og2

Page 1

Fiyat: 1 TL Atılım Gazetesi’yle ücretsizdir. 5 Aralık 2009 C.tesi Sayı:2

Egemenler, tarih boyunca halkları katletmiştir. Bu sayımızdaki dosyamızı soykırıma uğramış 3 halka ayırıyoruz, unutulmasın diye...

Sayfa 8-9

Öğrenci Gençlik Sendikası Genç Sen, yeni kavga yılına hızlı bir giriş yaptı. Ali Tektaş dergimize Genç Sen’i değerlendirdi.

Sayfa 2 Lezbiyenler, geyler, biseksüeller, travestiler ve transseksüeller... Komşumuz, sıra arkadaşımız, nefret cinayetlerinin kurbanları...

Sayfa 6

.. HER TuRK ASKER DOgMAZ

Üniversiteli gençlik barış için bir araya geliyor. ODTÜ ve Boğaziçi’nden gençler anlatıyor.

Sayfa 5-14 Aşkın 500 Günü ve Issız Adam filmleri üzerine bazı düşünceler...

Sayfa 3


Grev, boykot, direnis,

Öğrenci Gençlik Sendikası, daha emin adımlarla yoluna devam ediyor. Kurulduğu günden bu yana, deneyim biriktiren ve bunlardan öğrenen Genç Sen, bu birikimin aynasında kendi gelişimine ışık tutuyor. 6 Kasım süreci ve eylemleri, öğrenci hareketi açısından Genç Sen’in tuttuğu/tutabileceği yere işaret etti. Bir yanda, AKP karşıtlığı üzerinden güdük bir YÖK karşıtlığı, diğer yanda Genç Sen’in öğrenci sorunları odaklı ve YÖK sistemine dair temelden eleştirisi... İki eğilim halinde yapılan eylemler, önümüzdeki süreçte öğrenci muhalefetinin hangi iki temel kanal üzerinden ilerleyeceğinin tahminini oluşturuyor bugünden. Sonuç olarak, 15 şehirde 6 Kasım günü alanlara çıkıp YÖK’ü protesto eden, 7 Kasım günü düzenlediği mitingde yaklaşık 2 bin kişiyi bir araya getiren Genç Sen, kendi gerçekliğine daha doğrudan müdahale etme şansını da eline almış durumdadır. Kapatma davası ile mahkemelerle yakından ilişki kuran sendikamız, bu yolda emin adımlarla ilerliyor, attığımız her adım soruşturmalık oluyor. Harç zamlarına karşı verdiğimiz mücadele ile devletin dikkatini çekmiştik. Harç zamlarını masaya yatıracağı Bakanlar Kurulu’nu toplarken, karşısında Genç Sen üye-

lerini bulan siyasi iktidar, açtığı dava ile gözlerinin üzerimizde olduğunu hissettirmişti. Şimdi ise, açılan davanın iddianamesi açıklandı. Harç zamlarına karşı Ankara’da yaptığımız ve polisin gaz bombasıyla, coplarla saldırıp onlarca öğrenciyi gözaltına aldığı eylem; bir de yargı şiddetine maruz kaldı diyebiliriz. Eyleme katılan/katılmayan 40 öğrenciye, 1,5 yıldan 5 yıla kadar cezaların istendiği davalar açıldı. Biz mücadele ettikçe, bu davalarla sürekli karşılaşacağız. Harekete geçen, hak almaya doğru ilerleyen fiili meşru mücadele hattının olmazsa olmazıdır zaten baskılar. Hayatın her alanına dokunmaya çalışan Genç Sen, nerede öğrenci sorunu varsa müdahale etmeye çalıştı. Birçok üniversitede 25 Kasım’da yapılan greve öğrencileri katmak amacıyla çalışan Genç Sen’liler, birkaç yerde boykot örgütledi. Grevin merkezi durumunda bulunan Beyazıt Meydanı’na “Grev, boykot, direniş” sloganları ile çıkan İstanbul Üniversitesi Genç Sen, çalışmaların ağırlık merkezindeydi. Sabahın erken saatlerinden okul kapanana kadar yapılan boykot çalışması, öğrenci arkadaşlarımızla teker teker konuşma, öğretmenleri greve-boykota ikna çabaları sonuç verdi. Birçok öğrenci grev alanına gelmese de,

yürütülen etkin çalışmalar so- Üyeliklerin yenilenmesi, aidat nucu 25 Kasım’da derslerin ya- sisteminin tekrar düzenlenmesi, pılmayacağını düşündüğünden şube yönergelerinin oluşturuldolayı okula gelmedi. Boykot ması, kongreye gelişin organize çalışması, Genç Sen için yeni ve edilmesi başlıca yapmamız geverimli bir deneyim olarak mü- reken işlerimizdir. cadele tarihimizdeki yerini aldı. Yeni dönemi kazanmak, teker Daha sonrası için, mücadele teker örgütleyeceğimiz çalışmaaraçlarını nasıl kullanmamız ge- lara bağlı olduğu kadar, işleyişirektiği konusunmize dair, poda ipuçları yalitik hattımıza kalamış olduk. dair yürütece6 Kasım’da ve ‘Boykottayız’ değimiz tartışmamenin, ne kadar 25 Kasım grevinde lara da bağlı. normal olduğuBarış konuyükselen bir nu gördük! sunda Öğrenci ivme izleyen Mücadele Gençlik Sengündemleri saysendika, 3. Olağan dikası nasıl bir makla bitmez. politik hat geGenel Kurulu’na Söyleyecek söliştirecek, katzümüz çok! Fasayı tartışmalahazırlanıyor. kat şimdi, politik rına dair ne yafaaliyetin ibrepacak, barınma sini örgütsel fasorununa dair aliyete bükecenasıl bir proje ğimiz döneme üretecek, kengirmiş durumdayız. 19 Aralık’ta di örgütsel formunda nasıl desendikamızı yenileyeceğimiz ğişiklikler yapıp daha dinamik kongremizi Ankara’da yapaca- bir örgütsel forma bürünecek... ğız. Kongre öncesi tüm şubeler- İşte bu sorular, yeni dönemde de örgütlenecek genel kurullar, cevaplamamız gereken onlarca en az 19 Aralık kadar önem ta- sorudan yalnızca birkaçı. şıyor. Yeni döneme dair düşünTüm bunlara yanıt bulmayı/ düklerimizi şubelerde tartışıp olmayı başaracak sendikamız, yönergeler oluşturmak ve bun- öğrencilere ‘asla yalnız yürümeları sendika üyelerinin tümünün yeceklerini’ ispatlamış olacak. gündemine sokmak, en temel Genç Sen MYK Üyesi faaliyetlerimizden biri olmalı. Ali Tektaş

Özgür Gençlik Eki/ Varyos Yayıncılık adına imtiyaz sahibi: Şenol Sağaltıcı Yönetim Yeri; Çakırağa Mah. Çakırağa Camii Sok. Birlik Apt. 8/10 Aksaray/ İstanbul Tel: 0212 529 15 94 Fax: 0212 529 06 75 Baskı: Gün Matbaacılık Adres: Sefaköy Telsizler Mevkii Beşyol Mah. Akasya sok. No:23/ A Küçükçekmece/ İST. Tel: 0212 580 63 75

5 Aralık 2009 Sayı:2


Yaz biter, güz gelir

“Kız ve oğlan tanışır. Çocuk aşık olur. Kız aşka inanmaz”. Ve olaylar gelişir. Geçtiğimiz sezon, Çağan Irmak bizi bir Issız Adam’la tanıştırdı. Alper, ne yapıp edip Ada’nın hayatına girmiş, sonra da hiç olmayacak bir anda Ada’yı terk etmişti. Bağlanmaktan ve aşık olmaktan korkan erkekleri tartıştık, uzunca bir süre. Bu sezon ise, bir ‘ıssız kadın’la tanıştık. Aşkın 500 Günü filminin kadın kahramanı Summer, aşka inanmıyor. Nitekim erkek kahramanımız Tom’la Summer’ın 500 gününden 28.’sinde Summer, karaoke barda Tom’a şöyle diyor: “Sevgili olmak istemiyorum. Ben kendi başıma olmayı seviyorum ve ilişkiler çok karışık. İnsanlar incinebiliyor”. Summer’ın bu son derece dürüst beyanından sadece 3 gün sonra onlar, bir ‘şey’ yaşamaya başlıyor. Film, Summer ve Tom’un 500 gününü, tarihler arasında ileri ve geri sıçrayarak anlatıyor. Bu 500 günü, Tom’un gözünden izliyoruz. Ve bu günlerin bir kısmı, Tom’la Summer ayrıldıktan sonra Tom’un yaşadıklarını anlatıyor bize. 500 gün, 23 Mayıs’ta Tom’un Summer’ın (Yaz) ardından Autumn’la (Güz) tanışması gibi bir hoşlukla sona

eriyor. Yani aşk, bir şekilde yaşamaya devam ediyor. Issız Adam filmini daha önce dergi sayfalarımıza taşıyamamıştık. Bu vesileyle, iki filmi ve ‘ıssız’ olma kavramını deşelim biraz. Karşımızda iki aşık, Ada ve Tom, ve iki ıssız, Alper ve Summer var. Tabi ki, hem karakterler, hem de filmler bize farklı ayrıntılar ve farklı fikirler sunuyor. Şurası kesin ki, Alper ve Summer’ı aynı kefeye koymak büyük bir hata ve Summer’a büyük haksızlık olur. Bir kere, Summer, Alper’in aksine bu ilişkinin başında son derece dürüst ve açık. Alper gibi karşısındakinin hayatına dalıp, iş ciddiye binince bir anda, “Ben gidiyorum” demiyor. Ne istediğini ve ne istemediğini biliyor. Bunu da, baştan belirtiyor. Ayrıca Summer’ın, bağlanmamak ve özgür yaşamaktan anladığı şey Alper’le aynı değil. Alper, kadın bedenini ve tüm kadın cinsini aşağılayarak, sınırsız bir cinsel tatmin arayışı içerisinde günlerini geçiriyor. Summer ise aşka inanmıyor, ‘ilişki’ denen kavramı sorguluyor ve bunları nasıl yaşamayı becerebiliyorsa o şekilde yaşıyor. Altında kalacağı sözler vermiyor. İlişkilerin insanları üzdüğünü düşünüyor, üzülmemek ve kimseyi üzmemek istiyor. Bu açıdan da, Alper’den kat kat masum. Summer şahsında, tartışılması gereken bir ayrıntı daha var zannımca. Şimdiye kadar iki insanın bir şeyleri paylaşması için çok ama çok aşık olması gerektiğini düşündük-en azından çoğumuz. Eğer taraflar çok ama çok aşık değilse, ne bileyim, sadece birbirlerinden hoşlanıyorlarsa, bir şey yaşamamalıydılar. Ama Summer aşık olmayan bir kadın olarak, o kadar doğal bir

şekilde yaşıyor ki, insanın ezber- ğeri kadar sevmiyordur, ayrılırleri şaşıyor. Ne yani, diyor insan, lar, bir taraf daha çok acı çeker, Summer’ın yaptığı şey yanlış mı ama en nihayetinde yaşam çok hakikaten? Böyle yaşamak iste- güçlüdür, hayat akmaya devam diği için onu suçlamalı mıyız? eder, ikisi de farklı yollardan yüÖte yandan Çağan Irmak, ıs- rür, karşılarına başka insanlar çısızlığı cezalandırıyor. kar… Alper, Ada’ya yaptıkAda’yla larının bedelini hayatı Alper ’in Aşka boyunca mutlu olamaaşkında inanmayanları, yarak, adeta lanetleneise, insaIssız rek ödüyor. Summer nın sinirine ise ne yazık ki tutarsız. dokunan Adam ve Summer, Tom’dan aybir ideallik kadınları rıldıktan kısa süre sonvar. İkisi de masaya ra başkasıyla tanışıyor, öyle aşıklar nişanlanıyor ve evleniki, aradan yatırıyoruz. yor. Tom ve Summer’ın yıllar geçilişkisinin sonunda miş ama Summer, hayatına olabirbirlerini ğan bir biçimde devam ediyor. hiç ama hiç unutmamışlar. Hala Alper gibi perişan olmuyor. Yani birbirlerini seviyorlarmış falan bu ilişkide tek mağdur Tom. filan. Aşkı, iki insanın eylemli Gerçi filmin önemli bazı sahne- birlikteliği olarak gören biri olaleri var ki, “Tom’un bir gün ba- rak, en ufak bir paylaşım olmaşına bunun geleceğini anlaması dan, bir tarafın diğerine yıllarca gerekirdi” dedirtiyor insana. En aşık olması, bana hiçbir zaman azından, Ada’dan şanslı olduğu inandırıcı gelmemiştir. Eğer iki kesin. Kandırılmıyor. tarafın duygularının birbirini Bir açıdan, Çağan Irmak’ın besleyeceği bir zemin yoksa, aşk Alper’i bu kadar sert cezalan- nasıl yaşar? Ya da gerçekten yadırması, aşka dair mükemmel- şıyorsa da, böyle yaşayacak bir leştirilmiş düşüncelerin sonucu aşktansa, Summer ve Tom gibi galiba. Summer’la Tom’un iliş- kendi yollarına yürümek daha kisi daha gerçekçi, hayata daha sağlıklı değil mi? yakın. İki kişi aşık olur, biri di Ekin Üşenmez

5 Aralık 2009 Sayı:2


Anlamak ve kardeslesmek için: , ,

Nêzbe*

Bajar** nasıl oluştu? Rock müziğin çıkış noktası, siAlbümümüzü Haziran ayında çı- zin bu tarza yönelmenizde etkili karttık. Albümden önce, konserler oldu mu? verdik. İki yıldır yoğun olarak bu Burada bir kere kişisel beğeniler albüm üzerinde çalışıyoruz. Kürt- önemli. İnsanların belli müzik formlerin, son 15-20 larına yakınlık duyyılda hayatları ması. Ben, Kardeş çok değişti. SosTürküler’den önce Kürt rock yal değişim-döbateri çalıyordum. nüşüm yaşandı. müziğine yeni bir Kardeş Türküler’le Biraz daha, Kürt birlikte, daha çok soluk sorunu merkezgeleneksel müzik li alt-üst oluşlar getiren Bajar’dan formları ön plana şeklinde oldu çıktı. Bir taraftan Vedat Yıldırım ile bu. Savaş ortada, rock müzik yapalbümleri mında, ‘güvenlik ma isteğimiz vardı. gerekçesiyle’ köy Kardeş Türküler’in ‘Nêzbe’ ve Kürt boşaltmalarla kurulduğu ilk dömüziği üzerine birlikte, Kürtlerin nemde, Mare Nosçoğu şehirlerde trum isimli bir rock konuştuk. yaşıyor. İstanbul, grubumuz da vardı. İzmir gibi şehirAma bir noktadan lerin dışında, büsonra, iki grup bir yüyen Kürt kentlerine doğru da bir arada yürümedi. Sonra, tekrar öyle göç var. O iller, göç şehri oldular as- bir oluşuma girdik. Bir yanı böyle. lında. Özellikle, batıya göçen Kürt- Onun dışında, rock müziğin protest, lerde büyük uyum problemi oldu. isyan kimliği var, bu da bizim çıkış Kimisi asimile oldu, kimisi kendi noktamıza etki etti. kültürünü kapalı kalarak korumaya Kürt müziğinin Batı müziği ile çalıştı. Orada, hayvancılık, toprak etkileşim seviyesi ve bunun seyri ve zanaat ile uğraşırken göçüyorlar. nasıl? Yaşanan göçlerin çoğu, ansızın oluGeleneksel Kürt müziğinde deyor. Mesela, bir gün içinde boşaltı- ğişim, asıl olarak şöyle başladı. Cilan köyler var. Batı’ya, mesleklere ğerxwun şiirlerine baktığınız zayabancılar ve vasıfsız işçi konumun- man, Kürtler hep ilkel olarak görülda çalışmaya başlıyorlar. Hizmet müş, Batı’ya kapalı olarak görülmüş

sektörü, amelelik, tekstil atölyeleri, işporta gibi... Bizim derdimiz de, bunun dilini kurmak ve anlatmaktı aslında. Albümün tamamı bunu içeriyor. “Bu hayatı müzikalde nasıl kurabiliriz?” dedik. Bajar’ın serüveni böyle.

ve Kürtler de bunun tam tersini vurgulamış ve bu istek müziğe de yansımış. Şiwan’lar ‘70’lerde bir şeyler yapmışlar, sonra grup geleneği ile özgün, protest müzikle ilerleme devam etmiş. Ama bu, biraz gel-gitli olmuştur, çünkü geleneksel müzik çok etkili, eklektik başlasa da sonra

oturmuş. C i w a n H a c o’ l a r var. Onlar, Avrupa’da yaşadıkları için, rock-blues tarzına daha yakın olm u ş l a r. Sovyetler Birliği’nde de, ‘80’lerin başında Koma Wetan var, rock müzik yapmışlar. Kürtlerin sürekli bir yenilenme isteği var. Bir de şehirlere göçünce, kendilerini farklı bir dille ifade etme isteği doğmuş. Hip hop formlarına büyük merak duyuyorlar. “Nêzbe” albümünden söz eder misiniz? Albüm, şehre gelen Kürtlerin gündelik hayatlarının izdüşümü gibi. Belli meslekler var, dertleri, sorunları var; işportacı, amele gibi, bunlarla ilgili parçalar var. Zorunlu göçü anlattığımız Davetsiz Misafir diye bir parça var. Savaş istemiyoruz, davullar düğünlerimize, gönüllerimize çalsın diyen. Anadilde eğitimle ilgi bir parça var. Kardelen projesini de irdeliyoruz. Kardelen’in Kürtçesi Berfin ve bizim parçamızın adı da Berfin. Ben, kendi rengimde, dilimde açmak istiyorum diye bir şarkı. Ağırlık Kürtçe olmakla birlikte, iki dilde bir albüm. İki dilde olmasının nedeni, bizim Türklerle de anlaşmak gibi bir derdimiz var. Kültürümüzü korumak, içimize kapanmak değil. Bizim derdimiz, kamusal alanda, bu kültürü var edebilmek. Bunu da, iki dili nasıl bir arada kullanabiliriz şeklinde yorumladık. İkili bir dünyamız var, onu vermeye çalıştık. Kardeş Türküler’de, barış ve kardeşlik için şarkılar söylediniz. Bajar’ın da böyle bir derdi var mı? Bizim için, farklılıklarımızı bir arada yaşamak çok önemli. Bu topraklar, tam anlamıyla böyle, her kültür birbiri içine geçmiş, Şu an İstanbul’da yaşıyoruz ve başka şansımız da yok. Toplumsal barışı savunan bir albüm

5 Aralık 2009 Sayı:2

olduğu için iki dilde çıktı. Sadece Kürtler dinlesin gibi bir derdimiz yok. Albümün adı Nêzbe: Yaklaş. Bu savaş, Kürtler ve Türkler arasında bir kutuplaşma ve uzaklaşma yaratmış, bunu kırmak istiyoruz ve “Gel, yeniden başka bir gözle bak” diyoruz. Daha insani bir yerden bu meseleye bakılmasını istiyoruz. Anadilde eğitim meselesi gibi. Hala inanamıyorum, çocukların anadillerini öğrenmesi için özel kurslar kuruluyor. Bu olacak bir iş değil. Bu topraklarda yaşıyoruz ve bu bizim dilimizse, belli bölgelerde yoğunluklu yaşanıyorsa, kendi öz yönetimlerini, kültürlerini yaşatmaları, kamusal alanlarda, belediyelerde bunu kullanılması kadar doğal bir şey olamaz. “Barış İçin Sanat Girişimi” içinde yer alıyoruz. Sanatın duygudaşlığını geliştirmek ve toplumsal barışı sağlamak için böyle bir girişim kurduk. İnsanları buluşturmak, yasalar üzerinde çeşitli baskılar oluşturmak gibi bir derdimiz var. Alt kültür-üst kültür meselelerine giriliyor. Ahlaki olarak, hiçbir kültür ötekinin üstünde değildir. Daha doğal şekilde, devletin paranoyadan kurtulması gerekiyor. Çocuklar kendi anadillerini öğrensinler, devletin “Biz farklı bir ülkeyiz” demesinin bir manası yok. Ulus-devlet modelinin bir şekilde revize edilmesi, daha katılımcı olması gerekiyor. Yaşayan Diller Fakültesi kurulması çok komik. Korkulmaması lazım, açılacaksa Kürt dili, Kürdoloji ismi ile açılmalı. İşin diğer ilginç yanı, Kürt çocukları anadillerini üniversitede mi öğrenecekler? Ve o yaşta öğrenebilecekler mi? *Nêzbe: Yaklaş **Bajar: Şehir


Barısa sen de bir ses ver , Barışa Ses Ver İnisiyatifi nasıl tıda, herhangi bir barış değil, oluştu? onurlu ve adil bir barış olması, Onur (Atatürk İlkeleri Bölü- Kürt halkının taleplerini dile getimü doktora öğrencisi): Boğa- receği bir barış olması gerektiğini ziçi Üniversitesi’nde, 3-4 yıldır vurgulamıştık. devam eden bir süreç var. ‘BoHafta kapsamında neler yapğaziçi Diyarbakır’a’ ile başladı, tınız? ‘Karanlığı sorguluyoruz’, ‘KardeşNecati Emin (Tarih Bölümü lik istiyoruz’ gibi kampanyalarla devam etti. Biz, Terörle Mücadele Kanunu’ndan tutun da, Tuzla Tersaneleri’ndeki iş cinayetlerine, Filistin’den Hrant Dink’e kadar, türlü konularda eylemler yaptık. Okulda siyasal alanı belirlemeye çalıştık. Açılım sürecine dair fikrimiz, bu işin yüksek siyasetle ya da hükumetin politikalarıyla, devlet eliyle olamayacağı yönündeydi. Kürt sorununun herhangi bir şekilde değil, ancak taban hareketlerine, halkın kendi muhalefetine göre şekillenince doğru bir şekilde çözülebileceğini düşünüyoruz. Bu yüzden de, çok büyük amaçlarla yola çıkmadık. öğrencisi): Kampanya sürecinde, Türkiye’de ses getirmek, politik Güney Kampüs Meydanı’nda, yakonjonktürü belirlemekten öte, şanan savaşta devletin ve TSK’nın kendi üniversitemizde “Nasıl bir politikalarını, faşizmi ve en çok da barış istiyoruz?”u hem biraz ken- Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan dimize, hem de okula anlatmaya işkenceleri teşhir etmek üzere bir çalıştık. enstalasyon yaptık. Bu kapsamOsman (Tarih Bölümü öğ- da, Hrant Dink’ten Ape Musa’ya, rencisi): Onur’un söylediklerine katledilen insanların temsili mekatılıyorum. Geçmişte örgütledi- zarları, çizilen sınırlar, Bölge halğimiz “Kardeşlik istiyoruz” kam- kının hayatını olumsuz etkileyen panyası kapsamında, Ergene- bir askeri bölge manzarası, temkoncular tarafından sili Diyarbakır fişlenmiştik. Sarıyer Cezaevi meyİlçe Emniyeti soruşdanda yer alBoğaziçi turma açılmasını ismaktaydı. Bu Üniversitesi’nde, temiş, Beşiktaş Adlienstalasyon, 10-14 Kasım günleri hafta boyunyesi açmamıştı. Ama sonuçta, bu eylemin ca meydanda arasında tutanakları, kağıtlakaldı, okulBarış Haftası rı, öğrencilerin isimda insanlara düzenleyen leri, Ergenekon opeulaşmamızda rasyonlarının birinbüyük destek ‘Barışa Ses Ver de açığa çıktı. Hani, sağladı. Serpil İnisiyatifi’ ile söylemek istediğim O d a b a ş ı ’n ı n bu haftayı şey şu; bu bir süreç, yaptığı çalışkonuştuk. zincirin bir halkası mayı, gündeve bütün yakın talik hayatımıkiplere rağmen örza yansıyan gütlediğimiz işlere devam ediyo- faşizmin göstergelerini, bir saruz. londa sergiledik. Savaşı anlaÖykü (Sosyoloji Bölümü öğ- tan iki film seyrettik. Birincisi, rencisi): Yaptığımız ilk toplan- Çayan Demirel’in “5 No’lu Aske-

ri Cezaevi”ydi, diğeri ise Yeşim Ustaoğlu’nun “Güneşe Yolculuk” filmiydi. Çarşamba günü, “Nasıl bir barış istiyoruz?” başlıklı bir panel düzenledik. Konuşmacı olarak; Nuket Sirman, Altan Tan, Yüksel Genç ve Lale Mansur katıldı. Aynı akşam BÜ Folklor Kulübü’nden

müzisyenlerin, Bajar ve Agire Jiyan gruplarının sahne aldığı bir konser gerçekleşti. Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanan, terörle mücadele kapsamında tutsak edilen çocuklara yazdığımız mektupları, Güney Kampüs’ten Kuzey Kampüs’e yürüyerek postaladık. Akabinde, meşaleli bir yürüyüş gerçekleştirdik, barış talebimizi halaylarla dillendirdik. Diren: Salı günü müzisyen arkadaşlarımızın yardımıyla, “Kardeş halkların parçalarını öğrenelim” diye bir atölye çalışması kurduk. Orada Ermenice, Kürtçe, Türkçe parçalar seslendirildi. “Kardeş halkların danslarını öğrenelim” atölyesi kurduk. Orada da Süryani, Kürt halayları olmak üzere iki dans atölyesi yapıldı ve bu atölyeye 100’e yakın öğrenci katıldı. Hafta boyunca öğrencilerden nasıl tepkiler aldınız? Deniz (Sosyoloji Bölümü öğrencisi): İnsanlar bayağı ilgileniyorlardı. Özellikle, Güney Kampüs Meydanı’nda kurulan savaş bölgesi dikkat çekti. İnsanlar merak ediyordu, neler olup bittiğini öğrenmeye çalışıyorlardı. Bu güzeldi. Diyarbakır Cezaevi’ni kafa-

5 Aralık 2009 Sayı:2

da canlandırmak için yapılan bir zindan vardı, içinde cezaevinden sesler vardı. Muhtemelen insanların kafasında daha farklı, daha somut bir bilgi oluştu. Eyleme 100 öğrenci katıldı. Osman: Öğrenci velisi olduğunu söyleyen biri, Öğrenci İşleri’ni arayarak; “Sizin okulda bir şeyler oluyor, çocuğumun psikolojisi bozuluyor, sizin etik ilkelerinize uymuyor bunlar, engelleyin” diyor. Okuldaki yetkili ise; “Siz bizim hangi etik kuralımızı okudunuz da nereden biliyorsunuz?” diyor. Yani bizim yıllardır sürdürdüğümüz bu ve benzer kampanyalar, okul yönetimi tarafından meşru bir zemine oturuyor. Eski Rektör Ayşe Soysal’ın veda konuşmasında: “Gönlüm ‘Kardeşlik istiyoruz’dan yanaydı ama sadece odamdan mezarlığa bakabilmekle yetinmek zorunda kaldım” demesi hatırlanmalı. Dolayısıyla, bir meşruiyet zemini yarattık. Önümüzdeki süreçte ne yapacaksınız? Deniz: Lale Mansur, katıldığı panelde Ceylan Önkol’un ailesine yaptıkları ziyaretten söz etmişti. Buradan bir fikir çıktı; bayramda Ceylan’ın ailesi ziyaret edilebilinir ve bu da çok manidar olur. İkinci olarak, Afyon’da üniversite öğrencileri, faşistler, rektörlük ve emniyet tarafından baskıya uğruyorlar. Ülkü Ocakları’nda kararlar alınarak, öğrencilerin evleri basılıyor ve öğrenciler darp ediliyor. Geçen yıl iki öğrenci, 5 saat işkence görmüştü. Öğrencilerin 25 kişiyi tespit etmesine rağmen, hiç bir sonuç çıkmadı. İHD’nin avukatlarına gösterilen tepki de çok kötüydü. Bu yüzden Afyon’daki sürece dair bir şeyler yapmak istiyoruz. Necati Emin: BÜ’de yapmaya çalıştığımız şeyin, Türkiye’de yaşayan mazlum, ezilen insanlar için önemli bir yan yana gelme pratiği olduğunu düşünüyorum. Üniversitelerden yükselen bu ses, coğrafyada daha geniş toplumsal katmanlarca da karşılık bulsun ve bizim de, barış ve adalet için mütevazı bir katkımız olsun.


Ölümlerden Direnislere, , Var Olmalardan Örgütlenmeye: “Durdular karşımda, birken iki oldular, ikiyken üç… Gülmeye başladılar. Elleriyle işaret edip, gülmeye başladılar.” (Bu, bizim günlük hayatta birbirimize “Ne yapıyorsun?” dediğimizde, anlattıklarımız arasında geçen, giderek çoğalan, sıklıkla şahit olduğumuz taciz ifadelerinden sadece bir tanesi.) Evet, var olma mücadelesi içinde, (lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transseksüeller ve tüm cinsiyet tartışmaları içinde olanlarla birlikte) yaşama hakkımızın elimizden alınmaması için uğraşıyoruz. Bir insan, var oluşunu değiştiremez. Tenim siyahsa, siyahtır ve bunun hesabını kimseye vermem gerekmez. Kadınları seviyorsam, seviyorumdur. Kendimi kadın değil de, erkek gibi hissediyorsam, hissediyorumdur. Bu, benim öldürülmeme, tacize, tecavüze uğramama, yok sayılmama neden olamaz, olmamalıdır. Bu, birinci olarak insan haklarına ve yaşama hakkına aykırıdır. Bir hareket düşünün ki, bir yandan anayasada cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği tanımının geçmesi ve tanınmak için uğraşırken, öbür yandan da öldürülen trans arkadaşlarının cenazesini kaldırıyor. Acımız ve mücadelemiz yan yana devam ediyor. Tü r k i ye’d e LGBTT hareketinin tarihi, yani bizim tarihimiz, kadın hareketine göre daha yeni. Daha uzunca bir yolumuz var, ama yapılanlar bu koşullar altında değeri ölçülemeyecek kadar fazla. Hem özgün LGBTT örgütlerinin, oluşumlarının, derneklerinin varlıklarıyla ve sayılarının artmasıyla; hem de

solun değişmeye başlayan bakış açısıyla yavaş ama elle tutulur işler yapılıyor. Hem solla, hem de feminizmle daha sıkı ilişkiler kuruluyor. Ne yazık ki, LGBTT’leri en geç fark edenler sosyalistler oldu. Teorik olarak düşündüğümüzde, halkların kardeşliğini savunan, faşizme karşı gelen, bu memlekette ‘öteki’ olanların yaşam hakkını savunan bir hareketin, LGBTT’lerin mücadelesini de içine alması ve dayanışması gerekiyordu. Ama maalesef, homofobi, bifobi ve transfobi dediğimiz korkular, ön yargılar, dışlamalar teoride ikna olarak aşılacak konular olmuyor. Bu yüzden hasta olmadığımızı, heteroseksüeller kadar sağlıklı olduğumuzu, üst komşunuz ya da sıra arkadaşınız olabileceğimizi anlatmak da zaman aldı. Geç ama, yapılan çalışmalar umut veriyor. LGBTT hareketi, feminizmden beslendiği müddetçe, beden politikalarına dair bakış açısını genişletiyor ve mücadelesini güçlendiriyor. Aynı zamanda kadın hareketi de, en temel konusu olan toplumsal cinsiyete dair yeni bakış açıları

keşfediyor. Deneyimlerimiz bunun için çalıştığımızda başarılı olduğumuzu gösteriyor. Çünkü biliyoruz ki, bizim varlığımızın tehdit olarak görülmesinin ve yok sayılmasının nedeni erkek

LGBTT olmak

egemenliğini yani erk’ekliği temelden sarsıyor olmamız. Bir erkek, nasıl o yüce erkekliğinden vazgeçip de kadın olmak ister? Bir kadın, erkekler dururken neden kadınlarla birlikte olmayı seçer ve onları sever? İşte, erkekliğin bize sorduğu temel sorular bunlar. Tek ilişki biçimi olarak dayatılan heteroseksüelliğin zarar görmemesi için, bizim ortadan kaldırılmamız gerekiyor. LGBTT hareketinin güçlenmesi için diğer hareketlerin desteğine elbette ki ihtiyacı var, ikinci olarak da kendi öz örgütlenmemizi güçlendirmemiz gerekiyor. Biliyoruz ki, LGBTT olmak sokağa çıkalım ya da çıkmayalım, bulunduğumuz her ortamda mücadelenizi vermenizi gerektiriyor. Başta ailemizle başlayan tartışmamız, okulda, iş yerimizde, sokakta ve birçok yerde devam ediyor. Görünür olmak, kendimizi açıklamak sanıldığı kadar da kolay değil. Çünkü açılmak demek, aynı zamanda şiddeti ve cinsel saldırıları da göze almak demek. Ailesi tarafından öldürülen, işten atılan, yalnızlaştırılan birçok arkadaşımız var. Bütün bunlar hep başka sebepler altında karşımıza getiriliyor. Namus cinayetlerinin ne kadarının nefret cinayeti olduğunu bilemiyoruz bile. Ardından, birbirimizi bulduğumuzda ve örgütlenmeye başladığımızda, önümüze gelen ilk engel, derneklerimize

5 Aralık 2009 Sayı:2

‘Türk aile yapısına ve genel ahlaka aykırılık’tan dava açılması oluyor. Lambda İstanbul’dan sonra, aynı gerekçeyle şimdi de, Siyah Pembe Üçgen İzmir LGBTT Derneği kapatılmaya çalışılıyor. Lambda İstanbul’un kapatılma isteği, Yargıtay tarafından bozulmuştu. Şimdi ise emsal karar örneği gösterilmeksizin tekrar dava açmaları bile, kendi korkularının ve aymazlıklarının ürünü. Bu konuya dair, yurt dışındaki LGBTT örgütlerinden dayanışma geliyor. Başta örgütlenme hakkımızın engellenmesi üzerinden karşı çıkmalı ve var oluşumuzu savunmamız gerekiyor. Çünkü sevmek, politik bir şeydir. Erkekken kadın olmam, var oluşumu gerçekleştirmemdir. Benim seks işçiliği yapmak zorunda kalmam, işe alınmamam, kamuya açık yerlerde dışlanmam, tecavüze uğramam ise sadece benim problemim değil, kapitalizme ve erkek egemenliğine karşı olduğunu söyleyen herkesin problemidir. Kendi isteğimizle seçemediğimiz ırkımız, dilimiz, dinimiz, cinsiyetimiz ve cinsel yönelimimizden ötürü, bu ülkede çok öldürüldük. Katledildik, “Köklerinizi kazıyacağız” diyenlerin salyalı ağızlarındaki tehditleri duyduk. Ama yolumuza gene de devam ettik. Birlikte hareket etmek ve ölümleri durdurmak zorundayız. Bir yıl içerisinde kaç tane trans arkadaşımızın öldürüldüğünün, dünya genelinde öldürülen transların yarısının bu ülkede hayatını yitirdiğinin hesabını tutarken; artık bardak taşıyor, dayanılmaz bir hale geliyor. Pelin Dumlu

“Bir erkek, nasıl o yüce erkekliğinden vazgeçip de kadın olmak ister?”


Her hakkımız kendimizde saklı olarak devlet şiddetiMesela, hapishaneni işledik ve görselliği de tecavüz sonrası ön planda tuttuk. BuODTÜ ÜGK, katledilmiş bir kadın, nun için, 1 hafta boKürdistan’daki kirli 25 Kasım’a yunca okulda stant savaşta katledilmiş temsili açtık ve bu stant için küçük kadın, travesti bir pano hazırladık. mezarlıkla olduğu için ‘nefret ciPanonun üzerinde, nayetine’ kurban gitdikkat ülkemizde ve dünmiş bir kadın, ‘namuçekmek yada tecavüz oranı, sum’ denilerek abisi recmedilen kadınlar, tarafından öldürülistemiş. hapishanelerde tamüş bir kadın ve recciz ve tecavüz edilen medilmiş bir kadın... kadınlarla ilgili bilgiBir bildiriyle, insanları ler ve İran devleti tarafından 3 kadına yönelik şiddete ‘dur’ dearkadaşıyla beraber özgürlük mek için 25 mücadelesi uğruna katledilen Kasım günü Leyla Kasım’ı anlatan bir şiir yapılacak eykoyduk. Ve, bu panonun yanına leme çağırdık. kırmızı kuşak astık, o kuşağın Eylem alanınbekareti temsil ettiğini ve bu da, yine göryüzden bir çok kadının ‘namus’ selliğe önem cinayetine kurban gittiğini be- vermeye çalirttik. Kartondan isimsiz mezar lıştık. Çünkü taşları hazırladık; bu mezarlar- k a d ı n l a r ı n da kadına yönelik şiddetin farklı binlerce yılsimgelerini teşhir etmek istedik. dır geri bıra-

Merhaba, Biz, ODTÜ’deki Üniversiteli Genç Kadınlar olarak, bu yıl 25 Kasım’da, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde, ağırlıklı

kılmışlığını düşünürsek, onlara giderken özel bir dil ve tarz yakalanması gerektiğini düşünüyoruz. Bir hafta boyunca kullandığımız mezar taşlarımızı eylem alanına da getirdik. Bir arkadaşımız gelinlik giydi, kırmızı kurdeleyi ağzına bağladı ve elinde “Her hakkı kocasında saklıdır” yazılı dövizi taşıdı. Bu aslında, anlatmak istediğimiz pek çok şeyin özetiydi. ODTÜ ÜGK’dan Ceren

Siddete karsı iz bırak ,

,

Pamukkale Üniversitesi’nde yeni Çünkü onlar da kadındı ve onlar da, bir kadın çalışması başladı. Üniver- toplum gözünde eksik etekti. siteli Genç Kadınlar olarak ilk eyKadınlara, kadın dayanışmasının lemimizi, 25 Kasım Kadına Yönelik önemini anlatmaya çalıştık, erk zihŞiddete Karşı Uluslararası Mücade- niyetle mücadeleye çağırdık. Yurtle Günü kapsamınta, okulda sohbet da gerçekleştirdik. ettiğimiz kadınlar, Kadınlara, “Şiddete kendi yaşadıkları Pamukkale karşı sen de bir iz sorunlardan bahbırak” diyerek ses- Üniversitesi’nde settiler. Örneğin, bir lendik, 25 Kasım’ı okul arkadaşımız, Üniversiteli bugünü ve geçmiüniversiteyi kazanGenç Kadınlar, şiyle anlattık. Aydığında babasının rıca, kadınlarla bionu göndermek is25 Kasım’da rebir sohbet ettik. temediğini anlattı. yaptıkları Kimliklerine sahip Bu arkadaşımızın çıkmaları gerektiailesi, erkek kardeşi çalışmaları ğinden ve şiddete kazanıp gittiğinde paylaştı. karşı sessiz kalmabaşarısıyla gurur manın öneminden duymuşlar, fakat bahsettik. Bu çalışsöz konusu kendisi ma, onlara yabancı olduğunda bu dugibi görünse de, aslında söyledikle- ruma karşı çıkmışlar. Genç kadın, o rimiz tüm kadınlar için çok tanıdıktı. süreçte ailesine karşı çok mücadele

etmek zorunda kalmış. Yine başka bir tanesi, sevgilisiyle yaşadığı sorunları bizimle paylaştı. Ondan bağımsız karar alamamasından, ona sormadan bir şey yaptığında tartışmalarından yakındı. Ayrıca, yurtta kalan kadınlar, kendilerinin yurda giriş saatinin 11 olduğuna ve geç kaldıklarında sorun yaşadıklarına ama erkeklerin böyle bir sorunu olmadığına dikkat çekti. Kadınlar, Denizli’de taciz ve tecavüz olaylarının çok sık yaşandığına vurgu yaptı. Pek çok kadın, geceleri sokaklarda rahatça gezebilme güvencesini istediğini dile getirdi. Son olarak, Denizli merkezde birçok kurumun içinde bulunduğu Kadın Dayanışma Platformu bir eylem gerçekleştirdi. Öncesinde, şiddet gören kadınların fotoğraflarının bulunduğu bir fotoğraf sergisi yapıldı ve 25 Kasım’ı anlatan bildiriler dağıtıldı. Bildiri dağıtımı sırasında, liseli,

5 Aralık 2009 Sayı:2

ev emekçisi, işçi, memur kadınlarla sohbet edildi. Ev emekçisi bir kadın, sürücü kursuna gitmek istediğinde kocasının nasıl tepki verdiğini, “Kadın da araba mı kullanırmış?” diye karşı çıktığını anlattı. Ama kadın arkadaşımız vazgeçmeyip bu kursa gitmiş ve ehliyetini almış. Aslında duyduğumuz hep benzer hikayelerdi, hepimizin yaşadığı, şahit olduğu şeyleri başka kadınların ağzından dinledik. Biz de, Üniversiteli Genç Kadınlar olarak sohbetlerimizde, erkek ve kadın arasındaki eşitsizliğin, bu ilişkinin doğasından dolayı değil, toplumdaki erklikten dolayı ortaya çıktığını ifade ettik. Bunun tarihsel süreçte nasıl ortaya çıktığını anlattık. Kadınları birlikte mücadeleye etmeye, kadın dayanışmasını büyütmeye çağırdık. Denizli ÜGK’dan Fatma


CHP’nin ‘öz’ü

“Senin yalanlarınla. hilelerinle baş edemedim. bu bana dert oldu. Ben de senin önünde diz çökmedim ya. bu da sana dert olsun!” (Seyit Rıza) “Askerler, köylere gelip herkesi öldürüyorlardı.” “ O gün, köye gelen askerler, Demenan aşiretinden yaklaşık 40 kişiyi, çocuk, kadın, yaşlı demeden kollarından bağlayarak topladı. Bizi, karanlık çöktüğü bir vakit, Harçik suyu kıyısında bulunan bir kayalığın üzerine çıkardılar. Ve o gün topladıkları insanları, ağır makineli tüfeklerle kurşuna dizdiler…” “Askerler, beni ve öldürdükleri kişileri, bacaklarımızdan tutup kayalıktan suyun içine attılar.” Üsteki satırlar, 1938 Dersim Katliamı tanıklarından 82 yaşındaki Hüseyin Gül e ait. Alıntı yapacağımız, yürek dağlayıcı sözler ise, Dersim Katliamı sürecinde henüz 14 yaşında olan Beser Gül’e ait: “Askerler, babamı karakola çağırdılar. Babam karakola gitti ve bir daha haber alamadık. Kardeşlerim, babamdan haber almak için karakola gittiler. O sırada askerler kardeşlerime, ‘Babanızı astılar, karakola gitmeyin, sizi de asarlar’ dedi.” Bunlar ve başkaca dile getirilenleri yani bu acı tanıklıkları daha önce de duyduk, okuduk. Ya diğerleri? Ya yitip giden binlerce

hayat? Mustafa Kemal’in manevi kızı Sabiha Gökçen’ in uçaktan bıraktığı bombalarla ölen çocuklar… CHP’nin (ve diğer düzen partilerinin) toz kondurmadığı ordunun mağaralarda zehirlediği kadınlar, yaşlılar… Seyit Rıza ve arkadaşlarının katli… Resmi rakamlara göre 16 bin, tanıklara göre ise 80 binin üzerinde insan katledildi. Binlercesi sürgüne gönderildi. Köyler, bağlar, bahçeler yakıldı. Dersim insanından ve kültüründen ‘arındırıldı’. Bu harekâtın altında imzası olan kişi ise, Mustafa Kemal’den başkası değildir. Mustafa Kemal, 1936 yılında, TBMM’de şöyle konuşuyordu: “Bu korkunç çıbanı (Dersim’i kastederek) tümüyle temizleyip koparmak, kökünden kesip koparmak ve bunu her ne pahasına olursa olsun yapmak gerekiyor”. Bu sarf edilen sözler, her şeyi anlatırken, yakın tarihimizi de hatırlatıyor bize. Ne de çok benzerlikler var değil mi? Ne diyor Beser Gül? “Askerler, babamı karakola çağırdılar. Babam karakola gitti ve bir daha

haber alamadık.” Cumartesi Anneleri de böyle anlatmıyorlar mıydı yaşadıklarını? Onların çocukları da, böyle kaybedilmedi mi? ‘90 sonrası kirli savaşın tırmandırıldığı dönemde doğan çocuklar, asit kuyularında, toplu mezarlarda babalarının kemiklerini aramıyor mu? Görüldüğü gibi devlet, geçmişten bu güne sistematik olarak kaybetme politikasını izliyor. Dersim

“Babam karakola gitti ve bir daha haber alamadık.”

Katliamı’nın üzerinden on yıllar geçse de, acısı hala taze. Peki, bu mazlum halkın acısı hala dinmeyecek mi? Vicdanlar rahat etmeyecek mi? Anaların gözünün yaşı dinmeyecek mi? Belli ki, HAYIR! Nasıl mı ulaştık bu sonuca? Çok geçmişe bakmaya gerek yok. Alın işte, CHP’nin aynadaki sureti Onur Öymen. Kürt sorununun “tartışıldığı” mecliste, CHP adına konuşurken, Dersim Katliamı’nın meşruluğunu savundu. Kürt sorununa gönderme yapıp, çözümün inkar ve imha siyasetinden geçtiğini (Sahi, TC de böyle kurulmamış mıydı?!) dile getirdi. CHP’nin Öymen’inden de, başka bir şey beklenmezdi zaten. Öymen, Kürtlere ve Alevilere kinini kusarken, sırtını kime dayıyor? Kendisinin de dile getirdiği gibi, Mustafa Kemal’in pratiğine. Öyleyse

5 Aralık 2009 Sayı:2

meseleyi sadece bugününün Öymen ve CHP’si nezdinde irdeleyemeyiz. Tarihsel boyutlarıyla ele alıp, hesap sormalıyız. Yürütülen kirli savaşın şaşmaz savunucusu ve uygulatıcılarından olan CHP’nin Öymen’i böyle konuşmayacak da, kim konuşacak? Öymen’e, Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi katliamları sorulsa Dersim’ e ilişkin sözlerinden başka bir cevap mı verecek? HAYIR!!! Peki, Dersimliler ve Aleviler, CHP’de örgütlenmeye devam mı edecek? İstifa eden Dersim halkı ve Aleviler, yürünecek yolu gösteriyor. Öymen’e istifa çağrısına gerek yoktur. Öymengiller tarihlerinin taşıyıcısı ve savunucularıdır. Yerleri de devletin kurucusu partisi CHP’dir. Biz, Türkiyeli ve Kürdistanlı sosyalist gençler olarak, tam da bu gün, şovenizme karşı barış ve kardeşlik bayrağını yükseltiyoruz. Kürt halkının barış elini tutarken, Dersim halkının ve Alevilerin acılarını paylaşıp, demokratik taleplerini sahiplenirken, CHP-ÖymenMHP ve de düzen partisi AKP’nin katliamcı ikiyüzlülüğünü teşhir edip, hesap sormalıyız. Dersimlilerin sesini yükselteceği, 13 Aralık’taki TUDEF’in düzenleyeceği İstanbul mitingine katacağımız her bir yeni genç, ezilen, yok sayılan halklarımızla birlikte hesap soracağımızın göstergesi olacaktır. Barış ve kardeşlik, ancak ve ancak buradan yükselecektir!


-

Sürgün degil, ölüm yolu Anadolu... Halklar beşiği... Belki, bu söz çok eskilerde kaldı... Dili olsaydı kara taşın, toprağın, neler anlatırdı neler? Belki de, üzerine akan oluk oluk kan, onu lal eyledi. Belki önceleri, türlü türlü dillerde türküler söylerdi. Üzerinde şenlikler kurulur, düğün dernek eğlenirdi. Belki o zamanlar, bu kadar kara da değildi bu toprak. Kardeşti, Anadolu bağrında yaşayan halklar. Yani, aralarına düşmanlık tohumları ekilinceye kadar… Kardeş halklar, egemenlerin eliyle bir bir düşmanlaşmaya başlıyordu, tarih 1900’lü yılları göstermeye başladığında. Büyük acılar yaşanır, Ararat eteklerinde yaşayan Ermeniler de, acıdan payına düşeni alır. Ermeniler; Van, Bitlis, Diyarbakır dolaylarında ve bugünkü Ermenistan topraklarında yaşamışlardır.

Bizans’ın, Arapların, Osmanlı’nın, mez, silah tutmaz. İran’ın, Moğolların egemenliğinde Savaşın başlamasıyla beraber, kalmışlardır. I. Emperyalist Payla- Ermenilerin de yaşadığı bölge tam şım Savaşı yaklaşırken, Taşnak Par- bir kaosa yuvarlanır. Osmanlı ordutisi 2-14 Ağustos 1914’te kongresini sundaki Ermeniler ordudan kaçarak, Erzurum’da toplar. İttidirenişe geçerler. Teşkihat ve Terakki Cemiyeti, lat-ı Mahsusa birlikleri kongreye gönderdiği ve Kürtlerden oluşan Bir halkın delegasyonu aracılığıyHamidiye Alayları, kaacılarına la, Ermenilere olası bir çakları kovalama basavaşta Rusya’ya karşı dokunmak, hanesiyle köyleri basıp birlikte savaşma ve tıpyakmaya başlar. Tehcirin Ermeni kı Kürtlere olduğu gibi ilk işaretleridir bunlar. Soykırımı’nı Nisan 1915’de Van’ın Erözerk yönetim önerir. Ermeni önderler, tarafanlamak… meni ahalisi ayaklanınca, sızlık politikasını savu24 Nisan’da İstanbul’da nurlar. Benzer öneriler Ermeni aydınları tutukRuslardan da gelir. Erlanır ve Ankara’ya doğru meniler, Rus’ların teklifiyola çıkarılırlar. Yaklaşık ni de resmen kabul etmezler, ancak 700 kişilik sürgünden bir daha haber 2 bin dolayında Ermeni, Rus askerle- alınamaz. Kıyım yürürlüğe girer.Yürürine katılır. Bu arada bir kısım Ermeni tücüsü, Dahiliye Nazırı Talat Paşa’dır. de, Osmanlı askeri olmayı kabul et- İttihat ve Terakki hükümeti, bir ay

sonrasında harekete geçer. Alınan bir karara göre, savaş alanlarındaki Ermeniler, başka yörelere göç ettirilecektir; yani tehcir… Hükümet, korumakla yükümlü olduğu tebaasının bir bölümünü, sivil halkı, çoluk çocuk, malsız mülksüz, yüzlerce kilometre öteye, Irak çöllerine, Deyr-üz Zor’a sürer. Hapishanelerden serbest bırakılan hükümlülerden oluşan Teşkilat-ı Mahsusa, sürgün kollarına saldırılara başlar. Bu yol, Ermeniler için bir sürgün yolu olmaktan çıkmıştır artık, ölüm yolu olmuştur, soykırım yolu. Tam sonuç öğrenilemese de, 1.5 milyona yakın Ermeni katledilmiştir. Türkiye istemese de, tarih sayfalarına Ermeni Soykırımı olarak geçmiştir. Şimdi Ermeni halkı yaralarının sarılmasını, acılarına saygı gösterilmesini ve kardeşliğin yeşertilmesini bekliyor.

Mikroplu zihinler, mikroplu battaniyeler “Bize birçok söz verdiler, hatırlayamadığım kadar çok; bir teki dışında tutmadılar. topraklarımızı alacaklarını söylediler ve aldılar.” (Kırmızı Bulut) Koca bir kıta... Bu kıtaya yayılmış, barışçıl bir halk... Doğayla ve insanla barış içinde süren bir yaşam... Ve tüm bunlara el koymaya kararlı ‘beyaz adam’... Kızılderililer, yani Amerika yerlileri, 1400’lü yılların sonlarına kadar, kendi topraklarında, kendi adetlerince yaşıyorlardı. Toprağı anaları olarak görüyor, mülkiyet nedir bilmiyor-

lardı. Sonra Kristof Kolomb geldi 1492’de. Bu, felaketin ayak seslerinden başka bir şey değildi. Kolomb’u başkaları izledi. İspanyolların başlattığını Amerikalılar, daha doğrusu Amerika’yı işgal edip yerleşenler ve kendilerine Amerikalı diyenler, tamamladı. Uygarlıklar son buldu, halklar ve gelenekleri unutuldu. Çünkü, ‘beyaz adam’ların amaçları netti: Amerika’nın bütün yer altı ve yer üstü kaynaklarını yağmalamak, Kızılderilileri köleleştirmek ya da katletmek. Bunun için başvurmadıkları hile, yalan kalmadı. İşlemedikleri insanlık suçu da... Kızılderililerin hayatlarını avlanarak sürdürdüğünün farkında olan Amerikalılar, bufaloları birer birer öldürdüler. Besin kaynakları tükenmeye başlayan Kızılderililer, Amerikan hükümetinin gön-

derdiği yardım paketlerine sığındı. la kol kola gitmiştir. Katletmedikleri Ancak, bu yardım paketlerinden çı- Kızılderilileri ‘rezervasyon’ adı verikan yiyeceklere mikrop enfekte edil- len toplama kamplarına sürdüler. mişti, hasta Kızılderililerin üzerileri- 1879’dan 1918’e kadar her Kızılderili ne örtülen battaniyelere de... çocuğu, kendi dillerini konuşmanın Neler yapmadılar ve kendi kültürlerini yaşaki Kızılderililere? Yımanın yasak olduğu yatılı ğınlar halinde katokullara zorla yollandı. Yerli lettiler. Çoluk, çocuk, (Kürdistan’daki Yatılı BölAmerikan yaşlı, hamile demege Okullarına ne kadar da halkının tarihi, den, en insanlık dışı çok benziyor, değil mi?) katliam ve işkence yöntemleBeyaz adam, utanriyle... Hernan Cortes mazlıkta sınır tanımadı. asimilasyon Aztek’lerin kökünü Dünya üzerinden sildiği tarihi kazıdı, Fransisco PiKızılderili kabilelerinin ve oldu zarro ise İnka’ların... liderlerinin adını, silah ve ne yazık ki. 1800’lere geldiaraba markası yapmakta ğimizde, Kızılderili sakınca görmedi. Cherosoykırımı sürüyorkee, Apache, Chevrolet, du. 1890 yılında son büyük Kızılde- Pontiac bunlardan bazıları... Katletrili katliamı yapıldı, tarihe Yaralı Diz tiği Kızılderilileri bir de filmlerle kaKatliamı olarak geçti. Açlık ve so- raladı, onları vahşi yamyamlar olarak ğuktan ölme noktasına gelen Sioux gösterdi. Ama tarih, Marlon Brando yerlileri, Amerikan birliklerine teslim gibileri de yazdı, Kızılderililere yapıolmak üzere giderken, hiçbir uyarı lan soykırımı protesto edip, Oscar yapılmaksızın tepelere konuşlanmış ödülünü kabul etmeyen, sahneye Amerikan askerleri tarafından katle- genç bir Kızılderili kadını gönderen dildi. o vicdan sahibi sanatçıyı... Soykırım her zaman asimilasyon-

5 Aralık 2009 Sayı:2


10

“ESP gençtir, gençlik sosyalizmdir” Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nin genç girişimcilerinden Ozan Emre Özyılmaz’la yaptığımız röportajı yayınlıyoruz. Türkiye siyasetine yeni bir parti adım atıyor, Ezilenlerin Sosyalist Partisi kuruluşunu kamuoyuna deklare etti. Parti girişiminizden bahsedebilir misiniz? 7 Kasım tarihinde, Ekim Devrimi’nin yıldönümünde, Ezilenlerin Sosyalist Partisi olarak, kendimizi kamuoyuna sunduk. Kendimizi; işçilerin, emekçilerin, kır ve kent yoksullarının, kadınların, gençlerin, Alevilerin, Kürtlerin, ezilen cinsel yönelimlerin, engellilerin, ezilen ulusal ve mezhepsel azınlıkların, yani kısaca tüm ezilenlerin partisi olarak tanımlıyoruz. Bu parti, yeni kurulan bir parti ancak, Türkiye’deki sınıf mücadelesi tarihinin deneyimlerine sahip. 1920’de Bakü’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nden, ’68 gençlik hareketinden, Türkiye İşçi Partisi’nden, Mahir’lerden, Deniz’lerden, İbrahim’lerden günümüze kadar, Türkiye’deki sosyalist hareketin, devrimci hareketin 2009’dan sonra da sürdürücülüğünü yapacak bu parti. O bakımdan, parti giri-

şimcileri arasında; ’68, ’80, ‘96 döneminden, 2009 dönemine kadar mücadele içinde bulunan işçiler, kadınlar, gençler, aydınlar yer alıyorlar. Peki, bu partiyi niye kuruyoruz? Öte yandan, kapitalizmin krizi gün geçtikçe derinleşiyor. Her gün, sokaklarda binlerce işsiz genç kol geziyor, iş bulma kurumlarının önünde kuyruklar oluşuyor. Kitle mücadelesinde de bazı gelişmeler söz konusu. İşçi grevleri, düne göre hem sayısal olarak arttı, hem de militan-fiili meşru mücadele hattında ilerliyor. Kadın, Alevi, Kürt hareketi ve tabi ki gençlik hareketi düne göre daha güçlü. Sokaklara, mücadele anlarına baktığımız zaman, birçok genç, işçi ve kadın kendilerini mevcut siyasi partilerde ifade etmiyorlar. Kendiliğinden bir kitle hareketi söz konusu. Partisini arayan bir kitle var. ESP, bu arayışa bir yanıt olmak istiyor, bu amaçla kuruluyor. Kitle hareketini kucaklayacak, buna öncülük edecek bir süreci inşa etmek istiyoruz. Biz, ESP’yi işçilerden, emekçilerden bağımsız, ayrı bir yerde kurgulamıyoruz. Tam aksine, bu partiyi beraberce kuracağız.

Genç olmak, büyük serüvenlere çıkmak demektir.

Siz de, bir girişimci olarak, deklarasyonun açıklandığı etkinlikte söz aldınız ve “ESP gençtir” dediniz. ESP neden gençtir? Genç olmak deyince, aklımıza birçok şey geliyor. Genç olmak, eskiyi reddetmektir. Yeniyi kavramada daha enerjik davranmaktır. Gençlik dinamizmdir, gençlik gelecektir. Büyük serüvenlere çıkmak demektir. Tutkulu bir aşk ile sosyalizm için mücadele etmek demektir. Bu bakımdan ESP, ilk başta genç olmalıdır. Bu parti inşa edilirken, gençler bu sürecin öncüsü, itici gücü olacaklar. ESP, siyasi arenada hep genç kalacak. Deklarasyonda da ifade etmiştim, “ESP gençtir, gelecek sosyalizmdir”. ESP gençliğe ne vaat ediyor? Bir genç neden ESP’li olmalı? Biz, diğer burjuva partilerin dışında bir yerde duruyoruz, vaat etme kelimesi bizi çok iyi açıklamıyor bu bakımdan. Eğer illa bir şey vaat etmekten bahsedeceksek, gençliğe gençlikle birlikte mücadele etmeyi, partiyi birlikte inşa etmeyi vaat ediyoruz. Şimdiki gençlik kuşağı olarak, yitik bir kuşağın evlatlarıyız. Hepimizin anneleri, babaları, ’80 darbesini birebir yaşamış aileler. Korku cumhuriyetiyle şekillendik. ’80 öncesi gençlikten çok farklıyız, kayıp bir kuşağı ifade ediyoruz. ’80 öncesinde, politikayla aktif bir şekilde ilişkilenen bir gençlik vardı. ’80 darbesinden sonra,

5 Aralık 2009 Sayı:2

özellikle üniversitelerden başlamak üzere, gençlik yığınları iyice apolitikleştirildi, politikadan uzak tutuldu. ESP, gençlikle politikanın bağını, çok daha güçlü bir şekilde, yeniden kurmak istiyor. ESP, sadece üniversiteli ve liseli gençliği değil, emekçi semt gençliğini, işsiz gençliği ve işçi gençliği de kapsamak istiyor. Gençlik, ESP’de politika yapacak, bu partinin yönetiminde yer alacak. Bu partinin başkanları olacak, küçük kentlerde bu partinin bizzat kurucusu olacak. Sosyalist gençler, bulundukları bütün illerde, enerjisiyle, ataklığıyla, birikimiyle partinin inşa sürecine katkı sunacak. Sadece kampüslerde değil, kent merkezlerinde, havzalarda mücadeleyi sürdürecek. Ancak vurgulamak istediğim bir konu var. ESP, sadece parlemantarist yolla hareket etmeyecek. Çözüm projelerini, mücadele bağı içerisinde ele alacak. YÖK’e karşı mücadeleden, ÖSS’ye karşı mücadeleye, işsizlikten uyuşturucuya, çeteleşmeye, kayıt dışı güvencesiz çalışmadan, meslek liselerindeki emek sömürüsüne, harç zamlarından ulaşım zamlarına, gençliğin mücadele gündemi olan her şey, ESP’nin de mücadele konusu olacak. Biz, gençliğin kurtuluşunu sosyalizmde görüyoruz. Bu bakımdan, demokratik reformları da, devrim perspektifi içerisinde ele alıyoruz. Gençliği, sosyalizm için savaşmaya, Marksizm’le buluşmaya davet ediyoruz.


11

DTCF’nin kavga tarihi 1935 yılında, “Bir taraftan, Türk kültürünü bilgi metodu ile işleyecek bir tetkik ve araştırma kurumuna olan ihtiyaç; diğer taraftan orta tahsil kurumlarımıza ulusal dil ve tarihimizin ilmî ve en yeni telakkilerine göre hazırlanmış muallim yetiştirmek ve bugünkü muallimlerin bu yönden bilgilerini tamamlamak” için A n k a r a ’d a , “Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi” kurulmuştur. Fa k ü l t e n i n kuruluş yasası Meclis’te g ö r ü şülürken, ilerde bir “Ankara Üniversitesi” kurulması dileğinde de bulunuluyordu. Böylece, Mustafa Kemal’in ırkçı Güneş Dil Teorisi hayat bulabilecekti. Öyle ki, bu teoriye göre Kürt halkı, ilerleyen dönemlerde ‘kart kurt sesleri çıka-

Ankara Üniversitesi’nin bünyesinde yer almıştır. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, kuruluşundan itibaren öğrenci gençlik hareketinde önemli bir yer tutmuştur. Faşist saldırıların ve antifaşist direnişlerin olduğu çatışmalar, DilTarih’in kuruluşundan beri okulun gündeminde olmuştur. 1948 yılında, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ndeki dört öğretim üyesinin komünist oldukları iddiasıyla görevlerinden uzak laştırılması sonucunda olaylar başlamıştır. Tasfiye hareketi, DTCF Dekanı Prof. Dr. Enver Ziya Karal’ın Milli Eğitim Bakanlığı’na yazdığı 13 Aralık 1945 tarihli raporla başlar. Bu raporda, Doçent Behice Boran, Doçent Pertev Naili Boratav ve Doçent Mediha Berkesin’in, “İstanbul’da yayınlanan ve siyasi görüşü ilmi düşün-

ran dağlı Türkler ‘ olacaktı. 1936 yılında, 195 öğrenci ile öğretime başlayan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 13 Haziran 1946’ya kadar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet göstermiş, bu tarihten itibaren

ceyle uzlaşma kabul etmeyen” bir dergiye yazı verdikleri, bu durumun okuldaki eğitim-öğretim için sakınca barındırdığı belirtiliyordu. Bunun üzerine 15 Aralık 1945’te, bu öğretim üyeleri aktif eğitimden çıkarıldı ve

DTCF, faşist saldırılarla ve antifaşist direnişlerle tanınır.

bakanlık emrine alındı. Boran ve arkadaşları, bu duruma itiraz ettiler ve Danıştay’a başvurdular. Danıştay, 26 Mart 1946 günü, oy birliği ile bu kararı iptal etti. Behice Boran’ların üniversiteye geri döndüğünü duyan faşist öğrenciler, Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurarak, Behice Boran ve Pertev Nail Boratav’ın üniversiteden çıkarılmasını istediler. Bununla da kalmayıp, Boratav’ın o gün konferans vereceği salonu bastılar. Burada eylem yapıp, rektörün istifasını istediler. Şevket Aziz Kansu, zorla istifa dilekçesini imzaladı. Olaylardan sonra Boratav, Boran, Niyazi Berkes ve Muzaffer Şerif Başoğlu hakkında soruşturma açıldı. Ve okuldan tekrar atıldılar. DTCF’ye yönelik saldırı sonraki yıllarda da devam etti. ‘50’lerin, ‘60’ların Ankara olaylarının merkezi, bir yanıyla Cebeci’de ise; diğer yanıyla Kızılay, Sıhhiye ekseninde DTCF’ydi. Hatta Enver Gökçe, DTCF’ye yönelik faşist saldırılar üzerine bir şiir yazdı. Fakültenin Önü Fakültenin yanı demirden köprü Fakültenin önü bir sıra kavaktı Biz bir garip yiğit kişiydik Bütün hürriyetler bizden uzaktı

Ve de kanlı bıçaklı düşman

DTCF, ‘90’larda çok konuşulan merkezlerden biri oldu. 1995’te tüm üniversitelerden gençlerin katılımıyla Ankara’da yapılmak istenen parasız eğitim toplantıları, coplarla karşılandı. DTCF’deki gençlere gaz bombasından tazyikli suya kadar her şeyle saldırıldı. 23 Mart 1996 DTCF işgali 1996’da harç zamlarına karşı mücadeleyle, gençler yasaklı alanları özgürleştiriyordu. İstanbul’da Taksim Meydanı’na, Ankara’da Kızılay’a, takiben İzmir’de de Konak Meydanı’na çıkılmıştı. Gençlik hareketinde yeni bir kanal açılmıştı. Bunu, 15 Şubat İÜ işgali izlemişti. Gençler, kitlesel olarak öğrenci işlerine girerek, harç ödemeden kayıt olmayı dayatmıştı. Tüm ülke, televizyonlardan dakika dakika gençlerin işgalini izlemişti. Ankara’da YÖK zirvesinin yapıldığı 23 Mart günü, Kızılay Meydanı’nı dolduran gençler ise, bir kez daha harçlara karşı öfkelerini haykırmış, polis saldırısının ardından DTCF’yi işgal etmişlerdi. Bu olaylardan sonra harçlar geri alınamamış olsa bile, ileriki dönemde gelecek zamların önüne geçilmişti. DTCF’de, bugün de hala soFaşistler camlara yürüdüler ruşturmalar, faşist saldırılar ve Kürsüleri kırdılar, höykürdüler çatışmalar devam ediyor. Dil-TaTığ teber şahı merdan rih, gençlik mücadelesinin mer“Tanrı Dağı kadar Türktü bun- kezleri arasında olmaya devam lar ediyor. Hira Dağı kadar müslüman.” DTCF’den Selen

5 Aralık 2009 Sayı:2


12

AN ı P n ı E l ı Z Y pin uz- SZC o h C ıyor l ı ş r 009 Ka CZA 2 k ı l KOŃ : 23 Ara ziçi h a i r ğ 0 a o 3 T : 19: BUL- B nlar t a a N u S STA si Mez İ : r Ye ersite Üniv eği n Der

“Evet ;s Sunu evdik...” M m üzikli 50’ler in yılları 60’ların m n a ardın ın bir eşsiz sumiyet da döne min Tarih: n 18 Ar a Saat: 20:00 lık 2009 Yer: A N Salon KARA- Ke mal K u urdaş

Br (K ahm Ta lasik s’ın Sa rih: m Tıl Ye at: 16 A üzik sım Ün r: İS 19:3 ral din ınd De ive TAN 0 ık 2 let a 00 isi rn rsi BU 9 ) eğ tes L i iM B ez oğa un zi lar çi

ri e l ün G Film ralık o t A al 3. P h: 8-13 i R- Tar 9 İ H E 200 ESKİŞ adolu itesi : n Yer ma A nivers e Sin dolu Ü Ana

i ie ölyes l r ha a At C ma inem ilen u c S ç r He plin n se rimi a e a Ch fınd göst a tar lerin sıf kezi film ılıyor 00 a V r . p ya t: 20 MİR- t Me a Saa res: İZ San Ad gören Ön

Resmi İd ve Kem eoloji a Semp lizm oz Tarih:1 yumu 3 Saat: 1 Aralık 0 Yer: AN .30 K Sanat ARA- Ekin Merke zi İşçi Filmleri Festivali Tarih: 23-24 Aralık 2009 Yer: ESKİŞEHİRKongre Merkezi Kırmızı Salon Anadolu Üniversitesi

5 Aralık 2009 Sayı:2


13

Devletin ‘terör’ çetelesi 25 yıldır süren kirli savaş sırasında;

4 bin köy, güvenlik güçleri tarafından yakıldı ve yıkıldı.

40 bin kişi yaşamını yitirdi.

17 bin kişi, faili meçhul cinayete kurban gitti. Cumartesi Anneleri hala evlatlarının cansız bedenini arıyor.

342 Kürt çocuğu, asker veya polislerce katledildi.

1994’ten 2008’e kadar geçen 14 yılda;

1766 kişi yargısız infazla, gözaltında ya da işkenceyle can verdi.

12 bin 547 kişi işkence gördüğünü açıkladı. Gerçek rakam, bunun çok üstünde.

328 bin 980 kişi gözaltına alındı.

26 bin 421 kişi tutuklandı.

1890 demokratik kitle örgütü, yayın organı, sendika baskına uğradı.

5 Aralık 2009 Sayı:2

3.5 milyon insan yerlerinden, yurtlarından edilerek göçe zorlandı.


14

ODTÜ barısa kosuyor , , Orta Doğu Teknik Üniversitesi, barış ve kardeşlik günlerine hazırlanıyor. Yaklaşık 1 ay önce, SGD’nin çağrısıyla, YDG-M ile birlikte ODTÜ Barış ve Kardeşlik İnisiyatifi kurulmuştur. ODTÜ’lü devrimci, demokrat, yurtsever öğrenciler olarak; Kürt halkının barış talebine destek vermek, artması muhtemel ırkçı ve şovenist histeriye karşı bir set oluşturabilmek için, bu inisiyatifi kurduk. Önümüze birçok hedef koyduk. İlk olarak, üniversite içinde ırkçı bir asistan tarafından, Kürt bir öğrenciye dayatılanları protesto ettik. Bu konuyla ilgili yaygın afiş asıp, bildiri dağıttık. Ardından, yemekhane önünde 75 kişinin katıldığı bir basın açıklaması yaptık. Konuyu bilmeyenler için hatırlatayım, Jiyan adlı Kürt öğrenci, Güney Kürdistan’dan ODTÜ’ye eğitim amacıyla gelmiştir. Bir

derste, Barış Mete adlı asistan, öğrencilerin tek tek kendilerini tanıtmalarını istemiştir. Sıra Jiyan’a geldiğinde, isminin Kürtçe olduğunu öğrenmiş ve Türkçe karşılığını sormuştur. O andan itibaren öğrenciye, Türkçe ‘Hayat’ diye seslenmiştir. Bu olayın akabinde bu ırkçı asistan, bir gün yolda Jiyan’ı görür ve arkasından ‘Hayat’ diye seslenir, öğrenci dönüp bakmayınca asistan Jiyan’ı azarlar. Daha sonra da asistan, Jiyan’a kendisinden aldığı dersi bırakmasını, aksi takdirde bu dersten geçemeyeceğini ve okulunun bir sene uzayacağını söylemiştir. Bunun üzerine ‘ODTÜ Barış ve Kardeşlik İnisiyatifi’, konuyu ele alarak okulda gündem oluşturdu. Olayı anlatan geniş bir bildiri yazılıp, konuyla ilgili birçok afiş yapıldı. Bu çalışmaları gören fakülte idaresi, olayın üstünün kapatılması gerektiği yönünde açıklamalarda bulunsa da, devrimci, demokrat, yurtsever öğrenciler geri adım atmadı. Son olarak, okulda bir basın açıklaması düzenlendi. Artan baskılar neticesinde, bu ırkçı asistan Barış Mete, okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Bu gelişme, çalışmalarımızın ilk önemli meyvesiydi. Kürt illerinde, C e y l a n’ l a r ı m ı z ı , Uğur’larımızı bizden koparan imha ve inkar saldırıları, ODTÜ’de bu şekilde vücut bulmuştur. Böyle somut

ODTÜ’lü gençler barışı kazanmaya kararlı… İlk adımı attılar, barış isteyenler bir araya geldiler.

bir örnekle çalışmalarına başlayan ‘ODTÜ Barış ve Kardeşlik İnisiyatifi’, ODTÜ’de bütün ezilen halkların sesi olmaya devam edecektir. Kürt halkının barış çığlığına Batı’dan bir ses olacaktır. Bu gelişmelerin ardından SGD, birçok önerisiyle birlikte çağrısını genişletmiş ve geniş bir birliktelik sağlamıştır. Antikapitalist, Marksist Bakış, Öğrenci Kolektifleri, Yarınlar, Emek Gençliği, Özgürlükçü Sol Hareket, Gençlik Muhalefeti, Öğrenci Muhalefeti, DSİP, YDG-M bu birlikteliğin bileşenleridir. Bu bileşim ismini, Barış ve Kardeşlik İçin ODTÜ Öğrencileri adıyla netleştirmiştir. “Kürt Sorununda Siyasi Muhataplarıyla Demokratik ve Barışçıl Çözüm” ana sloganımızla, “Barış ve Kardeşlik Günleri” nin programı belirlendi. Bu programa göre 8-11 Aralık tarihleri arasında kitle çalışması yapacağız. Kampüs içinde sergi açacağız, sokak çalgıcıları ve ODTÜ Oyuncuları’nın desteğiyle daha

5 Aralık 2009 Sayı:2

görsel ve işitsel bir ajitasyon faaliyeti yürüteceğiz. 14 Aralık günü etkinliklerimiz başlayacak. O gün, barış için pedal çevireceğiz ve anadilde eğitimle ilgili bir panel düzenleyeceğiz. Ertesi gün ise, TMK mağduru Kürt çocuklarla ilgili bir forum düzenleyeceğiz. 16 Aralık’ta Kürt sorunuyla ilgili bir panelimiz olacak. Sabahat Tuncel, Haluk Gerger ve Nazan Üstündağ konuşmacı olarak katılacak. Bu bir hafta boyunca ayrıca, arkadaşlarımızdan barış için kurdele takmalarını isteyeceğiz. Her akşam film ve belgesel gösterimleri yapacağız. Tutuklu çocuklar için mektuplar toplayıp, 17 Aralık’ta bir eylemle göndereceğiz. Yeni başladık, önümüzde uzun bir yol var. Ancak, barışı ve kardeşliği kazanmaya kararlıyız. Bu eylemler, ilk adımlarımız. Gerisi gelecek. Ta ki, onurlu bir barış kazanılana kadar… ODTÜ’den Onur


15

Barıs, için vicdani red Yıl 1989, Aralık ayındayız. Tayfun Gönül adlı bir genç, Güneş Gazetesi ve Sokak Dergisi aracılığıyla vicdani reddini açıklıyor. Türkiye, vicdani redle, ilk kez bu şekilde tanışıyor. Dünya siyasi tarihinde büyük değişimlerin olduğu, ülkede ise, kirli savaşın en yoğunluklu yaşandığı bir dönemde, militarizme karşı vicdani red açıklaması yapılıyor. Bundan tam yirmi yıl sonra, yine bir Aralık ayında ise sosyalist gençler, adil, onurlu barış ve Kürt sorununda demokratik bir çözüm için ‘Askere gitme kardeş kanı dökme’ çağrısını, vicdani red kurultayları ile örgütleyecekler. 20 yıldan bu yana neler olmadı ki, şu yaşlı gezegende ve memlekette... Neler yaşanmadı ki, bu kanlı coğrafyada... Onlarca gazete, siyasi parti kapatıldı, milletvekili tutuklandı. Gazeteci, sanatçı, aydınlar; suikasta, faili meçhule kurban gitti. Bir halk yok sayıldı, asimilasyona uğratılmaya çalışıldı. Anadilde eğitim isteyen binlerce üniversiteli genç, okullarından uzaklaştırıldı. Şarkılarını Kürtçe seslendirmek isteyen Ahmet Kaya, vatan haini ilan edildi. Dağa, taşa mayın döşendi; “Ne mutlu Türküm diyene” yazıldı. Binlerce kişi işkencelerden geçirildi, zindanlara atıldı. 4000 köy boşaltıldı,

yüreklerine kor ateşler düştü. 40 bin can, kara toprağa düştü. Bu kirli savaşın en ağır yükünü Kürt halkı çekerken, Türk halkının bağrında da nice acılar yaşandı. Gencecik bedenler, üzerlerine zorla asker kıyafeti giydirilerek savaşa sürüldü. Davullarla, halaylarla askere gönderilen çocuklar, al tabutlarla evlerine geri döndü. Binlerce ananın yüreği ölüm haberleri ile dağlandı. Hiçbir general, patron, bakan çocuğu ölmedi. Öldürmeye, öldürülmeye gönderilenler, hep işçi-emekçi çocukları oldu. Sağlığa, eğitime yatırılması gereken bütçe, kirli savaşa akıtıldı. İşsizliğin çığ gibi büyümesinde, hastane kuyruklarının uzayıp gitmesinde, kirli savaşın önemli bir payı oldu. Irkçı, faşist düşünceler ve duygularla, akıl ve vicdan dumura uğratıldı. Türk, Kürt’e düşman edildi. Kürt devriminin geldiği nokta, artık bu sorunu çözümden geri dönülemeyecek bir hale getirmiştir. Bu memlekette, farklı bir dili, kültürü ve coğrafyası olan ayrı uluslar vardır. Hakları için mücadele eden bir Kürt ulusu vardır. Politik talepleri ve temsilcileri vardır. Uluslararası güçlerin hesaba katmak zorunda olduğu, hükümetlere açılım yaptırmak zorunda kalan bir hareket var.

sağ olsun demiyorum’ diyen asker anaları var. Türk halkı, tıpkı Kürtler gibi, çocuklarının ölmesini istemiyor. Parti kapatmak, dağları bombalamak, köyleri boşaltmakla bu meselenin artık durumu içinden çıkılamaz bir hale geldiği aşikardır. “Bu sorun bir şekilde son bulmalı” diyen, ‘çözüm’ isteyen yüz binler var. Herkese bir şeyler söylüyor, politika yapıyor. Peki, Türk sosyalistlerinin, devrimcilerinin bu en can yakıcı konudaki politikası nedir? Sosyalist gençlerin, barış için vicdani red çağrısı ve düzenleyecekleri kurultaylar, Türk devrimcilerinin, Kürt sorunundaki apolitikliğine gençlik cephesinden verilen bir cevap olma özelliği taşıyor. Türkiye’de yaklaşık 500 bin asker kaçağı, 79 vicdani retçi var. Vicdani red mücadelesi, resmi ideolojide gedik açma, zorunlu askerliğin kaldırılması talebi üzerinden geniş kitleleri etkisi altına alma olanakları taşımaktadır. Uluslararası hukuk bakımından, bir hak olarak tanınan vicdani red hakkını, rejime baskı aracı olarak kullanmak gerekiyor. Vicdani red, özellikle Türk gençlerinin kardeş kanı dökmeme çağrısı üzerinden, barış ve kardeşlik mücadelesini Batı’dan güçlendirmesi için oldukça etkili bir mücadele alanı olacaktır. Barış konusunda, halkımızın çok önemli bir bölümü sosyalistlerin ne dediğini ilgiyle izlemekte ve dikkat etmektedir. “Savaş değil barış”, “Ölüm değil çözüm” şiarları birçok kişinin ‘evet’ debir halk topraklarından zorunlu Türk halkı cephesinden de, ‘Bu diği bir yerde durmaktadır. Türk göçe uğratıldı. Yüzlerce insan savaşa evladımızı göndermeye- sosyalistler, Kürt sorunuyla ilgili gözaltında kaybedildi, anaların ceğiz’ diyen aileler var. ‘Vatan politika yaparken, sıklıkla Kürt

5 Aralık 2009 Sayı:2

gibi düşünmekte ve onun diliyle konuşmaktadır. Türk halk yığınları tarafından anlaşılmak, şovenist önyargıları kırmak için dilimizi de değiştirmeliyiz. Oğlunu kaybeden asker anasının yüreğine dokunacak, eline silah almak istemeyen, ölmek ve öldürmek istemeyen Türk gencinin korkusuna dokunacak, barış diyen herkese ‘bölücü’ gözüyle bakan gençte soru işaretleri oluşturacak bir dil tutturmamız gerekiyor. “Her Türk asker doğmaz”, “Ne mutlu kardeşim diyene”, “Askere gitme kardeş kanı dökme” sloganları ile üniversitelerde yaygın kitle ajitasyonu örgütlenmelidir. Sosyalist gençler genel geçer görsel ajitasyonun pratik özeleştirisini bu kampanyada vermelidir. Özellikle birebir söyleşiler, anketler, vicdani retçileri destekleyen imzalar toplamak, daha etkin bir çalışma yürütmememizi sağlayacaktır. Havaya kalkan barış elini kardeşlik eliyle tutacak temada; panel, konser, koridor sohbetleri düzenlenebilir. Kurultay; üniversite öğrencilerinden, eşcinsellere, savaş karşıtlarına, daha önce vicdani reddini açıklayanlardan, aydınlara kadar; geniş bir bileşimi bir araya getirebilir. Bazı milletvekillerinin, yazarların kurultaya özel olarak katılımını örgütlemek, kamuoyunun gündemine girmek bakımından önemli olacaktır. Vicdani red kurultayları ve etkinlikleri büyük bir mücadelenin başlangıcı olacaktır. Sosyalist gençler gönüllü bir şekilde bu sürecin önünde, vicdani redlerini açıklayarak yer alacaklardır. Gençlik, barış mücadelesiyle tarihe derin bir iz bırakmanın arifesindedir. Tarih yazıyoruz.

25 yılda akıl ve vicdan dumura uğratıldı, Türk Kürt’e düşman edildi.


EMEKÇİLER GREVDE, ÖĞRENCİLER BOYKOTTAYDI


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.