıfların taşınmaz edinebilecekleri de yazmamaktaydı. 1936'dan sonra özellikle Ermeni ve Rumların mallarına el konulmaya devam edilir. 7 Nisan tarihli Hürriyet’te Rahmi Turan "Bu sürgün işi (1915'teki Ermeni tehciri) ne kadar büyütülüyor! Bu yüzden bütün Türk milletinin zalim, canavar ve vahşi olduğu ileri sürülüyor. İşte resmi belgeler gözümüzün önünde. Dört bin evli koca kasabada ne kadar bayındır ve saray gibi ev varsa hepsi Ermenilere aitti. Memleketin gerçek sahipleri kulübe denilebilecek izbelerde barınıyorlardı. Servet onlarda, para onlarda, refah onlardaydı. Memleketin en iyi tarlalarına, en kıymetli bağ ve bahçelerine onlar sahipti. Ticaret ve sanat tamamen onların elindeydi.” diyerek bu mülklerin Türk olan belli nüfuzlu kişilerin eline nasıl geçtiğini göstermektedir. Bu ırkçı şoven köşe yazarına göre aslında bu mülklerin sahibi Ermeniler değildi. Ermeniler Türkleri borçlandırarak onların elinden mülklerini alarak zenginleşmiş, bununla da yetinmemiş ‘Türkleri arkadan vurarak kalleşçe katletmişler’. İşte Ermeni, Rum ve diğer gayri Müslimlerin mülkleri böylece ‘gerçek sahiplerinin’ eline geçerek ‘adalet yerini bulmuş’ oluyordu. 1955, 6-7 Eylül olayları ile saldırılar had safhaya gelmiş, Başta Ermeni ve Rumlar olmak üzere azınlıklardan canlarını kurtaranlar ülkeyi terk etmişlerdir. Bu azınlık taşınmazlarına da şu veya bu şekilde el konmuş, bu taşınmazlar da 3. şahıslara satılmıştır. Bu mallar hakkında AİHM'ye başvurma olanağı da yok-

tur, çünkü Türkiye bu olanağı ancak 1987'de ve geriye dönük olmaksızın tanımıştır. Ayrıca Strasbourg'a başvuruyu, bu tür haksızlıkların iç hukukta giderilememesinden itibaren en geç 6 ay içinde yapmak gerekmektedir. Dolayısıyla, el konulan malların üzerine bir bardak su içmek gerekmektedir. Bugünkü AKP hükümeti 2006’da TBMM'de bir Vakıf lar Yasası tas a r ı sı k abu l ederek dönem i n Cumhurbaşkanı Sezer’e onaylaması için sunar. Bu tasarı fakat Kasım 2006'da Cumhurbaşkanı Sezer tarafından veto edildiği için kadük (sonuçsuz) kalmıştı. Veto gerekçesinin gayrimüslim vakıflarına ilişkin bölümlerinde, Sezer özetle şunları dile getirmişti (bkz. www2.tbmm.gov.tr/d23/1/1-0024. pdf): 1982 Anayasasının Başlangıç bölümünde "hiçbir etkinliğin... Türk ulusal çıkarlarının... Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin... karşısında koruma göremeyeceği" belirtilmektedir. Yeni yasa bu vakıfların Lozan'da olmayan "ekonomik ve siyasi güç" elde etmesine yol açacaktır. Cumhurbaşkanı Sezer’in azınlıkları ve gayrimüslim TC vatandaşlarını "yabancı" ve dolayısıyla "tehlikeli" olarak gören tavrı, Kemalistlerin ırkçı şoven tavırlarının bir sonucudur.

Türkiye'de sermaye birikim süreci açısından gayrimüslim vakıf malları meselesi Bütün bu hukuk dışı uygulamalar incelenirken, şu temel husus gözden kaçırılmamalıdır: Gayrimüslim vakıfların ellerindeki taşınmazlara el konulması olayı münferit bir olay değildir. Türkiye'deki "sermaye birikimi" sürecinin temel aşamalarından birincisi ve başlıcasıdır. Türkiye'de bu süreç şu sırayla işlemiştir: 1) Gayrimüslimlerden Müslümanlara çeşitli yöntemlerle


halkların kardeşliği için sermaye transferi; 2) Halkın tasarruf larını banker krizi gibi olaylarla bireylere transfer; 3) Devletin 1930'lardan beri yaptığı sermaye birikimini (fabrikalar, şirketler, bankalar, vb.) arsa fiyatına satmak suretiyle bireylere transfer. Sözü edilen birinci ve en önemli aşamanın kilometre taşları şöyle sıralanabilir: 1) 1915 Ermeni k at lia m la r ı. Ermenilerin tehcir edilirken komşularına emanet ettikleri vs. taşınmazlar yağmalanmış ve/veya satılmıştır. Bunlar, yörenin nüfuzlu kişilerinin eline geçmiştir. 2) 1923 Türkiye-Yunanistan zorunlu nüfus mübadelesi. Mübadeleye tabi Rumların mallarının Yunanistan'dan gelecek Müslümanlara verilmesi gerekmektedir. Fakat burada bunların bazılarına devlet veya yerel nüfuzlu şahıslar el koymuştur. 3) Türkiye'deki gayrimüslimler yapılan baskılar sonucu dışarıya göç etmek zorunda kalmışlar, ellerindeki malları ya yok pahasına satmışlar yahut geride bırakmışlardır. Bu geride bırakılan mallar yağmalanmış durumdadır. Bunların en tipik örnekleri bugün İstanbul Beyoğlu ve Tarlabaşı mevkiinde yer alan ve işgal edilmiş bulunan metruk apartmanlardır. Bu baskılara özet olarak şu örnekler verilebilir:

soyundan olmak", "Türk ırkından olmak"tır. 1934'te Trakya'da Yahudilerin ev ve işyerlerine yapılan saldırılar sonucu bu insanlar buraları terk edip İstanbul'a kaçmak zorunda kalmışlardır. 1941'de "Yirmi Kura İhtiyatlar" diye adlandırılan olayda 20 ila 44 yaş arasındaki gayrimüslimler askere alınmış, ellerine silah verilmeden "Amele Taburu" olarak bilinen birliklerde çok zor koşullar altında askerlik yaptırılmışlardır. 1942 yılında, Varlık Vergisi çıkarılmıştır. Bu uygulama, Türkiye Cumhuriyetinde kanun zoruyla gayrimüslimlerin parasına ve malına el koyup bunu Müslüman vatandaşlara aktararak en büyük sermaye transferini gerçekleştirmiştir, çünkü fahiş

Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama adlı kitabının yeniden güncelleştirilmekte olan bölümlerinde

Avrupa Birliği (AB) sürecinde önemli tartışma konularından biri olan Vakıflar Yasası nihayet çıktı Yasa öncelikle, Vakıflar Hukuku alanında ikili yapıya son verdi. Çünkü bu yasanın tüm vakıfları medeni kanun ile eşitlemesi öncesinde iki hukuk uygulanıyordu: Biri Osmanlı'dan kalan Vakıflar Hukuku, diğeri ise medeni kanuna göre kurulmuş vakıflara uygulanan hukuk. Yeni Va k ı f la r Ka nu nu, esk i Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in veto ettiği dokuz maddenin Meclis Genel Kurulu'nda kabul edil-

El konulan mallara ne olacak? Yasa, mahkeme kararıyla azınlık vakıflarının elinden çıkan malların iadesini öngörüyor. Ancak mazbataya alınan vakıf mallarının iadesini içermiyor. Bu durum çok sayıda maz-

1955, 6-7 Eylül olayları ile saldırılar had safhaya gelmiş, Başta Ermeni ve Rumlar olmak üzere azınlıklardan canlarını kurtaranlar ülkeyi terk etmişlerdir.

1920'lerde gayrimüslimlerin İstanbul ili dışına çıkmaları izne tabi kılınmıştır Çeşitli yasalar ve yönetmelikler çıkartılarak gayrimüslimlerin iş hayatından uzaklaştırılmaları amaçlanmıştır. Örneğin 16 Mayıs 1929'da çıkartılan "Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanunu"na göre, borsa acentesi kurmak isteyenlerin "Türk olması" gerekmektedir (madde 6, paragraf 1). "Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Nizamnamesi madde 8, paragraf 1'de belirtildiği üzere, aynı kural borsa acentelerinde çalışanlar için geçerlidir. 04 Haziran 1932'de çıkartılan 2007 sayılı "Türkiye'de Türk Vatandaşlarına tahsis edilen sanat ve hizmetler hakkında kanun" sonucu Yunan uyruklu İstanbul'lu Rumlar işten atılmış, bunlarla evli olan TC vatandaşı Rumlar zarar görmüştür. Sürekli bir "Vatandaş Türk Malı Kullan" kampanyaları yürütülmüş ve gayrimüslim işadamları huzursuz edilmiştir. Sonradan bu kampanyaların adı "Vatandaş Yerli Malı Kullan"a dönüşecektir. 1950'lerin ilk yarısında, Kıbrıs sorunu sonucu olarak "Türk olmayanlardan alışveriş etmeyin" kampanyaları başlatılmıştır. 1965'e kadar memur olma koşulu "Türk olmak"tır; ancak 1965 sonrasında "Türk vatandaşı olmak"a dönüşmüştür. 1940'ların sonuna kadar Avrupa'ya öğrenci gitmek, baytar okuluna girmek, askerî okullara girmenin koşulu: "Türk olmak", "Türk

mek amacıyla vakıf kurulamaz" diyor. Bu da uygulamada yabancılara yeni vakıf kurma izni verilirken, gayrimüslim vatandaşlara vakıf kurmanın önünde engel teşkil edebilir. Vak ıf lar Genel Müdürlüğü 'ne bağlı en üst seviyedeki karar organı olan Vakıf lar Meclisi'nin oluşumu da sorunlu görünüyor. Yeni bir organ olan bu Meclis, onbeş üyeli olacak. Bürokrasi ağırlıklı bu karar organında, vakıf temsiliyeti oldukça azınlıkta.

vergileri ödeyemeyenlerin malları haraç mezat satılmıştır. 6-7 Eylül 1955'te İstanbul ve İzmir'de gayrimüslim işyerlerini, evlerini ve ibadet yerlerini yakıp yıkan ünlü pogrom (devlet desteğiyle azınlığa yapılan saldırı) gerçekleştirilmiştir. Bundan sonra kimi Rumlar Türkiye'yi terk etmişlerdir. 196 4'te Yu na n ist a n uy r u k lu İstanbul Rumları sınır dışı edilmişler, onlarla evli olan TC vatandaşı Rumlar da birlikte gitmek zorunda kalmışlardır. İstanbul boşalmıştır. 1960'ların sonlarından itibaren, gayrimüslim mallarına el koymada sıra 1936 Beyannamesi'ne gelmiştir. Bu olay, Türkiye'de gayrimüslimden Müslümanlara sermaye transferinin son halkasını oluşturmuştur. Bütün bu olaylar, bir devletin kendi vatandaşları arasında farklı dinden olanlarına karşı açık biçimde ayrımcılık yapmasının örnekleridir. Bütün bunlardan, unutulmaması gereken önemli husus şudur: Her ayrımcılığın doğal sonucu bölücülüktür. Not: Bu dizi, Baskın Oran'ın, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar,

mesi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün onaylamasıyla yürürlüğe girmişti.

Yabancılar vakıf kurucusu olabilecek Yeni yasayla yabancılara vakıf kurucusu ve yöneticisi olmanın yolu açıldı, ayrıca bugüne kadar izne tabii olan birçok uygulama konusunda da Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bildirim yeterli kılındı. Ancak Cemaat Vakıfları açısından Yasanın hâlâ tartışmalı maddeleri var. Öncelikle azınlıklar konusunu "mutakabiliyet" esasına bağlayarak gayrimüslim Türkiye vatandaşlarına rehine muamelesi yapılması uygulamasının izleri bu yasada da mevcut. Yani vatandaşlara mutakabiliyet uygulaması hala geçerli.

Yabancılara izin, gayrimüslim vatandaşlara engel Yasanın 5. maddesi, "Yeni vakıflar; Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre kurulur ve faaliyet gösterirler" diyor. Medeni kanun'un 101/4. maddesi, "cemaat mensuplarını destekle-

but vakfı bulunan Rum cemaati için olumsuzluk teşkil ediyor. G e ç i c i 7. m a d d e , Va k ı f l a r Meclisi'nin olumlu kararını almak ve 18 ay içinde başvurmak şartıyla, azınlık vakıf larının bazı malları kendi adlarına kaydettirebileceğini söylüyor: "1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen tasarruf larında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar..." Yani 60 sonlarından itibaren gasp edilmiş ve 3. şahıslara satılmış malların üzerine azınlık vakıflarının soğuk su içmesi gerekiyor. Prof. Dr. Baskın Oran'ın İletişim Yayınları'ndan çıkan Türkiye'de Azınlıklar adlı kitabındaki verilere göre 2002'den beri bu vakıfların tapuya kaydettirmeye muvaffak oldukları bütün malların oranı yüzde 21,8'den ibaret. Görüldüğü gibi yeni yasa eskiye göre iyileştirmeler yapsa da özellikle 3. şahıslara satılan malların geri iadesi belirsizliğini koruyor. Gayrimüslim olanlara vakıf kurmanın önündeki engelin nasıl olacağını ileride göreceğiz. 29.04.2008 ✓

5


18 Mayıs 1973 – 18 Mayıs 2008:

İbrahim Kaypakkaya yoldaş mücadelemizde yaşıyor!

1973

6

y ı l ı n ı n Oc a k ay ı sonu nd a , İbrahim’i Dersim’de bir ihbar üzerine tutsak alan faşist devlet güçleri, 4 ay süren hunhar işkenceler sonucu ağzından örgütsel sır alamadıkları İbrahim’den hınçlarını onu kurşunlayarak, katlederek çıkardılar. Faşist katiller İbrahim’in vücudunu genç yaşında aramızdan söküp aldılar. Fakat onun düşüncelerini ve davasını yok edemediler, onun mücadelesini yok edemediler. İbrahim bugün de davası, düşünceleri ile yaşıyor. İbrahim işçi sınıfının, ezilenlerin yeni bir dünya yaratma mücadelesinde yaşıyor ve her zaman da yaşayacak! İbrahim, 24 yıllık kısacık hayatına muazzam bir işi, ülkelerimizde komünizm adına oportünizm/revizyonizmin kesin egemenliğine baş kaldırarak, komünizmin kızıl bayrağını yeniden yükseltme işini sığdırdı. İbrahim’in revizyonizmin egemenliğini kırdığı konulardan biri de Kemalizm meselesidir. İbrahim, bütün ‘sol’un Kemalizm hayranlığı yaptığı, M. Kemal’i neredeyse sosyalizm taraftarı gördüğü bir ortamda, M. Kemal’in ve Kemalizmin karşıdevrimci yüzünü ortaya koyarak, ülkelerimiz devrimi için tayin edici olan bu sorunda, çok önemli, tarihsel ileri bir adım attı. “Kemalizm küçük burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanında antiemperyalist bir tavır alışıdır” (Mahir Çayan), “Kemalizm ile sosyalizm arasında Çin Seddi yoktur” (Mihri Belli) gibi görüşlerin hakim olduğu, Kemalizmin ilericilik, antiemperyalistlik ve evet devrimcilik görüldüğü bir ortamda, İbrahim Kaypakkaya, Kemalizmin faşizm demek olduğunu cesaretle savunan, bu alanda da buzu kıran komünist önderdir. Kema lizm sav unucu luğ u, Kemalizm hayranlığı bugün de ‘sol’ içinde, İbrahim’in yaşadığı dönem kadar olmasa da, etkisini sürdürüyor. Kemalizmi savunan, Kemalizm hayranlığı yapan gruplardan biri de, Kıvılcımlı geleneğinden gelen Halkın Kurtuluş Partisi adlı partidir. Hikmet Kıvılcımlı’nın düşüncelerini savunan bu parti, Kemalizmin şampiyonluğunu yapmaktadır. İbrahim yoldaşın Kıvılcımlı’nın çeşitli konularda revizyonist görüşlerini eleştirdiği bilinmektedir. Revizyonizm yolunda emin adımlarla ilerleyen bu parti, egemenler arasındaki iktidar mücadelesinde, statükocu ordu merkezli Kemalist kanadın ‘sol’dan des-

Bundan 35 yıl önce işçi sınıfı, en büyük önderlerinden birini, İbrahim Kaypakkaya’yı yitirdi

tekçisi konumunda konaklamıştır. ‘Kurtuluş savaşı’ bu parti tarafından, “Antiemperyalist birinci ulusal kurtuluş savaşımız”, M. Kemal, Kurtuluş Savaşının “önderi ve başkumandanı” olarak tanımlanmaktadır. Kendi mücadelelerini, “ikinci kurtuluş savaşımız”, “ikinci Kuvayimilliye Hareketi” olarak tanımlıyorlar. Bu parti Lenin ile M. Kemal’i “Marksizm Leninizm-Kıvılcımlı Düşüncesi”!!, adına yan yana getirme ve birlikte savunma becerisini gösteriyor! Savundukları gerçekte Lenin değil! Marksizm Leninizm değil! İlerlettikleri Kıvılcımlı’nın revizyonist görüşleridir. Emperyalist kuşatma altında sosyalizmi inşa etmeye çalışan genç Sovyetler Birliği, Kemalistler gerçekten antiemperyalist oldukları için değil, burjuva olmalarına “ulusal reformist” olmalarına rağmen, emperyalist güçlerin doğrudan sömürgesi olmamak için güdükte olsa mücadele ettikleri, Sovyetler Birliği’ne karşı emperyalistlerin saldırı üssü olmadıkları için destek vermiştir. Nitekim M. Kemal Lenin tarafından “iyi örgütçü bir burjuva” olarak değerlendirilmiştir. Stalin Kemalizm’i; "Kemalist devrim, bir üst tabaka devrimidir; milli ticaret burjuvazisinin bir devrimidir. Bu devrim, (...) aslında köylülere ve işçilere karşı, evet bir tarım devrimi imkanına karşı yönelen, milli ticaret burjuvazisinin devrimidir." (Stalin, Cilt 9, sayfa 204, İnter Yayınları) şeklinde değerlendirmiştir.

Kemalist hareket, en başından itibaren özünde işçilere, köylülere düşman bir burjuva harekettir. Kemalistler işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesine en başından itibaren karşı çıkmışlar ve onu engellemek için, başta açık terör olmak üzere her yola başvurmuşlardır. Amacımız bu yazıda HKP hakkında genel bir değerlendirme yapmak değildir. Bu başka bir yazının konusu olabilir. İbrahim yoldaşın bıraktığı komünist miras içerisinde, onun katledilmesinin 35. yıl dönümünde, onu anarken bu yazıda öne çıkardığımız Kemalizm değerlendirmesi ile bağ içerisinde, günümüzden Kemalizmi savunan HKP örneğini verdik. İbrahim yoldaşın Kemalizm değerlendirmesi hakkında genel değerlendirmemiz ise şöyledir: "1— Kemalist devrim, Türk ticaret burjuvazisinin, toprak ağalarının, tefecilerin, az miktardaki sanayi burjuvazisinin, bunların üst kesiminin bir devrimidir. Yani devrimin önderleri, Türk komprador büyük burjuvazisi ve toprak ağaları sınıfıdır. Devrimde, milli karakterdeki orta burjuvazi önder güç olarak değil, yedek güç olarak yer almıştır. 2— Devrimin önderleri, daha antiemperyalist savaş yıllarında iken İtilaf emperyalizmi ile el altından işbirliğine girişmişlerdir; emperyalistler Kemalistlere karşı hayırhah bir tutum takınmış, bir Kemalist iktidara rıza göstermeye başlamıştır. 3— Kemalistler, emperyalistlerle

barış imzaladıktan sonra bu işbirliği daha da koyulaşarak devam etmiştir. 4— Kemalist hareket, özünde «işçilere ve köylülere, bir toprak devrimi imkânına karşı» gelişmiştir. 5— Kemalist hareketin sonucunda, Türkiye'nin sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal yapısı; yarı-sömürge ve yarı-feodal yapı ile yer değiştirmiştir; yani yarı-sömürge ve yarı-feodal iktisadi yapı devam etmiştir. 6— Sosyal alanda, eski milli azınlıklara mensup komprador büyük burjuvazinin ve eski bürokrasinin, ulemanın hakim mevkiini, milli karakterdeki orta burjuvazi içinden palazlanan ve emperyalizmle işbirliğine girişen yeni Türk burjuvazisi, eski Türk komprador büyük burjuvazisinin bir kesimi ve yeni bürokrasi almıştır. Eski toprak ağalarının, büyük toprak sahiplerinin, tefecilerin, vurguncu tüccarların bir kısmının hakimiyeti devam etmiş, bir kısmının yerini yenileri almıştır. Kemalistler, bir bütün olarak, milli karakterdeki orta sınıfın çıkarlarını temsil etmemekte, yukardaki sınıf ve zümrelerin menfaatlerini temsil etmektedir. 7— Politik alanda, hanedanlık çıkarları ile birleştirilmiş olan meşrutiyet idaresinin yerini, yeni hakim sınıf ların çıkarlarına en iyi cevap veren idare, burjuva cumhuriyeti almıştır. Bu idare, sözde bağımsız, gerçekte siyasi bakımdan emperyalizme yarı-bağımlı bir idaredir. 8— Kemalist diktatörlük, sözde demokratik, gerçekte askeri faşist bir diktatörlüktür. 9— “Kemalist Türkiye bile, gittikçe daha çok bir yarı-sömürge ve gerici emperyalist dünyanın bir parçası haline gelerek nihayet kendini İngilizFransız emperyalizminin kucağına atmak zorunda kalmıştır.” 10— Kurtuluş Savaşı'nı takip eden yıllarda, devrimin baş düşmanı Kemalist iktidardır. O dönemde komünist hareketin görevi, hakim mevkiini kaybeden eski komprador burjuvaziye ve toprak ağaları kliğine karşı, Kemalistlerle ittifak değil (böyle bir ittifak zaten hiç bir zaman gerçekleşmemiştir), komprador burjuvazinin ve toprak ağalarının bir başka kliğini temsil eden Kemalist iktidarı devirmek, yerine işçi sınıfı önderliğinde ve işçi-köylü temel ittifakına dayanan demokratik halk diktatörlüğünü kurmaktır." (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Ocak Yayınları, s. 140-141) Nisan 2008 ✓


yeni kadın dünyası

A

Kadın Emeği Kurultayı’ndan izlenimler

ntalya serbest bölgede bulunan Novamed’deki kadın işçilerin greviyle dayanışmak amacıyla İstanbul’dan başlatılan ve Türkiye’nin çeşitli illerinden kadın platformlarının desteğiyle büyüyen dayanışmanın da etkisiyle kadın işçiler grevi kazanarak tekrar sendikalı olarak işlerinin başına döndüler. İstanbul’da oluşturulan Novamed Gre v iy le K a d ı n D ay a n ı ş m a sı Platformu sadece Novamed greviyle dayanışmayı değil, aynı zamanda bir kadın kurultayının örgütlenmesi için de çalışma başlattı. Bunun için oluşturulan bir komisyonun uzun süredir yürüttüğü hazırlık çalışmalarının ardından nihayet 5 Nisan’da Kadın Emeği Kurultayı gerçekleştirildi. P e t r o l -İ ş S e n d i k a s ı G e n e l Merkezinin konferans salonunda “neoliberal dönüşümler karşısında kadın emeği” başlıklı kadın kurultayı aslında 5-6 Nisan olmak üzere iki günlük planlanmıştı. Fakat Pazar günü Kadıköy Meydanında yapılan ssgss mitingi nedeniyle bir günle sınırlandırılmak zorunda kalındı. İki bölüm, toplam altı başlık ve altı konuşmacıdan oluşan etkinliğin “savaş, göç ve Kürt kadın emeği” başlıklı konusu Handan Çağlayan’nın katılamaması sebebiyle iptal edildi. Öğleden önceki oturumun birinci konuşmasını Dilek Hattatoğlu “neoliberal dönüşümler ve ücretli kadın emeği” konusunda yaptı. Konuşmasında öne çıkardığı noktalar şunlardı: Enformel sektörde kadın sayısı artıyor. Kadın sayısının artması, kadın emeği ucuz işgücü olarak değerlendirildiği için bu alanlarda emeğin değeri düşüyor. Ev eksenli çalışma gün geçtikçe artıyor. Bu bağımlı ülkelerde olduğu gibi örneğin İngiltere gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde de böyle. Yoksulluk kadınlaşıyor. Yoksul kadınlar daha çok çalışıyor. Kadınların işgücüne katılımı artıyor. Bu nedenle emek örgütleri olarak sendikalar kadınların örgütlenmesi için ciddi adımlar atmak zorundalar yoksa bu örgütlerin gelecekleri de olmaz. Dünya üzerinde kadın sendikaları var. Bunlar eğer %90 kadın çalışanı kapsıyorsa bunlara kadın sendikası demek doğrudur. Bu sendikaların deneyimlerinden öğrenmeye ihtiyaç vardır. “Neoliberalizm ücretli kadın emeği ve sendikalar” ile ilgili konuşmayı KESK Kadın Sekreteri Sevgi Göyçe yaptı. Göyçe: Sermayenin cinsiyetçi bir yönelime sahip olduğunun Novamed örneğinde açığa çıktığını, cinsiyetçilik ile kapitalizmin iç içe geçtiğini, kadın emeğinin daha çok serbest bölgelerde, ihracata dayalı sanayide yoğunlaşmaya başladığını söyledi. Kadınların göçe zorlanma-

KESK Kadın Sekreteri Sevgi Göyçe: Sermayenin cinsiyetçi bir yönelime sahip olduğunun Novamed örneğinde açığa çıktığını, cinsiyetçilik ile kapitalizmin iç içe geçtiğini, kadın emeğinin daha çok serbest bölgelerde, ihracata dayalı sanayide yoğunlaşmaya başladığını söyledi. sının onların kentteki yoksullaşmalarını beraberinde getirdiğini, kadınları kuralsız ve düzensiz çalışmanın adı olan esnek çalışmaya ittiğini, esnek çalışmanın emperyalist

kadınların oranı %60 iken bu oranın erkeklerde %40 olduğunu çalışan kadınların üçte ikisinin güvencesiz çalıştırıldığını belirtti. Bütün bunlara karşın sendikaların

ülkelerde de yaygınlık kazandığını çünkü kadınların hem çalışıp para kazanmak hem de evdeki işleri yapmakla sorumlu olduklarını ve bunun başarılabilmesi için ise kadınların geleneksel roller içerisinde kalmaya zorlandıklarını kaydetti. Sosyal alanların tasviyesiyle kadın yükünün daha da arttığını, kadınların ucuz işgücü olarak sömürüldüğünü buna karşı ‘eşdeğer işe eşit ücret’talebinin yükseltilmesi gerektiğini vurguladı. Güvencesiz ve sigortasız çalıştırılma anlamında kayıt dışı çalışan

ciddi bir çalışma yürütmekten uzak olduklarını bunun toplumsal rollerden kaynaklandığını, kadın işçi ve emekçilerin sorunlarının sendikaların gündemine girmesi gerektiğini, örgütlenmede yetersizliklerin yaşandığını bunun en önemli nedenlerinden birisinin ise kadınların emek örgütlerinin yönetim ve yönlendirme kademelerinde yer almamalarından kaynaklı olduğunu dile getirdi. Sendika yönetimlerinde yer alan az sayıdaki kadınların dul, yaşlı, bekar yada aile tarafından ciddi bir şekilde

desteklenmesi sonucunda oralara gelebildiklerini diğer kadınların ise olağanüstü çabalar sarfederek oralara gelebildiklerini vurguladı. Kadınların bu alanlarda ancak ‘erkekleşerek’ yer alabildiklerini yada ciddi emek ve siyasallaşma sonucu gelebildiklerini söyledi. Kamuda bile kadınların yönetim kademelerinde yer alması zorken işçi sendikalarında bunun çok daha zor olduğunu, erkeklerin yetenekleri çoğu zaman sorgulanmazken kadınların her fırsatta yeterlilikleri/ yetersizliklerinin sorgulandığını, militan değilse, kavgacı değilse şansının çok az olduğunu söyledi. Buna karşılık son yıllarda kadın emeğinin yoğunlaşması ve dünya çapında kadınların örgütlülüğü için yürütülen çalışmaların Türkiye’deki sendikal hareketin de dikkatini çekmeye başladığını, bu alanda yeni çalışmalar ve yeni deneyimlerin sözkonusu olduğunu ve bunun geleneksel sendikacılık anlayışının yıkılabilmesi için iyi bir başlangıç olduğunu dile getirdi. Birinci oturumun üçüncü konuşmacısı avukat Meriç Eyüpoğlu ise “neoliberal dönüşümler ve yasal düzenlemeler” konulu sunumunda kadınların sadece iş alanında değil her alanda ayrımcılıkla karşılaştığını belirtti. Hukukun her ne kadar sınıflarüstü evrensel birşey olduğu söylense de dünyadaki bütün yasaların egemenlerin kuralları olduğunu vurguladı. Eski iş kanunu ile yeni iş kanununu karşılaştırarak yeni yasada kadınlar açısından bazı iyileştirmeler olmasına karşın örneğin yüzelli kişilik işyerlerinde kreş zorunluluğu, 8+8 hafta doğum izni, taşıt yükümlülüğü vs. bunların çoğunun kağıt üzerinde kaldığına ve hayata geçirilmesi için ciddi mücadelelerin yürütülmesi gerektiğine değindi. Ev kadınlarının ve tarımda çalışan kadınların ise yasada yer bulamayanlar olduğunu belirtti. Öğleden önce yaapılan birinci oturumun ardından verilen yemek arası sonrasında ikinci oturuma geçildi. İkinci oturumun birinci konuşmacısı “neoliberal dönüşümlerin eviçi emeğe yansımaları” başlığıyla iktisatçı Yelda Yücel idi. Yücel, neoliberalizmin etkilerini Hindistan ve Çin örneği üzerinden ortaya koymaya çalıştı. Hindistan’daki kapitalist gelişmenin 1980’li yıllarda başladığını, bunula birlikte kadınlar üzerinde şiddetin arttığını, örneğin sati geleneği denilen bir gelenekle kocası ölen kadınların yakıldığını, zengin toprak ağalarının yürüttüğü savaşlarda kadınların sistematik tecavüze maruz kaldıklarını, bunun yer yer polis eliyle gerçekleştirildiğini vurguladı. Erkeklerin kadınlar üzerindeki cinsel istismarının çok yoğun olduğu

7


yeni kadın dünyası Hindistan’da tarım alanının tasfiye edilmesiyle kadınların kente göç ettiklerini ve buralarda da eve kapatıldıklarını dile getirdi. Çin’nin 1980’li yıllardan itibaren kapitalizmle ilişkisinin başladığını, devlet denetimi altında kadın emeğinin alabildiğine sömürüldüğünü, Çin mucizesi olarak adlandırılan ekonomik kalkınmanın itici gücünü kadınların oluşturduğunu belirtti. Çin’de son derece yaygın bir şekilde yatakhane sistemi ile genç kadınların çalışma kamplarında biraraya getirilerek ve en fazla 2 yıl çalıştırılarak korkunç bir sömürü ile karşıkarşıya olduklarını belirtti. Çinde 120-200 milyon arasında işçi göçü olduğunu ve bunların %70’ini kadınların oluşturduğunu dile getirdi. Çin’de adına Hugo sistemi denilen doğduğun yerde yaşama mecburiyeti nedeniyle dışarıda en fazla 2 yıl çalışılabildiğini bu nedenle yatakhane sistemi ile biraraya getirilen kadınların önemli bir direniş ve karşı örgütlenme yaratamadıklarını yada yaratılsa bile kalıcı olamadığını vurgulayarak bu zaman içerisinde son derece katı bir disiplinle 110-120 dolar karşılığı ve yatak ve yemek için de ayrıca ücret ödeyerek köle gibi çalıştırıldıklarını belirtti. Kurultayın son konuşmacısı feminist yazar Gülnur Savran idi. Savran kapitalizmde patriarkanın ev içi emeği ekonomi dışı tutup doğallaştırarak emek olarak değil bir doğallık yatkınlık olarak gördüğünü ve değersizleştirdiğini belirtti. Kadınların ev içi emeğinin aile bireylerine duyulan sevginin bir gereği olarak görüldüğünü bu nedenle sevgi ile çalışma saatlerinin içiçe geçtiğini vurguladı. Kadınların sadece çamaşır, bulaşık, yemek gibi ev işlerini değil aynı zamanda kaynana, kayınbaba, hasta vs. gibi bireylerin de bakımından sorumlu görüldüğünü bu nedenle dışarıda ücret karşılığı yapılan bakım emeğinin değerinin düşük olduğunu söyledi. Ev içi emeğin kadınların doğasında olmadığını kadınların çok küçük yaşlardan itibaren eğitildiklerini vurguladıktan sonra ev emeğinin görünür olabilmesi için vergiler, annelik ödeneği vs. gibi sosyal politikaların hayata geçirilmesi gerektiğini, erkeklerin çocuk bakımına çekilmesi için anne veya babanın kullanabildiği doğum izni değil ‘erkek izni’ olmasının talep edilmesi gerektiğini dile getirdi. Son olarak kadınların bütün bu cinsiyetçi iş bölümünden kurtulmak için bir ev kadınlarının grevinin iyi bir başlangıç olacağını söyledi.

8

Kadın kurultayına katılım az sayıda kalmış olsa da forum bölümünde bakım hizmeti, ev emeği, cinsellik, kadın işgücünün göçü, ev eksenli çalışma konuları üzerinde yoğunlaşarak katılımcıların kendilerini ifade edebildikleri verimli bir kurultay gerçekleştirildi. Nisan 2008 ✓

Pippa Bacca’nın öldürülmesi kınandı

M

ersin’de Kadınlar, İtalyan sanatçı Pippa Bacca’nın tecavüz edilerek öldürülmesini 26 Nisan'da bir basın açıklaması ile kınadılar. Yaklaşık 20 kadının katıldığı basın açıklaması İHD önünde yapıldı. Bu katliamın başka ülkelerde de olabileceğini belirten kadınlar, bu ülkede “tecavüz ve tecavüzcüleri koruyan yasaların olduğunu, Pippa Baca’yı öldürenin erkek egemen zihniyet olduğunu belirttiler. Cinsiyetçi medyanın bu olay karşısındaki tavrının da eleştirildiği basın açıklamasında; “Cinsiyetçi medya tecavüzcüyü ve şiddeti dengesiz, psikolojik sorunları olan bir adam olarak yansıtmış ve bu olayı meşrulaştırmaya çalışmıştır” denilerek, cinayetin “münferit ya da tesadüfî” olmadığını erkek egemen zihniyetin bir sonucu olduğu belirtildi. Kadına yönelik şiddetin sistematik olduğunu belirten kadınlar, Pippa Bacca’dan iki gün sonra Gebze’de polisin ev basıp evde bulunan kadına tecavüz etmesi, birkaç ay önce kendisine tecavüze kalkışan ve öldüren Ü.Y’nin katil kocasına “haksız” tahrik indirimi. … ve en son yılbaşı gecesi tecavüzcüye 57 YTL para cezası verilerek serbest bırakılması karşısında kaygılıyız dediler.

İ

Kadınlar; “Biz her gün her yerde, evlerde, caddelerde, en karanlık köşelerde ve hatta apaçık yerlerde bu şiddeti ilmek ilmek dokuyan erkek egemen sistem olduğunu biliyoruz.” diyerek basın açıklamasını şöyle bitirdiler; “Pippa Bacca, sen beyaz gelinliğinle savaşsız, şiddetsiz bir toplum hayaliyle, beklide başına gelecekleri bile bile bir barış yolculuğuna yelken açtın. Bizler savaş coğrafyasının bir parçası olan kadınlar, ne yapacağını, ne söyleye-

ceğini bilmeyenlere tek yolun savaşın bitmesinde ve barışın sağlanmasında, Türk, Kürt, Arap İtalyan… kadınlarının sesinin duyması gerektiğini bir kez daha söylüyoruz. Savaşa hayır! Yaşasın barış! Yaşasın halkların kardeşliği! Yaşasın kadın dayanışması!” Pippa Bacca ile ilgili bir basın açıklamasının biraz geç olmakla birlikte yapılmış olması olumludur. Mersin YDİ Çağrı 28/04/2008 ✓

Tecavüz protesto edildi

talyan performans sanatçısı Pippa Bacca’nın tecavüz edildikten sonra öldürülmesi Adana’da protesto edildi. 16 Nisan günü saat 18’de Eğitim-Sen Adana Şubesi önünde bir araya gelen kadınlar sloganlarla Çakmak Caddesine kadar yürüdüler. Yaklaşık 100 kadının katıldığı eylemde Pippa Bacca barış yürüyüşünü kadınların sürdüreceği vurgulandı. Erkek egemenliğinin barbar yüzünün teşhir edildiği,

Pippa Bacca’nın ne ilk ne de son olduğu, ancak kadınların da erkek egemenliğine karşı mücadeleyi sürdürecekleri belirtildi. Eğitim-Sen’li kadınların yoğun katıldığı eylem yapılan açıklamanın ardından sona erdi. 17.04.2008 Ydi Çağrı/Adana ✓


Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

1 Mayıs 2008: Devletin işçi sınıfına faşist terörü

1 Mayıs bir kez daha faşist devlet terörüne sahne oldu Taksim: 1 Mayıs Meydanı Üç büyük sendika konfederasyonu – DİSK, KESK, Türk-İş- bu yıl birleşerek 1 Mayıs’ı Taksim’de birlikte kutlama kararı aldılar. Sendikaların bu tutumu demokratik ve devrimci kitle örgütlerinden, birçok emekten yana olduğunu söyleyen partiye kadar çok geniş bir kesimden destek gördü. İçinde bizim de YDİ Çağrı olarak yer aldığımız birçok devrimci gruptan oluşan “Devrimci 1 Mayıs Platformu” zaten yıllardır 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama kararlılığını bu yıl da sürdürdü. Böylece önceki yıllardan farklı olarak bu yıl ilk kez bu kadar geniş bir yelpazenin 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama iradesini ortaya koyması ve bu konuda ısrarlı olacağını başından ilan etmesi üzerine hükümet sendika konfederasyonlarının temsilcileriyle görüşmeyi kabul etmek zorunda kaldı. Sendika temsilcileriyle 1 Mayıs’ın tatil günü olarak ilan edilmesi ve Taksim meydanında kutlanması konularında görüşmek üzere masaya oturan başbakan ve diğer hükümet temsilcileri, alay edercesine temsilcileri Taksim ısrarından vaz geçirmeye çalıştı. Hükümet bunun karşılığında büyük bir lütufta bulunarak, işçi sınıfına 1 Mayıs’ı “Emeğin birlik ve dayanışma günü” olarak ilan edilmesini

hediye ediyordu. Hükümet bu taktiğe başvurarak bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyordu: Birincisi; burada zaten her yıl şu ya da bu şekilde kutlanan emeğin bayramının hükümet tarafından resmen ilan edilmesi “malumun ilanından” başka hiçbir anlam taşımıyordu (olsa olsa hükümetin taviz veriyormuş gibi yaparak işçi düşmanı yüzünü gizlemesine hizmet ediyordu). İkincisi (ve daha da önemli olanı), daha önce de yapıldığı gibi bir kez daha 1 Mayıs’ın mücadeleci ve devrimci özü boşaltılmaya çalışılıyordu. 150 yıldır işçi sınıfının “Birlik, Dayanışma ve MÜCADELE günü” olan 1 Mayıs “Birlik ve Dayanışma gününe” indirgenerek sessiz sedasız “mücadele”den arındırılıyordu. Öyle ya, içinde bulunduğumuz çağ sınıf mücadelesi çağı değil (bu artık geride kalmıştı), sosyal diyalog ve sosyal dayanışma çağıydı! 1 Mayıs’ın tatil günü ilan edilmesi ise “milyarlarca zarara” yol açacağı gerekçesiyle kesinkes reddediliyordu. Aralarında her zaman kolayca mutabakat sağlanamayan hükümetin ve devletin değişik yetkilileri arasında sözkonusu işçilerin hakları olunca çok çabuk en güçlü ittifaklar kurulabildiği bir kez daha görüldü. 1 Mayıs’ın tatil günü olması ve Taksim’de kutlama talebi hep bir

ağızdan reddedilmiştir. 1 Mayıs’ın bu yıl bu kadar “medyatik” olmasından da hiç çekinmeyen devlet ve hükümet yetkilileri işçi düşmanı tavırlarından taviz vermemişlerdir ve sonuna kadar Taksim’de kutlanmasında ısrar edilmesi halinde İstanbul’u işçilere cehenneme çevireceklerini yinelemişler ve öyle de yapmışlardır. 1 Mayıs’a günler kala ortam iyice gerginleştirilmiş, arka arkaya açıklamalar yapan İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü, İçişleri Bakanı, Çalışma Bakanı, Başbakan vd., provokasyonların olacağının ve olay çıkarılacağının duyumunu aldıklarını, kimi illegal örgütlerin çatışmalara hazırlandıklarını, Taksim’in izin verilen gösteri alanı olmadığını vb. söyleyerek, Taksim’de ısrar edilmesi halinde gerekli önlemlerin alınacağını ve polisin “orantılı” şiddet uygulayacağını vb. söylediler. Bu “gerekli önlemlerin ve orantılı şiddetin” ne olduğu daha günler öncesinden ama en geç 1 Mayıs sabahı görüldü.

Devletin işçilere “orantılı” şiddeti Hükümetin "Birlik ve dayanışma bayramı" olarak birkaç gün öncesinden resmen ilan ettiği 1 Mayıs, devletin

yetkilileri ve güvenlik güçlerinin ortamı kızıştırarak yaptıkları hazırlıklardan sonra savaş gününe dönüştü. Günler öncesinden başlayan 1 Mayıs tartışmalarında ve son olarak 1 Mayıs günü yaşananlar egemenlerin açık işçi düşmanı saldırgan yüzünü bir kez daha net biçimde gösterdi. Öncelikli olarak 1 Mayıs’ın devrimci özünü boşaltıp onu bahar bayramı, birlik ve dayanışma bayramı yapıp, mücadeleci özünü hafızalardan silmeye çalışanlar bunlarla yetinmeyip 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen emekten yana olanlara vahşice saldırarak İstanbul'da Şişli ve Taksim çevresini savaş alanına çevirdi. Sendikaların daha önce İstanbul'un üç fa rk lı yerinden topla na ra k Taksim'e girme kararı, hükümetin vapur seferlerini ve metro hattını iptal ettiğini açıklaması üzerine yeni bir değişiklik yapılarak Taksim'e tek bir koldan – Şişli istikametinden - girilmesi kararlaştırıldı. Sabah saatlerinde Şişli’de toplanmak isteyenler önce polisin sert tepkileriyle karşılaştı, katılımcıların geri çekilmemesi sonucu panzerlerle ve gaz bombalarıyla müdahale edilmesi üzerine kalabalık ara sokaklara dağılmaya başladı ve bu andan itibaren sokak aralarında polislerle çatışmalar baş gösterdi.

EK:1


Emekçilere yönelik ilk polis saldırısı ise sabah saat 06.30’da DİSK binası önünde gerçekleşti. DİSK binasında sabahlayan ve bina önünde bekleyen işçi ve emekçilere biber gazı ve su sıkan polis, saldırılara bütün gün devam etti. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, yaptığı açıklamalarda saldırıyı kınayarak bu yapılanların devlet terörü olduğunu söyledi. DİSK önüne gelmek isteyen grupları da engelleyen polis, DİSK’in olduğu caddeyi abluka altına aldı. Saldırılar sırasında birçok kişi gözaltına alındı. Açıklamanın ardından dağılan kitleye saldıran çevik kuvvet, işçi ve emekçilerin Şişli Etfal Hastanesi bahçesine girmesi üzerine buraya da gaz bombaları attı. Saldırıdan özellikle hastalar, çocuklar ve yaşlılar ağır biçimde etkilendiler. Hastane bahçesinde bulunan hasta yakınları ve sağlık çalışanları, alkışlarla polisin bu tutumunu protesto ettiler.

YDİ Çağrı olarak Taksim’i zorladık 1 Mayıs hazırlıklarımız günler öncesinden başladı. Bir yandan Devrimci 1 Mayıs Platformunun ortak etkinliklerinde yer alırken diğer taraftan 1 Mayıs'a ilişkin bildiri, kuşlama ve stiker çıkararak bunları 1 Mayıs öncesinden değişik yerde dağıttık ve yapıştırdık. 1 Mayıs günü, YDİ Çağrı okurları ve çalışanlarıyla birlikte önceden yaptığımız plan üzerine sabah bir grup arkadaşla hem toplanma yerini keşfetmek ve hem de 1 Mayıs'a ilişkin hazırladığımız malzemeleri götürmek için erkenden toplanma alanına vardık. Daha sonra diğer arkadaşlarımızla buluşarak Şişli

Camii önüne ve daha sonra da DİSK binası önüne girmeye çalıştık. Yaşanan müdahaleler sebebiyle hazırladığımız bildiriler ve pankartları kullanamadık. Fakat bir çok sokak ve alandaki yürüyüşlerde 1 Mayıs’a yönelik hazırladığımız kuşlamaları dağıttık. Saat 12.00 civarında DİSK binası önünde DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ’nin olayları kınayarak eyleme son verdiklerini açıklamasından sonra, diğer grupların Taksim'de toplanacağı duyurusunu almamız üzerine değişik yolları zorlayarak Taksim’e gitmeye çalıştık. Bütün çabalarımıza rağmen polis barikatlarını aşamadık. 500 kadar kişinin katıldığı kısa bir yürüyüşte "Yaşasın 1 May ıs, Dev rimci 1 May ıs Seni Yaşatacağız, Ya Barbarlık Ya Sosyalizm, İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek, Faşizme Karşı Omuz Omuza, Yaşasın Devrimci Dayanışma" sloganlarını attık ve diğer katılan guruplar da bu sloganlara eşlik ettiler. Tüm bu yaşananlar sonucunda Taksime giremeyeceğimizi görmemiz üzerine yeni bir durum değerlendirmesi yaparak, polisin bu saldırgan tutumu karşısında alana girmenin imkansız olduğunu, bunun için işçilerin güçlü birlikteliğine ihtiyaç duyulduğunu ve bizim elimizden geleni yaptığımızı belirterek bulunduğumuz yerden ayrılma kararı aldık.

Taksim kararlılığı sonucunda devletin anti-demokratik, işçi-emekçi düşmanı faşist yüzü daha açıkça ortaya çıkmıştır. Bu, işçiler emekçiler açısından bu yılki 1 Mayıs’ın

1 Mayıs 2008: Devletin işçi sınıfına faşist terörü. . . . . . . . . . . . EK:1 İzmir’de 1 Mayıs. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:2 Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

alternatif üretme konusundaki yetersizlikleri her ne kadar burjuva medya tarafından övgüye layık görülmüşse de, eylemin gidişatını olumlu değil olumsuz etkilemiştir. 1 Mayıs’ın devrimci özüne uygun olarak işçi kitleleri tarafından kutlanabilmesi için sınıfın öncüsünün önünde sınıfı bilinçlendirmek ve örgütlemek gibi büyük görevler duruyor. Öncüler daha fazla işçi sınıfına yönelik çalışmaya ağırlık vermeli ve “Fabrikalar K a le m i z , Ya ş a s ı n B ol ş e v i k Mücadelemiz!” sloganına gerçeklik kazandırmalıdırlar. Bunun için bir dahaki 1 Mayıs’a kadar 1 yılımız var! Ancak hiç zaman kaybetmeksizin bu çalışmaya hemen başlamalıyız. Öyleyse bu şanlı görevi yerine getirmek için görev başına! 1 Mayıs kızıldır, kızıl kalacak! 3 Mayıs 2008 ✓

İzmir’de 1 Mayıs

Sonuç

İÇİNDEKİLER Mersin’de 1 Mayıs. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:3 1 Mayıs Adana: Sınıf dayanışması ve coşku . . . . . . . . . . . . . . EK:3 Stuttgart'ta 1 Mayıs . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:3 Tez Koop- iş Sendikası İştanbul 4 No’lu Şubesi’nin Olağan Genel Kurulu yapıldı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:4 Tez-Koop-İş Sendikası İzmir 2 No'lu Şube Genel Kurulu yapıldı . . . . . EK:4 Deri İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği kuruldu . . . . . . .

EK:5

Eğitim Sen’den miting . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:5 "Yörsan Ürünlerini Tüketmeme” çağrısı. . . . . . . . . . . . . . . . EK:5 SSGSS yasa tasarısı Adana’da protesto edildi .... . . . . . . . . . . . EK:6 Sosyal Güvenlik Yasası Diyarbakır'da protesto edildi.... . . . . . . . . EK:6 Emekçi bir Ermeni'nin mektubu… . . . . . . . . . . . . . . . . . . EK:7

EK:2

en önemli dersidir. İşçiler bu ders ile birlikte egemen sınıf lardan hakların dilenerek değil mücadele ile alınabileceğini net biçimde görmüşlerdir. Bunlar olumlu kazanımlar olmuştur. Bununla birlikte egemenler bir 1 Mayıs’ta daha işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününün coşkulu bir şekilde kutlanmasını, en geniş işçi kitlelerinin bu vesile ile kendi devrimci sınıf fikirleriyle tanışmasını, devrimcilerle buluşmasını – her ne pahasına olursa olsun - engellemeyi başarmışlardır. İşçilerin ve devrimci güçlerin taleplerinde kararlılık göstermeleri, taviz vermemeleri, en yoğun saldırıların karşısında bile geri adım atmamaları diğer olumlu kazanımlardır. Ancak devletin bu saldırıları ve engellemeleri karşısında yeterince alternatif ler üzerinde durulmamış olması bir eksikliktir. Sendikaların saldırılar karşısında erken gelen bitirme kararları ve

İ

zmir’de Türk-İş, KESK ve TMMOB tarafından organize edilen 1 Mayıs, Gündoğdu Meydanı’nda kutlandı. Alsancak, Basmane ve Kona k ’ta toplanan işçiler, emekçiler Gündoğdu Meydanı’na yürüdü. Türk-İş’e bağlı sendikalar; Tes-İş, Tez Koop-İş, Petrol-İş, Tümtis, Tek Gıda-İş, Türkiye Maden-İş Alsancak Limanı önünde topla nara k, burada n Gündoğdu Meydanı’na yürüdüler. Belediye-İş ve Deri-İş Kapılar bölgesinden yürüyerek alana girdiler. Emek Partisi, SDP, DTP, ESP, SGDF, Özgür Yaşam Kooperatifi, Deri İşçileri Derneği, Köz, BDSP Basmane yönünden alana giriş yaptılar. KESK Şubeler Platformu, DHP, DGH, ÖDP, Dev-Lis, Ege 78’liler, 78’liler Federasyonu, DİP Girişimi, Halk Evleri, Alevi Bektaşi ve Yöre Dernekleri Platformu, Partizan, Alınteri, Tevkurd, TÖP, Devrimci Dönüşüm, İŞHAKDER, Odak, Devrimci Hareket, Mücadele Birliği vb. Konak tarafından alana giriş yaptılar.

DİSK Tertip Komitesi içerisinde yer almadı. Genel İş 3, 4, 5 No’lu şubeler, Genel İş Binası önünden yürüyerek alana geldiler. Kürsüden yapılan konuşmalarda, İstanbul’da yaşanılan devlet terörü eleştirilerek kınandı. 1 Mayıs 1977 katliamı sırasında katledilenlerin isimleri tek tek okundu. Öldürülen işçilerin isimlerinin okunmasının ardından kitle, “yaşıyor” cevabı verdi. Yürüyüş ve miting sırasında onlarca slogan atıldı. “Faşizme karşı omuz omuza!, Her yer Taksim, her yer 1 Mayıs!, İşte 1 Mayıs, alanlardayız!, Yaşasın 1 Mayıs, yaşasın sosyalizm!, Yaşasın 1 Mayıs, bıji yek Gulan!, Yaşasın sınıf dayanışması!” atılan sloganlardan bazıları idi. 1 Mayıs’a 30 bin civarında işçi, emekçi katıldı. Basma ne ve Kona k ’ta YDİ Çağrı’nın “1 Mayıs’ta alanlara, devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmeye!” başlıklı bildirisi dağıtıldı. 1 Mayıs 2008 YDİ Çağrı/İzmir ✓


M

Mersin’de 1 Mayıs

ersin’de son yılların en kalabalık ve coşkulu 1 Mayıs’ı kutlandı. Bu coşkuda ülke gündeminden hiç düşmeyen gerici-faşist olay ve uygulamalara olan tepkilerin yanı sıra, hükümetin Taksim yasaklamasına olan tepkinin de payı büyüktü. S a at 11 su l a r ı nd a D e v le t Hastanesi önünde toplanan gruplar 12’ye doğru yürüyüşe geçtiler. İşçi sendikaları arasında DİSK’e bağlı Genel-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Liman- İş, Birleşik Metal-İş, Tümtis, Yol-İş, Belediye-İş, BES ve GençSen yer alıyordu. Bunların içerisinde özellikle Yol-İş kitle sayısıyla dikkatleri çekiyordu. KESK’e bağlı birçok memur sendikası da alan-

daydı. Bunların içinde de EğitimSen dikkat çekiyordu. Yine çeşitli dergi çevreleri, partiler, dernekler özellikle gençler sayılarının fazlalığıyla alanı şenlendiriyorlardı. Genellik le atı lan sloganlar ise şunlardı: ‘Akılsız başa ayak neylesin’,’Ayaklar baş olsun kıyamet kopmasın’,’Her yer isyan her yer Taksim’, ‘İstanbul işçisi yalnız değildir’,’İşçilerin birliği sermayeyi yenecek’,’Yaşasın 1 Mayıs’… Yürüyüş esnasında DTP’lilerin ‘Hepimiz PKK’lıyız.’ , alanda ise ‘Biji serok Apo’ sloganları atmaları ve yine CHP’nin alana girerken bir grup tarafından yuhalanması da not düşülmesi gereken olaylardandı.

1 Mayıs Adana: Sınıf dayanışması ve coşku

A

Milletvekili Özdal Uçar da katıldı. Yürüyüş başladığında arama noktasında pankart ve döviz sopalarının kalınlığı nedeniyle bir sorun yaşandı. Ancak olay büyümeden kapandı.
Miting alanında yapılan konuşmalarda Taksim’de yaşanan devlet terörü kınandı. Özelleştirmelere ve SSGSS’ye karşı mücadelenin sürdürüleceğinin vurgulandığı konuşmalarda 1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edilmesi talep edildi. Fabrikalarının özelleştirilmesine karşı mücadele eden TEKEL işçilerinin de yer aldığı eylemde TEKEL işçisi olan Hatice Koçak bir konuşma yaptı.
İşçilerin yürüyüş esnasında ve alanda davul-zurna eşliğinde halaylar çekmesi, coşkulu sloganlar ve kalabalık renkli görüntüler oluşturuyordu. Yürüyüş boyunca hoparlörlerden devrimci marşlar çalındı, sloganlar atıldı. “Her yer Taksim her yer direniş”, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları gür bir şekilde atıldı. CHP saflarında bulunan gençler de sık sık devrimci sloganlar attılar.
Mitinge Güney Sanat Topluluğu da “Sanat gerçeğe tutulan bir ayna değil, onu

Mayıs’ı bitirdiklerini açıkladılar. Çünkü hükümetin gözü kararmıştı’ dedi. Bir kulağı Taksim’de olan kitle bu habere hem üzüldü, hem de sevindi. Taksim’de kutlamanın başarılamamasına üzülündü, kötü bir olay olmamasına ise sevinildi. ‘Dünya’nın önünde herkese rezil oldunuz. Bir de işçi dostuyuz diyorsunuz. Böyle işçi dostluğunuzu alında başınıza çalın.’ diyen Aleybeyoğlu, tüm sorumluları istifaya çağırarak ve her şeye rağmen alandakilerin 1 Mayıs’ını kutlayarak konuşmasını bitirdi. Konuşmanın ardından yerel bir sanatçının marşlarıyla coşan grup, halay çektikten sonra dağıldı.

değiştirmek için kullanılan bir çekiçtir” pankartı ile katıldı. Güney Sanat Topluluğu üyeleri işçi sınıfının zincirlerini temsilen ellerinden zincirli işçileri ve zincirleri elinde tutan patronu canlandırarak yürüdü. Alanda sergilenen bir skeç ile bir devrimcinin işçileri aydınlatması, işçilerin patrona karşı isyan ederek devrimcileşmesi anlatıldı. Oyun, işçilerin üzerinde “Bütün ülkelerin işçileri, birleşiniz! Kaybedeceğimiz zincirlerimizden başka bir şey yok! Kazanacağımız yeni bir dünya var.” yazılı pankartı taşıyarak slogan atması ile son buldu. Yürüyüş boyunca ve alanda oynadıkları oyun ile Güney Sanat Topluluğu üyeleri ilgi odağı oldu-

lar.
Miting saat 19’a doğru sona erdi. Gruplar dağılırken arama noktasında bazı gruplar ile polis arasında çatışma çıktı. 40’ın üzerinde insan gözaltına alındı. Çok sayıda insan da polisin şiddetli müdahalesi ile yaralandı, bayıldı. İki polisin gözaltına almaya çalıştığı bir kişinin kolu kırıldı. Çatışma ara sokaklarda devam etti. Eylemcilere saldıran polis ara sokaklarda göz yaşartıcı gaz ve biber gazı kullandı. Son anda yaşanan bu olay eylemin tamamındaki coşkuya gölge düşürdü. Burjuva medya Adana 1 Mayıs’ını yaşanan olay üzerinden haberleştirdi. 02.05.2008
 Ydi Çağrı/Adana ✓

B

1 Mayıs 2008 Mersin ✓

Stuttgart'ta 1 Mayıs

u sene yine 1 Mayıs devrimci özüne uygun bir şekilde, enternasyonalist içerikte kutlandı. Her yıl olduğu gibi bu sene de iki ayrı yürüyüş yapıldı. Birincisi sarı sendika DGB önderliğinde ve çeşitli göçmen örgütlerinin de desteklediği bir katılımla yapıldı. Katılım geçtiğimiz senelere nazaran kalabalıktı, takriben 2500 civarında idi. İşin ilginç yanı, sendikanın düzenlemesine rağmen, sendika kortejinde yürüyen insan sayısı 200 civarında idi. Diğerleri T/KK, Tamiller, Filistinliler vb. göçmen örgütleri idi. Bu yürüyüşün bitiminden sonra Devrimci 1 Mayıs yürüyüşü başladı. Yürüyüş Belediye binasının önünde yapılan kısa bir mitingle start aldı. Şehrin en işlek caddelerinde ara mitingler yapılarak yüründü. Ara mitinglerden bir tanesinde biz Trotz Alledem okurları olarak konuşma yaptık. Okunan yazı direk Alman emperyalist devletine vuran, sosyal hak kısıtlamalarını teşhir eden, büyük insanlığı

yeni bir dünya için mücadeleye çağıran içerikte coşkulu bir konuşma idi. Konuşma ilgi ile dinlendi ve alkışlandı. Katılım 700 kişi civarında idi. Polis baştan itibaren keyfi kimlik kontrolü, üst baş araması yaparak, bir bölüm insanı keyfi gözaltına alarak saldırgan yüzünü yine gösterdi. Buna rağmen eylem coşkulu bir şekilde bitirildi ve amacına ulaştı. Eylemden sonra ayarlanan bir salonda müzikli, yemekli eğlence düzenlendi. Çeşitli dillerde devrimci şarkılar söylendi. En son Enternasyonal söylenerek eğlence bitirildi. Düzenleyenler: Trotz Alledem, RAS ve değişik otonom çevrelerdi. Eyleme sendika yürüyüşünden sonra bazı T/KK’lı göçmen örgütleri de (tüm güçleri ile olmasa da) katıldılar.

Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

dana’da düzenlenen 1 Mayıs mitingi son yılların en kalabalık eylemi oldu. Mimar Sinan Açık hava Tiyatrosu önünde saat 16.00 toplanan işçi ve emekçiler Uğur Mumcu Meydanına kadar büyük bir coşku ile yürüdü. Saat 19’a doğru eylemin sona ermesinden sonra çıkan olaylar eyleme gölge düşürdü. DİSK, KESK, Türk-İş, TMMOB ve Adana Tabip Odası’nın oluşturduğu ve diğer demokratik kitle örgütlerinin, emekten yana siyasi partilerin ve dergi çevrelerinin desteklediği Tertip Komitesi ile düzenlenen 1 Mayıs mitingine yaklaşık 10.000 işçi ve emekçi katıldı. Yolun iki şeridinden başlayan yürüyüşün bir ucu alana girdiğinde arkadaki gruplar toplanma yerinden çok az uzaklaşmışlardı.
Türk-İş, DİSK ve KESK’e bağlı sendikaların, ortak bir pankart arkasında yürüyen Devrimci 1 Mayıs Platformunu oluşturan grupların, DTP, EMEP, ÖDP, CHP, SDP, 78’liler Birliği, Halkevleri, Adana Alevi Bileşenleri ve daha birçok grubun katıldığı eyleme DTP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ile DTP Van

Alanda 5 binin üzerinde bir topluluk olmasına hemen herkes sevindi. Yalnız iş günü olması dolayısıyla olmalı, alanda toplanan grup kısa sürede dağıldı. Konuşmanın bitip halayların çekileceği sırada alanın yarısı boşalmıştı. Van milletvekili Fatma Kurtulan ve Urfa milletvekili İbrahim Binici de alandaydılar ve kitleyi selamlamakla yetindiler. Tertip Komitesi adına konuşan Petrol- İş Şube Başkanı Adil Aleybeyoğlu ise kısaca şunları söyledi: ‘Bugün biz burada gayet güzel bir şekilde 1 Mayıs’ımızı kutluyoruz. Fakat 1 haftadır ortamı geren başbakan, bakanlar ve vali yüzünden 1 Mayıs İstanbullulara zehir edildi. Şu an da aldığımız habere göre sendika başkanları can kayıplarından korktuklarından 1

Yaşasın Devrimci 1 Mayıs! Devrimci selamlar. Eyleme katılan bir Trotz Alledem okuru ✓

EK:3


Tez Koop- İş Sendikası İstanbul 4 No’lu Şube’nin Genel Kurulu yapıldı

Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

T

EK:4

ez Koop – İş sendikasının İstanbul 4 Nolu şubesinin 6. Olağan Kongresi 27 Nisan 2008 günü İstanbul- Topkapı’daki Holiday Otel’inde yapıldı. Kongreye Şube Başkanı Cemal Kement’in açılış konuşması ile başlandı. Şube Başkanı bu kısacık açılış konuşmasında kısa zaman dilimi içinde şubelerinin üye sayısını %40'lara varan oranda artırdıklarını, işçi sınıfına yapılan saldırılara karşı tüm eylem ve etkinliklere katılmaya çalıştıklarını belirtti. 4 Nolu Şube'nin Tez Koop – İş Sendikasının en güçlü şubelerinden biri olduğu, başta sendika Genel Merkezinin tüm Yönetim Kurulu üyeleri olmak üzere birçok ildeki şube başkanlarının da katılmasından anlaşılıyordu. Her Genel Kurulda olduğu gibi burada da Genel Merkez yöneticileri divana seçildiler. Divan Başkanlığını Genel Başkan Gürsel Doğru yaptı. Doğru Genel Kurulun gündemine geçmeden “Ulusal kurtuluş mücadelesi ve işçi sınıfının davası için canını veren şehitleri anmak” amacıyla İstiklal Marşı'nı okuttu. Ardından yaptığı konuşmalarda hükümetin IMF ve Dünya Bankası emrinde bir hükümet olduğunu, işçi sınıfına tüm saldırıların bundan kaynaklandığını, kendilerinin sendika olarak buna karşı mücadele ettiklerini belirtti. Ayrıca son yıllarda işkollarındaki şirket birleşmelerinin ve satışlarının artığını, patronların kendi haklarını koruyan anlaşmalar yaptıklarını fakat işçilerin haklarını gasp etmeye çalıştıklarını belirterek, işçilerin birlik içinde mücadeleye hazır olmaları uyarısında bulundu. Sendika şubesine yeni üye olan İMKB, İstanbul Altın Borsası, Şok ve Tansaş işyerlerinin işçilerine sendikalarında örgütlendikleri için teşikkür etti. Onlara andaki hak yoksunluklarını önümüzdeki günlerde yapacakları TİS ve imzalanacak Protokol anlaşmaları ile gidereceklerni söyledi. Sendika olarak birçok sendika zayıflarken kendilerinin güçlendiğini ve güçlenmeye devam ettiklerini belirten Doğru, sermayenin saldırılarına özellikle SSGSS Yasasına karşı mücadele ettiklerini ve mücadelenin bitmediğini, mücadelenin devam ettiğini belirtti. Bir delegenin bu konuda fazla birşeyin yapılmadığı anlamında “Ne yaptınız Başkan?” şeklindeki sorusuna, üç konfedarasyonun yaptıkları eylem ve etkinlikleri tek tek sayarak kendilerinin en aktif şekilde katıldıklarını, bazı işçi arkadaşların böyle eleştirilerinin nedenini o işçilerin yapılanlardan haberdar olmamasına bağladı. Türk – İş’in SSGSS yasasına karşı kısmen kazanım

elde edildiği şeklindeki iddiasına katılmadığını, tersine var olan hakların kaybedildiğini belirten Doğru, 1 Mayıs'ta alanlara çıkılması, Taksim yasağının kalkması İstanbul’da 1 Mayıs'ın Taksim’de kutlanması için çağrıda bulundu. Diğer konuklardan Tez Koop- İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube Bakanı Rabia Özkaraca yaptığı konuşmada işçi sınıfına yapılan saldırılara karşı başta “hükümetle anlaştık” diyen Türk – İş’in SSGSS'ye karşı mücadelenin belini kırdığını, DİSK ve KESK’in de gereken mücadeleyi vermediklerini belirtti. Konfedarasyonların SSGSS yasası gibi önemli bir saldırıya karşı 14 Mart'a kadar iyi giden mücadeleyi işçilerin mücadelesiyle kazanacaklarına inanmadıkları için daha etkili mücadele yöntemleri yerine Basın Açıklaması, faks eylemleri gibi daha pasif eylem kararları almakla esasta bıraktıklarını, sermayeye teslim olduklarını belirtti. Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanı vb.lerle görüşmek le, Anayasa Mahkemesine bel bağlamakla işçi sınıfının hak sahibi olamayacağını belirten R. Özkaraca, işçilerin birlikte vereceği mücadele ile kazanacağını vurguladı. Diğer konuşan konuklar da işçi sınıfına çok büyük saldırılar olduğunu, önümüzdeki günlerde bunun gibi büyük saldırılara girişecek sermayeye karşı işçilerin sendikalarına sahip çıkararak tüm işçi ve emekçilerin mücadele vermesi gerektiğini belirttiler. Kongreye katılan 112 delegeden (20’si kadın) 16 yıllık Migros işçisi bir erkek ile bir de 18 yıllık Migros işçisi (şube yönetiminde olan fakat yeni yönetime aday gösterilmeyen) bir kadın dışında hiçbir delege söz alıp konuşmadı. Bu durumun ortaya çıkmasının önemli nedenlerinden bir tanesi de uzun konuşmalarıyla delegelere konuşacak zaman bırakmayan yöneticilerin tavrı idi. Konuşan kadın delege 18 yıllık Migros işçisi olarak temsilci ve yöneticilik yaptığını, bir önceki şube yönetim kurulunda yer aldığını, yöneticilik döneminde erkek yöneticilerin kendisine karşı ayrımcılık yaparak kendisini dıştaladıklarını belirtti. Bu eleştiriyi yanıtlamaya çalışan yöneticiler ise kadın arkadaşlarının yönetimde olmasını çok istediklerini fakat kadın arkadaşlarının yöneticilik döneminde sendikal çalışmada verimli olunması için gerekli uyumlu çalışmayı yapmadığı ve doğru dürüst çalışmadığı için yeni yönetim listesine almadıklarını belirttiler. Öğleden sonra yapılan seçimlerde tek liste ile giren Cemal Kement 96 oy alarak Şube Başkanı

diğer Yönetim Kurulu üyeleri ise 76 ile 86 arasında oy alarak seçildiler. Bizce 4 Nolu şubenin İstanbul’un hem market işçilerinin hem de sermayenin kalbi olan İMKB ve İstanbul Altın Borsası gibi önemli işyerlerinde örgütlü olması işçi sınıfının sendikal mücadelesinde onu çok önemli bir sendika şubesi yapmaktadır. Çok kısa bir sürede iki katına yakın işçiyi üyeliğine kazanması kuşkusuz kutlanacak bir durum. Ancak şu an toplam 4 bin üyesinden 1500’ünün kadın olduğu halde Yönetim Kurulunda ve diğer

yönetim kademelerinde hiçbir kadın yöneticinin olmaması olumsuz bir tablo çizmektedir. Her geçen gün gelişen ve kadın işçi sayısı artan bu işkolundaki sendikaların yönetimlerinin en azından yarısının kadınlardan oluşması ve bu temsilci ve yönetici kadınların daha başarılı olması için özel bir kadın örgütlenmesi çalışması yürütmeleri, yönetici adaylarını seçerken kadınlara karşı pozitif ayrımcılık yapılması acil bir gerekliliktir. 30 Nisan 2008 ✓

Tez-Koop-İş Sendikası İzmir 2 No'lu Şube Genel Kurulu yapıldı

2007

'nin sonlarına doğru, kimseye haber verilmeden yangından mal kaçırır gibi kurucu bir yönetim kurulu atanarak kurulan Tez-Koop-İş Sendikası İzmir 2 No'lu Şube ilk genel kurulunu 13 Nisan 2008 günü yaptı. Genel kurulda mevcut kurucu yönetim kurulu üyeleri bir liste halinde çıkarken karşılarında bir de muhalif liste vardı. Her iki grup da sınıfa yönelik azgınca saldırıların olduğu bir dönemde sendika yönetim kurulu olabilmenin verdiği hırsla genel kurulu mücadeleyi bir adım ileriye taşımayacak kısır tartışmalar içine hapsetti. Tarafsız olması gereken divan başkanı Gürsel Doğru mevcut atanmış yönetim kuruluna yönelik olumsuz eleştirilere divandan cevap vermekte hiç bir sakınca görmedi. Bir türlü örgütlenmesi başarılamayan Kipa işçilerinin genelde meslek odaları, üniversitelerden ve özel idarelerde örgütlü işçilerden oluşan 2 No'lu şubedeki varlığı en büyük tartışma konusu oldu. Genel Başkan Gürsel Doğru 2 No'lu şubeyi meslek odalarının içerisine hapsetmek istemedikleri için Kipa işçilerinin bu şubeye alındığını söylese de genel kanı Kipa'nın genel merkezin desteklediği listenin kazanabilmesi için bu şubeye alındığı yönündeydi. Kurucu yönetim kurulunun imzala-

dığı Ege Üniversitesi sözleşmesinde kazanılmış haklardan geri adım atıldığı yönünde yapılan eleştirilere bir yönetim kurulu üyesinin çıkıp “arkadaşlar muhasebeci hata yapmış, yıllarca fazla para almışsınız, bir nevi sıfır faizli kredi yani, varsa böyle bir işyeri biz de gidip orada çalışalım” şeklindeki ifadesi sınıf düşmanı ve lümpen zihniyeti gözler önüne sermeye yeter bir örnek olarak karşımıza çıktı. Öte yandan Kipa işçileri muhalif liste adayları tarafından genel kurula gelmemeleri yönünde tehdit edildiklerini ileri sürdüler. Bu toz duman içerisinde birbirinden beter iki listeden genel merkez tarafından desteklenen ve Şube Başkanlığını Naci Boz'un üstlendiği liste kazandı. Söylenen bütün havalı lafların dört yıl sonra yapılacak olan 2. Genel Kurul'da tekrar söylenmek üzere rafa kaldırıldığı bir İzmir 2 No'lu Şube bizleri bekliyor. Sendikaları içerisine hapsoldukları bu bürokratik ve yağmacı anlayıştan ancak sınıf bilinçli işçiler çıkarabilir. Ancak gerçek şu ki sınıf bilinçli işçiler sendika organlarında ya hiç görev alamıyorlar ya da çok azlar. Ama sendikaları emeğin gerçek örgütleri yapana kadar mücadeleye devam... Nisan 2008 İzmir'den YDİ Çağrı Okuru ✓


Deri İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği kuruldu

E

snek üretim, taşeronlaştırma ve parça başı üretimin olumsuz sonuçlarını en çok yaşayan işçiler, deri işçileridir. Onlar sigortasız, sendikasız, sağlıksız çalışma koşulları, uzun çalışma saatleri, parça başı ücret vb. karşılığında çalışmak zorunda bırakılıyorlar.

Bir süreden beri, İzmir Kapılar’da Deri İşçileri arasında çalışma yürüten Deri İşçileri Derneği Girişimi, dernekleşerek çalışmalarını yürütecek. Deri İşçileri, 12 Nisan günü gerçekleştirdikleri bir etkinlik ile dernek kuruluşunu ilan ettiler. Et k in li k te; “Esnek üret im,

Eğitim Sen’den miting

taşeronlaştırma ve parça başı üretim karşısında örgütlenme sorunları, çözümleri ve deneyimleri” konulu bir panel yapıldı. Panele konuşmacı olarak, Deri-İş Genel Başkanı Musa Servi, BATİS Genel Başkanı Metin Burak, Deri İşçileri Derneği’nden Yalçın Yanık katıldı. Serbest kürsü bölümünde, etkin-

Deri İşçileri Derneği Kuruluş Etkinliğine! Değerli arkadaşlar! Dostlar! Uzun çalışma saatleri, parça başı ücret, sigortasızlık, sendikasızlık, sağlıksız çalışma koşulları vb. deri işçilerinin çalışmak zorunda kaldığı koşullardan bazılarıdır. Deri işçileri hiçbir hakka sahip olmadan, kölelik koşullarında çalışmak zorunda kalıyorlar. Ücretli köle olmak kader değil! İşçilerin gücü birleşmelerinden, üretim içerisinde oynadıkları rolden doğar. Bütün zenginliklerin yaratıcısı, yaratan ve üreten işçilerdir. İşçiler durduğu zaman, hayat da durur. Deri işçileri Derneği, deri işçilerinin sorunlarının bilince çıkarılması, deri işçilerinin örgütlenmesi alanında, ışık olacağına inanıyoruz. Bu bilinçle, Deri İşçileri Derneği’nin kuruluşunu selamlıyoruz. Kahrolsun ücretli kölelik düzeni! Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz! 11 Nisan 2008 İzmir Yeni Dünya İçin Çağrı okurları ✓

"Yörsan Ürünlerini Tüketmeme” çağrısı

S

Toplanma alanında, YDİ Çağrı’nın SSGSS’na karşı çıkardığı, “Susma karşı çık! Karşı çıkmazsan hiçbir hakkın kalmayacak” başlıklı, Nisan 2008 tarihli bildirisinden 300 adet dağıtıldı. ları da yürüyüşe katıldı. Ayrıca TMMOB, EMEP, ÖDP, Öğrenci Kolektifleri, TKP, DHP, Alınteri, BDSP, H K P, Ö z g ü r Ya ş a m Kooperatifi, 78’liler Federasyonu, Partizan vb. de yürüyüşe katıldı. Yürüyüş ve miting sırasında, mecliste görüşülmekte olan SSGSS yasa tasarısına karşı yoğun tepkiler dile getirildi. Yoğun tepki atılan sloganlara da yansıdı. Topl a n m a a l a n ı nd a , Y Dİ Çağrı’nın SSGSS’na karşı çıkardığı, “Susma karşı çık! Karşı çıkmazsan hiçbir hakkın kalmayacak” başlıklı, Nisan 2008 tarihli bildirisinden 300 adet dağıtıldı. 13 Nisan 2008 YDİ Çağrı/İzmir ✓

endikalaştıkları için işten atılan Yörsan işçilerine destek olmak amacıyla Tek Gıda-İş Sendikası Güney Anadolu Bölge Şubesi tarafından bir basın açıklaması düzenlendi. 17 Nisan günü saat 12.30’da İnönü Parkında toplanan Tek Gıda-İş yöneticileri ve üye işçiler “Yörsan işçileri yalnız değildir” sloganlarını attılar. Sendika adına Bölge şubesi başkanı Gürsel Diliçıkık yaptığı açıklamada işten atılan ve direnişi sürdüren 402 Yörsan işçisinin yalnız olmadığını, sendikanın sonuna kadar işçiler ile beraber olacağını açıkladı. Yapı l a n açıklamada “ Tek Gıda-İş Sendikası olarak herkes iç i n d emokrasi herkes için örgütlenme hakkı diyerek yola çı ktı k. YÖ R S A N ’ d a bu bay rağı göndere diktik ve tüm yurttaşlarımızı anayasa l ha k olan sendikal örgütlenme hakkını kullanmak istedik leri için işten çıkarılan 402 YÖRSAN işçisini desteklemek amacıyla buradayız. İşçiler işlerine geri alınana ka-

dar ve sendikalaşma hakları kabul edilene kadar YÖRSAN ürünlerini tüketmemeye davet ediyoruz.” denildi. Özelleştirmeye karşı fabrikalarına kapanan ancak fabrika içindeki direnişi sona erdiren Tekel işçileri de açıklamaya katılarak YÖRSAN işçilerine destek oldular. Basın açı k la ması YÖRSAN ürünlerinin çöpe dökülmesi ile son buldu. 17.04.2008 Ydi Çağrı/Adana ✓

Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

E

ğ i t i m S e n , 12 N i s a n Cumartesi günü, “eğitim ve yükseköğretimde yaşanan; gericileştirmeye, piyasalaştırmaya, anti demokratik uygulamalara, ekonomik ve sosyal hakların gasp edilmesine, öğretmenler arasında ayrımcılık yaratan kariyer basamakları uygulamasına, iş güvencesiz çalıştırılmaya” karşı bölgesel bir yürüyüş ve miting gerçekleştirdi. Konak eski Sümer Bank önünde toplanan kitle, düzenli kortejler oluşturarak buradan Gündoğdu Meydanına yürüdü. Yürüyüşe binlerce kişi katıldı. Yürüyüşe ağırlıklı olarak Eğitim Sen katılmasına rağmen, Türk-İş’e bağlı Petrol İş, TÜMTİS sendika-

liğe katılan deri işçileri, sorunlarını ve düşüncelerini ifade ettiler. Etkinlikte, “Ya kızımız olursa” adlı tiyatro oyunu oynandı. Grup Cabbarlar müzik dinletisi sundu. Etkinliğe, İzmir YDİ Çağrı okurları olarak bir mesaj sunduk. 13 Nisan 2008 YDİ Çağrı/İzmir

EK:5


SSGSS yasa tasarısı Adana’da protesto edildi ...

H

ükümetin yasalaştırmak istediği SSGSS yasa tasarısı 1 Nisan günü yeniden Meclis Genel Kurulunun gündemine geldi. Aynı gün, yasa tasarısını protesto etmek amacıyla yurt genelinde çeşitli sendika ve sivil toplum örgütlerinin öncülüğünde iş bırakma eylemleri gerçekleştirildi. Adana’da tasarıyı protesto etmek amacıyla,

Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu içerisinde birleşen çok sayıda sendika ve sivil toplum örgütü, çeşitli gazete ve dergi çevreleri ve işçilerden oluşan yaklaşık iki bin kişi bir araya geldi. Atatürk Caddesi üzerinde bulunan Eğitim – Sen Adana Şubesi önü ve Başkent Üniversitesi Seyhan Hastanesi önünden olmak üzere iki koldan yürüyüşe geçen katılımcıların or-

tak buluşma noktası Uğur Mumcu Meydanıydı.
Yürüyüş boyunca çiseleyen yağmura aldırmadan tüm katılımcılar hep birlikte sloganlar atıp ıslıklar ve alkışlarla basın açıklamasının yapılacağı alan olan Uğur Mumcu Meydanına geldiler. Basın açıklamasını platform adına KESK Dönem Sözcüsü ve Sağlık Emekçileri Sendikası Adana Şube Başkanı Mehmet Antmen okudu. Antmen konuşmasında, kamuoyunun tüm tepkisine, emek ve meslek örgütlerinin itirazlarına rağmen yasanın Meclis Genel Kurulundan geçirilmek istendiğini söyledi. Devamla “ Bu yasa gündeme geldiğinden bu yana, bizler bu yasanın IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmaları sonucunda hazırlandığını dile getirdik. IMF ve Dünya Bankası’nın dayattığı tüm yasalar gibi, bu yasanın da temel önceliği, halkın değil, uluslar arası sermayenin çıkarlarıdır. Bu yasa, halkın sağlık hakkına yapılan harcamaları, ülkemizin geleceğine yapılan yatırımları “kara delik” olarak gören kara bir zihniyetin ürünüdür!” dedi.
Basın açıklaması sonrasında davul zurna eşliğinde halaylar çekilerek eylem sonlandırıldı. Hava

Sosyal Güvenlik Yasası Diyarbakır'da protesto edildi...

Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

13

EK:6

Nisan 2008 tarihinde yapı la n SSGSS yasasıyla ilgili EğitimSen'in düzenlediği “Farklılıkların farkındayız, susmayacağız” başlıklı bölge mitingi saat 10'da Urfa Kapı önünde bir araya gelen kitle tarafından protesto edildi. Eğitim-Sen emekçileri çeşitli döviz ve pankartlarıyla, çoğunluğu genç olan, eşleri ve çocuklarıyla bu mitinge katılmışlardı. Bölgenin değişik illerinden gelen Eğitim-Sen üyesi emekçiler kendi illerini belirten pankartlarıyla katılmışlardı. Sabahın erken saatlerinden arabalarla çevre illerden gelen emekçilerin bir kısmı geciktiği için yürüyüş biraz geç başladı, geç gelenlerle birlikte İstasyon Meydanına alkış ve sloganlarla yüründü. Beş binin üzerinde emekçi bu eyleme katılmıştı. Dövizlerde çeşitli dillerle yazılmış “barış” ve “güvercin resmi” dikkat çekiciydi. Genç emekçilerin katılımı dikkat çekiciydi, yasa ile en fazla mağdur edilenler de onlardı. Sıkı güvenlik önlemleri vardı, birçok noktada aramalar yapılıyordu. Hem eylemin hem de güneşin sıcaklığı vardı. Eylemde atılan sloganlar: “Katil Erdoğan, faşizme karşı omuz omuza, anadil haktır engellenemez, kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz, biji

biratîya gelan, yaşasın demokrasi mücadelemiz vb. Eyleme Eğitim-Sen Başkanı Alaattin Dinçer, Eğitim-Sen şube başkanları ve çeşitli sivil toplum örgütleri temsilcileri de destek sundular. Barış anaları inisiyatifine üye kadınlar da alandaki yerlerini almışlardı. SSGSS Yasasına karşı konuşmalar yapıldı, anadilde eğitim hakkı savunulurken hükümet protesto edildi, Eğitim-Sen'in kapatılmasına gerekçe olan anadilde eğitim hakkını Eğitim-Sen başkanı geçici bir süre askıya aldıklarını, ileride yeniden tüzüklerine alacaklarını belirtti. Dicle Fırat Kültür Merkezi sanatçılarının sunumuyla miting son buldu. Bu mitingin bize açık olarak gösterdiği, işçiler ve emekçiler haklarının elerinden alınmasına karşı hep birlikte bu saldırıya karşı mücadele yürütmelidirler. Birlikte güçlüyüz ve bu bizim en büyük silahımız, bu silahın kıymetini bilmeliyiz. Bu tek başına yetmez, bir olmalı bu barbar sistemi birlikte yıkmalıyız. Bunun için: Kahrolsun Kapitalizm! Yaşasın Sosyalizm! 16.04.2008 Bir YDİ Çağrı okuru ✓

muhalefetinin de etkisiyle eylem planlandığından daha kısa sürdü. Eyleme en geniş katılım EğitimSen üyelerine aitti. Yürüyüş boyunca ve alana gelindiğinde de dikkati çeken şey çevrede çok fazla polis olmamasıydı. Genelde en küçük kitle eylemlerinde bile çevrede neredeyse eylemci sayısı kadar polis olurken 1 Nisan’daki eylemde durum alışkın olduğumuzun tersine bir durumdu ve eylem sorunsuz bir şekilde sonlandı. 12 Nisan Cumartesi günü Adana’da SSGSS yasa tasarısını protesto etmek amacıyla bölgesel bir miting düzenlenecek. Tüm işçi ve emekçileri kazanılmış haklarımızın gaspı anlamına gelen bu yasa tasarısına karşı alanlara çağırıyoruz.
Eyleme katılan kimi kurumlar şunlardı: Sendikalardan; Eğitim- Sen Adana Şubesi, DİSK Çukurova Bölge Temsilciliği, Tekstil-Sen, ESM, BES, Disk Dev Sağlık – İş, SES, BTS. Siyasi par ti ve meslek Örgütlerinden; ÖDP, EMEP, ESP, TMMOB, Adana Tabip Odası. 03.04.2008
 Ydi Çağrı Adana ✓

Bu kitapları oku, okut DÖNÜŞÜM YAYINLARI

5 200 imli lık ir Ara 0 İnd esi 4 t % t Lis a Fiy

ULUSLARARASI KOMÜNİST HAREKETİN BELGELERİ • • • • • • • •

3. ENTERNASYONAL'DE ÖRGÜTLENME SORUNU . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.00 BURJUVA-DEMOKRATİK DEVRİMİN PROLETER DEVRİME DÖNÜŞMESİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.50 POLİTİK BİR ÖRGÜTLENME BİÇİMİ OLARAK HALK DEMOKRASİSİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.00 3. ENTERNASYONAL'DE FAŞİZM ÜZERİNE TARTIŞMALAR BELGELER -I-…. . . . . . . . . . . . . . . . . . 6.00 3. ENTERNASYONAL'DE FAŞİZM ÜZERİNE TARTIŞMALAR BELGELER -II-… . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.00 3. ENTERNASYONAL'DE DEVRİM AŞAMALARI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9.00 KOMÜNİST PARTİSİ MANİFESTOSU (Kürtçe-Türkçe) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4.00 MOSKOVA 1937 Lion Feuchtwanger . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7.00

• • • • • • • • • •

GÜNCEL POLİTİKA STALİN ELEŞTİRİLERİ ÜZERİNE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10.00 EKİM DEVRİMİ ÜZERİNE. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6.00 İŞÇİ SINIFI HAREKETİ ÜZE. YAZILAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12.00 MAO ZEDUNG ve ÇİN DEVRİMİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13.00 FAŞİZM NEDİR? SOSYAL DEMOKRASİ NEDİR? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6.50 DOĞA VE İNSAN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.00 BOLŞEVİK PARTİ İNŞA ÖĞRETİSİ ÜZERİNE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.00 ESERLERİ VE MÜCADELESİYLE R. LUXEMBURG . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.50 KEMALİST DEVRİM (1. Kitap) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15.00 Halkın Sanatçısı/Halkın Savaşçısı YILMAZ GÜNEY (2. Baskı) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7.00

• • • •

KADIN DİZİSİ KADIN SORUNU ÜZERİNE YAZILAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9.50 SOSYALİST KADIN HAREKETİ İÇİN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.00 KADINLARIN KURTULUŞU (Cilt : 1) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15.00 KADINLARIN KURTULUŞU (Cilt : 2) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13.00

• SİZİN MASALINIZ Hasan Kıyafet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.00 • BİZİM LİSE Hasan Kıyafet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9.50 • ARTIK AĞLAMAYACAĞIM N. Doğan (ANI ROMAN). . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7.00 • DİLAN N. Doğan (ANI ROMAN) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7.00 • NAZİ KIZLARI Hermynia Zur Mühlen . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8.00 • YAĞMUR MASALI SADULLAH Şaban Demir. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7.00 ŞİİR DİZİSİ • PANTA REİ Hasan Erkul . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7.00 • HİKMETİ MAVİ Hasan Erkul . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.50 • ACILAR DA ÜŞÜR Orhan Bahçıvan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.50 • 45’LİK Hasan Erkul. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.00 • MEYDAN DÜŞÜ Hasan Erkul . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5.00

Ankara Cad. No-31 / 51 Cağaloğlu–İstanbul Tel / Fax: (0212) 519 16 16


Emekçi bir Ermeni'nin mektubu…

Bugün 24 Nisan, neşe dolmuyor insan! Tersine, Türkiye’de insanın kimliği Ermeni kökenli olunca, tarihin bize son 93 yıllık süreçte yaşattığı acıları, zulmü ve hüzünlü sessizliği düşününce kapkara bir dünya ile karşı karşıya kalıyor insan ve istemese de ediyor isyan. Evet artık dayanamıyor ve isyan ediyorum.

İ

sakladığım için ve baskılara açıkça karşı koymadığım için. Evet, özeleştiri yapmak istiyorum ama kolay olmuyor. Suçlu ben miyim, yoksa… D ü ş ü nü n k i , b e n i m g i bi Aşkale’lisiniz. Bırakın 1915 yılı ve sonrası dönemde, Birinci Dünya Savaşı döneminde dedelerimizinninelerimizin yaşadıklarını, ya da İkinci Dünya Savaşı döneminde Aşkale’ye sürgünleri ve ölüleri bir kenara, bugün hâlâ her yıl sözümona “Kurtuluş Günü”nde hep yeniden süngüleniyorsunuz. Çevrenizi algılamaya başladığınızdan itibaren “Ermeni” tanımının küfür, aşağılama ve düşmanlığı körüklemenin tanımı olarak kullanıldığını görüyor, korkuyor ve bu durumu kabul etmeseniz de, kimliğinizi gizlemek zorunda kalıyorsunuzdur. Buna hemen her yıl “Kutlama Günü”nde Ermenilerin düşman olarak gösterilmesi ve sonunda “kahraman Türk güçleri” tarafından süngülenmesi eklenince; hatta rol icabı bile Ermeni olanların piyesi seyredenler tarafından yer yer linç edilecek kadar dövüldüğünü görünce siz ne yapardınız? Yaşama arzusu size o anda kimliğinizi inkar etmenin bir açıklaması olmaktadır. Güçlü olan “onlar” ve sana yaşama hakkı tanımıyorlar. Sen ise en doğal hakkın olan yaşama hakkını ancak kimliğini gizlemekle mümkün olduğunu görüyor ve seçimini yapmak zorunda kalıyorsun. Yani bir bakıma güçsüzlüğün kurbanı oluyorsunuz. Böylesi bir durumda tüm baskılara karşı kimliğimi açıkça ilan

Kuşkusuz ki ben Ermeni olmayı başka millet veya milliyetlerden üstünlük olarak anlamıyorum ve böyle de savunmuyorum. Ama her milletten veya milliyetten insanın kendi kimliğini özgürce ifade etmesi ve tüm millet ve milliyetlerden insanların, tabii ki emekçilerin, halkların kendi farklılıklarıyla kardeşçe, özgürce yaşaması benim temel istemlerimden biridir. Bu en insani istemin asgarisi bile bir devletin resmi sınırları çerçevesinde uygulanmıyorsa, o zaman yaşananlara isyan etmemek elde değil. İsyan edilecek olan olgular kuşkusuz ki sadece bunlar değil. Kökümüzü kurutmak isteyenlerin kökü kurumadı daha! Onlar hâlâ egemen durumda. Halkların kardeşliği için de, anda sevindirici bir durum yok. Halklar egemenlerin siyasetine hizmetçi rolünde. Egemenlerin halklar arasında düşmanlığı körükleme siyasetine hizmetle kusur etmektedirler. “Ermeni dölü”, “Ermeni uşağı” vb. tanımlar bize küfür ve hakarettir. Ama Türk ve diğer millet ve milliyetlerden işçi ve emekçiler de böylesi tanımları sık sık kullanmaktadır. Türk devletinin baskı ve zulmünden en çok pay alanlardan olan Kürt milletinden insanlar bile bizi aşağılama, horgörme, kısacası ezen konumunda olmaktadır. Doğrusunu isterseniz uğradığımız zulmü ve baskıları anlatmaya ne gücüm var, ne de bu sayfalar çektiğimiz acıları dile getirmeye yeter. Bu yüzden 20. yüzyılda yaşadıklarımıza değinmekten vazgeçip günümüzdeki kimi örneklerle, soruna dikkat çekmeye karar verdim.

Ermeni düşmanlığının kimi örnekleri… Sözkonusu birkaç örneği aktarmadan önce iki noktanın bilince çıkarılması gerekiyor. Birincisi, sözkonusu tavırların temel yaklaşımı, soykırımın tarihsel gerçeklik olduğunun reddedilmesi ve soykırımın tarihi bir gerçeklik

Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

syan ediyorum bunca yıldır zulme boyun eğmeye, isyan ediyorum kimliğimi gizli tutmak zorunda kalmaya. Dayanamıyorum artık, bir halkın kimliğinin baskılara maruz bırakılıp inkar edilmesine. Baskılardan dolayı insanın kendi kimliğini açık açık savunamamasına dayanamıyorum. İsyan ediyorum artık, her 24 Nisan’da ABD Başkanı’nın ağzından “soykırım” kelimesinin çıkıp çıkmamasına endekslenen bir devletin sınırları içinde yaşamaya. Evet, artık isyan etmeye karar verdim bu duruma. İsyanımın ilk adımı kendi kimliğimi herkese açıkça ilan etmektir. Artık benimle konuşan ve Ermeni düşmanlığını körükleyenlere de karşı sesimi yükselterek ve başımı dik tutarak “ben de bir Ermeniyim” demeye karar verdim. Bu kararımın yazılı bölümünü de –yazıda ses çıkmıyor– sizin derginizin sayfalarında çıkan yazılardan aldığım güç ve güvenle Yeni Dünya İçin ÇAĞRI üzerinden yapmaya karar verdim. Yıllar sonra da olsa, Ermeni olduğumu bildiğim halde hep kimliğimi gizlemeye son veriyor ve itiraf ediyorum, ben bir Ermeniyim! Emekçi bir Ermeni. İnsanın kendisi yaşamayınca anlayamazmış. Düşünün bir kere, benim kimliğimi itiraf etmem, cesaret, isyan ve özeleştiri gibi değişik şeyleri içeriyor. Hangisiyle başlasam diye kendime sorduğumda, seçmekte zorlanıyorum ve bu mektubumu yazmaktan vazgeçmeye başlıyorum. İnadım bunu engelliyor. Özeleştirimi yapmak istiyorum, kimliğimi bunca yıldır

etmediğim için özeleştiri yapmamın, benim için gerçekte artık böylesi yaşama isyan etmek ve evet baskılara doğrudan doğruya maruz kalmak anlamına geldiğini de artık sizler düşünebilirsiniz belki. Bu bağlamda sadece itirafım değil, özeleştirim bile isyan etmek anlamına gelmektedir. Böylesi bir isyana kalkışmak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi bir devlette büyük bir cesaret ister. Benim bu cesareti aldığım kaynaklardan biri, artık böylesi yaşama hayır demek ve bu durumda ölünecekse artık insan onuruyla ölmesinin, onursuzca yaşamaktan daha iyi olduğuna karar vermektir. İnsanların kimliğini inkar etmesini –gerekçesi ne olursa olsun ve anlaşılır gerekçe bile olsa– yenilgiyi baştan kabul etmek ve onursuzluk olarak görüyorum artık. Cesaret aldığım bir diğer kaynak ise, artık son yıllarda giderek daha fazla biçimde, kimliğini ortaya koyan kitapların yayınlanması oldu. “Annaannem”, “Tehcir Çocukları” gibi kitaplarda değişik insanların yaşam öyküleri ve kökenleri dile getirilmektedir. Hepsinde de “Ermeni” kimliği gizlenmek zorunda kalınan bir kimlik olmuştur. Baskı altına alınmıştır. Ninelerinin ya da başka akraba veya yakınlarının Ermeni olduğunu bilenlerin de, bildiklerini ancak son yıllarda ortaya koymaları, üzerinde düşünülmesi gereken bir başka olgudur. Fakat tüm bunlara rağmen, Türkiye’de artık kimliğini gizlemek zorunda kalanların tavırlarında olumlu yönde bir değişiklik sözkonusudur. İşte bu olumlu gelişmeler benim cesaret aldığım temel kaynaklardan biridir. Ben nenemin ya da dedemin Ermeni olduğunu sonradan öğrenenlerden değilim. Hayır. Ben Ermeni kimliğimin bilincinde olarak, kimliğimi gizlemek zorunda kalanlardanım. Bu olgu, aynı zamanda nene ya da dedenin Ermeniliğinden sonradan haberdar olmaktan farklıdır.

EK:7


Mayıs 2008 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

EK:8

olduğunu savunanlarla Ermenilere karşı düşmanlığın körüklendiği yaklaşımdır. Bu bağlamda güncel örnekler hemen her zaman soykırıma yaklaşıma ilişkindir. İkincisi, vereceğim örnekler mutlaka en göze batan ya da en ilginç, en önemli örnekler değil, günlük basında okunabilecek gelişigüzel seçilen örneklerdir. Buna rağmen ama biz Ermenilere ve tarihimize yönelik şovenist tavırların özünü görmek isteyenler, bu örneklerden de gerçeği görebilirler. Örneğin Ağrı Dağı olarak tanınan ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi sınırları içinde en yüksek dağ olarak da bilinen dağın tarihsel adı, tanımı Ararat’tır. Bu bilebildiğim kadarıyla hemen tüm yabancı dillerde de kullanılmaktadır. Bunu kullananlar otomatikman Türk düşmanlığı yapmamakta ve bu dağın biz Ermenilerin coğrafyasına ait olduğunu savunmamaktadırlar. Türkiye’de ama Ararat ismi “bölücülükle” eşdeğer görülmektedir. Hürriyet gazetesinin 6 Nisan 2008 tarihli haberinin öne çıkarılan bölümünde şöyle denmektedir: “Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı 11. sınıf coğrafya kitabının 133. sayfasındaki Türkiye haritasında Ağrı dağı’nın adı Ararat olarak geçiyor. Bakanlık yetkilileri kitabın yeni baskılarında hatanın düzeltileceğini, ayrıca kitabı yazan, inceleyen ve onaylayanlar hakkında inceleme başlatıldığını açıkladı.” Yoruma gerek kalmayacak kadar açık. Yetkililer Ararat isminin kullanılmasını “hata” olarak değerlendirmektedir. Bu “hata” öyle bir “hata” ki, “kitabı yazan, inceleyen ve onaylayanlar hakkında” inceleme başlatılıyor! Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk’un tavrı ise Bakanlık yetkililerinin açıklamasının gerçek özünü dile getirmektedir. “Ararat kelimesi günümüzde sözde ‘Ermeni Soykırımı’ iddiasının sembolü haline gelmiştir. Bugün ülkemizin içten ve dıştan kıskaç altına alındığı, Türkiye aleyhine lobi faaliyetlerinin alabildiğine arttığı, bölücü haritaların elden ele dolaştığı bir dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin fiziki haritasında Ağrı Dağı’na ‘Ararat’ denmesi oldukça manidardır. Ararat’ın anlamı Ermeniler için son derece önemlidir. Ayrıca hatırlanacağı üzere 19151920 yıllarındaki Ermeni olaylarının konu alındığı ‘Ararat’ isimli bir filmde tarihi gerçekler saptırılmış ve Türk Milleti hak etmediği şekilde suçlanmıştı. Bu hatanın Bakanlıkça bir an önce düzeltilmesini istiyoruz.” (Hürriyet, 6 Nisan 2008) Türk şovenleri şu ya da bu coğrafyanın ismini değiştirerek so-

runu ya da tarihi gerçekleri ortadan kaldırabileceklerini düşünüyorlar ama yanılıyorlar. Esas mesele biz Ermenilerin böylesi tavırlardan nasıl etkilendiğinin, Türk, Kürt ve diğer halklardan işçi ve emekçiler tarafından anlaşılması, bilinmesidir. Böylesi tavırlar her seferinde bize soykırımı hatırlatıyor. Baskı ve zulmün biçimleri değişiyor ama zihniyet aynı. Bu zihniyet, katlettikleri bizim insanlarımızın akraba veya yakınlarına karşı olduğu gibi, onlarla dayanışmada bulunanlara karşı da düşmanlığı körüklemeyi sürdürmektedir. Hrant Dink’in katledilmesi olayının mahkeme duruşmalarında bunu her seferinde yaşıyoruz. Adı şu son dönemde öne çıkarılmaya çalışılan “Ergenekon”

çetesiyle ilgili olayda geçen Avukat Fuat Turgut gibileri, devletin yetkililerinin gözleri önünde Ermeni düşmanlığı yapmaktadır ve kendisine yönelik hiç bir yaptırımla karşılaşmamaktadır. Şubat ayındaki duruşmada da, küfürnameler düzerek bize “Kuduz Ermeniler” vb. demenin ötesinde şunları da söyledi: “‘Hepimiz Ermeniyiz’ diyen güruh nerede. Allah hepsini Hrantları’na kavuştursun. Bu benim onlara bu duruşmadan önceki duam” (Hürriyet, 26 Şubat 2008) Hrant’ı bizden koparıp alanlar, yani katledenler mahkeme salonlarında böyle serbestçe konuşuyor. Kökü kurutulmak istenen bir halkın mensubu olarak böylesi Türk ırkçılarının tavırlarına karşı hangi kavram veya sözcüklerle yanıt vereceğim bağlamındaki seçimde çok zorlanıyorum. En önemli meselenin ise onların seviyesine, çukura, böylesi Türk ırkçıları yüzünden Türk halkına, işçi ve emekçilerine karşı düşmanlık anlamına gelecek tavırlara düşmemek olduğunun bilinciyle davranmak gerektiğinin kararlılığını pratiğimle göstermek olduğunu düşünüyorum. Bunları anlatırken aklıma gün-

cel olmayan ama aktarmak istediğim bir örnek geliyor. Bilindiği gibi Türk devletinin resmi tezinin savunucuları kabul etmedikleri bir olgu karşısında hep “sözde” tanımını kullanırlar, kullanıyorlar da. Ama devletin resmi kademeleri, en azından 2007 yılından itibaren “sözde soykırım” tanımı yerine “1915 olayları” ifadesini kullanmaya yönelmiş durumdadır. Bununla ilgili haber 24 Ağustos 2007 tarihinde kimi gazetelere de –örneğin Zaman gazetesine– yansıdı. İnternetten de okuyabilirsiniz. Zaman gazetesinin aktarımına göre takınılan tavır şöyledir: “Zaman gazetesinin sorularını cevaplayan bir yetkili, ‘Biz, Ermenilerin ortaya attığı soykırım iddialarına karşı çıkıyor ve böyle bir hadisenin yaşanmadığını söylüyorduk. Ama cevap verirken bile aynı kelimenin (soykırım) başına sözde ifadesi ekleyerek olmamış bir olayı tekrarlıyorduk. ‘1915 olayları’ ifadesini kullanmak daha doğru’ dedi. Başbakan Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz ay ilgili kurumlara bir genelge göndererek alınan kararı bildirdi. Dışişleri de resmi açıklamalarda sözkonusu uygulamaya başladı.” (Zaman, 24 Ağustos 2007) Evet, bu tanımlama değişikliği tarihi gerçekliği kabul etmeye yönelik atılan ileri bir adım değil, tersine, soykırım kavramını bile kullanmamak için başvurulan bir taktik değişikliktir. Kimi ırkçı akıldarlar bunun “uluslararası alanda taktik açıdan daha iyi olacağı” yorumunu yapmaktadır. Hatta kimileri de “soykırım iddiaları” tanımının da kullanılabileceğini önermektedir. Böylece tarihi gerçekliği ortadan kaldırabileceklerini ummaktadırlar. Kursaklarında kalacak elbette!

Son bir örnek ise AKP Kadın Kolları’nın kullandığı bir fotoğrafla ilgili. “nethaber.com” sitesindeki habere göre Radikal gazetesinden Tarık Işık’ın haberi şöyledir: “AKP Ankara İl Kadın Kolları’nın Türk kadınının çektiği sıkıntıları anlatmak için hazırladığı sinevizyonda kullandığı bir karenin Ermeni tehciri sırasında çekilen ve ‘soykırım’ propagandasında kullanılan fotoğraf olması şaşkınlıkla karşılandı.” (8 Nisan 2008) Bu olgu basın tarafından da “çok ciddi bir hata” olarak propaganda edildi. Ayrıca AKP ile çatışmalı kesimin AKP’ye karşı kullandığı bir durum oldu. Nasıl olurdu da AKP Kadın Kolları, Ermeni tehciri sırasında, Alman kökenli Armin T. Wegner’in Suriye çöllerinde çektiği kucağında bebeği ile yürüyen Ermeni kadınının resmini kullanmıştır? Bu arada kimi tarihi gerçekler dolaylı olarak dile getirilmektedir. Doğrusunu isterseniz bunları aktarırken bile artık dayanamıyorum. Bugün 24 Nisan ve yaşadığımız tüm acılara, hüzne rağmen, artık kimliğimi itiraf etmekle kendi çapımda bir devrim yaşadığımın idrakiyle, halklar arasında kardeşliğin, eşitliğin, özgürlüğün yaşanacağı bir dünya yaratmak için mücadeleye katılmanın onuruyla geleceği yaratmaya bakıyorum. Mektubumu yay ınlayacağ ınızı umuyor ve şimdiden halklar arasındaki kardeşliği yaratma mücadelesinde dayanışmamızın güçlenmesini arzu ediyorum. Biz ezilenler birleştikçe, egemenlerin tahtı daha çok sallanacaktır. Onu yıkmak bizim görevimiz. Bir Ermeni okur 24 Nisan 2008 ✓

ARARAT ... Ağrı Dağı olarak tanınan ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi sınırları içinde en yüksek dağ olarak da bilinen dağın tarihsel adı, tanımı Ararat’tır. Bu bilebildiğim kadarıyla hemen tüm yabancı dillerde de kullanılmaktadır. ... Türkiye’de ama Ararat ismi “bölücülükle” eşdeğer görülmektedir. ...

ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir • Yönetim Yeri ve Adresi: Hüseyin Ağa Mah. Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul • Tel./Faks: (0212) 620 67 57 • e-mail: mail@ydicagri.com • www.ydicagri.com • SAYI 122’nin İşçi Eki · Mayıs 2008 • Baskı: Uğur Matbaacılık Tel.: (212) 501 81 09 Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi 6. Kat A Blok 4 NA 8-10-11-23 Topkapı - İstanbul • Yayın Türü: Yaygın Süreli


panorama

NATO-Zirvesi’nin gündeminde yine savaş vardı… - BÜKREŞ / ROMANYA -

NATO, bir savaş örgütü olarak genişlemek ve dünya çapında “önleyici savaş, müdahale”de bulunma planlarına uygun olarak yeniden kendini yapılandırma sürecini yaşıyor. 1999 yılındaki stratejik anlayışı, “önleyici müdahale” ya da “savaş” anlayışını içerse de, emperyalistlerin hedeflerine hizmet etmede yetersiz kalmaktadır. Özellikle 11 Eylül 2001 olayları sonrasındaki gelişmelerle birlikte NATO, çok daha saldırgan biçimde davranacak olan bir savaş örgütüne dönüştürülmek istenmektedir.

B

u yılki NATO-Zirvesi 2-4 Nisa n 20 08 ta r i h ler i nde R o m a n y a ’n ı n B a ş k e n t i Bükreş’te yapıldı. NATO sözcüsü James Appathurai’nin açıklamasına göre bu zirve, NATO tarihinin en büyük zirve toplantısı olmuştur. Zirveye sadece NATO üyesi ülkelerinin yetkilileri değil, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon, AB Güvenlik Sorumlusu Xavier Solana, AB Başkanı Jose Manuel Baroso gibilerin yanısıra, Rusya Başkanı Putin, Afganistan Başkanı Karzai ve NATO’ya üye olması beklenen ülkelerin yetkilileri de katıldı. Zirvenin gündeminde öne çıkan sorunlar, NATO’nun genişletilmesi, NATO’nun stratejik anlayışı, Afganistan’daki savaş ve durum, ABD’nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne yerleştireceği füze, roket savunma sistemleri vb. konular oldu. NATO’nun genişlemesi meselesinde en çok tartışılan Ukrayna ve Gürcistan’ın durumuydu. Çünkü Rusya bu ülkelerin NATO’ya üye olmasını reddediyordu. Rusya, NATO üyesi ülke olmadığından veto etme hak kı da yoktu. Ama özellik le Almanya ve Fransa gibi emperyalist güçler, en azından şimdilik bu ülkelerin NATO’nun “Üyelik Eylem Planı”na alınmasına karşıydılar. ABD’nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne yerleştirmek istediği füze savunma sistemi konusunda da yine Rusya ile karşı karşıya kalınmıştı. Bu iki konu gibi Kosova sorunu da yine bu güçler arasındaki anlaşmazlıklardan biriydi. Somut olarak bu konulardaki tartışmalar Rusya’nın yeniden dünya siyasetini belirlemede önemli ölçüde güçlendiğini, sözkonusu di-

ğer emperyalist güçlerin Rusya’nın itirazlarını dikkate almak zorunda kaldıklarını ortaya koymaktadır. Tüm tartışmalar emperyalist güçler arasındaki dalaşın NATO zirvesine yansımasının birer görüntüsü oldu. Özellikle Rusya ile yaşanan çelişkilerden bağımsız olarak NATO, bir savaş örgütü olarak genişlemek ve dünya çapında “önleyici savaş, müdahale”de bulunma planlarına uygun olarak yeniden kendini yapılandırma sürecini yaşıyor. 1999 yılındaki stratejik anlayışı, “önleyici müdahale” ya da “savaş” anlayışını içerse de, emperyalistlerin hedeflerine hizmet etmede yetersiz kalmaktadır. Özellikle 11 Eylül 2001 olayları sonrasındaki gelişmelerle birlikte NATO, çok daha saldırgan biçimde davranacak olan bir savaş örgütüne dönüştürülmek istenmektedir. Bu savaş içinde kuşkusuz ki NATO üyesi olmayan tüm ülkeler hedef olma durumundadır. Özellikle de NATO’ya hükmeden emperyalistlerin, başta da ABD emperyalizminin dalaştığı güçler hedefe konmaktadır. B u du r u m NAT O iç i nd e k i emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkilerinin üzerini örtemiyor tabii ki. Bir yandan genişlemeye çalışılırken, aynı zamanda ABD emperyalizminin şimdiye kadar çok açık olan belirleyici güç olma konumu da soru işareti haline gelmiştir. NATO’nun Afganistan’da yürüttüğü savaş tam da bundan dolayı hem NATO’nun üzerlendiği yeni rolüne layık olup olmayacağı meselesi ile, hem de ABD emperyalizminin NATO üzerindeki egemen rolünün sorgulanması meselesiyle doğrudan bağıntılı ele alınmaktadır. Bu yüzdendir ki ABD emperyalizminin yetkilileri son

dönemde NATO üyesi ülkelerden Afganistan’a daha fazla asker gönderilmesini talep etmektedir. Gündemde tartışılan diğer konuları bir yana bırakırsak, üzerinde yaşadığımız yerkürenin giderek daha yoğun biçimde savaşların yaşanacağı bir ortama sürüklendiğini tespit etmek yanlış olmayacaktır. Dünyanın yeniden paylaşımı bağlamında yürüyen dalaş ve bu dalaşta gündeme getirilen önlemler, bize dünyamızın giderek daha çok barbarlığa doğru yol aldığını göstermektedir. Zirvede NATO’nun genişlemesi meselesinde gündemde olan beş ülke vardı: Arnavutluk, Hırvatistan, Makedonya, Ukrayna ve Gürcistan. Tartışmalar ertesinde Arnavutluk ve Hırvatistan üyelik görüşmelerine davet edildi. Yani NATO iki ülke daha genişledi. Şimdi 26 yerine 28 ülkenin savaş örgütü… Makedonya, Yunanistan’ın vetosu nedeniyle üyeliğe alınmadı. Yunanistan’ın vetosunun gerekçesi ise, Makedonya ismi. Yunanistan bu ismin değiştirilmesini istiyor. Ukrayna ve Gürcistan ise özellikle Almanya ve Fransa’nın tavırları sonucu şimdilik “Üyelik Eylem Planı”na alınmadılar. Bu iki ülkenin şimdilik üyeliğe alınmaması ama bunların gelecekte üye olamayacakları anlamına gelmiyor. Bu konuda Rusya’ya yine şimdilik belli bir taviz verilmiştir. Fakat buna karşın ABD’nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne yerleştirmek istediği füze savunma sistemine NATO zirvesi onay vermiştir. Hatta bu konuda tüm NATO üyesi ülkeleri kapsayacak bir füze savunma sisteminin geliştirilmesi sözkonusudur. Rusya’ya şimdilik verilen taviz, gerçekte anda arayı daha da fazla

kızıştırmamak içindir. Bunun perde arkasında aynı zamanda Ukrayna ve Gürcistan’da halkın önemli bölümünün NATO’ya karşı olması olgusu da yatmaktadır. Buna rağmen zirvenin bitiş açıklaması belgesinde Ukrayna ve Gürcistan’ın gelecekte NATO üyesi olacakları düşüncesi vurgulanmaktadır. Bu ise Rusya ile arayı şimdilik fazla kızıştırmamak için Almanya ve Fransa gibi emperyalistlerin seçtiği yolun, sözkonusu çelişkileri ortadan kaldırmadığının açık göstergesidir. Yani NATO içindeki emperyalist güçlerin Rusya’ya yönelik siyasetinde değişik çıkar hesapları vardır. NATO içindeki iç çelişkiler Rusya’ya yönelik siyasette kendisini göstermektedir. Bu çelişkiler ABD emperyalizminin Rus emperyalizmi ile pazarlıklarına, görüşmelerine de yansımaktadır. ABD emperyalizmi içinde bulunduğumuz koşullarda Rus emperyalizmini, en azından lafta açıkça karşısına almak istememektedir. Fakat dünya üzerindeki gelişmelere yönelik tavırlar ve tabii ki çıkarlar bu iki emperyalist gücü de karşı karşıya getirmektedir. Bu noktada ilginç olan ABD emperyalizminin temsilcileri Rusya’ya yöneldiği halde füze savunma sisteminin veya diğer noktalarda, bunlar Rusya’ya karşı değil vb. açıklamalar yaparken, Putin açıkça bu planlara karşı olduğunu; şu ya da bu diplomatik kavrama değil, NATO’nun genişlemesi siyasetine anlayış olarak kökten karşı olduklarını açıklamaktadır. Bu ise NATO’nun stratejik anlayışına da karşı olan bir anlayış olma durumundadır. NATO’nun stratejik anlayışının yeniden formüle edilmesi büyük olasılıkla 2009 yılındaki -Almanya ve

9


panorama Fransa’nın ortak örgütleyeceği- zirvede gündeme gelecektir. Sonucun ne olacağı konusunda şimdiden kesin bir şey söylemek mümkün değil. Emperyalistlerin savaş örgütü olarak NATO’nun gelecekte “önleyici savaş” ya da “önleyici müdahale” adına nükleer silah, yani atom silahı kullanması gerektiği yönlü propagandaların, lobi çalışmalarının olduğu koşullarda, önümüzdeki dönemde daha çok savaşın ve barbarlığın yaşanması ihtimali olduğunu söylemek de, felaket tellallığı yapmak olmayacaktır. Birleşmiş Milletler’in kararı olmadan da NATO’nun askeri şiddete başvurması, savaşların örgütlenmesi vb. planlar, NATO’nun küresel savaş örgütü olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Afganistan’da NATO önderliğinde yürütülen savaş bu küresel savaşın sadece bir parçasıdır. Fakat anda öne çıkan parçası olma durumundadır.

ZİRVE’DE AFGANİSTAN’A YÖNELİK TAVIR…

10

Afganistan’da NATO önderliğinde yürütülen savaş, “terörizme karşı mücadele” adına emperyalistlerin tüm barbarlıklarının meşru kılınmasının bir aracı olarak ele alınmaktadır. Afganistan’da savaşın kazanılması ya da kaybedilmesinin aynı zamanda NATO’nun kaderiyle endekslenmesi, NATO’nun Afganistan’daki işini zora sokmaktadır. Bu yüzden de tüm NATO üyesi ülkeler Afganistan’da yürüyen savaşla ilgili ortak tavır takındı. Bu tavıra göre temel düşünce NATO’nun savaşı kazanmak zorunda olduğudur. Aksi halde “terörizm” zafer kazanmış olacaktır. Bu konuda hepsi bir. Fakat yine de kendi aralarında farklılar. Örneğin ABD emperyalizmi Afganistan’da Taliban güçleriyle doğrudan çatışan asker gücü talep ederken, Türkiye gibi kimi ülkeler “muharip asker” yerine, “muharip olmayan asker desteği” vereceğini açıklamaktadır. Bu açıklamalar aslında siyasi sahtekârlıktan başka bir şey değildir. Siz, Afganistan’a askeri güç göndereceksiniz ve o gücün savaşa girmediğini kitlelere anlatacaksınız. Ne büyük bir sahtekârlık! Cumhurbaşkanı Gül aynen bunu yaptı. Gül, “Türkiye’nin Afganistan’a hem askeri hem sivil desteğinin güçlü bir şekilde devam edeceğini söyledi.” (Hürriyet, 4 Nisan 2008) Aynı zamanda “Muharip olmayacak. Yani orada savaşa giren olmayacak.” (aynı yerden) diyerek, Türkiye’nin Afganistan’da bulunan askeri gücünün, savaş gücü olmadığını kitlelere yutturmaya çalışmaktadır. Gerçek durum, Afganistan’da bulunan her askerin, orada yürüyen savaşın bir parçası olduğudur. Savaşın hangi cephesinde ya da bölümünde yer alındığı o kadar önemli değildir. Bel l i bi r dönem NATO’nu n Afganistan’daki kıdemli temsilciliğini yapan Hikmet Çetin de,

NATO’nun Afganistan’da başarı kazanmasının, genişlemesinden daha önemli olduğunu savunmaktadır. Hikmet Çetin aynen şunları savunmaktadır: “NATO’nun Afganistan’da başarıya ulaşması şart ve bu çok önemli. Bunun tersi olursa, NATO sorgulanır hale gelir. Aksi takdirde bu terörün zaferi olacaktır.” (Hürriyet, 4 Nisan 2008) Cumhurbaşkanı Gül’ün “Muharip olmayan asker desteğine devam” edileceği yönlü tavır ile Hikmet Çetin gibilerinin tavırları, Türkiye’nin de Afganistan’da doğrudan savaş içinde olduğunun ve bundan sonra da olunmak istendiğinin açık belgesidir. Kim ne dersin desin, halkları nasıl aldatmaya çalışırsa çalışsın, olgu, Afganistan’da 39 ya da 40 ülkenin savaşın parçası olduğudur. Bu ülkeler içindeki NATO üyesi olan ülkeler, sözkonusu zirvede resmen de Afganistan’daki savaşla ilgili ortak tavır sergilediler. “ISAF’ın stratejik vizyonu” adı altında bir de zirvenin sonuç açıklamasını yaptılar. Tüm bu ortak açıklamalara rağmen bunların Afganistan’da işleri zor. Fransa’nın 700-800 kadar askeri güç gönderme sözü vermesi, ya da Rusya’nın askeri olmayan malzemenin ikmalinin Rusya üzerinde yapılabileceğini açıklaması ve bu yönüyle NATO’ya destek vermesi de bunların işini fazla kolaylaştırmıyor. Her ne kadar askeri yön ile inşayı ilgilendiren sivil çabalar birleştirilmeye çalışılsa da, Afganistan’da yürüyen savaş kısa sürede son bulmayacak ve bu konu da gündemde kalmaya devam edecektir. Açık olan bir nokta da, savaşın ilk dönemlerinden bugüne, işgal güçlerinin sayısının giderek çoğaldığıdır. Afganistan’daki NATO güçlerinin generali Dan McNeill’in açıklamasına göre temel sorun asker ve malzemenin eksikliğidir. Buna göre Taliban güçlerine karşı başarılı mücadele için 400.000 kadar askeri güç gereklidir. Ama andaki işgal gücü sayısı 60 binden azdır. Tüm bu tartışmalar ve veriler önümüzdeki dönemde Afganistan’daki işgal güçlerinin sayısının giderek çoğalacağını gösteriyor. Sonuçta savaş giderek kızışıyor ve Afganistan’daki ölülerin sayısı da giderek yükseliyor. Artık ölülerin sayısı onbinlerle ifade ediliyor. NATO ve Afganistan’daki savaş daha birçok yıl gündemimizde yerini korumaya adaydır. Sorun emekçiler için böylesi gündemleri tersine çevirip, işgalci, emperyalist güçlere karşı mücadeleyi yükseltme ve onları yenilgiye uğratma sorunudur. Bu, içinde bulunduğumuz dönemde biraz da hayal gibi görünüyor ama imkansız değil. Yeter ki işçiler, emekçiler kendi güçlerinin bilincine varsın, yeter ki kapitalist barbarlığa karşı gücünü birleştirsin. O zaman göreceğiz, bu barbar sistemin yıkıntıları üzerinde kurulacak, sömürüsüz, sınıfsız özgür, yeni dünyayı! 23 Nisan 2008 ✓

İşgal ve savaş sürüyor, değişen rakamlar… - IRAK / GÜNEY KÜRDİSTAN Çatışmaların yeniden şiddetlenmesinin arkasında yatan olgulardan biri de Sadr güçlerini seçimlerden dıştalama amacıdır. Irak Başbakanı Maliki açıkça Sadr’a Mehdi Ordusu’nu dağıtmadığı bir durumda seçimlere katılamayacağı tehditini savurdu. Sadr ise şimdilik ateşkese son vermiş ve işgalcilere karşı mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceklerini açıklamış durumdadır.

A

BD önderliğinde Irak’a karşı sıcak savaş 20 Mart 2003’te başladı ve 9 Nisan’da Saddam rejiminin sonu geldi. 1 Mayıs 2003 tarihinde ise ABD emperyalizminin başı Bush, savaşın bittiğini ilan etti. Atılan zafer çığlıkları, kısa sürede kursaklarında kaldı. Saddam rejimi yıkılmıştı ama işgale karşı direniş yeni başlıyordu… Ve bu direniş değişik düzeylerde, yer yer dinip yine şiddetlenerek sürdü, sürüyor. İşgalcilerle yerli işbirlikçileri elele işgale karşı direnişi bastırmaya çalıştı, çalışıyor. Aradan geçen beş yıllık süreçte bu durumda özde değişen bir şey olmadı. Özellikle de “geçiş takvimi” sürecinin gecikmeli de olsa 2005 yılı sonuna doğru tamamlanması sonrası dönemde, işgalin nasıl sürdürüleceği üzerine taktik değişiklik yapma üzerine yürütülen tüm tartışmalara rağmen işgalcilerin siyasetinde öze ait bir değişiklik olmadı. Artık rutin hale, kanıksanmış hale gelen bir savaş ve işgal süreci tartışmalarıyla karşı karşıyayız. Irak’a yönelik savaş ve işgalin kamuoyunca gündeme geldiği dönem esas itibariyle savaşın yıldönümü oluyor.

Kuşkusuz ki bizim özde bir şey değişmedi tespitimiz, genel siyasetle ilgilidir. Sözkonusu genel siyaset ise, esas olarak savaş ve işgalin başı ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya egemen olma amacında Irak-Güney Kürdistan’a yönelik siyasetidir. Bu siyasetin özü, biçimi ne olursa olsun Irak-Güney Kürdistan’da ABD emperyalizminin egemenliğinin sürdürülmesidir. Bunun ABD’ye bağımlı ve onlar için güvenilir bir Irak hükümeti üzerinden mi, yoksa uzun süre doğrudan işgal yoluyla mı sağlanacağı belirleyici değildir. Bu bağlamda ama andaki siyaset esas olarak ABD emperyalizminin daha uzun süre doğrudan işgalci güç olarak Irak-Güney Kürdistan’da kalmaya yöneliktir. Dergimizin 105. sayısında yaptığımız: “Tüm zorluklarına, hesaplarının tutmamasına rağmen, ABD emperyalizminin genel olarak Ortadoğu’yla ve özel olarak da Irak’la hesaplarına, projelerine bakıldığında Irak’tan vazgeçmeyeceği açıktır. ABD’nin çıkarları şimdilik Irak’ta kalmayı gerektiriyor. Gündeme gelecek taktik siyaset değişiklikleri de, temel siyaseti değiştirmek olmayacak-


panorama tır. Biçimi nasıl olursa olsun kısa sürede Irak’tan çekilme durumu yok.…” (sayfa 8) tespiti, her geçen gün yeniden doğrulanıyor. Gelinen yerde ABD emperyalizminin Irak-Güney Kürdistan’da doğrudan işgalci güçleriyle uzun süre kalmak istediği kamuoyuna da yansımış durumdadır. Andaki tartışmaları işgal gücünün sayısının azaltılıp azaltılmaması çerçevesinde yürümektedir. “Askeri geri çekiyoruz” dediklerinde kamuoyuna sanki tüm işgal gücünü geri çekeceklermiş gibi yansıtmaya çalışıyorlar. Ama gerçekte durum Irak-Güney Kürdistan’daki işgal gücü askerlerinin değiş-tokuş edilmesinden başka bir şey değil. Bazen ABD işgal gücü sayısı 140.000’e düşürülmekte, bazen de 170.000’e doğru yükseltmektedirler. Bu sayının daha az ya da daha yüksek olması işin özünü değiştirmiyor. İşgal ve işgale, işgalcilere karşı direniş varlığını sürdürüyor. Bu bağlamda hep yeniden bilince çıkarılıp vurgulanması gereken gerçeklik, işgale karşı direnişin varlığına ve işgalcilerin işlerinin istedikleri gibi yürümemesine rağmen, Irak-Güney Kürdistan’da egemen olan gücün ABD emperyalizmi ve ortakları olduğu gerçeğidir. “Sol” ya da devrimcilik adına işgale karşı mücadele edenlerin emperyalistlere yenilgi yaşattığı, ABD emperyalizminin Irak’ta yenildiği gibi düşüncelerin savunulması gerçeklerin tersyüz edilmesi ve bunu savunanların kendi isteklerini gerçeklerin yerine geçirmesidir.

petrolün tankerlere yüklendiği kentlerin başında geliyor. Yani Basra, petrol ticaretinin merkezi durumunda. Böylesi bir kentte Sadr yanlısı Şii kesimin seçimlere katılıp çoğunluğu elde etmesi ihtimali yüksek. Bu ihtimal ama başta ABD emperyalizmi olmak üzere müttefikleri ve yerli işbirlikçileri tarafından istenen bir durum değildir. Çatışmaların yeniden şiddetlenmesinin arkasında yatan olgulardan biri de Sadr güçlerini seçimlerden dıştalama amacıdır. Irak Başbakanı Maliki açıkça Sadr’a Mehdi Ordusu’nu dağıtmadığı bir durumda seçimlere katılamayacağı tehditini savurdu. Sadr ise şimdilik ateşkese son vermiş ve işgalcilere karşı mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceklerini açıklamış durumdadır. Irak’ta çatışmalar anda işgal gücü ve işbirlikçi yerli güç ile Sadr güçleri arasında yürümektedir. Diğer çatışmalar veya direniş eylemleri, şimdilik geri plana kaymış durumdadır. Buna rağmen ama ABD’nin

rejimi yanlısı– iç etme taktiğinin ve böylece işgale karşı direnişi zayıflatmanın birer aracıdır. Böylesi taktiklerle işgale karşı direnişi zayıflatabilme ihtimalleri vardır. Fakat işgale karşı direnişi kısa sürede sonlandırabilme ihtimali anda görünmüyor.

Irak-Güney Kürdistan’daki işgal gücünün komutanı General David Petraeus, Bush’un 2008 yılının ikinci yarısında 30.000 civarında askeri geri çekme planının durdurulmasını, Eylül ayında yeniden sorunun gözden geçirilmesini talep etti. İşgalci güçlerin içine girdiği zorluklardan kurtulmak ve işgale karşı direnişi sonlandırmak için başvurduğu taktiklerin başında, sözkonusu güçleri sisteme entegre etme çabası gelmektedir. Bunun doğrudan sonucu olarak da eski Baas rejimi yanlılarının, özellikle de işten atılan, görevden alınan devlet memurları ya da çalışanlarının yeniden işlerine dönme yolunun açılmasıdır. Kimi askeri ya da polis kesimi daha önceden yeniden görevlendirilmişti. Şimdi bu daha da genişletilmiştir. Bu yılın Ocak ve Şubat aylarında parlamentoda bu yönde üç yasa çıkarıldı. Birincisi Baasçıların çıkışlarının geri alınması, ikincisi onbinlerce Sünni tutuklu için kısmi af ve üçüncüsü de yerel yönetimlerin yetkilerinin ve kurumlarını seçiminin yeniden oluşturulması ile ilgiliydi. Bu yasalar özellikle işgale karşı çıkan Sünni kesimi –ki bunların önemli bölümü Baas

böylesi bir durumda sıfır rakamının da büyük önemi vardır. Irak-Güney Kürdistan’a yönelik savaşın ne kadar insanın yaşamına mal olduğu üzerine tartışmalar değişik biçimlerde sürdürülüyor. Değişik kurum ve kuruluşların hesapları da değişik oluyor. Bu bağlamda bizim kesin olarak şu kadar ölü var diyecek durumumuz yok. Bu konuda açık olan şey, her geçen gün ölü sayısının arttığıdır. Kimi tahminlere göre savaşın başlamasından bu yana geçen süreçte ölenlerin sayısı bir milyonu aşmıştır. Yine milyonlarca Iraklı mülteci komşu ülkelere kaçmak zorunda kalmıştır. Milyonlarca –kimi verilere göre 4 milyon– mülteci ise ülke içinde göç halindedir. Milyonlarca Iraklı zaruri gıda yardımına muhtaçtır. Nüfusun %70’i yeterli suya sahip değil, %80’i sıhhi imkanlardan yoksun, hastanelere, doktorlara gidemiyor. Doktorların sayısında ise savaş öncesi döneme göre yarıdan fazla azalma vardır. Savaş öncesi dönemde toplam 34.000 kadar doktor kayıtlı iken, 2000’den fazlası katledilmiş 20.000 civarında doktor ise ülkeyi terketmek zorunda

5 YILIN KISA BİLANÇOSU… Yazımızın başlığında da belirttiğimiz gibi işgal ve savaş sürüyor, değişen şey rakamlar. Rakamlar işin özünü değiştirmiyor ama, yine de kimi zamanlar çok şey anlatıyor insana. Yeterki rakamların dilinden anlama yeteneğine sahip olunsun. Kuşkusuz ki rakamların kendisi değil ama dile getirdiği olgu önemlidir. Örneğin 1.000.000 Türk Lirası’ndan altı sıfır silinip 1 Yeni Türk Lirası olursa, bu rakamın anlattığı olgu, 1.000.000 insanın savaştan dolayı yaşamını yitirdiği, katledildiği olgusu ile aynı öneme sahip değildir. Bir milyon insanın rakamında sıfır atılamaz ve

ÖZETLE GÜNCEL DURUM… 28 Ocak 2008 tarihinde ABD Başkanı Bush’un yaptığı “ulusa sesleniş” konuşmasında Irak’taki şiddetin geriletilmesi bağlamında “hiç kimsenin beklemediği başarılı sonuçlar” elde edildiği düşüncesi de savunuldu. Bunun dayandırıldığı gerekçe ise, Irak-Güney Kürdistan’da ABD işgal gücü sayısının yükseltilmesi durumudur. Gerçekten de ABD işgal gücü sayısı Şubat 2007’de 130.000 iken bu sayı 2007 sonlarına doğru 172.000’e çıkarılmıştı. Bu bağlamda sayının yükseltildiği olgudur. Her gün yaşanan olaylardan, saldırılardan ve evet ölü sayısından bu dönemde azalma olduğu da olguydu. Fakat bunun esas nedeninin ABD işgal gücünün çoğaltılması olmadığı, tersine Şii kesiminden Mukteda el Sadr’ın 2007 Ağustos ayından beri ilan ettiği ateşkesten kaynaklanan bir durum olduğu son dönemde yeniden başlayan çatışmalarla da günyüzüne çıktı. Özellikle Mart ve Nisan aylarında Sadr güçleri ile –Mehdi Ordusu– ABD işgal gücü ve Irak ordusu arasındaki çatışmalar şiddetlendi. Çatışmaların yoğunlaştığı alan esasıyla Bağdat ve Basra’dır. Ekim ayı başında IrakGüney Kürdistan’da yerel seçimler yapılacak. Tabii ki erteleme falan gündeme gelmezse. Basra özellikle

kalmıştır. Varolan doktorların da ellerinden fazla bir şey gelmiyor. Çünkü ne ilacı ne de gerekli diğer tıbbi malzeme bulunmaktadır. Kimi hastahanelerde ne temiz su ne de cereyan düzenli biçimde vardır. İşsizlik ise %50’inin üzerinde. Kimi verilere göre nüfusun yarısından fazlası günde bir dolar gelire sahip. Yani açlık sınırında yaşama kavgası içinde. 800.000 civarında çocuk büyük yoksulluğun kurbanı olarak okula gidemiyor, 500.000 civarında çocuk ise yetim ve sokaklarda… İşgalci güçlerin günlük yaşamda Irak-Güney Kürdistan halklarına yönelik taciz ve tecavüzleri, işkenceleri, keyiflerine göre davranmaları; hiçbir yasal yaptırıma tabi olmamaları gibi durumlar ise, en iyi biçimde bunları yaşayanlar tarafından anlatılabilir. Rakamların dili, yüzbinlerce insanın öldürüldüğünü, milyonlarcasının yaralandığını, milyonlarcasının mülteci konumuna düştüğünü ve milyonlarcasının da işsiz, yoksul olduğunu bize anlatmaktadır. Diğer yandan ama bize şunları da anlatmaktadır rakamların dili: ABD emperyalizminin sadece Irak savaşı için harcadığı para yüzlerce milyar dolarla hesaplanıyor. Yapılan hesaplarda değişik etmenler gözönüne alındığı için, sonuçları da farklı oluyor. Ama hemen herkesin üzerinde birleştiği rakamlar da var. Örneğin ABD’nin Irak işgali ve savaşı için gündelik harcaması 400 milyon dolardır. Kaba bir hesapla 400’ü 365 ile çarpın, yıllık harcamayı çıkarırsınız. Bunu da beşe çarpın Irak işgalinin beş yıllık harcamasını 730 milyar olarak hesaplayabilirsiniz. Ama bu sonuç da savaşın gerçek maliyeti değildir. Örneğin ABD Savunma Bakanlığı 2007 yılı sonuna kadarki askeri giderlerini 406 milyar olarak göstermektedir. Buna karşın ABD Kongresi’nin ekonomi ile görevli kesiminin hesabına göre doğrudan askeri/savaş gideri 1.3 billion (1300 milyar) dolardır. Kimi bilim insanlarının hesaplarına göre ise, Irak savaşının doğrudan ve dolaylı maliyeti 3 billion (3000 milyar) dolardır. Hangi hesap doğru olursa olsun, ortada saklanamayacak gerçeklik, bu kadar paranın savaşa, işgale, yakıp yıkmaya, insan katletmeye ve kâr getirmek için harcandığıdır. Bu olgu bile bu kapitalist sistemin insana, insanlığa düşmanlığını çok açık, çıplak biçimde göstermektedir. İşçiler, emekçiler için mesele bu gerçekliğin bilincine varmak ve insana, insanlığa düşman bu sistemi tarihin çöplüğüne atmak için mücadeleye sarılmasıdır. Savaşın başlamasından beş yıl sonraki manzara, öncekinden iyi değil. Emperyalistlerin halklara dost olamayacağı, Irak-Güney Kürdistan halklarının yaşadıkları somutunda da görülmektedir. Savaşa ve işgale tüm zamanlar için son vermek devrimi gerektirir, gerisi ham hayaldir! 25 Nisan 2008 ✓

11


yaşam temellerini koruma mücadelesi

Kozak Yaylası’nda çevre katliamı

K

o z a k Yay l a s ı , İ z m i r ’ i n Bergama ilçesine 20 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Kozak Yaylası, doğal bitki örtüsü bakımından oldukça zengindir. Fıstık çamı ormanlarıyla kaplı olan bölgede, 5 milyon fıstık çamı bulunmaktadır. 17 köyden oluşan ve on bin insanın yaşadığı Kozak Yaylası`nda, yılda 50 milyon YTL`lik organik çam fıstığı ihracatı yapılıyor. Kozak Yaylası aynı zamanda, su açısından da zengindir. Yayla 300 binden fazla insanın su ihtiyacını karşılıyor. Bergama Ovacık’ta yargı kararlarına rağmen faaliyetlerine devam eden Koza Altın Madencilik A.Ş, Kozak Yaylası’nda da hakkında açılan davalara rağmen altın arama çalışmalarını aralıksız olarak sürdürüyor. Yaklaşık 10 aydır süren çalışma-

G

12

larda, 20’ye yakın noktada her biri 500 metreyi bulan sondajlar yapılmıştır. S o n d a j s u l a r ı , Ay v a l ı k v e Altınova’nın içme suyu su ihtiyacını karşılayan Madra Çayı’na karışmıştır. Kozak Yaylası, altın uğruna, kar uğruna yok edilmek isteniyor!

Maden yasası çevre katliamına olanak tanıyor! Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Maden İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre Maden Kanununda 2004 yılında yapılan değişiklikler, maden arama ve işletme ruhsatı talebinde patlamaya yol açtı. 2004 yılında 3.984 izin talebinde bulunulurken, 2005'te 15.149, 2006'da 18.208, 30.09.2007 itibariyle de 13.908 izin başvurusu yapıldı.

Maden Yasası’na göre, maden arama ruhsatı için Maden İşleri Genel Müdürlüğü'ne başvuru yapılıyor ve koordinatları verilen bölgede arama ruhsatı alınıyor. Arama ruhsatıyla başvuru yapan şirket çevre etki değerlendirmesi gibi ikinci bir işleme gerek duymadan maden rezervinin yüzde 10'una kadar işletebiliyor. Maden arama aşamasında kesilen ağaçların bedelleri peşin olarak bakanlığa ödeniyor. 5177 Sayılı Maden Yasası; sit alanları, su havzaları, orman ve tarım alanları, kıyılarda maden arama ve işletmeye olanak sağlamaktadır. Yasanın 7. maddesi, ''Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, kara avcılığı alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı, tarım, mera, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, turizm bölgeleri, alanları ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, askeri yasak bölgeler ve imar alanları ile mücavir alanlarda madencilik faaliyetlerinin çevresel etki değerlendirmesi, gayri sıhhi müesseseler ile ilgili hususlar dahil hangi esaslara göre yürütüleceği ilgili bakanlıkların görüşü alınarak Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir" buyurarak, her yerde maden aranmasını tekeller için kolaylaştırmaktadır. Bu yasa ile Türkiye’de maden arama ruhsatı almak çok kolaylaştırılmıştır.

Altıncılar her yerde!

Development Ltd., Cominco, Tüprag, Eurogold, Teckcominco, Eldorado Gold, Koza Madencilik A.Ş. vs. adlı altın şirketleri çeşitli bölgelerde altın arıyor ve çıkarıyorlar. Uluslararası altın tekelleri siyanürle, Kazdağı, İzmir Efemçukuru, Kozak Yaylası, Uşak-Eşme-Kışladağ, Erzincan İliç Çöpler Köyü, Artvin Cerattepe, Fırtına Vadisi, Munzur Vadisi gibi birçok ormanlık alanda altın arma faaliyeti yürütüyor, altın çıkarıyorlar. Uluslararası tekeller, yerli işbirlikçileriyle birlikte, yararlarına olan Maden Yasası’na dayanarak her yerde çevre katliamı yaparak, altın arıyorlar. Altın aranan, çıkarılan bölgelerde, ağaçlar kesilmekte, yer altı suları kirletilmekte, toprak alt üst edilmekte, kar uğruna çevre katledilmektedir. Kozak Yaylası köylüleri, “Bizim altınımız toprağın altında değil, üstündeki çamlardır” diyorlar. Köylüler, Kozak Yaylası Çevre Koruma Kültür ve Turizm Derneği çatısı altında örgütlenerek, yaylalarında altın aranmasına karşı mücadele ediyorlar.

Çevre katliamına son! Kapitalistler kar uğruna çevreyi talan ediyorlar. Geleceğimizi ipotek altına alıyorlar. Bu gidişe son verelim. Doğa ile uyumlu bir yaşam, gelecek nesillere üzerinde yaşanılabilir bir çevre bırakmanın yolu kapitalizmi yok etmekten geçmektedir. Çok geç olmadan mücadeleye, kapitalizmi yok etmeye!

R io Ti nto, A natol ia M i ner a l

6 Nisan 2008 ✓

Gıda krizinin sorumlusu kim?

eçtiğimiz günlerde, dünya genelinde gıda fiyatlarında yaşanılan artış gündeme damgasını vurdu. Haiti, Mısır, Kamerun, Fil Dişi Sahili, Moritanya, Etyopya, Madagaskar, Filipinler ve Endonezya'da gıda artışlarına karşı kitle gösterileri oldu. Güvenlik güçleri ile çatışmalar yaşandı. Ölenler, yaralananlar oldu. Haiti’de hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Türkiye de fiyat artışlarından payına düşeni aldı. Pirinç almak için Toprak Mahsulleri Ofisleri önünde uzun kuyruklar oluştu. Türkiye’de pirinç fiyatı son bir yılda yüzde 141 oranında arttı. Sadece pirinç değil, diğer kimi temel gıda maddeleri de zamlandı. Makarna yüzde 114, kırmızı mercimek yüzde 133, barbunya yüzde 70, nohut yüzde 50, şehriye yüzde 52, kuru fasulye yüzde 97 vb. oranında zamlandı. Temel gıda maddeleri yanı sıra

benzine, doğal gaza, ulaşıma önemli oranda zam geldi. İşçilerin, emekçilerin çekilmez yaşam koşulları, daha da çekilmez hale geldi. İşçilerin, emekçilerin midelerine giren yiyecek miktarı azaldı. Temel gıda maddele-

rine zamlar at başı giderken, ücretler yerinde saydı. Enflasyon rakamları ise kâğıt üzerinde başka, çarşıda pazarda başka! Gıda krizinin nedenleri medya tarafından şöyle sıralanıyor: nüfus

artışı, küresel ısınma, petrol fiyatlarının artması, tarım alanlarının giderek daha fazla biyo yakıt için ayrılması, vurgunculuk vb. Emperyalist ülkelerde gıda bolluğu yaşanırken, bağımlı ülkelerde milyonlarca insan açlık çekiyor. Milyonlarca insan yiyecek bir şey bulamazken, emperyalist metropollerde son kullanma tarihleri geçen tonlarca gıda maddesi yok ediliyor. Fiyatların düşmesini engellemek için yine tonlarca gıda maddesi ortadan kaldırılıyor. Bir tarafta yiyecek bolluğu, diğer tarafta açlık var. Kabaca emperyalist dünyanın görünümü böyle. Bunun temel nedeni emperyalizmdir. Emperyalist tekeller için temel dürtü daha fazla kardır. Daha fazla kar peşinde koşan tekeller, dünyanın dört bir tarafında gelişen tekniğin yardımı ile üretim yapıyorlar. Toplumun ihtiyacı için değil, pazar için üretim yapıyorlar. Genetiği ile oynanmış, kısa sürede yetişen hor-


yaşam temellerini koruma mücadelesi monlu ürünler, tekeller için önemli kar kaynağı oluşturuyor. Temelinde fosil yakıtların durduğu, küresel ısınma iklim değişikliğine yol açtı. Kimi bölgelerde fazla yağışlar sellere, taşkınlara yol açarak tarım alanlarına zarar verirken, kimi bölgelerde yağış olmaması sonucu kuraklık yaşanmaktadır. Küresel ısınma tarımsal ürünün azalmasının önemli nedenlerden biridir. Ama tek başına belirleyici neden değildir. Tarım alanlarında giderek daha fazla biyo yakıt için üretim yapılmaktadır. Enerji üretimi için biyo yakıt elde etme, dünyada giderek yaygınlaşmaktadır. Bu da tarım alanlarının azalmasını beraberinde getiriyor. Dünyada ve Türkiye’de gıda artışlarını fırsat bilen vurguncular türemektedir. Bunlar da sistemin ürünüdürler. Kar hırsı sınır tanımıyor. Türkiye tarım alanında kendi kendine yeten bir ülke olmasına rağmen, IMF, Dünya Bankası gibi emperyalist kuruluşların dayatmaları, işbirlikçi burjuvazinin, hükümetlerin siyasetleri sonucu, tarım alanında da emperyalizme bağımlı hale gelmiştir. Bir dizi ülkede patlak veren protestolar IMF ve Dünya Bankası yetkililerini korkuttu. Protestoların yaygınlaşmasından, ayaklanmaya dönüşmesinden korkanlar acil önlem tavsiyesinde bulunuyorlar. BM Dünya Gıda Programı Başkanı, “20 ülke liderine gıda fiyatlarının vurduğu yoksul ülkelere acil yardım çağrısı” yaptı. “BM'nin altı ay önce yardıma ihtiyaç duymayan 100 milyon kişiye daha gıda yardımı yapmaya başladığını, Asya'da bir ton pirinç fiyatının bir ayda 460 dolardan 1000 dolara çıktığını, dünyada tahıl fiyatlarının bir yılda ikiye katlandığını” anlatan Sheeran, "Saat işliyor. Uluslararası toplum hem acil ihtiyacı giderecek hem de uzun vadeli çözüm getirecek geniş çaplı, üst düzey eyleme geçmeli. Gıda talebini artıran her etkene bakmalı. Biyo yakıt da kesinlikle bunlardan biri" demektedir. (23 Nisan 2008, Radikal) IMF’nın Başkanı Strauss-Kahn ise “gıda fiyatlarındaki artışın Haiti ve Mısır gibi ülkelerde isyan çıkardığını”, "Kriz tırmanması demokrasiyi sorgulanır hale getirir. Savaş riski var. Tarih bu tür nedenlerle çıkmış savaşlarla dolu" demektedir. (19 Nisan 2008, Radikal) Gıda krizinin ‘sosyal patlamaya’ yol açacağından korkanlar, önlem olarak emperyalistlerin daha fazla yiyecek ve para yardımı yapmasını, biyo yakıt üretiminin sınırlandırılması tavsiyesinde bulunuyorlar. Gıda krizinin temel sorumlusu emperyalist sistemdir. E m p e r y a l i z m b a r b a r l ı k t ı r. Barbarlık kendisini hayatın her alanında gösteriyor. Barbarlıktan kurtulmanın yolu, emperyalizmi yok etmekten geçmektedir. 27 Nisan 2008 ✓

Çevre talanı sürüyor

N

isan ayı içerisinde, basına yansıyan birkaç örnek çevrenin kar uğruna nasıl hoyratça talan edildiğini, katledildiğini gösterdi.

Yer Güllük Körfezi! Muğla'nın Gü l lü k Körfezi 'nde, Ha le p ç a m l a r ıy l a k apl ı P i na Yarımadası'nda, Orman içinde 85 dönüm alanı, beş yıldızlı, 1200 yataklı turistik tesis yapmak için 49 yıllığına kiralayan MNG Holding A.Ş Şubat ayında çalışmalara başladı. Şirketin inşaattan çıkan molozları bir ay boyunca denize doldurduğu ortaya çıktı. Kıyıya kaçak dolgu yapmaktan sorumlu şantiye müdürünün pişkince "Dolgu iznimiz yok ama başvurduk, alırız. Denizi doldurduk, cezamızı bekliyoruz" demesinin ardından şantiyeye kaymakamlık ve İl Çevre Müdürlüğü tarafından 21 bin 500 YTL para cezası kesildi. Sadece bu kadar değil! “Turizme yaptığı katkılardan ötürü” MNG Holding’e bir de plaket verildi. Üzerinde "Ülkemiz ve ilçemiz turizmine yapmış olduğunuz katkılardan dolayı teşekkür eder, saygılar sunarım. Kaymakam Bahattin Atçı ve Kültür ve Turizm İlçe Müdürü Yusuf Demir" yazılı plaketi, MNG Holding

A.Ş temsilcisi, “denizi doldurduk, cezamızı bekliyoruz” diyen Sinan Karaağaçlı aldı. Bu kadar da olmaz demeyin! Oluyor, burası Türkiye!!

Yer Marmaris! Ne s l i ş a h a d l ı ş i r k e t , E n e r ji Bakanlığı'nın izniyle Marmaris’in balı ile ünlü Osmaniye Köyü yakınlarındaki ormanlık arazide, toplam 600 hektar alanda manganez maden rezervi aramaya başladı. Bölgede maden aranmasına karşı dava açıldı. Muğla İdare Mahkemesi ilk karar olarak davalı Enerji Bakanlığı'ndan savunma istedi ve bu sürede maden arama çalışmalarını durdurdu. Ancak bu arada henüz maden rezervi arama aşamasında olan şirketin Marmaris ilçe merkezine 20 kilometre uzaklıktaki ormanlarda yüzlerce ağacı kestirdiği anlaşıldı. Bölgede maden aranmasına karşı oluşturulan platformun hazırladığı rapor; bölgede maden işletilmesine izin verilmesi durumunda 19 bin kızılçamın kesileceği, çıkan tozun 13 bin zeytin ve çok sayıda meyve ağacıyla ocakların 750 metre mesafedeki jeep safari güzergâhını olumsuz etkileyeceği, madenciliğin 10 yılda 1 milyon 932 bin kilo bal kaybına yol açacağını ortaya koymaktadır.

Yer Aliağa!

Nükleer santrallere hayır!

M

ersi n Nü k leer Ka rşıt ı Plat for m ta ra f ı nda n 26 Nisan'da, “Nük leer Santrallere ve Balık Çiftliklerine Hayır” mitingi düzenlendi. Yaklaşık 3 bin kişi saat 13.00'de Devlet Hastanesi önünde bir araya gelerek, Metropol miting alanına kadar yürüdü. Mitinge değişik illerden ve Mersin’e bağlı ilçelerden de destek vardı. Miting boyunca nükleer santralleri protesto eden eylemciler ne Akkuyu’da ne de Sinop’ta nükleer santral yapılmasına izin vermeyeceklerini dile getirdiler. D e v l e t H a s t a n e s i ö nü n d e n Metropol Miting Alanına kadar yürüyen eylemciler sık sık “Nükleere inat yaşasın hayat”, “Çernobil’i unutma Akkuyu’ya sahip çık”, “AKP süründürür, nükleer öldürür”, “AKP

sağlığa zararlıdır” sloganlarını attılar. Mitinge Akkuyu köylüleri de katılarak destek verdi. Başbakan Erdoğan’ın “Ayaklar baş olmaz” sözü de miting boyunca protesto edildi. Mersin Otistik Çocuklar Koruma ve Eğitim Derneğinden otistik çocuklar da sandalyelerinden Nükleer santrallere hayır dediler. İstanbul NKP üyeleri yaptıkları ilginç skeçlerle mitinge ayrı bir renk kattılar. Mitinge KESK ve DİSK’e bağlı sendikalar, TMMOB’a bağlı odalar, EMEP, ÖDP, SDP, Halkevleri, sivil toplum örgütleri ve dernekler katıldı. Miting alanında Nükleer Karşıtı Platform adına bir konuşma yapan EMO Şube Başkanı Kamer Gülbeyaz, ne Akkuyu’da ne Sinop’ta ne dünyanın başka bir yerinde nükleer sant-

1992 yılında Gencelli-Çakmaklı Köyü arasına yapılması planlanan termik santral, verilen hukuki mücadele sonucu Danıştay tarafından iptal edilmişti. 16 yıl sonra, ENKA Holding Enerji Piyasası Denetleme Kurulu’ndan, aynı bölgede 800 megavat gücünde termik santral yapmak için lisans aldı. İ z m i r A l ia ğa i lç e si ne ba ğ l ı Çakmaklı Köyü’nde termik santral yapmak için lisans alan ENKA, Çevre ve Orman Bakanlığı’na ‘ön ÇED raporu’ başvurusu yapmadan, arazide bulunan zeytin ağaçlarını kesti. ENKA Teknik ve Yönetim Müdürü Selim Özkan, ÇED raporunun aleyhlerinde çıkması halinde ne yapacakları sorusuna, “Şu ana kadar devlete o kadar enerji işi yapmış bir kuruluşuz. Bizim dosyamız dönmez” yanıtını kendinden emin bir şekilde verebilmektedir. Selim Özkan neye güveniyor sizce?!! Bu kısa örneklerden çıkan sonuç şudur: Yasalar çevre katliamını önleyememektedir. Nasıl önlesin ki? Caydırıcı cezalar olmadığı, sadece para cezası uygulandığı sürece, çevre katliamı sürecektir. Kapitalistlerin tavrı “çevreyi katlederim, parasını öderim” tavrıdır. Sorun sadece yasalarda değil, sistemin kendisinde! Bu sistem, yasalar çevre talanına olanak tanımaktadır. Çünkü sistem kara dayalıdır. Kar için üretim yapılmaktadır. Kar için her şey mübahtır. Kapitalizmde çevre ile uyumlu bir yaşam, çevre ile uyumlu bir üretim mümkün değildir. Doğa ile uyumlu bir yaşam, doğa yasalarının bilincinde toplumun ihtiyacına göre bir üretim mümkündür. Sadece sosyalizmde! 25 Nisan 2008 ✓

ral istemediklerini söyledi. Nükleer santrallerin çevreye çok büyük zararları olduğunu ifade eden Gülbeyaz, yeni Çernobillerin yaşanmaması için nükleer santrallerin yapımına son verilmesi gerektiğini belirtti. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’in ‘Para yazı da gelse, tura da gelse, dik de gelse Akkuyu’ya nükleer santral yapacağız’ sözünü hatırlatan Gülbeyaz’ın “Nükleer santral istiyor musunuz” sorusuna mitinge katılanlar hep bir ağızdan “Hayır” diye cevap verdi. Gülbeyaz, nükleer santrallere karşı verdikleri mücadelenin devam edeceğini ifade ederek mücadele çağrısı yaptı. Haçova Kültür Derneği müzik grubu Karar Sesi’nin söylediği türkülerle mitinge katılan kitle halaylar çekerek çoştu. Daha sonra miting olaysız bir biçimde dağıldı. Ydi ÇAĞRI Mersin ✓

13


yeni dünya gençliği

“Ekmek ve Özgürlük Kavgasında Onurla Öleceğim Bir İşçiye Yakışırcasına”

1

14

Mayıs’ı; işçilerin ve emekçilerin sınıfsız sömürüsüz bir dünya mücadelelerinin simgeleştiği, bayram günü olarak karşılıyoruz. Tüm dünyada her renkten, her ırktan, kadın erkek tüm işçi ve emekçilerin farklı dillerde ama aynı istekleri haykıracağı gün olan 1 Mayıs’ı karşılıyoruz. Bu mücadele gününün özüne yakışan, kısa yaşamını sosyalizm mücadelesine adamış olan genç komünist bir şairi, Nikola Vaptsarov’u, şiirlerinden örnekler de vererek tanıtmaya çalışacağız bu sayıda. Ni kola Vaptsa rov 24 A ra l ı k 1909’da Bulgaristan’ın Bansko kasabasında küçük üretici bir ailede doğar. 1926 yılında babasının zorlamasıyla Varna’daki Deniz Makine okuluna yazılır. Okulunu bitirdikten sonra doğduğu kasabaya geri döner. İsteği Sofya Üniversitesi Edebiyat Bölümüne girmektir. Fakat ülkenin içinde bulunduğu genel ekonomik kriz ve toplumsal koşullar ve ailesinin olumsuz ekonomik şartları buna izin vermez. Nikola Vaptsarov çalışmak zorundadır. Koçerinovo’daki bir kağıt fabrikasında iş bulur ve çalışmaya başlar. Bu dönem genç şairin hayatındaki dönüm noktasıdır. İşçi sınıfıyla iç içedir ve kendisi de bu sınıfa dahil olmuş bir proleterdir artık. Sosyalizm düşüncesiyle ilk olarak bu dönemde tanışır. Yazınsal anlamda ilk ürünlerini bu dönemde verir. Çeşitli şiirler ve işçi piyesleri yazar. Amatör bir tiyatro topluluğu kurmuştur. O dönemde yazdığı bir piyes Bulgaristan’ın ilk işçi piyesi olarak biliniyor. Tabiki piyesin kahramanları işçilerden oluşuyor. Şair, Bulgar şiirinin önemli köşe taşlarından birisidir. İçerikte ve biçimde getirdiği yeniliklerle bu sıfatı hak eden bir konumda durmaktadır. Şiirlerinde iki ana tema oldukça yoğun bir şekilde kullanılır. Bu temalar “İnanç” ve “Kavga” temalarıdır. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın var edileceğine dair “İnanç”ıyla, bu dünyayı yaratmak için verilen “Kavga”ya koşulsuz adamıştır kendisini. Şiirlerini genellikle söyleşi tarzında yazmıştır. Kimi zaman bir fabrikayla (Fabrika), kimi zaman hayatla (Karşılıklı Kavga) söyleşir. 11 Şubat 1932 yılında, kağıt fabrikasında makine teknisyeni olarak çalıştığı dönemde tanıştığı Boyka Vaptsarova ile evlenir. Evliliklerinin ilk dönemlerindeki yaşam koşullarını Boyka Vaptsarova bir röportajda şöyle anlatıyor: “…İlk oturduğumuz ev, bir oda bir mutfaktan oluşan bir fabrika eviydi. Evimizde bir divan, bir masa, bir iki sandalye vardı. Kocam teknisyen olduğu için işçilere oranla daha iyi para alıyordu. Ancak eli çok

açıktı. Herkese para veriyor, sonra arkasını aramıyordu. O zamanlar ayda 3200 leva kazanıyordu. Ama bunun dörtte biri eve giriyordu. Çünkü peşin para çekip arkadaşlarına borç veriyordu. Bize kalan parayı da kitaba ve yemeğe harcıyorduk.” Nikola Vaptsarov aynı dönemde Bulgaristan Komünist Partisi üyesidir ve partide aktif olarak çalışmalar yürütüyordur. Ülkedeki faşist rejimin tehditleriyle karşılaşıyordur sürekli. Bu nedenden ötürü çok geçmeden çalıştığı fabrikadan da kovulur. Yaptığı iş başvuruları komünist kimliği nedeniyle sonuçsuz kalır. 1936 Mayıs’ında iş bulabilmek umuduyla eşi ve çocuğuyla birlikte Sofya’ya giderler fakat umutları ilk dönemler için yine sonuçsuz kalır. Çocukları hastalanır ve parasızlıktan ötürü tedavi edilemediği için üç gün içerisinde ölür. Çocuklarını gömmek için bile paraları kalmamıştır. Bir süre sonra demir yollarında makinist-ateşçi olarak iş bulur ve çalışmaya başlar fakat bu iş oldukça ağır bir iştir. Şairin eşi o dönemi şöyle anlatıyor: “… Günde 10-12 saat kömür taşıyordu. Kısa zamanda hastalandı. Çok zayıfladı. Kan kusmaya başladı. Bu işi bırakmak zorunda kaldı. O sıralarda bende işimden atıldım.” Bunca zor koşullar altında bile yazmaktan, okumaktan ve üretmekten vazgeçmiyordur şair. Özgürlük sevdasıyla yılmadan, yorulmadan çalışır. Öyle ki kurşuna dizilerek idam edilmeden birkaç saat öncesine kadar yazmaya devam eder.“ Genellikle geceleri geç vakitlere kadar mutfaktaki küçük masada çalışırdı. Çünkü evimiz küçüktü. ‘Tarih’ şiirinde bunu güzel anlatır. Geceleri uyandığım zaman onu hep çalışırken bulurdum.” diye anlatıyor Boyka Vaptsarova. Tarih 23 Temmuz 1942. Nikola Vaptsarov daha 33 yaşında, en verimli çağındadır. Etrafına yaydığı aydınlıktan korkan faşist rejimin temsilcileri ondaki bu ışığı söndürmek için kollarını sıvarlar. Tarih 23 Temmuz 1942 Saat 21.00. Makine teknisyeni, Lokomotif ateşçisi, Komünist Partisi üyesi, Komünist şair Nikola Vaptsarov beş yoldaşıyla birlikte geride son olarak şu dizeleri bırakıp, kurşuna dizilerek katledildi: Kavga amansız ve katı. Kavga, dedikleri gibi destansı. Ben düştüm. Yerimi bakası alacak… o kadar. Burda, bir kişinin lafı mı olur? Kurşuna diziliş, dizildikten sonra kurtlar. O kadar yalın ve akla yatkın. Ama birlikte olacağız fırtınada, halkım, çünkü sevdik seni.

Nikola Vaptsarov genç yaşta sosyalizm düşüncesiyle tanıştı. Yaşadığı onca zorluğa rağmen yılgınlığa kapılmadı. Partisine bağlılığı ve sosyalizm mücadelesine olan inancı bir parça olsun sarsılmadı. Bir işçiye yakışırcasına onurla yaşadı ve onurla öldü. O genç komünist bir işçi ve yetenekli ve yenilikçi bir şairdir. O’nun yaşamı ve mücadelesi biz genç işçi ve emekçilere örnek oluşturuyor. Hepimizin ondan öğreneceği çok şey var. Faşistler onun genç bedenini kurşunlarla yok ettiler ama “Kavga”sına olan “İnanç”ı yok etmeye yarayacak kurşunu henüz icat edemediler. Biz genç işçi ve emekçiler O’nun inancını yüklenmeli ve özgürlük kavgasında söyleyeceğimiz her türküde onun adını da yaşatmalıyız. Şairin şiirlerinden örnekler: Aydın Ateşçi Karanlıkta tıkırdıyor uykulu uykulu raylar Tutmuyor bir yerim öylesine yorgunum. İç geçiriyor biri: “Umut yok…” Hayır! Var! Beni bekliyor dünya. Biliyorum ben yerimi hayatta kaptırmam öyle postumu ucuza. Ekmek ve özgürlük kavgasında onurla öleceğim bir işçiye yakışırcasına Fabrika Fabrika. Başı duman duman bulut. Halk cahil, hayay ağır, sıkıcı. Hayat maskesiz ve makyajsız hırlayan, azgın bir köpek. Savaşacaksın bıkıp usanmadan, ve direneceksin yılmadan, bir dilim ekmek koparabilmek için kulaklarını dikmiş bu kuduz köpeğin dişlerinden. Kayışlar şaklıyor salonlarda, her köşede sesi dişlilerin. O kadar boğucu ki hava, olanaksız ciğerlerini doldurmak, derin bir solukla. İki adım ötede bahar yeli talazlıyor tarlaları, güneş ışıl ışıl… Göğe yaslanıyor ağaçlar, gölgeleri fabrikanın duvarlarına.

Ama nasıl da yabancı ve gereksiz burada, hepten unutulmuş şu tarla! Bir el fırlatıp atmış çöp kutusuna mavi gökyüzü hülyalarını. Çünkü bir an düşmek dalgalara, bir an yumuşaması yüreğin, yok yere gitmesi demektir güçlü işçi ellerin. Ve patırtısında gürültüsünde makinelerin olanca sesinle bağırman gerek, sözlerin aşabilsin diye aradaki boşluğu, anlamlarını yitirmeden. Ve yıllarca bağırdım ben hayatım boyunca… Duy uyordum bağırdığını herkeslerin makineler fabrika ve insanların en kuytu karanlık köşelerde. Ve bütün bu haykırışlar bir alaşım oldu zırhladık hayatımızı onunla, öyle bir alaşım ki bir çubuk koydun mu tekerine kırılır kolların o anda… Ve sen, fabrika, bir de kat kat duman ve kurum yağdırıyorsun üstümüze. Boşuna! Sensin bize kavgay ı öğreten Ve biz indireceğiz güneşi yanı başına. Çalışmaktan yüzü kararmış bunca insanı ezinç içinde ezip geçen fabrika yorulmaz bir yürek var sende binlerce yürekle birlikte çarpan. Yeni Dünya Gençliği Adana ✓


yeni dünya gençliği

G

Komünist Eğitim Üzerine

ençlik örgütlenmelerinde en temel sorunlarından birisi eğitim sorunudur. Komünist bir dünya yaratma hedefi içerisinde olan biz gençler ancak doğru bir bilinç ışığında yolumuzu belirleyebiliriz. O halde Komünizm nedir? Komünist toplum her şeyin (toprak, fabrikalar, çalışma) ortak olduğu bir toplumdur. Komünist kime denir? Komünist toplumu yaratma hedefiyle yaşamını belli temeller üzerinde şekillendiren kişiye denir. Yalnız, komünizm ve komünist kavramları sadece bir cümleyle açıklanabilecek veya anlatılabilecek kavramlar değildir. Bizim burada esas üzerinde duracağımız mesele komünist gençlik eğitiminin nasıl olması gerektiği meselesidir. Burada öncelikle komünist olmak için şu temel özelliklerimizin bulunması veya yaratılması gerekir. Nedir bu temel özellikler? Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya yaratabilmek için mücadele içinde dayanışma ruhu, özgüven, fedakârlık, atılganlık ve disiplin… Tabi bu kavramlar komünist kişide başta olması gereken temel özelliklerdir. O halde komünist gençlerin, dayanışma ruhunu aşılayan ve sergileyen, yeni bir dünya yaratma hedefinde kendine güvenen, bu yolda yetenekleri ölçüsünde her türlü fedakârlıktan kaçınmayan, her işi yapmaya hazır bir militan ve çelik disipline sahip olması gerekir. Bu temel özellikler adımlarımızın daha sağlam ve çelikten olmasını sağlayacaktır. İşçi sınıfı içerisinde çalışmayı ve işçi gençliği komünist saflara çekmeyi temel alan bizler, işçi sınıfının mücadele deneyimlerinden faydalanarak

A

rotamızı belirlemeliyiz. Bu bağlamda yolumuzu aydınlatacak olan eğitim çalışmalarına büyük önem vermeliyiz. Fakat burada eğitim çalışmasından ne anladığımız sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu konuda kimi zaman yanılgılara düşülmektedir. Komünist eğitimi, komünist kitap ve belgeleri özümlemek biçiminde düşünülmektedir. Tabi ki bunları okumak çok önemlidir ama sadece bununla yetinilirse çevremizde bir sürü sol lafazanlar yetişmiş olacaktır. Bu nedenle komünist yazınlar pratik çalışma ve mücadeleyle birleşmediği sürece hiçbir işe yaramaz. Komünist eğitimin temelini mücadele, eylem ve sınıf mücadelesine aktif katılım oluşturur. Eğitim çalışması mücadeleyle değil, mücadele eğitim çalışmasıyla tamam-

lanmalıdır. Bu bağlamda Komünist Gençlik Enternasyonali’nin programı şunları söylemektedir: “Marksizm-Leninizm’in dünya görüşü teori ile pratiğin ayrılmasına izin vermez, eğitimle mücadele arasında bir çelişki görmez. Komünist eğitimin temeli mücadeledir. Genç komünistlerin genel görevi ‘komünizmi öğrenmek’ tir (Lenin). Komünist Gençlik Birliği emekçi gençlik için komünizmin okuludur ama yetişen genç kuşak komünizmi ancak, eğitimin her adımını proletarya ve emekçi kitlelerin köhne sömürücü topluma karşı asla durmayan mücadelesiyle birleştirerek öğrenebilir… Komünist ahlakın temeli, komünizmi sağlamlaştırma, tamamlama uğruna mücadeledir ve

komünist eğitimin ve öğrenme yöntemlerinin temeli budur. Komünizmi nasıl öğrenmek gerektiği sorusunun cevabı budur.” (Lenin) Görüldüğü üzere Lenin genç komünistlerin temel görevini komünizmi öğrenmek olduğunu ve komünist eğitimi sınıf mücadelesiyle birleştirerek öğrenilebileceğini söylemiştir. O halde genç komünistler sınıf mücadelesi içerisinde yetişmelidirler. Proletaryanın en devrimci (atılgan, militan) kesimi olan işçi gençliğin örgütlenmesi, komünist gençliğin önünde duran en temel görevdir. Sınıf içerisinde propaganda ve ajitasyon faaliyetleri yürütmek, eylemler düzenlemek ve genç işçilerin komünizmin yaratılması uğruna mücadele etmelerini sağlamak genç komünistlerin görevidir. Egemenler bizleri en ağır şartlarda ve koşullarda kölece çalışmaya itmektedirler. Genç işçileri bu sömürü çarkında ezip, kanlarıyla yeni ve azgın sömürü tezgâhları kurmaktadırlar. Yaşamlarını, işçilerin kanlarını iliklerine kadar emerek sürdürmektedirler. Bir avuç asalaklar sınıfı olan burjuvaziyi sınıf olarak ortadan kaldırmak ancak sosyalizmde mümkündür. Burada komünist gençlere büyük görevler düşmektedir. Yaşamın her alanında (fabrikalarda, okullarda, mahallelerde…) komünist gençlik çalışmasını büyütmek için çalışmalıdırlar. Durmadan, yılmadan, inatla komünist gençlik saflarını güçlendirmeliyiz. Haydi, görev başına! Genç proleterleri komünist gençlik saflarında örgütlemeye! Yeni Dünya Gençliği 27.04.2008 ✓

YDİ Çağrı'ya verilen cezalara ilişkin basından haberler

şağıda son dönmede bazı medya organlarında gazetemiz Yeni Dünya İçin Çağrı ve sahibi Aziz Özer hakkında yapılan yargılamalar ve verilen cezalarla ilgili kimi yazıları okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz. YDİ Çağrı Bianet: Basın ve İfade Özgürlüğü Davaları "Medya Özgürlüğü ve Bağımsız Gazetecilik İzleme ve Haber Ağı"BİA 2008 Ocak-Şubat-Mart Medya Gözlem Masası 2 Mayıs 2008

... 28 Mart'ta İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Yeni Dünya İçin Çağrı dergi sahibi Aziz Özer'i, "Kürt Sorunu

Çözüm Arayışları ve Görevimiz" başlıklı bir yazıda "PKK örgütü propagandası yaptığı" iddiasıyla 15 ay hapisle cezalandırdı. Mahkeme Başkanı Şeref Akçay, yazar olarak açıklanan Erkan Akay'ın suça gerekçe gösterilen yazıyı kendisinin yazmadığını beyan ettiğini açıklayarak, Özer'i Terörle Mücadele Yasası'nın 7/2. maddesi uyarınca mahkum etti. Ceza verilen yazıda, PKK'nin silahlı mücadele başlattığından bu yana Kürt Ulusunda bugüne kadar görülmemiş bir ulusal bilinç geliştiği, devletinse buna baskı ve katliamla yanıt verdiği savunuluyordu. Yazıda DTP'nin muhatap alınmaması da eleştiriliyordu. PKK'in ilan ettiği ateşkese karşı devletin, "Tek terörist kalmayana kadar savaş" politikası benimsediğini, yüzde 10 seçim barajını aşamayan DTP'nin hükümet yetkilileriyle görüşmek istemesine karşın muhatap alınmadığı, buna karşın aydınların 324 imzayla bildiri yayımladığı ileri

sürülüyordu. ... [Met nin ta ma mı için ht tp:// w w w.yd ic a g r i .c om /p d f s/ bianet_3mayis_2008.pdf] Aksiyon Dergisi, Sayı 698 301'in görünmeyen mağdurları | Nursel Dilek - n.dilek@aksiyon. com.tr - Sayı: 698 - 21.04.2008 (http://www.aksiyon.com.tr/detay. php?id=30081) ... 301’DEN AÇILAN DAVALARIMIN SAYISINI HATIRLAMIYORUM 301. maddeden dolayı hakkında mahkûmiyet kararı çıkanlardan biri, gazeteci Aziz Özer. Yeni Dünya

İçin Çağrı Gazetesi sahibi ve Güney Kültür Sanat Dergisi’nin sorumlu müdürü, bir yıl hapis, 720 YTL de para cezasına çarptırılmış. Kendisi 301’den dolayı açılan dava sayısını dahi hatırlamadığını söylüyor: “Galiba 20 falandı. Çoğu yazımdan dolayı yargılanıyorum. Artık sayısını hatırlamıyorum.” Aziz Özer tartışmalı maddeden ilk yargılananlar arasında. Yapılan değişiklik Özer’i de tatmin etmemiş. Düşüncenin özgür olması gerektiğine inanan gazeteci, düzenlemenin kendisini etkilemeyeceğini belirtiyor. Davaya neden olan ise Özer’in gazete ve dergide kaleme aldığı yazılar. Özer, yazıların içeriğinin genellikle Kürt sorunu ve devrimcilerle ilgili olduğunu, haber ve yorum niteliği taşıdığını belirtiyor. Bu davaların bazıları halen devam ediyor. Yargıtay tarafından onaylanan üç dava için Özer, AİHM’e başvurmuş. 15



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.